Bağış ve kardeşliğin haddi hesabı yok…

Ali Rıza Avcan

Bugünkü yazımızın konusu, ince işçilik gerektiren bir çalışmanın ürünü… Günlerce, sayısı 10.000’e ulaşan belediye meclisi kararını tarayıp aralarından ilgili olanları ayırmayı ve ayrılan kararları kendi aralarında sınıflayıp çözümlemeyi gerektiren; adeta iğneyle kuyu kazmaya benzer uğraştırıcı bir iş… Hele ki havaların fazlasıyla ısındığı şu son günlerde oldukça yorucu bir uğraş…

Neyse ki bu sıkıcı işi dün itibariyle bitirip bugün yazımızın başına oturduk… Böylelikle İzmir Büyükşehir Belediye Meclisi‘nin yazımıza konu olan kararlarının yıllar ya da hizmet dönemleri itibariyle çözümleyip değerlendireceğiz ve hep birlikte yorumlayıp öneriler geliştirmeye çalışacağız.

Evet, bugün sizlerle birlikte İzmir Büyükşehir Belediye Meclisi‘nin 8 Temmuz 2013-18 Haziran 2021 döneminde yaptığı toplam 325 toplantıda oylayıp kabul ettiği toplam 9.988 adet kararı tarayıp çıkardığım yurt içindeki belediyelerle kardeş belediye olma kararlarını; ayrıca, kardeş olsun ya da olmasın İzmir’in ilçe belediyelerine yaptığı taşıt aracı ve iş makinesi bağışlarını gözden geçirip belirli bir sonuca ulaşmaya çalışacağım. Bu yazı kapsamında ele almaya çalışacağım son bir konu da, İzmir Büyükşehir Belediyesi‘nin yurt dışındaki kardeş belediyeleri ve bu belediyelerle yürütülen ya da yürütülmeyen ilişkileri olacak.

I – İZMİR BÜYÜKŞEHİR BELEDİYESİ’NİN YURT İÇİNDEKİ KARDEŞ BELEDİYELERİ

İzmir Büyükşehir Belediyesi‘nin yurt dışındaki kardeş belediyeleri, belediyeye ait İnternet sayfasının özel bir bölümünde listelenmekle birlikte, yurt içinde kardeşlik ilişkisi kurduğu belediyelerin sayısı ve isimleri ne yazık ki kesin olarak bilinmiyor. İzmir Büyükşehir Belediyesi‘ne ait son dört stratejik planı, yıllık performans programlarını ve faaliyet raporlarını, özellikle de İzmir Büyükşehir Belediyesi‘nin 150. kuruluş yıldönümü için yayınlanan 2 ciltlik “150. Yaşında İzmir Büyükşehir Belediyesi Tarihi” isimli kitabı incelediğimizde -ne yazık ki- karşımıza bu konu ile ilgili bir bilgi çıkmıyor.

Biz de bunun üzerine İzmir Büyükşehir Belediyesi‘nin İnternet sayfasında yayınlanan 08.07.2013-18.06.2021 dönemine ait 9.988 adet karar özetini tarayarak İzmir Büyükşehir Belediyesi‘nin yurt içinde kaç adet kardeş şehri/belediyesi olduğunu belirlemeye ve bu belediyelerle hangi düzeyde ilişkiler yürüttüğünü belirlemeye çalıştık. Eğer bu konuda biraz daha şüpheci davranıp, “efendim, 8 Temmuz 2013 tarihinden önce alınmış belediye meclisi kararlarını niye incelemediniz” diye bir sorunuz olursa; ben de o tarihten önce alınmış meclis karar özetlerinin İzmir Büyükşehir Belediyesi‘nin İnternet sayfasından kaldırıldığını, bu nedenle 8 Temmuz 2013 tarihli meclis kararlarını inceleyemediğimi söyleyebilirim.

Yaptığımız tarama sonucunda, 08 Temmuz 2013-18 Haziran 2021 döneminde İzmir Büyükşehir Belediyesi‘nin kardeş şehir ilişkisi kurduğu 10 il, ilçe ve belde belediyesinin olduğunu belirledik. Bunların isimleri kardeş şehir olma kararının tarihine göre şu şekilde sıralanabilir:

İzmir Büyükşehir Belediyesi eski başkanı Aziz Kocaoğlu döneminde 12 Mart 2012 tarihinde Erzincan Belediyesi,

İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Tunç Soyer döneminde de 11 Kasım 2019 tarihinde Malatya İli Hekimhan İlçe Belediyesi, 11 Aralık 2019 tarih, 1106.3 sayılı belediye meclisi kararı ile Adıyaman İli Tut İlçe Belediyesi, 10 Şubat 2020 tarih, 125 sayılı belediye meclisi kararıyla Manisa İli Saruhanlı ilçe Belediyesi, 126 sayılı belediye meclisi kararıyla Edirne İli Meriç İlçesi Küplü Belde Belediyesi, 127 sayılı belediye meclisi kararıyla Bilecik İli Bozüyük İlçe Belediyesi, 9 Mart 2020 tarih, 234.10 sayılı belediye meclisi kararı ile Giresun İli Tirebolu İlçe Belediyesi, 12 Nisan 2021 tarihli belediye meclisi kararıyla Kahramanmaraş İli Nurhak İlçe Belediyesi, 16 Nisan 2021 tarihli belediye meclisi kararıyla Ardahan Belediyesi ve kardeş şehir olma kararının tarih ve numarası bilinmeyen Ardahan İli Hanak İlçe Belediyesi.

İzmir Büyükşehir Belediyesi‘nin yurt içindeki kardeş şehirlerini gösteren yukarıdaki tablonun incelenmesinden de anlaşılacağı üzere, 2020 yılı nüfusu 4.394.694 olan İzmir‘in 10 kardeş şehrinden en büyüğü 234.431 nüfuslu Erzincan, en küçüğü de 2.264 nüfuslu Edirne İlinin Meriç İlçesine bağlı Küplü belde belediyesidir. Ama ne yazık ki, kardeş şehirler arasında nüfus ve dolayısıyla büyüklük ve önem açısından İzmir‘e denk bir belediye bulunmamaktadır. Kardeş olan belediyelerin tümü nüfus, büyüklük ve önem açısından İzmir‘den küçüktür. BU belediyelerle kardeşlik ilişkisi kurulmasına ilişkin meclis kararlarında, bunun gerekçeleriyle bu gerekçeler çerçevesinde kardeşliğin gelecekteki gelişimine dair kestirimlerin bulunmadığı görülmektedir. Bu durum ve ayrıca tüm kardeş belediye tekliflerinin küçük belediyelerden gelmiş olması, kardeşlik ilişkisi kurma gerekçesinin büyük belediyeden sağlanacak araç, gereç ve finans desteği; yani, menfaat beklentisi olduğunu düşündürmektedir.

İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin Kardeş Şehri Adıyaman İline bağlı Tut ilçesi yerleşimi

Ancak İzmir Büyükşehir Belediye Meclisi‘nin 08 Temmuz 2013-18 Haziran 2021 dönemindeki 9.988 adet kararını incelediğimiz takdirde, 2012 yılında kardeş şehir olan MHP’li Erzincan Belediyesi‘ne hiçbir şekilde yardım yapılmadığı, diğer kardeş şehirlerden Ardahan İli Hanak İlçe Belediyesi‘ne 2 merdivenli itfaiye aracı ile 1 itfaiye arazözü, Adıyaman İli Tut Belediyesi‘ne 1 çöp kamyonu, Kahramanmaraş İli Nurhak İlçe Belediyesi‘ne 1 midibüs, Malatya İli Hekimhan İlçe Belediyesi‘ne 1 cenaze aracı hibe edildiği, kardeş olmayan birçok belediyeye çok daha fazla sayıda yardım yapıldığı halde geriye kalan kardeş şehirlerden Ardahan, Giresun/Tirebolu, Bilecik/Bozüyük, Manisa/Saruhanlı ve Edirne/Küplü belediyelerine bugüne kadar yardım yapılmadığı görülmektedir. Bu anlamda, İzmir Büyükşehir Belediyesi‘nin yurtiçindeki kardeş belediyeleri açısından, beklendiği gibi ‘verimli‘ olmadığını, kardeş olan belediyelerin beklediklerini alamadıklarını göstermektedir.

İzmir Büyükşehir Belediye Meclisi‘nin aldığı kararların çözümlemesinden de anlaşılacağı üzere, küçük ve güçsüz belediye olarak kardeş belediye olmayı öneren bu 10 belediyenin aslında bugüne kadar aradıklarını pek bulamadıklarını, kardeş olmayan bazı belediyelerin kendilerinden daha fazla yardım aldığı belirlenmiştir.

Öte yandan, bu belediyelerle İzmir Büyükşehir Belediyesi arasında bir kardeşlik ilişkisinin kurulması için, hangi partinin yönetiminde oldukları ya da İzmir Büyükşehir Belediyesi‘nin sahip olduğu cazip imkanlar dışında kardeş olan yerleşimler arasında tarihi, arkeolojik, ekonomik, toplumsal ya da kültürel yönden benzer bir ilişki, bir yakınlık olduğu da söylenemez. Bu anlamda İzmir‘in Erzincan‘la ya da Hanak‘la veya Tut‘la kardeş olmasını gerektirecek ortak ya da benzer özellikleri ya da birbirlerini tamamlayacak ne gibi nitelikleri olduğu bilinmemekte; bu nedenle de kardeş şehir olma kararlarının tarafsız, akılcı ve bilimsel bir temele dayanmadığı ve bunun doğal bir sonucu olarak anlamlı, verimli ve etkin bir sonuca ulaşmadığı anlaşılmaktadır.

II – İZMİR BÜYÜKŞEHİR BELEDİYE MECLİSİ’NIN YURT İÇİNDEKİ BELEDİYELERE YAPTIĞI BAĞIŞLAR

İzmir Büyükşehir Belediye Meclisi‘nin 8 Temmuz 2013-18 Haziran 2021 döneminde aldığı 121 adet kararla, kardeş ya da kardeş olmayan belediyelere bağışladığı taşıt aracı, iş makinesi ve gemi gibi taşınmazları ayrıntılı olarak incelediğimizde;

İzmir Büyükşehir Belediyesi‘ne bağlı ESHOT ve İZSU gibi kurumlarla belediye şirketlerinden İzmir Büyükşehir Belediyesi‘ne hibe yoluyla geçen taşıt aracı ve iş makineleriyle İzmir‘in 30 ilçe belediyesine ve İzmir dışındaki 85 belediyeye toplam olarak 591 araç ya da iş makinesinin bağışlandığını; bunlardan 316‘sının otobüs, 7‘sinin midibüs, 6‘sının cenaze aracı, 7‘sinin kamyon, 7‘sinin damperli kamyon, 2‘sinin çöp kamyonu, 46‘sının sıkıştırmalı çöp kamyonu, 20‘sinin vakumlu süpürge aracı, 56‘sının akülü çöp süpürme aracı, 4′ünün kamyon ve çekici, 8‘inin greyder, 1‘inin vinçli kamyon, 1‘inin vinçli platformlu çekici, 4‘ünün merdivenli itfaiye arazözü, 1‘inin platform bomlu itfaiye aracı, 3‘ünün itfaiye arazözü, 1‘inin merdivenli arazöz, 1‘inin arazöz, 2‘sinin dozer, 6‘sının ekskavatör, 1‘inin paletli ekskavatör, 6‘sının vibratörlü silindir, 1‘inin karla mücadele aracı, 4‘ünün Beko-Loder, 15‘inin hizmet aracı, 3‘ünün binek aracı, 2‘sinin yükleyici, 2‘sinin forklift, 4‘ünün tanker, 10‘unun sahil kumu temizleme aracı, 2‘sinin minibüs, 14‘ünün kamyonet, 13‘ünün engelli nakil aracı, 10‘unun traktör ve 5‘inin de gemi olduğunu görürüz.

Bağışlanan bu araçlardan 11‘i, 2013 yılı içinde ekonomik olmadıkları ya da faaliyette oldukları yerleşim için uygun olmadıkları gerekçesiyle 8 belediye tarafından iade edilmiş, diğerleri ise iade edilmemiştir. Araçların hibesiyle ilgili tüm kararlarda araçların ekonomik ömrünü doldurduğuna dair bir bilginin olmayışı nedeniyle hepsinin faal durumda oldukları, satın alındıkları tarihteki alım fiyatı üzerinden hesaplanan amortisman payı nedeniyle muhasebe kayıtlarındaki değerleri düşük olmakla birlikte faal olmaları, bağış sonrasında yaratacakları katma değer dikkate alındığında, muhasebe kayıtlarındaki rakamlardan daha değerli oldukları kabul edilmelidir.

İzmir Büyükşehir Belediye Meclisi tarafından bağışlanan taşıt araçlarıyla iş makinesi sayılarının yıllar itibariyle dağılımını gösteren aşağıdaki tablo ve grafik, bağışlanan 316 adet otobüsün % 53,46 oranıyla bağışlanan taşıt araçları arasında birinci sırayı aldığını, ikinci sırayı ise % 20,96 oranıyla temizlik hizmetlerinde kullanılan taşıt araçlarıyla iş makinelerinin aldığını; ayrıca, bağış kararlarının genellikle hizmet dönemlerinin ilk ve son yıllarında azalıp hizmet döneminin ikinci yılı ile dördüncü yılı arasında belirgin bir şekilde arttığını göstermektedir.

