UNESCO, haydi göreve!

Ali Rıza Avcan

1913-1996 yılları arasında yaşayan rahmetli babamın ve ailesinin memleketi, Çerkezlerin Rusya‘nın Soçi kenti yakınlarındaki topraklarını terk edip Anadolu‘ya göç ettikleri 93 Harbi ya da 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı sırasında, o zamanlar İzmit Sancağı‘na bağlı Şile (Alacalı) kazasında geniş ve yoğun meşe ormanlarıyla kaplı vadideki Yeşilvadi (Saffetiye, Heciz), Avcıkoru (Hamidiye), Kaşbaşı ve Darlık köyleridir. O nedenle, memleketimi soran herkese ilk yıllarda “Şileliyim” d,yr crvap verirken, Cenevizlilerin yaptığı tarihi Şile Kalesi‘nin kötü bir restorasyonla, Nickelodeon kanalı için Stephen Hillenburg tarafından bir animasyon karakteri olarak yaratılan Sünger Bob‘a benzetilmesi nedeniyle, artık “benim memleketim, Sünger Bob’un memleketidir” demeye başladım ve bundan böyle bu kötü restorasyon örneğinden haberdar olanlar benim Şileli olduğumu anlamaya başladılar.

Eski ve yeni haliyle Şile Kalesi…

Bu kötü örnekten hareketle, hemen herkes tarihi bir yer restore edilmeye başlandığında o işin sonunda karşısına kötü bir şeyin çıkacağını düşünüp kaygılarını ifade ediyor. Bu anlamda, tüm ülkeye yayılan zengin kültürel ve doğal değerleri, -ne yazık ki- koruyamadığımızı, onlara sahip çıkamadığımızı herkes biliyor ve kabul ediyor. Leonard Cohen‘in “Everbody Know” şarkısında söylediği gibi, her şeyi bilmekle birlikte bu konuda sonuç alıcı bir şeyler yapmıyor, yapamıyoruz ve çoğu kez başarılı olamıyoruz.. İşte o nedenle, İzmir Büyükşehir ve Konak Belediyesi gibi kültürel değerleri korumakla görevli kurumlara ucuz koruma projeleri hazırlayan ünlü mimarın bile, şu sıralar Kemeraltı‘nın tam ortasına tarihi dokuyla örtüşmeyen betonarme bir bina yaptığını gördüğümüzde, bu suçun belediyeler, belediyelere bağlı KUDEP birimleri, koruma kurulları, iş bilir tacir şehir plancılarıyla mimarlar, danışmanlık yapan akademisyenler, kent simsarlığı yapan rant peşindeki sermaye çevreleri tarafından işlenen çok ortaklı bir suç olduğunu görüyor ve kime güveneceğimizi bilemiyoruz.

Çünkü kendi şahsi kasamızda sakladığımız para, takı ya da mücevherlerin değerinde; hatta onlardan daha kıymetli olan bu zenginlikleri para, mevki ya da rant uğruna yok edenler olduğu gibi korur gibi yapıp korumayanlar da aramızda yaşıyor.

Örneğin, Kültür ve Turizm Bakanlığı‘nın bizatihi kendisi, bu bakanlığa bağlı koruma kurulları, ulusal ya da uluslararası koruma kuruluşlarının Türkiye ofisleri, üniversitelerdeki akademisyenler bu değerlerden bol bol söz edip sayfalar dolusu kitap, tez, makale ve rapor yazıp kongre, seminer, sempozyum gibi toplantılarda konuşurken bu değerlerin yok edilip kaybolmasına seyirci kalmayı tercih ediyorlar.

Gür Yapı tarafından gerçekleştirilen restorasyon sırasında akustiği bozulan Süleymaniye Camii…

Yakın zamanda dile getirmeye çalıştığım Edirne‘deki Mimar Sinan eseri Selimiye Camii ve Külliyesi restorasyonunda ya da 2012 yılında yapılan restorasyon sonucu o muhteşem akustiğini kaybeden Mimar Sinan‘ın diğer bir eseri Süleymaniye Camii örneğinde gördüğümüz gibi, bu eserlerin eşsiz özelliklerini bozan ya da yok eden barbarlık karşısında üniversiteler, meslek odaları ve medya dahil hiç kimse sesini çıkarmıyor, çıkarsa bile çıkan o cılız ses çoğalıp yayılmıyor ve bir noktada kaybolup gidiyor.

Aynen 4,5 yıl süren zorlu bir çalışma sonucunda Selimiye Camii ve Külliyesi restorasyon projesini hazırlayan yüksek mimar Acar Avunduk‘un feryadına kimsenin katılıp destek vermemesinde, Danıştay‘da açtığı ve halen devam eden davanın şahsi bir dava olarak algılanmasında olduğu gibi…

Selimiye Camii ve Külliyesi restorasyonu tüm uzman firmaların katılabileceği bir ihale yapılmak yerine ihalesiz bir şekilde doğrudan Gür İnşaat‘a; hem de Süleymaniye Camii akustiğini bozan firmaya Kamu İhale Kanunu‘nun 21. maddesinin (b) fıkrasına göre pazarlıkla ve adrese teslim şekilde verildiği halde yapılan tüm basın açıklamalarında ve gazete haberlerinde söz konusu restorasyonun Sultanahmet Camii restorasyonunu yapan firma; yani Taş Yapı olduğu, firmanın adı titizlikle saklanarak söylenmekte; böylelikle daha önce kusurlu bir restorasyon yapıp Süleymaniye Camii‘nin akustiğini bozduğu bilinen yandaş bir şirket kayırılıp kollanmaktadır (1) (2), (3), (4).

