“Bu sorundaki payım nedir?” diyebilmek ve gereğini yapmak…

Ali Rıza Avcan

14-28 Mayıs 2023 tarihleri arasında yapılan milletvekili genel seçimi ile cumhurbaşkanlığı seçimleri sonrasında yeni bir dönemle karşı karşıyayız…

Çünkü yapılan her iki seçim sonucunda, kitleleri büyük ölçüde umutlandırıp hayal kırıklığına uğratan “geççek” ya da “geliyor gelmekte olan” politikaları açık ve net bir şekilde iflas etti…

Böylelikle ülkeyi ya da bir kenti yönetmenin sadece umut etmekle, umudu körüklemekle ve amiyane bir deyimle duygulara hitap edip “gaza getirmekle” olmayacağını bir kez daha anladık, bir kez daha gördük…

Ülkeyi ya da kenti yönetmeye aday olup bunda başarısız olmanın getirdiği ağır yüklerin altında, bu başarısızlığın, gelecek beş yıllık süre içinde ne kadar insanın ölüp öldürülmesine, yaralanıp sakat kalmasına, göç edip başka diyarlara gitmesine ve kişisel ya da aileler olarak büyük zararlarla karşı karşıya kalmasına neden olduğunu unuttuk…

Kısacası masum bir umut filizini, bu tür şişirme sloganlarla, saptırılmış anketlerle ve ayakları yere basmayan popülist politikalarla kırdık attık…

Sonuç, hem yaşadığımız ülke ve kent itibariyle büyük bir başarısızlık…

Bu büyük başarısızlığa bir takım mazeretler bulup hafifletmeye çalışmak da, nafile bir çaba…

Yüksek Seçim Kurulu’nun resmi verilerini kullanarak hazırladığım aşağıdaki tablo ve grafik, bu başarısızlığın 2015-2023 döneminde İzmir’de yarattığı zayiatı net bir şekilde ortaya koyuyor.

İzmir’de son üç milletvekilliği seçimine katılan siyasi partilerin aldıkları oy miktarı ile yüzdesini gösteren tablo ile bu verilerin yıllar içindeki seyrini gösteren grafikte de göreceğiniz gibi;

1. İzmir’deki 2015 milletvekili genel seçimlerine 16, 2018 seçimlerine 8, 2023 tarihli son seçime ise 24 siyasi parti katılmıştır.

2. 14 Mayıs 2023 tarihli son milletvekilliği genel seçimindeki onca çabaya karşın oy kullanma oranı 2015 seçimlerinde % 88,06 iken 2018 seçimlerinde % 89,13’e, 2023 seçimlerinde de % 1,14 artışla ancak % 90,27 oranına yükselmiştir.

3. Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) ile Cumhuriyet Halk Partisi’nin (CHP) ve Milliyetçi Hareket Partisi’nin (MHP) oyları birbirini izleyen 3 ayrı seçim itibariyle devamlı düşmektedir.

4. İyi Parti (İYİP), 2018’de % 11,09 olan oy oranını 2023’de % 11,65 ile korumuştur.

5. 2015’de % 8,64, 2018’de % 11,31 oranında oy alan Halkların Demokratik Partisi (HDP), Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi (YSGP) olarak girdiği 2023 seçimlerinde ancak % 7,5 oranında oy alabilmiştir. Bu düşüşte sadece İzmir 2. Bölge’de seçime girip aldığı % 2,37 oy oranı ile milletvekili çıkaramayan Türkiye İşçi Partisi’nin (TİP) etkili olduğu söylenebilir.

6. 2023 seçimleri itibariyle ilgi çekici diğer bir sonucu ise 2015 seçimlerinde 15.787 seçmenle % 0,58 oy alan Doğu Perinçek’in Vatan Partisi’nin (VP) 2018 seçimlerinde % 0,31, 2023 seçimlerinde de toplam 3.437 kişi ile % 0,12 oranında oy alırken 2015 ve 2018 seçimlerine katılmayan Zafer Partisi’nin (ZP) İzmir’de % 2,37 oranında; yani 72.112 adet oy almış olmasıdır.

7. İzmir’deki Adalet ve Kalkınma Partisi’nin (AKP) oyları 2015 yılında % 31,02 oranında iken, bu oran 2018 seçimlerinde % 27,98’e, 2023 seçimlerinde % 24,59 düzeyine düşmüş olmakla birlikte, İzmir’i “kale” edinen Cumhuriyet Halk Partisi’nin (CHP) durumu daha vahim bir durumdadır. Çünkü yaşanan büyük ekonomik sorunlar, yoksulluk ve deprem felaketi gibi avantajları iktidarı yıpratmak için değerlendiremeyen Cumhuriyet Halk Partisi’nin (CHP) İzmirliden aldığı oyların oranı 2015 seçimlerinde % 46,74 iken bu oran 2018 seçimlerinde % 42,04’e, büyük avantajlara sahip olduğu 2023 seçimlerinde ise % 41,49’a düşmüştür.

Bu durum üzerinde durulup uzun uzun düşünülmesi gereken bir sorundur. Hem parti yöneticileri hem de Cumhuriyet Halk Partisi’ne (CHP) umut bağlayıp oy veren seçmenler açısından…

Muhakkak ki bu durumun birçok nedeni vardır…

Bu anlamda ilk olarak Cumhuriyet Halk Partisi’nin (CHP) zaman içinde değişen politika, strateji ve taktikleri, ideolojik yoksunluk, herkesi kucaklama merakından kaynaklanan popülist politikalar, üst yönetimin kötü kalitesi, diğer partilerle yapılan ittifaklar, yanlış aday tercihleri, il ve ilçe yönetimlerinin başarısızlığı, iktidarın baskısı ve kural dışı davranışları gibi nedenleri sayabiliriz…

Ama bence, bu sonucu belirleyen nedenlerin en önemlilerinden biri de, Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) politikalarını başarıyla uyguladığı söylenen büyükşehir belediyesi ile ilçe belediyelerinin yaptıklarından ya da yapmadıklarından oluşan hizmetlerin durumudur…

O nedenle, bir belediyenin üretip halka sunduğu başarılı hizmetlerin, belediye başkanlarının adaylarla birlikte dolaşmasından ya da adayları desteklemek için mesajlar atmasından daha etkileyici, daha belirleyici olduğunu; hatta çoğu seçmenin, kendince başarısız bulduğu belediye başkanını milletvekili adayının yanında görmesi nedeniyle o adayı desteklemekten vazgeçebileceğini, başarısız belediye başkanlarının adaylara zarar verebileceğini bile söyleyebilirim…

Önce özeleştiri….

O halde, CHP’nin kalesi olarak adlandırılan İzmir özelindeki bu olumsuz durumun ortaya çıkmasında, Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) oylarının iktidarın tüm olumsuzluklarına rağmen yıllar içinde devamlı olarak azalmasında kimlerin, hangi kurumların ve hangi politikaların payı var ve bu payın telafisi için bundan böyle ne yapmak gerekiyor?

Parti ve belediye yöneticilerinin öncelikle bu soruları kendilerine sorup ama ya da fakat demeden özeleştiri yapmaları gerekiyor.

Yeniden belediyecilik…

Tabii ki, bu özeleştiri sonrasında halkın belediye hizmetlerinden daha fazla memnun olması için gerçek bir belediye olmayı yeniden hatırlamaları, belediyelerin asıl ve öncelikli görevlerine odaklanmaları gerekiyor… Tabii ki konser verecek sanatçıları birbirleriyle yarıştırmadan ve belediyelerin zorunlu olmayan hizmetlerine büyük bütçeler ayırmadan…

Son bir öneri olarak da;

Yapılması gereken önemli işlerden biri de, seçim öncesinde yaptığı anketlerle ülke düzeyinde büyük manipülasyonlar yapıp cumhurbaşkanı adayı Kemal Kılıçdaroğlu‘nu açık ara farkla önde gösteren; böylelikle Cumhuriyet Halk Partisi’ne (CHP) zarar veren “büyük araştırmacı” başkan danışmanı Bekir Ağırdır‘ın görevden alınıp, ona ve şirketi Konda‘ya bundan böyle belediye ya da Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) ile ilgili anketlerin yaptırılmaması gerekiyor.

Hangi işler için, hangi yüzle yeniden oy isteniyor?