8 Temmuz 2013-18 Haziran 2021 döneminde İzmir Büyükşehir Belediye Meclisi‘nin bağış kararları ile dağıtılan taşıt aracı ve iş makinelerinin 288 tanesi (% 48,73) İzmir’in ilçe belediyelerine, 170 tanesi (% 28,76) İzmir dışındaki belediyelere dağıtılmış olup ESHOT ve İZULAŞ kaynaklı 133 tanesi de (% 22,51) İzmir Büyükşehir Belediyesi‘nin değişik hizmet birimlerine bağışlanmıştır.

İzmir Büyükşehir Belediye Meclisi‘nin 08 Temmuz 2013-18 Haziran 2021 döneminde İzmir‘in ilçe belediyeleri dışındaki 85 belediyeye (kardeş belediyeler de dahil) bağışladığı toplam 170 adet taşıt aracı ile iş makinesinin hangi partinin yönetimindeki hangi belediyelere dağıtıldığını gösteren aşağıdaki tablo belediyeler arasında yapılan ayrımı daha belirgin bir şekilde ortaya çıkarmaktadır:

Yukarıdaki tabloda göreceğiniz gibi İzmir Büyükşehir Belediyesi‘nin İzmir dışındaki belediyelere yaptığı taşıt aracı ve iş makinesi bağışındaki en büyük payı, 50 otobüs ile diğer bir büyükşehir belediyesi; Eskişehir Büyükşehir Belediyesi almış. Onu, alınan meclis kararında hangi belediyeler olduğu net bir şekilde belirtilmeyen Gaziantep belediyeleri alıyor. İzmir Büyükşehir Belediyesi‘nin kardeş belediyesi olmadığı halde en ayrıcalıklı olan diğer belediyeler ise 5 taşıt aracı ya da iş makinesi ile Kütahya İli Simav İlçesi’ne bağlı Demirci Belediyesi, 4 taşıt aracı ya da iş makinesi alan Balıkesir İli Edremit Belediyesi, Kars Belediyesi ve Yalova Belediyesi‘dir. 3’er taşıt aracı ya da iş makinesi alanlar ise sırasıyla Adıyaman İli Besni İlçesi Şambayat Belediyesi, Ardahan İli Hanak Belediyesi, Denizli İli Bozkurt Belediyesi, Giresun İli Piraziz Belediyesi ve Kars İli Susuz Belediyesi olarak belirlenmiştir.

Kardeş belediye olmadığı halde bu belediyelerin diğer kardeş belediyelerden daha fazla hibe almasının bilinen bir nedeni bulunmamakta olup; belki de, belediye meclisi üyeleri arasında bu belediyelerin hemşerisi olan Ardahanlılar’ın, Karslılar’ın, Adıyamanlılar’ın, Giresunlular’ın ve benzerlerinin tüm meclis üyeleri üzerinde etkisi olması bu kararların alınmasına yol açmış olabilir.

Bu cömert bağışların hangi partinin yönetiminde olduğu belediyelere yapıldığını araştırdığımızda karşımıza tek bir doğru çıkmaktadır: Bağış yapılan 85 belediyeden 67‘sinin; yani % 79‘unun CHP‘li olması. Bu bağlamda kardeş belediye olsun ya da olmasın İzmir Büyükşehir Belediyesi‘nin taşıt aracı ya da iş makinesi bağışlarken kullandığı tek kriterin, bağış yaptığı belediyenin yönetiminde kendi partisinden; yani CHP‘den olması olduğu rahatlıkla söylenebilir. Yapılan bağışların partili belediyeler arasındaki dağılımını gösteren aşağıdaki tablodan da anlaşılacağı üzere;

İzmir Büyükşehir Belediyesi‘nce 8 Temmuz 2013-18 Haziran 2021 döneminde bağışlanan taşıt araçlarıyla iş makinelerinin % 85,36’sı, 67 CHP’li belediyeye (% 78,88) verilmiş, geriye kalan % 14,64′ü ise 7 ayrı siyasi parti tarafından yönetilen belediyeler arasında paylaştırılmış; böylelikle hibe kararlarında CHP‘li belediyeleri öne çıkarıp kayıran partizan bir politikanın izlendiği anlaşılmıştır.

İzmir Büyükşehir Belediye Meclisi‘nin 8 Temmuz 2013-18 Haziran 2021 döneminde yaptığı araç ve iş makinesi bağışları ile ilgili ayrıntılı listeye, yazımızın sonuna eklediğimiz linkten ulaşabilirsiniz.

III – İZMİR BÜYÜKŞEHİR BELEDİYE MECLİSİ’NİN İZMİR’İN İLÇE BELEDİYELERİNE YAPTIĞI BAĞIŞLAR

İzmir Büyükşehir Belediye Meclisi‘nin 8 Temmuz 2013-18 Haziran 2021 döneminde aldığı kararlarla İzmir’in 30 ilçe belediyesine bağışladığı taşıt araçlarıyla iş makinelerinin dağılımı her bir ilçe belediyesi itibariyle aşağıdaki tabloda gösterilmektedir.

Bu tabloda yazılı verilerin analizinden çıkan sonuç, bazı belediyelere daha fazla, bazı belediyelere de daha az bağış yapılmış olması, Seferihisar Belediyesi‘nin 30 belediye arasında birinciliği, Kınık Belediyesi‘nin 30. sırayı işgal etmesi, bir dönem AKP‘li diğer dönem CHP‘li olma şeklinde değişim gösteren Kemalpaşa, Torbalı ve Ödemiş gibi belediyeler herhangi bir kayırmanın söz konusu olmaması ortaya çıkan sonuçlar olmakla birlikte; son iki dönemdir MHP‘li belediye başkanının hizmet ettiği Aliağa Belediyesi‘nin yapılan bağışlardan yeterince yararlanmadığı, koskoca bir 9 yıl içinde sadece 4 taşıt aracı alabildiği, Özellikle İzmir İl Özel İdaresi‘nden İzmir Büyükşehir Belediyesi‘ne devredilen iş makinelerinin Kemalpaşa, Bergama, Menderes ve Kiraz gibi ilçe belediyelerine bağışlanmasında, Aliağa Belediyesi‘ne isabet eden payın belediyesine verilmediği görülmektedir.

IV – İZMİR BÜYÜKŞEHİR BELEDİYESİ’NİN YURTDIŞINDAKİ KARDEŞ ŞEHİRLERİ

Yeni Asır Gazetesi‘nin 13 Aralık 2014 tarihli nüshasında yayınlanan “İzmir’in 5 kıtada 130 kardeşi var” başlıklı habere göre İzmir Büyükşehir Belediyesi ile ilçe belediyelerinin, 2014 yılı itibariyle 130 kardeş belediyesi bulunmaktaymış.

Söz konusu habere göre 2014 yılı itibariyle Alaçatı‘nın 2, Aliağa‘nın 2, Balçova‘nın 4, Bergama‘nın 13, Bornova‘nın 5, Buca‘nın 2, Çeşme‘nin 8, Çiğli‘nin 6, Dikili‘nin 2, Foça‘nın 1, Gaziemir‘in 6, Güzelbahçe‘nin 2, Gümüldür‘ün 1, Karaburun‘un 1, Karşıyaka‘nın 12, Kemalpaşa‘nın 2, Konak‘ın 7, Özdere‘nin 1, Selçuk‘un 2, Tire‘nin 1, Torbalı‘nın 1, Yenikent‘in 1, Urla‘nın 2, İzmir Büyükşehir Belediyesi‘nin de 31 kardeş şehri bulunuyor.

Yeni Asır Gazetesi‘nin 13 Aralık 2014 tarihli kardeş kentler listesi ile İzmir Büyükşehir Belediyesi‘nin İnternet sitesindeki 24 kentten oluşan “Kardeş Kentlerimiz” listesini karşılaştırdığımızda gazete haberinde yer alan İskenderiye/Mısır, Vina Del Mar/Şili, Wroclaw/Polonya, Zilina/Slovakya ve Simferopol/Ukrayna kentlerinin bugünkü güncel listede yer almadığını; ayrıca bu listeye İzmir Büyükşehir Belediye Meclisi‘nin 17 Aralık 2004 tarih, 338 ve 339 sayılı, 8 Haziran 2009 tarih, 539 sayılı, 12 Ekim 2009 tarih, 843 sayılı, 11 Şubat 2013 tarih, 108 sayılı ve 14 Mart 2016 tarih, 244 sayılı kararları ile kardeş kent ilan edilen Libya’nın Bingazi, Kazakistan’ın Shym City (Çimkent), Ukrayna’nın Harkov, Filipinler’in Cebu, San Marino’nun San Marino ve Brezilya’nın São Paulo kentlerinin eklenmesi gerekmektedir.

Bu durumda kardeş kent olduğunu, tarih ve sayısını verdiğimiz meclis kararları ya da gazete haberlerine göre düzenlediğimiz aşağıdaki tabloya göre bugün itibariyle İzmir Büyükşehir Belediyesi‘nin 35 kardeş kenti, işbirliği protokolü imzaladığı 4 ve karşılıklı iyiniyet mektuplarının verildiği 4 kent bulunmaktadır.

İzmir Büyükşehir Belediyesi‘nin İnternet sayfasında Kazakistan’ın Shym City (Çimkent) şehri ile 17 Aralık 2004 tarihinde işbirliği protokolü imzalandığı belirtilmekle birlikte, 17 Aralık 2004 tarih, 338 sayılı belediye meclisi kararına gidilip bakıldığında bu ilişki şeklinin karara “işbirliği protokolü” olarak değil, “kardeş şehir ilişkisi kurulması” şeklinde yazılı olduğu görülmektedir.

Karşımızda hepsi birbirinden farklı, nüfusu 40.920’den başlayıp 12.325.232’ye kadar uzanan, kimisi 12-13 bin kilometre kadar uzağımızda, kimisi de 222 kilometre kadar yakınımızda dünyanın dört bir yanında, farklı iklimlerinde, Avustralya ve Antartika dışında beş kıtada yer alıp birbirine ve İzmir‘e benzemez 35 ayrı kent… Bingazi, İskenderiye ve Tel Aviv dışında başka bir Akdeniz kentinin yer almadığı, ortak noktalarının ne olduğu hususunun bilinmediği bir dolu şehir… Hepsi de İzmir Büyükşehir Belediye Meclisi‘nin talebi üzerine, bu talebini karşı tarafa iletmesi ile kardeşimiz olan kentler…

On beşi eski Sovyetler Birliği bağlaşıklarının çözülmesi ile ortaya çıkan ülkelerde, 10’u Osmanlı İmparatorluğu’nun eski topraklarında, 13’ü Müslüman coğrafyasında, 4’ü İzmir’in göç aldığı diyarlarda bulunan, 10’u Burhan Özfatura, 7’si Yüksel Çakmur, 11’i Aziz Kocaoğlu, 1’i de Mustafa Tunç Soyer döneminde kardeş olmuş toplam 35 şehir…

Kardeş şehir olma ile ilgili çoğu meclis kararında, “iki şehir arasında dostluk bağlarının güçlendirilmesi, karşılıklı işbirliğini geliştirmek ve sosyal, kültürel siyasi ve ekonomik alanlarda görüş alışverişinde bulunmak amacıyla” şeklinde ifade edilen niyetin oluşumunda birbirinden çok farkı özelliklere sahip her bir şehrin birbirinden farklı özelliklerinin yeterince kavranmadığı, bütün şehirlere aynı bakışla yaklaşıldığı ortaya konulmakta… Oysa kardeş şehir olmak için yapılan her başvuru öncesinde her iki şehrin ortak olan ya da olmayan özelliklerinin iyice araştırılması, kardeş olunmak istenen kentin gerek ülkesindeki gerekse dünya kentleri arasındaki konumunun iyice irdelenmesi, özellikle o kentlerin yaşam kalitesini ortaya koyan göstergelerle İzmir’in göstergeleri arasında mukayeseler yapılması ve her yılın bitiminde bu göstergelerdeki gelişmelerin değerlendirilerek kardeş olmaktan kaynaklanan faydanın ölçülüp değerlendirilmesi gerekir.

Kardeşlik ilişkisi kurulan şehirler arasında ilgili meclis kararlarında yazılı olduğu gibi gerçek bir dostluk ilişkisinin olup olmadığı -ne yazık ki- bilinmemekte, karara esas olan komisyon raporlarında bile bu bilgilere yer verilmemekte, kardeşlik ilişkisinin gerekçe ve temelleri açıklanmamaktadır. İzmir’de ya da kardeş olunmak istenen diğer kentlerde yaşayan halkın böylesi bir ilişkinin kurulacağından haberdar olup olmadığı, buna ilişkin görüş, düşünce ve önerilerinin alınıp alınmadığı, diğer kentle yaşayanların İzmir’le kardeş olmayı isteyip istemediği dahi bilinmemektedir. Birileri bir kentle kardeş olunmasını istemekte ve bu görüş meclis çoğunluğuna kabul ettirildiği takdirde o kent kardeş kentimiz olmaktadır. Örneğin 1991 yılında kardeş kent olunan Danimarka‘nın Odense kentinde yaşayanlar ya da İzmir‘in her hangi bir ilçesinde ya da mahallesinde yaşayanlar İzmir‘le Odense‘nin kardeş olduklarını biliyorlar mı; daha doğrusu her iki kentte yaşayan insanlar Türkiye ile İzmir‘in ya da Danimarka ile Odense‘nin yerini biliyorlar mı? Kısacası, önceki yönetim dönemlerinde hangi gerekçe ile kardeş olunduğu bilinmeyen bu şehirlerle kardeşlik ilişkisi halen sürüyor mu? Sürüyorsa, hangi düzeyde devam ediyor; sürmüyorsa neden kesilip atılmış? Şehir yönetimleri ve halkı bütün bunlardan haberdar mı ve bu kardeşliğin devam etmesini istiyor mu?

