Gediz Deltası Sulak Alanı’nı Nasıl Koruruz?

Ali Rıza Avcan

Gediz Deltası Sulak Alanı’nı Nasıl Koruruz” başlıklı sunumumu, 2-4 Ağustos 2019 tarihleri arasında Çiğli Belediyesi tarafından düzenlenen Çiğli Kent Sempozyumu’nda yapmıştım. Belediye tarafından yapılan planlamaya göre, bu sempozyumda sunulan bütün bildirilerin bir kitap olarak yayınlanması öngörülmüştü. Ancak aradan geçen zaman içinde bu yayın yapılamadığı için, Gediz Deltası Sulak Alanı ile ilgili olarak dile getirdiğim konu ve sorunların güncelliğini kaybetmemesi adına yayınlamayı uygun buldum.

Günaydın. Biz, son iki üç senedir bu saatlerde Mavişehir’deki balıkçı barınağında kahvaltı ediyor, kahvaltıyı bitirdikten sonra da Gediz Deltası’na doğru yürüyor, pelikanları ve diğer kuşları seyrediyorduk. Pazar günü, sabahın bu saatlerinde bana bir konuşma yapacağım söylendiğinde, keşke o sahilde, Delta’da olsaydık dedim içimden. Program hazırlanıp kesinleştiği için, başka bir etkinliğin sonrasında Delta’yı içimizde hissetmek, kokusunu almak, kuşların sesini duymak için oraya bir gezi yapmayı diliyorum.

Evet, ismim Ali Rıza Avcan. Sunum öncesinde benimle ilgili fazla bir bilgi verilmedi; çünkü ben kendimi tanıtırım dedim. 64 yaşındayım, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi mezunuyum. 64 yılın üçte birini Ankara’da, üçte birini İstanbul’da, son üçte birini de İzmir’de geçirdim. 1998 yılından bu yana İzmir’de yaşıyorum ve uzunca bir süredir “İzmirliyim”.

Tüm yaşamımı düşündüğümde, bugüne kadar yapmış olmaktan gurur duyup övündüğüm iki ayrıcalığım var;

Birincisi, Türkiye Çevre Vakfı’nın 1981 Anayasası’na çevre koruma ile ilgili hükümlerin konulması amacıyla oluşturduğu çalışma grubunun içinde yer alıp, halen yürürlükte olan Anayasa’ya çevre ilgili hükümlerin konulmasında katkımın bulunmasıdır.

Ama asıl övündüğüm konu, 2015 yılından beri Gediz Deltası’nın savunulması için yapılan hukuki mücadelenin içinde yer almış olmamdır.

Bugün size işte o hukuk mücadelesini, 2015 yılından başlayıp 2019 yılında –şimdilik- bitmiş olan Gediz Deltası Mücadelesini anlatmaya çalışacağım. O mücadelede neler yaptığımızı anlatıp, edindiğimiz deneyimler ışığında bundan sonraki benzer mücadele süreçlerinde neler yapılması gerektiği konusunda değerlendirmeler yapıp öneriler geliştirmeye çalışacağım.

Ama öncelikle bu mücadelede birlikte çalıştığımız Türkiye Mimar ve Mühendis Odaları Birliği’ne (TMMOB), EGEÇEP bileşenlerine, Doğa Derneği’ne, diğer sivil toplum kuruluşlarına, yurttaşlara, avukatlarımıza ve aktivistlere teşekkür etmek isterim.

Gediz Deltası’nı tehdit eden en önemli unsur, 2014 tarihli yerel seçimlerde AKP’nin İzmir Büyükşehir Belediye Başkan adayı olan Binali Yıldırım’ın “Altın Gerdanlık” olarak tanımlayıp belediye başkanı olduğu takdirde yapmayı vaat ettiği İzmir Körfez Geçişi Projesi’ydi. Binali Yıldırım’ın İzmir’le ilgili 35 Mega Projesi arasında birinci sırayı işgal eden İzmir Körfez Geçişi Projesi, İzmir Körfezi’nin bir ucundaki Çiğli’den başlayıp önce bir asma köprü, daha sonra Körfez’in tam ortasında 800 metre uzunluğunda ve ampul şeklinde beton bir ada, en sonunda da deniz altından bir tünelle Körfez’in diğer ucu İnciraltı’nda yüzeye çıkan büyük bir otoyol projesiydi. Bu anlamda büyük bütçeli yapım maliyeti, önerdiği ileri teknoloji ve vaat ettiği muazzam çevre tahribatı itibariyle İzmir’e yapılabilecek en büyük kötülüktü. Diğer yandan, İstanbul-İzmir otoyolunun Çeşme bağlantısını sağlayıp Çiğli, Menemen, Sasalı, Ulukent ve Balçova bölgelerinde yeni yerleşim alanlarının oluşumuna yol açacak büyük bir rant projesinin temel taşıydı. Bu projenin uygulanması sonrasında Menemen’in 2030 yılı nüfusunun 1 milyona varacağı söyleniyordu. Oysa Menemen’in bugünkü nüfusu, nerede ise bunun 5’de ya da 6’da biri düzeyinde. Düşünün bir, bütün bu bölgede alt ve üst geçitlerle, viyadük, köprü, tünel, beton ada ve yeni yollarla yeni bir arsa, arazi yağmasının yaşanacağı…

Bu projenin doğal çevreye vereceği büyük zararların ortaya çıkması üzerine, Türkiye Mimar ve Mühendis Odaları Birliği (TMMOB), EGEÇEP ve Doğa Derneği gibi sivil/demokratik kurumlarla 85 İzmirli yurttaş bir araya gelerek projeyle ilgili ÇED raporunun yürütmesinin durdurulması ve iptali için İzmir 2. İdare Mahkemesi’nde dava açtık.

İzmir Körfez Geçişi Projesi’nin kamuoyunda tartışılmaya başlandığı günlerde, Orman ve Su İşleri Bakanlığı’na bağlı Ulusal Sulak Alan Komisyonu (USAK), İzmir Körfez Geçişi Projesi’nin yapımını kolaylaştırmak amacıyla Gediz Deltası’ndaki koruma bölgelerinin sınırlarını değiştirerek koruma derecelerini düşürdü. Böylelikle bu bölgelerde İzmir Körfez Geçişi Projesi ile rant amaçlı yeni yapılaşmaların önü açılmış oldu. Bunun üzerine Doğa Derneği ve Avukat Cem Altıparmak’la birlikte İzmir 2. İdare Mahkemesi’nde ikinci bir dava açtık.

İzleyen süreçte bu davalar birbiriyle bağlantılı olarak ilerledi ve sonuçta önce İzmir Körfez Geçişi Projesi ile ilgili dava, ardından da Gediz Deltası Sulak Alanı’ndaki koruma altındaki sulak alanlarla ilgili dava bizim lehimize sonuçlandı. Böylelikle hem İzmir Körfez Geçişi Projesi ile ilgili ÇED raporu, hem de koruma altındaki sulak alanları tehdit eden Ulusal Sulak Alan Komisyonu kararı iptal edilmiş oldu. İlgili kamu idarelerinin Danıştay düzeyinde yaptığı itirazlar da kabul edilmediği için dava süreçleri şimdilik sonuçlandı. Ama dediğim gibi, şimdilik bitti; yani, yeni bir tehdit yeniden gündeme getirilmediği sürece…

Bu süreçte neler yaşadık? Öncelikle bunları anlatmak istiyorum. Çünkü gelecekteki benzer mücadeleler için yaşadıklarımızdan dersler çıkarmamız gerektiğine inanıyorum.

Bu iki davada temel aldığımız en önemli konulardan bir tanesi, İzmir Körfez Geçişi Projesi’nin İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin 2009 yılında hazırladığı İzmir Ulaşım Ana Planı’nda (İUAP) yer almayışı idi. Ancak, bizim davaları açtığımız dönemde, sözünü ettiğim İzmir Ulaşım Ana Planı güncelleniyordu ve İzmir Körfez Geçişi Projesi’nden yana olanların, İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu’ndan alacakları destekle projeyi plana yerleştirmeleri ihtimal dahilindeydi. O nedenle, Ağustos 2015-Şubat 2019 döneminde gerçekleşen İzmir Ulaşım Ana Planı hazırlık çalışmalarına bizzat katılarak İzmir Körfez Geçişi Projesi’nin yeni planda yer almaması için özel bir çaba göstererek başarıya ulaştık. O nedenle, bu mücadelede bize destek veren proje danışmanı Prof. Dr. Haluk Gerçek hocamıza burada bir kez daha teşekkür etmek isterim. İzmir Ulaşım Ana Planı’nın hazırlandığı süreçte kendisiyle el ele verdik ve bilimsel gerekçelerini ortaya koyarak o projeye planda yer vermedik.

Peki, bu mücadele içinde özellikle belediyeler ne yaptılar? Çiğli Belediyesi’ne de buradan söyleyeceklerim var. Çünkü bu mücadele için hiçbir şey yapmadılar. İzmir Büyükşehir Belediyesi zaman zaman projeyi destekleyip zaman zaman tavırsız kaldığı için, hatta üstüne üstlük “bu projeyi önce ben düşündüm, bu proje aslında benimdir” diyen İzmir Büyükşehir Belediye başkanının ağırlığı nedeniyle sessiz kaldılar. İzmir Körfez Geçişi Projesi ile ilgili ÇED raporunun eklerini incelediğimizde projeden etkilenen Karşıyaka, Çiğli, Narlıdere ve Balçova belediyelerinin körfez geçişine kâğıt üstünde karşı çıktıklarını, düzenledikleri raporlarda, bu proje İzmir Ulaşım Ana Planı’nda yoktur, o nedenle projenin yapılması mümkün değildir dediklerini gördük. Ama oraya kadar! Ondan sonra tek bir adım atmıyor, yanımızda yer almıyor, itiraz etmiyor, dava açmıyor ya da açtığımız davalara müdahil olmuyorlardı. Sanki projenin yapılacağı yerler kendi sınırları içinde değilmiş, kendilerini bundan etkilenmeyecekmiş gibi… Haliyle o siyasi ortam içinde görüştüğümüz siyasetçiler ve milletvekilleri de pek net bir tavır alamayıp bizleri hayal kırıklığına uğrattılar.  Ama bütün bunlara karşın, sonuçta başarılı olduk. O nedenle, belediyeler cephesinde yalnız bırakıldığımız bu mücadelenin o dönemde Kültürpark mücadelesi ile birlikte İzmir’in en önemli toplumsal mücadelelerinden biri olduğunu söyleyebiliriz.

Peki, bu süreçte biz ne yaptık? Mümkün olduğu kadar toplantılar düzenleyip kamuoyunu, halkı bilgilendirip aydınlatmaya çalıştık. Özellikle İzmir’e Sahip Çık Platformu ile ilçe kent konseylerinde. Ama bu projeye karşı çıkan kent konseyleri, nedense projeyle doğrudan ilgisi olmayan Konak, Buca gibi ilçe kent konseyleriydi. Projeyle doğrudan ilgisi olan Karşıyaka, Çiğli, Narlıdere ve Balçova kent konseyleri ise bu konuyu gündemlerine dahi almadılar.

Mücadele içinde farklı ve yaratıcı pratikler geliştiren Doğa Derneği’ne teşekkür etmemiz gerekiyor. Çünkü Doğa Derneği, mücadele süreci içinde bu projelere karşı çıkışta kamuoyu desteğini sağlamak amacıyla birbirinden farklı ve yaratıcı etkinlikler düzenledi. Örneğin Gediz Deltası Sulak Alanı’nın daha iyi bilinip tanınması için Delta alanındaki okullarla ortak etkinlikler yaptı, broşür ve afişler bastırdı, birçok İzmirliyi kuş gözlemi yapıp Delta’yı daha iyi tanıması için hafta sonu gezileri düzenledi, yerli ve yabancı medyanın ilgisini bu konuya çekmeye çalıştı, Gediz Deltası Sulak Alanı’nın UNESCO’nun Dünya Doğal Mirası Listesi’ne alınması için uluslararası bir kampanya başlattı…

Bu çalışmalar sırasında, çoğu İzmirlinin Delta’dan, oradaki bitki ve hayvan varlığının zenginliğinden habersiz olduğuna tanık olduk. Samimi söyleyeyim ben de, bu kentte 21 yıldır yaşıyor olmama karşın Delta’yı bu kadar ayrıntılı bilmiyor, Delta’da sadece kuşların, böceklerin yaşadığını sanıyordum. Ama bu mücadele nedeniyle Delta’yı dolaştığımda, orada bambaşka bir İzmir olduğunu fark ettim. Örneğin Delta’nın tam ortasında Degaj diye adlandırılan bir bölge var, bilir misiniz o bölgeyi? Ben o bölgeye ilk kez gittiğimde, oranın ve oradaki eski iskele kalıntılarının Osmanlı İzmir’inde Çamaltı Tuzlası’nı işleten İtalyanlar tarafından tuz ihracatı için kullanıldığını öğrendim. Ardından da aynı bölgede 80’li yılların ilk yarısında Arkas Holding’in Ege’nin en büyük yüzer limanını yapacağız iddiasıyla yaptığı beton duvar ve rampaları, elektrik direklerini ve trafo binalarını gördüm. O dönemin gazetelerini taradığımda değerli akademisyen Mehmet Sıkı liderliğinde verilen hukuki mücadele ile oranın Kuş Cenneti ve Ramsar Alanı adlarıyla uluslararası koruma altına alındığını öğrendim. Ayrıca bu örnekten hareketle, bu tür doğal değerlerin tarihin her döneminde yağmalanıp yok edilmek istendiğini bir kez öğrenmiş oldum. O nedenle, Gediz Deltası Sulak Alanı’nın İzmir açısından hayati bir öneme sahip olduğunu düşünüyorum. Hangi dönemde olursa olsun, dün Arkas’ın ya da AKP’nin saldırısından koruduğumuz gibi, bugün ve yarın da başka bir kurum ya da şahsın talan ve yağmasından koruyup kollamamız gerekiyor.

Dava süreçlerinde çok ilginç olaylar yaşadık. Açtığımız iki davada İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin bize yardımcı olmasını, davaya müdahil olmasını bekledik.  Özellikle ikinci dava, yani koruma altındaki sulak alanların sınırlarının daraltılması, niteliklerinin düşürülmesi ile ilgili davada kulağımıza bir haber geldi; İzmir Büyükşehir Belediyesi bu davaya müdahil oldu şeklinde. Sevindik, tamam dedik, durumu fark ettiler ve bizimle beraber davranacaklar dedik. Gittik, ilgili avukat arkadaşla konuştuk ve gördük ki tam aksi yönde müdahil olmuşlar. Bildiğiniz gibi, İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin Gediz Deltası Sulak Alanı’nda Çiğli Atıksu Arıtma Tesisi var. Meğer o tesisin sulak alanın iç kısımlarına doğru daha da genişletilmesi için müdahil olmuşlar. Bırakın oradan çıkmayı, daha da genişletmek amacıyla davaya katılmak istemişler. Hedefledikleri bölge Ramsar Sözleşmesi ile belirlenen bölgenin içinde, korunan çayırlıkların içinde. Fecaat bir durum yani… Biz sevinirken birden üzüldük. Neyse mahkeme onların talebini reddetti de, bu yeni sorundan –şimdilik- kurtulmuş olduk.

Bu iki dava nedeniyle birçok bilim insanı ile dürüst akademisyenle tanıştık. Çünkü her iki davada da bilimsel durumun belirlenmesi amacıyla iki ayrı bilirkişi heyeti oluşturuldu. Bilirkişi heyetlerinin oluşturulması sırasında dava ettiğimiz kurumlar, bu bölgenin korunması için daha önce çaba göstermiş Mehmet Sıkı, Ortaç Onmuş gibi değerli bilim insanlarını reddettiler. Ama ona rağmen kabul gören o bilirkişilerle iyi ilişkiler kurduk, onları gezdirdik, onlara sahayı tanıttık. Onlar gerçekten bir iki tanesi hariç olmak üzere çok iyi raporlar hazırladılar. Bu arada hem ulusal basını, hem de uluslararası basını Doğa Derneği’nin organizasyonuyla Delta’da gezdirdik. Onlara binlerce flamingoyu, onların çiftleşme danslarını gösterdik. Onların bizim davamızı kamuoyuna aktarmaları sayesinde mücadeleyi kazandık diye düşünüyorum.

