“Şeyh uçmaz, müridi uçurur”: Azizname

Ali Rıza Avcan

Medhiyye‘ ya da günlük kullanımdaki şekliyle ‘methiye‘ sözcüğü, ‘övme‘, ‘övgü’, ‘birinin üstün özelliklerini (meziyetlerini) dile getirme‘, ‘bir şeyi veya kimseyi övme‘ anlamındaki ‘medh‘ kökünün sonuna nisbet eki getirilerek türetilmiş ve genellikle Divan Edebiyatı’nda kullanılmış bir anlatım tarzına verilen addır.

Sözcüğün Batı dillerindeki karşılığı, ‘methiye‘ anlamına gelen ‘Eulogy” ve ‘güzelleme‘ anlamına gelen ‘ode‘, bu alanda tanınmış en ünlü şair ise Horatius’tur.

Doğu ile ilgili tarihi kaynaklardan öğrendiğimize göre, sultan, halife, melik, padişah, vezir ve şeyhülislam gibi iktidar sahibi güçlü kişileri övüp methetme; yani onlar adına methiye yazma geleneği Sasani İmparatorluğu döneminde İran’da başlamış, Sasani hükümdarları, saraylarında bulundurdukları şairlere verdikleri ‘caize’ karşılığında kendilerini ya da yaptıkları işleri öven kasideler, methiyeler yazdırmıştır.  Bu gelenek, Gazneliler, Emeviler, Abbasiler, Selçuklu, Anadolu Selçuklu ve Osmanlı İmparatorluğu dönemlerinde devam etmiş; böylelikle, iktidar sahiplerinin şiirin değişik formlarıyla güzellenip yüceltilmesi, saltanatlarının güzel sanatlar yoluyla meşrulaştırılması sağlanmıştır. Bu çerçevede Fuzuli, Cevri, Nedim, Nef’i,  Nâbi ve Şeyh Gâlib gibi hepimizin adını bildiği ünlü şairlerin, kendi devirlerindeki iktidar sahiplerini övüp methederek yazdıkları gazel, kaside, ve divanlarla onlara hizmet ettiklerini söyleyebiliriz.

2011_07-08_Sultan_Swag_06

Tabii ki böylesine bir geleneğin imparatorluklar çağının bitmesiyle, sultan, melik, padişah, vezir ve şeyhülislamların iktidar sahnesinden çekilmesiyle sona erdiğini düşünmek ya da iddia etmek, ne yazık ki mümkün değildir. Tarihin her devrinde olduğu gibi iktidar sahiplerine karşı çıkıp onları eleştiren ya da hicveden şairler, yazarlar olduğu gibi; onlardan aldıkları ödül, armağan ya da ücret karşılığında; bunu yapan sanatçılar da olmuştur. Değişen sadece bu ilişkinin biçimi olmuş, güzellenenle güzelleyen arasındaki menfaat ilişkisi hep aynı kalmıştır.

Genel durum bu olmakla birlikte, yerel yönetimlerde belediye başkanları düzleminde güzellemeler yapmak, adlarına methiyeler düzmek olayı belediyecilik tarihimizde pek karşımıza çıkan bir uygulama olmamıştır. Nitekim, geçmişte hepimizin yaptıkları nedeniyle sevip saygı duyduğu birçok belediye yöneticisi ya da başkanı adına; örneğin Ankara’nın efsane belediye başkanları Vedat Dalokay ve Ali Dinçer, İstanbul’un unutulmaz ismi Ahmet İsvan, toplumcu belediyeciliğin ünlü adları Aliağa Belediye Başkanı Hakkı Ülkü, Fatsa Belediye Başkanı Fikret Sönmez, Gültepe Belediye Başkanı Aydın Erten ve diğerleri adına güzellemeler yapmak, methiyeler yazmak hiç kimsenin aklına gelmemiş, onlar hafızalarda kalan saygın anılarıyla Türk belediyecilik tarihinin seçkin köşelerine yerleşmişlerdir.

Ama, “tuzun kokup” insanlık, iyilik ve etik değerler gibi birçok şeyin altüst olduğu günümüz koşullarında belediye başkanlarına da bir hâl oldu ve o eskinin kendini anlatmaktan hicap duyan mütevazi belediye başkanları yerine, daha henüz hayattayken ve görevlerinin başındayken şehvetli bir arzuyla kendilerini öven ya övdüren belediye başkanlarıyla karşılaşmaya başladık. 

Bu aşırı kibirli ve narsistik tutumun ilk örneğini, iki yıl önce babasının yaşam öyküsünü anlatmak bahanesiyle kendi başarılarını anlatmaya kalkan Karşıyaka Belediye Başkanı Hüseyin Mutlu Akpınar‘ın yazdığı, daha doğrusu yazdırdığı kitabıyla görüp yadırgadık. Bu şaşkınlık içinde kitapta anlatılmayan şeyleri görüp çarpıtılarak aktarılan birçok şeyi okuyup anlamaya çalışırken, bu çabanın Doğan Medya Grubu’nun başarılı belediye başkanlarının öykülerini anlatan bir kitap serisin oluşturma girişiminin ilk adımı olduğunu öğrendik. Böylelikle arkadan başka belediye başkanlarına ait kitapların gelmesini bekledik. Ancak geçen zaman içinde, söylendiği gibi ne Eskişehir Büyükşehir Belediye Başkanı Yılmaz Büyükerşen kendi öyküsünü yazdı, ne de diğerleri. Bu girişim böylelikle, sadece Hüseyin Mutlu Akpınar’ı mutlu eden tek bir kitabı kalmış oldu. Daha doğrusu, biz öyle olduğunu sanıyorduk.

Sonrasında ise, İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu’nun danışmanı Prof. Dr. İlhan Tekeli’nin ilk yazıp çizdiklerinden ‘İzmir Yönetişim Modeli’ olarak bildiğimiz; ancak daha sonra Aziz Kocaoğlu’nun 2004-2018 döneminde yaptıklarının bir çuval içine doldurularak ‘İzmir Modeli’ olarak pazarlanmaya başlandığı son 3-4 aylık süre içinde İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin iki ayrı seride toplam yedi ciltten oluşan bir kitap hazırladığını duyduk. Beş tanesi doğrudan doğruya İzmir Büyükşehir Belediyesi, ikisi de aynı belediyenin İzmir Akdeniz Akademisi  Şube Müdürlüğü tarafından.

İzmir Büyükşehir Belediyesi tarafından hazırlanan beş ciltlik ilk kitap serisi hem İnternet ortamında e-kitap olarak paylaşıldı hem de binlerce adet basılarak dağıtıma hazırlandı. İzmir Akdeniz Akademisi tarafından basılan iki ciltlik ‘İzmir Modeli’ kitabının ikinci cildini önce İnternet ortamından, basılı nüshasını da 15-17 Kasım 2018 tarihleri arasında Ahmet Adnan Saygun Kültür Merkezi‘nde yapılan Yerel Yönetimler, Demokrasi ve İzmir Sempozyumu sırasında temin ettik.

Ancak, İzmir Büyükşehir Belediyesi tarafından yayınlanıp uzunca bir süredir dağıtımı bekletilen ‘İzmir Modeli’ isimli 1. kitap serisinin basılı nüshalarına, İzmir Akdeniz Akademisi tarafından çıkarılan 2 ciltlik ‘İzmir Modeli’ isimli kitap serisinin, İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu’nun “başarılarla dolu yaşam öyküsüne” ayrıldığını duyduğumuz 2. cildi henüz basılıp teslim alınmadığı için ulaşamamıştık.

Ancak şimdi o beklenen kitap; yani, Aziz Kocaoğlu’nun “başarılarla dolu yaşam öyküsü” ile ilgili 2. cilde, 2-3 gün önce İnternet ortamından ulaşabildik.

Hem de bu hayatta başka hiçbir belediye başkanına nasip olmayacak şekilde, şehir ve bölge planlama disiplinin ülkemizdeki duayeni olarak bilinen Prof. Dr. İlhan Tekeli tarafından kaleme alınmış bir methiye şeklinde…

Evet, Prof. Dr. İlhan Tekeli tarafından yazılmış bir Aziz Kocaoğlu methiyesi; başka bir deyimle, geçmişteki sultan, melik, padişah, vezir ve şeyhülislamları kıskandıracak tarzda yazılan bir ‘Azizname’ şekliyle…

Resim1

Artık bundan böyle ve bir an önce bu kitabı okuyup, bizim de içinde bulunduğumuz bu İzmir ortamında Aziz Kocaoğlu isimli bir belediye başkanının, bizlere fark ettirmeden ve haber vermeden ‘Aziz Kocaoğlu Belediyeciliği’ olarak neler yaptığını, neleri başardığını öğrenmemiz gerekiyor.

Tabii ki, başının üstündeki akademik hâle ile dolaşıp herkesi ikna eden bir danışmanın ne işlere yaradığını bir kez daha görüp fark etmek dileğiyle…

Aynen o ünlü, “şeyh uçmaz, müridi uçurur” deyişinde olduğu gibi…

Nasıl bir belediye yönetimi?

Ali Rıza Avcan

30 Mart 2014 tarihli yerel seçimlerin üzerinden tamı tamamına 4 yıl, 6 ay, 25 gün geçti. Şayet olağanüstü bir gelişme olmazsa, bugünden başlayarak 5 ay 6 gün sonra; yani, 31 Mart 2019 tarihinde yeni bir seçim yapılarak belediyelerin yeni başkanları ve meclis üyeleri belirlenecek.

İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu gibi, yaklaşan seçimlerde aday olmayacağını duyuran belediye başkanları ise, bugüne kadar yaptıklarını ve oluşturdukları kadroları korumak adına ya kendi yerine geçmesini arzuladığı belediye başkan adaylarını tümüyle anti demokratik bir yöntem olan “kefillik” anlayışı çevresinde kabul ettirmeye çalışıyor ya da kendilerini destekleyen sınıf ve kesimleri bu kısa süre içinde memnun etmek amacıyla bugüne kadar vermedikleri ya da veremedikleri ruhsatları vermeye, kolaylıklar sunmaya; kısacası, taraftarlarını memnun etmeye devam ediyorlar.