Bütün bu can alıcı soruların, karar verici konumundaki İzmir Büyükşehir Belediye Meclisi üyelerince dürüst bir şekilde cevaplanması gerekmektedir…

İzmir‘in dünyanın farklı kıtalarındaki şehirlerle kurduğu kardeşlik ilişkisini ele alıp sorgularken aklımıza gelen diğer bir konu da, İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Tunç Soyer‘in seçilmeden önce “benim en önemli projem” diyerek tanıttığı ve İzmir‘i Akdeniz‘in öncü kenti yapmayı hedefleyen Akdeniz Kentleri Yönetim Ağı Projesi çerçevesinde, seçim sonrasında Barselona Belediye Başkanı Ada Colau, Beyrut Belediye Başkanı Jamal Itani, İskenderiye Valisi Dr. Abd El Aziz Konsowa, Marsilya Belediye Başkanı Jean-Claude Gaudin, Selanik Belediye Başkanı Yannis Butaris ve Venedik Belediye Başkanı Luigi Brugnaro’a hitaben yazılan 19 Nisan 2019 tarihli davet mektupları olacaktır.

Akdeniz’e kıyısı olan bu 6 kentle (Barselona, Beyrut, İskenderiye, Marsilya, Selanik ve Venedik) bir araya gelip oluşturulmak istenen Akdeniz Kentleri Yönetim Ağı çağrısı bugüne kadar adı geçen kentlerin yöneticileri tarafından cevaplanmamış olmasına karşın, bu çağrıyı da bu 6 kente yapılmış; ancak bugüne kadar kabul görmemiş başarısız bir “kardeş kent” olma talebi olarak kabul edebiliriz. Üstüne üstlük Akdeniz Kentleri Yönetim Ağı kapsamında ilişki kurulmak istenen Beyrut kentinde 4 Ağustos 2020 tarihinde meydana gelen büyük patlama sonrasında, gelecekteki kardeşlik ilişkisi ya da insanlık adına İzmir Büyükşehir Belediyesi‘nin bu kente yardım anlamında tek bir girişimi, tek bir desteği gündeme gelmemiş, o büyük patlama ile yok olan koskocaman kentin onarımı için çaba gösterilmemiştir.

Ayrıca İzmir‘in bu 35 kardeş kentle ne düzeyde kardeşlik ilişkisi sürdürdüğü, bu ilişki çerçevesinde kardeşlik adına neler yaptığı da kesin olarak bilinmemektedir. Evet, zaman zaman heyetler birbirlerini ziyaret etmekte, düzenledikleri toplantılara katılmaktadırlar; ama, bu kardeş kentlerin tümü ya da bir kısmı ile birlikte yapılan ortak bir proje ya da uygulamanın olup olmadığı, kardeşlik ilişkisinin somut bir şekilde eyleme dönüştürülüp dönüştürülmediği bilinmemektedir.

Çünkü İzmir Büyükşehir Belediyesi‘nin ülkemizdeki kardeş kentleri konusunda olduğu gibi yabancı kardeş kentler konusunda da tüm hizmet dönemleri boyunca ülkemizin uluslararası politika ve ilişkilerini dikkate alarak hazırlanmış ‘uygulanabilir“, ‘sürdürülebilir‘, ‘demokratik‘ ve ‘barışçı‘ bir diplomatik ilişki politikası, bu politikaya ait öncelik ve stratejileri, amaç ve hedefleri ile bu amaç ve hedeflere ulaşmayı sağlayan doğru, etkin, anlamlı ve sonuç alıcı eylem planları bulunmamaktadır. Bütün bunların mevcut olmayışı nedeniyle, İzmir Büyükşehir Belediyesi‘nin hem yurt içindeki hem de dışındaki “kardeş kent” ilişkileri bir bilinmezlik ve ilgisizlik içinde sahipsiz ve sonuçsuz kalmaktadır.

V- ÖNERİLERİMİZ….

Bütün bu bilgi ve değerlendirmeler sonrasında yurt içi ve dışı kentlerle kurulacak kardeş kent ilişkileriyle bu kentlere yapılacak bağışlar konusunda geliştirdiğimiz önerileri şu şekilde sıralayabiliriz:

🎯 İzmir Büyükşehir Belediye Meclisi tarafından yurt içindeki kardeş olsun ya da olmasın belediyelere bağışlanan her türlü taşıt aracı, iş makinesi ve benzerinin muhasebe kayıtlarındaki değeri yanında piyasadaki cari değerinin de dikkate alınması ve yapılan bağışın bir parti, belediye yönetimi ve bir siyasetçinin ikbali adına değil; İzmir halkı adına yapıldığı dikkate alınarak daha hesaplı, daha tutumlu davranılması,

🎯 Yurt içi ve dışındaki tüm kardeş kentlerin seçiminde bilgi, araştırma, analiz, bilimsel çalışma, ihtiyaç, sorun ve ölçüp değerlendirmeyi esas alan akılcı seçim yöntemlerinin kullanılması, verilen kararlarda politik kayırmalardan mümkün olduğu kadar uzaklaşılması,

🎯 İki kentin kardeş olması sürecinde o kentlerdeki yaşam kalitesi ile ilgili göstergelerle önceden belirlenmiş objektif kriterlerin kullanılması,

🎯 Yapılabilir, sürdürülebilir ve sonuç alabilir kardeş kent ilişkilerinin kurulması için buna dair temel politika, öncelik, strateji, hedef ve amaçlarla eylem planlarının düzenlenerek uygulanması,

🎯 Kardeş kent kararlarında ve ilişkilerinde öncelikle ülkemizin yürüttüğü uluslararası diplomasinin dikkate alınması,

🎯 Kardeş kent olma gerekçelerinden biri kentler arasındaki mevcut ya da olası ekonomik, ticari ilişkiler olduğundan; kardeş kent seçiminde İzmir Ticaret Odası‘nın kardeş odası olup sayısı -şimdilik- 87 olan ticaret odalarının faaliyette bulunduğu kentlerin tercih edilmesi ve bu çerçevede belediye meclisince karar alınırken ilgili meslek odalarıyla sivil toplum kuruluşlarının da görüşlerinin alınması,

🎯 İzmir Enternasyonal Fuarı‘nın son yıllardaki uygulamalarında “Misafir Ülke” ve “Misafir Kent” olarak kabul edilen ülke ve kentlerle ilişkilerin, kardeş kent ilişkileri ile ilgili politika, öncelik, strateji, hedef ve amaçlar içinde ele alınarak kent diplomasisi anlamında bütünlüğün sağlanması,

🎯 Kardeş kent ilişkilerinin, kentler arasındaki ekonomik/ticari, toplumsal, kültürel/sanatsal ve turistik faaliyetlerle ilgili bilgi ve istatistiklerin izlenerek güçlendirilmesi ve yıllık ölçekte değerlendirilerek yarattığı faydanın ölçülmesi,

🎯 Yurt içindeki kardeş kentlerle ilişkilerin güçlendirilmesi için o kentlerle ilgili hemşeri dernekleriyle olan ilişkilerin ele alınıp güçlendirilmesi ve bu derneklerin kent konseyi çalışmalarına dahil edilmesi,

🎯 İzmir‘e yurt içi ve dışı göçlerle gelen grupların geldikleri kentlerle kardeş kent ilişkisinin kurulması ve göçten kaynaklanan sorunların çözümünde bu tür ilişkilerin dikkate alınması,

🎯 İzmir’in ilçe belediyeleriyle yurt içi ve dışındaki belediyelerle “kardeş kent” olma gibi bir yöntem yerine daha çok somut bir işin ya da projenin birlikte yapılmasına veya yapılacak bir işin paylaşımına dayalı işbirliklerinin geliştirilmesine önem verilmesi,

doğru ve yerinde olacaktır.

Bundan böyle karar vericilerle uygulamacıların bu konudaki bilgileri daha da derinleştirerek araştırmalar yapması ve yukarıda sıralanan önerileri dikkate alıp tartışması dileğiyle…

Okunmasında yarar gördüklerim:

Akman, Ç., Akman, E. (2017) “Türkiye’de Kardeş Şehir Uygulamalarının Dört Büyükşehir Belediyesi Üzerinden Nitel Bir Analizi“, Süleyman Demirel Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Yıl: 2017/2, Sayı 27, s.228-254.

Bay, A. (2020) “Türkiye’nin Ulusal ve Uluslararası Ölçekteki Kardeş Şehir İlişkileri – Dönemsel, Mekânsal, Kültürel, Fonksiyonel ve Politik Etkenlerin Analizi”, Yayınlanmamış Doktora Tezi, Çanakkale.

Bay, A., Çalışkan, V. (2020) “Türkiye’nin Uluslararası Kardeş Şehir Anlaşmalarında Tercih Faktörleri ve Mekansal Dağılış Özellikleri“, Doğu Coğrafya Dergisi, Haziran-2020, Yıl: 25, Sayı: 43, s.73-92.

Kurutçu, K., Memiş, L. (2020) “Kıyaslamanın (Benchmarking) ve Öğrenmenin Aracı Bir Unsuru Olarak Kardeş Kent Uygulaması“, Uluslararası Yönetim Akademisi Dergisi, Yıl: 2020, Cilt:3, Sayı:1, s.37-47

Şahin, S.Z., Söylemez, E. (2014) “Türk Belediyelerinin Küresel Kardeş Kent Ağlarındaki Farklılaşmalar ve Benzerlikler“, Kentsel ve Bölgesel Araştırmalar Ağı (KBAM) 5. Kentsel ve Bölgesel Araştırmalar Sempozyumu, s.21-32.

Gediz Nehri, Havzası, Deltası ve İzmir Körfezi ile Bir Bütündür… (2)

Ali Rıza Avcan

Yazımızın birinci bölümünde Gediz Nehri‘nin, Gediz Nehri Havzası‘nın, Gediz Deltası ya da Gediz Deltası Sulak Alanı‘nın ve İzmir Körfezi‘nin ekolojik özellikleri konusunda bilgiler vererek aslında bu dört değerin tek bir bütünü oluşturan eşsiz bir ekosistem olduğunu, o nedenle de birbirlerinden koparılarak ele alınamayacağını anlatmaya çalıştık.

Bugünkü bölümde ise bu ekosistemin bir bütün olarak nasıl ele alınabileceğini, bu amaçla kimlerle ne şekilde neler yapılabileceğini tartışmaya çalışıp ortaya çıkan değerlendirmeler üzerinden öneriler geliştirmeye çalışacağız.

Havza yapısı

O nedenle öncelikle elimizde mevcut olanları belirleyip masanın üstüne koyalım isterseniz:

I – Gediz Ekosistemi bileşeni olarak:

1) Gediz Nehri,

2) Gediz Nehri Havzası,

3) Gediz Deltası ya da Gediz Deltası Sulak Alanı,

4) İzmir Körfezi.

II – Gediz Ekosistemi sorunları olarak:

1) Yeraltı ve yer üstü su kaynaklarının yoğun bir şekilde talan edilip kirlenmesi,

2) Verimli tarım topraklarının kirlenip imara açılmalar nedeniyle azalması ve tuzlanması,

3) Ekosistemdeki tarım ve hayvancılık faaliyetlerinin çevre kirliliğinden olumsuz bir şekilde etkilenmesi,

4) Ekosistemdeki çevre kirliliğinin toplum sağlığını olumsuz yönde etkilemesi.

III – Gediz Ekosistemi’nden sorumlu kurum ve kuruluşlar olarak:

1) Tarım ve Orman Bakanlığı: (Su Yönetimi Genel Müdürlüğü, Balıkçılık ve Su Ürünleri Genel Müdürlüğü, Bitkisel Üretim Genel Müdürlüğü, Doğa Koruma ve Milli Parklar Genel Müdürlüğü, Hayvancılık Genel Müdürlüğü, Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü, Türkiye Su Enstitüsü, Orman Genel Müdürlüğü, Tarım ve Kırsal Kalkınmayı Destekleme Kurumu),

2) Çevre ve Şehircilik Bakanlığı: (Çevresel Etki Değerlendirmesi, İzin ve Denetim Genel Müdürlüğü, Çevre Yönetimi Genel Müdürlüğü, Tabiat Varlıklarını Koruma Genel Müdürlüğü, Koruma Kurulu Müdürlükleri),

3) Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı: (Kalkınma Ajansları Genel Müdürlüğü, Sanayi Bölgeleri Genel Müdürlüğü),

4) Sağlık Bakanlığı: (Halk Sağlığı Genel Müdürlüğü, Sağlık Hizmetleri Genel Müdürlüğü),

5) İl valilikleri: Kütahya, Manisa, Aydın, Uşak, Denizli ve İzmir valilikleri,

6) Büyükşehir Belediyeleri: Aydın, İzmir ve Manisa Büyükşehir Belediyeleri,

7) Gediz Ekosistemi içinde yer alan 22 adet ilçe belediyesi: Manisa/Ahmetli, Akhisar, Alaşehir, Demirci, Gölmarmara, Gördes, Köprübaşı, Kula, Salihli, Sarıgöl, Saruhanlı, Şehzadeler, Selendi, Turgutlu, Yunusemre, İzmir/Foça, Menemen, Çiğli, Kemalpaşa, Kütahya/Gediz, Şaphane ve Pazarlar,

8) Organize Sanayi Bölgeleri: Çiğli Atatürk, Kemalpaşa, Bağyurdu, Turgutlu, Manisa, Akhisar, Menemen, Kula, Demirci Organize Sanayi Bölgeleri.