Ayrıca caminin devam etmekte olan restorasyonu sırasında hem Trakya Üniversitesi akademisyenlerinin hem de Selimiye Camii ve Külliyesi Alan Başkanlığı‘nda görevli yetkililerle kurul üyelerinin restorasyon alanına sokulmadığı için yapılan işi izleyip denetleyemediği bir süreçte, restorasyonu üstlenen yandaş şirket Gür Yapı yetkisi yerine Vakıflar Bölge Müdürü Ahmet Saraç‘ın yanında siyasi bir kişilik olarak yer alan TBMM Kadın-Erkek Eşitliği Komisyonu Başkanı AKP Edirne Milletvekili Fatma Aksal‘ın basına demeç verdiklerine tanık oluyor ve bu etrafı yüksek panellerle çevrelenip kamuoyu denetiminden kaçırılan restorasyonun aslında yandaş şirket, yandaş bürokrat ve iktidar partisi milletvekili üçgeninde Saray‘ın emirleri doğrultusunda devam ettirildiğini, yapılacak yanlışlık ve eksikliklerinin görülmeyip, Süleymaniye Camii örneğinde olduğu gibi, örtbas edileceğini ve eserin temel özelliğini bozan yandaş şirkete bir öncesinde olduğu gibi ceza verilmeyeceğini anlıyoruz.

İşte bütün bu yaşadığımız olaylar ve sorunlar nedeniyle, sahip olduğumuz zengin kültürel değerleri korumada son bir çare olarak UNESCO‘ya başvuruyor, o eserlerin korunması için UNESCO‘nun Dünya Mirası Geçici ve Daimi Listesine girmesini önemsiyoruz. Çalakalem hazırlanan dosyalarla UNESCO‘nun kapısını çalıp “bunu da, şunu da listeye alın” diyerek adeta yalvarıyoruz. Bunun doğal bir sonucu olarak da başvuru sayısı itibariyle, UNESCO‘ya başvurup Dünya Mirası Geçici Listesi‘ne giren ülkeler arasında ön sıralardayız. Bunun doğal bir sonucu olarak, UNESCO‘nun Dünya Mirası Daimi Listesi‘nde 21 adet kültürel ve doğal değerimiz olmasına karşın, Dünya Mirası Geçici Listesi‘nde yer alıp daimi listeye alınmayı büyük bir heves ve heyecanla bekleyen 79 adet kültürel ve doğal değer bulunmaktadır. Adeta, Anadolu‘daki her il ve ilçenin ısrarlı bir şekilde kendi şehrinde üniversite açılmasını talep ettiği bir durumla karşı karşıyayız. Hatta bu uğurda her yıl Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından UNESCO Dünya Mirası Daimi Listesi‘ne yapılan teklifler konusunda ilginç bir çekişmeyi izliyor, bu teklife konu olmayanların bunun politik bir tavır olduğu ile ilgili iddialarına tanık oluyoruz.

Üstüne üstlük Antalya Karain Mağarası gibi 1994’den bu yana; yani 29 yıldır ya da İshakpaşa Sarayı, Harran ve Şanlıurfa Yerleşimleri, St. Nicholas Kilisesi, Sümela Manastırı, Termessos Milli Parkı ve Kekova gibi 13 adet kültürel ve doğal değerin 2000’den bu yana; yani, 23 yıldır UNESCO Dünya Mirası Daimi Listesi‘ne girmesini içeri girmek istediğimiz kapının ardında beklediğimiz bir süreçte…

Aslında böyle yapmakla, UNESCO Dünya Mirası Daimi Listesi‘ne girmeyi bekleyen 79 kültürel ve doğal değer sırasını beklerken ortaya çıkacak her yeni müracaatın, sırada bekleyenlerin şansını azalttığını fark etmeden ya da düşünmeden…

Çünkü biz koruyamıyoruz ve son bir çare olarak bizim yapamadığımızı UNESCO‘nun yapmasını istiyoruz…

2021-2025 döneminde restore edilecek olan ve içeriye restorasyon projesini hazırlayan yüksek mimar Acar Avunduk’un alınmadığı Selimiye Camii….

UNESCO ise, yakın zamana kadar Amerika Birleşik Devletleri‘nin yıllık aidatlarını durdurması nedeniyle küçülen bütçesini telafi etmek amacıyla küçük ülkelerin ödedikleri küçük aidatları önemsemesi nedeniyle, eski titizlik ve takipçiliğini neredeyse bırakmış durumdaydı. Neyse ki, Amerika Birleşik Devletleri yakın zamanda birikmiş yıllık aidatlarını ödemeye başladı. Böylelikle UNESCO‘nun o eski dönemlerinde olduğu gibi nitelikli uzmanlarla birlikte titiz incelemeler yapıp doğru kararlar alarak o eski yaptırım gücüne ulaşacağını umuyor ve böylesi hamleler yapmasını bekliyoruz.

