İzmir Büyükşehir Belediyesi tarafından, Aliağa, Bergama, Dikili, Foça, Kemalpaşa, Kınık ve Menemen ilçeleriyle Çiğli ilçesinin Gediz Deltası Sulak Alanı‘nı kapsayan bölümü için hazırlanan Gediz-Bakırçay Havzası Sürdürülebilir Kalkınma Stratejisi belgesinin incelenip değerlendirilmesine ayırdığımız bugünkü yazımızda hazırlanan belge ile ortaya çıkan hedeflerin paydaşları, mevcut durum analizi ve katılımdan kaynaklanan sorunları hakkındaki görüş ve düşüncelerimizi paylaşmaya çalışacağız.
I – Hedef projelerle o projeleri uygulayacak paydaşlar arasındaki ilişkiler görev, yetki ve sorumluluk bağlamında yeterince incelenip tartışılmamıştır.
“Yeraltı sularında yapay besleme barajlarının yapılması” ya da “yeraltı sularının yenilenebilir enerji kaynakları ile bütünleştirilerek kullanılmasının sağlanması” gibi projelerde yerel yönetimlerle üniversitelerin ve özel sektörün proje paydaşı olarak gösterilmesine karşın yeraltı sularının bulunup kullanılması konusunda görevli, yetkili ve sorumlu olan Orman ve Su İşleri Bakanlığı’nın ve ona bağlı birimlerin ya da “Çamaltı Tuzlası sınırları içinde yer alan kültürel değere sahip mevcut yapıların koruma altına alınması, tuz müzesinin oluşturulması ve Sasalı-Tuzla arasında bisiklet yolu oluşturulması” projesinde Kültür ve Turizm Bakanlığı, İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü, Çamaltı Tuzlası İşletmesi, İzmir Büyükşehir Belediyesi ve Devlet Demiryolları İşletmesi’nin proje ortağı olarak sayılıp sulak alanlardan sorumlu Orman ve Su İşleri Bakanlığı’nın; ayrıca tuzlanın işletme hakkını 2010 yılında satın alarak işletmekte olan Binbir Gıda Tarım Ürünleri Sanayi ve Ticaret Anonim Şirketi’nin proje paydaşları arasında sayılmamış olması bu durumun en somut örnekleridir.
O nedenle, Gediz-Bakırçay Havzası Sürdürülebilir Kalkınma Stratejisi belgesinde hedef olarak gösterilen projelerin paydaşları belirlenirken, o paydaşlarla projeler arasındaki kurumsal ilişkilerin, o tarihte geçerli hukuki düzenlemelere göre görev, yetki ve sorumluluk analizlerinin yapılması; böylelikle hukuki anlamda görevli, yetkili ve sorumlu olan tüm kurumların dikkate alınması mümkün olur diye düşünüyorum.
II – Mevcut durum analizindeki yetersizlikler…
Gediz-Bakırçay Havzası Sürdürülebilir Kalkınma Stratejisi belgesinin hazırlanmasına esas olan mevcut durum analizi çalışmasında, ortaya konulan hedefler/projeler e esas olan bilgilerin ortaya konulmasını sağlayacak olan araştırmaların yapılmadığı görülmektedir.
Çalışmanın temel iddiası olan varlık-odaklı fikirlerden hareketle ulaşım, lojistik, sağlık, spor, eğitim gibi birçok alanda hedefler/projeler geliştirildiği halde bu hedef/projelerin altlığını ya da gerekçesini oluşturan toplumsal duyarlılık, gönüllülük ve sivil örgütlenme düzeyi, ticari yaşam ve örgütlenme düzeyi, bölge için yaşamsal önemde olan sanayi, yatırım ve altyapı hizmetleri, ulaşım ve lojistik, mevcut gelir yapısı ve dağılımı, göç ve işgücü, işsizlik, yoksulluk ve sosyal hizmetler, eğitim, kültür ve sanat, sağlık ve spor, iletişim ve bilişim, tüketici eğilimleri ve bölgede ağırlıklı olarak faaliyet gösterip varlık-odaklı kalkınma fikirleri üzerinde etkili olan sektör ve alt sektörlerle ilgili bilgi ve değerlendirmelerin bulunmayışı bu eksikliğin en belirgin örnekleridir.