Ali Rıza Avcan

Yaklaşan İzmir Kent Konseyi seçimleri nedeniyle yazdığım ilk yazının üzerinden üç gün geçti. Bu süre içinde genel kurula katılımı, getirecekleri belgelere bağlı Buca Kent Konseyi ile 85 adet derneğe ait başvuru süresi bitti ve bu sürenin bitimi sonrasında daha doğrusu genel kurula kimlerin katılıp kimlerin katılmayacağını bizzat belirleme işinin bitiminde halen İzmir Kent Konseyi Başkanlığı görevini sürdüren Seniye Nazik Işık ile bir zamanlar avukat Ayten (Tekeli) Ünal ve CHP eski Konya Senatörü Erdoğan Bakkalbaşı ile birlikte tüzüğünü birlikte hazırladığımız Karşıyaka Kent Meclisi ile Konak Belediye Başkanı Hakan Tartan zamanında Konak Kent Konseyi‘nin başkanlığını yapan Doç. Dr. Metin Erten 2. ve 3. aday olarak adaylıklarını açıkladılar.

Bense öncelikle katılımı reddedilen 47 dernek ile 1 kooperatifin analizini yaparak, olası bir hukuki itiraz için gerekli olabilecek İzmir Valiliği İl Sivil Toplumla İlişkiler Müdürlüğü sicil bilgilerini, yöneticilerini, faaliyette bulundukları adres ve iletişim bilgilerini derleyerek bunların arasında yer alan İnciraltı Gelişim Derneği başkanı avukat Tayfun Karabulut ile yazışma fırsatını yakaladım. Sayın Karabulut bana verdiği cevapta aynen şunları söyledi:

… Gerçekten öğrendiğimde çok şaşırdım dün de telefonla Kent Konseyi‘ni aradım, konuyla ilgili itirazı da e-mail yoluyla ilettim. süreci Pazartesi de takip edip ona göre bir tavır almayı düşünüyorum. Ayrıca bu durumu tarafımıza bildirimle de duyurmadılar, 3.kişiler tarafından öğrendim. Bunu söylediğimde de bir hata olmuş olabilir dendi. İzmir’i bilen kişi veya kurum bunu yapmaz diye düşünüyorum. Gerçekten pes.

Evet, İnciraltı Gelişim Derneği Başkanı avukat Tayfun Karabulut‘un da dediği gibi İzmir’i bilen kişi ya da kurumların bunu yapmaz diyoruz; ama bu yetkiyi ellerinde bulunduranların gözlerini öyle bir hırs bürüyor ki, bizim yapamazlar dediğimiz birçok hukuksuz, akıl almaz işlemi yapıyorlar, yapabiliyorlar….

Avukat Tayfun Karabulut‘un da dediği gibi, hazırlanan hazirun listesine itiraz ve bilgilendirmelerle ilgili süre geçtiğimiz hafta sonunda bittiği için kesinleşmiş listesinin, İzmir Kent Konseyi Çalışma Usul ve Esasları Hakkındaki Yönerge‘nin 9. maddesinin 1/e fıkrası hükmüne göre genel kuruldan en geç 3 gün önce; yani 9 Şubat 2022 tarihine kadar değişik yöntemlerle katılımcılara ve kamuoyuna duyurulması gerekiyor.

Hazirun listesinin kesinleşmesi sonrasında ayrı bir değerlendirme yapmak üzere; şimdi Seniye Nazik Işık başkanlığındaki İzmir Kent Konseyi‘nin 9 Şubat 2020-12 Şubat 2022 döneminde neler yaptığını ya da yapmadığını tek tek gözden geçirerek bu ekibin performansını değerlendirmek istiyorum.

Ama ondan önce bütün bu çalışmaları yapan ya da yapmayan ekibi tek tek hatırlayarak tarihe not düşmek gerekir diye düşünüyorum:

Seniye Nazik Işık, İzmir Kent Konseyi Başkanı

Yusuf Can Gökmen, İzmir Kent Konseyi Genel Sekreteri (Ayrıldı)

Ç. Emre Saygılı, İzmir Kent Konseyi Genel Sekreteri

Yürütme Kurulu: Seçilen Asil Üyeler: 1) Fikret Ekici, 2) Fatih Sürenkök, 3) Hüseyin Han, 4) Evrim Bal Başaran, 5) Harun Düşenkalkan, 6) Taylan Özgür Üstün, 7) Özge İyiiş, 8) Hüseyin Kuzu, 9) Mahmut Açıkkar, 10) Niyazi Soytürk,

Seçilen Yedek Üyeler: 1) Mustafa Yıldız, 2) Metin Çınar, 3) Emine Gümüş, 4) Lütfiye Kader, 5) Ali Cem Kaya, 6) Mine Pakkaner, 7) E. Olcay Işın, 8) Hatice Güleç, 9) Fatma Aytül Çağlar, 10) Habip Akşahin,

Aslı Umucu, Kadın Meclisi Başkanı

Abdülsamet Baskak, Engelli Meclisi Başkanı

Emir Duran, Gençlik Meclisi Başkanı

Kuzey Tunay, Çocuk Meclisi Başkanı

Gelelim şimdi bu ekibin 9 Şubat 2020-12 Şubat 2022 döneminde neler yapıp neleri yapmadıkları ya da yapamadıkları konusuna;

“Yürütme kurulunu kafama göre kurar, bazı üyelerini seçtirmeden atamayla belirlerim”

📌 İzmir Kent Konseyi‘nin 9 Şubat 2020 tarihli genel kurulunda üniversite ve baro/noter temsilcilerinden hiç kimse katılmamış ve bu nedenle bu iki grubun kendi içinde herhangi bir seçim yapılmamış olmasına, bu husus Divan Başkanı Engin Önen ile Divan Yazmanları Nuriye Çelik ile İlyas Aydınalp tarafından düzenlenen genel kurul tutanağında “İzmir Valiliği, Üniversiteler ve Baro/Noter temsilcileri oy kullanmamıştır” şeklinde ifade edilmiş olmasına; ayrıca, İzmir Kent Konseyi Yürütme Kurulu‘na belediye temsilcisi unvanıyla herhangi bir görevlinin katılması mümkün olmamasına rağmen; Belediyeyi temsilen Genel Sekreter Yardımcısı Ertuğrul Tugay‘ın, üniversiteleri temsilen Bakırçay Üniversitesi öğretim Üyesi Prof. Dr. Arıkan Tarık Saygılı‘nın ve asıl işin garibi, bu yapılan hukuksuzluğa açıkça karşı çıkıp doğrusunu söylemesi gereken İzmir Barosu‘nu temsilen avukat Perihan Çağrışım Kayadelen‘in 9 Şubat 2020-12 Şubat 2022 döneminde yürütme kurulu üyesi olarak görev yapıp tüm kararlara imza attıkları belirlenmiştir. Bu üç şahsın isminin ve resimlerinin İzmir Kent Konseyi‘ne ait İnternet sayfasının yürütme kurulu ile ilgili bölümünde yer alması, bunun en somut kanıtıdır.

Böylelikle ilk kez yürütme kurulu üyelerinden 3’ünün, İzmir Kent Konseyi katılımcılarının seçimi ile değil; belediye başkanının ya da birilerinin atamasıyla görevlendirildiği anti demokratik bir kent konseyi yapısı ile karşılaşmış oluyoruz…

“İşlerimi plansız programsız yaparım…

📌 İzmir Kent Konseyi‘nin 9 Şubat 2020-12 Şubat 2022 tarihleri arasındaki faaliyetleri, İzmir Kent Konseyi Çalışma Usul ve Esasları Hakkındaki Yönerge‘nin 10. maddesinin 2/b fıkrası hükmüne aykırı olarak, İzmir Kent Konseyi‘ne ait herhangi bir stratejik plan ve eylem planı hazırlanıp kamuoyuna duyurulmadan günübirlik yürütülmüştür.

Benim, katılımcılarıma ve İzmir halkına hesap vermek gibi bir niyetim yoktur…

📌Engelli, Çocuk, Kadın ve Gençlik meclisleriyle çalıştığı söylenen kağıt üstündeki 15 ayrı çalışma grubunun 9 Şubat 2020-12 Şubat 2022 tarihleri arasındaki iki yıllık süre içinde yaptıklarıyla bunun sonucunda hedeflerine ulaşıp ulaşmadıklarını gösteren faaliyet raporları hazırlanmamış ve bu raporların İzmir halkını bilgilendirmek amacıyla kamuoyu ile paylaşılması suretiyle İzmir Kent Konseyi‘nin hem katılımcılarına, hem de İzmir halkına hesap vermesi sağlanmamıştır.