Bu mücadele sırasında hepimizin müştereği olan doğal, tarihi, arkeolojik ya da kültürel değerlerin korunması için ne kadar fazla ve etkili ulusal ya da uluslararası anlaşma, sözleşme yapılmış olsa da, saldırıp yağmalayanın kural, kaide tanımaz vahşi saldırıları karşısında bu önlemlerin beklediğimiz kadar etkili olmadığını, biz ne kadar azimli, heyecanlı ve inatçı olsak da bu mücadelenin bir sınırının olmadığını anladık. Çünkü iktidar gücünü elinde bulunduran, ondan nemalananların heveslerini kırmamız ya da engellememiz –ne yazık ki- her an, her koşulda mümkün değil.

Mücadele sırasında, Doğa Derneği’nin önerisi üzerine biz Gediz Deltası Sulak Alanı’nı daha iyi korumak amacıyla UNESCO’nun Dünya Doğal Mirası Listesi’ne aldırtabilir miyiz, bunu nasıl ve kimlerle yapabiliriz diye de düşünmeye başladık. Çünkü Gediz Deltası Sulak Alanı UNESCO’nun aradığı 4 koşulu tam anlamıyla karşılıyordu. Aranan tüm koşulların mevcut olduğunu görünce, Doğa Derneği’nin başlattığı bir kampanyayla, Gediz Deltası Sulak Alanı UNESCO’nun Dünya Doğal Mirası Listesi’ne dahil edilmelidir demeye başladık. Tabi ki, İzmir Körfez Geçişi Projesi’ne sahip çıkan eski belediye başkanı Aziz Kocaoğlu döneminde, belediyenin desteği olmadan bunu kabul ettirmenin pek de mümkün olmadığını biliyorduk… Ama şimdi artık bu konu, yeni belediye başkanı Tunç Soyer’in de seçim bildirgesinde yer alan bir konu.

Bizim mücadeleyi sürdürdüğümüz dönemde Çiğli Belediyesi’nin de içinde yer aldığı ve Bakanlar Kurulu kararıyla kurulmuş olan İzmir Kuş Cenneti’ni Koruma ve Geliştirme Birliği (İZKUŞ), birtakım sudan gerekçelerle dağıtıldığını görerek bu bölgenin sahipsiz bırakılmak istendiğini bir kez daha anlamış olduk.

Konuşmamı sonunda, Gediz Deltası Sulak Alanı’nı sürdürülebilir bir şekilde korumak için Çiğli Belediyesi’nin üzerine düşen büyük bir görev olduğunu hatırlatmak istiyorum. Ama bu görev sadece Çiğli Belediyesi’nin değil, arkadaşımın da söylediği gibi Gediz Nehri’nin çıktığı Kütahya’dan başlayarak çevresindeki tüm belediyelerin görevi. Geçtiğimiz yıllarda bu görevi valiliklere verdiler, ama beceremediler. Şimdi belediyeler Gediz Nehri Havzası’nı belki biraz daha iyi, daha etkili bir şekilde koruyabilirler. İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin 2015-2019 hizmet döneminde hazırlanan Gediz-Bakırçay Havzası Strateji Belgesi bağlamında Gediz Deltası’nın İzmir il sınırları içindeki kısmını korumak için öncelikle Menemen ve Çiğli ilçe belediyeleri ile İzmir Büyükşehir Belediyesi arasında ortak bir proje geliştirilebilir. Çiğli Belediyesi’nin halen hazırlamakta olduğu stratejik planın ve beş yıllık uygulamasının bize bu konuda büyük imkânlar sunması mümkündür. Tabi ki, bu tür birlik ve beraberliklerin içine merkezi yönetimi de dahil etmek koşuluyla… Çünkü işin başarısını garanti etmek; en azından, çalışmayı engellememelerini önlemek amacıyla çalışmalara onları da dahil etmek gerekiyor.

Bundan sonraki süreçte Gediz Deltası Sulak Alanı ile Gediz Nehri Havzası’nı koruma mücadelesini kurumsallaştırıp sürdürülebilir kılmak amacıyla, sivil toplum kuruluşlarıyla birlikte gönüllü desteğinin öncelikle Çiğli, ardından da İzmir ölçeğinde oluşturulup geliştirilmesini öneriyorum. Bu anlamda, Gediz Deltası Gönüllüleri gibi sivil bir oluşumun, sivil bir örgütlenmenin sağlanması gerekir diye düşünüyor ve böylesi güçlü bir örgütlerin benzer sorunların yaşanacağı zamanlarda sahip olduğu güçlü kamuoyu baskısı ile benzeri saldırı ve yağma girişimlerinin önünü keseceğini varsayıyorum.

Son olarak Delta ile ilgili son izlenim ve önerimi de sizlerle paylaşmak istiyorum.

Gediz Deltası sadece yüzlerce bitki ve hayvanla güzel doğa manzaralarından oluşan bir yer değil, Delta içinde yaşayan, çalışan insan, hayvan ve bitkilerin bütünlüğünde Dünya çapında büyük, önemli bir ekosistemdir. Bu ekosistem içinde küçük ve büyükbaş hayvan besleyen, bitkisel üretim yapan, balık avlayan yüzlerce insan bulunmaktadır. Ayrıca Çamaltı Tuzlası’ndaki kamulaştırmalar nedeniyle buraları terk edip hak arayan yüzlerce eski çiftçi de sesini duyurma çabasındadır.

Delta’da yaptığımız incelemeler sırasında getirdiği kamyonetin arkasına sahilden topladığı tonlarca deniz börülcesini atıp giden insanlara rastladık. Kendilerine sorduğumuzda ise topladıkları deniz börülcelerini Alsancak’taki lokantalara, restoranlara sattıklarını söylediler. Şimdi yarın öbür gün Alsancak’ta ya da kentin başka bir yerindeki lokantada deniz börülcesi yediğinizde aklınıza eminim Gediz Deltası ve onu oluşturan deniz börülcesi tarlaları gelecektir. Korunan bölgeyi dolaştığımızda karşımıza çıkan ev ve çiftlik kalıntıları bir dönemler buralarda düzenli tarım yapıldığını gösteriyor. Karşınıza çıkan hayvan damlarında büyük ve küçükbaş hayvanların beslendiğini; hatta yer yer otlamak amacıyla çayırlara salındıklarını görüyorsunuz. Bölge içindeki insanları ve o insanların tarımsal faaliyetleriyle yaşayan, canlı bir bölge niteliğinde odluğu için bundan sonraki süreçte bu insanları, balıkçıları, tarım yapanları, hayvan besicilerini bu alanın zarar görmemesi koşuluyla oranın kullanıcısı ya da paydaşı olarak kabul etmek, onlarla birlikte işbirliği içinde çalışmak, o bölgeyi planlarken onların fikirlerini almak gerekebilir. O nedenle, bundan sonraki çalışmalarda bu düşüncenin dikkate alınmasını öneriyorum ve bu sunumu da Doğa Derneği’nin düzenlediği kampanyanın filmleri ile bitirmek istiyorum eğer izniniz olursa.

Beni dinlediğiniz için tekrar teşekkür ediyorum ve mücadeleye destek veren tüm kurum ve kişilere tekrar tekrar teşekkür ediyorum. Sağ olun.

Soru ve Cevaplar

Ali Rıza Avcan: Evet, ilk konuşmamda unuttuğum bir şey var. Leukai diye bir antik kent var Gediz Deltası’nın tam ortasında. Üzerinde kuğu betimli parası olan bir kent… Parası olan bir kent olduğu için pek dikkate almamazlık edemiyorsunuz. Antik dönemde parası olmak, parayı darp ediyor olmak kentin büyüklük ve önemini göstermesi açısından çok önemli. Kent kurulduğunda Leukai bir adanın üstünde yer alıyormuş. Daha sonra etrafı dolduğu için ada olmaktan çıkmış. Yani, Gediz Deltası sadece doğal değerleri koruyan bir yer değil, aynı zamanda tarihi, arkeolojik değerleri de barındırıp koruyan bir yer. Bunu gözden uzak tutmamak lazım… Belki araştırılırsa başka şeyler de ortaya çıkar.

Sivil toplum açısından da şöyle bir uyarı yapmak istiyorum, sunumda ikinci bir davadan bahsettim. Sulak alanların sınırlarını değiştiren ve niteliklerini düşüren bir Ulusal Sulak Alan Komisyonu kararının iptali ile ilgili bir davayı anlatıp o davayı kazandığımızdan söz ettim. O davaya konu olan kararı kim almıştı? O kararı bakanlığın bürokratları ile birlikte hepimizin yakından tanıdığı iki sivil toplum kuruluşunun temsilcileri imzalamıştı. Yani kararın altında hepimizin tanıdığı iki sivil toplum kuruluşunun imzası vardı.  Hem de Türkiye’de Ramsar Sözleşmesi ile korunan alanlardan sorumlu olması için İsviçre’deki Ramsar Örgütü tarafından görevlendirilen WWF Doğal Hayatı Koruma Vakfı Türkiye ile merkezi Ankara’da olan Doğa Araştırmaları Derneği. Bu iki dernek Gediz Deltası’ndaki sulak alanların sınırlanması, niteliklerinin düşürülmesi sağlayan ve oralarda yapılaşmanın önünü açan kararın altına birlikte imza atmışlardı. Ben özellikle o iki kuruluşu, özellikle de Doğal Hayatı Koruma Vakfı Türkiye’yi (WWF) İsviçre’deki Ramsar Örgütü’ne şikâyet ettim. Ramsar Örgütü ile karşılıklı yazışmalarımız oldu, mahkeme kararlarıyla aldıkları kararı yolladık. Bu kötü örnek sayesinde, sivil toplum mücadelesini hukuka ve etik değerlere uygun yapanlarla yapmayanlar arasındaki farkı yakından görmüş olduk. Bu iki örgüt attıkları imza için dönüp de özür bile dilemediler. Sadece ve sadece yetki sahibi olmadığını iddia ettikleri arkadaşlarının orayı imzaladığından söz edip suçu o kişilerin üzerine yıkmaya çalıştılar. Bu durum haliyle medyaya da yansıdı. O haberi yazıp paylaşan gazeteci arkadaşımız bugün aramızda. O nedenle, evet biz orayı korurken yerel yönetimlerin, iktidarın yani devletin, yerel yönetimlerin yanında, sivil toplumun da desteğini almalıyız demek istiyorum. Ama bunu söylerken de, o doğal değeri korumayı gerçekten isteyenlerle istemeyenler arasındaki ayrımın da farkında olmalıyız diye düşünüyorum.

Bilinçsiz tarımsal ilaçlamadan kaynaklanan kirlenme… Evet, Kütahya’dan başlayıp İzmir Körfezi’ne dökülen büyük bir nehirden bahsediyoruz. Kütahya’dan bu tarafa gelinceye kadar evsel ve sınai atıklarla kirlenen bir nehirden bahsediyoruz. Ona rağmen yer yer ve zaman zaman temiz kalabilen ya da yoğun bir şekilde kirlenen bir nehirden bahsediyoruz. Eda Acara’nın da belirttiği söylediği gibi, Çiğli ve Menemen belediyeleri Gediz Nehri Havzası’nın kendi sınırları içindeki alt bölümünü ele almak üzere, aynen bu haftanın başında yaptığımız Kültürpark Arama Konferansı ya da çalıştayı gibi bir tartışma ortamını oluşturmalıdır. Bence iki belediyenin işbirliği ile yapılmalıdır bu çalışma… Türkiye’de ve İzmir’de ilk defa göreceğimiz yepyeni bir çalışma yöntemiyle, işbirliği içinde hayata geçirilmeli bu proje… Ama sadece İzmir’le yetmiyor, çalışma alanını geriye doğru uzatıp Kütahya’ya kadar götürmemiz gerekiyor. Elimde, Doğa Derneği’nin hazırladığı yönetim planı var. Bir zamanlar Avrupa Birliği’nin desteği de alınarak hazırlanmış. Şu an itibariyle güncelliğini yitirdiği söylenemez. Ziyaretçilerin nasıl kabul edileceğini, ziyaretçi kapasitesinin ne olduğunu, havzanın nasıl yönetileceğini gösteren bir yönetim planı… Öncelikle böyle bir plan, yani Çiğli Belediyesi Stratejik Planı’nın bir bileşeni olarak Gediz Deltası Sulak Alanı ile ilgili ayrı bir stratejik planının, bir eylem planının, bir ziyaretçi planının, bir yönetim planının hazırlanması gerekiyor. Ama tabi ki, sadece Çiğli Belediyesi olarak değil, valilik, merkezi yönetim, sivil örgütlenme bağlamında oluşturulacak bir otoritenin, bir beraberliğin kararı olarak hazırlanmalı böyle bir plan…

Kaçak avcılık sorulan sorulardan bir tanesi… Kuş Cenneti’nde kaçak avcılığın önlenmesi ve denizin çekilmesi konusu demiş Meral Danış arkadaşımız. Evet, kaçak avcılık var. Balık avcılığında da var, diğer hayvan türlerinde de var. Bunu önlemek her şeyden önce orada yaşayanlarla birlikte çalışıp örgütlenmekle mümkün, orayı gerçek anlamda yönetmekle mümkün. Yönetmediğiniz takdirde orayı bilmiyorsunuz, oraya giremiyorsunuz, orayı kontrol edemiyorsunuz anlamına gelir. O yüzden İZKUŞ benzeri bir örgütlenmeyi öncelikle tekrar dayatmamız ve gerçekleştirmemiz gerekiyor, Teşekkür ederim.

3. Oturum’da Ayşe Baysal ve Levent Kahraman’a sorduğunuz soru:

Salondan (Ali Rıza Avcan): Bugünkü oturumun başlığı “Herkes İçin Erişilebilir Kent”. Bana göre erişilebilir olmak sadece engellilerle ilgili bir konu değil. Dün burada sunum yapan, Yaya Derneği’nin kurucu başkanıyım. Yaya hakları ile ilgilenmeye başladığımızda ilk önce yaya haklarının ne olduğunu araştırmaya başladık. Konuya başlangıçta sadece yaya hakları olarak bakmakla birlikte, araştırıp öğrendikçe asıl üzerinde durmamız gereken konunun kent ya da şehir hakkı ile ilgili olduğunu fark ettik. O nedenle kamusal alanlardaki insanın varlığını sadece engelliler üzerinden okumak, sadece kadınlar üzerinden okumak, sadece yaşlılar üzerinden okumak ve bunların birbirleriyle olan ilişkilerini düşünmemek bana yanlış geliyor. Öyle bir duruma geldik ki, bir bisiklet yolunda bir yaya olarak yürümeye başladığımızda ki ben bunu, Gediz Deltası’nda bilirkişilerle birlikte tek yürüyebileceğimiz yer olan bisiklet yolunu kullandığımızda, oradan gelip geçen bisikletli arkadaşların bizlere ettiği küfürler sayesinde fark ettim. Yani bisikletli arkadaşlarımızın bir kısmı, bizlerin vergileriyle yapılan yolu sadece kendisine ait bir yol olarak görüp, aynen araba sahibinin motosikletliye ya da kendisine yaptığı gibi davranarak, orayı sahiplenerek sergiliyorlar. Aslında kamusal alanı kullanan bütün bireyler sağlıklı olsun, engelli olsun, kadın olsun, çocuk olsun, genç olsun, yaşlı olsun, işportacı olsun, seyyar satıcı olsun birbirimizin oradaki varlığına tahammül etmek zorundayız ve orayı birlikte kullanıp birlikte olmayı öğrenmek zorundayız. Engelli ile olan ilişkimizi de bu boyutta düşünmek istiyorum. Sadece engelli için değil, kamusal alanı kullanan insan olarak düşünmemiz gerektiğini vurgulamak istiyorum.