Ele alınan bölgedeki mevcut durumun yeterince incelenip ortaya konulmadığı durumlarda hem önerilen hedeflerin/projelerin gerek ve geçerliliğinin hem de bu hedeflerin/projelerin mevcut durumu nasıl bir sonuca götürdüğünün ölçülmesi açısından mevcut durum bilgileri ile hedefler/projeler arasındaki doğrusal ilişkinin net bir şekilde ortaya konulması uygun ve doğru olacaktır.
III – Katılımdaki sorunlar…
Gediz-Bakırçay Havzası Sürdürülebilir Kalkınma Stratejisi’ hazırlık çalışmalarına, söz konusu belgede iddia edildiği gibi 572 kişi değil; bazı çalıştay ve panellere aynı kişilerin katılması nedeniyle toplam 431 katılımcının katkıda bulunduğu belirlenmiştir.
Strateji belgesinin hazırlığına katkıda bulunanlar arasında ilgi, bilgi ve deneyim açısından bir denge yaratılmamıştır.
Hazırlanan strateji belgesinin ‘iyi yönetişim’ anlayışı çerçevesinde kamu sektörü-özel sektör-sivil toplum kuruluşları işbirliği içinde hazırlandığı iddia edilmesine karşın, ‘özel sektör’ olarak tanımlanan kesimin belgenin hazırlanışında etkin bir şekilde yer almadığı; ayrıca ilçe düzeyinde yapılan halk çalıştaylarıyla uzman çalıştayına davet edilen katılımcıların bilgi, ilgi ve deneyimlerinin hem araştırma teknikleri hem de katılımların temsiliyeti açısından test edilmediği ve bunlar arasında bir dengenin gözetilmediği görülmüştür.
‘Gediz-Bakırçay Havzası Sürdürülebilir Kalkınma Stratejisi’ belgesinin hazırlık aşamasında gerçekleştirilen 7 ayrı ilçe halk ve 1 ufuk tarama çalıştayı ile uzman paneline ve 4 ayrı odak grup toplantısına davet edilen üniversite, kamu kesimi, STK temsilcileri ve özel sektör kuruluşlarının kendi aralarındaki dağılımları aşağıdaki tablolarda ayrıntılı olarak gösterilmiştir:
Yukarıdaki tablolardan da görüleceği gibi, strateji belgesinin hazırlık çalışmaları için yapılan tüm çalıştay, panel, ufuk tarama ve odak grup toplantılarında üniversiteler, kamu kesimi, STK’lar ve özel sektör arasında adil, dengeli ve anlamlı bir dağılımın sağlanması mümkün olmamış, her toplantıda kamu kesimi temsilcilerinin sayısal olarak ezici bir çoğunluğa sahip olduğu görülmüştür.
Oysa incelememize konu olan strateji belgesinin temel ilkelerinden biri olan ‘iyi yönetişim’ anlayışı, üniversiteler, kamu kesimi, STK’lar ve özel sektör olarak belirlenen dört temel toplumsal paydaşın planın yapılması sürecine adil, dengeli ve anlamlı bir şekilde katılmasını öngörmektedir. Mevcut durum ise, bunun tam aksine merkezi yönetimin taşra kuruluşları, kaymakamlıklar ve belediyeler düzeyinde gelen temsilciler eliyle bir ağırlık oluşturduğu ve böylelikle kamu ağırlıklı varlık-odaklı fikirlerin öne çıktığı anlaşılmaktadır.
Aliağa – Fotoğraf: Kudret Karakulak
Planın Hazırlık Sürecinde Düzenlenen Toplantılara Çağrılanların Tanımları Belli Değildir.
‘Gediz-Bakırçay Havzası Sürdürülebilir Kalkınma Stratejisi’ belgesinin hazırlık süresinde gerçekleştirilen her bir toplantıya davet edilen katılımcılarda aranan temel özelliklerin baştan belli olmayışı nedeniyle bazı katılımcıların toplantılara neden davet edildiği ya da bazı katılımcıların neden iki ya da üç toplantıya katıldığı kesin olarak belirlenememiştir. Bunun başlıca örnekleri şunlardır:
* İlçe çalıştaylarına katılan 69 davetlinin ‘Ufuk Tarama Çalıştayı’na katılırken geriye kalan 215 davetlinin bu çalıştaya katılmamış olması ve bunun nedeninin belli olmaması,
* Düzenlenen uzman paneline İzmir dışındaki üniversitelerden davet edilen altı akademisyenin daha önce bu bölgeyle ilgili çalışmalar yapmamış olmalarına karşın toplantılara katılmasının nedeniyle bu akademisyenlerin seçimi ile ilgili kriterlerin açıklanmaması.