Bu anlamda, içinde bulunduğumuz dönem tam anlamıyla Amerikalılar’ın yakıştırmasıyla bir “topal ördek” dönemi… (1)

19102018_10380_0_1_ff32d586b4502133e5b5

Bugüne kadar defalarca Kemeraltı, Basmane ve Kadifekale gibi kentin tarihi merkezini kurtaracağını iddia edip -ne hikmetse- kurtaramayan ya da kurtarmayan belediye başkanlarıyla İzmir Ticaret Odası ve Ege Bölgesi Sanayi Odası gibi meslek odası başkanlarının, kent simsarlarının ve holding ya da şirket sahiplerinin belediye merdivenlerinde sergiledikleri o gözler yaşartıcı “birlik beraberlik” tablosu, milletin namusu ile uğraşmayı seven Mehmet Cengiz’e Mavişehir’de verilen yeni ruhsatlar ya da Folkart’ın Alsancak’taki yeni gökdelen yatırımları ile TARKEM’in Kemeraltı’nda başlattığı yeni hamleler hep bu “topal ördek” olma hallerinin ilgiyle izlenen son örnekleri…

Çünkü, yaklaşan seçimler öncesinde tekrar aday olmayacaklarını açıklayan ya da yeniden belediye başkanı olamayacağı bilinen “kefalet altındaki” belediye başkanların bu tür soygun ve talanları yapabilmesi için iklim her zaman olduğu gibi son derece uygun ve verimli…

Bunun en önemli nedeni de, bu konu ile ilgili kamuoyunun ve sosyal medya figürlerinin gitmek üzere olan belediye başkanlarının şu an neler yaptıklarından daha çok; o makamlara kimlerin geleceği ile ilgili popüler bir merak, dedikodu ve haberlerin peşine düşmüş olması.

Şimdi herkes, İzmir Büyükşehir Belediye Başkanlığı ile diğer ilçe belediye başkanlıklarına kimin aday olacağı ya da aday olanlardan kimlerin seçilebileceği ile ilgili… Bu konuda adeta tansiyonu her geçen gün artan bir seçim toto oynanıyor ve herkes “güvenilir bir kaynaktan aldığı bilgilere göre” kimlerin aday olacağını söyleyerek oyunun içinde yer aldığını ya da haberdar olduğunu kanıtlamaya çalışıyor. 

Oysa kimse, aday olacakların ismi, kişisel özellikleri, bugüne kadar yapıp eyledikleri, kurumsal ve kişisel bağlantılarıyla kim ya da kimler tarafından desteklendiği gibi konular dışında o görevlere seçildikleri takdirde ne yapmak istedikleri, hangi toplumsal / kentsel sorunlara öncelik verecekleri, vaat ettiklerinin toplumsal bir geçerlilik ve yapılabilirliğe sahip olup olmadığı, öne sürdükleri projeleri kimlerle, hangi sürede, ne şekilde ve nasıl bir ekiple gerçekleştirilecekleri, şikayetçi olduğumuz mevcut belediye yönetimlerden ne farklarının olacağı, seçilecek kişilerin iyi bir yönetici olup olmadıkları gibi birincil dereceden önemli konuları düşünmüyor ve bunlarla ilgili soruları aday olanlara ya da olmak isteyenlere sormak istemiyor.

Hatta böylesi bir ortamda karşımıza öylesine ilginç adaylar çıkıyor ki; önce alel acele adaylıklarını açıklayıp, seçildikleri takdirde yapıp eyleyeceklerini ortaya koyan projelerinin daha sonra açıklanacağını büyük bir kolay ve saflıkla söyleme cesaretini bile gösteriyorlar.

Kuşa Bak

Kısacası asıl konuşulup tartışılması gereken “nasıl bir belediye yönetimi” sorusu yerine, “nasıl bir belediye başkanı” ya da “yeni belediye başkanı kim olabilir gibi” ikinci dereceden önemsiz soruların yanıtlarını bulmaya çalışıyorlar.

Yerel yönetimlere yönelik alternatif temel politika ve stratejilerle hedef ve amaçlar dikkate alınmadan sadece adayların isimleri üzerinden sığ bir tartışma ortamının yaratılması; elbette ki, “topal ördek” konumunda olanların karşısına yeni yeni fırsatların çıktığı ve onların da bu fırsatları büyük bir gayretle değerlendirecekleri bilinmelidir.

Çünkü, belki de fırsatçılıktan kaynaklanan bu tür olası soygun ve talanlar nedeniyle kentin başına musallat olabilecek daha yeni ve büyük sorunlar, seçilecek yeni isimler dünyanın en iyi insanı ve yöneticisi bile olsa onların altından kalkamayacakları kadar kötü bir mirasa dönüşebilir. 


(1) “Topal Ördek” – ABD’de 4 yılda bir yapılan başkanlık seçimlerinde, mevcut başkan koltuğu kaybetse bile 6 ay görevde kalır. Devir teslim törenine kadar geçen sürenin sonunda başkanın gitmesi kesindir ama o, hem de temsilciler meclisi ve senato karşı tarafın elindeyken 6 ay süreyle bir ayağının üzerinde durmaya çalışarak görevini yürütür. İşte bu durumda başkana “Topal ördek (Lame Duck)” yakıştırması yapılır.

Başarı mı; yoksa, olası bir hezimetin ayak sesleri mi?

Ali Rıza Avcan

Yönetim adı verilen her düzen, sistem ya da organizasyon, başlangıçta belirlenen amaç ve hedeflere ulaşıp başarılı olmak amacıyla tasarlanıp kurulur ve çalışır…

Bu anlamda, seçimle ya da atamayla belirlenen her yönetimin amaç ve hedeflerini belirlemeden yola çıktığını ve bunları zaman içinde yenilemediğini söylemek pek mümkün değildir. Şayet arada bir plansız, programsız yola çıkanlar olursa, onların da uzun solukta var olup yaşayacaklarını düşünmek abesle iştigaldir.

Siyasi iktidarlar için başlıca amaç ve hedef, temsil ettikleri sınıf ve kesimleri memnun edip yola devam etmek; belediye yönetimleri için amaç ve hedef, kendilerine oy veren kentlileri memnun ederek gelecek seçimde daha fazla oy alabilmek; şirketler için de daha fazla kâr elde edip para kazanabilmektir.

Yönetenlere yardımcı olmak amacıyla oluşturulan bürokrasi ve danışmanların amaç ve hedefleri de, bilgi, birikim ve deneyimleriyle destek verdikleri yönetici ya da liderlerin daha fazla oy alarak veya kâr elde ederek başarılı olmalarını sağlamaktır.

Çünkü her şeyin temeli, alınan oy sayısı ya da elde edilen kârın miktarı ile ölçülüp ifade edilen başarıdır.

Bürokrat ve danışmanlar şayet bunu yapmayıp yönetici, lider ya da patronlarının daha az oy almasına veya kâr elde etmesine neden olmuşlarsa; bu durumun birinci dereceden sorumlusu olarak, bağlı oldukları yönetici, lider ya da patronun başarısızlığının ortağı olurlar.

Bundan sonra yapabilecekleri tek şey, kendilerine çalışabilecekleri yeni bir belediye ya da şirket aramaktır…

RegStrategy_1536x1152

Gelelim İzmir Büyükşehir Belediyesi bürokrat, danışman ve akademisyenlerinin “İzmir Modeli” adıyla icat ettiği koskoca bir yalanın, İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu’nun 2004 yılından bu yana ortaya koyduğu başarılı proje uygulamalarından kaynaklandığı iddiasına…

Önce İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin 2012 yılından bu yana yürüttüğü tarım hizmetleri üzerinden şekillendirilmeye çalışılan; daha sonra, sadece tarım hizmetlerini değil, tüm belediye hizmetlerini kucakladığı söylenen; o nedenle de, uğruna 14 profesör, 6 doçent ve 1 gazeteciden oluşan 21 kişilik bir ekibe yazdırılan  ve 1.152 sayfalık 25 makaleyi içeren beş kitabın; bir de bunun üstüne, bu akademik ekibin lideri olduğu bilinen Prof. Dr. İlhan Tekeli tarafından yazılıp İzmir Akdeniz Akademisi tarafından bastırılan altıncı kitabın konu aldığı bütün bu iddiaların sanki bilimsel bir dayanağı varmış gibi büyük tören ve reklamlarla takdim edilen şu meşhur İzmir Modeli” olayına…

Söz konusu bu altı kitabı alıp okuduğunuzda ya da bununla ilgili abartılı reklamları izlediğinizde, İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu’nun, 21 Haziran 2004’den başlayıp 31 Mart 2019’a devam eden 14 yıl 9 ay 10 günlük hizmet döneminde biz İzmirliller’e fark ettirmeden cümle aleme; örneğin, yurt içinde Gaziantep’e, yurt dışında İngiliz ya da Ruslara; hatta, Ahmet Hakan’ın CNNTürk’teki 8 Ekim 2018 tarihli Tarafsız Bölge programında ifade edildiği şekliyle tüm Türkiye’ye örnek olacak bir yönetim modeli yarattığı zannına kapılıyorsunuz.

Çünkü biliyorsunuz ki, bu yazıları yazan ve çoğu “profesör” ya da “doçent” gibi akademik unvanlar taşıyan zevat, İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu’nun bir “model” yaratacak kadar başarılı olduğunu, kendilerini oldukça zorlayarak anlatmaya çalışıp methiyeler düzdükçe ya yeni görevlere getiriliyorlar veya (belediye tarafından “kişisel sır“dır gerekçesiyle açıklanmayan) oldukça yüklü miktarlarda telif ücretleri alıyorlar.

Bu isimlerin bir kısmının CHP eski milletvekili Prof. Dr. Oğuz Oyan eşliğinde belediye belediye gezip kitaplarını bastıran, bu işi meslek haline getirmiş bilindik isimler olduğunu, bir kısmının “YÖK Akademisyeni” ya da “Vakıf Akademisyeni” özelliklerine sahip olduğunu biliyor ve onlardan zaten farklı bir şey beklemiyoruz. Geriye kalan son bir kısmının ise, yarın öbür gün hatırlanıp devamlı önlerine konulacak bu kötü methiyeleri yazarak bizi hayal kırıklığına uğrattıklarını ifade etmek istiyorum.

Oysa İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu’nun bu yere göğe konulamayan başarılarını, bu tür ısmarlama yazılar yazdırarak övmek yerine onun katıldığı 2009 ve 2014 tarihli yerel seçimlerde aldığı oy oranlarıyla, görevde bulunduğu dönemde yapılan milletvekili seçimlerinde partisinin aldığı oy oranlarındaki değişim üzerinden ölçüp değerlendirmek daha doğru, anlamlı ve geçerli olacaktır. 