Eğer Sayın Ayşe Baysal tuvaletlerden bahsetmeseydi ben bu konuya girmeyecektim aslında; ama biraz önce siz konuşurken 2018 Engelsiz İzmir Kongresi’nin web sayfasına baktım. Bugüne kadar İzmir’de 46 yere yıldız verildiğini gördüm. Eğer 2018’den bu yana bu listeye yenileri eklenmedi ise. İlk beş yıldız verilen yer de, sizin söylediğiniz gibi İzmir Metrosu. Ben bu ödüllendirmeye itiraz ediyorum; çünkü diğer dezavantajlı gruplar için tuvaletleri olmayan bir Metro bana göre yıldızı hak eden bir yer olmamalı. Bunun sıkıntısını hem kendim yaşadığım hem de başkalarında gördüğüm için Metronun hem sağlıklı bireyler, hem de engelli bireyler için tuvalet ihtiyacını karşılamadığını düşünüyorum. Örneğin Halkapınar’da tuvalet sorunu ile karşılaştığınızda gerek otobüs bölümünde, gerekse Metro bölümünde bize oradaki caminin tuvaletini gösteriyorlar. İzmir bu anlamda özellikle yaşlılar, hastalar, çocuklar için tuvalet sıkıntısı yaşayan bir kent. O nedenle tuvaleti olmayan bir yere, 1. sırada beş yıldız vermeyi ben doğru bulmadığımı ifade etmek istiyorum.

İkinci bir konuyu Sayın Levent Kahraman’a sormak isterim. Sosyal kooperatifleri kendisinden dinledik, diğer kooperatiflerden ayıran farkları da öğrendik bu sayede. Ama ben mesela o konuşurken sosyal kooperatifin bir vakıftan ya da dernekten; yani, gönüllü çalışılan diğer örgütlerden farkını pek anlayamadım ki ben de şu anda bir sosyal kooperatifin projesini yürüten biriyim. Eğer toplumsal bir hizmet yapılıyorsa, kamu yararına bir çalışma yapılıyorsa niye vakıf kurulmuyor, niye dernek kurulmuyor? O vakfa, derneğe bağlı işletme üzerinden yapılmıyor da kooperatif üzerinden yapılıyor. Uzun yıllar özel sektöre, şirketlere, holdinglere danışmanlık yapan biri olarak kooperatifleşmenin şu sıralarda adeta bir moda akım haline geldiğini, herkesin kooperatifleşmekten söz ettiğini görüyorum. Ama ne yazık ki, hem belediyeler, hem dernekler, hem de kooperatifler kooperatif olmaktan çıkıp çoğu kez şirketleşiyor. Hepsine şu öneriliyor; kurumsal olun, şu belgeleri hazırlayın, planlı çalışın. Yani şirketler için yapılan şeyler, bugün derneklerden bekleniyor, kooperatiflerden bekleniyor, belediyelerden bekleniyor. O nedenle kooperatiflere şüpheyle yaklaşıyorum, Bence zaman bunun en iyi ilacı. Bizim gençliğimizdeki kooperatifler şu an itibariyle yok ne yazık ki. O eski anlayışla kurulan TARİŞ yok veya etkili değil, diğer kalkınma kooperatifleri güçlü değil. Ama Tire Süt Kooperatifi’nde olduğu gibi karşımıza bazen kooperatif değil de, adeta çok ortaklı şirketler çıkıyor. Bunları da dikkate almak lazım, kendileri açıklarsa sevineceğim. Teşekkür ediyorum.

Gediz Nehri, Havzası, Deltası ve İzmir Körfezi ile Bir Bütündür… (2)

Ali Rıza Avcan

Yazımızın birinci bölümünde Gediz Nehri‘nin, Gediz Nehri Havzası‘nın, Gediz Deltası ya da Gediz Deltası Sulak Alanı‘nın ve İzmir Körfezi‘nin ekolojik özellikleri konusunda bilgiler vererek aslında bu dört değerin tek bir bütünü oluşturan eşsiz bir ekosistem olduğunu, o nedenle de birbirlerinden koparılarak ele alınamayacağını anlatmaya çalıştık.

Bugünkü bölümde ise bu ekosistemin bir bütün olarak nasıl ele alınabileceğini, bu amaçla kimlerle ne şekilde neler yapılabileceğini tartışmaya çalışıp ortaya çıkan değerlendirmeler üzerinden öneriler geliştirmeye çalışacağız.

Havza yapısı

O nedenle öncelikle elimizde mevcut olanları belirleyip masanın üstüne koyalım isterseniz:

I – Gediz Ekosistemi bileşeni olarak:

1) Gediz Nehri,

2) Gediz Nehri Havzası,

3) Gediz Deltası ya da Gediz Deltası Sulak Alanı,

4) İzmir Körfezi.

II – Gediz Ekosistemi sorunları olarak:

1) Yeraltı ve yer üstü su kaynaklarının yoğun bir şekilde talan edilip kirlenmesi,

2) Verimli tarım topraklarının kirlenip imara açılmalar nedeniyle azalması ve tuzlanması,

3) Ekosistemdeki tarım ve hayvancılık faaliyetlerinin çevre kirliliğinden olumsuz bir şekilde etkilenmesi,

4) Ekosistemdeki çevre kirliliğinin toplum sağlığını olumsuz yönde etkilemesi.

III – Gediz Ekosistemi’nden sorumlu kurum ve kuruluşlar olarak:

1) Tarım ve Orman Bakanlığı: (Su Yönetimi Genel Müdürlüğü, Balıkçılık ve Su Ürünleri Genel Müdürlüğü, Bitkisel Üretim Genel Müdürlüğü, Doğa Koruma ve Milli Parklar Genel Müdürlüğü, Hayvancılık Genel Müdürlüğü, Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü, Türkiye Su Enstitüsü, Orman Genel Müdürlüğü, Tarım ve Kırsal Kalkınmayı Destekleme Kurumu),

2) Çevre ve Şehircilik Bakanlığı: (Çevresel Etki Değerlendirmesi, İzin ve Denetim Genel Müdürlüğü, Çevre Yönetimi Genel Müdürlüğü, Tabiat Varlıklarını Koruma Genel Müdürlüğü, Koruma Kurulu Müdürlükleri),

3) Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı: (Kalkınma Ajansları Genel Müdürlüğü, Sanayi Bölgeleri Genel Müdürlüğü),

4) Sağlık Bakanlığı: (Halk Sağlığı Genel Müdürlüğü, Sağlık Hizmetleri Genel Müdürlüğü),

5) İl valilikleri: Kütahya, Manisa, Aydın, Uşak, Denizli ve İzmir valilikleri,

6) Büyükşehir Belediyeleri: Aydın, İzmir ve Manisa Büyükşehir Belediyeleri,

7) Gediz Ekosistemi içinde yer alan 22 adet ilçe belediyesi: Manisa/Ahmetli, Akhisar, Alaşehir, Demirci, Gölmarmara, Gördes, Köprübaşı, Kula, Salihli, Sarıgöl, Saruhanlı, Şehzadeler, Selendi, Turgutlu, Yunusemre, İzmir/Foça, Menemen, Çiğli, Kemalpaşa, Kütahya/Gediz, Şaphane ve Pazarlar,

8) Organize Sanayi Bölgeleri: Çiğli Atatürk, Kemalpaşa, Bağyurdu, Turgutlu, Manisa, Akhisar, Menemen, Kula, Demirci Organize Sanayi Bölgeleri.

IV – Gediz Ekosistemi ile ilgili çalışmalara yardımcı olabilecek kurum ve kuruluşlar: Üniversiteler, meslek odaları, ticaret borsaları, ziraat odaları, tarım kooperatifleri, çevre koruma ve ekoloji ile ilgili sivil toplum kuruluşları (Doğa Derneği, EGEÇEP, Ekoloji Birliği vb.)

1) Ege Belediyeler Birliği: Aralarında Gediz Nehri Havzası‘nda bulunan İzmir Büyükşehir, Çiğli, Foça, Kemalpaşa, Kütahya/Gediz, Şaphane, Manisa/Demirci, Selendi, Kula, Sarıgöl, Alaşehir, Salihli, Ahmetli, Turgutlu, Köprübaşı, Gördes, Akhisar, Marmara, Saruhanlı, Manisa Büyükşehir, Yunusemre, Kütahya/Gediz, Şaphane ve Pazarlar belediyelerinin de bulunduğu toplam 121 il, ilçe ve belde belediyesi.

2) Ege Ekonomiyi Geliştirme Vakfı (EGEV): İzmir, Afyon, Aydın, Denizli, Muğla, Manisa, Kütahya, Çanakkale, Balıkesir ve Uşak valilikleri.

3) Kalkınma Ajansları: İzmir Kalkınma Ajansı, Güney Ege Kalkınma Ajansı (Aydın, Denizli, Muğla), Zafer Kalkınma Ajansı (Afyonkarahisar, Kütahya, Manisa, Uşak),

4) Diğer mahalli birlikler: Menemen Sol Sahil Sulama Birliği, Menemen Sağ Sahil Sulama Birliği, Katı Atık Birlikleri (Manisa İli Çevre Hizmet Birliği (MEÇEB), Turgutlu, Ahmetli İlçe ve Belde Belediyeleri Katı Atık Bertaraf Tesisi Birliği, İl Özel İdaresi, Salihli Belediyesi ve Belde Belediyeler Katı Atık Bertaraf Tesis Birliği, Kula İlçesi Belediyeleri Çevre Birliği, Akhisar, Gördes, Gölmarmara, Soma Kırkağaç İlçe ve Belde Belediyeleri Birliği AKÇEB + SOMKIRÇEB, İl Özel İdaresi, Demirci, Selendi, Köprübaşı İlçe ve Belde Belediyeleri Birliği, Uşak İli Sürdürülebilir Çevre Yönetimi Belediyeler Birliği, Kütahya İli Yerel Yönetimler Katı Atık Bertaraf Tesisleri Yapma ve İşletme Birliği)

V – Gediz Ekosistemi için şimdiye kadar yapılan işler: Gediz Ekosistemi ile ilgili olarak yapılan araştırma ve planlama çalışmalarını ise şu şekilde sıralayabiliriz:

1) Gediz Havzası Koruma Eylem Planı, 2015,

2) Gediz Nehir Havzası Yönetim Planı, Kasım 2018,

3) Gediz-Bakırçay Havzası Sürdürülebilir Kalkınma Stratejisi, Ağustos 2015,

4) Gediz Havzası Hassas Su Kütleleri İyileştirme Eylem Planı, 2015,

5) Gediz Havzası Nehir Havza Yönetim Planın Yeraltı Suları Veritabanı, Kasım 2018,

6) Gediz Nehri Havza Yönetim Planı Yerüstü Suları Veritabanı, Kasım 2018,

7) Gediz Deltası Sulak Alan Yönetim Planı, Mart 2007.

Yukarıdaki uzun listeden de görülebileceği gibi, Gediz Ekosistemi olarak adlandırdığımız sistemle ilgili sorunlar ve bu sorunların çözümü konusunda görevli, yetkili ve sorumlu olanlar o kadar çok olmasına karşın; bugüne kadar yapılıp ortaya çıkan somut çalışma -ne yazık ki- çok azdır. Gediz Ekosistemi‘ndeki bileşenleri birbirinden ayırarak yapılan uzun araştırmalar sonucunda ortaya konulan stratejik planlarla eylem planlarında hedef ve amaç olarak belirtilip altı üst düzey yetkililer tarafından mühürlenip imzalanan birçok hedef ve amaca bugün itibariyle ulaşılamadığı, bir anlamda planlama aşamasının sonrasına geçilemediği görülmektedir.

Bu çerçevede Gediz Nehri Havzası ile ilgili sorunların çözümü önce valiliklere bırakılmış, bunun başarısız olduğu görüldüğünde ise iş havza planı boyutunda tümüyle merkezi yönetim temsilcilerinden oluşan kurum ve kurullara (Tarım ve Orman Bakanlığı’na bağlı Havza Yönetimi Daire Başkanlığı, Su Yönetimi Koordinasyon Kurulu, Havza Yönetimi Merkez Kurulu, Havza Yönetim Heyetleri ve İl Su Yönetimi Koordinasyon Kurulları) bırakılmış, Gediz Deltası Sulak Alanı‘ndaki koruma bölgeleri İzmir Körfez Geçişi Projesi gibi büyük rant projelerine açılmış, sulak alan içindeki koruma bölgeleri sırf bu amaçla daraltılmış ve yapılaşmaya uygun hale getirilmiş, İzmir Körfezi‘nin temizliği ile ilgili “İzmir Körfezi ve Limanı Rehabilitasyon Projesi“ne ise başlanmamıştır.

Kısacası Gediz Nehri, Gediz Nehri Havzası, Gediz Deltası ve İzmir Körfezi için söylenenler, verilen sözler şu an itibariyle yerine getirilmemiş, Gediz Ekosistemi hızlı bir şekilde kirlenmeye devam etmiştir.

Şimdi bu durumda, yukarıda tek tek belirttiğimiz faktörleri dikkate alarak ne yapılabiliriz?

1. Öncelikle Gediz Nehri Havzası gibi tüm havzalarda sadece merkezi yönetime görev, yetki ve sorumluluk veren, belediyeleri, üniversiteleri, sivil toplumu istendiği takdirde davet edilen kurum ve kuruluş mertebesine koyan yasal düzenlemeler en kısa sürede demokratikleştirilerek bu tür havza planlamalarında ve uygulamalarında oraları kirletenlerin ya da kirletilmesini önleyecek olanların sürece dahil edilmesi sağlanmalıdır. Çünkü bugüne kadarki uygulama, “ben her şeyi bilirim ve yaparım” diyen merkezi yönetim kurumlarının başarısızlığını net bir şekilde ortaya koymuştur.

2. İkinci olarak Gediz gibi kaynağı, yatağı, çevresindeki havzası, döküldüğü alan ve ulaştığı yer itibariyle özel bir ekosistem olan değerlerin parçacı bir anlayış yerine tüm parçaları hep bir arada ele alan bütüncül bir şekilde ele alınması, planlanması, uygulamanın bu planlamaya göre yapılması ve uygulamanın izlenerek her yıl düzenlenecek raporlarla kamuoyunun bilgisine sunulması gerekir.

Bu bağlamda Gediz Ekosistemi‘nin bir parçası olan Gediz Deltası‘nı ya da Gediz Nehri Sulak Alanı‘nı UNESCO’nun Dünya Mirası Listesi‘ne dahil etmek çözüm olmayacak, söz konusu delta nehrin devamlı getirdiği kirlilikle bir Dünya Mirası olma özelliğini koruyamayacaktır. Yapılan başvuru ile Delta’nın Geçici Liste’ye alınması mümkün olmakla birlikte, Geçici Liste’de kaldığı süre içinde; hatta asıl listeye alınsa bile asıl listede bulunduğu süre içinde Gediz Nehri’ndeki kirlenme önlenemediği takdirde Gediz Nehri Sulak Alanı‘nın listelerden çıkarılması ihtimali her an için mümkün olabilecektir. Bu konuya geçmişten verilebilecek en iyi örnek, UNESCO’nun Dünya Mirası Listesi‘nde yer alan İstanbul Tarihi Yarımada‘daki çarpık yapılaşma üzerine 2010 yılında UNESCO‘nun, İstanbul Tarihi Yarımada‘sının listeden çıkarabileceğini belirtmesi üzerine bölgenin korunması konusuna daha fazla önem ve öncelik verilmesidir.

3. İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer‘in, seçim öncesinde yayınladığı “Çok Renk, Çok Ses, Çok Nefes” isimli seçim bildirgesinin “Demokrasi” başlığını taşıyan bölümünde yazılı olan bir açılımı vardı. Tunç Soyer o bildirgede, “Merkezi hükümet ile İzmir Vizyon Ortaklığı kuracağız” diyerek AKP iktidarına bir başka deyişle birlikte çalışma çağrısı yapıyordu. Bu çağrıyı ve özellikle de “İzmir Vizyon Ortaklığı” sözcüğünü şu sıralar pek dile getirmese de; hem seçim döneminde, hem de sonrasında yaptığı sözlü açıklamalarda İzmir’in çıkarı için merkezi yönetimle birlikte çalışabileceğini, bu konuda ortak projeler geliştirebileceğini söylediğini hatırlıyoruz.

Bu nedenle, İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer‘in seçim öncesi ve sonrasında dile getirdiği “İzmir Vizyon Ortaklığı” önerisi bağlamında Gediz Nehri‘nin, Gediz Nehri Havzası‘nın, Gediz Deltası‘nın ve İzmir Körfezi ile ilgili her düzeydeki çalışma ya da projenin merkezi hükümetle belediyelerin işbirliği; özellikle de Tunç Soyer‘in başkanı olduğu İzmir Büyükşehir Belediyesi ve Ege Belediyeler Birliği‘nin katıldığı bir işbirliği içinde birlikte gerçekleştirilmesi, bunun için girişimde bulunulması, merkezi iktidar temsilcileriyle görüşüp ortak projeler geliştirilmesi; böylelikle Gediz Ekosistemi‘nin bir bütün olarak ele alınması mümkün değil midir?

Ayrıca, Kemalpaşa Belediyesi‘nin 2020-2024 dönemi Stratejik Planı’nda bir hedef olarak belirlediğimiz; merkezi yönetim kurumlarının Gediz Nehri Havzası‘nın korunması konusundaki yetersizliği nedeniyle, havzada yer alan belediyeler arasında ve İzmir Büyükşehir Belediyesi ile Çiğli, Kemalpaşa ve Menemen belediyelerinin öncülüğünde havza sorunlarını merkezi yönetim ile birlikte çözmek üzere bir Gediz Nehri Havzası Belediyeler Birliği kurmak mümkün değil midir?

Şayet bu yapılamazsa bile, bu dört bileşenin her biriyle ilgili ayrı ayrı faaliyet ya da projelerde diğer bileşenlerin de dikkate alınması, birbirleriyle ilişki ve etkileşimlerinin sorgulanması; örneğin, Gediz Deltası‘nın UNESCO‘nun Dünya Mirası Listesi‘ne alınması için girişimde bulunulurken, aslında bunun Gediz Nehri Havzası ile Deltası‘ndaki çevre kirliliği giderilmeden yapılmak istenmesinin yanlış olduğunun görülüp belirtilmesi; böylesi bir girişimde bulunulurken hem havzadaki hem de deltadaki çevre kirliliğinin giderilmesi için merkezi yönetime ortak çalışma çağrısının yapılması, bunun için gayret gösterilmesi, bu konuda -en azından- İzmir kamuoyundan destek istenmesi mümkün değil midir?

Kısacası, Gediz Ekosistemi‘ni oluşturan bileşenlerin biri için tek başına çalışmaya karar verilmesinden önce, merkezi yönetimle birlikte çalışma için bütün yolların, çarelerin tüketilip; yanıt alınmaması ya da çağrının kabul edilmemesi durumda “Ben uğraştım; ama, olmadı. Böylelikle günah da benden gitmiş oldu” demek ve bu konuyu İzmir kamuoyuna anlatmak, o kadar mı zor acaba?

Ayrıca, İzmir Büyükşehir Belediyesi tarafından, ÇED Raporu onaylanmış “İzmir Körfezi ve Limanı Rehabilitasyon Projesi“ne bir an önce başlanması suretiyle İzmir Körfezi‘ndeki mevcut su akıntısıyla kalitesinin arttırılması suretiyle körfezin temizlenmesi sağlanmalıdır.

Yararlanılan Kaynaklar

1. Gediz Havzası Hassas Su Kütleleri İyileştirme Eylem Planı,

2. Gediz Havzası Koruma Eylem Planı Kitapçığı, T.C. Orman ve Su İşleri Bakanlığı Su Yönetimi Genel Müdürlüğü.

3. Gediz Havzası Koruma Eylem Planı- Proje Nihai Raporu, T.C. Orman ve Su İşleri Bakanlığı Su Yönetimi Genel Müdürlüğü & TUBİTAK MAM, Kasım 2013, Gebze, Kocaeli.

4. Gediz Havzası Nehir Havza Yönetim Planın Yeraltı Suları Veritabanı, T.C. Orman ve Su İşleri Bakanlığı Su Yönetimi Genel Müdürlüğü & TUBİTAK MAM, Kasım 2018, Gebze, Kocaeli.

5. Gediz Nehir Havzası Yönetim Planı, T.C. Orman ve Su İşleri Bakanlığı Su Yönetimi Genel Müdürlüğü, Kasım 2018.

6. Gediz Nehri Havza Yönetim Planı Yerüstü Suları Veritabanı, T.C. Orman ve Su İşleri Bakanlığı Su Yönetimi Genel Müdürlüğü & TUBİTAK MAM, Kasım 2018, Gebze, Kocaeli.

7. Gediz-Bakırçay Havzası Sürdürülebilir Kalkınma Stratejisi, İzmir Büyükşehir Belediyesi & Ege Üniversitesi & İzmir Yüksek Teknoloji Enstitüsü, Ağustos, 2015, İzmir.

8. Ulusal Havza Yönetim Stratejisi 2014-2023, T. C. Orman ve Su İşleri Bakanlığı, 2014.

9. Ulusal Su Planı 2019-2023, T.C. Tarım ve Orman Bakanlığı.

10. İzmir Körfezi ve Limanı Rehabilitasyon Projesi ÇED Raporu, 2013.

11. İzmir Körfezi ve Limanı Rehabilitasyon Projesi ÇED Raporu, 2016.

12. Su Yönetimi Koordinasyon Kurulu’nun oluşumu ile ilgili 2012/7 sayılı Başbakanlık Genelgesi, 20.03.2012 tarih, 28239 sayılı Resmi Gazete.

13.Tarım ve Orman Bakanlığı’nın Havza Yönetimi Merkez Kurulu, Havza Yönetim Heyetleri ve İl Su Yönetimi Koordinasyon Kurullarının Teşekkülü, Görevleri, Çalışma Usul ve Esaslarına Dair Tebliği, 18.01.2019 tarih, 30659 sayılı Resmi Gazete.

Gediz Nehri, Havzası, Deltası ve İzmir Körfezi ile Bir Bütündür… (1)

Ali Rıza Avcan

Gediz Nehri, havzası, deltası ve İzmir Körfezi uygarlık tarihi, kültürü, coğrafyası, doğası ve barındırdığı insan toplulukları itibariyle birbirine bağlı bir bütündür…

Ayrıca Anadolu‘yu Anadolu, Ege‘yi Ege, İzmir‘i de İzmir yapan önemli bir değerimizdir…

Bu gerçeği; daha doğrusu Gediz Nehri‘nin, çevresindeki Gediz Nehri Havzası‘nın, Gediz Nehri Deltası‘nın ve İzmir Körfezi‘nin birbirine bağlı ve birbirini bütünleyen bir ekosistem olduğunu 2015-2019 döneminde mücadelesini verdiğimiz İzmir Körfezi Geçiş Projesi ve Gediz Deltası Sulak Alanı koruma bölgelerinin daraltılıp koruma derecelerinin düşürülmesi girişimini davalar açıp önlediğimizde anlamış; bunlardan sadece birini ya da ikisini ele alıp bir çalışma yapmanın, korumanın ya da onların korunması için mücadele etmenin doğru olmadığını görmüştüm.

Oysa son günlerde belediyelerden; özellikle de İzmir Büyükşehir Belediyesi‘nden bu ekosistemin sadece bir kısmını oluşturan Gediz Deltası ya da Gediz Deltası Sulak Alanı‘nın UNESCO’nun Dünya Mirası Listesi‘ne alınması ya da bir rekreasyon alanı olarak düzenlenmesi, insanların bu bölgeyi ziyaret etmesi için hem bütünün parçalarından hem de bütünden ayrı bir şekilde görüşler, düşünceler ve projeler geldiğini duyuyor, okuyoruz.

Gediz Deltası UNESCO yolunda“, “Gediz Deltası’nda doğa gezi rotaları , kuş gözlem kuleleri, bisiklet yolları, interaktif oyun/eğitim alanları yapacağız” gibi söylemlerin de gösterdiği gibi, bir bütünü oluşturan parçalar arasından ‘en göz önünde‘ ve ‘kolay‘ olanını seçip, parçacı bir anlayışla onu öne çıkarmak, zor olan parçaları diğer bir köşede unutmak ya da göz ardı etmek sosyal demokrat popülizm anlayışının son örneği olarak karşımıza çıkıyor.

İşte o nedenle, Gediz Deltası‘nda yapılmak istenenleri bir köşeye koyarak, bütünü oluşturan Gediz Nehri‘ni, Gediz Nehri Havzası‘nı, Gediz Deltası‘nı ya da başka bir deyişle Gediz Deltası Sulak Alanı‘nı ve son olarak İzmir Körfezi‘ni tek tek ele alıp tanıyalım ve bu dört parçanın oluşturduğu bütünle ilgili yapımı yürek isteyen zor öneriler geliştirmeye çalışalım düşüncesiyle iki bölümden oluşan bu yazı dizisini hazırlamak istedim.

I – GEDİZ NEHRİ VE GEDİZ NEHRİ HAVZASI

Kütahya il sınırları içindeki Murat ve Şaphane dağlarından doğup Foça ve Çamaltı Tuzlası arasındaki Agriya Körfezi‘nden İzmir Körfezi’ne dökülen 401 kilometre uzunluğundaki Gediz (Hermos) Nehri, çevresindeki 17.500 kilometrekare büyüklüğündeki havzası ile Önasya’nın önemli yerleşim bölgelerinden biridir. Havzadaki ekonomik faaliyetler, coğrafi alanın 1/3’ünü oluşturan merkez ova ve deltada meydana gelip, nüfusun büyük çoğunluğu, endüstriyel faaliyetlerle sulamalı tarımın yapıldığı ovalarda ve deltada yaşamaktadır.

Nehrin yatağı ve denizle buluştuğu nokta, getirdiği alüvyonun İzmir Limanı‘na giriş-çıkış yapan gemilerin yolunu doldurması nedeniyle 1886 yılında değiştirilip bugünkü konumuna getirilmiştir.

Gediz Nehri Havzası ise kuzeyde Kuzey Ege ve Susurluk havzalarının güney sınırını oluşturan Kara, Dumanlı, Kılıç, Karaoğlan, Demirci, Simav; doğuda Murat, Koca, Kışla, Umurbaba, Uysal; güneyde Çal, Çulha, Bozdağ, Çatma, Çallıbaba, Mahmut, Nif ve Yamanlar dağlarının su ayrım hattına ve batıda Ege Denizi’ne kadar uzanmaktadır.

Havzada yer alan ovalar Gediz’in yukarı havzasında nehir boyunca dar bir şerit halinde, orta ve aşağı havzada ise oldukça geniş olarak yer almaktadır. Bu ovaların en önemlileri Adala, Ahmetli, Menemen, Akhisar, Selendi, Kapaklı, Alaşehir ve Üzümlü Ovaları’dır. Bunlar genelde doğu batı yönündeki dağlar arasında uzanmakla beraber değişik yönlerde, özellikle kuzey güney yönünde uzanan ovalar da vardır. Mevcut ovaların yukarı havzalarda 400–600 m arasındaki yüksekliği (Selendi Ovası 415 m, Üzümlü Ovası 625 m) batıya doğru gittikçe devamlı şekilde azalmaktadır. Bu yükseklik orta havzada ve özellikle Salihli’den sonra 100 m civarında olmasına rağmen akar suyun ağzına yakın yerlerde ve Menemen Ovası’nda 2,5 m’yi bulmaktadır.

Havzanın temel su kaynağı olan Gediz Nehri birçok yan dere ile birleştikten sonra Manisa ve Menemen ovalarını sulayarak denize dökülmektedir. Gediz Nehri kuzeyden Selendi, Kocaçay (Deliniş), Demrek (Demirci) ve Kum Çayı’nı, güneyinden Alaşehir ve Nif (Kemalpaşa) çaylarını da alır; bunların dışında Kurşunlu, Tabak, Sart, Gencer, Yeniköy, Karaçalı, Irlamaz ve Keçili gibi yan dereler de kendisine bağlanır.

Gediz Nehri Havzası’nda doğal göl sayısı yok denecek kadar azdır. Havzada yer alan en önemli doğal göl, Akhisar’ın yakınındaki Gölmarmara’dır.

Havzada toplam 5 baraj ve 2 gölet bulunmaktadır. Havzadaki en büyük baraj 1.022 milyon m3 depolama kapasitesiyle Demirköprü Barajı’dır. Barajın üzerine enerji üretmek üzere HES kurulmuştur. Gördes ve Küçükler barajları içme suyu elde etmek amacıyla da kullanılmakta, diğer barajlar sulama, taşkın koruma ve enerji üretimi amaçlıdır. Demirköprü, Afşar, Buldan ve Gördes barajları Manisa’da, Küçükler Barajı ise Uşak’ta yer almaktadır.

Gediz Nehri Havzası sınırları içinde Manisa, İzmir, Uşak, Kütahya, Denizli, Balıkesir ve Aydın illeri yer almaktadır. İllerin havza sınırları içerisinde kalan alanlarının büyüklüğü aşağıdaki tabloda gösterilmiştir. Buna göre havza topraklarının % 64’ü Manisa ili sınırları içinde bulunmaktadır.

Nehrin havzası içindeki başlıca yerleşimlerin (Manisa/Ahmetli, Akhisar, Alaşehir, Demirci, Gölmarmara, Gördes, Köprübaşı, Kula, Salihli, Sarıgöl, Saruhanlı, Şehzadeler, Selendi, Turgutlu, Yunusemre, İzmir/Foça, Menemen, Çiğli, Kemalpaşa, Kütahya/Gediz, Şaphane, Pazarlar) 2019 yılı toplam nüfusu 1.945.833 olup; buna Gediz Nehri‘nin döküldüğü İzmir Körfezi kenarındaki Karşıyaka, Bayraklı, Konak, Karabağlar, Balçova, Narlıdere, Güzelbahçe ve Urla ilçelerinin nüfuslarını da eklediğimizde, havzada yer alan toplam 30 ilçede yaşayan toplam nüfusun 3.686.366 olduğunu görürüz.

Gediz Nehri Havzası‘nın % 52’sini tarımsal alanlar, % 45’ini de orman ve yarı doğal alanlar oluşturmaktadır.

Gediz Nehri Havzası içerisinde önemli oranda organize sanayi bölgesi olup bunlar Turgutlu, Manisa, Akhisar, Kemalpaşa, Bağyurdu, Menemen, Çiğli, Kula ve Demirci’de yer almaktadır. Gediz Nehri hem bu önemli sanayi bölgelerinden hem de yerleşimlerden doğrudan ya da atık su arıtma tesislerinden gelen kontrolsüz atıklar; ayrıca, tarımsal arazilerin yoğun ve bilinçsiz bir şekilde ilaçlanıp gübrelenmesi (Fosfat, Azot), yer altı suyunun kaçak kuyularla yoğun bir şekilde kullanılması, jeotermal kaynaklardan, madenlerden, balık çiftliklerinden ve zeytinyağı üretim tesislerinden gelen atık suların yer üstü su kaynaklarına karışması suretiyle önemli ölçüde kirlenmiştir. Bu çerçevede Gediz Nehri Havzası‘ndaki yer üstü ve yer altı sularıyla toprağın büyük baskı ve risk altında olduğu söylenebilir. TUBİTAK‘ın 2018 tarihli araştırmaları ve bu araştırmalar sonucunda ortaya konulan rapor, plan ve programlar bu yoğun ve yaygın kirlenmeyi açık bir şekilde ortaya koymaktadır.

