“Bu sorundaki payım nedir?” diyebilmek ve gereğini yapmak…

Ali Rıza Avcan

14-28 Mayıs 2023 tarihleri arasında yapılan milletvekili genel seçimi ile cumhurbaşkanlığı seçimleri sonrasında yeni bir dönemle karşı karşıyayız…

Çünkü yapılan her iki seçim sonucunda, kitleleri büyük ölçüde umutlandırıp hayal kırıklığına uğratan “geççek” ya da “geliyor gelmekte olan” politikaları açık ve net bir şekilde iflas etti…

Böylelikle ülkeyi ya da bir kenti yönetmenin sadece umut etmekle, umudu körüklemekle ve amiyane bir deyimle duygulara hitap edip “gaza getirmekle” olmayacağını bir kez daha anladık, bir kez daha gördük…

Ülkeyi ya da kenti yönetmeye aday olup bunda başarısız olmanın getirdiği ağır yüklerin altında, bu başarısızlığın, gelecek beş yıllık süre içinde ne kadar insanın ölüp öldürülmesine, yaralanıp sakat kalmasına, göç edip başka diyarlara gitmesine ve kişisel ya da aileler olarak büyük zararlarla karşı karşıya kalmasına neden olduğunu unuttuk…

Kısacası masum bir umut filizini, bu tür şişirme sloganlarla, saptırılmış anketlerle ve ayakları yere basmayan popülist politikalarla kırdık attık…

Sonuç, hem yaşadığımız ülke ve kent itibariyle büyük bir başarısızlık…

Bu büyük başarısızlığa bir takım mazeretler bulup hafifletmeye çalışmak da, nafile bir çaba…

Yüksek Seçim Kurulu’nun resmi verilerini kullanarak hazırladığım aşağıdaki tablo ve grafik, bu başarısızlığın 2015-2023 döneminde İzmir’de yarattığı zayiatı net bir şekilde ortaya koyuyor.

İzmir’de son üç milletvekilliği seçimine katılan siyasi partilerin aldıkları oy miktarı ile yüzdesini gösteren tablo ile bu verilerin yıllar içindeki seyrini gösteren grafikte de göreceğiniz gibi;

1. İzmir’deki 2015 milletvekili genel seçimlerine 16, 2018 seçimlerine 8, 2023 tarihli son seçime ise 24 siyasi parti katılmıştır.

2. 14 Mayıs 2023 tarihli son milletvekilliği genel seçimindeki onca çabaya karşın oy kullanma oranı 2015 seçimlerinde % 88,06 iken 2018 seçimlerinde % 89,13’e, 2023 seçimlerinde de % 1,14 artışla ancak % 90,27 oranına yükselmiştir.

3. Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) ile Cumhuriyet Halk Partisi’nin (CHP) ve Milliyetçi Hareket Partisi’nin (MHP) oyları birbirini izleyen 3 ayrı seçim itibariyle devamlı düşmektedir.

4. İyi Parti (İYİP), 2018’de % 11,09 olan oy oranını 2023’de % 11,65 ile korumuştur.

5. 2015’de % 8,64, 2018’de % 11,31 oranında oy alan Halkların Demokratik Partisi (HDP), Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi (YSGP) olarak girdiği 2023 seçimlerinde ancak % 7,5 oranında oy alabilmiştir. Bu düşüşte sadece İzmir 2. Bölge’de seçime girip aldığı % 2,37 oy oranı ile milletvekili çıkaramayan Türkiye İşçi Partisi’nin (TİP) etkili olduğu söylenebilir.

6. 2023 seçimleri itibariyle ilgi çekici diğer bir sonucu ise 2015 seçimlerinde 15.787 seçmenle % 0,58 oy alan Doğu Perinçek’in Vatan Partisi’nin (VP) 2018 seçimlerinde % 0,31, 2023 seçimlerinde de toplam 3.437 kişi ile % 0,12 oranında oy alırken 2015 ve 2018 seçimlerine katılmayan Zafer Partisi’nin (ZP) İzmir’de % 2,37 oranında; yani 72.112 adet oy almış olmasıdır.

7. İzmir’deki Adalet ve Kalkınma Partisi’nin (AKP) oyları 2015 yılında % 31,02 oranında iken, bu oran 2018 seçimlerinde % 27,98’e, 2023 seçimlerinde % 24,59 düzeyine düşmüş olmakla birlikte, İzmir’i “kale” edinen Cumhuriyet Halk Partisi’nin (CHP) durumu daha vahim bir durumdadır. Çünkü yaşanan büyük ekonomik sorunlar, yoksulluk ve deprem felaketi gibi avantajları iktidarı yıpratmak için değerlendiremeyen Cumhuriyet Halk Partisi’nin (CHP) İzmirliden aldığı oyların oranı 2015 seçimlerinde % 46,74 iken bu oran 2018 seçimlerinde % 42,04’e, büyük avantajlara sahip olduğu 2023 seçimlerinde ise % 41,49’a düşmüştür.

Bu durum üzerinde durulup uzun uzun düşünülmesi gereken bir sorundur. Hem parti yöneticileri hem de Cumhuriyet Halk Partisi’ne (CHP) umut bağlayıp oy veren seçmenler açısından…

Muhakkak ki bu durumun birçok nedeni vardır…

Bu anlamda ilk olarak Cumhuriyet Halk Partisi’nin (CHP) zaman içinde değişen politika, strateji ve taktikleri, ideolojik yoksunluk, herkesi kucaklama merakından kaynaklanan popülist politikalar, üst yönetimin kötü kalitesi, diğer partilerle yapılan ittifaklar, yanlış aday tercihleri, il ve ilçe yönetimlerinin başarısızlığı, iktidarın baskısı ve kural dışı davranışları gibi nedenleri sayabiliriz…

Ama bence, bu sonucu belirleyen nedenlerin en önemlilerinden biri de, Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) politikalarını başarıyla uyguladığı söylenen büyükşehir belediyesi ile ilçe belediyelerinin yaptıklarından ya da yapmadıklarından oluşan hizmetlerin durumudur…

O nedenle, bir belediyenin üretip halka sunduğu başarılı hizmetlerin, belediye başkanlarının adaylarla birlikte dolaşmasından ya da adayları desteklemek için mesajlar atmasından daha etkileyici, daha belirleyici olduğunu; hatta çoğu seçmenin, kendince başarısız bulduğu belediye başkanını milletvekili adayının yanında görmesi nedeniyle o adayı desteklemekten vazgeçebileceğini, başarısız belediye başkanlarının adaylara zarar verebileceğini bile söyleyebilirim…

Önce özeleştiri….

O halde, CHP’nin kalesi olarak adlandırılan İzmir özelindeki bu olumsuz durumun ortaya çıkmasında, Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) oylarının iktidarın tüm olumsuzluklarına rağmen yıllar içinde devamlı olarak azalmasında kimlerin, hangi kurumların ve hangi politikaların payı var ve bu payın telafisi için bundan böyle ne yapmak gerekiyor?

Parti ve belediye yöneticilerinin öncelikle bu soruları kendilerine sorup ama ya da fakat demeden özeleştiri yapmaları gerekiyor.

Yeniden belediyecilik…

Tabii ki, bu özeleştiri sonrasında halkın belediye hizmetlerinden daha fazla memnun olması için gerçek bir belediye olmayı yeniden hatırlamaları, belediyelerin asıl ve öncelikli görevlerine odaklanmaları gerekiyor… Tabii ki konser verecek sanatçıları birbirleriyle yarıştırmadan ve belediyelerin zorunlu olmayan hizmetlerine büyük bütçeler ayırmadan…

Son bir öneri olarak da;

Yapılması gereken önemli işlerden biri de, seçim öncesinde yaptığı anketlerle ülke düzeyinde büyük manipülasyonlar yapıp cumhurbaşkanı adayı Kemal Kılıçdaroğlu‘nu açık ara farkla önde gösteren; böylelikle Cumhuriyet Halk Partisi’ne (CHP) zarar veren “büyük araştırmacı” başkan danışmanı Bekir Ağırdır‘ın görevden alınıp, ona ve şirketi Konda‘ya bundan böyle belediye ya da Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) ile ilgili anketlerin yaptırılmaması gerekiyor.

Halid Ziya Uşaklıgil’in İzmirlilere ithaf ettiği İzmir Hikayeleri….

Ali Rıza Avcan

Bence her İzmirli ve İzmir’i sevenin elinin altında bulundurup okuması ve Kemeraltı, Basmane ve Kadifekale gibi kentin tarihi merkezini gezerken gördüğü her dükkan ve evde bu hikayelerdeki kahramanları arayıp sorması gereken bir kitap, Halid Ziya Uşaklıgil’in 1955 yılında oğlu Bülend Uşaklıgil tarafından bastırılan son eseri İzmir Hikayeleri…

Nitekim kitabın başına konulan özel notta oğlu Bülend Uşaklıgil, “ölümünden sonra basılan bu kitabını İzmirlilere ithaf ettiğini babam bana son günlerinde söyledi” diyerek kitapla İzmir ve İzmirliler arasındaki özel bağı ortaya koyuyor.

O nedenle, İzmirlilere ithaf edilen bu özel kitabın kentin tarihi ve tanıtımı ile görevli olup son yıllarda ilgisiz konuları kendine görev bilen Ahmet Piriştina Kent Arşivi ve Müzesi tarafından basılıp her İzmirliye armağan edilmesi gerekiyor… Çünkü son iki baskısı 1991 ve 2021 yıllarında İnkılap Kitabevi tarafından yapılmış olmasına karşın kısa sürede tükenmiş durumda ve arandığında da bulunması bayağı bir zor oluyor…

İzmirli yazar Halid Ziya Uşaklıgil’in bu özel ve değerli kitabını ele alıp yorumlamak amacıyla yaptığım araştırmalar sırasında karşıma çıkan Mahal Edebiyat Yayınları’nın yazarı Nurdan Şallı’nın aşağıdaki “Halid Ziya Uşaklıgil’in Ölümünden Önce Yazdığı Son Eseri: İzmir Hikayeleri” başlıklı incelemeyi doğrudan doğruya yayınlamanın daha doğru olacağını düşündüm.

Halid Ziya Uşaklıgil’in Ölümünden Önce Yazdığı Son Eseri: İzmir Hikâyeleri (*)

Servet-i Fünûn döneminin nesir ustası Halid Ziya Uşaklıgil 27 Mart 1945’te dünyaya veda etmiştir. Halid Ziya döneminde en çok romanlarıyla meşhur olmuş, hikâyelerinde hak ettiği değeri görememiştir. Romanlarında seçkin tabakayı merkeze alan yazar hikâyelerinde sıradan insanların yaşam biçimini, kültürünü işlemiştir. Çoğu kendi anılarından oluşan 150’ye yakın hikâye kaleme almıştır. İzmir’de çocukluk ve gençlik hatıralarını anlattığı “İzmir Hikâyeleri” vefatından birkaç sene önce yazdığı son eseridir. Eser ilk olarak 1950’de Cumhuriyet Matbaası’nda yayımlanmıştır. 1990’lı yıllarda İnkılâp Kitabevi kitabı tekrar basmış, Şemsettin Kutlu anısal öyküleri düzenleyerek yeni basıma hazırlamıştır. Kitabın ilk sayfasına Halid Ziya’nın oğlu Bülend, “Ölümünden sonra basılan bu kitabını İzmirlilere ithaf ettiğini babam bana son günlerinde söyledi.” şeklinde bir not eklemiştir.

Eser “Gerilere Doğru”, “Uzak Anılar”, “Güzel İhsan”, “Civelek Ziver”, “Ayni Tata”, “Abdi ile Karanfil”, “İki Simâ”, “Deli Fato” olmak üzere toplamda sekiz hikâyeden oluşmaktadır. 

Gerilere Doğru

Halid Ziya 12 yaşından 24 yaşına kadar İzmir’de yaşamını sürdürmüştür. Yaşlılık döneminde, gençlik ve çocukluk anılarını tazelemek için son kez İzmir’i ziyarete gelir. Ancak aradığı samimi hatıraları bulamaz. 1922 İzmir Yangını’ndan sonra yaşadığı güzel günlerin de yanıp kül olduğu gerçeğiyle yüzleşir. Bir zamanlar tek eğlencesi olan kurşun askerlerden, Fransız operetlerinden, saray kadınlarının cuma günleri yaptığı gezintilerden, tütüncü dükkânından, dedesinin konağından hiçbir iz kalmamıştır. Yaşadığı hayal kırıklığını yazar şöyle tarif eder: “Kendimi yabancı bir ülkenin tanınmamış insanları arasında buldum, sinirlerimden bir ürperme geçti. Gerçekten İzmir’de, şu benim sevgili İzmir’imde miydim?” (s.34) Âdeta kendi ifadesiyle anılarını bir sis bürümüştür. Bu yeni ortamda eski benliğini bulamayan Halid Ziya, yazarlık hayatının geçtiği Kemeraltı Caddesi’ndeki edebî anılarını anımsar. İlk gençlik yıllarında arkadaşları Tevfik Nevzat ve Bıçakçızade Hakkı ile “Nevruz” adlı bir dergi kurarak yazı hayatına giriş yapmışlardır. Ardından “Hizmet” gazetesini kurmuşlardır. Hizmet gazetesinde pek çok romanı ve mensur şiirleri tefrika edilmiştir. Anılarını anımsarken mensur şiirlerine gelen saldırılara öfkelenir, Recaizade Mahmut Ekrem’in daima destekçisi olmasına minnettarlığını belirtir. Ara ara Batı müziğine olan tutkusundan, plak koleksiyonundan bahseder. Bach, Mozart ve Beethoven’a övgüler düzer. Öykünün en sonunda ise yaşlılık hâliyle gençlik hâlinin hayali, bir mekânda karşı karşıya gelir. Yaşlılığı gençliğine emelleriyle ilgili sorular sorar. Bir hayal sarhoşluğu içinde öykü sona erer. 

Uzak Anılar

1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı’nın sonlarında Halid Ziya’nın babasının İzmir’e zorunlu tayini çıkar. İstanbul’da Saraçhanebaşı’ndaki bahçeli evlerinden taşınıp, dedesinin İzmir’deki Çorakkapı konağına sığınırlar. Arapfırın Mahallesi’nde yaşayan Kevser Hanım’ın evinde Affan Sabit ile tanışır. Garip bir çocuk olan Affan Sabit kedi ve güvercinlere hastalıklı derecede takıntılıdır. Her gördüğü kediyi, güvercini tüfekle öldürmesi tüyler ürperticidir. Yabani ata biner, ava çıkar, iyi nişan alır. Evde aldığı özel derslere Halid Ziya’nın da eşlik etmesini ister. Böylelikle aralarında arkadaşlık ilişkisi başlar. Birlikte Nedîm ve Ziya Paşa’dan beyitler okurlar, Kanunî Cemil Bey’den musiki dinlerler. Bu anılarda dönemin entelektüel hayatına ışık tutan küçük detaylar yer alır. Affan Sabit karakteri aracılığıyla Halid Ziya’nın Doğu kültürüne, tasavvufa yönelik ilgi ve merakı olduğunu keşfederiz. Affan tasavvufa yoğun bir tutku beslemeye başlar, tekke ve dergâhlara karışıp şeyh olur. Sonunda akıl sağlığını yitirerek bir kliniğe kapatılır. Halid Ziya Affan karakterinin derinliğine inmez, garip davranışlarının nedenini sorgulamaz. Affan’ı olduğu gibi kabul eder; onu karikatürize etmeden, ötekileştirmeden ilginç bir dost olarak anlatır.