Çünkü, genel ya da yerel düzeydeki siyasetçinin en önemli başarı ölçüsü, birilerinin yazıp çizdiği kitap, makale ve methiyeler ya da reklam kokan sözler değil; seçimlerde aldığı oyların miktar ve oranını arttırıp arttıramadığıdır. Kimse kusura bakmasın; ama, temel belirleyici olan -sadece ve sadece- budur.

Türkiye İstatistik Kurumu’nun 29 Mart 2009, 30 Mart 2014, 7 Haziran 2015, 1 Kasım 2015 ve 24 Haziran 2018 tarihli yerel ve genel seçimlerle ilgili verileri dikkate alınarak düzenlenen aşağıdaki tablodan da görüleceği gibi, İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu, “İzmir Büyükşehir Belediye Başkan Adayı” sıfatıyla ilk kez katıldığı 29 Mart 2009 tarihli seçimlerde 21 ilçeden oluşan İzmir genelinde ortalama % 56,15 oranında oy almış ve bu oranın en fazla olduğu ilçe % 73,74 ile Narlıdere, en az olduğu ilçe ise % 42,39 oy oranı ile ile Kemalpaşa olmuştur.

Bu durum, o tarih ve koşullar içinde hem Aziz Kocaoğlu hem de partisi Cumhuriyet Halk Partisi için oldukça iyi bir sonuç ve başarıdır.

2009-2014 İBB Seçim Sonuçları

İzmir Modeli” isimli kitaba yazılar yazan bu 21 akademisyen ve gazetecinin kendisini başarılı bulduğu ilk hizmet döneminin sonunda yapılan 30 Mart 2014 seçimlerinde ise 30 ilçeden oluşan İzmir genelindeki aldığı ortalama oy oranı % 56,15’den % 49,50 oranına inmiş, kendisi en fazla oyu % 70,21 ile Karşıyaka’dan, en az oyu da % 33,95 ile Kiraz ilçesinden almıştır.

Kısacası, 29 Mart 2009-30 Mart 2014 döneminde başarılı olduğu söylenen İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu’nun  İzmir genelinde aldığı oyların miktarı eskisine göre % 6,56 oranında azalarak, % 56,15’den % 49,59’a inmiştir.

Hem de “Cumhuriyet Halk Partisi’nin kalesi” olarak tanınıp bilinen İzmir’de!

Üstüne üstlük, rakibi olan Adalet ve Kalkınma Partisi oyları, İzmir genelinde % 5,53 oy artışı ile % 30,39’dan % 35,92’ye yükselirken…

Aziz Kocaoğlu cephesindeki oy azalışının en fazla olduğu ilçeler ise, % 13,19 ile Torbalı, % 11,77 ile Aliağa, % 9,85 ile Foça ve % 7,47 ile Bayındır olmuş; böylelikle Kemalpaşa, Kınık, Menderes, Ödemiş, Selçuk ve Torbalı gibi önemli ilçelerin yönetimi Adalet ve Kalkınma Partisi’nin, Aliağa gibi önemli bir sanayi ve işçi kenti ile Kınık’ın yönetimi de Milliyetçi Hareket Partisi’nin eline geçmiştir.

Böylelikle, şimdilerde o dönemlerde de başarılı olduğu söylenen Cumhuriyet Halk Partisi’nin İzmir Büyükşehir Belediye Başkan adayı Aziz Kocaoğlu, bu seçimin sonucunda İzmir genelinde en fazla oyu alarak belediye başkanı olmuşsa da; hem kaybedilen oyun miktar ve oranı, hem Cumhuriyet Halk Partisi ile Adalet ve Kalkınma Partisi arasındaki oy farkının azalması, hem de 8 ilçe belediyesi yönetiminin rakip partilere kaptırılması açısından oldukça olumsuz ve tehlikeli bir gelişmeyi ortaya çıkarmıştır.

Peki, 30 Mart 2014 tarihli son yerel seçim sonrasında % 49,50 oranındaki bu oy miktarında bir artış ya da azalış olmuş mudur? Şayet olmuşsa bunu bugün nasıl ölçüp belirleyebiliriz?

2014 yılından bu yana yeni bir büyükşehir belediye başkanlığı seçimi yapılmadığına göre, ortalama % 49,59 oranındaki oyun hangi orana çıktığını ya da indiğini nasıl bilebiliriz?

Tabii ki, 2014 yılındaki yerel seçimde Cumhuriyet Halk Partisi büyükşehir belediyesi adayının aldığı oylarla, 7 Haziran 2015, 1 Kasım 2015 ve 24 Haziran 2018 tarihli milletvekili seçimlerinde Cumhuriyet Halk Partisi milletvekili adaylarının aldığı oyları, -elma/armut örneği gibi bir kıyaslama yapmamak koşuluyla- birbiri ile mukayese ederek… En azından, bu ikisi arasında anlamlı bir ilişki varsa, onu bulup ortaya çıkarmaya çalışarak…

Bu amaçla, Türkiye İstatistik Kurumu’nun mahalli idareler seçimi verileriyle milletvekili seçimi verilerini kullanarak hazırladığımız yukarıdaki tablonun ikinci bölümünü kullanarak yaptığımız kıyaslama sonucunda ortaya çıkan durum ise;

Cumhuriyet Halk Partisi’nin 7 Haziran 2015 tarihli milletvekili seçimlerinde İzmir’in (1) ve (2) numaralı seçim bölgelerinde aldığı ortalama % 38,53 düzeyindeki oy oranının, 7 Haziran 2015  tarihli milletvekili seçimlerinde % 8,22 gibi önemli bir oranda artarak % 46,75 oranına yükselmekle birlikte; 24 Haziran 2018 tarihli milletvekili seçiminde % 5 oranında azalarak % 41,75 düzeyine indiği görülmektedir.

O nedenle, Cumhuriyet Halk Partisi oylarının, 29 Mart 2009-24 Haziran 2018 döneminde İzmir’de yapılan yerel seçimlerin yanında milletvekili seçimlerinde de eski düzeyini koruyamayarak devamlı azaldığı söylenebilir.

Öte yandan düzenlediğim aşağıdaki ikinci tablonun da gösterdiği gibi, İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu’nun 29 Mart 2009 tarihli yerel seçimde ilçelerde aldığı oy oranı ile Cumhuriyet Halk Partili ilçe belediye başkanlarının aldığı  oy oranları arasındaki farkın, 30 Mart 2014 tarihli yerel seçimde yarı yarıya azalarak % 6,25’den % 3,37’ye indiği, bu farkın Beydağ, Bornova, Karşıyaka ve Menemen gibi ilçelerde ilçe belediye başkanları lehine öne geçtiği, Balçova, Buca, Çeşme, Gaziemir ve  Seferihisar bazı ilçelerde de neredeyse aynı düzeyde olduğu görülmektedir. 

İzmir İBB & İlçe Seçim Sonuçları Karşılaştırması (2)

Bu nedenle, Cumhuriyet Halk Partisi’nin hem büyükşehir belediye başkanlığı hem de milletvekili seçimleri açısından İzmir düzeyindeki oyunun sürekli azalması gibi önemli bir sorunla karşı karşıya olduğunu söyleyebilirim.  

63619459_620x410

Böylesi bir durumda, İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu’nun göreve geldiği günden bu yana başarılı uygulamalar yaparak herkese örnek “İzmir Modeli“ni yarattığını söyleyen emrindeki bürokrat, danışman, akademisyen, gazeteci ve yandaşların, İzmir seçmeninin geçen yıllar içinde Cumhuriyet Halk Partisi’ne ve adaylarına oy vermekten neden vazgeçtiğini, oy oranlarının niye sürekli azaldığını da araştırıp ortaya koyarak başarı diye lanse ettikleri model ile bu başarısızlık olgusu arasında anlamlı bir ilişki kurmaları gerektiğini düşünüyorum.

Madem bu belediye başkanı ve ekibi, ortaya bir “İzmir Modeli” çıkaracak kadar başarılı oldular; o halde gerek kendisinin gerekse partisinin aldığı oylar, olası bir hezimeti kolaylaştıracak şekilde niye her seçimde azalıp eriyor?

Yargıya intikal etmiş konularda pazarlık yapmak…

Ali Rıza Avcan

Körfez geçişi bizim için önemli. Tüm projeler hazırlanmış durumda. Sanıyorum bir dava açılmış. Ulaşım master planına baktığımızda orada göremedim. Herhalde taslak olduğundan dolayı. Sizin bu projeyi desteklediğinizi biliyorum. Bu dava açanları da incelediğimizde arka planda bir organizasyon olduğunu görüyoruz. Bu da bizi rahatsız ediyor. İzmir’de yatırımları engellemek adına bir yapı var. Hükümet burada kendine bir yatırım yapmıyor. Yapılması gereken neyse onu yapıyoruz. Açık desteğinizi bekliyoruz.

Bu sözler geçtiğimiz günlerde, İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu tarafından makamında ziyaret edilen AKP İzmir İl Başkanı Aydın Şengül tarafından söylendi ve Ege’de Son Söz gibi birçok İnternet gazetelerinde paylaşıldı.

baskan-kocaoglu-na-ak-parti-de-surpriz-dosyaya-dosyayla-cevap-977382

İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu‘nun elindeki mavi renkli bir dosya ile gidip ziyaret ettiği, karşılığında da AKP yönetiminde olan yedi ilçeye ait taleplerin yer aldığı diğer bir mavi dosyayı teslim aldığı bu görüşmede, AKP İl Başkanı Aydın Şengül açık bir şekilde İzmir Körfez Geçişi Projesi‘nin kendileri için çok önemli olduğunu, bu projeyi İzmir Büyükşehir Belediyesi tarafından hazırlanan İzmir Ulaşım Ana Planı‘nda göremediklerini, bu durumun söz konusu belgenin henüz taslak durumunda olmasından kaynaklanmış olabileceğini belirterek, İzmir Körfez Geçişi Projesi‘nin yapılmaması için dava açılmış olmasından ve bu davaları destekleyen İzmirliler’in kendilerini rahatsız ettiğini söyleyerek İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu‘ndan kendilerine yardımcı olmasını; bu anlamda desteğini açık bir şekilde göstermesini istemiştir. 