Gediz Nehri’nin Önemli Bir Kolu: Nif (Kemalpaşa) Çayı

TUBİTAK‘ın bu araştırmalar kapsamında düzenlediği listelere göre yeraltı suyu kaynakları, nehrin doğduğu kaynaktan İzmir Körfezi‘ne doğru ilerlediğimizde Gökçeören, Beyler, Salihli, Kestelli, Ahmetli, Karaselendi, Yüreğil, Akhisar, Mecidiye, Palamut, Büknüş, Manisa, Veziroğlu, Çepnibektaş, Kemalpaşa, Yukarıkızılca, Çambel ve Menemen yerleşimlerinde “Önemli Baskı Altında“, Gökçeören, Salihli, Belenkaya, Poyrazdamları, Kestelli, Ahmetli, Selendi, Yüreğil, Akhisar, Mecidiye, Palamut, Büknüş, Manisa, Veziroğlu, Çepnibektaş, Kemalpaşa, Yukarıkızılca, Çambel ve Menemen yerleşimlerinde de “Yüksek Risk Altında“dır. (s.187-189)

Miktar açısından baskı altında olan yeraltı suyu kütleleri
Yeraltı suyu kütleleri risk haritası

Yer altı sularıyla ilgili baskı ve risklerin aynısı yer üstü suları için de geçerlidir. Aşağıdaki haritanın incelenmesinden de anlaşılacağı üzere değişik baskı ve risk noktalarının kirlettiği sular tüm bir Gediz Nehri boyunca akarak Gediz Deltası‘na ulaşmakta ve oradan da İzmir Körfezi’ne boşalmaktadır.

2018 yılında TUBİTAK tarafından yapılan araştırma, plan ve programların da ortaya koyduğu gibi, onca yolu katedip körfeze karışan bu milyonlarca metreküp suyun içinde bol miktarda Azot, Fosfat, Sodyum, Nikel, Kurşun kaynaklı kirleticiler ve ağır metaller bulunmakta, bu maddeler içme ve tarımsal sulama yoluyla bitki ve hayvanlarla milyonlarca insanın sağlığını tehdit etmektedir.

Gediz Havzası’nda evsel, endüstriyel ve tarımsal faaliyetlerden kaynaklanan baskılar

II – GEDİZ DELTASI YA DA GEDİZ DELTASI SULAK ALANI

Gediz Deltası, Gediz Nehri‘nin binlerce yılda şekillendirdiği 40.000 hektarlık yüz ölçümü ile Türkiye’nin en büyük deltalarından biridir. Gediz Deltası günümüzde Karşıyaka Mavişehir’in yanı başından başlayarak Foça Tepeleri’ne kadar uzanan geniş bir kıyı şeridini içine almaktadır. Delta flora ve fauna olarak zengin bir tür çeşitliliğine sahip olup, doğal yaşamın sürdürülebilirliliği bakımından son derece önemlidir. Gediz Deltası, ülkemizin 14 Ramsar alanından biri olmakla birlikte başta flamingolar olmak üzere kuş çeşitliliği bakımından en zengin sulak alanlarımızdan birisidir.

Gediz Deltası, tuzlu, tatlı ve acı su ekosistemlerini bir arada barındırmaktadır. Deniz sınırının büyük kısmı deniz börülceleri ve midye kabukları ile kaplı kum bantlarından oluşmaktadır. Kum bantlarının ardında lagünler veya geniş tuzcul kıyı çayırları uzanır. Tuzcul alana tatlı su girişinin yüksek olduğu noktalarda küçük sazlık alanlar ve kındıra otlarıyla kaplı geçici sulak çayırlar bulunur. Tepeler genellikle garig (kısa boylu dikenli çalı toplulukları) ile örtülüdür. Bunun dışındaki alanlarda geniş tarım alanları, ağaçlandırma sahaları ve bahçeler bulunmaktadır.

III – İZMİR KÖRFEZİ

İzmir Körfezi, toplam 200 km2’lik alanı, 11.5 milyar m3’lük su kapasitesi ve 464 kilometrelik kıyı şeridi uzunluğu ile Akdeniz’in en büyük doğal körfezlerinden biridir. İzmir, yaklaşık 88.000 ha’lık alanı ile Körfez etrafındaki en büyük yerleşim bölgesidir

İzmir KörfeziKaraburun Yarımadası‘ndaki Kanlıkaya Burnu ile Foça‘daki Aslan Burnu arasındaki 13 deniz mili açıklıktan başlar. Körfez şekil konum itibarıyla üç kesime sahiptir. Birincisi “iç körfez” olarak adlandırılan ve Çiğli‘deki Ragıp Paşa Dalyanı ile Yeni Kale Burnu arasında kalan kısımdır. İkincisi “orta körfez” olarak nitelendirilen ve Çiğli‘deki Çamaltı Tuzlası ile Güzelbahçe arasındaki bölümdür. Üçüncüsü ise bu alanın batısında kalan “dış körfez“dir. 

İzmir Körfezi‘nde yer alan Uzunada, Türkiye’nin en büyük dördüncü adasıdır. Körfez içerisinde konumlanan diğer başlıca adalar Hekim Adası ve Karantina Adası‘dır. Foça açıklarında yer alan Foça Adaları, dokuz ada ve kayalıktan oluşmaktadır. Bunların en büyüğü Orak Adası‘dır. Büyükada, Karaburun kıyılarında bulunan birkaç adadan biridir.

Körfeze dökülen on yedi akarsu mevcuttur. Bunların en büyükleri Gediz Nehri ve Meles Çayı‘dır. Körfezin kuzeydoğusunda körfeze boşalan Gediz Nehri‘nin önünde taşıdığı alüvyonlarla oluşan Gediz Deltası yer almaktadır.

Körfez, konumu sayesinde şiddetli rüzgârlardan korunaklıdır (Karaburun Yarımadası‘ndaki Akdağ, kuzeyde Yamanlar Dağı ve güneyde Balçova tepeleri rüzgârı kesmektedir). Dış körfez rüzgâra açık daha geniş ve daha derindir. 

2000’li yılların başına kadar Akdeniz’de, kirliliğin en yoğun biçimde yaşandığı noktalardan biri olan İzmir Körfezi, 2000 yılında Büyük Kanal Projesi’nin devreye sokulması ile düzelme sürecine girmiştir. Körfez’de gerçekleştirilen kirlilik izleme çalışmalarının sonuçları da yakın zamana kadar bunu destekler nitelikteydi. Ancak, bölgede gerçekleştirilen son örneklemelerin sonuçları, önceki yıllarda ekosistemde gözlenen düzelme sürecinin kesintiye uğradığını; hatta aksi yönde bir geriye dönüşün başladığı izlenimini doğurmaktadır. Özellikle iç körfez istasyonlarında tespit edilen tür sayısındaki düşüş ve kirlilik oldukça dikkat çekicidir. Kısacası Büyük Kanal Projesi ile İzmir İç Körfez’de bazı fiziko-kimyasal parametreler açısından yıllar içinde düzelmeler gözlense de, ekolojik anlamda iç körfez için ekolojik kaliteden bahsetmek mümkün görünmemektedir.

Bunun en önemli nedeni de, hem körfeze boşalan aşırı derecede kirlenmiş nehir, çay ve derelerin getirdiği çökeltiler, hem de körfezde her geçen gün artan sığlaşma nedeniyle körfezden çıkan suyun miktar ve hızındaki azalmadır.

Genel olarak yüzey akıntıları körfezin içinden dışarıya doğru olup körfezin kuzey tarafında daha şiddetlidir. Yüzey akıntıları 5-7 cm/s civarlarında olup rüzgarın etkisiyle 10-15 cm/s düzeylerine çıkabilmektedir. Ortalama su seviyesinden 10 m derinlikteki akıntılar körfezin içine doğrudur ve Yenikale önlerinden iç körfeze girer. Ortalama su seviyesinden 10 m derinlikteki akıntılar iç körfezde güneye doğru döner ve topoğrafyanın etkisiyle siklonik bir yapı sergiler. Ortalama su seviyesinden 10 m derinlikteki akıntıların hızları ise 5-7 cm/s düzeyindedir.

İzmir Limanı ve Körfezi Rehabilitasyon Projesi

İzmir Körfezi‘nin su sirkülasyonunu artırmak ve su kalitesini iyileştirmek zaman zaman uygulanan projeler kısmi iyileşmeler sağlamış olmakla birlikte 2012 yılında Ulaştırma Bakanlığı‘na bağlı TCDD Genel Müdürlüğü ile İzmir Büyükşehir Belediyesi‘ne bağlı İzmir Su ve Kanalizasyon İdaresi (İZSU) Genel Müdürlüğü‘nün birlikte geliştirdiği “İzmir Körfezi ve Limanı Rehabilitasyon Projesi” kapsamında Alsancak Limanı‘nın genişletilmesi ve İzmir Körfezi‘ndeki su akıntıların arttırılması suretiyle su kalitesinin yükseltilmesi amaçlanmıştır. Bu proje ile ilgili 2013 tarihli ilk ÇED raporu 2016 yılında güncellenmiş ve 2017 yılında kabul edilmiştir.

TCDD ve İZSU’nun işbirliği içinde yapılacak olan bu büyük proje ile ilgili ÇED Raporu’na göre, Alsancak Limanı ve çevresi ile Körfez içinde yer alan Liman Yaklaşım (Navigasyon) ve Akıntı İyileştirme (Sirkülasyon) Kanalı taramasında toplam 9,5 milyon m2‘lik alanda 46.990.000 m3 miktarında dip taraması yapılırken 12 kilometre uzunluğunda, 250 metre genişliğinde ve -17 metre derinliğinde Liman Yaklaşım (Navigasyon) Kanalı ile 13,5 kilometre uzunluğunda, 250 metre genişliğinde ve -8 metre derinliğinde Akıntı İyileştirme (Sirkülasyon) Kanalının açılması ve dip taraması ile çıkarılan malzeme ile Körfez’in kuzeyinde iki adet doğal yaşam adası yapılacak, Alsancak Limanı‘ndaki işlerle Liman Yaklaşım (Navigasyon) Kanalının TCDD, Akıntı İyileştirme (Sirkülasyon) Kanalının da İZSU tarafından üstlenilecektir.

Durum bu olmakla birlikte, Alsancak Limanı‘ndaki tarama ve inşaat işleriyle Liman Yaklaşım (Navigasyon) Kanalı‘nın yapımına Alsancak Limanı‘nın Türkiye Varlık Fonu‘na devredilmesi nedeniyle başlanmamıştır. İzmir Büyükşehir Belediyesi ise, ÇED Raporu’nun onaylanmadığı dönemde devamlı olarak “Ankara bizim projemizi engelliyor” diyerek siyasi çıkışlar yapmasına karşın, projeye ÇED Raporu’nun onaylandığı tarihten bu yana başlanmamış; böylelikle İzmir Körfezi‘nin temizlenmesi bir başka bahara kalmıştır.

Yararlanılan Kaynaklar

1. Gediz Havzası Hassas Su Kütleleri İyileştirme Eylem Planı,

2. Gediz Havzası Koruma Eylem Planı Kitapçığı, T.C. Orman ve Su İşleri Bakanlığı Su Yönetimi Genel Müdürlüğü.

3. Gediz Havzası Koruma Eylem Planı- Proje Nihai Raporu, T.C. Orman ve Su İşleri Bakanlığı Su Yönetimi Genel Müdürlüğü & TUBİTAK MAM, Kasım 2013, Gebze, Kocaeli.

4. Gediz Havzası Nehir Havza Yönetim Planın Yeraltı Suları Veritabanı, T.C. Orman ve Su İşleri Bakanlığı Su Yönetimi Genel Müdürlüğü & TUBİTAK MAM, Kasım 2018, Gebze, Kocaeli.

5. Gediz Nehir Havzası Yönetim Planı, T.C. Orman ve Su İşleri Bakanlığı Su Yönetimi Genel Müdürlüğü, Kasım 2018.

6. Gediz Nehri Havza Yönetim Planı Yerüstü Suları Veritabanı, T.C. Orman ve Su İşleri Bakanlığı Su Yönetimi Genel Müdürlüğü & TUBİTAK MAM, Kasım 2018, Gebze, Kocaeli.

7. Gediz-Bakırçay Havzası Sürdürülebilir Kalkınma Stratejisi, İzmir Büyükşehir Belediyesi & Ege Üniversitesi & İzmir Yüksek Teknoloji Enstitüsü, Ağustos, 2015, İzmir.

8. Ulusal Havza Yönetim Stratejisi 2014-2023, T. C. Orman ve Su İşleri Bakanlığı, 2014.

9. Ulusal Su Planı 2019-2023, T.C. Tarım ve Orman Bakanlığı.

10. İzmir Körfezi ve Limanı Rehabilitasyon Projesi ÇED Raporu, 2013.

11. İzmir Körfezi ve Limanı Rehabilitasyon Projesi ÇED Raporu, 2016.

Devam Edecek…

Gediz Deltası tek ve benzersiz…

İzmir gibi büyük bir metropolle iç içe yaşayan bir delta sistemi Gediz ve bu özelliğiyle de dünyada tek. Denizle karanın kenetlendiği bu bereketli yaşam alanı, başta flamingolar olmak üzere pek çok türün de yuvası. Aslında delta kent için büyük bir zenginlik ama İzmir bu benzersiz sulak alanı faaliyetleriyle boğuyor; acil önlem alınmalı.

Yazı: Güven Eken / Fotoğraf: Cüneyt Oğuztüzün

Önce denizin içinde küçük midye kabukları vardı. Nehirden gelen çamur onların üzerini yavaş yavaş örttü. Derken, çamurun üzerinde bir denizbörülcesi çimlendi. Deltada hayat, işte böyle başladı…

Gediz Deltası’ndan İzmir Körfezi’ne uzanan geniş çamur düzlüğündeydim. Birden gözüme tuzlu çamurun üzerinde çimlenmiş bir denizbörülcesi çarptı. Sonra onun önündeki sığ denizi fark ettim. Sonra arkamdaki tuzlu çayırları, ılgın çalılıklarını gördüm. En sonunda bir kez daha o denizbörülcesine ve çevresindeki diğer börülce filizlerine baktım.

240ATGedizDeltasi01

Bu deltada çok uzun zaman geçirmiş olmama rağmen, ancak o sabah idrak etmiştim. Denizbörülcesi adı verilen bu bitki, deltadaki yaşamın başlangıç noktasıydı. Onunla birlikte denizdeki yaşam son buluyor, yaşam denizden karaya taşıyordu.

Karanın ve denizin arasında iyi anlaşılması gereken bir bağ olduğunu işte o gün, Gediz Deltası’nda öğrendim. Bu öyle bir bağ ki, atomu bir arada tutan veya dünyayı güneşin, ayı ise dünyanın etrafında döndüren bağ gibi görünmez ama çok güçlü.

Bir deltada bu kadar çok canlının ve kuşun yaşamasının asıl nedeni de bu. Deltalar, karayla denizin birbirine kenetlendiği, yaşamın her an yeniden tazelendiği üretim yerleri. Yazık ki pek çoğumuz bir deltanın ne demek olduğunu bilmiyoruz. Deltalar, olsa olsa coğrafya dersinde ezberlenmesi gereken yer isimleri. Oysa deltalar, doğanın ana rahmi.

Doğanın Hayat Felsefesi

Bazen küçük ama sağlam bir adım, bütün dünyayı değiştirebilirmiş. Denizbörülcesinin hikâyesi işte tam da buna benziyor. Deltanın kıyısında bu cılız bitkilerle başlayan hayat iç kesimlere uzandıkça renkleniyor, önce tuzcul çayırlara, sonra ılgın çalılıklarına, sazlıklara, kındıra düzlüklerine, hatta makiye ve kızılçam ormanlarına dönüşüyor. Yüzlerce yıl süren, yavaş ama kararlı bir başkalaşma… İşte bir deltanın hayat felsefesi.