* Bölgede faaliyette bulunan ve planın hedef olarak belirlediği varlık-odaklı fikirler kapsamında birçok toplumsal sorumluluk projesi gerçekleştiren ya da bunların finansmanı için katkıda bulunan PETKİM, TÜPRAŞ ve ENKA gibi büyük sanayi ve enerji kuruluşlarının bu toplantılara neden davet edilmediğinin bilinmemesi.
Tehlikeli atıklar tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de ciddi boyutlarda ekolojik sorunlara neden olmaktadır. Bu sorunlar, sanayi devrimini gerçekleştirmiş, 4. Sanayi Devrimi’ni yaşayan egemen devletlerde ve onların tahakkümündeki ülkelerde farklı nedenlerle ve farklı sonuçlarla görülmektedir. Tehlikeli atıklar sorunu, Türkiye’de, egemen ülkelerin verdiği rol gereği yaşanmaktadır. (*) Ya bu egemenlerin ekolojik-ekonomik nedenlerle üretmedikleri ürünlerin üretimi yapılmaktadır ya da kullanmadıkları, köhnemiş teknolojileri, sökülmüş fabrikaları satın alınmaktadır. Sorunun bir başka nedeni de, tüm uluslararası sözleşmelere karşın, bu devletlerden Türkiye’ye çeşitli yol ve yöntemlerle sokulan tehlikeli atıklar veya bulaşıklarıdır. Dünyadaki tehlikeli atık sorunundan, Türkiye’nin olduğu gibi, İzmir’in de bağışık olmadığı açık bir gerçektir. İzmir’de hem ekolojik yıkıma neden olan tehlikeli atık üreten yatırımlar yoğuşturulmakta, hem de çeşitli yollardan tehlikeli atık girişi olmaktadır. Sorumlu yöneticiler de farkında oldukları bu sorunları, devlet ve hükümetlerce izlenen politikalar gereği, saklamakta, hafife almakta veya çözüyormuş gibi yapmaktadırlar.
Elinde bulunduran kişinin atmak istediği veya atmayı planladığı veya atmak zorunda olduğu madde ya da objedir tehlikeli atıklar. Standart dışı ürünler, dökülmüş, niteliği bozulmuş ya da kullanıma maruz kalmış olan maddeler, kullanılmayan kısımlar (bitik piller, katalizörler vb.), yararlı verim alınamayan maddeler, endüstriyel işlem kalıntıları (örneğin cüruflar, dip tortusu vb.), makine/yüzey işlem kalıntıları (torna atıkları, frezeleme kırıntıları vb.), hammadde çıkarılması ve işlenmesinden kaynaklanan kalıntılar (petrol sahası slopları, madencilik atıkları vb.), yasa ile kullanımı yasaklanmış olan ürün, madde ve materyaller, sahibince artık kullanılmayan ve kullanılmayacak olan nesneler (tarımsal, evsel, işyeri, pazar kalıntıları vb.), işlemler sonucu kontamine olmuş ya da kirlenmiş maddeler, son kullanım tarihi geçmiş ürünler, atıklara örnek olarak gösterilebilirler.
Aliağa Gemi Söküm Alanı
Atık tanımlaması için Avrupa Birliği Atık Konseyi’nin 12 Aralık 1991 tarihli 91/689/EEC sayılı direktifinin esas alınması doğru olur.
Tehlikeli atıklar ise çevre ve insan sağlığı için tehlikeli olan, yanıcı, yakıcı, kanserojen, patlayıcı, radyoaktif, aşındırıcı ve zehirli atıkların tümüne verilen genel bir isimdir.
“Miktar, konsantrasyon veya fiziksel, kimyasal veya enfeksiyöz özellikleri nedeniyle:
1. Mortalite artımına neden olan veya önemli boyutlarda katkıda bulunan, ciddi, irreversibl yetersizlik yaratıcı, düşürücü hastalık yapan,
2. Uygun biçimde işlenip, depolanıp, taşınıp veya yok edilmediği durumlarda insan sağlığı veya çevre için zararlı olabilme potansiyeline sahip katı atıklar veya katı atık bileşimlerine tehlikeli atık denmektedir.”