Açıkçası, kendisine teslim edilen dosyadaki taleplere karşılık İzmir Körfez Geçişi Projesi için İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu‘ndan destek istemiş; böylelikle herkesin önünde çirkin bir pazarlığın kapısını açmıştır.

Böylesi bir pazarlık girişimi karşısında, İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu‘nun yapacağı tek olumlu hareket, mahkemeye intikal etmiş bir konu hakkında görüş beyan etmenin adaleti etkileme anlamına geleceğini söyleyerek bu pazarlık kapısını kapatması olurdu.

Ama öyle olmadı. İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu, mahkemeye intikal etmiş bir konu hakkında suskun kalmayı tercih etti.

Böylelikle, İzmir Körfez Geçişi Projesi ile ilgili idari davalara bakan hakimlerin iktidardan ve yerel yönetimden kaynaklanan bir baskı altına girmesine göz yummuş oldu.

Diğer yandan da üyesi olduğu Cumhuriyet Halk Partisi’nin söylem ve eylemlerine aykırı bir tutum sergilemiş oldu.

Şimdi bundan sonraki süreçte İzmir Körfez Geçişi Projesi‘nin İzmir Ulaşım Ana Planı‘na girip girmeyeceğine ve İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu‘nun İzmir Körfez Geçişi Projesi‘ni desteklemek için neler yapacağına bakacağız.

HKN_9176

İşte bütün bu nedenlerle, bugünlerde;

Ülkenin uzun bir süredir KHK’larla yönetildiği, seçim yasalarının iktidardan yana adaletsiz bir şekilde düzenlendiği, insan hak ve özgürlüklerinin askıya alındığı, her türlü kötülüğün kol gezdiği bugünlerde,

Bir kentin ve o kenti var eden en önemli değerlerin böylesi çirkin bir pazarlığa konu edilmesi; en azından tehdit kokan bir pazarlığa konu ediliyor olması, İzmir için büyük bir talihsizliktir…

İzmir Körfez Geçişi Projesi ile ilgili son gelişmeler

Ali Rıza Avcan

İzmir Körfezi’nin tam ortasına; hem de koskocaman bir AKP ampulü şeklinde beton bir ada kondurularak yapılacak olan İzmir Körfez Geçişi Projesi ile ilgili son gelişmeleri özetleyecek olursak;

1. İzmir Körfez Geçişi Projesi’ni sahiplenen İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu, bu projenin TCDD ve İZSU tarafından geliştirilen İzmir Körfezi ve Limanı Rehabilitasyon Projesi ile körfez akıntılarıyla deniz suyu kalitesinde yaratılacak % 40 oranındaki iyileşmenin % sıfır düzeyine ineceğini -geç de olsa- öğrendiğinde “Büyük Körfez Projesi” adını verdiği İzmir Körfezi ve Limanı Rehabilitasyon Projesi’nden kendi payına düşen işleri yapmayı 2018 yılı için askıya aldığını duyurdu.

Gediz Deltası 040

2. Bu arada İzmir Körfez Geçişi Projesi ile ilgili ÇED raporunun iptali ve yürütmesinin durdurulması amacıyla birlikte dava açan Doğa Derneği ve Ege Çevre ve Kültür Platformu Derneği (EGEÇEP) ile Ankara’daki genel merkezleri üzerinden ayrı bir dava açmayı tercih eden  Türkiye Mimar ve Mühendis Odaları Birliği‘nin (TMMOB)dava açan kurumlar” adıyla yaptıkları ortak çalışmaların bir sonucu olarak 20 Aralık 2017 tarihinde Tepekule Kongre ve Sergi Merkezi’nde yapılan toplantıda, İzmir genelindeki kent mücadelesini kucaklamak amacıyla İzmir Körfez Geçişi Projesi‘nden hareketle geliştirilecek kent hareketine ilgili tüm kurum ve bireylerin davet edilmesine ve hareketin kentin tüm sorunlarıyla ilçelerini kapsayacak şekilde örgütlenmesine karar verildi. Ancak bu konuda -ne yazık ki- ortak bir sonuç bildirgesi düzenlenip kamuoyu ile paylaşılmadı.

3. Doğa Derneği ve EGEÇEP ile TMMOB tarafından açılan iki ayrı dava mahkeme tarafından birleştirilerek davaya esas bilirkişi raporunu hazırlamak amacıyla tümü İzmir’deki üniversitelerde görev yapan konusunda uzman akademisyenlerden oluşan dokuz (9) kişiden oluşan bir bilirkişi heyeti belirlendi.

4. İzmir Körfez Geçişi Projesi ile ilgili ÇED raporunun iptali ve yürütmenin durdurulması talebi ile ilgili davaya bakan mahkeme, ilk bilirkişi incelemesinin 25 Ocak 2018 tarihinde yapılmasına karar verdi.

Gediz Deltası 036 - Mustafa Kasapoğlu
Fotoğraf: Mustafa Kasapoğlu

5. Bu süre içinde bilgilendirme amacıyla TMMOB tarafından bazı kent konseyleriyle birlikte yapılan bilgilendirme toplantılarına devam edilmiş ve en son toplantı bu davada Doğa Derneği ile EGEÇEP‘in avukatlığını yapan Arif Ali Cangı‘nın katılımıyla 24 Aralık 2017 tarihinde HDP Karşıyaka İlçe Örgütü üyeleri için yapılmıştır.

6. İzmir Körfez Geçişi Projesi için EGEÇEP ve TMMOB‘den ayrı kampanya yürüten Doğa Derneği ise Gediz Deltası Sulak Alanı‘nın UNESCO’nun Dünya Mirası Listesi’ne alınması için uluslararası bir kampanya başlatmış, bu doğrultuda UNESCO başta olmak üzere uluslararası kuruluşlarla yazışmaya ve milletvekilleriyle görüşmelere ağırlık vermiş, yerel basın için Gediz Deltası’nda bir basın toplantısı düzenlemiş; ayrıca hafta sonlarında isteyen herkesin ücretsiz olarak katılabildiği kuş gözlemi etkinlikleri ve yürüyüşleri düzenleyerek halkın ilgisini hem Gediz Deltası Sulak Alanı‘na hem de bu deltada yapılacak olan İzmir Körfez Geçişi Projesi‘ne çekmeye çalışmıştır.

Doğa Derneği‘nin İzmir Körfez Geçişi Projesi için yaptığı bu çalışmaların Fatih Portakal tarafından sunulan Fox TV’deki akşam haberlerinde görseller eşliğinde gündeme getirilmesi üzerine pop sanatçısı Tarkan Instagram hesabına yazdığı bir mesajla “Neredeyse her köşesi betona dönüşen ülkemizde geriye kalan birazcık doğamızı koruyalım bari. Bu nasıl bir yok ediştir? Bu nasıl bir rant hırsıdır? Nasıl bir vicdansızlıktır? Doğa olmazsa biz de var olamayız. Bu gerçeği ne zaman anlayacağız? Ne zaman uyanacağız?” diyerek bu çalışmalara destek vermiş; böylelikle yapılan mücadeleden milyonlarca insanın haberdar olması sağlanmıştır. 

7. İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin 28 Aralık 2017 tarihinde düzenlediği İzmir Ulaşım Ana Planı (UPİ) 4. Paydaş Toplantısı‘nda hazırlanan planın sonuçlarını paylaşan belediye yöneticileriyle plan danışmanları ise, böylesi bir ihtiyacın bulunmayışı nedeniyle İzmir Körfezi Geçiş Projesi‘nin İzmir Ulaşım Ana Planı‘nda yer almadığını belirtmişlerdir.

8. İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu, hazırlanan İzmir Ulaşım Ana Planı‘nın tanıtımı amacıyla 8 Ocak 2018 tarihinde yapılan toplantıda,  “Ulaşım Master Planı’nda bilim insanları 2030 projeksiyonunda körfez geçişini öngörmüyorsa, fizibıl bulmuyorsa, biz onu birilerinin gönlü olsun diye ulaşım master planına koyamayız. Bilim derse ki koy, memnuniyetle alır, savunuyoruz. Biz akla ve bilime inanırız. Ulaşım Master Planı’na konulmaması, bu planın bilimsel bir vesika olmasını güçlendirir. Bizim duruşumuz, kamuoyunda merkezi hükümetin yapacağı bir yatırımın desteklenmesi konusudur. İkisini birbirine karıştırmak doğru değildir. Farklı manipülasyon amacıya yapılmıştır ki, o işlerin içinde biz olmayacağız.” demiş; böylelikle İzmir Körfez Geçişi Projesi‘ni içermeyen İzmir Ulaşım Ana Planı‘nı bir şekilde sahiplenip savunmuştur.

gediz deltası (1)
Karikatür: Kürşat Zaman

Şimdi bu durumda İzmir Büyükşehir Belediyesi ile onun  başkanından beklenen tavır, 2,5 yıldır hazırlanıp sonuçlandırılan İzmir Ulaşım Ana Planı‘nına katkıda bulunan meslek odalarıyla sivil toplum kuruluşlarının, belediye yöneticileriyle uzman ve danışmanların bilimsel gerçeklere dayanarak söylediklerine sahip çıkarak onları savunması ve İzmir Körfez Geçişi Projesi‘ni içermeyen bir İzmir Ulaşım Ana Planı‘nı kabul ederek uygulamaya sokmasıdır.

Çünkü bu durum, bu işin uzmanlarıyla sivil toplum örgütlerinin ve İzmirliler’in bu projeyi kesin bir şekilde istemediklerini, merkezi yönetimden böyle bir taleplerinin olmadığını göstermektedir.