“Genel Kurul kararlarını kafama uyarsa yerine getirir, uymazsa getirmem…

📌16. Genel Kurul’ca karar verilmiş olmasına rağmen, çevre meclisi bugüne kadar kurulmamıştır. Bu durum, İzmir Kent Konseyi başkanı ve yürütme kurulunun, kendilerini seçip görevlendiren İzmir Kent Konseyi Genel Kurulunun kararlarına ne ölçüde saygı duyduğunu ve kendilerine verilen görevi ne ölçüde sahiplendiğini çok iyi göstermektedir.

Eh yani, bir koltuk daha olsaydı; onu da kabul ederdim…

📌 İzmir Kent Konseyi Başkanı Senihe Nazik Işık, İzmir Kent Konseyi Başkanı olarak seçildiği 9 Şubat 2020 tarihinden Karabağlar Kent Konseyi Başkanlığını bıraktığı 22 Haziran 2021 tarihine kadar; yani tam 1 yıl 4 ay 13 gün süreyle hem Karabağlar, hem de İzmir Kent Konseyi Başkanlığı görevini yürütmüş Türkiye’deki tek kent konseyi başkanıdır. İzmir, bu konuda da bir “ilk olma” önceliğini kazanmış, iktidardaki ya da muhalefetteki aklı başında hiç kimse de çıkıp kendisine “bu kadarı da olmaz” dememiş, onun kafasındaki sürenin dolmasını beklemiştir. Oysa kendisi bu durumu, seçim öncesinde aynı durumun diğer aday Konak Kent Konseyi Başkanı Hamit Mumcu için gündeme gelmesi nedeniyle “seçilenin iki konseyi birden yürütmesi hukuken olmasa da uygulama açısından eşit mesafe ilkesine aykırılık oluşturabilir.” şeklinde ifade etmiş olmakla birlikte; seçim sonrasında iki ayrı koltuğa sahip olmak, anlaşıldığı kadarıyla kendisine güzel geldiği gibi benim ileri sürdüğüm ahlaki kurallara, kendisinin ifade ettiği “eşit mesafe ilkesine” aykırı gelmemiştir.

Hak, Hukuk, Adalet anlayışına uygun bir kent konseyi: Başka bir bahara…

📌 İçişleri Bakanlığı’nca çıkarılmış Kent Konseyi Yönetmeliği ile örnek mahkeme kararlarına aykırı olan İzmir Kent Konseyi Çalışma Usul ve Esasları Hakkındaki Yönergesi‘yi değiştirmek için herhangi bir girişimde bulunulmamıştır.

Hangi sorun, hangi ihtiyaç?

📌 Görev süresi içinde konseyin görev alanına giren hiçbir önemli proje yürütülmemiş, kentin tümünü ilgilendiren Kültürpark, Çeşme Turizm Projesi, İnciraltı, Vestel Gökdeleni, Gaziemir’deki radyasyon yüklü atıklar, sonuçlanmayan kentsel dönüşüm projeleri, RES’ler gibi kentin gündemini oluşturan ciddi konulara ya hiç girilmemiş ya da bu konular yarım ağızla geçiştirilmiş, bunun yerine konseyin görev alanına girmeyen işlerle uğraşılmış, İzmir Kent Konseyi Başkanı‘na bir lütufmuş gibi sunulan belediye meclisi ile İzmir Ekonomik Kalkınma ve Koordinasyon Kurulu‘ndaki koltuklar daimi olarak doldurulmamış, bu dönem içinde tek bir genel kurul önerisi İzmir Büyükşehir Belediyesi‘ne sunulmamıştır.

Kurumsal tercih ve politikalar yerine kişisel tercihler ve sonuçsuz çalışmalar…

📌 İzmir Kent Konseyi, konsey başkanının kadın hakları konusundaki geçmiş kariyeri, bu konuda duyduğu ilgi ve heyecan nedeniyle adeta bir kadın hakları örgütü gibi çalışmış; toplumun diğer grup, kesim ve sınıflarını, örneğin işçi, emekçileri, yoksul ve dar gelirlileri, emeklileri ve yaşlıları, çalışan kesimleri, sendikaları, çalışan çocukları ilgilendiren konularda, kadın mücadelesine verilen önem ve ağırlık vermemiş, ağırlık verdiği konularda da sonuç alıcı çalışmalar yapılmamıştır.

Örneğin, ağırlıklı olarak çalışılan kadın hakları alanında, yaptığımız çalışmalar sonucunda İzmir Büyükşehir Belediyesi ile bağlı kuruluşlarında çalışan kadınların oranı uzun yıllardır % 16 ve onun altında kalıp bu oranın arttırılması için herhangi bir çalışma yapılmadığı halde kent konseyinin hemen dibindeki bu sorunun çözümü için bir mücadele verilmemiş, bol bol çalıştay, panel ve kurs gibi toplantılar düzenleyen kent konseyi bu konuda bile somut bir sonuca ulaşamayıp başarısız olmuştur. Son günlerde vatandaşın canını yakan pahalılık, yüksek elektrik, doğalgaz, içme suyu faturaları, düzenli arttırılan ulaşım ücretleri, elektrik kesintileri gibi konuları kendine dert edinmeyip tümüyle seçimlere yoğunlaşması bile bu ilgisizliğin en önemli göstergesidir.

Başkan’ı memnun etmeyecek ve el yakacak sorunlardan uzak durmak…

📌 TMMOB İzmir İl Koordinasyon Kurulu‘nun, ilk başta İzmir Kent Konseyi ile birlikte yapacağı söylenen 4 Haziran 2021 tarihli Çeşme Turizm Projesi Çalıştay ve Forumu‘nun İzmir Kent Konseyi yerine ismi cismi bilinmeyen İzmir Kent Konseyleri Birliği tarafından yapılması, İzmir Kent Konseyi‘nin bu tür el yakacak ‘tehlikeli‘ konulara girmeme politikasının en belirgin örneği olmuştur.

Neoliberal yönetişim zihniyetine aykırı bir yapı…

📌 Kentte faaliyet gösterip özel sektörü temsil eden ESİAD, EGİAD, İZSİAD ve MÜSİAD gibi iş dünyası dernekleriyle İzmir Ticaret Odası (İZTO), Ege Bölgesi Sanayi Odası (EBSO), İZmir Esnaf ve Sanatkarları Odası Birliği (İESOB), Ege İhracatçı Birlikleri (EİB) ve İzmir Ticaret Borsası (İTB) gibi çok fazla sayıda üyeye sahip önemli ve büyük meslek odalarının 2009 yılında oluşturulan İzmir Ekonomik Kalkınma ve Koordinasyon Kurulu (İEKKK) dışında İzmir Kent Konseyi‘ne de katılması; böylelikle, kent konseylerinin temel prensibi olan ‘iyi yönetişim‘ mekanizmasının sivil toplum + devlet + özel sektör beraberliği içinde hayata geçmesi için çaba harcanmamıştır.

“Birinci vazifem, belediyenin, başkanının ve başkanın eşinin peşinde olmaktır…

📌 Katıldığı etkinliklerde bile İzmir Büyükşehir Belediyesi‘nin peşine takılan, onun yaptıklarına malzeme olan bir görünüm sergilemiştir. Dünya Otomobilsiz Kent Gününde, kentin en sakin, sorunsuz ve trafiksiz caddesinin kapatılması suretiyle ortaya konulan komik etkinliklerin figüranı olarak orada yer almak bence bunun en güzel örneğidir.

Ekolojik dengesi bizzat belediye tarafından bozulan bir mekanda ekoloji buluşması düzenlemek…

📌 Kültürpark‘ın İzmir Büyükşehir Belediyesi hizmet birimleri, araçları ve personeli tarafından işgal edilip hırpalandığı günlerde İzmir Ekoloji Buluşması adıyla İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin koltuğu altında yapılan etkinlik, ülkemizdeki ve dünyadaki çevre mücadelesinin “en terbiyeli” hali olarak tarihe geçmiştir…

Ödenen paraların boşa gittiği kullanılmayan beyhude projeler…

📌 Düzenlenen büyük tanıtım toplantılarıyla kamuoyuna duyurulan “İzmir’in gündemini takip et!” kampanyası büyük bir fiyasko ile neticelenmiş; bu proje ile oluşturulan sisteme, projenin başladığı tarihten önce belediye başkanının önerisiyle belediye meclisinde görüşülen gündem maddeleri sanki halkın önerisiymiş gibi sahte kayıtların yapıldığı görülmüştür. Hele ki, tek bir genel kurul önerisinin İzmir Büyükşehir Belediye Meclisi‘ne gönderilmediği bir hizmet döneminde…

Çalışma grupları içinde seçim yapılması konsey uygulama yönergesine aykırıdır…

📌 İzmir Kent Konseyi‘nin hukuka aykırı olduğu bilinen İzmir Kent Konseyi Çalışma Usul ve Esasları Hakkındaki Yönergesi‘nde çalışma grupları ile ilgili herhangi bir seçim yapılması öngörülmediği halde, genel kurul öncesinde bu grupların içinde seçim yapılması sağlanmıştır.