Güzel İhsan

Çevresinde çirkinliğiyle anılan İhsan’a halk ironi olsun diye “Güzel İhsan” lakabını takmıştır. Ergenlik çağında çiçek hastalığına yakalanan İhsan’ın bütün derisi delik deşik olmuştur. İnsanlar onun dış görünüşünden iğrenmek yerine ona acıma hissiyle yaklaşmıştır. Otuzlu yaşlarına geldiğinde annesi artık onu evlendirmeye karar vermiştir. Ancak hiçbir kadın İhsan’la evlenmek istememiş, hatta onunla yan yana bile oturmaktan kaçınmıştır. Aradan epey zaman geçtikten sonra İhsan başkasından hamile olan bir kadınla evlenmiştir. Bu durum halkta dedikodu ve alaya sebep olmuştur. Halk kendi arasında İhsan’a ironik bir lakap taktığı gibi doğan çocuğa da “bağış, ihsan” anlamına gelen “Mevhibe” adını vermiştir. Halid Ziya “Güzel İhsan” karakteri üzerinden dolaylı olarak halkın kalıplaşmış değer yargılarına tenkitte bulunur. İzmir’in yöresel lezzetleri -sübye, havyar ezmesi, dil balığı- İhsan’ın oburluğu üzerinden anlatılır. Farklı dış görünüşlerin, yaşam tarzlarının damgalanması, mahalle halkının lüzumsuz meraklı hâlleri, gençlerin özel hayatlarına müdahaleci davranışları, ailelerin evlilik baskısı günümüzde hâlâ sorgulanmaya değer toplumsal meselelerdir.

Civelek Ziver

Halid Ziya Osmanlı Bankası’nın İzmir şubesinde memur olarak çalışırken Menzilhane adlı bir kahvehaneye çok sık gitmeye başlar. Kahvehanenin sahibi Yavuz İbrahim o sıralarda Ziver adlı sevimli bir genci evlatlık edinir. Ziver İzmir’de “Çuçana” diye anılan siyahîlerdendir. Ziver çok neşeli ve canlı olduğundan Yavuz İbrahim ona “Civelek” lakabını takmıştır. Öyküde Ziver’in fiziksel özellikleri ve kişiliği beğeniyle tasvir edilmiştir: “(…) Düzgün, boyu bosu; ince bacakları, kolları, ışıl ışıl parıldayan kıvırcık kirpiklerle gölgelenmiş zeki gözleri, kadife gibi yumuşak bir teni vardı. Hele hâli davranışı, Yavuz İbrahim’in ona verdiği civelek sanına pek uygundu.” (s.143) Sonrasında Ziver’in ansızın hastalanışı ve hava değişikliği için babasıyla birlikte Rodos’a gidişleriyle birlikte öykü sonlanır. 

Ayni Tata

Sokaklarda yaşayan, kimseyle konuşmayan, yanında belinden iple sarkan bir kutu taşıyan bir meczubun öyküsüdür. Kutusunun içinde tarak, sabun, düğme, makas el aynası gibi birtakım eşyalar bulunur. Halk, Ayni Tata’nın tekinsizliğine duyulan korkuyu gidermek için, onun varlığına ruhsal anlamlar atfetmiştir. Böylelikle mahalle halkı onu sevimli bulmaya başlamış, kendi aralarından biri olarak saymıştır. Bir gün çocuklardan biri Ayni Tata’nın belinden sarkan kutusunu yere düşürür. Bunun üzerine Ayni Tata ilk defa içli içli ağlayıp kayıplara karışır. Halk meczubun göklere uçtuğuna kanaat getirir. Kutusunu düşüren çocuğun başına kötü hadiseler gelmesi, kayboluşunun hemen ardından İzmir’de deprem olması halk tarafından Ayni Tata’nın intikamı olarak yorumlanır. İsmi sanı, nereden geldiği bilinmeyen bu meczubun öyküsü İzmir’deki halk inanışları hakkında okura ipuçları verir. Edebiyatımızda Oğuz Atay’ın “Beyaz Mantolu Adam” hikâyesiyle de benzerlik gösterir. 

Abdi ile Karanfil

Arabacı Abdi ile halayık Karanfil arasında geçen bir aşk öyküsüdür. Karanfil, Halid Ziya’nın küçük halasının Habeş cariyesidir. Abdi’nin babasının aşklarına karşı çıkması sebebiyle iki genç âşık birbirine kavuşamaz. Öykünün halk hikâyelerine benzer bir kurgusu vardır. Giriş kısmında da Halid Ziya iki gencin aşkını Tahir’le Zühre, Kerem’le Aslı’nın aşkına benzetir. Babası oğlunun siyahî bir kadınla evlenmesine razı olmaz. Öyküde babasının ırkçı tavırları şu şekilde geçer: “(…) Ben bir tek oğlumun bana siyah torunlar yetiştirmesine katlanamam…” (s.173) Abdi bu söz üzerine babasının isteğine boyun eğer. Her ne kadar bireysel teması olan bir aşk öyküsü olarak başlasa da, öykünün sonlarına doğru ayrımcılık ve ırkçılık gibi sosyal problemlere de değinir. Halid Ziya sayfa aralarında Afrika’dan getirilip konaklara satılan genç kadınların acı dolu esirlik hayatından da söz eder.

Deli Fato

Şemsettin Kutlu’nun dipnotuna göre, bu öykünün Halid Ziya’da özel bir yeri vardır. Halid Ziya “Deli Fato” yu uzun bir öykü olması sebebiyle “küçük roman” olarak sınıflandırmış ve ayrı bir kitap olarak basmayı düşünmüştür. Ancak ne yazık ki isteği gerçekleşmemiş, öykü de “İzmir Hikâyeleri”nin sonuna ilave edilmiştir. Halid Ziya “Abdi ile Karanfil” de olduğu gibi bu öyküde de bir aşk serüvenine odaklanır. Salime kadının kızı olan Fato kendi mahallesinde berberlik yapan Ali’ye âşık olur. Fato toplumsal cinsiyet rollerini, kadının ikincil konumunu reddeden, kişisel bağımsızlığı için mücadele eden bir karakterdir. Halk aykırı davranışlarını delilik olarak yorumlar ve ona “Deli Fato” lakabını takar. Her şeye aniden öfkelenen, şiddete meyilli olan Ali de “Şimşek Ali” olarak anılır. En büyük tutkusu İzmir türküleri söylemek olan Deli Fato, ara ara mevlidlere gidip ilahiler de söyler. Halk arasında ulu orta türkü söylemesi garip karşılanır. “- Sakın Han’da türkü söyleyeyim deme; yasaktır.” (s.221) hatırlatmasında dahi bulunurlar. Ancak Deli Fato hiçbir şeye aldırış etmez, türkü söylemeden duramaz. Kendi kazancıyla çok istediği mercan gerdanlık ve firuze yüzüğü alır. O dönemde bu tarz takılar yeni gelinlere erkekler tarafından armağan edilir. Kadınların çalışma hayatına atılmasına da öyküde aile bireyleri tarafından sıklıkla karşı çıkılır. Kısacası kadınlar erkeklerin tahakkümü altında varlığını sürdürmektedir. Deli Fato ataerkil düzene karşı çıkan eylemleriyle diğer öykülerdeki kadın karakterlerin hepsinden ayrılır. Kıskançlık nedeniyle Şimşek Ali tarafından bıçaklanan Deli Fato ilk defa eril tahakküme boyun eğer. Küçük romanın tek eksik ve kusurlu kısmı burasıdır. Ancak Halid Ziya tanık olduklarını gözlemleyerek, doğrudan müdahale etmeden anlatır. Bu yönüyle realizm akımının unsurlarını taşır.

Halid Ziya Uşaklıgil ölümünden önce kaleme aldığı öykülerinde İzmir’in arka mahallelerine iner, halk arasında dolaşır, dış dünyayı iç dünya üzerinden değerlendirir. Öykülerin çoğunda karakterlerin halk tarafından koyulmuş lakapları vardır. Lakaplar halkın gelenekleri, inanışları, değer yargıları hakkında birer belge niteliğindedir. Halid Ziya hikâyelerini yazarken modern hikâyenin öncüsü Samipaşazade Sezai’nin “Küçük Şeyler” adlı eserinden etkilenmiştir. İnsan ve kent manzaraları sunduğu küçük hikâyelerinde çevre ve şahıs tasvirleri epey güçlüdür. Yazar farklı etnik gruplara, farklı yaşam biçimlerine odaklandığından hikâyelerdeki sosyokültürel unsurlar çeşitlidir. Eski İzmir’in kültür ürünleri hakkında detaylı bilgiler mevcuttur. Öykülerde ele alınan toplumsal temalar evlenme usulleri, evlat sevgisi, dinî yaşam, esaret, kişisel bağımsızlık, eğitim hayatı, akrabalık ilişkileri, namus anlayışı; kişisel temalar ise hayal kırıklığı, ölüm, yalnızlık, yaşlılık, aşk, dedikodu, kıskançlık ve akıl hastalığıdır. 

KAYNAKÇA

Aslan, Hanifi, “Halit Ziya Uşaklıgil’in Hikâyelerinin Tematik İncelenmesi”. Yayımlanmamış Doktora Tezi. Gazi Üniversitesi, 2008.

Sazyek, Hakan, “Halit Ziya Uşaklıgil’in Hikâyeleri ve Türk Hikâyeciliğine Katkıları”. Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi. Ankara Üniversitesi, 1989.

Uşaklıgil, Halid Ziyaİzmir Hikâyeleri. İstanbul: İnkılâp Kitabevi, 1991.

(*) Nurdan Şallı, “Halid Ziya Uşaklıgil’in Ölümünden Önce Yazdığı Son Eseri: İzmir Hikâyeleri“,https://mahaledebiyat.com/halid-ziya-usakligilin-olumunden-once-yazdigi-son-eseri-izmir-hikayeleri/

Türkiye’de Kent ve Çevre Yönetimi

Ali Rıza Avcan

Sevgili hocam Prof. Dr. Ruşen Keleş ile Hikmet Kuran‘ın editörlüğünde çevre, kent, imar planlama, orman, su, biyoçeşitlilik, kültür ve tabiat varlıkları, kıyılar, hava, toprak, gıda, iklim, atık, nükleer, mer’a, kentsel dönüşüm, enerji ve afet yönetimi konularında bir araya gelen toplam 21 bilim insanı ve onlara ait 18 ayrı bilimsel makale ile karşı karşıyayız. Makalelerin konuları ve yazarları şu şekilde bir dağılım gösteriyor.

1) Türkiye’de Çevre Yönetimi,  Ruşen Keleş

2) Türkiye’de Kent Yönetimi, Tayfun Çınar

3) Türkiye’de Belediyelerin Kent Planlaması Sürecindeki Yeri: Katılım, Nesnellik İlkesi ve Kamu Yararı Açısından Bir Değerlendirme, Ayşegül Mengi

4) “Bizim” Ormanlarımız ve Ormancılığımız, Yücel Çağlar

5) Büyükşehir Su ve Kanalizasyon İdareleri Üzerinden Su Yönetimindeki Yapısal Değişimin Değerlendirilmesi, Nilgün Görer Tamer

6) Biyolojik Çeşitliği Koruma Peşinde Sürdürülebilir Mimarlık, Halil Semih Eryıldız ve Demet Irklı Eryıldız

7) Türkiye’de Kültür ve Tabiat Varlıklarının Korunması, Mehmet Tunçer

8) Kıyı ve Kıyı Yönetimi, Aygül Akkuş

9) Hava Kirliliği ve Denetimi, Nuray Şahin

10) Toprak ve Arazi Kaynakları, Harun Tanrıvermiş ve Yeşim Tanrıvermiş

11) Türkiye’de Tarım: Kurumsal ve Hukuksal Yapıya İlişkin Tarihsel Bir Çerçeve, Sabriye Ak Kuran

12) Kurumsal ve Tüzel Boyutlarıyla Türkiye’de Kent ve Çevre Yönetimi, İklim Ceren Gürseler

13) Türkiye’de Atık Yönetimi, Sinem Atay

14) Sınıraşan Nükleer Zararlar: Çernobil ve Fukuşima Örnek Olayları, Arda Özkan ve Levent Ürer

15) Türkiye’de Mer’a Yönetimi: Mevcut Yapı, Sorunlar ve Çözüm Önerileri, Hikmet Kuran ve Mehmet Ozan Özbek

16) Türkiye’de Kentsel Dönüşüm, Yusuf Erbay

17) Büyükşehir Belediyelerinin Yenilenebilir Enerji Alanındaki Çalışmaları, Asmin Kavas Bilgiç

18) Türkiye’de Afet Yönetimi, Hayriye Şengün

Adeta kent ve çevre konusuyla ilgilenen herkes için özel olarak hazırlanmış bir destegül… Dışarıda kalacak, unutulacak konu, yazar ve okuyucu bırakılmamış gibi…

Tabii ki bu yazılar arasında herkes için değişecek öncelikli bir yazı var… Benim için ilk sırada yer alan makale, haliyle değerli hocam Ruşen Keleş‘e ait “Türkiye’de Çevre Yönetimi” yazısı. Çünkü çevre ve çevre sorunlarıyla tanışmamı sağlayan, 1980 yılında beni alıp Türkiye Çevre Vakfı‘na götürüp vakfın değerli genel sekreteri rahmetli Engin Ural‘la tanıştıran ve çevre/çevre koruma olgusunun 1981 Anayasası’na girmesi için 1980 yılında, yani CHP-MSP hükümetinin önemli bir bakanlığı olan ve benim de çalıştığım Yerel Yönetim Bakanlığı‘nın 2. MC Hükümeti tarafından kapatılması üzerine bürokrasi ve hukuk düzleminde başlattığımız mücadele günlerinde, bu uğurda davalar açıp kazanmamıza rağmen mahkeme kararlarının uygulanmadığı ve devlet memuriyetinden “müstafi” sayıldığımız o zor günlerde Türk Çevre Mevzuatı isimli 2 ciltlik ilk tarama ve değerlendirme çalışmasını (1) yapmamı sağlayarak bana omuz veren ve çevre mücadelesi konusunda yol açan kişi, bizatihi Ruşen Keleş hocamın kendisidir… Onun sayesinde ilk kez bilimsel bir tarama çalışmasının nasıl yapılacağını öğrenmiş ve bu nedenle de birçok kişi ve kurumun o tarihlerde haberdar olmadığı çevre ve çevre koruma olgusuyla tanışmış, bu alanda emek veren ilk isimlerden biri olmuştum… O nedenle benim için, babam kadar değerli olan bu değerli bilim insanına ne kadar teşekkür etsem azdır…