IV – Gediz Ekosistemi ile ilgili çalışmalara yardımcı olabilecek kurum ve kuruluşlar: Üniversiteler, meslek odaları, ticaret borsaları, ziraat odaları, tarım kooperatifleri, çevre koruma ve ekoloji ile ilgili sivil toplum kuruluşları (Doğa Derneği, EGEÇEP, Ekoloji Birliği vb.)

1) Ege Belediyeler Birliği: Aralarında Gediz Nehri Havzası‘nda bulunan İzmir Büyükşehir, Çiğli, Foça, Kemalpaşa, Kütahya/Gediz, Şaphane, Manisa/Demirci, Selendi, Kula, Sarıgöl, Alaşehir, Salihli, Ahmetli, Turgutlu, Köprübaşı, Gördes, Akhisar, Marmara, Saruhanlı, Manisa Büyükşehir, Yunusemre, Kütahya/Gediz, Şaphane ve Pazarlar belediyelerinin de bulunduğu toplam 121 il, ilçe ve belde belediyesi.

2) Ege Ekonomiyi Geliştirme Vakfı (EGEV): İzmir, Afyon, Aydın, Denizli, Muğla, Manisa, Kütahya, Çanakkale, Balıkesir ve Uşak valilikleri.

3) Kalkınma Ajansları: İzmir Kalkınma Ajansı, Güney Ege Kalkınma Ajansı (Aydın, Denizli, Muğla), Zafer Kalkınma Ajansı (Afyonkarahisar, Kütahya, Manisa, Uşak),

4) Diğer mahalli birlikler: Menemen Sol Sahil Sulama Birliği, Menemen Sağ Sahil Sulama Birliği, Katı Atık Birlikleri (Manisa İli Çevre Hizmet Birliği (MEÇEB), Turgutlu, Ahmetli İlçe ve Belde Belediyeleri Katı Atık Bertaraf Tesisi Birliği, İl Özel İdaresi, Salihli Belediyesi ve Belde Belediyeler Katı Atık Bertaraf Tesis Birliği, Kula İlçesi Belediyeleri Çevre Birliği, Akhisar, Gördes, Gölmarmara, Soma Kırkağaç İlçe ve Belde Belediyeleri Birliği AKÇEB + SOMKIRÇEB, İl Özel İdaresi, Demirci, Selendi, Köprübaşı İlçe ve Belde Belediyeleri Birliği, Uşak İli Sürdürülebilir Çevre Yönetimi Belediyeler Birliği, Kütahya İli Yerel Yönetimler Katı Atık Bertaraf Tesisleri Yapma ve İşletme Birliği)

V – Gediz Ekosistemi için şimdiye kadar yapılan işler: Gediz Ekosistemi ile ilgili olarak yapılan araştırma ve planlama çalışmalarını ise şu şekilde sıralayabiliriz:

1) Gediz Havzası Koruma Eylem Planı, 2015,

2) Gediz Nehir Havzası Yönetim Planı, Kasım 2018,

3) Gediz-Bakırçay Havzası Sürdürülebilir Kalkınma Stratejisi, Ağustos 2015,

4) Gediz Havzası Hassas Su Kütleleri İyileştirme Eylem Planı, 2015,

5) Gediz Havzası Nehir Havza Yönetim Planın Yeraltı Suları Veritabanı, Kasım 2018,

6) Gediz Nehri Havza Yönetim Planı Yerüstü Suları Veritabanı, Kasım 2018,

7) Gediz Deltası Sulak Alan Yönetim Planı, Mart 2007.

Yukarıdaki uzun listeden de görülebileceği gibi, Gediz Ekosistemi olarak adlandırdığımız sistemle ilgili sorunlar ve bu sorunların çözümü konusunda görevli, yetkili ve sorumlu olanlar o kadar çok olmasına karşın; bugüne kadar yapılıp ortaya çıkan somut çalışma -ne yazık ki- çok azdır. Gediz Ekosistemi‘ndeki bileşenleri birbirinden ayırarak yapılan uzun araştırmalar sonucunda ortaya konulan stratejik planlarla eylem planlarında hedef ve amaç olarak belirtilip altı üst düzey yetkililer tarafından mühürlenip imzalanan birçok hedef ve amaca bugün itibariyle ulaşılamadığı, bir anlamda planlama aşamasının sonrasına geçilemediği görülmektedir.

Bu çerçevede Gediz Nehri Havzası ile ilgili sorunların çözümü önce valiliklere bırakılmış, bunun başarısız olduğu görüldüğünde ise iş havza planı boyutunda tümüyle merkezi yönetim temsilcilerinden oluşan kurum ve kurullara (Tarım ve Orman Bakanlığı’na bağlı Havza Yönetimi Daire Başkanlığı, Su Yönetimi Koordinasyon Kurulu, Havza Yönetimi Merkez Kurulu, Havza Yönetim Heyetleri ve İl Su Yönetimi Koordinasyon Kurulları) bırakılmış, Gediz Deltası Sulak Alanı‘ndaki koruma bölgeleri İzmir Körfez Geçişi Projesi gibi büyük rant projelerine açılmış, sulak alan içindeki koruma bölgeleri sırf bu amaçla daraltılmış ve yapılaşmaya uygun hale getirilmiş, İzmir Körfezi‘nin temizliği ile ilgili “İzmir Körfezi ve Limanı Rehabilitasyon Projesi“ne ise başlanmamıştır.

Kısacası Gediz Nehri, Gediz Nehri Havzası, Gediz Deltası ve İzmir Körfezi için söylenenler, verilen sözler şu an itibariyle yerine getirilmemiş, Gediz Ekosistemi hızlı bir şekilde kirlenmeye devam etmiştir.

Şimdi bu durumda, yukarıda tek tek belirttiğimiz faktörleri dikkate alarak ne yapılabiliriz?

1. Öncelikle Gediz Nehri Havzası gibi tüm havzalarda sadece merkezi yönetime görev, yetki ve sorumluluk veren, belediyeleri, üniversiteleri, sivil toplumu istendiği takdirde davet edilen kurum ve kuruluş mertebesine koyan yasal düzenlemeler en kısa sürede demokratikleştirilerek bu tür havza planlamalarında ve uygulamalarında oraları kirletenlerin ya da kirletilmesini önleyecek olanların sürece dahil edilmesi sağlanmalıdır. Çünkü bugüne kadarki uygulama, “ben her şeyi bilirim ve yaparım” diyen merkezi yönetim kurumlarının başarısızlığını net bir şekilde ortaya koymuştur.

2. İkinci olarak Gediz gibi kaynağı, yatağı, çevresindeki havzası, döküldüğü alan ve ulaştığı yer itibariyle özel bir ekosistem olan değerlerin parçacı bir anlayış yerine tüm parçaları hep bir arada ele alan bütüncül bir şekilde ele alınması, planlanması, uygulamanın bu planlamaya göre yapılması ve uygulamanın izlenerek her yıl düzenlenecek raporlarla kamuoyunun bilgisine sunulması gerekir.

Bu bağlamda Gediz Ekosistemi‘nin bir parçası olan Gediz Deltası‘nı ya da Gediz Nehri Sulak Alanı‘nı UNESCO’nun Dünya Mirası Listesi‘ne dahil etmek çözüm olmayacak, söz konusu delta nehrin devamlı getirdiği kirlilikle bir Dünya Mirası olma özelliğini koruyamayacaktır. Yapılan başvuru ile Delta’nın Geçici Liste’ye alınması mümkün olmakla birlikte, Geçici Liste’de kaldığı süre içinde; hatta asıl listeye alınsa bile asıl listede bulunduğu süre içinde Gediz Nehri’ndeki kirlenme önlenemediği takdirde Gediz Nehri Sulak Alanı‘nın listelerden çıkarılması ihtimali her an için mümkün olabilecektir. Bu konuya geçmişten verilebilecek en iyi örnek, UNESCO’nun Dünya Mirası Listesi‘nde yer alan İstanbul Tarihi Yarımada‘daki çarpık yapılaşma üzerine 2010 yılında UNESCO‘nun, İstanbul Tarihi Yarımada‘sının listeden çıkarabileceğini belirtmesi üzerine bölgenin korunması konusuna daha fazla önem ve öncelik verilmesidir.

3. İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer‘in, seçim öncesinde yayınladığı “Çok Renk, Çok Ses, Çok Nefes” isimli seçim bildirgesinin “Demokrasi” başlığını taşıyan bölümünde yazılı olan bir açılımı vardı. Tunç Soyer o bildirgede, “Merkezi hükümet ile İzmir Vizyon Ortaklığı kuracağız” diyerek AKP iktidarına bir başka deyişle birlikte çalışma çağrısı yapıyordu. Bu çağrıyı ve özellikle de “İzmir Vizyon Ortaklığı” sözcüğünü şu sıralar pek dile getirmese de; hem seçim döneminde, hem de sonrasında yaptığı sözlü açıklamalarda İzmir’in çıkarı için merkezi yönetimle birlikte çalışabileceğini, bu konuda ortak projeler geliştirebileceğini söylediğini hatırlıyoruz.

Bu nedenle, İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer‘in seçim öncesi ve sonrasında dile getirdiği “İzmir Vizyon Ortaklığı” önerisi bağlamında Gediz Nehri‘nin, Gediz Nehri Havzası‘nın, Gediz Deltası‘nın ve İzmir Körfezi ile ilgili her düzeydeki çalışma ya da projenin merkezi hükümetle belediyelerin işbirliği; özellikle de Tunç Soyer‘in başkanı olduğu İzmir Büyükşehir Belediyesi ve Ege Belediyeler Birliği‘nin katıldığı bir işbirliği içinde birlikte gerçekleştirilmesi, bunun için girişimde bulunulması, merkezi iktidar temsilcileriyle görüşüp ortak projeler geliştirilmesi; böylelikle Gediz Ekosistemi‘nin bir bütün olarak ele alınması mümkün değil midir?

Ayrıca, Kemalpaşa Belediyesi‘nin 2020-2024 dönemi Stratejik Planı’nda bir hedef olarak belirlediğimiz; merkezi yönetim kurumlarının Gediz Nehri Havzası‘nın korunması konusundaki yetersizliği nedeniyle, havzada yer alan belediyeler arasında ve İzmir Büyükşehir Belediyesi ile Çiğli, Kemalpaşa ve Menemen belediyelerinin öncülüğünde havza sorunlarını merkezi yönetim ile birlikte çözmek üzere bir Gediz Nehri Havzası Belediyeler Birliği kurmak mümkün değil midir?

Şayet bu yapılamazsa bile, bu dört bileşenin her biriyle ilgili ayrı ayrı faaliyet ya da projelerde diğer bileşenlerin de dikkate alınması, birbirleriyle ilişki ve etkileşimlerinin sorgulanması; örneğin, Gediz Deltası‘nın UNESCO‘nun Dünya Mirası Listesi‘ne alınması için girişimde bulunulurken, aslında bunun Gediz Nehri Havzası ile Deltası‘ndaki çevre kirliliği giderilmeden yapılmak istenmesinin yanlış olduğunun görülüp belirtilmesi; böylesi bir girişimde bulunulurken hem havzadaki hem de deltadaki çevre kirliliğinin giderilmesi için merkezi yönetime ortak çalışma çağrısının yapılması, bunun için gayret gösterilmesi, bu konuda -en azından- İzmir kamuoyundan destek istenmesi mümkün değil midir?

Kısacası, Gediz Ekosistemi‘ni oluşturan bileşenlerin biri için tek başına çalışmaya karar verilmesinden önce, merkezi yönetimle birlikte çalışma için bütün yolların, çarelerin tüketilip; yanıt alınmaması ya da çağrının kabul edilmemesi durumda “Ben uğraştım; ama, olmadı. Böylelikle günah da benden gitmiş oldu” demek ve bu konuyu İzmir kamuoyuna anlatmak, o kadar mı zor acaba?

Ayrıca, İzmir Büyükşehir Belediyesi tarafından, ÇED Raporu onaylanmış “İzmir Körfezi ve Limanı Rehabilitasyon Projesi“ne bir an önce başlanması suretiyle İzmir Körfezi‘ndeki mevcut su akıntısıyla kalitesinin arttırılması suretiyle körfezin temizlenmesi sağlanmalıdır.

Yararlanılan Kaynaklar

1. Gediz Havzası Hassas Su Kütleleri İyileştirme Eylem Planı,

2. Gediz Havzası Koruma Eylem Planı Kitapçığı, T.C. Orman ve Su İşleri Bakanlığı Su Yönetimi Genel Müdürlüğü.

3. Gediz Havzası Koruma Eylem Planı- Proje Nihai Raporu, T.C. Orman ve Su İşleri Bakanlığı Su Yönetimi Genel Müdürlüğü & TUBİTAK MAM, Kasım 2013, Gebze, Kocaeli.

4. Gediz Havzası Nehir Havza Yönetim Planın Yeraltı Suları Veritabanı, T.C. Orman ve Su İşleri Bakanlığı Su Yönetimi Genel Müdürlüğü & TUBİTAK MAM, Kasım 2018, Gebze, Kocaeli.

5. Gediz Nehir Havzası Yönetim Planı, T.C. Orman ve Su İşleri Bakanlığı Su Yönetimi Genel Müdürlüğü, Kasım 2018.

6. Gediz Nehri Havza Yönetim Planı Yerüstü Suları Veritabanı, T.C. Orman ve Su İşleri Bakanlığı Su Yönetimi Genel Müdürlüğü & TUBİTAK MAM, Kasım 2018, Gebze, Kocaeli.