Konsey uygulama yönergesinde olmayan gereksiz işler yapmak…

📌 İzmir Kent Konseyi Çalışma Usul ve Esasları Hakkındaki Yönergesi‘nde ‘Danışma Kurulu‘ adında bir organa yer verilmediği halde, 2021 yılı sonunda İzmir Kent Konseyi Yürütme Kurulu‘nun kararıyla İzmir içinden ve dışından bazı isimlerin katılımı ile bir danışma kurulu oluşturulmuştur.

Evet, onca önemli, vahim hukuksuz, adaletsiz, yanlış ve antidemokratik uygulamadan sonra aynı insanlara ve ekibe oy verip aynı şeylerin tekrarlanmasını ister misiniz; yoksa, yeni yöneticilerin kim olacağından çok hukuksuzluk, eylemsizlik, ilgisizlik ve zaman geçirme merkezine dönüşmüş İzmir Kent Konseyi‘nin evrensel hukuka, katılımcı ve çoğulcu demokrasiye, insan haklarına, özgürlüğe, vatandaşın sorun ve taleplerini dikkate alan yeni bir yapılanmaya, iyi bir yönetime ihtiyacı var, o nedenle yıllardır aynı alanda at koşturan yorulmuş, heyecansız, ne yaptığını ve yapabileceğini baştan bildiğimiz performansı düşük isimler yerine buradaki kötü yönetime müdahale ederek İzmir’e yararlı olmak istiyorum mu dersiniz? O halde çekinmeyin ve ortalığı bu hepimizin yakından bildiği başarısız isimlere bırakmayın… Özellikle de heyecanlı, öğrenme ve bilme isteği ile dolu, dinamik ve kendi ayakları üstünde durup özgür olmak isteyen genç arkadaşlarım….

Hazirun listesinin kesinleşmesinden sonra buluşmak dileğiyle….

Can alıcı sorular…

Ali Rıza Avcan

Bugün, 12 Kasım 2018. Bu tarihten 4 ay 9 gün sonra, 31 Mart 2019, Pazar günü tüm ülkede yerel yönetim seçimleri yapılarak 2019-2024 döneminde görev yapacak yeni belediye başkanı, meclis üyesi ve muhtarlarımız belirlenecek.

Yüksek Seçim Kurulu’nun yaklaşan seçimler nedeniyle aldığı 23.10.2018 tarih, 1036 sayılı karara göre;

Aday olmak isteyen hâkim ve savcılarla yüksek yargı organları mensuplarının, yüksek öğretim kurumlarındaki öğretim elemanlarının, Yükseköğretim Kurulu ile Radyo ve Televizyon Üst Kurulu üyelerinin, kamu kurumu ve kuruluşlarının memur statüsündeki görevlileri ile yaptıkları hizmet bakımından işçi niteliği taşımayan diğer kamu görevlilerinin, subay ile astsubayların, siyasi partilerin il, ilçe yönetim kurulu başkan ve üyeleri ile kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları ile sendikaların, kamu bankaları ile üst birliklerin ve bunların üst kuruluşlarının ve katıldıkları teşebbüs veya ortaklıkların yönetim ve denetim kurullarında görev alanların en geç 1 Aralık 2018 Cumartesi günü saat: 17.00’ye kadar 2839 sayılı Kanunun 18. maddesi uyarınca görevlerinden ayrılma isteğinde bulunması, kamu görevlilerinden emeklilik dilekçesi verip aday olacakların en geç 1 Aralık 2018 Cumartesi tarihinden geçerli olmak üzere emeklilik isteğini belirten dilekçelerini en geç 1 Aralık 2018 Cumartesi günü saat: 17.00’ye kadar vermeleri gerekiyor.

O nedenle, yakın ve uzak çevremizde büyükşehir, il ve ilçe belediye başkanlıklarıyla belediye meclisi üyeliği ve mahalle muhtarlıklarına aday olan ya da aday olacağını bildiğimiz birçok aday adayı ile karşılaşıyor ve verdikleri bu kararın gerekçelerini kendilerinden öğreniyoruz.

Gazete, dergi, televizyon ve sosyal medyada ise, kendiliğinden ya da birilerinin desteği ile ortaya çıkan bu aday adaylarının, seçildikleri takdirde nasıl bir program çerçevesinde ne yapmak istediklerinden çok; isimlerinin siyaset alanındaki ağırlığına göre şanslarının ne olacağına, hangisinin parti genel merkeziyle ilişkisinin güçlü ve etkili olduğuna ya da genel başkanları tarafından hangi gerekçelerle tercih edileceklerine ilişkin haber, yorum, değerlendirme ve paylaşımlara rastlıyoruz. 

Seçimlere doğru gittiğimiz bu süreçte biz de, karşımıza çıkan İzmir aday adaylarına sorulması gereken can alıcı sorulardan oluşan bir seçim rehberi hazırlamayı uygun gördük. Böylelikle bu aday adayları ya da adayların hazırlayacakları seçim bildirgelerine yardımcı olmayı ya da hiç gündeme getirmeyi tercih etmediklerini konuları gündeme getirecek bir tür “turnosol kağıdı” hazırlamayı uygun gördük.

43831545872_74aec8c982_o

İzmir ve ilçeleri özelinde hazırladığımız ve gelecek günlerde bunlara yeni sorular eklemeyi düşündüğümüz can alıcı ve hınzır sorular şu şekilde:

1. Yerel yönetimlerde başkan ya da meclis üyesi olmayı arzularken, başka bir belediye başkanının vesayeti ya da kefilliği altında olmayı demokratik buluyor musunuz?

2. Çoğulcu ve katılımcı demokrasi adına belediyelerin karar alma, uygulama, izleme, değerlendirme ve denetleme süreçlerine demokratik meslek örgütü, dernek, vakıf, sendika, kooperatif, platform gibi sivil oluşumlarla yurttaşları aktif, etkin ve sonuç alıcı bir şekilde katmak için ne yapmayı düşünüyorsunuz?

3. Kentteki cadde, sokak, meydan, kaldırım, meydan, park, iskele, köprü gibi kamusal alanlara o alanlardan yararlananlar adına sahip çıkılması ve bu alanların daha da arttırılması için ne yapmayı düşünüyorsunuz?

4. Önceliği motorlu taşıt araçları yerine yayalara veren bir kent planlaması anlayışını savunuyor musunuz?

5. Hazırlanan her düzeydeki planın, belediye yönetimleri tarafından kamu yararını dikkate almaksızın sık sık değiştirilmesi konusunda ne düşünüyorsunuz ve bunun böyle olmaması için ne yapmayı öneriyorsunuz?

6. Kentteki önemli kamusal alanların özelleştirme, soylulaştırma, el koyma, işgal ve kiralama gibi yöntemlerle yağmalanması konusunda ne düşünüyorsunuz?

7. Belediye yatırımlarının kentin tüm bölge, semt ve mahalleleri arasında adil ve dengeli bir şekilde dağıtılması konusunda ne düşünüyor ve öneriyorsunuz?

8. Onayları Ankara’dan verilen rant amaçlı projeler için, “yetki bizde değil, yapacak bir şeyimiz yok” şeklinde mazeret üretmenin dışında ne yapmayı düşünüyorsunuz?

9. İzmir Körfez Geçişi Projesi, Kültürpark Projesi, İzmir-Tarih Projesi, İzmir-Deniz Projesi ve İstinye Park gibi halkın yararına olmayan, tarihi, kültürel ve doğal değerlere zarar veren projeler hakkında ne düşünüyorsunuz?

10. Belediyelerin belediye olmaktan çıkarak şirketleşmesi konusunda ne düşünüyorsunuz?

11. İzmir kent içi ulaşımının daha kolay, konforlu ve ucuz olması için ne yapmayı düşünüyorsunuz?

12. İzmir’in önemli bir transfer merkezi olmasına neden olan göçmen, mülteci ve sığınmacılarla ilgili bir politikanız, stratejik tercihiniz ve eylem planınız var mı?