Okumayı planladığım diğer makaleler ise, kendisini tanımasam da uzun yıllardır Ruşen Keleş hocamla birlikte araştırmalar yapıp kitaplar yazan Prof. Dr. Ayşegül Mengi ile Nilgün Görer Tamer‘in suyun 2000-2023 döneminde büyükşehir belediyelerine bağlı SKİ’ler tarafından uygulanan özelleştirmeler sayesinde nasıl ticari bir meta haline geldiğini gösteren makalesini okuyacağım. Tabii ki orman mühendisi rahmetli eniştem İslam Ersoy‘un çalışma arkadaşı Yücel Çağlar‘ın yazısı ile Mehmet Tunçer‘in kültür ve tabiat varlıklarının korunması ile ilgili yazısını unutmadan…

Derlemenin medyada kullanılan tanıtım metni ise şu şekilde:

İnsanlık ve doğa son yıllarda pek çok sorunla karşılaşmaktadır. Bu sorunların ortaya çıkışında kent ve çevre yönetiminde yaşanan aksaklıkların da dikkat çeken etkileri bulunmaktadır.  Afetler, orman yangınları, Pandemi, gıda güvensizliği, küresel ve yerel tedarik zincirlerindeki kopmalar, iklim değişikliği, küresel ısınma, atıklar, aşırı hava olayları, nükleer riskler, kirlilik, artan enerji ihtiyacı, çarpık kentleşme gibi sorunlar irdelendiğinde, bu gerçeklik daha da görünür hale gelmektedir. Bu kitap, söz konusu etkileri Türkiye özelinde ele alarak literatüre bu bağlamda katkı sunmayı amaçlamaktadır. Türkiye’de Kent ve Çevre Yönetimi kitabı, bu alanlarda çalışan akademisyenler, araştırmacılar ve öğrenciler için olduğu kadar, insanlığın ve doğanın karşı karşıya olduğu sorunlar ve bu sorunlara karşı geliştirilebilecek çözüm yollarıyla ilgilenen tüm okurlar için de kapsamlı ve bütüncül bir başucu kaynağıdır.

Söz konusu derleme ile ilgili künye bilgileri ise şu şekilde:

Nika Yayınevi – 206

1. Baskı: Nisan 2023

ISBN: 978-625-7653-86-2

Sertifika No: 48850

Kapak Resmi: Özge Uzun

Kapak Tasarımı: Aycan Kurt

Son Okuma: Özge Uzun

Sayfa Düzeni: İlhan Ulusoy

Son söz olarak da, aynen masal bitimlerinde olduğu gibi bu derleme kitaptan istedikleri makaleyi okumuşlar “ve sonsuza kadar mutlu yaşamışlar“.

(1) Türk Çevre Mevzuatı, 2 Cilt, Türkiye Çevre Vakfı, 1999, Ankara, 1204 s.

Tarım ve demokrasi

Ali Rıza Avcan

Son günlerde tarım sektörünün içinden gelen, tarımla uğraşan ve kıyısından köşesinden tarımla ilgilenen herkes, tarımsal faaliyetlerin içinde ya da tarım sektöründe demokrasinin ne anlama geldiğine, tarımla ilgili kararlar alınırken ya da uygulamalar yapılırken demokratik davranılıp davranılmadığına, şayet bu tür demokratik alışkanlıklar varsa bunun nasıl gelişeceğine, yoksa tarımsal üretim içinde demokratik bir işleyişin nasıl oluşup çalışacağına dair sorular soruyor.

Bu bağlamda kimi çevreler tarımda demokrasi denilince, 1789 tarihli Fransız Devrimi‘nin rüzgarıyla gündeme gelen temsili demokrasinin günümüz koşullarında iflas ettiğini dikkate almadan, meclise gönderilecek temsilcilerin tarımla ilgili olmasına, tarım sektörü içinden gelip tarımla uğraşan üreticilerin temsil ediyor olmasına odaklanıp siyasi parti yönetimlerine tavsiye ve önerilerde bulunmaya kalkıyor.

Bu konuda karşımıza çıkan diğer bir ilginç durum ise, mevcut başkanlık sisteminden bunalan ülkemizde tarımın demokrasi ile ilişkisini ele alıp tartışan, baskı rejimlerinde tarımın durumunu kendine sorun eden Türkçe yazılmış tek bir makale, kitap ya da teze rastlanmazken; başta ABD olmak üzere Batı ülkelerinin tümünde, ABD‘nin üçüncü başkanı Thomas Jefferson‘dan bu yana gelişip güçlenen zengin bir tarım ve demokrasi literatürünün var oluşudur.

Bu durumun siyasi parti programlarının tarımla ilgili bölümlerine yansıyan yanı ise, başta AKP, CHP, MHP ve İyi Parti olmak üzere Deva, Memleket, TKP, Gelecek, HDP ve Saadet Partisi‘nde tek bir kelime bile olsun “demokrasi” sözcüğünün geçmeyişi ve tarımla ilgili sorunların demokrasi ile ilişkilendirilerek sorgulanmamış olmasıdır. Bu konuda hepimizi güldürecek tek istisna ise, Deva Partisi‘nin 2023 Milletvekili Seçimleri için hazırlattığı; ancak işin özüne girmekten uzak “Demokrasi Yoksa Tarım Yok!” isimli 34 saniyelik reklam videosudur.

Oysa bunu yaparken milletvekilleri adaylarının kimin tarafından nasıl seçildiğine, bu seçimler yapılırken hangi kriterlere bakıldığına, hangi yöntemlerin uygulandığına bile dikkat etmiyorlar. Şayet seslerini çıkarıp talepte bulunurlarsa, seçilip önümüze konulan adayların arasına bir de tarım sektörünü temsil eden birinin konulacağını sanıyorlar. Oysa temsili demokrasinin iflas ettiği bu devirde, seçenin ya da seçenlerin -ne yazık ki- böyle bir kaygısı ya da endişesi yok. Onlar zaten tarımı bildiklerini ve temsil ettiklerini düşünüyorlar ve bu nedenle gelecek yüzyılda uygulayacakları tarımsal politika ve stratejilerini çoktan belirlemiş durumdalar.

Her şeyin “bir bilen” tarafından ortaya konulduğu iktidar; yani, AKP/Cumhur İttifakı cephesindeki mevcut durum bu şekilde olmakla birlikte; Millet İttifakı olarak adlandırılan muhalefet cephesi de bundan pek farklı değil. Çünkü onlar da 30 Ocak 2023 tarihinde duyurdukları Ortak Politikalar Mutabakat Metni‘ne koydukları tarımla ilgili politika, strateji, amaç ve hedefler konusunda el sıkışıp anlaşmış durumdalar. O nedenle de, o mutabakat sonrasında seçilen milletvekili adaylarının da farklı bir şey söylemesini mümkün görmüyorlar. Şimdi hangi milletvekili adayı çıkıp da, Ortak Politikalar Mutabakat Metni‘nde söylenenlerin aksine, “ben sözleşmeli tarıma karşıyım, çünkü bu sistem küçük çiftçiyi yoksullaştırıyor” ya da “tarıma dayalı ihtisas organize sanayi bölgelerine karşıyım, çünkü bu tür projelerde çevre ve insan unsuru dikkate alınmıyor” diyebilir? O nedenle, bugünkü haliyle tarımdaki demokrasi oyunu, seçilecek milletvekillerinin kendi iradeleri dışında belirlenmiş tarımla ilgili politika, strateji, amaç ve hedeflere uymak zorunda oldukları sahte bir oyundan başka bir şey değil. Oyunun senaryosu ve kuralları önceden belirlenmiş, bu oyunu oynayacak oyuncular ise oyuna ve kurallarına itiraz etmeyecek şekilde seçilip “hadi bu oyunu hep birlikte bizim istediğimiz şekilde oynayın” denilerek seçim meydanına sürülmüş durumdalar…. Sıkıysa oyunun kurallarıyla senaryosunu sorgulayıp değiştirmeye kalksınlar bir! Hadlerine mi düşmüş, böyle bir şeyi yapmak?

Evet, her şeye rağmen bireyler demokrat olup ilişkilerinde demokratik davranabilirler. Bence bu işin en kolay, en basit yanı bireyin demokrat olma çabası ve demokrat olmasıdır. Ama bu konuda bir iki adım daha atıp o kişilerin içinde bulundukları olduğu kurum ve kuruluşları demokratik bir yapılanma içinde demokratik çerçevede kararlar alıp uygulamalar yapmalarını ve bu durumun devamlılığını çerçevesinde kurumsallaştırmasını sağlamak da dünyanın en zor işlerinden biridir.

O nedenle demokrasiyi içlerine sindirmiş demokrat insanlardan bahsetmek ne derece kolaysa, aynı şeyi kurumsal boyutta yapmış örgütlerden söz etmek de o derece zordur.

Oysa asıl olan, bireyleri demokrat yapmak kadar, kurum ve kuruluşları; yani örgütleri demokrat yapmaktır ve onları, tarım sektörünün demokrat olmayan aktörlerine (endüstriyel tarımı temsil edip savunan uluslararası tarım şirketleri, holdingler, şirketler, siyasi partiler, vakıflar, dernekler ve lobiler gibi açık ya da gizli örgüt ve kesimleri) karşı güçlendirip söz sahibi olmalarını sağlamaktır.

İşte bu anlamda, tarımdaki üretim ve insan ilişkilerinin demokratik olmasını, demokratik anlayışa sahip demokrat milletvekillerinden çok demokratik ilişkilerle kurulup gelişen demokratik kurum ve kuruluşlarla sağlayabiliriz.

O nedenle tarımda demokrasi sağlamak için yaklaşmakta olan seçimlerde, tarımla ilgisi olan milletvekili adaylarının tercih edilmesini talep ederken, aynı zamanda temel politika, strateji, amaç ve hedefleri belirleyen parti yöneticilerinden tarımdaki örgütsel yapılanmaların temelini oluşturan aktörlerin demokratik olması için de talepte bulunmamız gerekir.

Bu bağlamda, tarımın omurgasını oluşturduğu halde kapitalist neoliberal tarım politikaları nedeniyle her geçen gün eriyip kaybolan yoksul, dar gelirli küçük çiftçileri koruyup kollayacak, onların gelişip güçlenmesini sağlayacak tedbirleri belirlerken tarım, gıda ve hayvancılık sektöründeki tüm aktörlerin (kamu kurumları, kooperatifler, birlikler, sendikalar, ziraat odaları, meslek odaları vb.) demokratik bir yapıya sahip olmasını, tarımla ilgili her düzeydeki karar ve uygulamada çoğulcu ve demokratik bir katılım sisteminin oluşumunu, tarım sektöründe çalışanların tümünün bu demokratik örgütlerde yer almasını talep etmeliyiz.

Ürettiği zehirli bitki koruma kimyasalları ile dünya çapında büyük katliamlara imza atan tescilli Monsanto firmasının yeni sahibi ve TÜSİAD üyesi Bayer‘de çalışan bir yöneticinin sırf tarımı temsil eden biri olarak meclise girmesi ne ölçüde yanlış, anlamsız ve anti demokratik ise, aynı şekilde yönetimi anti demokratik kurallarla örülü kooperatif ve birliklerden gelip meclise girecek birinin de seçimi o ölçüde yanlış, anlamsız ve anti demokratik olacaktır.

Ülkemizdeki kapitalist tarım sisteminin küçük çiftçi ve üreticilerle endüstriyel tarım arasında yarattığı ve temeli sınıfsal eşitsizliklere dayanan ekonomik baskıların yanısıra farklı etnik kimliklerden gelen, özellikle de çalışmak için ülkenin farklı coğrafyalarına giden geçici mevsim işçilerinin Kürt ya da Roman olmasından kaynaklanan ötekileştirme çabaları, kullanılan nefret dili ve onları bastırmak için mülki idare amirleri eliyle uygulanan baskıların henüz tarımdaki demokrasi sorununun gündemine gelmemesi, bu sorunların çözümü için etkili, sağlıklı ve kalıcı politika ve stratejilerin önerilmemiş olması yaşadığımız çağ ve ülke için büyük bir talihsizliktir.

Tarım örgütlenmesinin temelini oluşturan tüm çiftçi ve üreticilerin örgütlenmesi sağlanmadıkça ve üyesi oldukları örgütlerin kendi iç ilişkilerinde hem de kendi aralarındaki ilişkilerde; özellikle de devleti temsil eden bakanlık, genel müdürlük, başkanlık, enstitü gibi merkezi yönetim birimleriyle tarımın diğer örgütleri ve bireyleri arasındaki ilişkiler demokratik bir düzeye getirilmedikçe; örneğin, tarımla ilgili bir kanun, tüzük, yönetmelik, yönerge ya da genelgeler düzenlenirken, tarımla ilgili bir ithalat ya da ihracat kararı alınırken, küçük çiftçiyi “sözleşmeli tarım” adı altında yoksullaştırıp köleleştirmek, GDO’lu ürünleri satmak için uluslararası tarım tekellerinden ve onların Dünya Bankası, IMF, Dünya Ticaret Örgütü ve Avrupa Birliği gibi uluslararası örgütlerinden direktif almak ya da onların dayatmalarını kabullenmek yerine, tarım sektöründeki örgütlü tüm kurum ve kuruluşlardan yararlanılmadıkça, onların görüş, düşünce, öneri ve eleştirileri dikkate alınmadıkça tarımda sağlıklı bir demokrasinin sağlanması mümkün olmayacaktır. İsterse, seçilen milletvekillerinin tümü tarımla ilgili olup demokrat kişiliklere sahip olsalar bile…

666 sayısı ve İzmir…

Ali Rıza Avcan

666 veya altı yüz altmış altı665‘ten sonra ve 667‘den önce gelen bir “doğal“, “rasyonel” ve “çift” sayıdır. Matematikte 666 sayısı bir “rakam“, bir “asal sayı” ya da bir “mükemmel sayı” değildir ve 12 tane böleni bulunan, karekökü yaklaşık 25,80, karesi 443.556, küpü ise 295.408.296 olan bir sayıdır. 666’nın 12 tane böleni bulunmaktadır.

666 sayısı Wikipedia‘da yazılı olan bilgilere göre yıllardır şeytanı temsil etmesiyle bilinir. Hıristiyanların kutsal kitabı İncil‘in Vahiy bölümünde 666’dan “canavara ait sayı” olarak bahsedilir.