7. Gediz-Bakırçay Havzası Sürdürülebilir Kalkınma Stratejisi, İzmir Büyükşehir Belediyesi & Ege Üniversitesi & İzmir Yüksek Teknoloji Enstitüsü, Ağustos, 2015, İzmir.

8. Ulusal Havza Yönetim Stratejisi 2014-2023, T. C. Orman ve Su İşleri Bakanlığı, 2014.

9. Ulusal Su Planı 2019-2023, T.C. Tarım ve Orman Bakanlığı.

10. İzmir Körfezi ve Limanı Rehabilitasyon Projesi ÇED Raporu, 2013.

11. İzmir Körfezi ve Limanı Rehabilitasyon Projesi ÇED Raporu, 2016.

12. Su Yönetimi Koordinasyon Kurulu’nun oluşumu ile ilgili 2012/7 sayılı Başbakanlık Genelgesi, 20.03.2012 tarih, 28239 sayılı Resmi Gazete.

13.Tarım ve Orman Bakanlığı’nın Havza Yönetimi Merkez Kurulu, Havza Yönetim Heyetleri ve İl Su Yönetimi Koordinasyon Kurullarının Teşekkülü, Görevleri, Çalışma Usul ve Esaslarına Dair Tebliği, 18.01.2019 tarih, 30659 sayılı Resmi Gazete.

Protokoller ve şeffaflık…

Ali Rıza Avcan

Pacta sunt servanda(Anlaşmalar her zaman gözlemlenmelidir)

Protokol‘ sözcüğünün Türkçe Sözlük’teki karşılığı iki ayrı anlamı ifade ediyor.

İlk anlamı “kimi törenlerde ve durumlarda uyulması gereken kuralların genel adı” olarak tanımlanıyor.

İkinci anlamı ise, “resmi bir toplantı, oturum, soruşturma ve benzeri sonunda iki yanca imzalanan, ilerde yapılacak bir anlaşmaya, sözleşmeye dayanak olacak belge” olarak tanımlanıyor.

Biz bugün burada bu sözcüğün birinci anlamı ile değil, ikinci anlamı üzerinde duracağız: İki ya da daha fazla taraf arasında önceden belirlenen ilke ve yöntemler boyutunda yapılan anlaşmalar üzerinde duracağız. Özellikle İzmir’de son günlerde İzmir Büyükşehir Belediyesi ile Türkiye Mimar ve Mühendis Odaları Birliği’ne (TMMOB) bağlı meslek odaları arasında imzalanan protokol üzerinde duracağız.

Bilindiği gibi İzmir Büyükşehir Belediyesi hem Anayasa, hem de 5216 sayılı Büyükşehir Belediyesi Kanunu ile 5393 sayılı Belediye Kanunu hükümlerine göre bir kamu kurumudur.

Aynı şekilde Türkiye Mimar ve Mühendis Odaları Birliği de kendisinin oluşumunu sağlayan 6235 sayılı Türk ve Mühendis Odaları Birliği Kanunu’nun 1. maddesine göre “kamu kurumu niteliğinde meslek kuruluşu“dur.

Ele aldığımız protokol, 21 Ekim 2019 tarihli protokolün 3. maddesinde de belirtildiği gibi, 5393 sayılı Belediye Kanunu’nun 13 ve 75. maddeleri ile 6235 sayılı Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği Kanunu’nun 2. maddesinin (c) maddesi hükümlerine dayanılarak düzenlenmiştir.

Protokolün yasal dayanağını oluşturan 5393 sayılı Belediye Kanunu’nun ‘Hemşeri Hukuku‘ ile ilgili 13. maddesinde, “Belediye, hemşehriler arasında sosyal ve kültürel ilişkilerin geliştirilmesi ve kültürel değerlerin korunması konusunda gerekli çalışmaları yapar. Bu çalışmalarda üniversitelerin, kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarının, sendikaların, sivil toplum kuruluşları ve uzman kişilerin katılımını sağlayacak önlemler alınır.“,

Ayrıca, aynı kanunun ‘Diğer Kurumlarla İlişkiler‘ başlığını taşıyan 75. maddesinin (c) fıkrasında, “Kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları, kamu yararına çalışan dernekler, Cumhurbaşkanınca vergi muafiyeti tanınmış vakıflar ve 7/6/2005 tarihli ve 5362 sayılı Esnaf ve Sanatkârlar Meslek Kuruluşları Kanunu kapsamına giren meslek odaları ile ortak hizmet projeleri gerçekleştirebilir. Diğer dernek ve vakıflar ile gerçekleştirilecek ortak hizmet projeleri için mahallin en büyük mülki idare amirinin izninin alınması gerekir.” 

Hükümleri yer aldığına göre yarın öbür gün İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin ya da diğer belediyelerin ticaret, sanayi ve esnaf odalarıyla, Mülkiyeliler Birliği gibi kamu yararına çalışan derneklerle ve vergi muafiyeti tanınmış vakıflarla protokol imzalaması da mümkün görülmektedir.

Kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarının, kamu yararına çalışan derneklerin, vergi muafiyeti tanınmış vakıfların kendi görev, yetki ve sorumluluk alanlarına giren konularda belediyelerle protokol imzalayıp işbirliği içinde çalışmaları oldukça yararlı ve doğru bir girişim olmakla birlikte; merkezi yönetimin yerel yönetimler üzerindeki vesayet denetiminin azaltılabilmesi amacıyla izin verilenlerin dışında kalan diğer dernek ve vakıflarla işbirliği yapma konusunda valilere tanınan yetkinin kaldırılarak, bu konudaki tüm yetkinin belediyelere verilmesi gerekmektedir.

Ayrıca, 31 Mart 2019 tarihli yerel seçimler öncesinde Seferihisar Belediyesi’nin Uluslararası Şeffaflık Derneği’nden aldığı Şeffaf Belediyecilik Ödülü‘ne esas olan denetim raporunun, dernekle belediye arasında imzalanan protokolün ‘gizlilik ilkesi‘ nedeniyle (!!!) belediye başkanının onayı olmadan kamuoyuna açıklanmadığını hatırladığımız için; 

izmir-tmmob-2Başkanı ve meclis üyeleri halkın oyuyla seçilen belediyelerle ilgili her türlü işbirliği çalışmasının  halkın bilgi alma hakkı çerçevesinde şeffaf bir şekilde yapılması; hem düzenlenen işbirliği protokollerinin hem de bu protokoller çerçevesinde alınan her görüşme ve kararın; ayrıca, bu kararlar çerçevesinde hayata geçen her uygulamanın Aziz Kocaoğlu dönemindeki İzmir Ekonomik Kalkınma ve Koordinasyon Kurulu (İEKKK) uygulamasında olduğu gibi kapalı kapılar ardında değil, kamuoyunun gözü önünde şeffaf bir şekilde; özellikle de belediye meclislerinden onay alınması ya da bilgi verilmesi suretiyle yapılması uygun ve doğru olacaktır.

‘Sürdürülebilir Kalkınma Stratejileri’ ve İzmir (1)

Ali Rıza Avcan

İzmir Büyükşehir Belediyesi 2014 yılından bu yana, metropol olarak tanımladığımız kent merkezindeki 10 (Balçova, Bayraklı, Bornova, Buca, Çiğli, Gaziemir, Karabağlar, Karşıyaka, Konak, Narlıdere) ilçe dışında kalan diğer 20 ilçe için, bu ilçelerin içinde bulunduğu coğrafi havzaları dikkate alarak üç ayrı sürdürülebilir kalkınma stratejisi belgesi hazırladı.

001Bu belgeler sırasıyla, 2014 yılının Temmuz ayında yayınlanan Yarımada Sürdürülebilir Kalkınma Stratejisi, 2015 yılının Ağustos ayında yayınlanan Gediz-Bakırçay Havzası Sürdürülebilir Kalkınma Stratejisi, 2016 yılı Aralık ayında yayınlanan Küçük Menderes Havzası Sürdürülebilir Kalkınma ve Yaşam Stratejisi adlarını taşıyor.

Bu üç belge arasındaki en yenisi olan Küçük Menderes Havzası Sürdürülebilir Kalkınma ve Yaşam Stratejisi belgesi, 2016 yılı Aralık ayında yayınlandığı halde tanıtım toplantısı aradan tam 11 ay geçtikten sonra, 18 Kasım 2017, Cumartesi günü Havagazı Kültür Merkezi’nde yapıldı.

Üç farklı coğrafi havza için hazırlanan sürdürülebilir kalkınma strateji belgelerini incelediğimizde; ilk yayınlanan Yarımada Sürdürülebilir Kalkınma Stratejisi belgesinin 5 (Çeşme, Güzelbahçe, Karaburun, Seferihisar ve Urla), ikincisi olan Gediz-Bakırçay Havzası Sürdürülebilir Kalkınma Stratejisi belgesinin 7 (Aliağa, Bergama, Dikili, Foça, Kemalpaşa, Kınık, Menemen ve Çiğli’nin Gediz Deltası’nı barındıran bölümleri), üçüncüsü ve en sonuncusu olan Küçük Menderes Havzası Sürdürülebilir Kalkınma ve Yaşam Strateji belgesinin ise 8  (Bayındır, Beydağ, Kiraz, Menderes, Ödemiş, Selçuk, Tire, Torbalı) ilçeyi; her üçünün toplam 20 ilçeyi kapsadığı görülecektir.

Her üç strateji belgesini hazırlayan bilimsel kadroyu sıralamaya kalktığımızda proje yöneticiliğinin İzmir Yüksek Teknoloji Enstitüsü öğretim üyesi Doç. Dr. Koray Velibeyoğlu tarafından yapıldığını, proje ekibinde ise İzmir Yüksek Teknoloji Enstitüsü’nden Doç. Dr. Semahat Özdemir‘in, Prof. Dr. Alper Baba‘nın, öğretim görevlisi Dr. Zeynep Durmuş Arsan‘ın, Yrd. Doç. Dr. H. Engin Duran‘ın, Ege Üniversitesi’nden Prof. Dr. Adnan Kaplan‘ın, Prof. Dr. Murat Boyacı‘nın, Prof. Dr. Yusuf Kurucu‘nun, araştırma görevlileri Nurdan Erdoğan ile Özlem Yıldız‘ın, Dr. Tolga Esetlili‘nin, Dokuz Eylül Üniversitesi’nden Doç. Dr. Orhan Gündüz‘ün, Yarımada Sürdürülebilir Kalkınma Stratejisi için bu ekipten farklı olarak Prof. Dr. Hüsnü Erkan ile Araştırma Görevlisi Eser Afşar‘ın görev aldığını görürüz. 

002Yarımada Sürdürülebilir Kalkınma Stratejisi belgesi İzmir Kalkınma Ajansı (İZKA) tarafından hazırlattırıldığı halde Gediz-Bakırçay Havzası Sürdürülebilir Kalkınma Stratejisi ve Küçük Menderes Havzası Sürdürülebilir Kalkınma ve Yaşam Stratejisi doğrudan doğruya İzmir Büyükşehir Belediyesi tarafından hazırlattırılmıştır.

Yapılan bu çalışmaların fiziki boyutlarına gelince; Yarımada Sürdürülebilir Kalkınma Stratejisi belgesinin 283 sayfalık, Gediz-Bakırçay Havzası Sürdürülebilir Kalkınma Stratejisi belgesinin 421 sayfalık, sonuncu belge olan Küçük Menderes Havzası Sürdürülebilir Kalkınma ve Yaşam Stratejisi belgesinin de 396 sayfalık bir yayın olduğu; böylelikle toplam hacmi 1.100 sayfa olan bu üç ayrı belge ile İzmir’in 20 farklı ilçesinin üç ayrı coğrafi havza boyutunda sürdürülebilir kalkınma stratejilerinin belirlenmeye çalışıldığı görülür.

Her üç strateji belgesi de aynı akademik kadro tarafından hazırlandığı için havzalar ve ilçeler ölçeğindeki stratejilerin belirlenmesinde “varlık odaklı yaklaşım” adı verilen bir yöntem uygulanmış; böylelikle bu stratejileri belirleyenlerin kendi ifadesine göre “bardağın boş tarafı yerine dolu tarafı görülmeye” çalışılmıştır.

Her üç çalışmayı yapan akademik kadronun ifadesine göre üç ayrı havzanın bütüncül bir bakış açısı ile değerlendirilmesi ve havzalarda yer alan her bir ilçenin kendine özgü öncelikleri doğrultusunda yerelde kalkınması hedeflenmiştir. “Yöntem olarak aşağıdan yukarıya doğru ilerleyen, yerel varlıkları tanımlayıp bunun üzerinden varlık-odaklı kalkınma fikirleri geliştirmeyi hedefleyen bir yaklaşım benimsenmiştir. Ortaya konulan hedeflerin uygulanmasına kolaylık sağlayacak strateji haritası ve yönetişim boyutu da geliştirilmiştir.” (1)

Ancak mevcut varlıklar dışında mevcut olmayan varlıklara; yani yaşanan sıkıntı ve sorunlara, dolu yanla boş yanın diyalektik ilişkisi içinde bütüncül bir açıdan bakılmadığı; böylelikle strateji belgesini dikkate alacak yöneticilerin hoşuna gidecek sonuçlara ulaşıldığı için hazırlanan belgelerin plan olarak nitelenmesi mümkün olmamış, bu belgeleri hazırlayanlar da ortaya çıkan şeye “plan” demekten ısrarlı bir şekilde kaçınmışlardır.

003O nedenle, bu üç ayrı stratejik belge ile İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin 2015-2019 dönemine ait stratejik planı; ayrıca mevcut fiziki planları arasında bir ilişkinin kurulması ya da bir uyumun sağlanması şeklinde bir kaygının bulunmadığı görülmektedir.

