Halkın Meclisi: Kent Konseyi

Çağrı Gruşçu

Kent Konseyleri, halkın kurumlarıdır.

Merkezi yönetim, yerel yönetim, meslek odaları, sivil toplum kuruluşları, üniversiteler, muhtarlarımız ve hemşehrilerimizin ortaklık anlayışıyla, karşılıklı saygı ve hoşgörü çerçevesinde buluştuğu kentin kalkınma önceliklerinin, sorun ve çözümlerinin sürdürülebilir kalkınma ilkeleri temelinde belirlendiği, ekolojik bütünlük, insan hakları, ekonomik adalet, demokrasi ve barış kültürü temelleri üzerinde yükselen bir kamu – sivil bileşenidir.

izmir-kent-konseyi-005

Bu temelde yaklaşıldığında kent için çok önemli bir misyonu olan kent konseylerinin, yerel idareye yardımcı olacak hatta halkın mahalli müşterek ihtiyaçlarının karşılanmasında ve halka yakınlığın sağlanmasında bir “halk meclisi” modeliyle çalışacak anlayışa sahip olması gerekir.

Bu nedenle, İzmir Kent Konseyi’nin bir aktörü olarak “halk meclisi” modelini gerçekleştirmek üzere çalışmalarımızı sürdürüyoruz.

***

İzmir Kent Konseyi olarak üyelerimizi; toplumsal sorumluluk anlayışıyla, hiçbir çıkar gözetmeksizin bilgi, zaman, beceri ve deneyimlerini özgür iradesiyle iyiliğe dönüştürmek isteyen, bu niteliklerini İzmir ve geleceğimiz için kullanan 4,5 milyon gönüllü İzmirli oluşturuyor.

Biz, tüm hemşehrilerimizin kent yönetimi ve sosyal hayattaki rollerinin güçlendirilmesi için karar alma süreçlerine katılımını, mevcut sorunların çözümünde aktif rol alarak demokratik platformlarda hoşgörü, saygı ve uzlaşmacı bir çerçevede fikir üretmelerini, politika oluşturmalarını, haklarını koruyan, geliştiren, üreten, girişimci, birlikte çalışma kültürüne sahip bireyler olmalarını amaçlıyoruz.

***

Şimdi ise, “halk meclisi” fikrinin tohumlarını atıyoruz. Kenti kucaklayacak, bütünleştirecek, kent sorunlarına çözüm önerileri sunacak bu meclisin ilk adımı olan ve en üst yetkili organımız Genel Kurulumuzu 5 Kasım Cumartesi günü Kültürpark Gençlik Tiyatrosu’nda gerçekleştiriyoruz.

izmir-kent-konseyinden-sivil-cagri-1462

İzmir Kent Konseyi’ni Türkiye’nin yeni demokratik çehresi haline getirecek ve 4,5 Milyon İzmirlimizin katılımlarıyla güçlenecek bir halk meclisine dönüştürmek arzusu içindeyiz. Halkımızın karar alma mekanizmasına katılmasına ve kenti birlikte yönetme anlayışına katkı sunmasına olanak tanımak istiyoruz. Bu nedenle, İzmirli hemşehrilerimizi kentinin değerlerine sahip çıkmaya ve kenti için üretmek, kenti birlikte yönetmek için İzmir Kent Konseyi Genel Kurulu’na davet ediyorum.

Ayrıca, bu çalışmaların yerinde sürekliliğinin sağlanabilmesi bakımından dayanışma ve yardımlaşma içinde olduğumuz ilçelerimizin kent konseylerine katılımı da önemsiyorum.

Halkın kurumları olan kent konseylerinin önündeki yasal sorunların da ortadan kalkacağı, daha demokratik, daha özgür ve daha sivil bir yapılanmaya kavuşacağı günler için çalışmaya ve örgütlenmeye devam etmeliyiz.