“Bu konu bilgelik gerektirir. Anlayabilen, canavara ait sayıyı hesaplasın. Çünkü bu sayı insanı simgeler. Sayısı 666’dır.” Vahiy, 13. Bölüm 18. Ayet

Orijinal metne bakıldığında Yeni Ahit‘in el yazmalarının çoğunda ve İncil‘in İngilizce çevirilerinde Yunanca χξϛ’ şeklinde yazılan 666 sayısının İbranice şekilde yazıldığı görülür. 666 sayısının İbranice Gematria’daki telaffuzu “Neron Kesar” şeklindedir, yani Roma’yı yakan Nero Caesar‘ın İbranicesi. 666’nın şeytanın sayısı olduğu inancının buradan geldiği düşünülmektedir. 616‘nın İbranice telaffuzu da “Neron Kesar” olduğu için bazen 616 da şeytanın sayısı olarak nitelendirilir. (1)

Evet, son günlerde sayılardan anlam çıkararak geleceği görmek isteyen MHP lideri Devlet Bahçeli bütün bunları duymasın ama kutsal kitap İncil‘e göre 666 sayısının canavarın; yani şeytanın sayısı olduğuna dair bir inanç var. Son yıllarda bu sayının 666 değil de 616 olduğuna dair yeni bir tartışma açılmakla birlikte yüzyıllardır 666 sayısı Hıristiyan dünyasında şeytana ait lanetli bir sayı olarak kabul görmüş.

Hatta bir zamanlar UNESCO Dünya Mirası Bergama Alan Başkanı olan sevgili arkadaşım ve Trakya Üniversitesi öğretim görevlisi Dr. Yaşagül Ekinci‘nin hatırlatmasına göre, İncil’in Vahiy bölümünün 2. ayetinde, “Bergama’daki kilisenin meleğine yaz. İki ağızlı keskin kılıca sahip olan şöyle diyor: ‘Nerede yaşadığını biliyorum; Şeytan’ın tahtı oradadır.” dendiği için, bu konu ile ilgilenen teologlar bu tahtın Bergama‘daki ünlü Zeus Sunağı‘nın tam önündeki küçük bir tapınakta olduğu iddia edilmektedir.

Şimdi gelelim İzmir‘in bu lanetli 666 sayısı ile ilgisine… Özellikle de “gavur” olarak ünlenen İzmir’de ne anlama geldiğine…

Efendim, 14 Mayıs 2023 tarihinde yapılacak milletvekili genel seçimlerinde İzmir‘in iki ayrı seçim bölgesinde seçime girecek 24 ayrı siyasi parti ile 8 ayrı bağımsız adayı dikkate aldığımızda geçtiğimiz günlerde Yüksek Seçim Kurulu tarafından onaylanarak kesinleşen adayların sayısı toplam olarak 666’yı buluyor ve böylelikle İzmir‘e “gavurluk” dışında bir de “şeytanlık” unvanını kazandırıyor.

23 partinin eksiksiz bildirdiği 28 kişilik aday listesine Türkiye İşçi Partisi‘nin (2) numaralı bölge için bildirdiği 14 kişilik aday listesi ile her iki bölgede aday olan toplam 8 kişilik bağımsız aday listesini eklediğinizde, (23 parti X 28 aday = 644 aday + 14 TİP adayı + 8 bağımsız aday = 666 milletvekili adayı) sayısı karşımıza çıkıyor ve insanda ister istemez, bu işte de bir şeytanlık olduğu ya da olacağı düşüncesini yaratıyor…

Gelelim, 14 Mayıs 2023 tarihli milletvekili seçimlerine katılacak 24 siyasi partinin gösterdiği 658 adet milletvekili adayı ile 8 bağımsız adayın özelliklerini inceleyip irdelemeye…

Ama ondan önce, iflas edip geçerliliğini yitirmiş temsili demokrasi anlayışının doğal bir sonucu olarak, siyasi partilerin milletvekili adayı olarak gösterdiği isimlerin aslında bizim adayımız değil, parti yönetimini elinde bulunduran parti yöneticilerinin adayı olduğunu, bu bağlamda bizim oy vermemiz istenen bu isimlerle bizler arasında -tabii ki istisnaları dışında- bir tanışıklık, bir ilişki; hatta güven ilişkisinin olmadığını hatırlatmam gerekiyor. Ben bile, yıllardır İzmir’deki toplumsal mücadelenin içinde yer almış bir yurttaş olarak bu 666 kişiden çoğunu tanımıyorum.

Bu bağlamda, adaylığı Yüksek Seçim Kurulu‘nca onaylanan bu adayların beni temsil etmekten uzak olduklarını, çoğunun İzmir’de yaşayan ya da çalışan İzmirlileri bile tanımadığını ve yarın öbür gün milletvekili olsalar bile İzmir’den ve onun sorunlarından uzak duracaklarını ifade etmek istiyorum. İzmirlilerin bu insanlara seçimlerde oy verecek olması bile, “millet” ile onun “vekili” arasındaki güvenilirlik ilişkisi açısından yeterli olmayacağına inanıyorum.

Gündeme getirmem gereken diğer bir konu, Yüksek Seçim Kurulu tarafından onaylanıp kesinleşen listelerde adayın eğitimi ve mesleği ile ilgili gruplandırmaların son derece yetersiz olduğudur. Adayın eğitim düzeyinin, işin ayrıntılarına gidilmeden sadece “ilk“, “orta” ve “yüksek” eğitim olarak gruplandırılması, eğitimin diğer farklı düzeyleri ve kalitesi konusunda tek bir bilginin verilmemesi; ayrıca, meslek olarak kabul edilen çoğu faaliyetin, özellikle de “serbest” ya da “emekli” olarak ifade edilen meslek gruplarındaki adayların gerçekten hangi konularda bilgili, deneyimli ve tecrübeli olduğunu anlama açısından son derece yetersiz kaldığını belirtmem gerekiyor. Ama yine de biz, bu yazıda bu son derece yetersiz bilgileri kullanarak bir sonuca ulaşmaya çalışacağız.

Adayların tanıtımı konusundaki diğer olumsuzluk ise, siyasi partilerin kendi adaylarını tanıtıp anlatma konusundaki isteksizliği ya da yetersizliğidir. Buna örnek olarak da, bazı siyasi partilerin Yüksek Seçim Kurulu‘na verdikleri geçici listeleri basına aktarılması sırasında adayların yaş, cinsiyet, eğitim ve meslek gibi kişisel bilgileri belirtmemelerini verebilirim.

Bütün bu olumsuzlukların ardından adayları partileri ve öğrenebildiğimiz kişisel özellikleri itibariyle şu şekilde değerlendirebiliriz:

666 milletvekili adayı siyasi partiler arasında nasıl bir dağılım gösteriyor?

1. İzmir’deki milletvekili seçimlerine 23 parti, her iki seçim bölgesinde 14 aday olmak üzere toplam 28 aday, bir parti sadece 2 nolu seçim bölgesinde 14 aday göstermek suretiyle; ayrıca, (1) ve (2) sayılı seçim bölgelerinin her birinde 4 adet olmak üzere toplam 8 bağımsız aday katılmaktadır.

Milletvekili adayları arasındaki kadınların dağılımı ne durumda?

2. Siyasi partilerce belirlenen milletvekili adayları ile seçime bağımsız olarak katılan adaylar arasındaki kadınların varlığı şu şekilde bir dağılım göstermektedir:

24 siyasi partinin gösterdiği adaylarla seçime bağımsız katılacak adayların sayısal toplamı olan 666 milletvekili adayından 185’i (% 27.78) kadın, 481’i (% 72,22) de erkektir.

14 aday gösteren Türkiye İşçi Partisi adayların % 50’sini, 28 aday gösteren partiler arasındaki Cumhuriyet Halk Partisi adayların % 42,86’sını, Türkiye Komünist, Halkın Kurtuluş, Adalet ve Güç Birliği partileri adayların % 39,29’unu, Vatan Partisi adayların % 35,72’sini, Genç, Yeşiller ve Sol Gelecek, Adalet Birlik, Anavatan, Milli Yol partileri ise adayların % 35,72’sini kadın olarak belirlemiştir.

Kadın adaylara en az yer veren siyasal partiler ise, -tahmin edileceği gibi- % 7,15 oranı ile Yeniden Refah Partisi, % 14,29 oranı ile Millet ve Büyük Birlik partileri ile Milliyetçi Hareket Partisi‘dir.

İzmir’de milletvekili seçtirmesi muhtemel Cumhuriyet Halk Partisi, Adalet ve Kalkınma Partisi, Milliyetçi Hareket Partisi, Türkiye İşçi Partisi ve İyi Parti itibariyle listelere bakıldığında ise, kadın milletvekili adaylarının Cumhuriyet Halk Partisi‘nin 1 nolu seçim çevresi listesinin 3 ve 5nci, 2 nolu seçim çevresi listesinin 1, 8 ve 9ncu, Adalet ve Kalkınma Partisi‘nin 1 nolu seçim çevresi listesinin 3ncü, 2 nolu seçim çevresi listesinin 3 ve 7nci, Milliyetçi Hareket Partisi’nin 1 nolu seçim çevresi listesinin 6 ve 9ncu, 2 nolu seçim çevresi listesinin 4ncü, Türkiye İşçi Partisi‘nin 2 nolu seçim çevresi listesinin 4 ve 5nci ve İyi Parti‘nin 1 nolu seçim çevresi listesinin 4 ve 6ncı, 2 nolu seçim çevresi listesinin 3 ve 6ncı sırasına konulduğu; yani kadın adayların seçilebilir sıralara yerleştirilmediği görülmektedir. Buna bazı seçmenlerin büyük umut bağladığı Türkiye İşçi Partisi de dahildir.

Buna ilave olarak, her iki seçim çevresinde seçimlere katılacak 8 bağımsız adayın tümünün erkek olduğunu hatırlatmamıza gerek dahi yoktur.

Milletvekili adaylarının eğitim düzeyleri ne vaziyette?

3. İzmir’de 14 Mayıs 2023 milletvekili seçimlerine katılacak 24 siyasi partinin gösterdiği adaylarla bağımsız adayların eğitim düzeylerine baktığımızda ise;

Toplam 666 adayın 73’ünün (% 10,96) ilk, 234’ünün (% 35,14) orta , 359’unun da (% 53,90) yüksek düzeyde eğitim gördüğü,

Yükseköğretim boyutundaki en eğitimli milletvekili adaylarının % 92,85 oranıyla Cumhuriyet Halk Partisi’ne, % 89,28oranıyla İyi Parti‘ye, % 82,14 oranıyla Adalet ve Kalkınma Partisi‘ne, % 78,56 oranıyla Milliyetçi Hareket Partisi‘ne, % 75 oranıyla Memleket Partisi‘ne, % 64,66 oranıyla Zafer Partisi‘ne, % 64,27 oranıyla Türkiye Komünist, Yeşiller ve Sol Gelecek ve Vatan Partisi‘ne ait olduğu, en fazla ilkokul mezunu milletvekili adayının sırasıyla % 28,58 oranıyla Halkın Kurtuluş, % 21,42 Adalet Birlik Partisi‘nde, en fazla ortaokul mezunu milletvekili adayının ise sırasıyla % 53,53 ile Türkiye Birlik Partisi‘nde, % 53,58 ile Adalet Birlik Partisi‘nde, % 50,00 ile Türkiye İşçi Partisi‘nde olduğu belirlenmiştir.

2022 yılı TUİK verilerine göre ise İzmir’deki ilkokul mezunlarının toplam nüfus içindeki oranı % 21,51 ortaokul mezunlarının toplam nüfus içindeki oranı % 41,52, yüksekokul mezunlarının toplam nüfus içindeki oranı da % 17,50’dir ve bu duruma göre adaylar arasında ilkokul ve ortaokul mezunlarının İzmir ortalamalarından az, yüksekokul mezunlarının da fazla olması olumlu bir durumdur.

En çok hangi meslek grubundakiler milletvekili seçilmek istiyor?

4. İzmir‘de milletvekili seçimlerine katılacak adayların Yüksek Seçim Kurulu‘na bildirdikleri meslekler ise genel olarak ve partilerine göre şu şekilde bir dağılım göstermektedir:

Son derece kötü düzenlenmiş meslekler grubunda beyan edilmiş bilgilere göre 666 milletvekili adayı ekli listede görüleceği gibi toplam 80 mesleğin mensubudur. Bu grupların arasında en fazla sayıya sahip olanlar genel olarak şu şekildedir:

Serbest 163, iş insanı/işadamı 62, emekli 58, işçi 56, avukat 41, esnaf 33, öğrenci 32, mühendis 30, işletmeci/yönetici 16 şeklinde devam etmektedir.

Ancak “serbest” ya da “emekli” olarak ifade edilen kategoriler, bu grupta yer alanların ne yaptığını ifade etmekten uzaktır. Kendi mesleğini “serbest” olarak belirtenler mevzuattaki ifadesiyle “serbest meslek erbabı” olarak adlandırılan hekimler, avukatlar, muhasebeciler midir; yoksa hiç kimseye ya da kuruma bağlı kalmaksızın kendi namına çalışan, örneğin esnaflar, tüccarlar mıdır? Bu konu netlik kazanmadıkça da 163 milletvekili adayının gerçekte ne yaptıklarını, hangi mesleğin mensubu olduğunu anlamanın imkanı yoktur.

Bu konu ile ilgili diğer bir ilginç durum da, bazı partilere ait tüm milletvekili adaylarının ve çoğunun sürdürdüğü meslek olarak “serbest” mesleği seçmiş olmasıdır. Örneğin Adalet Birlik Partisi adaylarının tümünün, Yenilik Partisi adaylarından 25’inin, Adalet Partisi adaylarından 24’ünün, Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi adaylarından 18’inin kendi mesleğini “serbest” olarak belirtmiş olması bu durumun en iyi örneğidir.

Ayrıca bazı meslek mensuplarının adeta her siyasi partide var olduğu görülmektedir. Bunlar genellikle her seçimde var olup kazanan meslek gruplarını oluşturuyorlar; avukatlar, mimarlar, mühendisler ve muhasebeciler… Bizim ele alıp incelediğimiz örneğimizde de aynı durumdalar: Emekliler 24 partiden 18’inde, mühendisler 17’sinde, avukatlar 16’sında ve iş insanları 13’ünde yer alırken sanatçıların sadece 2, şehir plancılarının sadece 1, ziraat mühendislerinin sadece 1 parti tarafından aday gösterilmesi, aslında bir meslek olmayan milletvekilliğinin ise halen milletvekili olan 3 aday tarafından meslek olarak belirtilmesi, siyasi partilerin adaylarını nasıl belirledikleri ya da adayların kendilerini nasıl tanımladıkları konusunda bize önemli ipuçları vermektedir.

Sonuç yerine,

Yüksek Seçim Kurulu tarafından duyurulan ve bilgi açısından son derece yetersiz olan İzmir milletvekili adayları listesine göre;

A. Kadınların listelerde % 27,78’lik bir oranda yer almakla birlikte çoğu kez seçilemeyecek yerlere yerleştirilmiş olmaları İzmir açısından övünülecek bir durum değildir.