Bir şöyle, bir böyle halleri…

Ali Rıza Avcan

İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu, 6 Haziran 2017 tarihli Aydınlık Gazetesi‘nin internet sayfasında yayınlanan “Başkan açıkladı: O proje bana ait!” başlıklı söyleşide İzmir Körfez Geçişi Projesi ile ilgili olarak önce şöyle söyledi:

Zaten bu projeyi ilk belediye başkanı olduğumda o zamanki Bayındırlık Bakanı Zeki Ergezen ve Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım Bey ile görüşürken ben attım ortaya. Kordon yolunu yapmaya çalışıyorlardı. Kordon Yolu’nu yapmayın, bu bize ulaşım anlamında bir katkı sağlamıyor. Eğer bir şey yapmak istiyorsa hükümet, Körfez geçişini yapın demiştim. Sonra o bugüne geldi. Bunu merkezi hükümet yapmak istiyor. Ciddi bir yatırım, büyük bir yatırım. Ne zaman biter? Bence kısa sürede bitmesinden ziyade, belki bu tüp geçide bizim arkadaşların bir kısmı kamuoyunda gereklidir, gereksizdir diye tartışmalar var. Bana göre İzmir ekonomik olarak büyümesini 2010’dan beri sürdürdüğü düzeyde sürdürürse, bu tüp geçide 10 sene içerisinde mutlaka çok büyük ihtiyaç olacak. Zaten başlanması bitmesi derken belki 2-3 sene önce biter ama geç kalmasındansa önce bitmesi iyidir. Ben de bu projeyi destekliyorum. Benim isteğim, dileğim projenin tamamının tüp geçit olarak gerçekleşmesiydi. Köprü olmamasıydı. Maliyet çok yükseldiği için bu şekilde karar verildi.

Liman yanaşma kanalı Yenikale Burnu’ndan, limana kadar mutlaka derinleştirilmesi gerekiyor. Zaten onun projesi de bitti, ÇED raporu da bitti. Limanı TCDD çalıştırdığı için onlarla ile birlikte yaptık. Karşı tarafta da biz yeri belirlenen 13,5 kilometre bir sirkülasyon kanalı yapıyoruz. Yani suyun İzmir Körfezi’ne su güneyden giriyor, kuzeyden çıkıyor. Yoğun sirkülasyon böyle. Oradaki kanalla buradaki kanal bir yerde birleşip sirkülasyonu sağlayacak. Oradan viyadüklerle geçmek söz konusu olduğunda, biz altyapılar genel müdürlüğünü ziyaret ettik yazılar yazdık. Burada yapacağımız 250 metre genişliğindeki sirkülasyon kanalının mutlaka ayaksız geçilmesi gerektiğini belirttik. Onlar da bu mesafeyi açtılar. 500 metreyi ayaksız geçiyorlar. Dolayısıyla sirkülasyonda mutlaka her yapının bir zararı olacaktır ama bizim söylediğimiz kriterlere uyulursa çok fazla bir zararı olmayacağına inanıyorum. Mimarlar Odası’nın çevre mühendislerinin, şehir planlamacılarının üzerinde durduğu ana konu iki tarafta da birinci derecede doğal SİT var. Öbür tarafta sulak alan var. Buralardan yüzeyden geçilmesinin mahsurlu olduğu görüşündeler. O da doğrudur. Zaten benim tüp geçit ile geçilmesindeki önerim de bütün bu mahsurları ortadan kaldıracak bir öneriydi. Hem doğal SİT’leri ortadan kaldıracak, hem doğal sirkülasyondaki sıkıntıyı sıfırlayacak. Denizin 20 metre altından girip karşıya geçecek. Orta büyüklükteki gemilerin geçebilmesi için 16 metre derinliğin taranması lazım. Bizim de sirkülasyonu hızlandırmak için 250 metre genişliğinde, 8 metre derinliğinde bir sirkülasyon kanalı yapmamız gerekiyor. Biz onun çalışmalarını yapıyoruz. Dokuz Eylül Deniz Bilimleri ile birlikte çalışıyoruz. Bunlar bittikten sonra da kısım kısım inşaat faaliyetlerine başlayacağız.”

Ardından Ege’de Son Söz isimli İnternet gazetesinin 13 Kasım 2017 tarihli “Başkan Kocaoğlu’ndan adaylık çıkışı: Elimiz mahkum…” başlıklı haberine göre İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu, Belediye Meclisinin Kasım ayı olağan toplantısında, “Körfez geçişi konusu var. İzmirli isterse yaparız diyorlar. Ben vatandaşın en fazla oyuyla seçilmiş kardeşinizim. İzmir Büyükşehir Belediye Başkanıyım. Ben Tüp geçişi istiyorum. Duymayan bir daha duysun. Ben tüp geçişin tartışmasız yapılmasını istiyorum. Madem ki merkezi hükümet bunu uygun görmüş para harcayacak, yapılsın. Kimseye sormayın istiyor musunuz diye. Yapın kardeşim” diyerek sahip çıktığı İzmir Körfez Geçişi Projesi‘nin kimseye sorulmadan hemen yapılmasını istemiş.

İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu‘nun İzmir Körfez Geçişi Projesi ile ilgili en son çıkışı ise, 28 Kasım 2017 tarihli Hürriyet Gazetesi‘nin İnternet sayfasında yayınlanan “İzmir’de yılbaşında suya yüzde 10 zam kararı başlıklı haberlerine göre İZSU’nun 2018 mali yılı bütçesinin görüşüldüğü belediye meclisi toplantısında oldu ve kendisi aynen şunları söyledi:

Yüzülebilir Körfez Projesi’ne ayrılan bütçenin düşüklüğünün nedeni ve vazgeçilip geçilmediği yönündeki soruları yanıtlayan Kocaoğlu, Büyük Körfez Projesi’ni Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı’nın İzmir Körfez Geçişi Projesi’yle çakışması nedeniyle askıya aldıklarını açıkladı. ÇED onayı sonrası yapılacak hizmetlerle ilgili proje ihalesi süreci hazırlıklarını başlattıklarını belirten Kocaoğlu,  “Yalnız bizim projemiz Körfez Tüp Geçit projesi (İzmir Körfez Geçişi) ile çakıştı. ÇED raporunu aynı müşavirlik firması hazırladı. Görüldü ki İzmir Büyükşehir Belediyesi 1,5 milyar TL para harcayarak 13,5 km uzunluğunda, 22 metre genişlikte ve 8 metre derinlikte sirkülasyon kanalı açtığında körfez suyu sirkülasyonu yüzde 40 artacak. Ancak, ÇED raporuna göre tüp geçit yapılırsa sirkülasyondaki iyileşme oranı yüzde 10’a düşüyor. Tüp Geçit ÇED’inde tekrar bir çalışma yapılıyor. Sirkülasyonu yeniden yüzde 40’a çıkarmak için 17 milyon metreküplük deniz dibinde tarama yapılması gerektiği ortaya konuyor. Biz işimizi askıya aldık. Boşa kürek sallayacak halimiz yok. İyileştirmeye devam edeceğiz. Toplam 2 buçuk – 3 milyon metreküp çamur çıkartıp yolumuza devam edeceğiz. Ne zaman tüp geçit ihaleye çıkar, iyileştirme için 17 milyon metreküplük tarama da ihaleye çıkarsa o zaman İzmir Büyükşehir Belediyesi 13,5 km’lik sirkülasyon kanalının ihalesine çıkacaktır. Öbür türlü boşa kürek sallanmaz” 

-4 Metre Taranacak Alan 002
İzmir Körfez Geçişi Projesi kapsamında -8 m derinliğinde taranacak sirkülasyon kanalı (yeşil renkle işaretli hat) ve -4 m derinliğinde taranacak alan (turuncu renkle işaretli alan)

01.84. Sirkülasyon Kanalı İle Yapay Ada Arasında Tarama Yapılacak Alan

Öncelikle Aziz Kocaoğlu‘nun yaptığı bu üç açıklamadaki maddi hataları, İzmir Körfezi ve Limanı Rehabilitasyon Projesi ile İzmir Körfez Geçişi Projesi‘ne ait ÇED raporlarını dikkate alarak düzeltmeye, ardından da bu üç açıklama arasındaki kesin çelişkileri vurgulamaya çalışayım.

1. Projelerin ismi “Körfez Tüp Geçiş Projesi” ve “Büyük Körfez Projesi” değil; kelimesi kelimesine “İzmir Körfezi ve Limanı Rehabilitasyon Projesi” ve “İzmir Körfez Geçişi Projesi“dir.

2. ÇED raporuna göre İzmir Körfezinin kuzeyine yapılacak Akıntı İyileştirme (Sirkülasyon) Kanalının uzunluğu 13,5 km değil 13 km, genişliği 22 metre değil ilk haberde söylendiği gibi 250 metre olacaktır.

3.Burada yapacağımız 250 metre genişliğindeki sirkülasyon kanalının mutlaka ayaksız geçilmesi gerektiğini belirttik. Onlar da bu mesafeyi açtılar. 500 metreyi ayaksız geçiyorlar.” anlatımı da doğru değildir. Çünkü “İzmir Körfez Geçişi Projesi” ile ilgili ÇED raporunun 59 ve 63. sayfalarında aynen şu anlatımlar yer almaktadır:

“Köprünün arka açıklıkları ise 110 m olacaktır. Diğer kısımlarda yine 50 m’lik standart açıklıklar kullanılacaktır. Büyük açıklıklı bir köprü kullanılarak sirkülasyon kanalı içine ayak yerleştirilmeyecektir. Bu durumda kanal üzerinde seyahat edebilecek olan küçük tekneler için 270 m’lik çok geniş bir yatay gabari sağlanacaktır.”

Körfez köprüsü uzunluğu 4.175 metre olup, sirkülasyon kanalı ana açıklığı 270 m, arka açıklıkları 110 metre olacaktır. Diğer kısımlarda ise 50 m’lik standart açıklıklar kullanılacaktır. Bu durumda toplam açıklık sayısı 77, toplam ayak sayısı ise, iki adet yan yana köprü düşünüldüğünde 2 X 77 = 154 adet olacaktır. Ancak yan yana iki köprünün aksları aynı doğrultuda olduğu için köprüye karşıdan bakıldığında sadece 77 ayak görülecektir.

01.26. Boykesit4. İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu‘nun “İzmir Körfez Geçişi Projesi“nin “İzmir Körfezi ve Limanı Rehabilitasyon Projesi” ile elde edilecek % 40 oranındaki iyileşmeyi % 10 oranına indireceği ifadesi doğru değildir. Çünkü, Dokuz Eylül Üniversitesi  Deniz Bilimleri ve Teknolojisi Enstitüsü öğretim üyesi Prof. Dr. Şükrü Beşiktepe tarafından hazırlanıp “İzmir Körfez Geçişi Projesi” ÇED raporuna eklenen Kasım 2015 tarihli “İzmir Körfezi Geçişi Kapsamında Yapılacak Olan Adanın Körfez Akıntı Sistemine Olan Etkisinin Modellenmesi Final Raporu“na göre “İzmir Körfez Geçişi Projesi”, “İzmir Körfezi ve Limanı Rehabilitasyon Projesi” ile sağlanacak % 40 oranındaki iyileşmeyi tümüyle sıfırlayacaktır. 