13. İzmir’in yeniden Ege Bölgesi’nin merkezi haline gelerek üretici bir kent olabilmesi için ne yapmayı düşünüyor ve öneriyorsunuz?

14. Kentteki yoksulluğu azaltmak için bol bol sosyal yardım yapmak dışında bir öneriniz var mı?

15. Kadınlar, engelliler, gençler, yaşlılar, çocuklar, LGBTİ bireyler, Romanlar, Kürtler, emekçi sınıflar, işçiler, evsizler ve benzerleri için ne yapmayı düşünüyorsunuz?

16. Belediyenin yaptığı tarımsal destekler konusunda, halen uygulanmakta olan Dünya Bankası’nın neoliberal modeli dışında, tarımdaki sömürü ve yoksullaşmaya karşı çıkan bir öneriniz var mı?

17. Kültür ve sanatın, ulusal ve uluslararası bilgi, birikim ve deneyim çerçevesinde yerel kaynaklarla gerçekleştirilip kurumsallaşması amacıyla, dışarıdan gelenlerin taşıdığı suyla döndürülmeye çalışılan değirmen modeli yerine ne yapmayı öneriyorsunuz?

Bu soruları, aklımıza gelen her yeni konuda çoğaltıp arttırmak mümkün… Sağlık alanında, eğitim konusunda, kentteki gerilim ve uyum gibi sorunlarda bu soruları daha ayrıntılı hale getirerek çoğaltmak mümkün…

Oy Kullanma 01

Sanırım önümüzdeki günlerde adayların kimliği netleştikçe, sayıları arttıkça onların bizi değil, bizlerin onları yönetip sorguladığımız bir sürece gireceğiz…

Tabii ki oy verme dışındaki tüm karar verme güç ve iradesinin bizde olduğu bilinciyle…

Ayrıca şimdilik aklımıza gelen bu soruları daha da zenginleştirip çoğaltmak dileğiyle…

Nasıl bir belediye yönetimi?

Ali Rıza Avcan

30 Mart 2014 tarihli yerel seçimlerin üzerinden tamı tamamına 4 yıl, 6 ay, 25 gün geçti. Şayet olağanüstü bir gelişme olmazsa, bugünden başlayarak 5 ay 6 gün sonra; yani, 31 Mart 2019 tarihinde yeni bir seçim yapılarak belediyelerin yeni başkanları ve meclis üyeleri belirlenecek.

İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu gibi, yaklaşan seçimlerde aday olmayacağını duyuran belediye başkanları ise, bugüne kadar yaptıklarını ve oluşturdukları kadroları korumak adına ya kendi yerine geçmesini arzuladığı belediye başkan adaylarını tümüyle anti demokratik bir yöntem olan “kefillik” anlayışı çevresinde kabul ettirmeye çalışıyor ya da kendilerini destekleyen sınıf ve kesimleri bu kısa süre içinde memnun etmek amacıyla bugüne kadar vermedikleri ya da veremedikleri ruhsatları vermeye, kolaylıklar sunmaya; kısacası, taraftarlarını memnun etmeye devam ediyorlar.

Bu anlamda, içinde bulunduğumuz dönem tam anlamıyla Amerikalılar’ın yakıştırmasıyla bir “topal ördek” dönemi… (1)

19102018_10380_0_1_ff32d586b4502133e5b5

Bugüne kadar defalarca Kemeraltı, Basmane ve Kadifekale gibi kentin tarihi merkezini kurtaracağını iddia edip -ne hikmetse- kurtaramayan ya da kurtarmayan belediye başkanlarıyla İzmir Ticaret Odası ve Ege Bölgesi Sanayi Odası gibi meslek odası başkanlarının, kent simsarlarının ve holding ya da şirket sahiplerinin belediye merdivenlerinde sergiledikleri o gözler yaşartıcı “birlik beraberlik” tablosu, milletin namusu ile uğraşmayı seven Mehmet Cengiz’e Mavişehir’de verilen yeni ruhsatlar ya da Folkart’ın Alsancak’taki yeni gökdelen yatırımları ile TARKEM’in Kemeraltı’nda başlattığı yeni hamleler hep bu “topal ördek” olma hallerinin ilgiyle izlenen son örnekleri…

Çünkü, yaklaşan seçimler öncesinde tekrar aday olmayacaklarını açıklayan ya da yeniden belediye başkanı olamayacağı bilinen “kefalet altındaki” belediye başkanların bu tür soygun ve talanları yapabilmesi için iklim her zaman olduğu gibi son derece uygun ve verimli…

Bunun en önemli nedeni de, bu konu ile ilgili kamuoyunun ve sosyal medya figürlerinin gitmek üzere olan belediye başkanlarının şu an neler yaptıklarından daha çok; o makamlara kimlerin geleceği ile ilgili popüler bir merak, dedikodu ve haberlerin peşine düşmüş olması.

Şimdi herkes, İzmir Büyükşehir Belediye Başkanlığı ile diğer ilçe belediye başkanlıklarına kimin aday olacağı ya da aday olanlardan kimlerin seçilebileceği ile ilgili… Bu konuda adeta tansiyonu her geçen gün artan bir seçim toto oynanıyor ve herkes “güvenilir bir kaynaktan aldığı bilgilere göre” kimlerin aday olacağını söyleyerek oyunun içinde yer aldığını ya da haberdar olduğunu kanıtlamaya çalışıyor. 

Oysa kimse, aday olacakların ismi, kişisel özellikleri, bugüne kadar yapıp eyledikleri, kurumsal ve kişisel bağlantılarıyla kim ya da kimler tarafından desteklendiği gibi konular dışında o görevlere seçildikleri takdirde ne yapmak istedikleri, hangi toplumsal / kentsel sorunlara öncelik verecekleri, vaat ettiklerinin toplumsal bir geçerlilik ve yapılabilirliğe sahip olup olmadığı, öne sürdükleri projeleri kimlerle, hangi sürede, ne şekilde ve nasıl bir ekiple gerçekleştirilecekleri, şikayetçi olduğumuz mevcut belediye yönetimlerden ne farklarının olacağı, seçilecek kişilerin iyi bir yönetici olup olmadıkları gibi birincil dereceden önemli konuları düşünmüyor ve bunlarla ilgili soruları aday olanlara ya da olmak isteyenlere sormak istemiyor.

Hatta böylesi bir ortamda karşımıza öylesine ilginç adaylar çıkıyor ki; önce alel acele adaylıklarını açıklayıp, seçildikleri takdirde yapıp eyleyeceklerini ortaya koyan projelerinin daha sonra açıklanacağını büyük bir kolay ve saflıkla söyleme cesaretini bile gösteriyorlar.

Kuşa Bak

Kısacası asıl konuşulup tartışılması gereken “nasıl bir belediye yönetimi” sorusu yerine, “nasıl bir belediye başkanı” ya da “yeni belediye başkanı kim olabilir gibi” ikinci dereceden önemsiz soruların yanıtlarını bulmaya çalışıyorlar.

Yerel yönetimlere yönelik alternatif temel politika ve stratejilerle hedef ve amaçlar dikkate alınmadan sadece adayların isimleri üzerinden sığ bir tartışma ortamının yaratılması; elbette ki, “topal ördek” konumunda olanların karşısına yeni yeni fırsatların çıktığı ve onların da bu fırsatları büyük bir gayretle değerlendirecekleri bilinmelidir.

Çünkü, belki de fırsatçılıktan kaynaklanan bu tür olası soygun ve talanlar nedeniyle kentin başına musallat olabilecek daha yeni ve büyük sorunlar, seçilecek yeni isimler dünyanın en iyi insanı ve yöneticisi bile olsa onların altından kalkamayacakları kadar kötü bir mirasa dönüşebilir. 


(1) “Topal Ördek” – ABD’de 4 yılda bir yapılan başkanlık seçimlerinde, mevcut başkan koltuğu kaybetse bile 6 ay görevde kalır. Devir teslim törenine kadar geçen sürenin sonunda başkanın gitmesi kesindir ama o, hem de temsilciler meclisi ve senato karşı tarafın elindeyken 6 ay süreyle bir ayağının üzerinde durmaya çalışarak görevini yürütür. İşte bu durumda başkana “Topal ördek (Lame Duck)” yakıştırması yapılır.

Başarı mı; yoksa, olası bir hezimetin ayak sesleri mi?