Gediz Deltası da diğer pek çok Akdeniz deltası gibi denizden karaya doğru yaşlanan, yaşlandıkça başkalaşan bitki örtülerini bir arada barındırıyor. Hemen her bitki örtüsü, kendi canlı türüne ev sahipliği yapıyor: Denizbörülcelerinin arasında cılıbıtlar, tuzcul çayırlarda kocagözler, ılgın çalılarında saksağanlar, sazlıklarda ördekler, kındıralarda düdükçünler ve makide ötleğenler. Et ve tırnak gibi bir arada duran ama her biri ötekinden farklı yaşam birlikleri, deltada uyum içinde yaşıyor.

Gediz Deltası’nı kuşlar için vazgeçilmez kılan en önemli şey ise deniz ve kara arasında uzanan çamur adacıkları. Gediz, bugün dünyanın en önemli sulak alanlarından biri kabul ediliyorsa, bunun ana nedeni bu adalar. Zaman zaman birleşerek dalyanlar oluşturan, zaman zaman ise denize dik ve dağınık bir şekilde uzanan bu adalar, Gediz Nehri’nin biriktirdiği çamur ve kumla oluşmuş. Üzerinde yeşeren denizbörülceleri, çamur adalarını fırtınalara ve denizin dalgalarına karşı koruyarak onların sağlamlaşmasını sağlamış. Gediz’in çamur adalarını aslında deltadaki kuşların evi olarak görmek gerek.

240ATGedizDeltasi13

Gündüz saatlerinde körfezin ve deltanın hemen her yerine dağılan kuşlar, akşam olunca adalara, yani evlerine dönüyor ve geceyi burada güvenli bir şekilde geçiriyor. Körfez vapurundan ekmek attığınız martılardan, İnciraltı İskelesi’ne tünemiş karabataklara kadar neredeyse tüm kuşlar, akşam olunca deltadaki adalarda buluşuyor. Günbatımında binlerce kuşun sözleşmiş gibi Gediz Deltası’ndaki adalara doğru uçuşu, belki de doğada görebileceğimiz en muazzam şölenlerden biri. Her günün sonunda ve binlerce yıldır tekrarlanan bir şölen…

Deltanın kalbi çamur adaları, aynı zamanda kuşların yumurtalarını bırakıp yavrularını yetiştirdiği yerler. Her yıl bahar geldiğinde, Ege Denizi’nde yaşayan binlerce deniz ve kıyı kuşu nesillerini sürdürebilmek için Gediz Deltası’nın çamur adalarına geliyor.

Deltada çamur adalarının birleşerek denize açık göller oluşturduğu üç de dalyan var: Homa, Çil Azmak ve Kırdeniz. Dalyanların en önemli özelliği, balıkların yumurtlama, dolayısıyla da kuşların temel beslenme alanı olması. Deltanın ortasında yer alan tuzlalar Gediz Nehri’nin dalyanlara tatlı su ve çamur taşımasını engellediği için, yazık ki Gediz’in dalyanları hızla eriyor ve canlılığını kaybediyor.

Tuzcul Çayırlar

Çamur adalarının ve dalyanların hemen arkasında ise Gediz’in dünya ölçeğinde önemli tuzcul çayırları uzanıyor. Bilmeyen bir gözün ilk bakışta “boş arazi” diyebileceği bu alanlar, Gediz Deltası’nın dünyaca önemli olmasının ikinci ana nedeni. Kocagöz, çayır delicesi gibi çok sayıda kuşun yuva kurduğu ve çakalların en yoğun olarak görüldüğü bu düzlükler, Ege ve Akdeniz’de neredeyse tümüyle yok olmuş. İzmir’in Gediz Deltası’nda ise son geniş örnekleri bulunuyor.

Tuzcul çayırların asıl önemi, deniz yaşamını tetikleyen minerallerin kaynağı olmaları. Yağmurlar tuzcul çayırlardan denize doğru sürüklenirken beraberinde, burada yer alan mineralleri de taşıyor. Denizdeki besin zincirini mikroorganizmalar yoluyla işte bu mineraller tetikliyor. Başka bir deyişle, tuzcul bozkırlar ve deniz arasındaki ilişki korunmazsa, denizdeki canlılar da besinsiz kalıyor.

Yazık ki bu alanların dörtte biri son on yıl içinde körfezden çıkan çamurun depolanması için kullanıldı ve doğadaki işlevini yitirdi. İzmir Büyükşehir Belediyesi şimdilerde daha da ileri giderek tuzcul çayırların tamamının üzerinde çamur depolamayı planlıyor. Doğa Derneği ve pek çok başka gönüllü kuruluş, deltadaki yaşama zarar verecek bu projenin karşısında.

Flamingonun Yuvası

Gediz’in diğer deltalardan farklarından biri, yüz yılı aşkın süredir işletilen geleneksel bir tuzlaya sahip olması. Çamaltı Tuzlası’nda Türkiye’nin tuz üretiminin dörtte biri gerçekleşiyor. Deltanın güneybatı kıyılarında uzanan tuzlalar, flamingolar başta olmak üzere birçok kuşun yuva kurma yeri. Tuzlaların arasındaki adacıklarda, her yıl binlercesi yuva kuruyor. İzKuş bölgedeki flamingo nüfusunun artırılması için yoğun olarak çalışan kuruluşlardan biri.

Üç Tepeler denen bölge ise deltanın orta kesimlerinde yer alıyor. Bir zamanlar Gediz’in taşıdığı alüvyonların arasında kalan ve aslında “Üç Ada” olan tepeler zamanla karaya bağlandı. Şayet bu tepeler doğal karakterini koruyabilseydi, Türkiye’de bir bataklığın içinde yer alan en büyük geçici ada sistemi ve eşsiz bir doğa mirası olacaktı. Ne yazık ki, geçen yüzyılın içinde bu adalardan biri tümüyle dinamitle patlatıldı ve elde edilen malzeme tuzlaları genişletmek için kullanıldı. Böylece adalar, deniz ve bataklık arasındaki su akışları durdu, yerine yollar geçti. Deltayı en iyi gören Abdul Tepesi’nden ovaya baktığımda bazen şunu düşünürüm… Keşke bir gün deltada bir restorasyon projesi yapılsa ve aralardaki taş yollar kaldırılarak “Üç Tepeler” yeniden “Üç Adalar” olsa. Bu belki de dünyanın en önemli ve büyük doğal alan restorasyon projesi olurdu.

Dünyada Tek

Gediz Deltası için şu ana kadar söylediklerimin benzerlerini dünyadaki pek çok başka delta için de söylemek mümkün aslında. Ne var ki deltanın öyle bir özelliği daha var ki, bu yalnızca Gediz’e özgü. Bunu sona sakladım…

Gediz, İzmir kadar büyük bir metropolle iç içe yaşayan tek delta sistemi. Düşünün, bir yanda Mavişehir’in gökdelenleri, öte yanda onların arasında uçan flamingolar. Pelikanları şehrin içinde martı gibi besleyen kıyı balıkçıkları. Dünyanın başka neresinde bunları görebilirsiniz? Gediz’den başka hiçbir yerde bu mümkün değil.

Hemen şunu sorabilirsiniz. Madem İzmir’in böylesine önemli bir özelliği var, biz neden bilmiyoruz? Bu sorunun yanıtını ben de bilmiyorum. Bildiğim, İzmir’i yöneten kurumların bu alanı otuz yıldır yalnızca kâğıt üzerinde koruduğu. İzmir’deki milyonlarca insanı, deltadaki doğal yaşamla buluşturmak için hiçbir anlamlı adımın atılmadığı. Tersine, deltanın tam kalbinde milyonlarca metreküp çamur depolandığı. Daha da fazlasının depolanması için projeler yapıldığı. Bu konudaki eleştirilere karşı bilimsel temeli olan hiçbir tepki verilmediği…

240ATGedizDeltasi19

Gediz Deltası’nda 1995 ve 1996 yılları içinde toplam 212 gün yürümüştüm. Aynı güzergâhı, dört mevsim boyunca yürüyerek gördüğüm tüm kuşları kayıt altına almıştım. Bu yolculuk bana doğanın düşünme biçimiyle ilgili çok şey öğretmişti. Doğa sadece bir ekosistem değildi. Doğanın bir zekâsı ve bir adalet anlayışı vardı. Okuyup görebilenler için tek başına Gediz Deltası bile bugüne kadar yazılmış bilgilerden daha fazlasını anlatıyordu. Ne var ki bu izi sürenler pek azdı. Delta, günden güne yok ediliyordu.

Deltadaki durumun er ya da geç değişmesi gerekiyor. Şehir ne pahasına olursa olsun Gediz Deltası’nı yok etmemeli. İzmir bugün bulunduğu yerde ise, bunun nedeni Gediz Deltası ve yüzlerce yıldır şehre sunduğu nimetler. Aslında şöyle de denebilir; İzmirli, delta, şehir ve flamingolar, birbiriyle bir an önce barışmalı. Çünkü en eski İzmirli flamingolar, en eski İzmir ise Gediz Deltası.

Atlas Dergisi, Mart 2013, Sayı: 240

Asıl yapılması gereken işler…

Ali Rıza Avcan

Ülkemizdeki çevrecilerin ve çevre örgütlerinin, doğayı katleden, hepimizin müştereği olan ormanları, denizleri, akarsuları, dağları, tepeleri, meraları ve benzerlerini yok eden saldırılara anında tepki verebilmek, arka arkaya; hatta bazen aynı anda ortaya çıkan her bir kötülüğü önlemek, engellemek için insanüstü çaba gösterdiğine tanık oluyorum.

Adeta ellerindeki kova ve hortumlarla dört bir yanda ateşlenen yangınları söndürmeye çalışıyorlar.

1980’li yılların başında, Ankara’daki Türkiye Çevre Vakfı‘nın çevre ile ilgili yeni hukuki düzenlemelerin 1980 Anayasası’na girebilmesi için yaptığı çalışmalara katılıp Türk çevre mevzuatındaki çevre ve çevre koruma ile ilgili düzenlemeleri tarayıp bunu bir yayına dönüştürmüş ilk çevrecilerden biri olmakla birlikte; yaşamımın ondan sonraki dönemlerinde, -açık söylemek gerekirse- çevre ve çevre koruma konularıyla ekoloji mücadelesine fazla bir önem ve öncelik vermemiştim.

Ne olduysa son 3 yılda oldu ve AKP iktidarı tarafından İzmir Körfezi ile Gediz Deltası Sulak Alanı‘na yapılmak istenen İzmir Körfez Geçişi Projesi‘ni engellemek amacıyla son hızla bu mücadele alanına girdim ve bu projeyle ilgili ÇED raporunun iptali ve yürütmesinin durdurulması için dava açmadan önce, küçük bir girişimde bulunarak sevgili arkadaşım Göker Yarkın Yaraşlı ile birlikte İzmir Büyükşehir Belediyesi İZSU Genel Müdürlüğü tarafından Yamanlar Dağı eteklerine yapılacak Bostanlı Barajı ile ilgili ÇED raporunun iptali ve yürütmesinin durdurulması için ilk davamı açıp, çevre / ekoloji mücadelesi verenlerin saflarına katılmış oldum.

Bu mücadeleye katılmamla birlikte, hem her bir ağacı hem de bunların oluşturduğu ormanı görmek niyetiyle, bu tür toplumsal ve hukuki mücadelelerde aksayıp mücadeleyi etkileyen ve giderek zorlaştıran konulara dikkat etmeye başladım.

Aslında, dikkat edip anlamaya çalıştığım bu konuların hiç zorluk çıkarmadan gelip beni bulduğunu da söyleyebilirim.

Bu davalara bakan idare mahkemeleri son yıllarda adeta hukuki alanda mücadele etmememiz, açtığımız takdirde de sürdürmememiz için çok büyük miktarlarda bilirkişi ücretleri belirlemeye başladılar.

Örneğin, İzmir 3. İdare Mahkemesi hem İzmir Körfez Geçişi Projesi ile ilgili ÇED raporunun iptali ve yürütmesinin durdurulması davasında, hem de Gediz Deltası Sulak Alanı‘ndaki koruma bölgelerinin daraltılıp niteliklerinin değiştirilmesi ile ilgili Ulusal Sulak Alan Komisyonu’nun (USAK) aldığı kararın iptali ve yürütmesinin durdurulması davasında 15 bin liralık bilirkişi bedellerinin davacılar tarafından ödenmesine hükmetti.

Böylelikle TMMOB ve Doğa Derneği, birinci dava için ayrı ayrı açtıkları her iki dava için 15 Bin liradan toplam 30 Bin lira, Doğa Derneği USAK kararının iptali ve yürütmesinin durdurulması davası için 15 Bin lira ödemek zorunda kaldı.

İşin kısası, TMMOB ve Doğa Derneği, iki ayrı dava için şu an itibariyle devlete toplam 45 Bin lira ödemiş durumda.

Bu kadar büyük miktarda bilirkişi ücretleri, bugünkü koşullarda her kurum ya da şahsı zorlayacak; hatta dava açma cesaretini ortadan kaldıracak kadar yüksek.

Bu durum gerçek anlamıyla, adaleti yokuşa sürüp hak arama mücadelesini engelleyecek bir tehlikeye işaret ediyor.

Mevzuata göre bu paraları ödeyen kurum ya da şahıslar, davayı kazandıkları takdirde ödedikleri paraları geri alabilmekle birlikte; bu kadar büyük paraların meslek örgütleri ya da sivil toplum kuruluşları tarafından bulunup ödenmesi neredeyse imkansız. O nedenle, bu tür davalarda “paran kadar adalet” anlayışının geçerli olduğunu ve bu vahim durumun her geçen gün dava açanlar aleyhine kötüleştiğini söyleyebiliriz.

1.20137ae5-d5a5-4738-8bb3-551112dad3f3

Çevre davalarında dikkat çeken diğer bir nokta ise, çevre ya da ekoloji mücadelesine katılmış, bu konuyla ilgili sivil toplum kuruluşlarında görev yapmış, doğayı korumak için müdahil olup davalar açmış bilim insanlarının mahkemeler tarafından “tarafsız” olmadıkları gerekçesiyle bilirkişi heyetlerine alınmaması; alınsa bile kamu kurumlarının itirazı üzerine bilirkişi heyetlerinden çıkarılmaları konusudur.

Böylelikle kendi uzmanlık alanında ulusal ve uluslararası alanda tanınmış, bilinmiş , bu konuda onlarca kitap, yüzlerce bilimsel makale yazmış birçok bilim insanının sırf “tarafsız” olmadığı gerekçesiyle davalarda bilirkişi olmalarının önü kesilmiş; bunun doğal bir sonucu olarak, yeterli akademik kariyere ve uzmanlığa sahip olmayan; örneğin sadece “doktor” unvanına sahip ya da o konuda hiçbir yayın ve araştırması olmayan kişilerin bilirkişi heyetlerinde görev alması ve bu şekilde heyetlere dahil edilenlerin çoğu kez kamu kurumlarından, bakanlıklardan yana görüş belirtmeleri sağlanmaktadır.

Bu iki konu; yani bilirkişi ücretlerinin çok yüksek olması ve bilirkişi heyetlerine bilgi ve deneyim sahibi olan bilim insanlarıyla uzmanların girememesi bence ülkemizde çevre mücadelesi veren kurum, kuruluş ve kişilerin bir araya gelerek hep birlikte mücadele etmeleri, kamuoyu oluşturarak hem yasa koyucuları hem uygulayıcıları etkilemeleri gereken önemli bir mücadele alanıdır.