Şimdi gelelim İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu‘nun gününe ve içinde bulunduğu koşullara göre değişen pazarlıkçı tutumuna:

İlk önce, “bu projeyi ilk ben düşünmüştüm ve yapılmasını istiyorum” demişti.

Ardından adeta meydan okur bir tarzda “fazla sorup sorgulamaya gerek yok, projeyi hemen yapın bakalım” şeklinde kışkırtıcı bir tavır göstermişti. 

Şimdi de “senin projen benimkini olumsuz etkiliyor, o nedenle önce sen yap, ardından ben yapayım” diyor. 

Aslında bütün bu söylenenlerin, birbiriyle ilişkili bütüncül bir düşünce ya da yaklaşımın ürünü olmadığı, önceden belirlenmiş temel bir stratejiye dayanmadığı ortada. Her bir tavır, farklı zamanlarda farklı ruh halleri içinde ortaya çıkan fevri çıkışlar olarak yorumlanmakta ve basit esnaf kurnazlığıyla düşünülüp ortaya atılan pazarlık çıkışları olarak algılanmaktadır.

Ancak hangi düşünceyle, nerede ve ne şekilde ifade edilirse edilsin İzmir Büyükşehir Belediyesi düzleminde yapılacak bu tür açıklamaların öncelikle doğru, güncel ve eksiksiz bilgilere dayanması, ifade edildiği koşullardaki durumu yansıtması, ardından da yanlış bile olsalar bir politika ve strateji bütünlüğünü içinde ifade edilmesi gerekmektedir.

Ayrıca uzunca bir süredir ifade etmeye çalıştığımız gibi İzmir Büyükşehir Belediyesi büyük projelerin yönetiminde yeterli düzeyde bilgi, birikim ve deneyime sahip olmadığı gibi aynı dönemde aynı mekanda yapılacak böylesi iki büyük projenin karşılıklı ilişki ve etkileşimini analiz edip planlayacak ve programlayacak bilgi ve beceriden yoksundur.

Nitekim bu yoksunluk neticesinde her iki büyük projenin ÇED raporları aynı firma tarafından hazırlanmış olsa bile, bir proje ile sağlanan faydanın diğer bir proje ile yok edilmesi sorunu bir türlü çözülememiş ve bu sorunun çözümü için tek bir akademisyenin hazırladığı bilimsel niteliği şüpheli rapor dahi yeterli görülmemiştir.

Bütün bu gelişmeler sonucunda, İzmir Büyükşehir Belediyesi 2013 yılında hazırladığı kendisine ait “İzmir Körfezi ve Limanı Rehabilitasyon Projesi” ile hararetli bir şekilde sahiplenip desteklediği 2015 tarihli “İzmir Körfez Geçişi Projesi“nin birbiri ile uyumlu olmadığını ancak 2017 yılının son aylarında fark etmiş ve “kervanın yola düzüldüğü” bir dönemde bu uyumsuzluğu bahane ederek “İzmir Körfezi ve Limanı Rehabilitasyon Projesi“nin uygulamasından -şimdilik- vazgeçmiştir. 

Resim1Öte yandan İzmir Körfezi’ndeki akıntıları % 40 oranında arttırarak su kalitesini daha da iyileştirmeyi amaçlayan ve bunu sağlayacak olan proje ile ilgili ÇED raporunun onaylanması için tam 3 yıl bekleyen İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin bu projeyi bu şekilde ertelemesi, aslında yapıldığı takdirde 880 metre uzunluğundaki beton adası ve 4 büyük, 154 küçük köprü ayağı ile İzmir Körfezi’ni bir bataklığa dönüştürecek olan “İzmir Körfez Geçişi Projesi”nin önünü açmaktan başka bir şey değildir.

Öte yandan gözden kaçırılmaması gereken diğer bir önemli ayrıntı ise, “İzmir Körfezi ve Limanı Rehabilitasyon Projesi” şayet İzmir Büyükşehir Belediyesi tarafından askıya alınmış ve bu durum en yetkili ağız tarafından kamuoyuna açıklanıp yine aynı yetkili ağız tarafından bu proje dışında iyileştirme amacıyla körfezde 2,5-3 milyon metreküplük  tarama çalışmaları yapılacağı ifade ediliyorsa bu çalışmalar için de ayrıca bir çevresel etki değerlendirme analizinin yapılması, ayrı bir ÇED raporunun düzenlenmesi ve onaylatılması gereğinin gözden uzak tutulmaması gerekmektedir.

 

 

 

“Olacağız artık. Bu şartlar altında ne yapalım? Mecbur, elimiz mahkum!”

Ali Rıza Avcan

Geçtiğimiz hafta, 13 Kasım 2017 tarihli Ege’de Son Söz isimli İnternet gazetesinin attığı başlık aynen şöyleydi:

Büyükşehir Belediye Başkanı Kocaoğlu, AK Partili Doğan’ın kentsel dönüşüm konusunda, “2019’daki yerel seçimler yaklaşıyor. Yoksa ‘projeleri bitiremezsem yeniden aday olurum mu?’ diyeceksiniz” çıkışına, “Olacağız artık. Bu şartlar altında ne yapalım? Mecbur, elimiz mahkum!” cevabını verdi.

Bildiğimiz kadarıyla Aziz Kocaoğlu, eski belediye başkanı Ahmet Piriştina‘nın ölümünden bu yana; yani 21 Haziran 2004 tarihinden bu yana İzmir Büyükşehir Belediye Başkanlığı görevini sürdürüyor. Tamı tamamına 13 yıl 5 aydır; bir kez belediye meclisinin seçimi ile, 2 kez de CHP Genel Merkezi’nin atamasıyla bu görevde…

Bu süre, Melih Gökçek‘in 5 yıllık Keçiören,  23 yıl 7 aylık Ankara Büyükşehir Belediye başkanlığı süresine henüz yaklaşmasa da oldukça uzun bir süre…

Kendisi bu sürenin ilk yıllarında hepimizin hoşuna giden demokratik bir tarzı ortaya koymuş olsa da; son yıllarda gittikçe içe kapanan ve danışmanlarıyla belediye bürokratlarına teslim ettiği anti demokratik bir yönetim şeklini tercih ediyor.

Hükümetle ilişkilerini “pazarlık” adını verdiği önerme ⇒ red ⇒ bekleme ⇒ kabul çizgisinde oldukça uyumlu bir şekilde yürütüyor. İstediği bir şey için PETKİM’e ruhsat vermek gibi önemli başka bir şeyi vermekten kaçınmıyor ve ne hikmetse gönlündeki kişiler hep başbakan oluyor.

Kendisinden üstte olanları koltuğunu onlara bırakacak şekilde ya da önlerinde abartılı bir şekilde eğilerek saygısını göstermeye çalışıyor. Bunu yaparken de, o devlet terbiyesini daha önce nerede ne şekilde almışsa bunun devlet terbiyesi olduğunu söyleyip duruyor. Oysa sergilediği şeyin arkasında, devletten korkan küçük esnaf zihniyetinin olduğunu bilmiyor ya da fark etmiyor…

Kendisi ve ekibi aleyhine açılan kumpas davalarıyla 397 yıllık cezalyla tehdit edildiğinde bizler buna öfkelenip kendisinin arkasında durmakla birlikte; geçen zaman içinde bu davaların belediye başkanını teslim alma harekatına dönüştüğünü, sırf bu davalardan kurtulabilmek için iktidarın istediği bir çok şeyi yapmaya hazır bir belediye başkanı haline geldiğini; bu çerçevede kendisinden istenen çoğu şeyi yaptığını ve sırf bu nedenle kendisi açısından oldukça sorunlu olan İzmir Körfez Geçişi Projesi gibi büyük iktidar projelerini üstlendiğini, onları sahiplenerek savunduğunu, böylelikle tüm bir İzmir halkını karşısına aldığını gördük.

Bunun samimi bir girişim olduğunu, hem iktidar ve yandaşlarına hem de kente sahip çıkmak isteyen İzmirlilere anlatmak zordu.

İktidarın manipüle ettiği ettiği kalabalıklar karşısında zor duruma düştüğünde kendisinin en fazla oyu alan belediye başkanı olarak İzmir halkını temsil ettiğini, bu nedenle kendisine saygı gösterilmesi gerektiğini iddia ediyor. Oysa temsil ettiği İzmir halkı değil, sadece ve sadece İzmir Büyükşehir Belediyesi idi.

Ayrıca 2009 seçimlerinde kent merkezinde aldığı % 57,13 oranındaki oyun 2014 seçimlerinde % 51,86’ya, çevre ilçelerde aldığı oyun ise yine aynı seçimler itibariyle % 51,74’den % 44,28’e indiğini; yani performansında genel bir iniş olduğunu unutmuş gözüküyor…

Kendisine oy veren ya da destekleyen CHP’lilerle sol kesimleri ve meslek örgütlerini ise ya disiplin sopasıyla korkutmaya ya da “istemezükçüler” olarak yaftalayıp ötekileştirmeye çalışıyor.

Oysa iktidar çevreleri, İzmir düğümünün seçimlerle değil, kenti işgal edip ikinci bir İstanbul yapmaya çalışan inşaat şirketleri eliyle çözülebileceğine, bu şirketlerin belediye ile kuracakları yüklenici, ortak ya da sponsorluk ilişkileri sayesinde belediyenin içten fethedilip dönüştürülmesi suretiyle çözülebileceğini çoktan anlamış ve bu stratejiyi uygulamaya başlamıştı.

Belediye başkanı ile bürokratlarının bu yeni dönemde en rağbet ettiği insanlar ise, İstanbul’u bitirip İzmir’e gelmiş olan inşaat baronlarıydı. Onlar, halkın temsilcisi milletvekillerini arka sıralara atmak pahasına en ön sıraya alınıyor, sponsor arayan herkes öncelikle o inşaat şirketlerinin kulelerini tavaf ediyor, Piriştina zamanından miras kalan “beyaz“, “elit“, “sanatkar” ya da “sanatsever” İzmirliler ise kültür ve sanat hizmetleriyle İzmirli’yi ikna etme konusunda bu şirketlere kusursuz hizmet vermek için çabalıyorlardı.