B. Adayların eğitim düzeyleri açısından İzmir nüfusunun eğitim düzeyinin üstünde bir ortalama yakalanmış olmakla birlikte adaylarının % 53,90’ının yüksek düzeyde eğitim almış olması İzmir açısından olumlanacak bir durum değildir.

C. Sanatçılara, bilim insanlarına, İzmir‘in yetiştirdiği değer olarak adlandırılabilecek İzmirlilere ve gerçek toplumsal mücadelenin içinden gelen kanaat önderlerine yeterince yer vermeyen mesleki dağılımın durumu, parti üst yönetimlerine teslim edilmiş temsili demokrasinin ne derece iflas ettiğini ortaya koymaktadır.

Evet, bu anlamda şu şekilde bir son söz söylenebilir;

Bu kentte, diğer kentlerde ve ülkenin her bir bölgesinde, her bir seçim çevresinde yaşayan insanların gerçek ihtiyacı demokrasinin kendisini temsil eden, kendisi tarafından belirlenen vekiller eliyle işletilmesi; şayet bunu sağlamak mümkün olmuyorsa, kendi iradesi dışında belirlenen bu insanlara itibar etmemek, onları seçmemek, onları kendi vekili olarak Ankara‘ya göndermemek, demokrasiyi öncelikle kendi örgütü içinde yaşama geçiren siyasi parti ve adaylarını tercih etmektir…

Ama tabii ki, son yıllarda egemenliğin kaynağı olmaktan çıkan TBMM’nin 103. yaşını kutladığı günlerde 666 adet milletvekili adayına sahip İzmir‘in, seçimler sonucu ortaya çıkacak tablo sayesinde “gavurluk” unvanı yanında, “şeytanlık” unvanına da sahip olma ihtimaline sahip olduğunu unutmamak koşuluyla….

(1) https://tr.wikipedia.org/wiki/666_(sayı)#:~:text=666%20sayısı%20yıllardır%20şeytanı%20temsil,canavara%20ait%20sayı”%20olarak%20bahsedilir.

Kendi koyduğu hedeflere ulaşamayan bir belediye sizce başarılı mıdır?

Ali Rıza Avcan

Geçtiğimiz günlerde İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Tunç Soyer, Bir TV isimli yerel bir televizyon kanalında İzmir’deki bir kısım yerel gazeteciyi karşısına alarak, 2019-2023 hizmet döneminde neler yaptığını, belediyenin finansal açıdan hangi durumda olduğunu anlatıp bir dönem daha başkanlık yapmak istediğini beyan etmiş.

Karşısındaki gazeteciler EgedeSonSöz‘den Mehmet Karabel, Gerçekİzmir‘den Sercan Avcı, Milliyet‘ten Onur Çakır, İlkses‘ten Çağla Geniş, Egeligazete‘den Mustafa Yılmaz, Sonkaleizmir‘den Mustafa Akbaş ve Bir TV‘den sunucu olarak Evrim Encü idi.

Bu gazete ve gazetecilerin hangi kriterlere göre seçilip oraya davet edildiğini bilmemekle birlikte, bir kısmının belediye haberleri konusunda uzman olmadığını ya da ilgilenseler bile yapılan belediye hizmetlerine eleştirel yaklaşmadıklarını, belediyelerdeki birçok konuyu “Uğur Mumcu Gazeteciliği” boyutunda ele alıp inceleyen ve eleştirel yazılar yazan gazetecilerin bu tür davetlerden uzak tutulduğunu biliyoruz.

Ben bugün bu gazetelerden biri olan Egede SonSöz‘ün 17 Nisan 2023 tarihli nüshasında yayınlanan “Başkan Soyer’den 2024 mesajı: Bir dönem daha başkanlık yapmak isterim!” başlıklı haberde yazılanları ele alıp değerlendirmeye çalışacağım.

Ama ondan önce kamu yönetiminde; özellikle de belediyelerde başarılı ya da başarısız olmanın ne anlama geldiğine, bunun nasıl belirleneceğine, bu konuda geliştirilen yöntem ve ölçülerin ne olduğuna dair bir kaç söz söylemek isterim….

Bilindiği gibi, son yıllarda, özellikle de 2005 yılından sonra kamu yönetimi alanındaki hukuki metin ve uygulamaların “AB Muktesabatı” adı verilen hazır şablonlara uydurulması için geniş ve yoğun bir çalışma başlatılmış ve kamu yöneticilerinin çalışma anlayışı, “bütüncül planlama” dediğimiz ulusal planlama anlayışı yerine önem ve öncelik verilen konuları öne çıkaran “stratejik planlama” anlayışına uydurulmaya çalışılmıştı. Bu çerçevede de, kamu yöneticilerinden, hazırlayacakları stratejik planlardaki hedeflere ulaşıp ulaşmadıklarını gösteren objektif performans kriterlerini hazırlamaları istenmişti. Böylelikle yönettiği kamu biriminin mevcut durumunu bilen kamu yöneticisinin, 5 yıllık ve yıllık periyotlarda kurumunun güçlü ve zayıf yönleriyle olası tehlike ve fırsatları dikkate alarak, plan uygulamasından önce objektif performans kriterlerini hazırlaması ve plan uygulaması sırasında ve sonunda ulaşılan hedefleri bu önceden hazırlanmış objektif performans kriterleri ile mukayese edip ölçerek kendi başarı ya da başarısızlıklarını ortaya koyma fırsatı verilmişti.

Bu çerçevede, İzmir Büyükşehir Belediyesi‘nin, belediye başkanı Mustafa Tunç Soyer‘in hizmet dönemine tekabül eden 2020-2024 dönemi stratejik planı ile 2020, 2021, 2022, 2023 ve 2024 yıllarına ait yıllık dilimlerle ilgili performans programları hazırlanırken başlangıçta konulan bu hedeflere ulaşılıp ulaşılmadığını gösterecek objektif performans kriterlerinin belirlenmesi sağlanmıştı.

Örneğin kentsel dönüşüm hizmetleri ile ilgili beş ve bir yıllık hedeflerle bu hedeflere ulaşıp ulaşmadığını gösterecek olan objektif performans kriterlerinin beş yıllık stratejik planlarla yıllık performans programlarına yazılması suretiyle belediye başkanlarının bu konuda başarılı olup olmadığı konusunun ortaya konulması amaçlanmıştı.

Şimdi gelelim sayın Soyer’in “Bir dönem daha başkanlık yapmak isterim!” talebinin arka planındaki “ben aslında başarılıyım” algısına…

Sayın Soyer şayet bugüne kadar sergilediği performansta başarılı olmadığını düşünse, devam edecek projeleri ya da aklına gelecek başka projeleri gerekçe göstererek, “ben devam etmek istiyorum” demezdi. Kuvvetle muhtemeldir ki, kendisinin başarılı olduğunu düşünüyor ve devamını getirmek istiyor…

Oysa başarılı olduğu konusunda ya kendi belediyesine ait resmi belgelere yansıyan gerçekleri bilmiyor ya da o belgelerdeki rakamları bilmesine karşın bilmez gibi davranıp kendi arzu ve hevesine yeniliyor…

Çünkü İzmir Büyükşehir Belediyesi‘nin 2020-2024 dönemi stratejik planına göre hazırlanan 2020, 2021 ve 2022 yıllarına ait üç ayrı performans programıyla 2020, 2021 ve 2022 yıllarına ait faaliyet raporlarındaki rakamlar ortada bir başarıyı değil, net, açık bir başarısızlığı ortaya koyuyor…

Gelin isterseniz bu konuyu yukarıda adını verdiğim ve İzmir Büyükşehir Belediye Meclisi‘nce incelenip onaylanmış 6 ayrı resmi belgedeki bilgileri kullanarak hazırladığım 27 sayfalık tablo üzerinden inceleyelim.

Yukarıdaki linkten indireceğiniz dosya, İzmir Büyükşehir Belediyesi‘nin 2020, 2021 ve 2022 yıllarında, stratejik plana göre yürüttüğü belediye hizmetlerinde başarılı olup olmadığını anlamak amacıyla geliştirdiği objektif performans kriterlerinin kullanılması suretiyle başlangıçta belirlenen hedeflerle uygulamada ortaya çıkan gerçekleşme durumlarını göstermekte olup; bunun için 2020 yılında toplam 370, 2021 yılında toplam 375, 2022 yılında da toplam 471 adet objektif performans kriterinin belirlendiğini ve ulaşılan hedeflerin metre, adet, ton, metrekare, yüzde gibi birimler kullanılarak ifade edildiğini göstermektedir.

Örneğin bu tablonun ilk sırasında yer alan “köprü, viyadük ve karayolu alt ve üst geçidi projelendirme” hizmeti olarak 2020 yılında 3, 2021 yılında 2, 2022 yılında 5 ve 2023 yılında 13 adet projenin yapılması hedeflenmiş olup; yıllar itibariyle gerçekleşen proje sayısı ise 2020 yılında 3, 2021 yılında 2, 2022 yılında 5 olup, 2023 yılı gerçekleşmesi henüz mali yıl devam ettiği için tabloya yazılmamıştır. Yine aynı şekilde tablonun ikinci sırasında yer alan “yapımı tamamlanacak karayolu alt ve üst geçidi” konusunda 2020 yılında 3 adet yapılması hedeflendiği halde 2 adet yapıldığı, 2021 yılında 1 adet yapılması hedeflendiği halde hiç alt ve üst geçit yapılmadığı, 2022 yılında da 3 adet yapılması hedeflendiği halde ancak 1 adet yapılabildiği görülecektir.

Biz bu anlamda, 2020 yılı için belirlenmiş toplam 370, 2021 yılı için belirlenmiş toplam 375 ve 2022 yılı için belirlenmiş toplam 471 adet hedefe, belirtilen hedef rakamları itibariyle ulaşıldığı takdirde o hizmetin “başarılı” bir şekilde yapıldığını, hedef olarak gösterilen birim rakama ulaşılamadığı takdirde o hizmetin yapılması konusunda “başarısız” olunduğu kabul edecek olursak; değişik nedenlerle,

🎯 2020 yılında toplam 370 hedeften 205’ine ulaşılamadığını; yani, belediyenin yürüttüğü hizmetler itibariyle belirlenmiş hedeflere % 44,59 oranında ulaşıp “başarılı“, % 55,41 oranında da ulaşılamayıp “başarısız” olunduğunu,

🎯 2021 yılında toplam 375 hedeften 175’ine ulaşılamadığını; yani, belediyenin yürüttüğü hizmetler itibariyle belirlenmiş hedeflere % 53,33 oranında ulaşılıp “başarılı“, % 46,67 oranında da ulaşılamayıp “başarısız” olunduğunu,

🎯2022 yılında da toplam 471 hedeften 218’ine ulaşılamadığını; yani, belediyenin yürüttüğü hizmetler itibariyle belirlenmiş hedeflere % 53,71 oranında ulaşıp “başarılı“, % 46,29 oranında ulaşılamayıp “başarısız” olunduğunu göstermektedir.

Üstüne üstlük hedefleri ve bu hedeflere ulaşılıp ulaşılmadığını gösteren performans kriterlerini doğrudan doğruya kendisi belirleyip bunu meclis kararı ile onaylatıp belgelediği halde…

Şimdi hiç aklınıza gelir miydi, bir belediyenin ve belediye başkanının “ben başarılıyım, o nedenle bir dönem daha devam etmek istiyorum” derken, onun, belediye meclisi üyelerinin ve belediye çalışanlarının hazırladığı resmi belgelerde bunun tam tersinin söyleneceği, İzmir Büyükşehir Belediyesi‘nin 2020-2023 dönemi hizmetleri için tam puan 10 üzerinden 4,5 ya da da 5 puan alacağı….

Aslında bu gerçeğin diğer yüzünü, bugünkü yazıma konu yaptığım EgedeSonSöz haberinin hemen arkasına yurttaşların yorum olarak yazdıklarında görmek mümkün…

………………………………………………………………………

İzmir Kruvaziyer ve Deniz Turizm Derneği Başkanı Korhan Bilgin
 19 Nisan 2023 Çarşamba 08:24 Sayın başkanım, İzmir halkı sizi bir dönem daha seçmez. Ancak CHP sizi tekrar aday gösterirse, “ceketimi assam yine seçilirim” mantığı ile seçilirsiniz ki bu da CHP nin İzmir de büyük oy kaybı anlamına gelir. 2019 da aldığınız oy oranında büyük düşüş olur, topal ördek olarak başkanlığa oturursunuz. Bence yeterince İzmir’i kötü yönettiniz. Yazınız da okuduğum kadarıyla sizin dışında olan her şeyden şikayet ediyorsunuz. Halbuki Ankara Belediye Başkanı merkezi yönetimin tam hedefinde olmasına rağmen başarılı projelere imza attı. Kaynak yarattı. Hiç şikayet etmedi. Bir Eskişehir gerçeği gözünüzün önünde. Eskişehir çamur deryası bir şehir ilken, bugün yurdun dört bir köşesinden turistik kafilelerin ziyaret akınına uğrayan bir kent haline getirdi sayın Büyükerşen. Siz İzmir’e çivi çakmadınız, İzmir’in beş senesini yediniz. Turizmde hiç bir şey yapmadınız. Sizin yapmadıklarınızı yazmaya kalksak roman olur. Lütfen sakın İzmir’e bir dönem daha Başkan olmaya falan kalkmayın. Seferihisar a yolu düşenler, Soyer’in başkanlığı hakkında soru sorun bakalım Seferihisarlılardan ne yanıt alacaksınız.

Ahmet Coşkun
18 Nisan 2023 Salı 17:11 Satılacak gayrimenkul kalmadı 4 yılda 815 adet gayrimenkul satılır mı Bunun bir açıklaması olmalı. Laylomlarla 4 yıl geçti. Bence yurt dışına gidip orada bir şehir nasıl batırılır diye kitap yazılabilir.

Belediye
18 Nisan 2023 Salı 14:54 Başkanım bir daha seçilmek istiyorsanız ilk önce sizi zora sokan idarecilerinizden kurtulun. Çevre Koruma ve Kontrol Daire Başkanı yüzünden çok oy kaybedeceksiniz. Personel faturayı secimde size çıkaracak.

Belediye Çalışanı
18 Nisan 2023 Salı 14:29 İBB’nin hemen her gün bir birimi grev yapıyor bugün mesela İzenerji, başkan bey de bir daha aday olmak istiyor.. Sözün bittiği yerdeyiz.. Yazık..!

Seferihisarlı
18 Nisan 2023 Salı 14:10 Seferihisar da ne yaptın ki İzmir’de daha da kötü kapasite meselesi bir daha aday olursa ben oynamıyorum.

Vatandaş
18 Nisan 2023 Salı 12:49 İzmir’e yapacağınız en büyük iyilik Kordon’daki sarı demir yığını tramvayı da alıp bir daha aday olmamak.. Tunç bey lütfen bir daha aday olmayın…

Bekir
18 Nisan 2023 Salı 10:21 evet Soyer’i bir donem daha seçin ki İzmir’i artık Soyer sonrası kimse aday olmasın İzmir’in tam anlamıyla içine etsin.