Çünkü UNESCO Dünya Mirası Daimi Listesi‘nde yer alan İstanbul Tarihi Yarımada‘daki çarpık yapılaşmalar nedeniyle UNESCO‘nun 2010 yılında, daimi listeden çıkarma tehdidi ile birlikte yaptığı uyarı üzerine, bu uyarının nasıl ciddiye alınıp neler yapıldığını gayet iyi anımsıyor ve aynı tür uyarıların bugünkü koşullarda UNESCO kriterlerine rağmen korunmayan kültürel değerler için de yapılmasını arzuluyoruz.

Ancak diğer yandan da UNESCO Dünya Mirası Daimi Listesi‘ne giren ya da girmek için sıra bekleyen bu kültürel ve doğal değerlerin nasıl korunup yönetileceğini gösteren alan yönetim planlarını hazırlanmıyor ya da süresi geçmiş alan yönetim planlarını güncellemiyoruz. İşte o nedenle, Kültür ve Turizm Bakanlığı‘nın ulusal yönetim planlarını gösteren İnternet sayfasına baktığımızda, daimi ve geçici listede bulunan toplam 100 adet kültürel değerden sadece 28’inin planının bulunduğunu ve bunlardan 12’sine ait planların güncellenmesi gerektiğini görüyoruz. Örneğin İstanbul Tarihi Yarımada‘ya ait en son planın 2018-2022, Ani Kültürel Peyzaj Yönetim Planı‘nın 2015, Aphrodisias Antik Kenti Alan Yönetim Planı‘nın 2014-2018, Edirne Selimiye Camii Külliyesi Yönetim Planı‘nın da 2011-2015 döneminden sonra yenilenmediğine tanık oluyoruz.

Oysa ülkelerin kültürel değerlerinin yönetimi ile görevli otoritelerin, o eserin bulunduğu yerdeki belediyelerle alan yönetimlerinin o eserin yönetilip korunması ile ilgili planları devamlı güncelleyerek bu konuda ne ölçüde ciddi olduklarını göstermesi gerekiyor. Tabii ki de, bunu izleyip denetleyecek olan UNESCO‘nun da…

Ama ne yazık ki, UNESCO Türkiye Ofisi yetkilileriyle merkezi Paris‘te bulunan UNESCO‘nun, bizim gösterdiğimiz bu ciddiyet ve titizliği göstermediklerini, süresi dolmuş planların güncellenmesi konusunda çaba harcamadıklarını, en azından bu konuda bir şeyler yapmış olsalar bile koruma konusunu açısından önemli bir konu olan “toplumsallaşma” boyutunda kamuoyunu bilgilendirmediklerini görüyoruz. Aynen Mimar Sinan‘ın kalfalık eserim dediği ve muhteşem akustiği ile bildiğimiz Süleymaniye Camii restorasyonu sonrasında o eşsiz akustiğin bozulması, Ayasofya Müzesi‘nin camiye dönüştürülmesi ya da bugün çevresi yüksek panellerle kapatılıp hem yasal, hem de kamuoyu denetimine kapatılan gizli saklı restorasyon sonucunda kötü sürprizlerle karşı karşıya kalabileceğimiz Selimiye Camii ve Külliyesi restorasyonunda yaşayıp gördüğümüz gibi…

İşte o nedenle ülkemizde, yaşadığımız kent ve kasabalarda yan yana, iç içe yaşadığımız bu kültürel ve doğal değerlerin korunması konusunda “son çare” olarak gördüğümüz UNESCO‘nun da, UNESCO Türkiye Ofisi‘nin de uyarılması konusunda bir şeyler yapılması gerektiğini düşünüyorum.

2021 yılında başlayıp 2025 yılında bitecek olan Selimiye Camii ve Külliyesi ve diğer kültürel değerlerin restorasyonları sonucunda, Süleymaniye Camii restorasyonunu yapan Gür İnşaat isimli aynı firmanın bize yeni bir kötü sürpriz yaşatmaması, bunu sağlamak amacıyla yasal yetkiye sahip olan proje müellifinin ve alan yönetimi üyelerinin restorasyon alanına girip yapması gereken denetimi gerçekleştirmesi; ayrıca, bu tür kültürel ve doğal değerlerin halk tarafından korunup sahiplenilmesi amacıyla kamuoyu denetimine açılması dileğiyle…

(1) https://ankahaber.net/haber/detay/selimiye_camiide_40_ay_surecek_restorasyon_calismasi_basladi_63964

(2)https://www.yenicaggazetesi.com.tr/bircok-restorasyon-konusuldu-ama-sultanahmet-camiindeki-skandal-cok-buyuk-425967h.htm

(3) https://www.cnnturk.com/guncel/suleymaniyenin-akustigini-restorasyonlar-bozdu

(4) https://guryapi.com/project/edirne-selimiye-camii/