Stat Meselesi

Çağrı Gruşçu

Stat meselesi yine ayyuka çıktı.

Siyaset yine kızıştı. Ama her zaman olduğu gibi fillerin tepişmesinde karıncalar ezilmeye devam ediyor!

Taraftarlar sitemkâr ve haklı… Ancak olan biteni algılamadan, bir an önce olsun bitsin derdindeler.

Gayet doğal, çünkü sindirme ve bezdirme politikası hâkim…

Peki, ne olmuştu? Göztepe Başkanı Mehmet Sepil, kulübün yönetimini devraldığında Güzelyalı’daki Gürsel Aksel Tesisleri’nde inceleme yaptı.

Ne dedi? “Beş verip bir almayalım.”

Fakat sonra ne oldu? Projeler çizildi, Gürsel Aksel Stadı oldubittiyle ihale edildi.

Proje taraftarı heyecanlandırmadı.

Neden? Çünkü Göztepe taraftarı ve yönetimi, en az 35 bin kişilik bir stadın hayalini kuruyordu. Aslında Göztepe’nin kıdemlileri dâhil büyük ölçüde taraftarlar yıllardır Güzelyalı’da bir stadın hayalini yaşıyordu.

Peki, sonra ne oldu? 15 bin kapasiteli ilk projeye itirazlar yükseldi. “Burası nefes alma noktası” diyen aktivistler de oldu, bu projeyi anlı şanlı Göztepe’ye yakıştırmayan taraftarlar da…

Zaten kamulaştırması tamamlanmamış bir arazi ve imar uygulaması yapılmaması nedeniyle ihale iptal edildi ve süre uzadı.

***

Gelelim Karşıyaka Yalı Tesisleri’ne…

Benzer bir süreç burada da yaşandı. İkiz yapılacağı söylenen 15 bin kişilik Karşıyaka Stadı için benzer itirazlar yükseldi.

Bu sırada kentin şehremini çıktı ve dedi ki: “Kuzey’de Örnekköy Güney’de Uzundere’de iki hazine arazisi var; tahsis edin İzmir’e 30-35 bin kişilik iki çağdaş stat yapalım.”

Haklıydı da! Kentini düşünen bir başkan önerisiydi. Kentin gelişim koridoru düşünüldüğünde ulaşımı da zor olmayan bu iki dev araziye bu statlar rahatlıkla yapılabilirdi.

Günü kurtarmak yerine kulüplerin geleceği de kurtulabilirdi.

Ancak konu siyaset malzemesi oldu; o araziler ile ilgili hükümet kanadından bir açıklama dahi gelmediği gibi kulak arkası yapıldı.

Peki, sonra ne oldu? İzmir’i Ankara’dan yönetenler ne derse o!

***

Bu statlar yapılacak dediler, şehri alt üst ettiler. Taraftarı isyana sürüklediler, biz yapmazsak kimse yapamaz diyerek algı yarattılar, yeri de geldi seçim malzemesi yaptılar.

Çaresiz süreci sadece izlemek zorunda kalan ve ülkenin muhtelif şehirlerinde devasa statlarda başka takımları imrenerek izleyen üçüncü büyük şehrin taraftarları da 35 bindi 40 bindi derken “20 bine mecbur” bırakıldı.

Peki, sonra ne olacak? Bu statlar olacak. Belki kapasitesi ifade edilen rakamların altında kalacak ama yine de “her şeye rağmen” yapılacak. Yıllar geçecek Göztepe, büyük hedefler peşinde koşacak; günü kurtaralım derdinde olanlar yüzünden Göztepe’nin şanlı taraftarı belki bir asır bu stada mahkûm kalacak. Şehrin göbeğinde asayiş sorunu ve karmaşasıyla…

Keza Karşıyaka da öyle…

Sportif başarılar arttıkça acele alınan kararlar gözden geçirilecek ancak iş işten geçmiş olacak.