Hangi atıkların tehlikeli olarak kabul edildiği, 14.03.2005 tarih ve 25755 sayılı Resmi Gazete’de yayınlanan Tehlikeli Atıkların Kontrolü Yönetmeliği’nde belirtilmiştir:
Liman kenti ve civarında da liman olanaklarının bulunması yanında; verimli tarım topraklarıyla çevrili oluşu, hammadde kaynakları, nitelikli işgücü ve ulaşım ağının elverişliliği, sanayinin gelişmesine olanak vererek İzmir’i Ege Bölgesi’nin ticaret merkezi konumuna getirmiştir. İzmir’deki sanayinin başlangıç ve gelişiminden kısaca söz edilecekse; önce tarıma dayalı; tütün, incir, üzüm işletmeleri; zeytinyağı tasirhaneleri, sabun işlikleri; dokuma, gıda, içki, bira, sigara, yem, gübre, dericilik, tarım makineleri, vb. sanayi yatırımları yapıldığını belirtmek gerekir. Sonraki yıllarda ise Türkiye’ye biçilen rol ve yerel koşullara göre; çok enerji ve su tüketen, ekolojik yıkımlara neden olan, sanayi yatırımlarına devam edilmiştir: Petrokimya, petrol rafinerisi, demir-çelik, gemi sökümü, çimento, toprak sanayi, seramik, otomotiv, boya, madeni eşya gibi sanayi kollarıyla enerji ve madencilik alanındaki yatırımlar bu tür yatırımlardır.
İzmir’deki ilk sanayi yerleşim alanı, Alsancak Limanı’nın arka tarafındaki Darağacı (Alsancak Stadyumu civarı) bölgesidir. TARİŞ’in yatırımları, Sümerbank Basma, ETAS Meyankökü işleme, ESHOT Havagazı, Gomeller yağ fabrikası, T.E.K. Santrali gibi yatırımlar bu bölgedeydiler. Daha sonraları ise, Bornova, Kemalpaşa, Turgutlu; Çiğli, Menemen, Aliağa, Torbalı, Tire, Ödemiş hatlarına doğru organize sanayi bölgelerine (OSB) ve küçük sanayi sitelerine (KSS) veya tek olarak yerleşildi. Yerleşmelerin hemen hepsi en verimli ovalarda, tarım topraklarında ve suya erişim olanaklarının yüksek olduğu bölgelerde gerçekleştirildi. Böylece en önemli tarım toprakları tam anlamıyla yok edilirken, mevcut sular da hızla tüketiliyor ve bu sanayi kuruluşlarınca kirletiliyordu.
İzEBSO’nun İzmir’deki ilk 100 büyük sanayi kuruluşunun listesinden, İzmir’in tehlikeli atık üreten sanayilerin büyüklükleri hakkında bir fikir edinilebilir.
Bazı sektörlerin oluşturduğu tehlikeli atıklardan örnekler verilecek olursa:
1.Kimya sanayi: Kuvvetli asit ve bazlar, solventler, reaktif atıklar;
2. Metal sanayi: Ağır metallerle birlikte boya atıkları, kuvvetli asit ve bazlar, siyanürlü atıklar, ağır metal içeren kalıntılar;
3.Temizlik maddeleri ve kozmetik üretimi: Ağır metal tozları, yanabilen ve parlayabilen maddeler, yanabilen solventler, kuvvetli asit ve bazlar;
4.Mobilyacılık: Solventler, yanabilen maddeler;
5. İnşaat sanayi: Yanabilen boya atıkları, solventler, kuvvetli asit ve bazlar;
6.Taşıt onarım ve bakım işlikleri: Ağır metal içeren boya atıkları, yanabilen atıklar, kullanılmış kurşun piller ve bataryalar, akü kalıntıları, solventler;
7.Matbaacılık sanayi: Ağır metal çözeltileri, atık mürekkepler, solventler, elektro kaplama atıkları, ağır metaller içeren mürekkep çamuru;