Tayyar ÖNDER
18 Nisan 2023 Salı 10:18 Sayın Başkan Görev Süreniz İçinde Projesini Kendiniz Yaptığınız, Finansmanını Bulduğunuz ve de İmalatına Başladığınız 3 Proje Sayar mısınız…???

CEMAL
18 Nisan 2023 Salı 10:04 Ya başkan vallahi önümüzdeki dönem bence hakkın falan değil. Ulaşım rezalet duraklarda insanlar balık istifi dolu dolu. 23 . yüzyıla bu ulaşım rezilliği İzmir’e yakışmıyor. Siz gidinde ulaşımdaki rezalete bir bakın. İnsanların canı çıkıyor. Mesela dün İnciraltı vapur iskelesine gittiğimde son durak kaldırılmış. ve orda insanlar uyarılmıyor, duraklar taşındı diye. Birde otobüsleri kaldırıp Balçova’dan bin, Üçkuyular’da in, tekrar metroya bin tekrar aktarma yap. Rezalet sizin ne hakkınız var. DİREKT Otobüsleri kaldırıp aktarmalara mecbur bırakmak. Bir tane doğru dürüst projeniz olmadı.100 günde yapacağınız vaatler fos çıktı. Hani öğrencilere otobüsler ücretsiz olacaktı yapamadınız. Sadece şovlarınızla gıda dağıtımı yaptınız. Yeter artık işin ehli gelmesi lazım. Halkı düşünen başkan gelmesi lazım. Kısacası bir dönem daha sizle olmaz, olmaz, olmaz.

SANA SÖZ
18 Nisan 2023 Salı 09:36 BAŞKANIM SİZİ TEKRAR GÖRMEK İSTERİZ AMA BU BROKRATLARI LÜTFEN GÖZDEN GEÇİRİN! KENDİNİZE GENÇ VE DİNAMİK BİR EKİP KURUN

Suça ortak olmak…

Ali Rıza Avcan

Yine bir oldubitti, yine bir kent suçu: Hem de İzmir Valiliği, Konak ve İzmir Büyükşehir belediyelerinin göz yumması ve işbirliği sayesinde…

Hepimizin canını yakan 6 Şubat 2023 tarihli deprem felaketi sonrasında hem merkezi yönetimin, hem belediyelerin hem de yurttaşların yaşanan acılardan bir takım dersler çıkardığını, artık yapılaşma ile ilgili her konuda kurallara uyacaklarını, yapılacak binalar için işin başında ruhsat alınacağını, inşaatların bilimin gereklerine ve projelerine uygun yapılacağını, inşaat bittikten sonra yapı kullanma izni alınacağını umuyorduk…

Bu konuda, -en azından- muhalefetteki CHP’li belediyelerin, söyledikleri iri iri laflar, verdikleri sözler itibariyle ve düzenledikleri yardım kampanyaları nedeniyle sözlerinde duracaklarını umuyor, bu konuda samimi olduklarını sanıyorduk.

Ama şimdi görüyoruz ki, İzmir Valiliği başta olmak üzere merkezi yönetimin İzmir’deki en üst temsilcisi ve Konak Belediyesi ile İzmir Büyükşehir Belediyesi yetkilileri verdikleri bu sözleri unuttukları gibi yaptıkları usulsüzlüklerin, işledikleri suçların bir devamı olarak yeni bir oldubittinin altına imza atarak işbirliği yapmakta, bu konuda birbirlerine destek olmakta bir sakınca görmüyorlar…

Hamparsumyan Hanı’nın eski hali….
Haamparsumyan Hanı’nın iç kısmı…

Bildiğiniz gibi daha önce birbiri ardına yazdığım yazılarla, 1923 tarihli İzmir İktisat Kongresi’nin 100. yıl kutlamaları nedeniyle İzmir Valiliği’nin kısa adı (YİKOB), açılımı Yatırım İzleme ve Koordinasyon Başkanlığı olan birimince, 1970’li yıllarda yıkılan Hamparsumyan Hanı’nın yerine yaptırılmaya başlanan ve şu sıralarda bitmek üzere olan bina için Konak Belediyesi’nden ruhsat alınmadığını ve söz konusu bina inşaatının ihalesiz bir şekilde davet yöntemiyle yandaş bir şirkete verildiğini dile getirmiş, Konak ve İzmir Büyükşehir Belediyelerini bu ruhsatsız bina inşaatı için girişimde bulunmaya davet etmiştim.

Yeni inşaatın tabelası

Çünkü inşaat mahalline asılan tabeladan, ihale adı verilen danışıklı döğüşün 19 Ağustos 2022 tarihinde yapıldığını, arsanın 29 Ağustos 2022 tarihinde işi toplam 180 günde bitirecek olan saray destekli ve Rizeli Yılmaz Yapı Taahhüt ve Ticaret Limited Şirketi’ne teslim edildiğini ve mevzuata göre inşaat mahalline asılması gereken bu tür tabelalarda alınan ruhsatla ilgili bilgilerin de yazılı olması gerektiği halde bu bilgilerin yazılmadığını, bu nedenle de bu binanın ruhsatsız olduğunu ifade etmiştik.

Yeni inşaatın, yakın çevresini ezen devasa büyüklüğü…

Söz konusu inşaat, İzmir İktisat Kongresi’nin 100. yılına isabet eden 17 Şubat 2023 tarihinde bitmemekle birlikte 6 Şubat 2023 ve izleyen günlerde 11 ilde yaşanan deprem felaketi nedeniyle binanın açılış töreni yapılamamış; böylelikle hem valilik, hem de inşaat şirketi cephesi işi zamanında yapamamış olmakla suçlanmaktan kurtulmuşlardı.

Bu arada inşaat ilerledikçe binanın orijinalinden daha büyük olarak tasarlandığını, orijinali gibi taştan değil betonarmeden yapılıp dış cephesinin taşla kaplandığını, eski orijinal binanın ortasındaki sadece insanların geçebildiği ya da mal giriş çıkışının yapıldığı “abbara” adı verilen geçidin büyütülerek 860 numaralı sokağın üstünden geçirildiğini gördük.  

Oysa bu bölgenin mevcut koruma amaçlı imar planlarına göre 860 sokağın üstünde “ARKAD” adı verilen bir geçidin projelendirilmesi ve böylesi bir imar planı değişikliği yapılmadan hem bu binanın hem de bu üst geçidin yapılması mümkün değildi.

Yeni inşaatta, 860 sokağın üstünü kapatan ve “Arkad” adı verilen üst geçit….

Ama burası Türkiye, burası Türkiye’nin “en çağdaş, en demokratik kenti” olarak tanıtılan İzmir’di. Bu “kadim kentte” istendiği takdirde emir demiri keser, görevli, yetkili ve sorumlu olanların birbirlerinin kusur ya da suçunu görmekte oldukça müsamahalı davranırlardı.

Önce, inşaatın başladığı 29 Ağustos 2022 tarihinde ruhsatsız inşaata izin vermemesi gereken Konak Belediyesi kentin ortasındaki bu ruhsatsız inşaatı görmeyip suçlulara göz yumduğu gibi, inşaatın devam ettiği tarihlerde kendisine gelen İzmir 1 Numaralı Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu’nun 21.12.2021 tarihli yazısı üzerine harekete geçerek bu bölge ile ilgili koruma amaçlı imar planının değiştirilmesi için harekete geçiyor ve Konak Belediye Meclisi’nin bir çırpıda aldığı 01.11.2022 tarih, 223/2022 sayılı kararla ilk adımı atarak plan değişikliğine yeşil ışık yakıyordu.

Bu kararı alan Konak Belediye Meclisi İmar Komisyonu’nun üyeleri mimar Esra Yılmaz Keskin, avukat Ulvi Puğ, sanayici Ali Emrah Karamustafaoğlu, Burhan Yılmaz ve şirket yöneticisi Hakan Yıldız‘dı. Mesleği avukatlık olan Ulvi Puğ ise aynı zamanda İzmir Büyükşehir Belediyesi‘nin oluşturduğu Milli Bayramlar Komitesi‘nin başkanı olarak da görev yapıyordu…

Ama bu arada söz konusu inşaat başlamış ve ikinci kat seviyesinde beton dökülüyordu…

Konak Belediye Meclisi’nin Koruma Bölge Kurulu’ndan gelen öneriyi kabul etmesinin ardından topa bu kez de İzmir Büyükşehir Belediyesi giriyordu.

İzmir Büyükşehir Belediye Meclisi’nin 10.04.2023 tarihli oturumuna getirilen “1/1000 ölçekli Koruma Amaçlı Revizyon İmar Planı Değişikliği ve 1/500 ölçekli Yerleşim Planı Değişikliği” önerisi, zaman geçirilmeksizin aynı meclisin 14.04.2023 tarihli oturumunda, İmar ve Bayındırlık Komisyonu’nun işlerini çok iyi bilen değerli üyeleriyle halkı temsil etmekten uzak meclis üyelerinin kararına dayanılarak oybirliği ile kabul ediliyordu.

İzmir Büyükşehir Belediyesi İmar ve Bayındır Komisyonu‘nun üyeleri ise tekstil mühendisi İrfan Önal başkanlığında İzmir Milletvekili Mahir Polat‘ın kardeşi avukat İbrahim Ulaş Polat, CHP Grup Başkanvekili avukat Murat Aydın, mimar İlhan Dal, Urban Planner isimli planlama şirketinin sahibi şehir plancısı Ali Bor, İyi Parti Grup Başkanvekili Kemal Sevinç, AKP Grup Başkanvekili Özgür Hızal, Hüsnü Boztepe ve Ayşegül Duran Türker‘den oluşuyordu…

Yani, başlangıçtaki projesine ve iş programına göre bugüne kadar bitirilmiş olması gereken ve şu son günlerde son rötuşları yapılan koskoca üç katlık betonarme binanın 860 sokağın üstünden geçecek şekilde yapılabilmesi için ancak 14 Nisan 2023 tarihinde belediye meclisi kararı alınıyor.

Yeni İnşaatın 860 sokak üstündeki üst geçidinin Pirinç Han tarafından görünümü…

Karar, geçtiğimiz haftanın son günü alındığı için söz konusu plan değişikliği ile ilgili karar henüz askıya çıkmış değil ve bu nedenle de kesinleşmemiş durumda…

Gördüğümüz gibi devletin; yani İzmir Valiliği’nin aslına sadık kalmaksızın yaptığı bir “benzetme” inşaatın bugüne kadar ruhsatsız olmasına göz yumulduğu gibi, “istim arkadan gelsin” anlayışıyla bu inşaatın bu şekilde yapılabilmesi için gerekli olan imar planı değişiklikleri inşaat bitip neredeyse açılışa hazır olduğunda yerine getirilmeye çalışılıyor…

Şimdi söyler misiniz; bu koskoca binanın hikayesini dinledikten sonra, deprem sonrasında iktidarı ve muhalefeti ile birlikte, adeta koro halinde bu tür kent suçlarını işlemeyeceklerini söyleyen cumhurbaşkanlarına, bakanlara, milletvekillerine, parti genel başkanlarına ve üst yöneticilerine, belediye başkanlarına, belediye meclisi üyelerine, imar ve bayındırlık komisyonu üyelerine güvenir misiniz? Bunların bugün, bu şekilde yaptığı gibi gelecekte de aynısını; hatta daha fazlasını yapmayacağından nasıl emin olabilirsiniz?

Tabii ki, her zaman olduğu gibi, değerlendirme, takdir ve tercih size ait, sizin insafınıza, “hak, hukuk, adalet” anlayışınıza kalmış……

Layık olduğumuz iyi, doğru, dürüst, düzgün ve namuslu yöneticileri seçebilmek için biraz da bunları bilip düşünmemiz gerekiyor….

Ciddi bir girişimin, geçen zaman içinde trajediden komediye dönüşmesi….

Ali Rıza Avcan

Fabrika ayarım” olarak niteleyebileceğim kişisel yaratılışımın temel özelliklerinden biri de, bilgi ya da ilgi alanıma giren her şeyi ciddiye alma huyumdur.

O nedenle de çoğu kez, ciddiye alıp kendime iş ya da sorun edindiğim çoğu şeyin aslında hiç de ciddiye alınmaması gereken işler olduğunu anlayıp hayal kırıklığına uğrarım. İşte o nedenle de kurduğum her arkadaşlık, dostluk, ya da yoldaşlık ilişkisinde, üstlendiğim görevde, odaklandığım sorumlulukta, kendimi adadığım her davada tedbirli olmaya, o işi ciddiye alma konusunda kendimi frenlemeye çalışırım; ama -huyum kurusun diyeceğim- o işi, o sorunu, o davayı ciddiye almaktan da bir türlü kendimi alamam.

Ciddiye aldığım için kendi kendimi kandırdığım çoğu durumda hayal kırıklığına uğrar, fazlasıyla üzülürüm. Ama arada bir nadiren karşıma çıkan öyle bir durum vardır ki, o durumda da o işin zaten ciddiyetini kaybedip bir trajediye, hatta komediye dönüşmesi nedeniyle keyiflenir, bu yeni durumdan zevk almaya başlarım.

İşte size bugün bir zamanlar ciddi bir iş olduğunu sandığım halde zaman içinde önce trajediye, sonrasında da komediye dönüşüp beni hayal kırıklığına uğratmak yerine keyiflendiren bir durumdan söz açıp, 2022 Ağustos’unda başlayıp 2023 Mart’ında sonuçlanan bir süreçte kara komediye dönüşen bir organizasyondan, İzmir Büyükşehir Belediyesi‘nin 17 Şubat-4 Mart 1923 tarihlerinde yapılan Türkiye (İzmir) İktisat Kongresi‘nin 100. yılı münasebetiyle 15-21 Mart 2023 tarihlerinde yapacağı “İkinci Yüzyılın İktisat Kongresi” organizasyonunun serencamından söz edeceğim.

Hatırlayacağınız gibi 5, 12, 19 ve 26 Aralık 2022 tarihli yazılarımla bu organizasyonu ciddiye alıp bir bölüm değerlendirmeler yapmış, benim için önemli olan bu tarihi olayın 100. yılında, o olayı daha etkili, daha kalıcı ve anlamlı bir şekilde anmak amacıyla çeşitli önerilerde bulunmuştum.

İzmir Büyükşehir Belediyesi sözünü ettiğim bu etkinlik için birbirini izleyen tarihlerde değişik adlarda birçok toplantı düzenlemiş olmakla birlikte 6 Şubat 2023 tarihinde ve sonrasında 11 ili kapsayan bölgede yaşanan büyük deprem felaketi üzerine 15-21 Şubat 2023 tarihlerinde yapılması planlanan kongreyi 15-21 Mart 2023 tarihlerine ertelemişti.