***

Stat tartışmasında İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu’nu ve Karşıyaka Belediye Başkanı Hüseyin Mutlu Akpınar’ı haklı buluyorum. Bu konuda ciddi bir sorumluluk taşıyorlar.

campnou_colors

Kulüp başkanlarının da İzmir’in geleceği için aynı sorumluluğu taşıması gerekir. Kent sporuna beş kuruşluk katkısı olmayan bir vakfın başkanı olarak yapılan yersiz açıklamalarla ise ortalığı bulandırmaya hiç gerek yok.

Hükümet tarafından bugüne kadar yaratılan algı başarılı oldu ve atı alan Üsküdar’ı geçmek üzere… Hele ki, Başbakan Binali Yıldırım’ın İzmir ziyaretinde Göztepe Stadı’nı adeta Nou Camp Stadı gibi tanıtacak olmasıyla kulüpler ve camialarda heyecan başlayacak ve geri dönülmez bir yola girilecek.

Ne olursa olsun; şu dakika itibariyle senin davan benim davam demeden uzlaşı yolu bulunmalı ve kent için en doğru değerlendirme tamamlanmalıdır. Kenti bu kısır tartışmayla malzeme yapan genel siyaset temsilcilerinin tartışmayı uzatmaması ve ortak paydada bütünleşmesi gerekir.

***

Taraftarlara tavsiyem: Geleceği görün, daha iyisi için ısrar edin. Kentinizin ve kulübünüzün geleceğini riske atmayın!

Kulüp yöneticilerine önerim: Planları yeniden gözden geçirin; “beş verip bir almayın”. O tesislerde yetişecek fidanları, kentin acil eylem durumunu, kentlinin spor yapacağı ve nefes alacağı alanları düşünün.

Siyasi iradeye de çağrım: TARAFTARI SİYASET MALZEMESİ YAPMAYIN!

                                                                                                                                           

Söz Meclisten İçeri: Katılım Sorunu

Yerel yönetimlerin yerel kaynak ve hizmetlerin yönetimi ve denetimi işlevini üstlendikleri düşünüldüğünde temel ilkelerden birisi, bu kaynak ve hizmetleri tüketen kesimlerin temsilcileri aracılığıyla, yönetim ve denetimde etkili olabilmeleridir.

Günümüzde ne düzeyde olursa olsun bir yönetimin demokratikliğinin ölçütünün, sağladığı katılma olanakları olduğu konusunda genel bir kabulden söz etmek de olanaklıdır. Katılma, “kamu siyasalarının belirlenmesinde ve uygulanmasında ve denetlenmesinde yer alma” ya da “iktidar kullanan kurum ve kişilerin aldıkları kararları etkileme amacına yönelik tüm eylemler” olarak tanımlanabilmektedir.

Bu tanım sonucunda yerel hizmetlerde kaynak ve hizmetlerin kullanımında yetkili temsilcilerin karar alma ve uygulama süreçlerini “katılımcı” olarak planlamaları kaçınılmaz olmalıdır.

Bu bağlamda bakıldığında “yönetime katılım” süreçlerini ve katılımın karar alma iradesine dönüşmesini sağlayan argümanların hangi düzeyde sonuç alabildiklerini incelemek gerekir.

balon-01

Türkiye’nin de kabul ettiği Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’nın önsözünde; vatandaşların kamu işlerinin sevk ve idaresine katılma hakkının Avrupa Konseyi’ne üye devletlerin paylaştığı demokratik bir ilke olduğu ve bu hakların en doğrudan kullanım alanının yerel düzeyde olduğu belirtilmiştir.

Bu bağlamda bu katılım hakkını sağlayan ve yasayla da dayanak belirtilmiş olan kent konseylerinin doğrudan yerel demokratik katılım mekanizması içinde sayılması ve işlevlendirilmesi kaçınılmazdır.