8. Kâğıt sanayi: Ağır metaller içeren boya kalıntıları, parlayabilen solventler, kuvvetli asit ve bazlar;
9. Dericilik ve deri işleme: Ağır metaller, toluen ve benzen;
10. Gemi Söküm Sanayi: Ağır metaller, yağlar, PCB, PAH;
11. Yakma Tesisleri: Dioksin, Furanlar, Klor ve PCB’ler bilinen başlıca Kalıcı Organik Kirleticiler.
Gaziemir, Radyoaktif Alan – Atlas Dergisi
”Dioksin’’ veya ‘’dioksinler ve furanlar’’ terimleri genellikle 210 adet klorlu kirletici, poliklorlu dibenzo-p-dioksinler ve dibenzo furanlar’dan oluşan bir grup olduğu ve en toksik klorlu organik bileşikler olarak kabul edilir;
İzmir ve yöresinde; kömür, altın, bakır, kurşun, çinko, demir, antimuan, perlit, grafit, titenyum, dolomit ve mermer madenleri çıkarılıp işlenmektedir. Sanayi kadar, madencilik faaliyetleri sırasında da tehlikeli atıklar üretilmektedir.
Madencilik Faaliyetleri Tehlikeli Atıkları: Ağır metaller, siyanür, ağıryağlar, bu tehlikeli atıklara verilebilecek örneklerin bir kısmıdır.
Burada, özellikle Bergama ve Efemçukuru’ndaki altın madenciliği faaliyetlerinin yoğun ağır metal kirliliklerine dikkat çekilmelidir.
Elbette tehlikeli atıklar ve kaynakları yukarıdakilerle ve sektörlerle sınırlı değildir.
İzmir ve ilçelerinden günde yaklaşık olarak 15 ton tıbbî atık toplanmaktadır. Bu atıklar, 53 hastane, 184 poliklinik ve 540 küçük ölçekli sağlık merkezinde üremektedir. Bu atıklar İzmir Büyükşehir Belediyesi tarafından toplanarak Harmandalı katı atık dökü alanında gömülmektedir. Ancak özel hekim muayenehanelerinden, veteriner ve diş hekimi klinikleri gibi küçük sağlık birimlerinde oluşan atıklar bu sisteme dahil edilememektedir.
Ülkemizin en önemli sanayi bölgelerinden biri olan İzmir’de tehlikeli atıkların bertarafı, geri dönüştürülmesi, giderilmesine yönelik tesis yoktur denebilecek kadar azdır.. Oluşan tehlikeli atıkların bir bölümünün İzmit’teki lisanslı tesis İZAYDAŞ’a gönderildiği söylenilmektedir. Oysa İZAYDAŞ, bulunduğu bölge dışından atık kabul etmemektedir. Bir kısım tehlikeli atık ise, eğer kapasitesi kendi tehlikeli atıklarına yeter ve kabul edebilir koşullar olursa, PETKİM’in Aliağa’daki yakma tesisinde bertaraf edilmektedir. İzmir’in tehlikeli atıklarının büyük bir bölümü ise evsel atıklarla birlikte atılmaktadır. Örneğin, Aliağa’daki gemi söküm tesislerinden Harmandalı katı atık dökü alanına atıklar gönderilmektedir. Bu atıkların bu dökü alanına kabullerinin yapılmaması gerekirken, niteliklerini denetleyecek uzman da bulunmamaktadır.
Sanayi kenti olan İzmir, başta Aliağa Demir Çelik tesisleri, Petrol rafinerisi ve Petkim gibi kimyasal atığı yoğun olan ve yılda milyon tonun üzerinde atık üreten tesislere ev sahipliği yapmaktadır.
Ayrıca, yanlış politikalar sonucu her ilçesi organize sanayi bölgeleri (OSB) ve küçük sanayi siteleri (KSS) ile donatılmıştır. Bu düzenli sanayi tesislerinde bile net tehlikeli atık miktarı resmi olarak belirlenmediği gibi bertaraf edilen miktarlar da çok azdır. Kentsel atıksu arıtma tesislerinden kaynaklanan milyonlarca tonluk arıtma çamurları ayrı bir sorundur. İlimizde sadece katı olan tehlikeli atıklar hakkında konuşulmasına rağmen, henüz sıvı ve gaz formlarda tehlikeli atık yokmuş gibi davranılmaktadır.