2014-2016 döneminde İzmir’in 20 ilçesi için arka arkaya hazırlattırılan bu üç sürdürülebilir kalkınma strateji belgesi sonrasında artık bundan böyle atılacak dördüncü bir adım kalmadığına göre; yazımızın bundan sonraki bölümlerinde bu üç ayrı belgenin kendi içindeki çözümlemelerini yaparak aradan geçen üç yılın sonunda bugüne kadar nasıl bir uygulamaya konu olduklarını, bu halleriyle ne işe yaradıklarını ve gelecek için ne vaat ettiklerini ortaya koymaya çalışacağız.


(1) Küçük Menderes Havzası Sürdürülebilir Kalkınma ve Yaşam Stratejisi, İzmir Büyükşehir Belediyesi, Aralık 2016, İzmir, s.21

Devam Edecek…

İzmir Kent Hareketi

Ali Rıza Avcan

Bir süre önce Mesut Güngör ile yaptığım bir sohbet sırasında çantasından çıkarıp masanın üstüne koyduğu küçük bir broşürün adıydı “İzmir Kent Hareketi“.

Sanırım ben dahil bugün birçok kişinin bilmediği; hatta haberinin bile olmadığı küçük, değerli, bugünkü anlamıyla mücevher kıymetinde bir belge.

1994 yılında İzmir boyutunda bir kent mücadelesi vermek için bir araya gelen Zuhal Amato (Okuyan), Nezih Aytaçlar, Bingül Başarır, Ahmet Burak, Elvan Feyzioğlu, Ercan Günaydın, Mesut Güngör, Ali Osman Karababa, Gökalp Müstecaplıoğlu, Fetay Soykan, Bahar Ulusoğlu Darn ve Coşkun Üsterci gibi kişilerin bir araya gelerek oluşturdukları bir broşür.

Tarihi Haziran 1994, sayısı broşürün kendisi bir taslak olduğu için sadece “0”. Broşürün sahibi ve sorumlu yazı işleri müdürü ise Radyo Aktif Birleşik İletişim Ltd. Şti. adına Ahmet Burak.

İzmir kentinin toplumsal mücadeleler tarihi açısından çok önemli olduğunu düşündüğüm bu broşürü özetlemek yerine tarihi anlamda değerli olan her bir sayfasını sizlerle paylaşmanın daha doğru olacağına inanıyorum.

Ancak bunu yapmadan önce, İzmir ölçeğinde anti-kapitalist kent mücadelesinin dağınık ve yetersiz olup henüz tüm İzmir’i kucaklayan merkezi bir örgütlenmenin sağlanamadığı günümüz koşullarında tüm bir kenti, bu kentteki kurum ve kişileri kucaklayacak bir kent mücadelesini örgütlemek isteyenlerin 1994 tarihli bu 24 yıllık belgeden çok şey öğreneceğini; anti kapitalist kent mücadelesinin sadece “çevre“, “imar” ve “yapılaşma” konu ve sorunlardan ibaret olmadığını, bu sorunların yanında “sağlık“, “ulaşım“, “göç“, “konut“, “eğitim“, “yoksulluk“, “güvenlik“, “çocuklar“, “gençlik” “engelliler“, “yaşlılar“, “kadınlar“, “işçiler“, “emekçiler“, “emekliler“, “kültür“, “sanat“, “tarım“, “katılım“, “yönetim“, “turizm” ve “mülkiyet” gibi kentte yaşamaktan ya da çalışmaktan kaynaklanan birçok konu ve sorunla ilgili olduğunu hatırlatmak isterim.

Tabii ki bütün bu konu ve sorunlarla ilgilenmek için bir araya gelişin tek başına yeterli olmadığını; bunun yanında, kent ve kent yaşamı ile ilgili her türlü bilginin edinilmesi, üretilmesi ve uygulanması suretiyle alternatif kent politika, strateji, plan ve programlarını hazırlanması gerektiğini ve yüksek bir disiplin, çalışma azmi ve heyecanla uygulama koşuluyla.

1994 yılında bir girişim olarak kalan İzmir Kent Hareketi‘nin en kısa sürede doğru, etkili, uygulanabilir ve sürdürülebilir bir şekilde oluşturulması dileğiyle…

001002003004005006007008009010011012013014015016017018019020021022023024025026027028029030031032

Disiplinlerüstü çalışmak…

Ali Rıza AVCAN

Farkındaysanız çoğu belediyenin yaptığı cadde ve sokaklar ya da yeşil alanlar çok kısa bir süre sonra kullanılamaz hale geliyor. Kısa süre önce yaptıkları bu yolları ya da parkları ya yıkıp yeniden yapıyorlar ya da kıyısından köşesinden onararak tekrar eski haline getirmeye çalışıyorlar. Üstüne üstlük bizim onlara vergi, harç ya da ücret adı altında ödediğimiz paraları heba ederek, bu işi yapan müteahhit ya da taşeronları zengin ederek…

Belediyelerin bu “yeniden yap-yık-yeniden yap” şeklinde kısır döngüye dönüşmüş gayretlerini izleyen uzmanlar ise, her biri değişik disiplinlerden gelen ve işinin uzmanı olan insanlar için bu durumu farklı açılardan; özellikle de kendi bakış açılarıyla yorumlayabilirler. Örneğin mühendisler muhtemelen kullanılan malzemenin yanlış seçildiğini ya da kalitesiz olduğunu, mimarlar projenin yanlış çizildiğini, işletmeciler proje süreçlerinin iyi yönetilmediğini, psikologlar o yol ya da yeşil alanları kullanacak olan insanların tutum ve davranışlarının dikkate alınmadığını, coğrafyacılar yer seçiminin iyi yapılmadığını, botanikçiler seçilen bitki ve ağaçların bölgeye uygun olmadığını, iletişimciler ise iyi bir halkla ilişkiler modelinin geliştirilmediğini söyleyebilirler. Kısacası her uzman olaya kendi penceresinden bakar ve sahip olduğu bilgi, birikim ve deneyimi dikkate alarak bir neden bulmaya çalışır.

O anlamda bir kentteki tüm projelerde sadece mühendislerin, mimarların, şehir plancılarının ya da tasarımcıların yer alması, bunun dışında kalan diğer bilim ve disiplinlerden gelenlerin dışarıda bırakılması, onların bilgi, birikim ve deneyimlerinin dikkate alınmaması o projede önemli bazı şeylerin gözden kaçmasına; kısacası o projenin daha başlangıçta eksik, yanlış ya da yetersiz olmasına neden olabilir.

ds_newminor

Verdiğimiz bu örneklerde de vurgulamaya çalıştığımız gibi, değişik bilim ve disiplinler bir sorunu kendi bakış açılarından, kendi yöntem ve terminolojilerini kullanarak yorum getirirler. Halbuki, özellikle karmaşık konu ve projelerde ekonomik sorun, fiziki sorun, toplumsal sorun diye bir şey yoktur; ekonomik yönü, fiziki yönü, toplumsal yönü olan sorunlar vardır ve bu sorunlar arasında karmaşık ilişkiler vardır. 

Aslında bir konu, sorun ya da projeye bakışta gündeme gelen bilim ve disiplinler, bizim yapay olarak yarattığımız sınıflandırmalardan da başka bir şey değildir. Doğa ve onun ürünü olan insan, o sınıflandırmalara göre düzenlenmemiştir. Üstelik bilimsel bilginin bütünü bugün uygulanandan daha değişik şekillerde de düzenlenebilir. Çünkü hiçbir şeklin ya da bilginin diğerine ontolojik üstünlüğü yoktur. Bilimin bilgi dağarcığı ve ilgi alanları genişleyip derinleştikçe bilimsel bilginin örgütlenmesi de değişikliklere uğrayabilmektedir. Bu anlamda bilimsel bilginin bilimsel disiplinlere ayrışmasını geniş bir kapalı alanın odalara bölünmesine benzetebiliriz. Bir oda mimarlık, bir oda plancılık, bir oda mühendislik, bir oda sosyal bilimler odası gibi. 

Kapitalizm, “akademizm” adı altında bilgiyi bu şekilde kendi içinde küçük odalara ayırıp her bir oda arasında kalın duvarlar örerek bilgiyi parçaladığı, böldüğü ve her bir odadakilere kendilerinin çok önemli, olmazsa olmaz bir şekilde belirleyici olduğunu, kendileri olmadan hiç bir şey yapılamayacağını; hatta en önde gelenin kendileri olduğunu söylediği için bugün birçok ortamda; üniversitelerde, iş yerlerinde ya da projelerde farklı bilim ve disiplinlerden gelenlerin kendi aralarında yaşadıkları bu mesleki rekabet duygusuyla birbirlerini çiğnemeye, kendilerini önemseyip diğerlerini ötelemeye çalıştıkları için ortaya konulan birçok iş, işlem ya da proje baştan eksik, sakat, yanlış ve yetersiz kalmakta, yapılan işin sürdürülebilir olması mümkün olmamaktadır.

Bilginin kendi içinde değişik uzmanlık dallarına ayrılarak ve her bir dalda kendi yöntem, terminoloji, süreç, sorgulama alanı ve içeriklerini belirlemeleri doğal bir şey olmakla birlikte kendi aralarındaki ilişkileri demokratik bir şekilde geliştirmeleri ve bilgiyi, bu demokratik, çoğulcu beraberlik içinde insanlığa sunmaları beklenir. Çünkü ancak bu şekilde ele alınan teknik ya da toplumsal süreçlerin tüm yönleri kavranıp doğru, etkin ve sürdürülebilir çözümler üretilebilir.

Yapılan bir işin başarıya ulaşması ve o başarının kurumsallaşıp sürdürülebilir hale gelmesi için okuduğumuz üniversite, fakülte ya da üyesi olduğumuz meslek örgütlerinde bizi diğerlerinden ayırt etmek ya da aidiyet duygunu geliştirmek amacıyla içimize atılan o ayrılık tohumlarının ürünü olan mesleki fanatizmi aşıp başka bilim ve disiplinlerden gelenlerle disiplinlerüstü bir anlayışla birlikte çalıştığımız takdirde, hem sahip olduğumuz bilgi ve deneyimler daha fazla zenginleşme olanağına kavuşacak hem de birlikte yaptığımız işler, işlem ya da projeler eskisine göre daha başarılı, kalıcı ve etkili olacaktır.

front-cover

Bütün bu nedenlerle son söz olarak; yerel yönetimlerde ele alınan her bir konuyu ya da sorunu başarıyla çözmek, iyi işler yapmak amacıyla oluşturulan proje ekiplerinde mühendis, mimar, şehir plancısı, tasarımcı gibi çoğu teknik bilimlerden gelen uzmanların yanına toplumsal bilimlerden gelen sosyologların, psikologların, tarihçilerin, coğrafyacıların, iletişimcilerin, iktisatçıların, işletmecilerin ve benzerlerinin de dahil edilerek onların da söylediklerinin dikkate alınması daha başarılı, sürdürülebilir ve etkili işlerin, projelerin yapılması yol açacağını, aynı işin “yık-yap-yık” şeklinde tekrar tekrar yapılmasının önüne geçilebileceğini hatırlatmak isteriz.

Belediyelerin kültür ve sanat politikaları

Ali Rıza Avcan

Geçtiğimiz günlerde İzmir Büyükşehir ve Konak belediyeleri ile Swissôtel Büyük Efes Oteli’nin birlikte düzenlediği Büyük Efes Sanat Günleri‘nin konuğu olduk. Organizasyon kapsamında düzenlenen panelleri izledik, sanat galerilerinin, müzelerin, üniversitelerin ve sanatçıların açtığı küçük sergileri, standları dolaştık. Organizasyonu düzenleyenlerle konuşarak hoşumuza giden şeylerle gördüğümüz eksiklikler konusundaki görüşlerimizi ileterek bu güzel organizasyon için kendilerini kutladık.

Bence bu organizasyonun en önemli etkinliklerinden biri, İzmir Kültür Platformu Girişimi adına Sarp Keskiner‘in, Konak Belediyesi adına Başkan Yardımcısı Eser Atak‘ın ve İzmir Büyükşehir Belediyesi adına Kültür ve Sanat Daire Başkanı Funda Erkal‘ın konuşmacı olarak katıldığı “Yerel Yönetimler ve Kültür/Sanat Politikaları” paneliydi. 

rachel-valdes-camejos-composicion-infinita_sonia-narang_crop

Yeterince duyuru yapılmayışı nedeniyle oldukça az sayıdaki katılımcı tarafından izlenen bu panelin konusu, başta İzmir ve Konak belediyeleri olmak üzere tüm belediyeler için oldukça önemli olmasına karşın katılımcılar arasında gerek İzmir ve Konak belediyelerinden gerekse diğer belediyelerden tanıdık, bildik yüzlere rastlayamadığımız için onların bu panelden haberdar olmadıklarını ya da önemsemediklerini düşündük. Oysa bu panel, verdiği süre itibariyle belediyelerde, özellikle İzmir’deki belediyelerde kültür ve sanat adına sürdürülen etkinlikleri tartışıp ortak bir akıl yaratma konusunda oldukça uygun bir ortam sağlıyabilirdi. O anlamda, panelde sadece İzmir Büyükşehir ve Konak belediyesi yetkililerinin var olup konuşmuş olması, geriye kalan diğer 28 belediyenin bu konuşmanın yapıldığı ortamda olmaması, aslında kültür ve sanata duydukları ilgiyi gösteriyordu diye de düşünebiliriz.