Evet, yine doğaya zarar veren her taş ocağı, maden, RES, HES ya da benzerleri için bir araya gelip mücadele edelim; ama biraz da bu mücadelenin yoğunluğundan kafamızı kaldırıp ağaçlarla birlikte ormanı da görelim…

gavel-money-justice-judge_6

Yüksek bilirkişi ücretlerinin makul düzeye indirilmesi, hatta bu tür harcamaların devlet bütçesinden karşılanması; ayrıca, bilgisiz, yetersiz ve deneyimsiz akademisyenlerin, uzmanların bilirkişi heyetlerinde yer almaması için bilim insanlarının bilimden kaynaklanan tarafsızlığına inanarak değerli bilim insanlarıyla uzmanları bu tür önemli bilirkişilik hizmetlerinden uzak tutmayalım.

 

İzmir, bu siyasetin neresinde?

Ali Rıza Avcan

Cumhurbaşkanlığı ve milletvekilliği seçim tarihinin açıklandığı 18 Nisan 2018 tarihinden bu yana düzenlenen birçok toplantı, miting, TV programı ve basın açıklamasında dünyanın hali, içinde bulunduğumuz Ortadoğu bölgesi ve ülkemizle ilgili birçok konu ve düşünce oturulup tartışılmış olmasına karşın; AKP dışındaki tüm muhalefet partileriyle onların milletvekilleri ve aday adaylarından İzmir’in bugün içinde bulunduğu durum ve geleceği ile ilgili bir düşünce, öneri ya da eleştiriye, seçildikleri takdirde İzmir için ne yapacaklarına ilişkin tek bir haber, yorum ya da değerlendirmeye rastlamıyoruz.

Sanki, seçilmek için sıraya giren aday adayları bundan böyle İzmir’le hiç ilgilenmeyecekler gibi bir durum var ortada…

5aa12ac17152d815e45df648

İzmir Ticaret Odası’nın yeni başkanı, cumhurbaşkanıyla başbakanı ağırladığı 28 Nisan 2018 tarihli özel meclis toplantısında “İzmir adına önemli bir dileğimiz var. İnciraltı ve Bostanlı arasında yapımı planlanan bin 200 metre tüp geçit, İzmir Körfez Geçiş Projesi’nin bir an önce başlaması ve kentimiz için hayal ettiğimiz bir projenin daha hayata geçmesini istiyoruz. Bu kenti dünyanın sayılı merkezlerinden birisi haline getirmek ortak hedefimiz ise hep birlikte bu dev projelerin yanında durmalı ve destekleyicisi olmalıyız. Biz, İzmir Ticaret Odası olarak, kentimiz adına yapılacak her türlü mega proje ve yatırımın destekçisiyiz. Üzerimize düşen görev neyse layıkıyla gerçekleştireceğimize şüpheniz olmasın.” diyerek İzmir Körfez Geçişi Projesi‘nin yapılması için tüm desteklerini vereceklerini belirttiği; ayrıca, cumhurbaşkanının Güney Kore’ye yaptığı ziyarette İzmir Körfez Geçişi Projesi‘nin yapımı konusunda mutabakat sağlandığı halde; muhalefetin tüm gündemi, sanki aday olanların seçilmesini sağlayacak şey sanki kendi kişisel nitelikleriymiş, bugüne kadar neyi yapıp neyi yapmadıklarıyla ilgiliymiş gibi kendilerini anlatıp durdukları, bunun için kulis yaptıkları bir süreç olarak ilerliyor…

Ancak muhalefet patileri ve siyasetçileri ile ilgili bu değerlendirmeyi yaparken, seçim kampanyasını 19 Nisan 2018 tarihinde Mavişehir Balıkçı Barınağı’nda yaptığı İzmir Körfez Geçişi Projesi ile ilgili basın duyurusu ile açan Halkların Demokratik Partisi (HDP) Eş Genel Başkanı Pervin Buldan’la HDP’li milletvekillerini unutup onların hakkını yememem gerekiyor.

Başlayan bu seçim sürecinde her aday, kendisinin seçileceği göreve ne kadar uygun olduğunu, ne kadar çalışkan, dürüst, itaatkâr ve mücadeleci olduğunu kanıtlamaya çalışırken İzmir ve İzmir’in sorunları hakkında ne düşündüğünü, bu sorunların çözümü için neler önerdiğini bilerek ve isteyerek gizleyip saklıyor ya da onun da zamanının geleceğini iddia ediyor.

Örneğin merkezi ve yerel yönetim yatırımlarının dağılımında kentin farklı bölgeleri arasındaki adaletsizlikler hakkında ne düşünüyorlar?

Kemeraltı, Basmane ve Kadifekale’de TARKEM ve Folkart eliyle yapılmak istenen soylulaştırma çabalarını destekliyorlar mı?

Kentteki önemli rant alanlarının bazı belediye başkanlarıyla milletvekilleri tarafından pazarlanıyor olmasına ne diyorlar?

Örneğin İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin Kültürpark projesini destekliyorlar mı? Karşıyaka Belediyesi’nin anıtları yıkıp tekrar daha büyüğünü yapmak iddiasıyla sergilediği savurgan israf politikası hakkında ne düşünüyorlar?

İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin reklamlarla allayıp pulladığı ve bir “model” olarak takdim ettiği Dünya Bankası kaynaklı sözleşmeli tarım uygulamalarına ne diyorlar?

Yoksa bütün bu yanlış politika ve uygulamaları, kendi genel başkanları gibi diğer yerel yönetimlere örnek gösterecek şekilde doğrulayıp, İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu‘nun çizdiği çember içinde mi kalmaya çalışıyorlar? Ya da geçmişte birtakım milletvekillerinin yaptığı gibi yerel yönetimlere aday olanlarla Aziz Kocaoğlu adına pazarlık yapmayı ya da Üçkuyular Pazarı’nın yerinde yapılmakta olan şaibeli İstinye Park olayında olduğu gibi, büyük inşaat şirketlerinin avukatı olarak komisyonculuk yapmayı mı düşünüyorlar?

Kısacası, seçilmek için aday olanlar merkezi ve yerel düzeydeki egemenlere hizmet etmek için mi; yoksa kamu yararını önceleyerek halka, daha doğrusu İzmirliler’e hizmet etmek için mi aday oluyorlar?

İzmir ve İzmir’in sorunları için ne düşünüyorlar? Örneğin İzmir Körfez Geçişi Projesi için ne düşünüyorlar?

İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu gibi o projeyi desteklediklerini mi söylüyorlar; yoksa o projenin durdurulması için dava açan bizlerle birlikte bu büyük rant projesine karşı mı çıkıyorlar?

Resim2İzmir Ticaret Odası’nın yeni başkanı ya da AKP’nin yeni il başkanının yaptığı gibi bu projenin hayata geçmesi herkesi baskı altına alıp susturmaya mı çalışıyorlar; yoksa yapılan kirli pazarlıklara karşı mı çıkıyorlar?

Sahi, cumhurbaşkanı ya da milletvekili adayı olup sosyal medyada ya da caddede, sokakta karşımıza çıkanlar ne için, kim için ve ne yapmak için aday olup bizden oy istiyorlar?

Hafta başında iki önemli iş…

Ali Rıza Avcan

Bugün; yani, 14 Mayıs 2018, Pazartesi günü iki önemli işin peşine düşeceğiz.

Gündüz, Doğa Derneği‘nden Güven Eken, Ali Rıza Avcan ve avukat Cem Altıparmak, İzmir Büyükşehir Belediyesi‘nden belediye ve İZSU yetkilileri, Orman ve Su İşleri Bakanlığı yetkilileri ve 3. İdare Mahkemesi hakimleriyle bu mahkeme tarafından belirlenmiş yedi kişilik bilirkişi heyetiyle birlikte Gediz Deltası Sulak Alanı’nda keşif yapacağız.

Yapacağımız keşif, 25 Ağustos 2017 tarihinde Doğa Derneği, Cem Altıparmak ve Ali Rıza Avcan olarak Orman ve Su İşleri Bakanlığı aleyhine açtığımız dava ile ilgili.

Biz bu dava ile, Orman ve Su İşleri Bakanlığı‘na bağlı Ankara’daki Ulusal Sulak Komisyonu‘nun (USAK) 30 Mart 2017 tarih ve 28-2017/1 sayılı kararının 5. maddesi ile bu kararın onaylanmasına ilişkin 26 Nisan 2017 tarih, 380 sayılı Bakanlık Olur’unun iptal edilerek yürütmesinin durdurulmasını talep ettik.

Çünkü, dava konusu yaptığımız karar hem İzmir’in büyük belası olan İzmir Körfezi Geçişi Projesi‘nin önünü açıp onun kolaylıkla yapılmasını amaçlıyor hem de Ramsar Sözleşmesi ile korunan alanlarla Gediz Deltası Sulak Alanı‘nda Ali Ağaoğlu, Mehmet Cengiz, Rönesans Holding gibi iktidar yandaşı inşaat baronlarının eskisine göre daha kolay inşaat yapmalarını kolaylaştırıyor.

Şekil 4

Kısacası ulusal ve uluslararası hukuka aykırı bir suç, yapılan yönetmelik değişiklikleri ve alınan USAK kararlarıyla meşrulaştırılmaya çalışılıyor.

Biz bu amaçla 25 Ağustos 2017 tarihinde mahkemeye başvurmamıza karşın, suçun işlendiği mahaldeki keşfi kararın alındığı tarihten 1 yıl 1 ay, 14 gün; dava açtığımız tarihten 9 ay 19 gün geçtikten sonra yapabiliyoruz.

Çünkü Orman ve Su İşleri Bakanlığı, mahkemenin belirlediği her bilirkişiye, suçlu olmanın getirdiği ruh hali içinde ve bu arada İzmir Körfez Geçişi Projesi‘nin ilerleyip yol alabilmesi için devamlı itiraz etti. Yurt içinde ve dışında hepimizin bilip tanıdığı, çevre ve ekoloji mücadelesinde örnek olmuş birçok bilim insanına itiraz ederek, onların yerine kendisine biat edenleri koymak için devamlı çaba gösterdi.

Bu arada aldığımız yeni ve güzel bir habere göre İzmir Büyükşehir Belediyesi de, bizim yanımızda diyebileceğimiz bir konumda davaya müdahil olmuş. Belediyede yaptığım görüşmeler sırasında ayrıntısını fazla öğrenemediğim; ancak Gediz Deltası Sulak Alanı‘ndaki İZSU‘ya ait atık istasyonlarıyla ilişkilendirilen bu dava nedeniyle yarınki keşfe İzmir Büyükşehir Belediyesi‘nin avukatlarıyla daire başkanları ve şehir plancıları da katılacakmış.

Gediz Deltası Sulak Alanı gibi İzmir’i İzmir yapan önemli bir doğal değeri korumak amacıyla açtığımız bu dava ile ilgili gelişmeleri izleyen yazılarımızda sizlerle paylaşmak üzere yarın yapacağımız ikinci büyük işe gelelim.

Gediz Deltası Sulak Alan Koruma Bölgesi Haritası 2017 005 (Küçük)

Evet, 2017 yılından bu yana düşünüp taşındığımız, birçok kez bir araya gelip tartıştığımız ve en nihayetinde 26 Nisan 2018 tarihinde kurduğumuz Yaya Derneği‘nin açılış etkinliğini akşam 18.00-20.00 saatleri arasında Kemeraltı’ndaki Azize Kafe’de yapacağız.

Azize Kafe nerede derseniz, Kızlarağası’nın hemen yanındaki kahveler sokağına girip aşağı yukarı 50-60 metre ilerledikten sonra ilk sola saptığınızda, Azize Kafe’nin tarihi mekanı ile karşınıza çıkacağını söyleyebilirim.

Biz akşam 18.00’den sonra oradayız. Size Yaya Derneği‘ni niye, nasıl ve hangi düşüncelerle kurduğumuzu, Yaya Derneği olarak neler yapmak istediğimizi anlatıp fikrinizi almak istiyoruz.

Logolar17 Kişi olarak çıktığımız bu yola, aramıza sizleri de katarak devam etmek istiyoruz.

Önce İzmir’de, sonra Ankara ve İstanbul’da, ardından da tüm İzmir’de, Ege’de ve ülke düzeyinde…

Yayaların haklarını korumak ve yayanın sesini yükseltmek üzere…

Haydi, daha yaşanabilir kentler için birlikte yürüyelim.

 

Delta’da eskinin kirli izleri…

Ali Rıza Avcan

Geçtiğimiz Çarşamba günü, yani 14 Mart 2018 tarihinde Doğa Derneği‘nden Burak Özkırlı, Eyüp Fatih Şimşek ve Avukat Cem Altıparmak ile birlikte Gediz Deltası Sulak Alanı‘nın fazla bilinmeyen yerlerini dolaştık.

Amacımız, Doğa Derneği ve Avukat Cem Altıparmak ile birlikte Orman ve Su İşleri Bakanlığı aleyhine açtığımız dava için 16 Mart 2018 tarihinde yapılacak bilirkişi keşfi ile ilgili planımızı yerinde görerek belirlemekti.  

Çünkü, 4 Nisan 2014 tarih, 28962 sayılı Resmi Gazete’de yayınlanan “Sulak Alanların Korunması Yönetmeliği“nde yer almadığı halde Orman ve Su İşleri Bakanlığı Ulusal Sulak Alan Komisyonu (USAK) tarafından İzmir Körfez Geçişi Projesi‘nin önünü açmak amacıyla icat edilip Gediz Deltası Sulak Alanı haritasına  işlenen “Hassas Kullanım Bölgesi“nin mutlak koruma alanlarından hiçbir farkı olmadığını ; ayrıca uluslararası koruma altındaki Ramsar alanı ile “Kontrollü Kullanım Alanı“nın birbirleriyle çakıştığı alanları bilirkişi heyetine göstermek istiyorduk.

Gediz Deltası Sulak Alan Koruma Bölgesi & İzmir Körfez Geçişi ProjesiO amaçla, Ulusal Sulak Alan Komisyonu (USAK) tarafından Hassas Kullanım Alanı” olarak tanımlanan bölge ile “Sürdürülebilir Kullanım Alanı” olarak tanımlanan bölge arasında kalan ve günlük dilde “Degaj” olarak adlandırılan bölgeyi dolaştık. 

Bunun için ilk önce İzmir Büyükşehir Belediyesi‘ne bağlı İzmir Su Kanalizasyon İdaresi Genel Müdürlüğü’ne (İZSU) ait Çiğli Atıksu Arıtma Tesisi çevresinden ve içinden sahile ulaşmaya çalıştık ama başarılı olamadık. Bunun nedeni İZSU’nun güvenlik gerekçesiyle bu bölgedeki birçok toprak yolu ve geçidi tahrip etmiş olmasıydı. Bu girişimimiz sırasında çok kötü kokan bir atmosfer içinde çökeltme havuzlarındaki tehlikeli atıkların arıtılmasına tanık olduk ve bütün bu kirli işlemlerin böylesi bir doğa içinde yapılmış olmasına şaşırdık.

Atık çökeltme havuzlarının hemen kenarında gerçekleştirdiğimiz bu maceralı girişim sırasında tesisin güvenlik açığını ortaya çıkardığımız için güvenlikçileri ve tesis yöneticileri yorup terlettiğimizi de fark ettik…

Proje Bölgesi

İkinci girişimimizi ise Sasalı Kent Ormanı‘ndaki mutlak koruma alanı tellerinde açılan bölümlerden girmek suretiyle yaptık. Bu sırada mutlak koruma alanını çevreleyen tel örgünün çevrede hayvancılık ve balıkçılık yapan insanlarca tahrip edildiğini, bu bölge içinde büyük ve küçükbaş hayvan besiciliği için geçici tesislerin yapıldığını, koruma bölgesi içine yayılan sürülerinin hatırı sayılır bir boyuta ulaştığını gördük. Hatta topladıkları çuvallar dolusu deniz börülcesini araçlarıyla götüren insanlarla konuşup görüştük.