İlimiz Aliağa ilçesinde bulunan, kapasiteleri her yıl hızla artan elektrikli ark ocağı (EAOT) ile üretim yapılan demir çelik tesislerinde, bir ton çelik üretiminde Türkiye ve gelişmiş ülkelerde tehlikeli atık olarak kabul edilen, % 35 demir, % 10-30 çinko ve % 2-7 kurşun içeren, yaklaşık 14 kg EAOT ve 100 kg cüruf açığa çıkmaktadır. Çevresel ve ekolojik yıkımlara neden olan EAOT atığı Tehlikeli Atıkların Kontrolü Yönetmeliğine göre çevreye zarar vermeden güvenli bir şekilde giderilmesi ve depolanmasının sağlanabilmesi için özel işlem ve depolama teknikleri gerekmektedir. Ancak, Aliağa’daki tesislerce bu yapılmamaktadır. Çözüm ya bu fabrikaların civarındaki verimli tarım topraklarına Elektrikli Ark Ocağı Tozlarının tepelenmesinde ya da vadilere dökülmesinde aranmıştır. Ayrıca, bu tozların sıkıştırılarak parke taşı yapıldığı da bir gerçektir.
İstanbul İkitelli’de hurdacıda rastlanan radyoaktif atıktan sonra, İzmir’de de radyoaktif Europium 152 atığına rastlandı:
3 Nisan 2007’de, İzmir, Gaziemir Aksoy Caddesi üzerindeki Aslan Avcı Döküm Sanayi ve Tic. A.Ş.’ye ait fabrikanın 70 dönümden fazla olan arazisinde, Türkiye Atom Enerjisi Kurumu (TAEK) tarafından radyasyonlu atık saptandı.
Bu fabrikada 40 yıldan fazla süreyle, yarı açık cezaevi mahkumları çalıştırılarak, akü ve kurşun hurdalarından kurşun üretimi yapıldı. Ayrıca, “Aslan Avcı” markalı saçma üretimi de bu tesiste gerçekleştiriliyordu. Külçe kurşun ve saçma üretimi için teknik ömrünü tamamlayınca, bu tesisin makineleri, depoları, asit havuzlarıyla birlikte terk edildi. Şirketin iç yazışmalarında, radyasyonlu atık numunelerinin, Türkiye Atom Enerjisi Kurumu’na (TAEK) bağlı Çekmece Nükleer Araştırma ve Eğitim Merkezi’ne (ÇNAM) gönderildiği belirtilmektedir. TAEK-ÇNAM’nde yapılan incelemede, “radyasyon tespit edilen malzemelerin herhangi atık sınıfında değil, ‘radyoaktif kaynak’ olduğu ve malzemelerin Türkiye’de bulunmadığı” belirleniyor. Radyasyonun ‘Europium 152’ adı verilen bir malzemeden bulaşmış olabileceğini tespit eden ÇNAM, bu malzemenin de ancak nükleer santrallerdeki nükleer çubuklardan bulaşabileceğini belirtiyor. Ayrıca Europuim 152 adı verilen malzemenin Türkiye’ye yasal girişinin olmadığı da açıkça ifade ediliyor.
8 Eylül 2008’de TAEK, Aslan Avcı’ya gönderilen yazısında, fabrikada Mayıs, Haziran, Temmuz ve Ağustos’ta yapılan ölçümlerde depolama sahasında, “…fırınlar bölgesinde, kapalı istif sahasında radyoaktif madde bulaşmış atık tespit edildiği…”ni belirtip, “Radyoaktif maddelerin potalarda eritildiğini…” vurguluyor. “Radyasyonlu atıkların bulunduğu yerin karantina altına alınması gerekmektedir.”
17 Haziran 2008’de Çevre ve Orman Müdürlüğü bir depoda 200 ton atık tespit ediyor ve atıkların bertarafa gönderilmesini istiyor. Bu arada, Aslan Avcı Döküm San. ve Tic. A.Ş’nin Teknik Müdürü Özgür Yarcı, şirketin genel müdürü Hadi Gedik’e gönderdiği elektronik mektuplarda “radyasyon içeren tehlikeli atıkların İZAYDAŞ’a gönderilmesi durumunda maliyetin 12 milyon lira olacağını, eğer Çekmece Nükleer Araştırma Merkezi’ne (CNAM) gönderilirse maliyetin daha da artacağını” belirtiyor. Denetçiler, Temmuz 2008’de tekrar fabrikaya gittiğinde 180 ton tehlikeli atık daha bulmuşlardır.
17 Eylül 2008’de, İzmir Valiliği İl Çevre ve Orman Müdürlüğü yetkilileri firmaya, “9-10 Eylül 2008’de fabrikada 90 x 90 x 12 metrelik depolanmış atık sahasında radyasyon tespit edildiğini” bildiriyor. Yazı, İzmir Büyükşehir Belediyesi’ne, Gaziemir Kaymakamlığı’na Gaziemir Belediyesi’ne ve Gaziemir Sağlık Grup Başkanlığı’na da gönderiliyor.