Şimdi aylardır harıl harıl hazırlanan bu büyük kongre, bu hafta Çarşamba günü başlayıp önümüzdeki hafta Salı günü bitecek komedi ağırlıklı büyük bir gösteriye dönüşmüş durumda.

Böylelikle İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer, 9 Eylül’ün 100 yılı kutlamaları ile depremzedelere yardım amacıyla 22 Şubat 2023 gecesi Halk TV ile işbirliği içinde düzenlenen “Bir Kira Bir Yuva Destek Gecesi” sonrasında bir kez daha gündeme gelip puan toplayacak.

15-21 Mart 2023 tarihleri arasındaki bir haftalık sürede beş ayrı mekanda (Ahmet Adnan Saygun Sanat Merkezi, Bıçakçı Han, Swissotel Konferans Salonu, Fuar İzmir ve İsmet İnönü Kültür Merkezi) toplam 67 ayrı konuşmacının, 25-30 dakikalık sunum süresiyle düşüncelerini paylaşacağı “açılış“, “vicdana davet“, “yürüyüşe davet“, “doğamıza davet“, “değişime davet” ve “sadakate davet” adıyla tanımlanan 6 adet, deprem konusuna tahsis edilen 1 adet olmak üzere gün boyu devam eden toplam 7 ayrı sunum toplantısı yapılırken, diğer yandan da Millet İttifakı üyesi siyasi parti genel başkanı ile bir moderatörün katılacağı bir toplantı ile bu ittifakın ortak politikalar metninin ele alınıp tartışılacağı 6 konuşmacısı olan bir panel, Millet İttifakı belediye başkanlarının katıldığı bir forum, bir adet gençlik forumu, bir adet paydaş grupları toplantısı, bir adet performans (Karsu), üç adet konser (Melike Şahin, Evgeny Grinko, Kardeş Türküler) ve bir adet Yüksek İstişare Kurulu toplantısı yapılarak şimdiye kadar İzmir’de gerçekleştirilen hazırlık çalışmaları ile Millet İttifakı‘nın Ankara’da üzerinde çalışıp uzlaştığı politikalar arasında bağlantı kurulacağı anlaşılmaktadır.

Söz konusu etkinliğin konu ve konuşmacılarından da anlaşılacağı üzere, İzmir‘de İzmir Büyükşehir Belediyesi eliyle ortaya konulan cüretkar çıkışın, CHP’nin ve dolayısıyla Millet İttifakı‘nın iktisat politikalarıyla uyum içinde olmasına çalışıldığı; böylelikle, İzmir toplantısının sonucunda ortaya çıkacak bildirgenin CHP‘nin Vizyon Belgesi ile Millet İttifakı‘nın Ortak Politikalar Metni‘nden farklı olmaması için çaba gösterildiği; ayrıca, Millet İttifakı Cumhurbaşkanı adayı Kemal Kılıçdaroğlu‘nun İzmir‘de gövde gösterisi yapmasının arzulandığı anlaşılmaktadır.

Önümüzdeki haftalar içinde İzmir’de oynanacak böylesi bir oyunun senaryosu bu şekilde tasarlanmakla birlikte Büyük Britanya İmparatorluğu’nca “sir” unvanı verilerek ödüllendirilen iyilik meleği müzisyen Bob Geldof ile (The End of History and the Last Man) ‘Tarihin Sonu ve Son İnsan‘ adlı teziyle Batı Liberal düşüncesinin insanlığın ulaşabileceği son aşama olduğunu iddia eden Francis Fukuyama‘nın çevrimiçi olarak toplantılara katılıyor olması, Türkiye’nin 2. yüzyıldaki iktisat politikalarının, Cumhuriyet’in kurucu değerlerine aykırı olarak neoliberal kapitalist bir yol izlemesi için özel bir çaba gösterildiğini ortaya koymaktadır.

Ayrıca kongreye katılacak 20 siyasetçiye ek olarak, gelecek yüzyıldaki iktisat politikalarını belirlemek amacıyla İzmir‘deki üniversitelerde görev yapan akademisyenler yerine yurtdışında ya da yurt içinde faaliyet gösteren Oxford, New York, Stanford, Bielefeld, Bilkent, Boğaziçi, Koç, TED ve Kadir Has Üniversitesi gibi özel vakıf üniversitelerinden, kendi patronlarının çanağına tükürmeyecek 30 akademisyenin davet edilmiş olması da, 100. yıl sonra yapılan bu kongrenin ilkinde söylenen ekonomik bağımsızlıktan söz etme cesaretini gösteremeyeceğini ortaya koymaktadır.

Söz konusu toplantılar dizisinin senaryosu tasarlanırken kamuoyunda tanınıp popüler bir şöhrete sahip ne kadar isim varsa onların arasından “biraz ondan, biraz bundan” anlayışıyla seçildiği anlaşılan ve aynen eski fuar zamanlarındaki baş solist ile alt kadroyu gösteren gazino afişlerini hatırlatan bir ‘gösteri nesnesi‘ olarak kullanılacağı anlaşılan konuşmacıların bu bir haftalık gösteri sırasında Türkiye‘nin gelecek 100 yıldaki iktisat politikaları adına ne söyleyip neye karar vereceği de bellidir: CHP‘nin geçtiğimiz aylarda büyük bir gösteri ile sunduğu Ekonomi Vizyon Belgesi ile 6’lı masa ortağı siyasi partilerin geçtiğimiz günlerde ortaya koyduğu Millet İttifakı Mutabakat Belgesi‘nde yazılı olan konular, Kemal Derviş politikalarının izleyicisi CHP İzmir Milletvekili ve Genel Sekreteri Selin Sayek Böke tarafından “temiz” olduğu söylenen Batı sermayesinin vereceği kredi, yardım ve hibeler eşliğinde küresel kapitalist sisteme tam anlamıyla eklemlenmiş bir Türkiye…

O nedenle, kongreyi izleyen ya da seyreden hiç kimse, bu topraklarda 100 yıl önce çok zor koşullar altında yapılan bir kongrede gür bir sesle dile getirilen ekonomik, siyasi ve kültürel anlamda “Bağımsız Türkiye” talebinin bu kongrede dile getirilmesini beklemesin….

O nedenle, ayıp olmasın diye bir iki konuşmacıyı dışarda bırakarak bu toplantıda konuşup karar alacak ya da o kararların altına imza atacak bu kadar çok “şan şöhret sahibi” zevatın, “Bağımsız Türkiye” talebinde bulunarak kapitalist sistem eleştirisinde bulunacağını sanmasın…

Karşımızdaki toplantılar dizisi, o nedenle Kapitalizmin “ahir zaman peygamberiFukuyama önderliğinde neoliberal kapitalist sisteme methiyeler düzülüp ilahi adına bildirilerin sunulacağı bir ayine dönüşecek; böylelikle, organizasyonu destekleyip sponsorluk yapan ulusal ve uluslararası sermayenin kutsanıp yüreğinin hoş edilmesi sağlanacaktır…

Francis Fukuyama

Böylelikle, İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer adına yazılıp 7 aylık hazırlık süreci içinde büyük deprem felaketi, CHP Vizyon Belgesi ve Millet İttifakı Ortak Mutabakat Belgesi‘nin sunumu gibi neler yaşanmışsa hepsinin bu senaryonun içine boca edildiği, bu nedenle de geçen zaman içinde trajediden komediye dönüşen bir sahne eseri, dünyanın ve ülkemizin neoliberal kanaat önderlerinin yardımıyla oynanacak ve yaklaşan seçimler özelinde, seçmenin tercihleri Batı sermayesinin vizyon ve misyonu ile şekillendirilmeye çalışılacak, Türkiye’ye de bu misyon ve vizyon içinde bir yer verilecektir.

Bu arada çağrılmış olmalarına karşın kapitalizmin değirmenine su taşıyan bu organizasyona katılmayan değerli hocalarım Prof. Dr. Korkut Boratav ile Prof. Dr. Taner Timur‘a teşekkür etmeyi de bir borç bilirim….

İzmir İktisat Kongresi’nin 100. Yılı kutlamaları ile ilgili diğer yazılarım:

http://www.kentstratejileri.com/2022/12/5/izmir-iktisat-kongresi-1/

http://www.kentstratejileri.com/2022/12/12/izmir-iktisat-kongresi-2/

http://www.kentstratejileri.com/2022/12/19/izmir-iktisat-kongresi-3/

http://www.kentstratejileri.com/2022/12/26/izmir-iktisat-kongresi-4/

http://www.kentstratejileri.com/2022/12/15/izmir-iktisat-kongresi-1923-ve-isciler/

İyi yönetim / kötü yönetim

Ali Rıza Avcan

whoever fights monsters should see to it that in the process he does not become a monster. and when you look long into the abyss, the abyss looks into you” Friedrich Nietzche, İyinin ve Kötünün Ötesinde, Bir Gelecek Felsefesini Açış, Say Yayınları, 2015, Sh.90, 146. Aforizma.

Türkçesi: “canavarlarla savaşan kişi, bu süreçte bir canavara dönüşmediğinden emin olmalıdır. ve uçuruma uzun uzun baktığında, uçurum da sana bakar.

Son iki üç gündür yerel gazetelerde çıkan yeni haberlerle karşı karşıyayız: İzmir Büyükşehir Belediyesi‘ndeki birçok daire başkanı ve şube müdürünün yeri, genel sekreter yardımcısı Barış Karcı‘nın önce genel sekreter vekili, yakın zamanda da genel sekreter olarak atanması nedeniyle yıl başında değiştirilip 9 Ocak 2023 tarihinde; yani bugün yapılacak belediye meclisi toplantısında meclisin onayına sunulacakmış.

Her ne kadar bu tür değişikliklerle ilgili belediye meclis kararlarında, “5216 sayılı Büyükşehir Belediyesi Kanununun 21’inci maddesinde “Büyükşehir Belediyesi Teşkilatı; norm kadro esaslarına uygun olarak Genel Sekreterlik, Daire Başkanlıkları ve Müdürlüklerden oluşur. Birimlerin kurulması, kaldırılması veya birleştirilmesi Büyükşehir Belediyesi Meclisinin kararı ile olur.” hükmü yer almaktadır. Bu nedenle; birimlerimiz arasında yeni bir düzenlemeye gereksinim duyulduğundan, yukarıda bahsi geçen Kanunun 21’inci maddesi gereğince Sayın Meclisimizce karar alınması hususunu onayınıza arz ederim.” şeklindeki kalıp bir ifade ile meclise sunulup karar alınmakla birlikte; böyle bir önerinin gerekliliği, geçerliliği ve doğruluğu görüşülüp tartışılmadan alınan bu kararlarda belediye içinde hangi birimlerin kurulduğu, kaldırıldığı veya birleştirildiği, bu operasyonların kapsamına hangi dairelerin ve görevlilerin girdiği ile bunun gerekçeleri -ne yazık ki- belirtilmemektedir.

Diğer yandan bir büyükşehir belediye başkanının hangi danışman, daire başkanı ve şube müdürü ile çalışacağını, kendisine ait “takdir hakkı” çerçevesinde kendi özgür iradesi ile belirlemesi doğru ve geçerli bir tutum olmakla birlikte, bu hakkın belirli bir süre içinde defalarca kullanılması da orada, o örgütte sağlıksız bir durumun var olduğuna, en azından elinden malzemeyi ne yapacağını bilemeyen kararsız bir yöneticinin varlığına işaret etmektedir. 

Hele ki İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Tunç Soyer‘in göreve başladığı 1 Nisan 2019 tarihinden bu yana geçen 1.370 günlük sürenin sonunda 24. kez yapmaya kalktığı böylesi bir operasyon gündeme gelince….

Anlaşılan o ki, bu seferki operasyonla birlikte birçok daire başkanı görevlerinden alınıp alakasız başka dairelere atanacak, herhangi bir disiplin cezası almadıkları halde adeta cezalandırılırcasına kazanılmış haklarının altındaki kadrolarda görevlendirilecek; hatta emekliliğe zorlanacak, böylesi bir hukuk sisteminde “Hak-Hukuk-Adalet” diyerek mahkemelerin ve avukatların kapısını aşındıracak ve bazı daireler kaldırılacak.

Ama bunun karşılığında bütün bu operasyonların mimarlığını yapan İnsan Kaynakları ve Eğitim Dairesi Başkanı, yine aynı gazete haberlerine göre adeta ödüllendirilircesine genel sekreter yardımcısı yapılıp bilgili olmadığı konularda kendisine bağlı daire başkanlıklarına amirlik yapacak…

Bu haberleri analiz edip örnekleri vermeden önce resmi belgelere göre İzmir Büyükşehir Belediyesi’nde hangi adlarla kaç hizmet birimi olduğunu ve birimlerde toplam olarak kaç kişinin çalıştığını hatırlatmakta yarar var: İzmir Büyükşehir Belediyesi‘nin İnternet sayfasındaki “Birimlerimiz” başlıklı bölümdeki bilgilere göre 1 Ocak 2023 tarihli göre belediyede 1 başkan, 1 özel kalem müdürü, 4 genel sekreter yardımcısı, 36 daire başkanı, 173 şube müdürü, 1 Eşrefpaşa Hastanesi Başhekimliği, 1 Teftiş Kurulu Başkanlığı, 1 İç Denetim Birimi Başkanlığı ve 1. Hukuk Müşavirliği bulunuyor ve 2021 Mali Sayıştay Denetim Raporu verilerine göre 3.683’ü memur, 434’ü sözleşmeli personel, 447’si kadrolu işçi ve 9.074’ü 696 saylı KHK uyarınca çalıştırılan personel olmak üzere toplam olarak 13.638 kişi çalışmaktadır.

Sayıştay Başkanlığı’nın 2012, 2016, 2018, 2020 ve 2021 yılları denetim raporlarındaki bilgilere göre daire başkanlığı ile şube müdürlüğü sayılarındaki artışlar ise şu şekilde ortaya konulabilir:

2012 yılında 22 daire başkanlığı, 91 şube müdürlüğü,

2016 yılında 38 daire başkanlığı, 162 şube müdürlüğü,

2018 yılında 38 daire başkanlığı, 163 şube müdürlüğü,

2020 yılında 36 daire başkanlığı, 162 şube müdürlüğü,

2021 yılında 35 daire başkanlığı, (şube müdürlüğü sayısı yazılmamış).

31 Aralık 2022 tarihi itibariyle 36 daire başkanlığı, 173 şube müdürlüğü.

Bu rakamların gelişimden de görüleceği gibi 16 Eylül 2020-31 Aralık 2022 tarihleri arasındaki dönemde daire başkanlıklarının sayısı aşağı yukarı aynı kalırken, şube müdürlükleri sayısında belirgin bir artışın ortaya çıktığı, genellikle eskiden tek bir şube müdürlüğü tarafından yapılan işlerin artan personel sayısına paralel olarak ikiye üçe bölündüğü görülmektedir.