Kent konseylerinin kent yaşamında, kent vizyonunun ve hemşehrilik bilincinin geliştirilmesi, kentin hak ve hukukunun korunması, sürdürülebilir kalkınma, çevreye duyarlılık, sosyal yardımlaşma ve dayanışma, saydamlık, hesap sorma ve hesap verme, katılım, yönetişim ve yerinden yönetim ilkelerini hayata geçirme gibi usul ve esasları ilke edinmiş olması göz önüne alındığında bu yapıya üye olan kurumsal veya bireysel temsilcilerin “kent müfettişi” olarak katılım sürecine dâhil olmaları gerekmektedir.

Ancak ülkemizde genel kanı ve uygulamaya bakıldığında kent konseylerinin “katılımcı demokrasi” söylemi altında kentsel meselelere kafa yormaz, siyasi ve bürokratik iradenin sözü dışına çıkmaz, elit ve halk tabakası arasına sıkışarak işlevselliğini yitirmiş, yasa gereği kurulmak zorunluluğu olan yapılar olarak görülmesi katılımcılığa ne denli güdük ve sakat baktığımızın da göstergesidir.

Bu tespitten hareketle yerel yönetimlerde katılım, halka yakınlık ve yerellik gibi demokratik ölçütler bakımından olmazsa olmaz ilkeler bir efsane olarak anılmaktadır.

eller-26

Katılımcı demokrasi lehine geliştirilen ideolojik ve pragmatik argümanlara karşın, günümüzde karmaşık teknoloji toplumunda doğrudan halk katılımının uygulanabilirliğine ve beklenen faydalı sonuçları elde etmeye şüpheyle yaklaşan, hatta doğrudan halk katılımını birçok kötü etkiye sebebiyet verecek tehlikeli bir girişim olarak gören eleştirel katılım literatürü gelişmiştir. Söz gelimi (günümüzde de yaşadığımız) kentsel bir yenileme planıyla ilgili katılımı savunan nice saygın akademisyenler dahi “biz yaptık, siz bir bakın ama ne derseniz deyin, biz bunu yine de yapacağız” diyebilmektedir. Buradaki temel sorun az önce de sözünü ettiğim halk ve elit arasındaki derin uçurumdur.

Halk tarafından katılım, kamu mal ve hizmetlerinin tüketicisi olarak kendi haklarını korumanın bir aracı, danışma hakkı ve mevcut politika belirleyicilerin sahip olduğu karar alma iktidarını topluma devretmesi olarak görülebilir. Elit açısından ise katılım, statükoya destek sağlamaya yarayan bir meşrulaştırma aracı ve kamu hizmetlerini geliştirmenin bir aracı olarak görülebilir; ama asla karar alma iktidarının değişiminin bir aracı değildir.

Bu nedenle elitin halka danışması gerektiği yerel bir hizmet hakkında ifade ettiği “biz bunu katılımcı yaptık” söylemleri, sadece içsel bir duygusal yoğunluğun ve nicelik gereği bir toplantı odasında monolog şeklinde gerçekleştirdiği sunumların sonucunda aldığı kararların ifadesidir.

Hal böyle olunca yerel düzeyde katılım, zaten etkili ve yetkili mercilere erişim imkânı olan kişi ve grupların dayatmalarıyla sınırlı kalacaktır. Bu durumda mevcut iktidar ilişkilerinde herhangi bir değişim meydana getirmediği için yerel düzeyde katılım “sembolik” kalacaktır. Yasal bir gereklilik olarak katılım öngörüldüğünde, katılımın “formalite icabı” çabucak yerine getirilmesi gereken bir uygulamaya dönüşmesi kentsel planların hazırlanmasında, kentin geleceğini etkileyecek hayati kararlarda halkın memnuniyetini ölçmeyen geri dönüşü imkânsız tahribatlar yaratacaktır.

Bu bakımdan katılımcı süreci yönetenlerin katılımcı demokrasi idealine inanmış olması son derece önemlidir.