Ali Rıza Avcan

Yönetim adı verilen her düzen, sistem ya da organizasyon, başlangıçta belirlenen amaç ve hedeflere ulaşıp başarılı olmak amacıyla tasarlanıp kurulur ve çalışır…

Bu anlamda, seçimle ya da atamayla belirlenen her yönetimin amaç ve hedeflerini belirlemeden yola çıktığını ve bunları zaman içinde yenilemediğini söylemek pek mümkün değildir. Şayet arada bir plansız, programsız yola çıkanlar olursa, onların da uzun solukta var olup yaşayacaklarını düşünmek abesle iştigaldir.

Siyasi iktidarlar için başlıca amaç ve hedef, temsil ettikleri sınıf ve kesimleri memnun edip yola devam etmek; belediye yönetimleri için amaç ve hedef, kendilerine oy veren kentlileri memnun ederek gelecek seçimde daha fazla oy alabilmek; şirketler için de daha fazla kâr elde edip para kazanabilmektir.

Yönetenlere yardımcı olmak amacıyla oluşturulan bürokrasi ve danışmanların amaç ve hedefleri de, bilgi, birikim ve deneyimleriyle destek verdikleri yönetici ya da liderlerin daha fazla oy alarak veya kâr elde ederek başarılı olmalarını sağlamaktır.

Çünkü her şeyin temeli, alınan oy sayısı ya da elde edilen kârın miktarı ile ölçülüp ifade edilen başarıdır.

Bürokrat ve danışmanlar şayet bunu yapmayıp yönetici, lider ya da patronlarının daha az oy almasına veya kâr elde etmesine neden olmuşlarsa; bu durumun birinci dereceden sorumlusu olarak, bağlı oldukları yönetici, lider ya da patronun başarısızlığının ortağı olurlar.

Bundan sonra yapabilecekleri tek şey, kendilerine çalışabilecekleri yeni bir belediye ya da şirket aramaktır…

RegStrategy_1536x1152

Gelelim İzmir Büyükşehir Belediyesi bürokrat, danışman ve akademisyenlerinin “İzmir Modeli” adıyla icat ettiği koskoca bir yalanın, İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu’nun 2004 yılından bu yana ortaya koyduğu başarılı proje uygulamalarından kaynaklandığı iddiasına…

Önce İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin 2012 yılından bu yana yürüttüğü tarım hizmetleri üzerinden şekillendirilmeye çalışılan; daha sonra, sadece tarım hizmetlerini değil, tüm belediye hizmetlerini kucakladığı söylenen; o nedenle de, uğruna 14 profesör, 6 doçent ve 1 gazeteciden oluşan 21 kişilik bir ekibe yazdırılan  ve 1.152 sayfalık 25 makaleyi içeren beş kitabın; bir de bunun üstüne, bu akademik ekibin lideri olduğu bilinen Prof. Dr. İlhan Tekeli tarafından yazılıp İzmir Akdeniz Akademisi tarafından bastırılan altıncı kitabın konu aldığı bütün bu iddiaların sanki bilimsel bir dayanağı varmış gibi büyük tören ve reklamlarla takdim edilen şu meşhur İzmir Modeli” olayına…

Söz konusu bu altı kitabı alıp okuduğunuzda ya da bununla ilgili abartılı reklamları izlediğinizde, İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu’nun, 21 Haziran 2004’den başlayıp 31 Mart 2019’a devam eden 14 yıl 9 ay 10 günlük hizmet döneminde biz İzmirliller’e fark ettirmeden cümle aleme; örneğin, yurt içinde Gaziantep’e, yurt dışında İngiliz ya da Ruslara; hatta, Ahmet Hakan’ın CNNTürk’teki 8 Ekim 2018 tarihli Tarafsız Bölge programında ifade edildiği şekliyle tüm Türkiye’ye örnek olacak bir yönetim modeli yarattığı zannına kapılıyorsunuz.

Çünkü biliyorsunuz ki, bu yazıları yazan ve çoğu “profesör” ya da “doçent” gibi akademik unvanlar taşıyan zevat, İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu’nun bir “model” yaratacak kadar başarılı olduğunu, kendilerini oldukça zorlayarak anlatmaya çalışıp methiyeler düzdükçe ya yeni görevlere getiriliyorlar veya (belediye tarafından “kişisel sır“dır gerekçesiyle açıklanmayan) oldukça yüklü miktarlarda telif ücretleri alıyorlar.

Bu isimlerin bir kısmının CHP eski milletvekili Prof. Dr. Oğuz Oyan eşliğinde belediye belediye gezip kitaplarını bastıran, bu işi meslek haline getirmiş bilindik isimler olduğunu, bir kısmının “YÖK Akademisyeni” ya da “Vakıf Akademisyeni” özelliklerine sahip olduğunu biliyor ve onlardan zaten farklı bir şey beklemiyoruz. Geriye kalan son bir kısmının ise, yarın öbür gün hatırlanıp devamlı önlerine konulacak bu kötü methiyeleri yazarak bizi hayal kırıklığına uğrattıklarını ifade etmek istiyorum.

Oysa İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu’nun bu yere göğe konulamayan başarılarını, bu tür ısmarlama yazılar yazdırarak övmek yerine onun katıldığı 2009 ve 2014 tarihli yerel seçimlerde aldığı oy oranlarıyla, görevde bulunduğu dönemde yapılan milletvekili seçimlerinde partisinin aldığı oy oranlarındaki değişim üzerinden ölçüp değerlendirmek daha doğru, anlamlı ve geçerli olacaktır. 

Çünkü, genel ya da yerel düzeydeki siyasetçinin en önemli başarı ölçüsü, birilerinin yazıp çizdiği kitap, makale ve methiyeler ya da reklam kokan sözler değil; seçimlerde aldığı oyların miktar ve oranını arttırıp arttıramadığıdır. Kimse kusura bakmasın; ama, temel belirleyici olan -sadece ve sadece- budur.

Türkiye İstatistik Kurumu’nun 29 Mart 2009, 30 Mart 2014, 7 Haziran 2015, 1 Kasım 2015 ve 24 Haziran 2018 tarihli yerel ve genel seçimlerle ilgili verileri dikkate alınarak düzenlenen aşağıdaki tablodan da görüleceği gibi, İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu, “İzmir Büyükşehir Belediye Başkan Adayı” sıfatıyla ilk kez katıldığı 29 Mart 2009 tarihli seçimlerde 21 ilçeden oluşan İzmir genelinde ortalama % 56,15 oranında oy almış ve bu oranın en fazla olduğu ilçe % 73,74 ile Narlıdere, en az olduğu ilçe ise % 42,39 oy oranı ile ile Kemalpaşa olmuştur.

Bu durum, o tarih ve koşullar içinde hem Aziz Kocaoğlu hem de partisi Cumhuriyet Halk Partisi için oldukça iyi bir sonuç ve başarıdır.

2009-2014 İBB Seçim Sonuçları

İzmir Modeli” isimli kitaba yazılar yazan bu 21 akademisyen ve gazetecinin kendisini başarılı bulduğu ilk hizmet döneminin sonunda yapılan 30 Mart 2014 seçimlerinde ise 30 ilçeden oluşan İzmir genelindeki aldığı ortalama oy oranı % 56,15’den % 49,50 oranına inmiş, kendisi en fazla oyu % 70,21 ile Karşıyaka’dan, en az oyu da % 33,95 ile Kiraz ilçesinden almıştır.

Kısacası, 29 Mart 2009-30 Mart 2014 döneminde başarılı olduğu söylenen İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu’nun  İzmir genelinde aldığı oyların miktarı eskisine göre % 6,56 oranında azalarak, % 56,15’den % 49,59’a inmiştir.

Hem de “Cumhuriyet Halk Partisi’nin kalesi” olarak tanınıp bilinen İzmir’de!

Üstüne üstlük, rakibi olan Adalet ve Kalkınma Partisi oyları, İzmir genelinde % 5,53 oy artışı ile % 30,39’dan % 35,92’ye yükselirken…

Aziz Kocaoğlu cephesindeki oy azalışının en fazla olduğu ilçeler ise, % 13,19 ile Torbalı, % 11,77 ile Aliağa, % 9,85 ile Foça ve % 7,47 ile Bayındır olmuş; böylelikle Kemalpaşa, Kınık, Menderes, Ödemiş, Selçuk ve Torbalı gibi önemli ilçelerin yönetimi Adalet ve Kalkınma Partisi’nin, Aliağa gibi önemli bir sanayi ve işçi kenti ile Kınık’ın yönetimi de Milliyetçi Hareket Partisi’nin eline geçmiştir.