Kent ormanı içinden yaptığımız bu ikinci girişimimizde amacımıza ulaştık. Böylelikle “Degaj” denilen bölgede “Sürdürülebilir Bölge” adı verilen bölge ile “Hassas Kullanım Bölgesi” olarak tanımlanan bölgenin tam ortasında durarak aslında yanyana duran bu iki bölge arasında bir farklılık olmadığını, her iki bölgenin bitki ve hayvan varlığı açısından birbirine benzediğini gördük. Bir anlamda bu iki bölge arasındaki sınır çizgisinin, cetvelle çizildiği söylenen Türkiye-Suriye ve Türkiye-Irak sınırları gibi yapay bir sınır olduğunu, doğanın böyle bir sınıra sahip olmadığını anladık.

Tabii ki, bu arada gördüğümüz ve daha önce haberimiz olmadığı için şaşkınlıkla karşıladığımız yer “Degaj” adı verilen arka arkaya sıralanmış adaların birleşiminden oluşan yapay bir yarımadaydı.

Degaj Bölgesi

Bu bölgeye gelmeden önce gördüğümüz sık aralıklarla yapılmış trafo binaları ve birbirini izleyen yüzlerce elektrik direği ise Ramsar Alanı ya da İzmir Kuş Cenneti olarak tanımlanan bu bölgede bir tarihlerde bir şeylerin yapılmak istendiğini gösteriyordu. 

O merakla dönüp bilgisayarımın karşısına oturduğumda “Degaj” sözcüğünün buraya Osmanlı Devleti zamanında Çamaltı Tuzlası‘nı işleten İtalyanlar tarafından verildiği, sözcük anlamının ise ‘serbest‘, ‘sıkıntısız‘, ‘doğal‘, ‘rahat‘, ‘açık‘ ya da ‘geniş‘ anlamına geldiğini öğrendim. 

ilks2-1
Yüzer liman maketi

ilks2-3
Arkas Holding yetkilileri

İnternette yaptığım bu araştırmaların devamında da, 12 Ağustos 2004 tarihli Yeni Asır Gazetesi haberinden, Arkas Holding’in 2004 yılında bu bölgede büyük bir konteyner limanı yapmak için girişimde bulunduğunu, limanın ilk bölümünün iki yıl içinde 300 milyon dolara tamamlanacağını, projelendirilen limanın karadan 3,5 kilometre açıkta  1.400 metre uzunluk ve 350 metre genişlikte yüzer bir platform olarak inşa edileceğini, bu platformla sahil arasındaki 3,5 kilometrelik mesafenin kazıklar üzerindeki bir yolla aşılacağını öğrendim. Gazete haberine göre projeyi anlatan Arkas Holding yetkilileri bu bölgenin Ramsar sözleşmesine dahil olan yerin de dışında yer aldığını, Gediz Deltası dışında bulunduğunu için çevreye zararının bulunmadığını ve İzmir Kuş Cenneti’ne 9 kilometre uzaklıkta inşa edileceğini belirtmişler.

Aynen şimdi İzmir Körfez Geçişi Projesi için söylendiği gibi… 

Anlaşılan, birilerinin bu bölge ile ilgili menfaatleri söz konusu olduğunda, söyleyeni kim olursa olsun, tarih bir anlamda tekerrür edip duruyor…

1. derece Doğal Sit Alanı, Ramsar alanı ve Mutlak Koruma Alanı olarak ilan edilmiş bölgede gördüğümüz beton elektrik direklerinin ise 2008 yılında dikildiğini, 2012 yılında alanın bir bölümünün gözenekli telle çevrildiği, İzmir Kuş Cenneti‘ndeki yapılaşma girişimlerinin 2003 yılına kadar uzandığını, 2003 yılının Ekim ayında Yapı Kredi Bankası’nın taşınmazları arasında yer alan ve İzmir Kuş Cenneti sınırları içinde kalan 1 milyon 200 bin metrekarelik arazinin satışına dayandığını öğrendim.

Elektrik Direkleri

Ayrıca Eskidji Müzayede Evi tarafından 10 Ekim 2003 tarihinde yapılan açık arttırmada söz konusu arazinin kimliği gizli tutulan bir kişi tarafından 4,1 trilyona satın alındığını, İzmir Kuş Cenneti‘nin göbeğinde ve kanalların yer aldığı alanın hemen yanında yer alıp yapılaşmanın yasak olduğu arazinin önceden Kültür ve Turizm Bakanlığı bünyesinde iken yapılan değişikliklerle Çevre ve Şehircilik Bakanlığı‘na devredildiğini, Kozluca Çiftliği İşlek Sırtı Mevkii‘nde Kardelen Arsa Ofisi tarafından dikilen elektrik direklerinin Karşıyaka Ağır Ceza Mahkemesi’nin 12 Mart 2001 tarihli kararına karşın henüz kaldırılmadığını belirledim.

Beton Rampa

Sonuç olarak dün Ramsar alanının ortasındaki oldukça büyük bir bölgenin, bugün Ramsar alanının ve hemen yanındaki bölgenin liman, köprü, arıtma tesisi ya da yeni yapılaşmalar; daha doğrusu büyük boyutlu rantlar elde etme adına, İzmir Kuş Cenneti ya da Ramsar alanı şu kadar kilometre kadar uzakta gerekçesiyle işgal edilip yağmalanmak istendiğine, yerinde yaptığımız bu tespitle daha fazla inandık.

Beton Duvarlar

Nasılsa yarın öbür gün buralarda “ben yaptım oldu” mantığıyla bir liman yapılır düşüncesiyle bu bölgeye yapılan trafo binaları, dikilen beton elektrik direkleri, dökülen beton rampalar, şimdi yıkılmış olsa bile zamanında yapılmış beton duvarlar bugün yapılmak istenenlerin geçmişte kalmış somut delilleri olarak hepimizi üzüyor ve buradan rant elde etmek isteyenlerin asıl olarak İzmir sevgisinden hebardar olmadıklarını gösteriyordu…

Yargıya intikal etmiş konularda pazarlık yapmak…

Ali Rıza Avcan

Körfez geçişi bizim için önemli. Tüm projeler hazırlanmış durumda. Sanıyorum bir dava açılmış. Ulaşım master planına baktığımızda orada göremedim. Herhalde taslak olduğundan dolayı. Sizin bu projeyi desteklediğinizi biliyorum. Bu dava açanları da incelediğimizde arka planda bir organizasyon olduğunu görüyoruz. Bu da bizi rahatsız ediyor. İzmir’de yatırımları engellemek adına bir yapı var. Hükümet burada kendine bir yatırım yapmıyor. Yapılması gereken neyse onu yapıyoruz. Açık desteğinizi bekliyoruz.

Bu sözler geçtiğimiz günlerde, İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu tarafından makamında ziyaret edilen AKP İzmir İl Başkanı Aydın Şengül tarafından söylendi ve Ege’de Son Söz gibi birçok İnternet gazetelerinde paylaşıldı.

baskan-kocaoglu-na-ak-parti-de-surpriz-dosyaya-dosyayla-cevap-977382

İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu‘nun elindeki mavi renkli bir dosya ile gidip ziyaret ettiği, karşılığında da AKP yönetiminde olan yedi ilçeye ait taleplerin yer aldığı diğer bir mavi dosyayı teslim aldığı bu görüşmede, AKP İl Başkanı Aydın Şengül açık bir şekilde İzmir Körfez Geçişi Projesi‘nin kendileri için çok önemli olduğunu, bu projeyi İzmir Büyükşehir Belediyesi tarafından hazırlanan İzmir Ulaşım Ana Planı‘nda göremediklerini, bu durumun söz konusu belgenin henüz taslak durumunda olmasından kaynaklanmış olabileceğini belirterek, İzmir Körfez Geçişi Projesi‘nin yapılmaması için dava açılmış olmasından ve bu davaları destekleyen İzmirliler’in kendilerini rahatsız ettiğini söyleyerek İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu‘ndan kendilerine yardımcı olmasını; bu anlamda desteğini açık bir şekilde göstermesini istemiştir. 

Açıkçası, kendisine teslim edilen dosyadaki taleplere karşılık İzmir Körfez Geçişi Projesi için İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu‘ndan destek istemiş; böylelikle herkesin önünde çirkin bir pazarlığın kapısını açmıştır.

Böylesi bir pazarlık girişimi karşısında, İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu‘nun yapacağı tek olumlu hareket, mahkemeye intikal etmiş bir konu hakkında görüş beyan etmenin adaleti etkileme anlamına geleceğini söyleyerek bu pazarlık kapısını kapatması olurdu.

Ama öyle olmadı. İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu, mahkemeye intikal etmiş bir konu hakkında suskun kalmayı tercih etti.

Böylelikle, İzmir Körfez Geçişi Projesi ile ilgili idari davalara bakan hakimlerin iktidardan ve yerel yönetimden kaynaklanan bir baskı altına girmesine göz yummuş oldu.

Diğer yandan da üyesi olduğu Cumhuriyet Halk Partisi’nin söylem ve eylemlerine aykırı bir tutum sergilemiş oldu.

Şimdi bundan sonraki süreçte İzmir Körfez Geçişi Projesi‘nin İzmir Ulaşım Ana Planı‘na girip girmeyeceğine ve İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu‘nun İzmir Körfez Geçişi Projesi‘ni desteklemek için neler yapacağına bakacağız.

HKN_9176

İşte bütün bu nedenlerle, bugünlerde;

Ülkenin uzun bir süredir KHK’larla yönetildiği, seçim yasalarının iktidardan yana adaletsiz bir şekilde düzenlendiği, insan hak ve özgürlüklerinin askıya alındığı, her türlü kötülüğün kol gezdiği bugünlerde,

Bir kentin ve o kenti var eden en önemli değerlerin böylesi çirkin bir pazarlığa konu edilmesi; en azından tehdit kokan bir pazarlığa konu ediliyor olması, İzmir için büyük bir talihsizliktir…

Gerçek doğa savunucusu olmak…

Ali Rıza Avcan

Bu hafta yaşayacağımız olaylar, İzmir Körfez Geçişi Projesi‘nin geleceği açısından çok önemli…

Çünkü, 16 Mart 2018 Cuma günü Doğa Derneği ve Avukat Cem Altıparmak‘la birlikte açtığım davanın keşfi var.

25 Ağustos 2017 tarihinde, Orman ve Su İşleri Bakanlığı aleyhine İzmir Nöbetçi İdare Mahkemesi’nde açtığımız bu davanın konusu, Ulusal Sulak Alan Komisyonu‘nun (USAK), İzmir Körfez Geçişi Projesi‘nin uygulamasını kolaylaştırmak amacıyla Gediz Deltası’ndaki sulak alanların nitelik ve sınırlarında değişiklik yapan 30 Mart 2017 tarih, 28-2017/1 sayılı kararının 5. maddesinde yer alan hususların iptali ve yürütmesinin durdurulması ile ilgili.

Böylelikle İzmir Körfez Geçişi Projesi‘nin önünü açacak taraflı ve yanlış bir kararın önce yürütmesini durdurmak, ardından da ortadan kaldırmak istiyoruz.

Şayet mahkemenin oluşturduğu bilirkişi heyeti, bizi haklı görürse mahkemenin bizim; daha doğrusu İzmir’in yararına karar vermesi mümkün olacak. Böylelikle de İzmir Körfez Geçişi Projesi‘nin hayata geçirilmesi oldukça güçleşecek….

Gediz Deltası Sulak Alan Koruma Bölgesi & İzmir Körfez Geçişi Projesi

Konunun bu noktaya nasıl geldiğini yeniden hatırlamak isterseniz, bugüne kadar gerçekleşen olayları size şöyle anlatabilirim:

Uzun yıllardan bu yana Gediz Deltası için önemli çalışmalar yapan Doğa Derneği‘ndeki arkadaşlar, Orman ve Su İşleri Bakanlığı‘na bağlı Ulusal Sulak Alan Komisyonu‘nun (USAK) 2017 yılının Mart ayında Gediz Deltası’ndaki sulak alanlarla ilgili yeni bir karar aldığını duyarlar.

Bu duyumu BİMER aracılığıyla sorguladıklarında ise, karşılarına kimselere duyurulmadan; hatta Gediz Deltası‘na gelip keşif yapmaya bile kalkışılmadan Ankara’da alınmış bir karar çıkar.

Kararın altında ise Orman ve Su İşleri Bakanlığı bürokratlarının yanında iki de Ankara merkezli doğa koruma örgütü vardır.

Hani şu, neredeyse her gün Kıbrıs Şehitleri Caddesi girişinde çalıştırdıkları iyi niyetli üniversite öğrencileriyle tanıdığımız WWF-Türkiye (Dünya Doğayı Koruma Vakfı- World Wildlife Fund) ile Doğa Araştırmaları Derneği.

Doğayı koruma adına kurulmuş; üstüne üstlük Ramsar Sözleşmesi’nin Türkiye’deki STK Odak Noktası görevini yürüten biri uluslararası, diğeri ulusal bu iki doğa koruma örgütünün bu kararın altında imzalarının olması gerçekten dehşet verici bir durumdu…

Bunun üzerine konuyu hem basınla paylaşmış, hem de İsviçre’deki uluslararası Ramsar örgütünün genel sekreteriyle Avrupa danışmanı ve yardımcısına duyurmuştuk.* Örgütün bu duruma müdahale ederek yapılan yanlışlığın bir an önce düzeltilmesini talep etmiştik.

Bunun üzerine her iki doğa koruma örgütünün yöneticileri ayrı ayrı açıklamalar yaparak bu kararın nasıl ve neden imzalandığını anlatmaya çalıştılar.

Ancak verdikleri bilgiler ve ürettikleri bahaneler ikna edici değildi. Her iki örgüt de kurumsal sorumluluklarını unutarak, kararın yetkisiz görevliler tarafından imzalandığını ya da kendilerinin yıllardır Gediz Deltası’nın korunması için mücadele ettiklerini söyleyerek kendilerini aklamaya çalıştılar. Ayrıca altına imza attıkları kararın, İzmir Körfez Geçişi Projesi ile ilgisinin bulunmadığını iddia ettiler. Onlara göre tek kabahatli kurum, böyle bir durumun varlığını kendilerine bildirip destek istemeyen Doğa Derneği‘ydi. Hatta WWF-Türkiye bu iddialarında bir adım daha öteye giderek, birlikte imza attığı Doğa Araştırmaları Derneği temsilcisinin söz konusu kararı sahayı görmeden imzaladığını bile itiraf etti.

Ama ondan sonraki süreçte, her iki doğa koruma örgütü de altına imza attıkları bu taraflı ve yanlış kararın düzeltilmesi için tek bir girişimde bile bulunmadı. 

Şimdi sıra bu iki doğa koruma örgütünün yaptığı yanlışlığın mahkeme yoluyla giderilmesi noktasına geldi…

Bu hafta içinde katılacağımız keşifte, bizler bilirkişilere doğruları söyleyerek onların doğru kararlar almalarını kolaylaştırmaya çalışacağız.

Şimdi bu iki doğa koruma örgütünden beklediğimiz tek şey, hiç değilse şu aşamada altına imza attıkları kararların yanlışlığını kabul ederek bunu bilirkişilere ya da mahkemeye bildirmeleridir.

Belli olmaz, belki de bu şekilde kamu vicdanında açtıkları yarayı bir nebze olsun onarabilir, bir kez daha Kıbrıs Şehitleri Caddesi’ne çıkıp destekçi aradıklarında sağa sola kaçmadan ve İzmir’e gerçekten de sahip çıktıklarını söyleyerek göğüslerini gere gere bizlerle konuşabilirler…

İzmir Körfezi 004

Tabii ki, doğayı yeterince korumayan bu tür kişi ve kuruluşların her zaman ve yerde çevremizde olabileceğini gözardı etmeden; bunları gerçek doğa savunucularından ayırt etmenin sadece ve sadece bu tür durumlarda neler yaptıklarına bakarak mümkün olduğunu bileceğiz.


* https://www.evrensel.net/haber/333688/izmir-korfez-gecisinin-onu-iste-boyle-acildi

* https://www.evrensel.net/haber/334202/korfez-gecisine-onay-veren-wwf-ramsara-sikayet-edildi