Çünkü, panelde ve özellikle de panelin soru-cevap kısmında belirtildiği gibi, başta İzmir Büyükşehir Belediyesi olmak üzere tüm belediyelerin kültür-sanat konusunda önceden belirlenmiş temel bir politika, strateji ve eylem planları bulunmamaktadır. O nedenle kültür ve sanatla ilgili her şeyi anın akışına göre, plansız, programsız yapıyorlar ve o nedenle de aynı anda birbirlerinden habersiz birbirine benzer etkinlikler düzenliyorlar. Çünkü çoğu kez de birbirlerini izlemedikleri için birbirlerinden haberleri olmuyor.

İkincisi, “kültür“, “sanat“, “zanaatkarlık“, “el sanatı“, “halk sanatı/folklor“, “sosyal işler“, “halkla ilişkiler“, “boş zaman/rekreasyon“, “sosyal etkinlik” ve “tanıtım” gibi kavram ve sözcükler konusunda kafaları fazlasıyla karışık olduğu ve çoğu kez bunları birbirlerine karıştırdıkları için belirli insan gruplarıyla yaptıkları tüm etkinliklerde bir şarkı ya da türkünün söylenmesini, bir oyunun oynanmasını, bir grafiğin çizilmesini bile kültür-sanat etkinliği olarak niteliyorlar. Nitekim Konak Belediye Başkan Yardımcısı Eser Atak‘ın yaptığı konuşma ve sunumda belediyenin düzenlediği kurslarda, etkinliklerde yaptıklarını bu kategori altında anlatması bile bunun en iyi örneğiydi.

Üçüncüsü, çoğu belediye “kültür-sanat etkinliği “olarak gerçekleştirdiği; aslında her biri bir “sosyal etkinlik” olan bu çalışmalarda kültür ve sanatın alanına giren birçok konuyu unutmakta ya da ihmal etmektedir. Bunun en iyi örneği ise kültürel değerlerin yönetimi ile ilgili faaliyetler; özellikle de müzecilik ve sergileme etkinlikleridir. Konak Belediye Başkan Yardımcısı Eser Atak‘ın gerçekleştirdikleri kültür-sanat etkinlikleriyle ilgili sunumda belediyeye ait müzelerin, belediyenin restore ettiği, koruyup kolladığı kültürel değerlerin gündeme getirilmemesi, bunlarla ilgili çalışmaların anlatılmamış olması bu anlamda büyük bir eksikliktir.

Dördüncü bir husus ise, büyükşehir belediyesi ile ilçe belediyeleri arasında kültür ve sanat alanında birlikte çalışma düşünce ve kültürünün olmayışıdır. İşte o anlamda, bugüne kadar hiçbir belediyenin bir kültür ya da sanat hizmetini diğerleriyle birlikte yaptığını bilmez, her birinin diğerinden farklı aynı şeyleri tekrarladığına tanık olur dururuz. Oysa her bir belediyenin bu konularda birbirinden habersiz bir gayretkeşlikle harcadığı bütçelerin büyüklüğünü ve bunların bir araya gelişlerinde yaratacağı o müthiş sinerjiyi düşündüğümüzde; “işbirliği“, “stratejik ortaklık“, “stratejik işbirliği”  ve “iş ortaklığı” (workshare) gibi beraberliklerle hem birbiriyle uyumlu ve birbirini tamamlayıp bütünleyen hem de daha kalıcı, sürdürülebilir ve kurumsallaşan kültür ve sanat hizmetleri üretebilecekleri düşünülmeli, tasarlanmalı ve hayata geçirilmelidir. 

art_n_culture_masthead_1200x645

Sonuç olarak, 

  • Başta İzmir Büyükşehir Belediyesi olmak tüm ilçe belediyelerinin kişisel ve kurumsal egoları aşarak ve birlikte iş yapmak niyetiyle kültür ve sanat alanında bir araya gelerek,
  • İzmir ve ilçelerinde uygulayacakları kültür-sanat politika ve stratejilerini belirleyerek, ortak eylem planlarını hazırlayarak daha kalıcı, sürdürülebilir bir hizmet üretmelerini,
  • Kültür ve sanat alanındaki hizmetlerde birlikte iş yapma düşüncesini “stratejik ortaklık“, “stratejik işbirliği“, “işbirliği” ve “iş ortaklığı” (workshare) gibi yöntemlerle yaşama geçirmelerini;
  • Böylelikle kurumsallaşan hizmetlerle Türkiye ve Dünya ölçeğinde ses getirebileceklerini düşünüyor ve bütün bunları büyük bir samimiyetle kendilerine öneriyorum.

Önemli bir yönetim stratejisi: İşbirliği – 2

Ali Rıza Avcan

Önemli bir yönetim stratejisi olarak işbirliğini ele aldığımız bu yazının ilkinde belediyeler arasındaki işbirliğini ele alıp bunun gerekliliğini vurgulamaya çalışmıştık.

Bugün ise bir kentin yaşamındaki diğer önemli aktörlerden, merkezi yönetim kuruluşları olan valilikler, bakanlık temsilcilikleri, meslek odaları, demokratik kitle kuruluşları ve sivil toplum kuruluşları arasındaki işbirliğinden söz etmeye çalışacağız.

Eski’ Türk Dil Kurumu’nun 1981 baskılı ‘eski’ Türkçe Sözlüğüne göre ‘işbirliği’ sözcüğünü, “amaçları ve çıkarları bir olanların kurdukları çalışma ortaklığı” olarak tanımlanıyor.

motivasyon-004

Bu tanıma göre birden fazla taraf arasında işbirliği yapılabilmesi için ortada ortak bir çıkar ve amacın olması, işbirliğine taraf olanların bu amaç ve çıkarlar çerçevesinde bir araya gelmesi ve kendi başlarına yaptıklarından farklı bir çalışma ortamı yaratmaları gerekiyor.

Sözcüğün anlamını açıklayan Türk Dil Kurumu’na göre birden fazla olan tarafların amaç ve çıkarları arasında bir ortaklık olması için, iyi niyetli olduğunu varsaydığımız her bir tarafın öncelikle kendisi dışındaki diğer tarafların amaç ve çıkarlarını bilmesi, öğrenmesi gerekiyor.

Ardından da her birinin net ve kesin bir iradeyle bir araya gelerek kendi amaç ve çıkarlarıyla diğer tarafların amaç ve çıkarları arasındaki ortak noktaları arayıp bulmaları, buldukları ortak noktalar üzerinde karşılıklı bir anlaşmanın sağlanabilmesi için mevcut koşulların bu işbirliği için uygun olup olmadığını araştırması gerekiyor.

İşbirliği konusu ile ilgili taraflar arasında amaç ve çıkarlar açısından ortak noktalar bulunduğunu belirleyen tarafların öncelikle bir araya gelip bu ortak amaç ve çıkarları görüşüp tartışmaları gerekiyor.

Yapılan görüşme ve tartışmalar sonucunda netleşen bu ortak ve çıkarlar üzerinden işbirliğinin konu, amaç, hedef, kapsam, süre, yöntem ve eylem programı gibi farklı boyutları konusunda bir planlamanın yapılması ve olası uygulamanın izleme ve değerlendirilmesi ile ilgili ilke ve yöntemlerin belirlenmesi gerekiyor.

Ardından da tüm tarafların katılımıyla işbirliğinin uygulamaya sokulması gerekiyor.

Görüldüğü gibi basit bir işbirliğinin tasarlanıp uygulanması ve uygulamanın izlenip değerlendirilmesi bile uzun, zahmetli ve yorucu çalışmaları gerektiriyor.

Ayrıca amaç ve hedeflerde bir esneklik yaratmak, tavizler verebilmek konusunda fedakârca davranmayı da bilmek gerekiyor.

toplanti-012

Oysa hayat kısa ve her şeyi hemen yapmak, yapılanın meyvesini acilen toplamak gerekiyor…

O kadar düşünüp taşınıp plan yapmaya filan da vaktimiz yok.

Ayrıca kendim dururken, şişkinleşmeyi bekleyen egom kendi amaç ve hedeflerimi öncelerken “diğerlerini hiç bekleyemem” demek o kadar kolay ki…

Yola önce ben çıkmalıyım ve kimseyi dinlememeliyim…“, “Kimseyle birlikte olmak, işbirliği yapmak gibi dertlerim filan olmamalı…” Çünkü hedefe ilk ulaşan yarışı kazanır ve geride kalanlar sadece kaybedenlerdir… Ayrıca “ben o kadar sıkıntıya da gelemem, başkalarının tafrasını çekemem…

Az olsun, küçük olsun ama benim olsun!

Kazanırsam benim olur, kazanamazsam benim yenilgimle yıpranan umutlar nasılsa o işin yapılmasını daha da zorlaştırır…

Hele bir de araya din, mezhep, etnik ayrımlar ve siyasal rekabet girmişse, bunlar ayrılığın malzemesi ya da nedeni yapılmışsa; işler işte o zaman daha da bir kolaylaşır… “Ben onunla bir araya gelemem ki”, “bizim onlarla birlikte iş yapmamız mümkün olmaz” gibi gerekçeler arka arkaya sıralanır…

Ancak amaç ve hedef bir kamu mülkünün, halka ait bir değerin ya da zenginliğin paylaşılması, diğer bir deyimle yağmalanması söz konusu olduğunda bazı tarafların, özellikle de o kentte var olan sermaye çevrelerinin ve örgütlerinin, başka konularda bir araya gelemezken bu tür konularda kolaylıkla bir araya geldiklerini, belediye başkanının sağında ve solunda yer alarak “örnek” bir beraberlik sergilediklerini görmek de her zaman için mümkündür.

EXPO 2015 ve 2020 adaylık süreçlerinde büyük bir lokma olarak hedefe konulan ‘İnciraltı’, geçmişte ve günümüzde ‘Basmane Çukuru’, ‘Kültürpark’ ve ‘Körfez Geçiş Projesi’ gibi konularda görülen rant odaklı ortaklıklar ya da besleyip büyütüp İstanbul sermayesine teslim edilen Tansaş, Kipa ve İzair gibi işbirlikleri bunun en kolay hatırlanan, en somut örnekleridir.

Aslında bütün bunlar bildiğimiz, gördüğümüz, tanık olduğumuz şeyler…

f7582cab-7b47-4220-95bf-d1a8ce9f2540

İşte o nedenle belediyelerimiz, valiliklerimiz, bakanlıkların il örgütleri, meslek odalarımız, demokratik kitle örgütlerimiz ve de sivil toplum kuruluşlarımız ne kendi aralarında ne de diğer taraflarla bir araya gelmede, birlikte iş yapmada, işbirlikleri oluşturmada –ne yazık ki- başarılı olup sonuç alamıyorlar, bir araya gelseler bile bunu sürdüremiyorlar.

Çünkü işin püf noktasının katılımcı ve çoğulcu demokrasi olduğunu bilmekle birlikte; temsili demokrasinin araçlarından biri olan seçilmişler tarafından atanarak ya da bizatihi seçilerek edindikleri kendi güçlerini ve küçük iktidar alanlarını korumaktan vazgeçemiyorlar…

Bir Belediye Başkanının Gözünden Yönettiği Kent – 1

Ege Bölgesi Sanayi Odası’nın düzenlediği üç günlük Polonya gezisine katılan İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu’nun 29 Eylül 2016 tarihinde Ege’deSonSöz isimli internet gazetesinde yayınlanan “Kocaoğlu’ndan ‘Varşova’ mesajları: Kültürpark, dönüşüm ve çehre!” başlıklı röportajında yer alan değerlendirmelerle ilgili aklımıza ilk gelenleri şu şekilde özetleyebiliriz:

Varşova ziyareti kapsamında gerçekleştirilen şehir turunda kentin yapısını özel olarak inceleyen Aziz Kocaoğlu, kentin çehresinin İzmir’e örnek olması konusunda vatandaşlara çağrı yaptı. Kocaoğlu, “Varşova ziyaretinde kentin bina cephelerindeki modeli İzmir’de uygulamak istiyoruz. Bina cephelerinde hiç tabela kirliliği, balkon çıkmaları, farklı panjurlar, görüntü kirliliği yok… Şehir çok düzenli görünüyor. Kentte ilk hissettiğimiz şey dinginlik… Biz bu modeli Kordon’da proje olarak yaptık. Daire sahiplerine binaların boyanmasını biz yapalım, panjurların aynı renk olmasını tekelden çıkmasını siz yapın dedik. Her apartmanı topladık. Daha bir adım yok ama kentin belli yerlerinde bina cephelerinin boyanması gibi bir kıpırtı var. Apartman sakinleri evlerin içine yaptıkları masrafın birazını dışarıya yaparsa, evlerine biraz da dışarıdan bakarsa ve düzeltmeye çalışırsa İzmir çok şey kazanır” şeklinde konuştu.

maxresdefault

Evet, bir kentin geleceği konusunda o kentin belediye başkanının gördüğü, düşünüp hayal ettiği ve ne söylediği birinci dereceden önemli olmakla birlikte bunun üç günlük bir Polonya yolculuğu sonucunda sağlıklı, doğru bir şekilde ortaya çıkmasını beklemek de mümkün değildir. Çünkü kentlerin bugününe ve geleceğine ilişkin bu tür değerlendirme ve projeksiyonlar, üç günlük gezilerle değil; o kentin anayasası niteliğindeki stratejik planların hazırlık aşamasında örnek alınacak yurtiçi ve dışındaki benzer kentlerin karşılaştırmalı bir şekilde araştırılıp analiz edilmesi; ayrıca o kentlerdeki gelişmelerin sürekli olarak izlenerek yapılmalıdır.