Gazetelere yansıyan bilgilerle geçtiğimiz aylarda tanık olduğumuz bazı atama örneklerine göre;

1) Bütün büyükşehir belediyelerinde kültür ve sanat daire başkanlıklarına bağlı olduğunu gördüğümüz Kütüphaneler Müdürlüğü‘nün, yeni yeni birçok kütüphane açma sözü ortada iken kaldırılarak, belediyelere ait genel kütüphanelerle ilgisi olmayan ve olmaması gereken Ahmet Piriştina Kent Arşivi ve Müzesi (APİKAM) Şube Müdürlüğü‘nün kütüphanecilik hizmetleriyle görevlendirilmesi ve ilgili şube müdürlüğünün o tarihten bu yana kütüphanecilik hizmetleriyle ilgilidir düşüncesiyle, aslen kent arşivi ve müzesi olduğunu unutarak şiir akşamları, karikatür yarışması ve edebiyat günleri gibi aslında kendisiyle ilgisi olmayan birtakım etkinlikleri yapması,

2) Kent Tanıtımı ve Dairesi Başkanlığı‘na bağlı Ahmet Piriştina Kent Arşivi ve Müzesi (APİKAM) Şube Müdürlüğü‘nün bu daire başkanlığından alınıp doğrudan doğruya Genel Sekreter Yardımcılığına bağlanması ya da yeni kurulan Şehir Tiyatroları Şube Müdürlüğü‘nün işin doğası gereği Kültür ve Sanat Dairesi Başkanlığı‘na bağlanması gerektiği halde, hiçbir alakası olmayan Sosyal Projeler Dairesi Başkanlığı‘na bağlanması,

3) Daha önce Makine İkmal, Bakım ve Onarım Dairesi Başkanı iken hiçbir mesleki ve uzmanlık kariyeri aranmaksızın Kültür ve Sanat Dairesi Başkanı yapılan ve görev yaptığı süre içinde canını dişine katarak Tunç Soyer‘in renkli gösteri dünyasına hizmet eden; bu arada “Türkiye’nin En İyi Kültür-Sanat Dairesi Başkanı” gibi garip bir ödüle sahip olan Kadir Efe Oruç‘un Kültür ve Sanat Daire Başkanlığı‘ndan alınarak yine mesleği ve uzmanlığı ile hiç bir ilgisinin bulunmadığı Ulaşım Dairesi Başkanlığı‘na atanıyor olması,

4) İzmir‘in UNESCO‘nun daimi listesine girmesinin gündemde olduğu ve İzmir‘i Akdeniz‘in öncü kent yapacağı iddiasıyla kurulan İzmir Akdeniz Akademisi‘nin yeniden yapılanmasının tartışıldığı şu günlerde, İzmir‘in kültürel mirasının korunması ve tanıtılması amacıyla 2021 yılının Ocak ayında kurulup çalışma esas ve usulleri yönetmeliği bir ay önce kabul edilen Kent Tarihi ve Tanıtımı Dairesi Başkanlığı‘nın aradan iki yıl bile geçmeden hiçbir gerekçe göstermeksizin kaldırılıp bağlı şube müdürlüklerinin, kültürel mirasın korunması konusunda geçmişteki başarısızlıklarıyla anılan daire başkanlıklarına bağlanıyor olması,

5) Linkedin isimli insan kaynakları portaline yazdığı bilgilere göre, Bornova Anadolu Lisesi (BAL) ve Bilkent Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü‘nden mezun olup 2 ay süreyle Madrid Büyükelçiliği‘nde stajyer, 4 yıl 11 ay süreyle Ticaret Bakanlığı‘nda gümrük memuru ve AB uzman Yardımcısı, 4 yıl 7 ay süreyle Basketbol Federasyonu‘nda yarı zamanlı masa görevlisi, 2019 seçimler sonrasında Bornova Anadolu Lisesi (BAL) Vakfı‘ndaki eski yönetici abilerinin, ablalarının elini tutması nedeniyle İzmir Büyükşehir Belediyesi‘ne girip başlayıp 2 yıl 2 ay süreyle veri hazırlama ve kontrol yönetmeni, 1 yıl 8 ay süreyle Kent Ekonomisi ve Yenilikçi Endüstriler Şube Müdürü olarak görev yapan; ayrıca DEÜ Güzel Sanatlar Fakültesi‘nde 2018 Eylül ayında başladığı “Film Tasarımı” eğitimini 2024 yılının Haziran ayında bitirecek olması nedeniyle “halen öğrenci” olan Ceren Umay‘ın; yani bütün meslek hayatı boyunca adeta daldan dala uçup ne yapacağını bilememiş, gelecekle ilgili kariyer planını önüne çıkan fırsatlara göre çizmeye kalkmış birinin Kültür ve Sanat Dairesi Başkanlığı‘na atanması… Bu bilgilerin dışında diğer önemli bir bilgi de Ceren Umay‘ın eski soyadının -muhtemelen aileden gelen soyadı- Ünsever olduğu ve bu soyadı ile birlikte kısa adıyla SODEM diye bilinen Sosyal Demokrat Belediyeler Derneği‘nde halen koordinatör olarak çalışıyor olması…

İşte örnek olarak aldığımız bütün bu atama ve işlemler, kamu görevlilerinin hiçbir geçerli gerekçeye dayanmaksızın, sahip oldukları mesleki bilgi, birikim, deneyim, yetenek ve becerileri; yani liyakatleri dikkate alınmadan atandığını, dün kurulan daire başkanlıklarının hiçbir gerekçeye dayanılmaksızın bugün kaldırıldığını ve atamalarda “şahsi yakınlık“, “zevceye yakınlık“, “TARKEM’e yakın olma“, “Başkan Danışmanı Güven Eken’e yakın olma” ve arkalarında proje peşinde koşan bir takım akademisyenin sıraya girdiği belediye içi “iktidar odaklarına yakın olma” olma gibi birtakım nedenlerin yattığı anlaşılmaktadır.

Aynen büyük insan kaynağı ve emeği ile kurulan ‘iskambil evlerin‘ en ufacık bir rüzgarda tesadüfen yıkılmasında ya da yaptığını beğenmeyenlerin veya yanlış yaptığını deneye deneye öğrenenlerin bilerek ve isteyerek yıkmasında olduğu gibi… 

Belediyedeki daire başkanları ile şube müdürlerinin yer değiştirmesi, bir kısmının göreve yeni atanması ya da görevden alınması nedeniyle teşkilat şemasındaki değişimleri belediye meclisi kararları incelediğimiz takdirde bunun için 15 Nisan 2019 tarih, 268 sayılı, 14 Haziran 2019 tarih, 491 sayılı, 15 Ağustos 2019 tarih, 629 sayılı, 14 Ekim 2019 tarih, 818 sayılı, 27 Kasım 2019 tarih, 1055 sayılı, 15 Ocak 2020 tarih, 62 sayılı, 10 Şubat 2020 tarih, 109 sayılı, 11 Mart 2020 tarih, 298 sayılı, 17 Temmuz 2020 tarih, 460 sayılı, 10 Ağustos 2020 tarih, 503 sayılı, 14 Eylül 2020 tarih, 680 sayılı, 16 Ekim 2020 tarih, 867 sayılı, 15 Ocak 2021 tarih, 73 sayılı, 24 Mayıs 2021 tarih, 481 sayılı, 18 Haziran 2020 tarih, 697 sayılı, 9 Ağustos 2021 tarih, 850 sayılı, 13 Eylül 2021 tarih, 956 sayılı, 14 Ekim 2021 tarih, 1156 sayılı 10.01.2022 tarih, 5 sayılı, 13 Haziran 2022 tarih, 641 sayılı, 8 Ağustos 2022 tarih, 749 sayılı, 12 Eylül 2022 tarih, 972 sayılı ve 14 Eylül 2022 tarih, 1040 sayılı toplam 23 toplam karar alındığını ve aynı işlemin 2023 yılının Ocak ayında 24. kez tekrarlanacağını görürüz. 2019’da 5, 2020’da 7, 2021’de 6 ve 2022’de 5 kez olmak üzere… Hem de 2020 yılında Covit-19 Pandemisi nedeniyle kamu kurumları uzun süreler kapalı kaldığı ya da çalışmalarını en az düzeye indirdiği halde…

Diğer bir anlatımla 1 Nisan 2019 ile 31 Aralık 2022 arasındaki toplam 1.370 günlük sürede 59-60 günde bir daire başkanlıkları ve şube müdürlükleriyle ilgili bu tür personel operasyonları yaparak…. Aynen aklına geldikçe çocuk oyuncağı ile oynamak gibi…

Oysa 25 Kasım 2022 tarihinde 155. yaşını dolduran İzmir Büyükşehir Belediyesi‘nde kurumsallaşmış olmanın bir gereği olarak örgütlenme biçimi ve insan kaynağının kullanımı ile ilgili temel politikaların önceden belirlenmesi ve bu politikaların başta çalışanlar olmak üzere tüm kamuoyu tarafından bilinmesi, yapılacak tüm işlemlerde bu politikalar doğrultusunda belirlenen strateji, ilke ve değerlere uyulması; hatta örgütsel değişimlerle insan kaynağının yeniden belirlenmesi çalışmalarında “iç paydaş” olarak nitelenen çalışanlarla onların örgütsel gücü olan sendikaların da karar sürecine ortak edilmesi gerekir. Bu tür konularda atadan, babadan görme yöntemler değil; bu tür demokratik, katılımcı, çoğulcu ve yenilikçi yöntemlerin uygulanması gerekir diye düşünüyorum…

Ayrıca belediye teşkilatı içinde kaç adet daire başkanlığı ve şube müdürlüğü bulunacağı, bunlardan hangilerinin kaldırılıp hangilerinin birleştirileceği ve hangi dairelerin kurulması gerektiği konularıyla bunların gerekçelerinin, sadece belediye başkanı ile bürokratlarını değil, belediye meclisini de ilgilendirdiğini düşünüyor ve belediye yapılanması bakımından oldukça önemli olan bu konuların, bir değişiklik talebi geldiğinde görüşülerek tartışılması gerektiğini düşünüyorum…

Öte yandan daire başkanlıklarının kaldırılması, birleştirilmesi ve yenilerinin kurulması dışında bu dairelerle daire başkanlıklarına bağlı şube müdürlüklerine kimlerin atanacağı konusunda performans programlarıyla belirlenen performans göstergelerine bakılması, başarının ya da başarısızlığın önceden belirlenmiş bu göstergelere göre belirlenmesi, performans göstergesi belirlenmemiş daire başkanlığı ya da daire başkanı hakkında karar verilmemesi, başarısız bulunduğu söylenen daire başkanlarıyla şube müdürlerine ayrıca bir disiplin cezası verilmediği sürece diğer bir daire başkanlığında ya da şube müdürlüğünde aynı düzeyde ikinci bir şans verilmesi çağdaş yönetim anlayışının gerekleridir…

Bu bağlamda daire başkanlıklarıyla şube müdürlüklerinin bu kadar sık kurulup kaldırılması, birleştirilmesi ya da bağlantılarının akılcı gerekçeler bir köşeye bırakılarak değiştirilmesi; ayrıca bu makamlara yapılan atamaların liyakat ilkesi dikkate alınmaksızın yapılması nedeniyle ‘örgüt iklimi‘ dediğimiz ortamda çalışanların moralleri, çalışma hevesleri üzerinde ne ölçüde tahribat yaratıldığının, bu tür olumsuz müdahalelerin kurum kültürüne ne ölçüde zarar verdiğinin bilinmesi gerekir. Kendisinin ya da çalışma arkadaşının haksız bir şekilde ya da hiçbir gerekçe gösterilmeksizin işinden alınarak onun yerine o işi bilmeyen, o konuda hiçbir deneyimi bulunmayanların atanmasının belediye çalışanlarında yarattığı travmaların, oluşan güvensizlik duygusunun; ama asıl önemlisi tükenmişlik sendromunun nasıl giderileceği de düşünülmeli, örgütün üstünden bir silindir gibi geçen bu darbelerin yarattığı olumsuz etkilerin hangi yöntemlerle nasıl giderileceği de hesaplanmalıdır.

Ama tabii ki, her şeyin başı olan İzmir Büyükşehir Belediyesi‘ndeki kurumsal, kalıcı ve sürdürülebilir personel politikalarının bu tür zorbalıklara fırsat vermeden, en kısa sürede ‘katılımcı‘, ‘demokratik‘, ‘çoğulcu‘ ve ‘yenilikçi‘ yöntemlerle nasıl değiştirilebileceği, anadan babadan görülen bu tür geleneksel “yetki bende değil mi; o halde alırım, getiririm, değiştiririm” anlayışının, “yaparım, bozarım, tekrar yaparım” yaklaşımının yetkili memur ve işçi sendikalarının demokratik mücadelesiyle nasıl gerçekleştirileceği konuşulup tartışılmalı ve çalışanların bir talebi olarak belediye yönetiminden talep edilmelidir.

Yeni yıla dair…

Senaryosunu insanoğlunun yazdığı, zamanla ilgili bir oyunun malzemesi olduğumu anlayalı çok yıllar oldu…  

Bir başlangıç, bir bitiş ve ikisinin arasına yerleştirdiğimiz mevsim, ay, hafta, gün, saat, dakika, saniye, salise ve anlarla yaşama anlam vermeye çalıştığımız, iyi kurgulanmış bir oyun… Oyunun kuralına göre elimizdeki Noel Baba ve çam ağacı gibi oyuncaklarla her başlangıçta seviniyor, bitişinde de biteni düşünmekten çok yeni gelenin neler getireceğini düşünüyoruz… Şayet yılbaşı ya da yılsonu denilen o dönüm noktalarında doğmamışsak ya da bir yakınımız ölmemişse veya doğmamışsa zamanın o anıyla kişisel bir ilişki kurmuyor, yılbaşlarında ve sonlarında herkes gibi o anı hatırlayıp seviniyoruz…

Oysa o bitiş ve başlangıcın bir an öncesi ya da sonrasının birbirinden hiç farkı yok… Zamanı istediği şekilde bölüp parçalayan bizleriz ve kendi yarattığımız değerlerle o anlara anlam vermeye çalışıyoruz…  

Şimdi yine o anlardan birinin eşiğindeyiz. Bu gece saatlerin 24.00’ü göstermesini sabırsızlıkla bekleyip yeni bir yılı karşıladığımızı düşünerek sevineceğiz… Eskisinden de kurtulduğumuzu var sayarak kendimizi yenilenmiş hissedeceğiz… Oysa eskisi de, yenisi de, umutlar da, umutsuzluklar da, sevinçler de, üzüntüler de, barış da, savaş da kendi içimizde olacak ve her oyunda olduğu gibi oyun tecrübemize, şansımıza ve rakiplerimizin yapacağı hatalara göre oyunda başarılı olup, ödülleri olan mutluluk, sağlık, başarı anlamında olumlu, iyi ve güzel olan ne varsa hepsini kazanmaya çalışacağız…

Herkese, oyunda kazandığı yeni bir yıl dileğiyle…