Artık devir, Folkart’ın, Ağaoğlu’nun, Mehmet Cengiz’in ve onlarla onların taşeronu olarak iş yapmaya meraklı İzmir sermaye çevreleriyle müteahhitlerin, özellikle İzmir Ticaret Odası Başkanı Ekrem Demirtaş’ın devriydi.

Onlar için önemli olan, belediyenin başında işlerini kolaylaştıran, gerektiğinde onları sahiplenip savunan yönetici kadronun varlığını sürgit korumasıydı.  Onlar için belediye yatırımlarının makul süresi içinde bitirilmesi çok önemli bir şey değildi. Yeter ki o işler, % 20 iş artışlarıyla birlikte daha da büyüsün ve devam etsin… Bir iş başka bir işin ortaya çıkmasını sağlasın; hatta yapılan yatırım önce yıkılıp sonra tekrar yapılsın… Onlar için önemli olan yeni para kaynaklarının yaratılması ve sittin sene o işlerin devam etmesiydi…

 

Belediye başkanının çıkıp, “işleri süresi içinde bitiremiyorum ve o nedenle de o işler bitene kadar belediye başkanı kalacağım” demesi de önemli değildi… Vaat ettiği işi süresi içinde yapamamak şeklindeki esaslı bir kusurun zaman içinde belediye başkanı olarak kalmanın gerekçesi ya da mazeretine dönüşmesi bile onları pek fazla ilgilendirmiyordu. Onlar için tek önemli olan şey iktidarla muhalefeti şahsında birleştiren, gerektiğinde yerlere kadar eğilip gerektiğinde hiddetlenip bağıran çağıran ya da timsah gözyaşlarıyla ağlayan; bu özellikleri nedeniyle “işe yarayan” birinin orada olmasıydı… Onlar için bu bile tek başına yeterliydi…

Resim1

Aslında onlar için gerekli olan finans kaynağı büyük boyutlu dış borçlarla sağlandıkça ve yağma, yıkım, yok etme faaliyetlerine izin verildikçe demokrasinin, özgürlüğün ve katılımın pek fazla bir önemi yoktu…

Onlar OHAL denilen olağan üstü halle, anti demokratik KHK’larla, kayyumlarla ve otoriter liderlerle bir arada, kah onların önünde eğilip dediklerini yaparak, kah sağa sola bağırarak, sahte timsah gözyaşları dökerek kendi tekerlerini döndürüyorlardı…

Daha ne istesinler ki?

Kültürpark Platformu Açıklaması

Değerli katılımcılar ve saygıdeğer basın mensupları,

Kültürpark’ın korunması yönündeki çabalarımızın bir parçası olarak Sayın Belediye Başkanı’nın son açıklamalarının ardından aşağıdaki hususları kamuoyu ile paylaşmanın doğru olacağını düşünerek bu basın açıklamasına karar vermiş bulunuyoruz.

Öncelikle Sayın Belediye Başkanı’nın eril ve “ben”cil dilini yadırgadığımızı belirterek başlamak istiyoruz. Son dönemde genel siyasi jargonumuzun gittikçe kahvehane üslubuna evrilmesinden toplumun önemli bir kısmı rahatsızken aynı üslubun 8500 yıllık geçmişiyle ve kültürüyle övünen kentimizin siyasetçilerince de benimsenmiş olmasını kabul etmek istemiyoruz. Sayın Belediye Başkanı’nın da bir hemşehrimiz olarak kendi üslubunu gözden geçirme nezaketini göstereceğine eminiz.

Kültürpark Platformu olarak en başından beri Kültürpark’ın korunarak yaşatılması ile birlikte geçmişte Kültürpark’a ait olan “Basmane Çukuru” denen arsanın da en üst düzeyde kamu yararı gözetilerek değerlendirilmesi gerektiğini ısrarla vurguladık.

Bilindiği gibi bu arsa 1990’lı yıllarda ne yazık ki Kültürpark’tan kopartılmış ve çok yüksek yapılaşma koşulu ile donatılarak satılmıştır. Bu dönemde arsada belediyeye, yani kamuya ait olarak kalan %12’lik pay arsanın en değerli yeri olan Basmane Meydanı’na bakan köşesinde ve kültürel-sanatsal işlev yüklenerek tanımlanmıştır.

Bugüne geldiğimizde, 2015 yılında yapılan revizyonla arsanın imar koşulları değiştirilerek Kültür-Sanat işlevi yerine Belediye Hizmet Birimi getirilmiştir.

Bununla yetinilmeyip müteahhit firma tarafından hazırlatılan ÇED raporuna göre arsanın normal inşaat hakkı olan 110.000 metrekare üzerinden Belediye’ye 30.000 metrekare pay ayrılırken projeler incelendiğinde aslında firmanın hukuka aykırı olarak 220.000 metrekareyi aşan bir inşaat yapmayı planladığı ve yapının kent suçu olma niteliği bir yana, belediyenin bilerek ya da bilmeyerek büyük zarara uğratıldığı görülmektedir.

Bugün arsadaki kamu payını % 12’den % 30’a çıkarmakla övünen Sayın Belediye Başkanı’ndan net olarak şu konulardaki tereddütlerimizi gidermesini bekliyoruz:

1- Arsa satılırken arsanın en değerli yerinden ayrılan kamu payının şu an arsanın neresinden ayrıldığı belli midir?

2- Arsa satılırken kongre merkezi – kültür – sanat işlevli olarak ayrılan belediye payı hangi gerekçelerle Belediye Hizmet Binası olarak değiştirilmiştir?

3- İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin hizmet birimleri için kentte bir holdingin inşa ettiği kent suçu niteliğindeki bir yüksek yapının içinden daha uygun bir yer yok mudur?

Bu soruları Sayın Belediye Başkanımız doğaçlama ve başta eleştirdiğimiz üslubu ile değil konuyla ilgili belediye uzmanlarının hazırladığı nicel bilgilerle oluşturulmuş raporlarla yanıtlarsa memnun olacağımızı belirtmek isteriz.

Ayrıca Kamunun malı demek olan Belediye’nin hissesi üzerinde yapılacak anlaşmalar bakkal hesabı gibi değil, imar durumu belgesi ve projeler üzerinde belirtilerek açık ve şeffaf olarak kentliye açıklanmalı, her kentli, kentin hakkının korunup korunmadığını izleyebilmelidir. Çağdaş ve sosyal demokrat belediyeciliğin esnaflıktan farkları olduğunu düşünüyoruz.

Bu vesile ile tekrar vurgulamak isteriz ki Basmane Çukuru denen arsa aslında Kültürpark’tan kopartılmış, halkın elinden alınmış bir alandır. Daha önceki açıklamalarımızda belirttiğimiz gibi bu alanda trafik ve silüet başta olmak üzere kentsel altyapı ve mekansal niteliği son derece olumsuz etkileyecek, kent suçu olarak kabul ettiğimiz yüksek yapılaşmaya sonuna kadar karşı olduğumuz gibi böyle bir yapının içerisinde bir belediye hizmet birimi düşünülmesini bu kentin tarihine, kimliğine ve taşıdığı her türlü sosyal, kültürel ve demokratik özelliklere hakaret olarak değerlendiriyoruz ve kabul etmiyoruz

95569

Son olarak, Sayın Belediye Başkanı’nın Kültürpark hakkında, kentin önemli bir çoğunluğu tarafından benimsenmeyen, yeşil alanda yapılaşma getiren, sorunları aşikar olan, bakanlık tarafından da mevzuata uygun olmadığı tescillenen kadük bir projede ısrar ettiğini üzülerek izlemekteyiz. Bizce bugün Belediye’ye düşen, geçtiğimiz süreçte bilgi, belge, düşünce üreten her aktörle buluşup bu alanın korunarak yaşatılması için diyalog ve işbirliği içerisinde yeni bir yol haritası çizmektir. Eğer böyle bir yola girilirse Kültürpark Platformu olarak çalışmalara her türlü katkıyı sunmaya hazır olduğumuzu belirtir,

Kamuoyuna saygıyla duyururuz.

Kültürpark Platformu

Temsil edildiği söylenen halk, sadece tören konuşmalarında mı hatırlanır?

Ali Rıza Avcan

İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu, hatırlarsanız geçtiğimiz günlerde Selçuk İZBAN hattının açılışı nedeniyle düzenlenen törende karşısındaki kitlenin slogan atarak kendisini konuşturmaması üzerine, “Bu projenin anası da babası da İzmir Büyükşehir Belediyesi’dir. Ayıptır, ayıptır, bu yaptığınız kırkı geçti. Ben sizlerin oylarıyla, yüzde 56 oy almış belediye başkanınızım. Adam gibi durmaya çağırıyorum” diyerek kendisine yapılan saygısızlığa itiraz etmiş ve konuşma yaptığı kürsüyü terk etmişti.

Kendisine yapılan saygısızlık nedeniyle itiraz etmesi son derece uygun ve yerinde bir karar olmakla birlikte, bu konuşma sırasında % 56 oranında oy almış olması nedeniyle İzmir halkını temsil ettiğini ifade etmesi de bizim dikkatimizi çeken başka bir gerçekti.

Oysa Aziz Kocaoğlu hiddetli konuşması içinde ifade ettiği % 56 oranındaki oyu 2014 tarihli son seçimlerde değil, ondan bir önceki 2009 tarihli yerel seçimlerde almış, 2014 tarihli son seçimde ise bu oranın 6-7 puan altındaki % 49,60 oranına ulaşabilmişti. 

Biz bu durumu tarihi eski de olsa aldığı en fazla oy oranını hatırlayıp kendi önemini vurgulama çabası olarak kabul etsek de; üzerinde asıl durmak istediğimiz İzmir halkını gerçekten temsil edip etmediği konusuna gelmek istiyoruz. Tabii ki 2014 seçimlerinde % 49,60 oranında oy almış bir belediye başkanı olarak…

İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu hangi oranda oy almış olursa olsun gerçekten İzmir halkının temsilcisi midir?

Bu soruyu soruyoruz; çünkü Aziz Kocaoğlu’nun İzmir halkını temsil ettiğini ilk kez söylemediğini biliyoruz.