Belediyelerin yapacakları öncelikli hizmetleri tasarlayan stratejik planlarda, kentin içinde bulunduğu mevcut durum hem iç hem de dış koşullar dikkate alınarak değerlendirildikten sonra belirlenen bir vizyon ve misyon çerçevesinde ortaya konulur. Bu anlamda İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin 2015-2019 dönemi için hazırladığı ve uygulamakta olduğu stratejik plandaki vizyonu, eski bir Doğu Avrupa ülkesi ya da kenti üzerinden değil, Akdeniz uygarlıkları üzerinden;

Uygarlıkların mirasını geleceğe taşıyan, Akdeniz’in zenginliklerini kentlisine ve dünyaya sunan, hizmet felsefesiyle akıllarda iz bırakan gözde belediye olmak

şeklinde belirlenmiştir.

Nitekim İzmir kent vizyonunun, bu şekilde Akdeniz’i ve Akdeniz kentlerini kendine örnek/odak alınarak belirlenmesini sağlayan temel dinamiğin nedeni de, uzun bir süredir belediye başkanının danışmanlığını yapan, ülkemizin önde gelen bölge ve kent planlamacılarından biri olan Prof. Dr. İlhan Tekeli’nin önerileri ve yönlendirmeleridir. İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin bir kuruluşu olan İzmir Akdeniz Akademisi’nin 2009 yılında Prof. Dr. İlhan Tekeli’nin önderliğinde kurulmuş olması da bunun en somut örneğidir. Sayın Tekeli, uzun bir süredir İzmir’in Akdeniz uygarlığı içinde hak ettiği yeri alması için çabalamakta, bu konuda Akdeniz Uygarlığı üzerinden yeni bir vizyon açmaya çalışmaktadır.

alsancak-kibris-sehitleri-caddesi-izmir-bando-sol-balkon-konseri-1-mayis-2016_9310622-41060_1280x720Ama bir bakıyoruz ki, belediye başkanımız üç gün için Polonya’ya gitmiş ve oradaki görüntülerden ‘izlenim’ düzeyinde etkilenmesi nedeniyle bize Doğu Avrupa ovalarından, steplerinden yeni bir örnek, yeni bir vizyon getirmiş…

Şimdi ne yapacağız, belediye meclisi kararı ile kesinleşip uygulaması zorunlu olan Akdeniz odaklı stratejik planı değiştirip yönümüzü Doğu Avrupa’ya mı çevireceğiz, yoksa bu konuyu iki, üç gün sonra unutacak mıyız?

Oysa bir kentin Polonya’da olduğu gibi dingin, sakin, sessiz olmasının içinde bulunduğu bölgeye, ülkeye ve siyasi, sosyal coğrafyaya göre değiştiğini hepimiz biliyoruz. Sıcakkanlı, heyecanlı insanların yaşadığı Akdeniz’in kıyısındaki bir kentte bunu gerçekleştirmek, yoğun iç ve dış göçlerle insan coğrafyası devamlı değişen, Türk-Kürt ve İzmirliler-Mülteciler gibi gibi derin fay hatlarıyla yoğun bir kentsel gerilime sahip bu kentte sakin, sessiz ve dingin olmak ne ölçüde mümkündür? Şayet bunu gerçekleştirmek mümkün ise, benim sayın belediye başkanına önerim, bunu öncelikle belediye binasının hemen yakınındaki tarihi Kemeraltı Çarşısı’nda hayata geçirmesi, bunun için girişimde bulunmasıdır. Görelim bakalım böylelikle sessiz, sakin ve dingin bir Kemeraltı nasıl mümkün oluyormuş, olabiliyormuş… Tabii sevgili arkadaşımız Emel Kayın’ın “Doğu Pazar ve çarşılarındaki kargaşa, kalabalık ve kaos o coğrafyaların temel özelliğidir” itirazını da unutmadan…

Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu’nun röportajda ele aldığı ikinci konu ise kentteki tabela kirliliği ile ilgili… Başkan bu konuda aynen şunları söylüyor:

Toplumun genel yaşam biçimiyle kentlerde tabela kirliliği vardır. Biz de ortada kalıyoruz. Biz Kordon’daki tabelalara düzen vermeye başladık. Bir sürü telefon geldi. Daha yapmadan dejenere etmeye başlıyoruz. Bizde belli konularda kural mutlaka kıyısından köşesinden tırtıklanmış gibi görünüyor. Mutlaka burayı görenlerin kentin çehresine imrenmeleri kadar doğal bir şey yok. Türkiye’de de bunlar olacak. Sadece disiplinle, belediyenin ortamı germesiyle bu işlerin olmasının sürdürülebilirliği mümkün değil. Vatandaşların yardımcı olması gerekir.

733ceb6d3df9fd00795993b7cc0be683

Bu söylenenleri değerlendirmeden önce İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin elinde bu konuyu ele alan 3194 sayılı İmar Kanununun dışında 6 ayrı yönetmelik olduğunu hatırlatmakta yarar var. Bunlar sırasıyla;

1)Belediye Emir ve Yasakları Yönetmeliği”,
2)İlan ve Reklam Yönetmeliği”,
3) Kısaca Kordon Yönetmeliği de denilen “Atatürk Caddesi’nin (Birinci Kordon) Cumhuriyet Meydanı ile Alsancak Limanı Arasında Yapılan Düzenleme ve Bu Alanın Kullanım Esaslarına Ait Yönetmelik”,
4)Kıbrıs Şehitleri Caddesi ve Ali Çetinkaya Bulvarı Kullanım Esasları Yönetmeliği”,
5)Pasaport-Konak Pier Arası Kıyı Düzenlemesi Kullanım Esasları Yönetmeliği”,
6)İzmir Büyükşehir Belediyesi Kıyı ve Sahil Şeridi Yol, Meydan ve Yeşil Alan Yetki ve Görev Uygulama Yönetmeliği”.

Bu yönetmeliklere ek olarak “Görüntü Kirliliği Önleme Esasları” ismini taşıyan 34 sayfalık açıklayıcı bir broşürün de mevcut olduğunu unutmamak gerekiyor.

İzmir Büyükşehir Belediyesi cadde, sokak, bulvar, meydan ve sahillerdeki görünümü düzenlemek için bu kadar çok yönetmelik hazırlamakla birlikte; 5-6 sene önce ve geçen yıl Kıbrıs Şehitleri Caddesi’ndeki iki ayrı zabıta harekatını yakından izlemiş; hatta bazı zabıta yöneticileriyle tartışmış biri olarak zaman zaman hatırlanan ama çoğu kez unutulan bu konu ile ilgili uygulamaların bir facia olduğunu, böylelikle ilan ve reklam tabelası yapanlara yeni işler, yeni kazanç kapıları yarattığını söyleyebilirim. Bir zabıta yöneticisinin tavsiye ettiği ile diğerinin farklı olması, bazı işletmelerin bilerek kapsam dışında tutulması, tabela kirliliği denilince sadece Kıbrıs Şehitleri Caddesi’nin hatırlanıp kentin diğer bulvar, cadde ve sokaklarının bu uygulamanın dışında tutulması gibi haksızlıkların düzenlemenin yapıldığı caddedeki işletmeleri çılgına çevirdiğini dün gibi hatırlıyorum.

O nedenle sayın başkana şayet İzmir’in görüntü kirliliğini gidermek gibi gerçekten samimi bir isteği varsa; bunu daha basit, daha yalın bir mevzuatla tüm kenti kapsayacak şekilde sürekli olarak yapmasını, sadece denetim aşamasında değil işyerlerinin açılışı ve ruhsatlandırma aşamalarında da görüntü kirliliği ile ilgili değerlendirmelerin yapılmasını öneriyorum. Belki de böylelikle elimizdeki yetkileri böylesi bir vizyonla sürekli kullandığımızda bakmışsınız bir süre sonra biz de Polonya kentlerine benzemişiz… Eee, ne de olsa her şeye hayal etmekle başlanıyor…

Tabii ki Folkart binalarındaki görüntü ve ışık kirliliği yaratan reklam panolarıyla Birinci Kordon’un estetiğini bozacak yeni İzmir Ticaret Odası binasını unutup gözardı etmemek koşuluyla…

Devam edecek…

Kente Dair Okumak – 2

Beraber
Richard Sennett
İngilizce’den çeviren: İlkay Özküralpli
Ayrıntı Yayınları, Birinci Baskı 2012, İstanbul, 350 sayfa

0000000393815-1

Bir üçleme olarak tasarlanan kitaplardan ilki olan Zanaatkâr’dan sonraki ikinci kitabı Beraber’de Richard Sennett günümüzün son derece cemaatçi, yarışmacı ve benmerkezci dünyasında işbirliği yapmayı,  nasıl öğrenebileceğimizi sorguluyor.

Irksal, etnik, dinsel ya da ekonomik olarak çok farklı insanlarla bir arada yaşamak bugünkü medeni toplumların karşısına dikilen en önemli sorunlardan biridir. Genel olarak bizim gibi olmayan insanlarla ilişkiye girmekten kaçarız ve modern politikalar bir kent politikasından çok bir kabile politikasına yakındır. Richard Sennett, görünenin ötesini düşünmeye kışkırtan bu kitabında, kabileciliğin, bencilliğin nedenleri üzerinde dururken, bu konuda neler yapılması gerektiğini de tartışıyor.

Sennett’e göre, işbirliği bir beceri işidir ve başarılı bir işbirliğinin temelinde çekişmeden çok dinlemeyi ve tartışmayı öğrenmek yatar. Sennett, Beraber’de, insanların sokak köşelerinde, okullarda, işyerlerinde ve yerel politikada ya da sanal dünyada nasıl işbirliği yapabileceğini keşfe çıkıyor. Bu yolculukta, ortaçağdan günümüze, köle topluluklarından Paris’in sosyalist gruplarına ve Wall Street çalışanlarına uzanan işbirliği ritüellerinin gelişim seyrini izliyoruz. Üç bölüm halinde, işbirliğinin doğası, neden zayıfladığı ve nasıl güçlendirilebileceğini tartışan Sennett bizi şöyle uyarıyor: Eğer karmaşık ilişkiler ağı haline gelmiş toplumlarımızın refahını istiyorsak, işbirliği yapma, ortak çalışma becerisi kazanmamız ve geliştirmemiz gerekir. Ve yine bizi şöyle temin ediyor: Bunu yapabiliriz çünkü işbirliği kapasitesi insanın doğasında vardır.

ozdeyisRichard Sennett
1943’te Chicago’da doğdu. 1964’te Chicago Üniversitesi’nden mezun oldu. 1969’da Harvard Üniversitesi’nde doktorasını verdi. New York Üniversitesi’nde sosyoloji profesörü, İnsan Araştırmaları Merkezi’nde yönetici ve Politika Araştırmaları Merkezi’nde baş araştırma görevlisi olarak çalıştı. Çocukluğunda viyolonsel çalmayı öğrendi; halen New York’ta bazı oda müziği topluluklarında çalmaktadır. The New York Times Book Review ve The New York Review of Books’a sık sık katkıda bulunmaktadır. Kentli ailelerin hayatı ve toplumsal psikoloji üzerine birçok kitap yazmıştır.

Başlıca Yapıtları:
(Editör ve katkıda bulunan olarak)
Classic Essays on the Culture of Cities (1969)
Nineteenth Century Cities: Essays in The New Urban History, Yale (1969)
Families Against the City: Middle Class Homes of Industrial Chicago 1872-1890, Harvard (1970)
The Uses of Disorder: Personal İdentity & City Life (1970)
• The Hidden Injuries of Class (1972), (Jonathan Cobb’la birlikte)
The Psychology of Society: An Anthology, Knopf (1980), (editör olarak)
Beyond the Crises Society (1977), (Alain Touraine, T.B. Bottomore ve diğerleriyle birlikte)
Authority, Knopf (1980), (Otorite, Ayrıntı Yayınları, 1992)
The Conscience of The Eye, The Design and Social Life of Cities, Faber and Faber (1990), (Gözün Vicdanı, Kentin Tasarımı ve Toplumsal Yaşam, Ayrıntı Yayınları, 1999)
The Fall of Public Man (1992), (Kamusal İnsanın Çöküşü, Ayrıntı Yayınları, 2002)
Flesh and Stone, The Body and The City in Western Civilization, Norton (1994), (Ten ve Taş, Batı Uygarlığında Beden ve Şehir, Metis Yayınları, 2002)
The Corrrosion of Character-The Personal consequences of Work in The New Capitalism, Norton (1998), (Karakter Aşınması – Yeni Kapitalizmde İşin Kişilik Üzerindeki Etkileri, Ayrıntı Yayınları, 2002)
Respect in a World of İnequalty, Penguin (2003), (Saygı – Eşit Olmayan Bir Dünyada, Ayrıntı Yayınları, 2005)
The Culture of the New Capitalism, Yale (2006), (Yeni Kapitalizmin Kültürü, Ayrıntı Yayınları, 2009)
The Craftman, Allen Lane (2008), (Zanaatkâr, Ayrıntı Yayınları, 2009)
How I Write: Sociology as Literature, Rhema-Verlag (2009)
The Foreigner: Two Essays on Exile, Notting Hill (2011)
Together: The Rituals, Pleasures, and Politics of Cooperation, Yale (2012), (Beraber, Ayrıntı Yayınları, 2012)

Romanları (Kurgu Eserleri)
Palais Royal (1986)
An Evening of Brahms (1984)
The Frog Who Dared to Croak (1982)

Richard Sennett’in e-kitaplarına ve makalelerine ulaşmak için: 

https://yadi.sk/d/6B1IFcShqxyaT