Kasım 2008’ de TAEK, fabrikaya çevre ve insan sağlığı açısından alınması gereken tedbirleri bir kez daha hatırlatıyor. Bu uyarı yazısı Çevre Bakanlığı ile İzmir Valiliği’ne de gönderiliyor. Aralık 2008 ile Eylül 2009’de, Çevre ve Orman Bakanlığı fabrikayı tekrar denetliyor. Aralık 2012 itibariyle fabrikanın durumunu tüm sorumlu ve yetkili kurumların biliyor olmasına rağmen bugüne kadar radyoaktif çöple ilgili hiçbir işlem yapılmamıştır. Bölge sakinlerinin ifadelerine göre, arazi el altından satılmak isteniyor, iddiaya göre araziyi TOKİ alacaktır.
TEHLİKELİ ATIKLARIN SAĞLIĞA ETKİLERİ
Ağır metallerin sağlık üzerine etkilerini şöyle sıralayabiliriz: Farklı sistem ve organ kanserleri, solunum ve dolaşım sistem hastalıkları, tiroid bezi hastalıkları, karaciğer ve böbrek işlevi bozuklukları, hipertansiyon, düşük ağırlıklı bebek doğumları, düşükler.
Radyoaktif atıklar, kansere neden olmaktadırlar.
Dioksinler ve furanlar çevrede çok uzun süre kalıcıdırlar. Uluslararası Kanser Araştırması Ajansı tarafından 1. Grupta (İnsanlarda kansere neden olduğu ispatlanmış maddeler) gösterilmektedir. Bu konuda en geniş araştırmayı ABD Çevre Koruma Ajansı (EPA) yürütmüş ve bu araştırmanın taslağını 1994 yılında yayınlamıştır (USEPA 1994a). Araştırma sonuçlarına göre, dioksin kanser yapmasının yanında, sinir, bağışıklık ve üreme sistemlerine (sperm sayısında azalma dahil) zarar verebilmekte, doğmamış bebeklerde bozuk oluşumlara, sakatlıklara sebep olabilmekte, endokrin sistemini bozabilmekte ve daha birçok olumsuz etkiye neden olabilmektedir. Atıklar yakıldığında, çok daha zehirli atıklara dönüşerek havaya, suya ve toprağa oradan da besin zinciriyle insana ve diğer canlı bedenlere taşınıyor. Bu atıklar insan bedenine bir kez girdiğinde on yılları aşan süreler boyunca bedenden dışarı atılamıyor. Bedende biriken bu zehirler, zamanla başta kanser olmak üzere, üreme sorunlarına ve akciğer hastalıkları gibi daha birçok sağlık sorununa neden oluyor.
Asbest: ILO ‘nun verilerine göre; dünyada her yıl, asbest ile ilişkili kanserlerden 100.000 – 140.000 çalışan kanserden ölmektedir.
Siyanürün sağlık etkilerini kısa süreli yüksek doz ve uzun süreli düşük doz olarak ayırmak gerekir.
Kısa süreli ve yüksek dozlarda sinir, solunum, dolaşım sistemi etkilenmesi söz konusudur. Uzun süreli düşük dozlarda ise ruhsal dengede bozulma, iştahsızlık, guatr, doğumsal anomali görülür. İnsan için öldürücü doz 1mg./kg (beden ağırlığı)’dır.
“Termiğe Dur” Eylemi, Aliağa
SONCA
Gemi sökümcüler, kapasitesi ve dolaysıyla teknik kullanma süresi yıllar önce dolmuş olan Harmandalı çöp dökü alanına tehlikesiz olduğunu beyan ederek, atıklarını göndermektedirler. Aynı gemi sökümcüler, anımsayacaksınız, OTOPAN isimli gemide bir ton asbest bulunduğunu beyan etmişlerdi. Oysa Tehlikeli Gemi Sökümünü Önleme Girişimi, tehlikeli atık sınıfındaki asbestin 77,4 ton olduğunu kanıtlamış, geminin Hollanda’ya geri gönderilerek, asbestinin orada temizlenmesini sağlamıştı. Artık gemi sökümünden gelen atıkların içinde tehlikeli atık olmadığına inanılabilir mi? Sorumlular bu konuda güvence verebilirler mi? Bu güvencelerini hangi uzmanlarıyla yaptıkları denetimlerine dayandırabilecekler? Böyle bir denetim hiç yapılmış mıdır? Kadrolarında bu işin uzmanları var mıdır?