Hatırlarsanız, aynı iddiayı bundan iki sene önce; yani 9 Mayıs 2015 tarihinde Tayyip Erdoğan‘ın Cumhurbaşkanı olarak İzmir’e ilk gelişi nedeniyle Atatürk Stadı’nda düzenlenen toplu açılış töreninde, “Sayın Cumhurbaşkanımız seçildikten sonra ilk defa kentimizi ziyaret ediyor. Sayın Cumhurbaşkanım hoşgeldiniz, şeref verdiniz. Kentimize yaptığınız bu ilk ziyarette şahsım adına 4 milyon İzmirli hemşehrilerim adına onur verdiniz diyorum” şeklinde bir anlatımı tercih etmiş ve bu nedenle de oldukça fazla eleştirilmişti.

http://www.sozcu.com.tr/2015/gundem/kocaoglunu-once-yuhladilar-sonra-alkisladilar-827903/

Tabii ki bu soruyu sorarken Aziz Kocaoğlu‘nun, yürürlükteki Anayasa hükümlerine göre bizlerin gerçek temsilcisi milletvekillerinin yanında ya da onların dışında bir temsil yetkisinin bulunmadığını, 5216 sayılı Büyükşehir Belediyesi Kanunu’nun 17, 18 ve 19. maddeleriyle kendisine böyle bir temsil yetkisinin verilmediğini; aksine “Büyükşehir belediye başkanı” başlığını taşıyan 17. maddenin ilk hükmünün “Büyükşehir belediye başkanı, büyükşehir belediye idaresinin başı ve tüzel kişiliğinin temsilcisidir” şeklinde düzenlendiğini, bu düzenlemeye halkın temsilciliği görevinin dahil edilmediğini hatırlamak gerekiyor.

Öte yandan kendisinin halkın siyasi bir temsilcisi olup olmadığını tartışmaya kalktığımızda, Aziz Kocaoğlu‘nun ya da başka bir aday adayının İzmir Büyükşehir Belediyesi başkan adayı olmasına karar verenin, temsili demokrasi anlayışıyla siyasi parti yapı ve işleyişinin anti-demokratik özellikleri nedeniyle İzmir halkı değil; Cumhuriyet Halk Partisi üst yönetimi, daha doğrusu genel başkanı olduğunu da hatırlamamız gerekiyor.

İzmir Büyükşehir Belediye Başkanının İzmir halkının temsilcisi olması bu şekilde hem yasal hem de siyasi yönden mümkün olmadığına; ama kendisini o göreve İzmir halkının en fazla oyunu almış aday sıfatıyla layık gördüğümüze göre; kendisini, en azından 5216 sayılı Büyükşehir Belediye Kanunu’nun belirlediği sınırlar içinde bir kamu görevlisi olarak o kentte yaşayan ya da çalışan halktan sorumlu saymamız mümkün olabilir. Ama tabii ki, “İzmir halkının temsilcisi” olarak bizim adımıza konuşma hakkını verdiğimiz, o hak çerçevesinde başkalarına saygı sunma anlamında değil…

Aziz Kocaoğlu 02

İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu, kendisini izleyen birçok arkadaşımın da ifade edeceği gibi belediye içindeki farklı grupların birbiri ile didiştiği başkanlığının ilk dönemindeki acemiliği ve heyecanı atıp halktan uzaklaştığı ikinci döneminde sermaye ve rant çevreleriyle geliştirdiği resmi ve özel ilişkiler nedeniyle farklı bir siyasi profil taşımaya başladı ve bu durum her geçen gün netleşip keskinleşiyor. 

Bu durumun kanıtları, 2014 seçimlerinde 6-7 puan düzeyindeki düşüş dışında onu izleyen genel seçim ve Anayasa Referandumu sonuçlarında da görülebiliyor. İşte o nedenle bundan böyle kamuoyu araştırmalarına daha fazla önem verip yakın çevresindekileri bu işlerle görevlendirmiş durumda. Yaptırdığı araştırmalar dışında yoğun bir medya desteğine başvurması ise bu durumun diğer bir kanıtı.

Kendisinin birinci dönemi ile ikinci dönemi arasındaki politika farkında işi öğrenip yönetmeye başlaması dışında; tabii ki, başına gelen dava süreci ile teslim alınmış olmasının da etkisi var. Şu an iktidarla partisi arasında bir yerde durarak, elde edeceği daha büyük ödüller karşılığında kent adına ciddi tavizler vererek bir denge politikası yürütmeye çalışıyor. İktidarın yandaşı olan inşaat şirketleri ve onların patronlarıyla aynı karede gözükmeyi tercih ediyor. Sermaye çevreleriyle şirketler kurarak, kurulmuş olanlara sermaye desteği yaparak, belediye hizmetlerini her geçen gün daha fazla özelleştirerek, mutenalaştırma/soylulaştırma amaçlı kentsel dönüşüm projelerinin altında imza atarak, yasa dışı imar uygulamalarına ve yapılaşmalara göz yumarak; hatta Çeşme örneğinde görüldüğü gibi arka çıkarak, “İzmir Körfez Geçişi Projesi” gibi iktidar projelerini sahiplenerek; hatta bir adım öne çıkarak “bu proje aslında benimdi” diyerek, eski başkan Ahmet Piriştina‘ya ait İZBAN projesine onun adını anmadan sahip çıkarak….

Bu ilginç gelişme, dönüşme ve değişmeyi yüzlerce örnekle devam ettirmek tabii ki mümkün…. O nedenle göreve İzmir Büyükşehir Belediye Meclisi’nin bir kararı ile gelen, daha sonra bunu temsili demokrasinin cilveleriyle 2009 ve 2014 seçimlerinde yenileyen Aziz Kocaoğlu, haliyle bizim onu ilk tanıdığımız ve zaman zaman birlikte çalıştığımız ilk Aziz Kocaoğlu değil tabii ki…

1409316449

Ama kendisi son iki seçimi, oy kaybı ile birlikte kazanırken, sermaye çevreleriyle ilişki kurarken, meslek odalarıyla ilişkisini bozup onların yerine iş ve sermaye çevrelerinin dernek ve vakıflarını koyarken bir yandan da;

* Bu kent Dünya çapında bir sığınmacı transfer istasyonu olarak tanınıp kentin cadde, sokak ve meydanlarında sığınmacılar yatıp kalkmaya devam ediyor, İzmir’le Yunan adaları arasındaki denizlerde birçok sığınmacı ölüyor, kayboluyor ya da yakalanıyor,

* Olağanüstü Hal’in ürünü Kanun Hükmünde Kararnamelerle Barış Savunucusu binlerce öğretmen, akademisyen ve çalışan işlerinden oluyor ve bunların İzmir’deki sayıları 31 Ağustos 2017 tarihinde yayınlanan İnsan Hakları Ortak Platformu‘nun (İHOP) Olağanüstü Hal Tedbir ve Düzenlemeleri Raporu‘na göre öğretmenler için 1.050‘yi, akademisyenler için 137‘yi buluyor,

* Üstüne üstlük bu anti-demokratik uygulamalara İzmir Büyükşehir Belediyesi’nde çalışan ve çoğu sendikacı olan işçiler, emekçiler, sendikacılar de dahil olup İnsan Hakları Ortak Platformu‘nun (İHOP) aynı raporuna göre İzmir’deki belediyelerden şimdiye kadar toplam 61 kişi ihraç ediliyor,

* Ayrıca, İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin sermayesinin % 30’una sahip olduğu TARKEM Tarihi Kemeraltı İnşaat Yatırım ve Ticaret Anonim Şirketi sadece % 0,86 oranında hisseye sahip olan bir ortak nedeniyle kayyuma devrediliyor,

* Bu kentte yaşayan ya da çalışan yüzlerce insan haksız yere gözaltına alınıyor, tutuklanıyor, hapse atılıyor ve en değerli yıllarını hapiste geçiriyor,

* İktidar içi hesap ve oyunlar nedeniyle bu kentteki önemli üniversitelerin rektörleri sık sık görevlerinden alınıyor, atanıyor ve tekrar alınıyor,

* Yapılan Anayasa Referandumu sonuçlarına itiraz edip “Hayır” demeye devam eden İzmirliler gözaltına alınıyor ya da tutuklanıyor,

* İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin Doğu’da ve Güneydoğu’daki kardeş belediyeleri anti-demokratik uygulamalarla teker teker kayyuma terk ediliyor,

* İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin İzmir-Deniz, Konak ve Karşıyaka Tramvayı gibi israf, rant ve çıkar kokan birçok büyük projesine geniş halk kesimleri karşı çıkıyor,

* AKP iktidarı bugüne kadar seçimlerle yapamadığını yapıp İzmir’e kendi damgasını vurmak amacıyla AKP amblemini çağrıştıran ampul şeklindeki adasıyla birlikte “İzmir Körfez Geçişi Projesi”ni İzmir Körfezi’ne yerleştirmeye çalışıyor; bu çerçevede Gediz Nehri Sulak Alanı, İzmir Kuş Cenneti, İnciraltı gibi birçok kültürel ve doğal değer; her şeyden önce İzmir’i ve İzmir Körfezi’ni mahvetmeye çalışıyor…

Bütün bunlar olurken, değerli akademisyen, işçi ve emekçi arkadaşlarımız işten atılırken, kentimiz iktidarın siyasi emelleri doğrultusunda kötü yönetilirken % 56 oy aldığını, o nedenle hepimizi temsil ettiğini söyleyen belediye başkanımız bizler adına, bu olaylardan zarar görenler adına bir şeyler söylemediği gibi o kötülüklere neden olan iktidar sahiplerinin önünde “aldığı devlet terbiyesi“ni gerekçe göstererek ceketinin önünü ilikleyip eğiliyor ya da çalışma masasını terk ediyor.

izm-buyuksehir-isbirakma

Şimdi saydığımız ve sayamadığımız bunca olay sonrasında sormazlar mı, İzmir halkını temsil ettiğini söyleyen o belediye başkanına? İnsanımızın, yurttaşımızın, hemşehrimizin kötü gününde, dar zamanında “kentin emini” olarak -başkan danışmanı İbrahim Yazıcı dışında-  niye yanında değildin, niye onu savunmadın, niye onlar adına bir şeyler söylemedin, niye onlara sahip çıkmadın? Bu durumu halen ısrarla niye devam ettiriyorsun?

Yoksa o insanlar, o İzmirliler sizin temsil ettiğiniz İzmir halkından değiller mi?