Böylelikle, şimdilerde o dönemlerde de başarılı olduğu söylenen Cumhuriyet Halk Partisi’nin İzmir Büyükşehir Belediye Başkan adayı Aziz Kocaoğlu, bu seçimin sonucunda İzmir genelinde en fazla oyu alarak belediye başkanı olmuşsa da; hem kaybedilen oyun miktar ve oranı, hem Cumhuriyet Halk Partisi ile Adalet ve Kalkınma Partisi arasındaki oy farkının azalması, hem de 8 ilçe belediyesi yönetiminin rakip partilere kaptırılması açısından oldukça olumsuz ve tehlikeli bir gelişmeyi ortaya çıkarmıştır.

Peki, 30 Mart 2014 tarihli son yerel seçim sonrasında % 49,50 oranındaki bu oy miktarında bir artış ya da azalış olmuş mudur? Şayet olmuşsa bunu bugün nasıl ölçüp belirleyebiliriz?

2014 yılından bu yana yeni bir büyükşehir belediye başkanlığı seçimi yapılmadığına göre, ortalama % 49,59 oranındaki oyun hangi orana çıktığını ya da indiğini nasıl bilebiliriz?

Tabii ki, 2014 yılındaki yerel seçimde Cumhuriyet Halk Partisi büyükşehir belediyesi adayının aldığı oylarla, 7 Haziran 2015, 1 Kasım 2015 ve 24 Haziran 2018 tarihli milletvekili seçimlerinde Cumhuriyet Halk Partisi milletvekili adaylarının aldığı oyları, -elma/armut örneği gibi bir kıyaslama yapmamak koşuluyla- birbiri ile mukayese ederek… En azından, bu ikisi arasında anlamlı bir ilişki varsa, onu bulup ortaya çıkarmaya çalışarak…

Bu amaçla, Türkiye İstatistik Kurumu’nun mahalli idareler seçimi verileriyle milletvekili seçimi verilerini kullanarak hazırladığımız yukarıdaki tablonun ikinci bölümünü kullanarak yaptığımız kıyaslama sonucunda ortaya çıkan durum ise;

Cumhuriyet Halk Partisi’nin 7 Haziran 2015 tarihli milletvekili seçimlerinde İzmir’in (1) ve (2) numaralı seçim bölgelerinde aldığı ortalama % 38,53 düzeyindeki oy oranının, 7 Haziran 2015  tarihli milletvekili seçimlerinde % 8,22 gibi önemli bir oranda artarak % 46,75 oranına yükselmekle birlikte; 24 Haziran 2018 tarihli milletvekili seçiminde % 5 oranında azalarak % 41,75 düzeyine indiği görülmektedir.

O nedenle, Cumhuriyet Halk Partisi oylarının, 29 Mart 2009-24 Haziran 2018 döneminde İzmir’de yapılan yerel seçimlerin yanında milletvekili seçimlerinde de eski düzeyini koruyamayarak devamlı azaldığı söylenebilir.

Öte yandan düzenlediğim aşağıdaki ikinci tablonun da gösterdiği gibi, İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu’nun 29 Mart 2009 tarihli yerel seçimde ilçelerde aldığı oy oranı ile Cumhuriyet Halk Partili ilçe belediye başkanlarının aldığı  oy oranları arasındaki farkın, 30 Mart 2014 tarihli yerel seçimde yarı yarıya azalarak % 6,25’den % 3,37’ye indiği, bu farkın Beydağ, Bornova, Karşıyaka ve Menemen gibi ilçelerde ilçe belediye başkanları lehine öne geçtiği, Balçova, Buca, Çeşme, Gaziemir ve  Seferihisar bazı ilçelerde de neredeyse aynı düzeyde olduğu görülmektedir. 

İzmir İBB & İlçe Seçim Sonuçları Karşılaştırması (2)

Bu nedenle, Cumhuriyet Halk Partisi’nin hem büyükşehir belediye başkanlığı hem de milletvekili seçimleri açısından İzmir düzeyindeki oyunun sürekli azalması gibi önemli bir sorunla karşı karşıya olduğunu söyleyebilirim.  

63619459_620x410

Böylesi bir durumda, İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu’nun göreve geldiği günden bu yana başarılı uygulamalar yaparak herkese örnek “İzmir Modeli“ni yarattığını söyleyen emrindeki bürokrat, danışman, akademisyen, gazeteci ve yandaşların, İzmir seçmeninin geçen yıllar içinde Cumhuriyet Halk Partisi’ne ve adaylarına oy vermekten neden vazgeçtiğini, oy oranlarının niye sürekli azaldığını da araştırıp ortaya koyarak başarı diye lanse ettikleri model ile bu başarısızlık olgusu arasında anlamlı bir ilişki kurmaları gerektiğini düşünüyorum.

Madem bu belediye başkanı ve ekibi, ortaya bir “İzmir Modeli” çıkaracak kadar başarılı oldular; o halde gerek kendisinin gerekse partisinin aldığı oylar, olası bir hezimeti kolaylaştıracak şekilde niye her seçimde azalıp eriyor?

Seçim bildirgelerindeki yayalar ve hakları…

Ali Rıza Avcan

İnsanın, kentin cadde, sokak, meydan, park gibi kamusal mekânlarında yürüyüp dinlenmesinin, çalışıp üretmesinin, eğlenip siyasi ve toplumsal eylemlere katılmasının bir insan hakkı olarak nitelenmesi oldukça yeni bir olgudur.

Avrupa Parlamentosu’nun 1988 yılında kabul ettiği Yaya Hakları Bildirgesi; bu anlamda, insanın kentin kamusal mekânlarındaki temel haklarını belirleyerek insan odaklı bir kent için gerekli olanları ortaya koymuştur.

Böylelikle, yayaların kent içindeki konumu ve önemi, trafik mevzuatında “yaya” olarak tanımlanan pasif tanımından sıyrılarak haklarının farkında, bu hakların uygulanması için talepte bulunup mücadele eden daha aktif bir konuma ulaşmıştır. 

Bundan böyle “yaya” olarak tanımlananlar; sadece sokaklardaki kaldırım ve geçitleri yürüyerek kullandığı söylenen trafiğin bir bileşeni değil; bunun yanında, sahip olduğu haklar çerçevesinde, kentin tüm kamusal mekânlarına sahip çıkıp oralarda yürüyen, koşan, oturan, çalışıp üreten ve toplumsal eylemlere katılan, o ortak alanların işgal, kiralama, tahsis ve yağma gibi yöntemlerle özelleştirilmesine karşı çıkan, bu amaçla örgütlenip hak temelli mücadeleyi başlatan kentliler olarak kabul edilmeye başlamıştır.

Ancak bu gelişmenin ülkemizdeki boyutu; özellikle de, ülkeyi ve kentleri yönetmek için genel ve yerel seçimlere katılan siyasi partiler ve onların adayları açısından böyle olmamış, siyasi partiler ve onları adayları ne hikmetse yayalara, araç sahiplerinden daha fazla önem ve öncelik vermiştir. Onlara göre yayalar, temel haklara sahip kentliler olmaktan çok kentlerde her geçen gün artan yoğun araç trafiği içinde dikkate alınıp korunması gereken bir trafik  bileşenidir. O nedenle yayaya verilen şeyler, yoğun araç trafiğine verilen şeylere bağlı olmuş, bu ikisi arasında hep bir dengenin gözetilmesine dikkat edilmiştir.

Bu durumun en güzel örneği geçmişteki genel ve yerel seçimlere katılan siyasi partilerin eski seçim bildirgelerinde görülür.

İşte o nedenle biz de 30 Mart 2014 tarihi ile 24 Haziran 2018 tarihleri arasında yapılan 3 genel seçim ve 1 yerel seçimde siyasi partilerin kamuoyu ile paylaştıkları seçim bildirgelerinde “yaya” sözcüğünü arayarak bir tespit yapmaya çalıştık.

Yaptığımız çalışmanın sonuçlarını aşağıdaki çizelgede görebilirsiniz.

Seçim Bildirgelerinde Yaya Hakları

Sizlerle paylaştığımız bu çizelgeden de göreceğiniz gibi, 30.03.2014-24.06.2018 dönemindeki dört ayrı seçime katılan 5 siyasi partiden, düzenlediği seçim bildirgelerinde “yaya” sözcüğüne hiç yermeyen partiler Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) ve İyi Parti (İYİP), “yaya” sözcüğü yerine “kent hakkı” kavramını kullanan parti ise Halkların Demokratik Partisi (HDP)’dir.