Demir çelik fabrikalarının Aliağa’da birikmiş en az on beş milyon ton elektrikli ark ocağı tozu vardır. Fabrika sahalarında, satın aldıkları verimli tarım topraklarında depolayıp Aliağa’da Bozköy civarında bir vadiye yığıyorlar. Bilimsel raporlarda ve araştırmalarda bu elektrikli ark ocakları tozlarını oluşturan kanserojen ağır metallerin, yer altı ve yer üstü sularına karıştığı gibi rüzgâr ile soluduğumuz havaya da karıştığı yazılmaktadır. Milyonlarca ton demir çelik atığı toz ve ne yapılacağı bilinmiyor. Ama bunlar yediğimizden, içtiğimizden, soluduğumuz havaya kadar yaşam düzenimizin içindeler.
Sadece bu kadar mı? Altın madenciliği, polimerik kompozit malzemelerle üretim yapanlar, boya fabrikaları tehlikeli atıklarını ne yapıyorlar? İzmir’in, demir çelik, altın madenciliği ve gemi sökümünden kaynaklananlar dışında, yılda en az 300 bin ton olan tehlikeli atığı nerededir? İZAYDAŞ’ın kapasitesi İzmir’in tehlikeli atık miktarının onda biri kadar. İZAYDAŞ, 35 bin ton/yıllık kapasitesiyle tüm Türkiye’ye hizmet veriyor. PETKİM 17.500 t/y atık yakma kapasiteli bir tesise sahipken, TÜPRAŞ 7.500 t/y bir yakma tesisine sahiptir. Türkiye’de üretilen tehlikeli atık miktarı TÜİK’e göre: 1.250.000 t/y; AB bazlı tahmin: 2.600.000 t/y; Envest: 2.600.000 t/y; HAWAMAN: 1.350.000 t/y’dır. Geriye kalan tehlikeli atıklar nerededir? Kaldı ki; atık yakma tesisleri de başlı başına dioksinlerin ve furanın kaynağıdırlar.
Bir ilâç fabrikasının atıklarını nasıl da gömdüğünü çok yakınlarda TV’lerde gördük, gazetelerde okuduk. Dünyada bugün en kârlı işler, silah, uyuşturucu, petrol ticaretleri gibi tehlikeli atık ticaretidir. Somali kıyılarına, Karadeniz’e atılan, dökülen tehlikeli atıkları biliyoruz. İtalyan mafyasının Sicilya açıklarına nükleer atık yüklü gemi batırdığını, Greenpeace örgütü yaptığı ölçümlerle kanıtladı. İskenderun Körfezi’ne, İspanya’nın tehlikeli atık niteliğindeki termik santral atığı yüklü ULLA isimli batırıldı. Çimento fabrikalarında tehlikeli atıklar yakılıyor. Ülkemizde bu fabrikaları İtalyan sermayesi satın almaktadır. İzmir’in merkezindeki Gaziemir İlçesi’ne nükleer santral atığı Europium 152 getirilip gömülebilmektedir. Sorumlu ve yetkili olanlar olayı saklamış, hafife almışlar ve sürüncemede bırakarak, suçluları tespit edip, yargılanarak cezalandırılmalarını sağlamamışlardır.
(*) Gelişmiş ülkeler, 1970’li yıllardan itibaren deri sanayinde ortaya çıkan çevre kirliliği, sanayide suyun fazla kullanımı, artan üretim ve işçilik maliyetleri nedeniyle deri işleme sanayini bırakmaya başlamışlardır. Bu ülkelerin düşük maliyetli deri ithalatını artırmaları ve giderek artan çevre koruma önlemleri, bunun sonucunda ortaya çıkan yüksek maliyetler nedeniyle bu alanı terk etmeye başlamışlar, ham deri işletmeciliği az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelere doğru kaymaya başlamıştır. 1980’li yılların ikinci yarısından sonra, Sovyetler Birliği’nin ve Doğu Bloku’nun dağılması serbest piyasa ekonomisinin giderek önem kazanması ve yaygınlaşması, deri ticareti ve sanayinde dengelerin değişmesine neden olmuştur. Deri üretim merkezi, Avrupa’dan doğuya doğru kaymaya başlamıştır.