Halkların Demokratik Partisi (HDP), 30 Mart 2014 tarihli yerel seçimler için hazırladığı 22 sayfalık seçim bildirisinde “yaya” ya da “yaya hakları” sözcüğünü kullanmayıp yedi kez “kent hakkı” sözcüğünü kullandığı halde; bu sözcüğü 7 Haziran 2015 tarihli genel seçimler için hazırladığı “Büyük İnsanlık, Biz’ler Meclise” isimli seçim bildirisinde hiç kullanmamış, 1 Kasım 2015 tarihli ve “Büyük İnsanlık, Büyük Barış” isimli seçim bildirisinde de sadece bir kez kullanmıştır. 24 Haziran 2018 tarihli seçim bildirisinde ise “kent hakkı” sözcüğüne hiç yer vermediği görülmektedir.

Tüm bu partilerin ele alıp incelediğimiz seçimlerde ve seçim bildirgelerinde kullanmadığı tek sözcük ise “yaya hakkı“dır.

Yaya” sözcüğüne yer verenler ise, 30 Mart 2014 tarihli yerel seçim beyannamesi ile 24 Haziran 2018 tarihli genel seçim beyannamesi olmak üzere iki kez kullanan Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) ile 7 Haziran 2015, 1 Kasım 2015 ve 24 Haziran 2018 tarihli genel seçim bildirgelerinde 2, 2 ve 1 kez kullanan Cumhuriyet Halk Partisi (CHP)’dir. 

Yaya Hakları ve AKP

Adalet ve Kalkınma Partisi’nin (AKP),  30 Mart 2014 tarihli yerel seçimler için hazırladığı “Büyük Medeniyet Yolunda İnsan, Demokrasi, Şehir” başlıklı ve 103 sayfalık seçim beyannamesinde yaya, yaya geçidi ve yaya yolu sözcüklerinin yer aldığı bölümler şu şekildedir:

1)Birçok şehrimizde meydanları araç trafiğine kapatarak yayalara tahsis ettik” (sayfa 34)

2)Büyük şehirlerimizde ana ulaşım yol ağındaki kavşaklarda görme ve bedensel engelliler için yaya geçitlerini düzenledik, yüzlerce sinyalize kavşak yaptık.” (sayfa 54)

3)Aynı şekilde engelliler, yaşlılar, çocuklar, hamileler gibi gruplar dahil herkesin rahat ve yardımcıs olarak kullanabilmesi gereken park, bahçe, meydan, yaya yolu ve kaldırımı gibi kentsel donatı alanları ile altyapının kullanıma uygun hale getirilmesine yönelik projeler geliştirilecek, katkı sağlanacaktır.” (sayfa 55)

AKP 2014 Seçim Bildirgesi

4)Kent içi ulaşımda yaya ve bisiklet kullanımı gibi alternatiflere katkı sağlanacaktır.” (sayfa 62)

5)Merkezi hükümet olarak, kent içi yaya ve araç trafiğini şehirlerarası trafikten ayırmak amacı ile 60 il merkezinde, 487 adet ilçe ve 223 adet belde yerleşiminde 3951 km uzunluğunda kent geçişi yaptık.” (sayfa 87)

6)Kent içi yollarda, şehirlerarası transit trafiğin kesintisiz akımını sağlayan 342 adet köprülü kavşak, 1773 adet kontrollü ve sinyalize kavşak, 1064 adet kontrollü hemzemin geçit ve 1015 adet yaya alt ve üst geçidi inşa ettik.” (sayfa 87)

7)Belediyelerimiz de bölünmüş yollar, üst ve alt geçitler, köprülü kavşaklar, yaya alt ve üst geçitleri ve tüneller gibi pek çok yatırıma imza atmışlardır.” (sayfa 89)

7 Haziran 2015 ve 1 Kasım 2015 tarihli genel seçimlere ait bildirgelerde yayalardan söz etmeyen Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) 24 Haziran 2018 tarihli son genel seçimde ise “Güçlü Meclis, Güçlü Hükümet, Güçlü Türkiye” isimli 360 sayfalık seçim bildirgesinin 266. sayfasında “tarihi şehir merkezlerinde yaya dolaşımını mümkün kılacak ve bu alanları araç trafiğinden arındıracak yaklaşımları destekleyeceğiz” ifadesine yer vermiştir.

CHP-SecimBildirgesi-2018-icerikYaya Hakları ve CHP

Yaya” sözcüğüne düzenlediği hiçbir yerel seçim bildirgesinde yer vermeyen Cumhuriyet Halk Partisi’nin (CHP) ise;

1) 7 Haziran 2015 tarihli genel seçimler için hazırladığı 158 sayfalık bildirgenin 114. sayfasında “kent içi trafikte yaya ve bisiklet öncelikli düzenlemeler yapılacaktır” ve “sokaklar ve meydanlar insan dolu ve yaya dostu olmalıdır” ifadelerine,

2) 1 Kasım 2015 tarihli genel seçimler için hazırladığı 229 sayfalık “Önce Türkiye” isimli bildirgenin 170 ve 171. sayfalarında, 7 Haziran 2015 tarihli genel seçimler için hazırlanan bildirgenin 114. sayfasında yazılı ifadelerde herhangi bir değişiklik yapılmadan aynen yer verildiği,

3) 24 Haziran 2018 tarihli son genel seçimler nedeniyle hazırlanan 240 sayfalık bildirgenin 213. sayfasında, “kent merkezleri ve bölgesel merkezlerde yayalaştırma uygulamalarını yaygınlaştıracağız” ifadesine yer verdiği görülmüştür.

Genel Olarak

Ele alıp incelediğimiz seçim bildirgelerinde de gördüğümüz gibi, AKP ve CHP gibi siyasi partilerin hazırladığı metinlerde bazen yer alan bazen de almayan “yaya” sözcüğü ile ifade edilen ya da anlatılmak istenen şey, yaya haklarından çok 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu ile Karayolları Trafik Yönetmeliği’nde tanımı yapılan “araçlarda bulunmayan, karayolunda hareketsiz veya hareket halinde bulunan insan“dan başka bir şey değildir. 

Araçlarda bulunmayıp karayolunda hareket halinde olan ya da olmayan insan… Bu nedenle herhangi bir hakka sahip olmayan insan… Araç trafiğinin ikincil bir unsuru, bir bileşeni olarak kabul edilen insan…

Sanki, tarihteki ilk kentlerin sahibi yayalar değilmiş ve taşıt araçları onların yerini almamış, kentleri işgal edip onları ikinci plana atmamış gibi…

Seçim bildirgeleri ise siyasi partilerin ve adayların bu şekilde tanımladıkları insanlar adına yapacakları şeylerden, vaatlerden söz ediyor…

Yaya kaldırımları, geçitler ve yaya alanları…

Yaya odaklı şehir” yerine, yayayı seven “yaya dostu kentler” önerileri gibi…

Bütün bu yazılıp çizilenler, siyasi partilerin aynen üniversitelerdeki akademisyenler ya da medyadaki gazeteciler, televizyoncular gibi 1988 tarihli Avrupa Yaya Hakları Bildirgesi‘nden; yayaların, kentlerdeki kamusal mekanların asıl sahibi olduğundan ve bu nedenle birtakım temel haklara sahip olduklarından haberdar olmadıklarını, bütün bu anlatımları insan hakkı penceresinden görmediğini ortaya koyuyor…

Leanne Boulton
Fotoğraf: Leanne Boulton

İşte bu nedenle, ülkemizdeki tüm siyasi partilerle onların belediye meclis üyesi ve başkan aday adaylarına ya da adaylarına bir kez daha bu işin bir yaya hakkı sorunu olduğunu, konuyu bir de bu pencereden görmek zorunda olduklarını anlatmamız gerekiyor…

Ardından da, 2019 yılının Mart ayında yapılacak yerel seçimler nedeniyle hazırlayacakları seçim bildirgelerinde, 1988 tarihli Avrupa Yaya Hakları Bildirgesi‘nde yer alan yaya haklarının kabul görüp uygulanmasına ilişkin vaat ve projelere yer verip, seçilip göreve geldikleri takdirde bu vaatlerini yerine getirmeleri konusunda bizlere taahhütte bulunmalarını talep etmemiz; bunun için de, başta Yaya Derneği olmak üzere yaya haklarını savunan tüm örgüt, kesim ve bireylerin canla başla çalışması gerekmektedir.