Küçük Menderes Havzası Sürdürülebilir Kalkınma ve Yaşam Stratejisi (1)

Ali Rıza Avcan

Bugün ve bugünden sonraki günlerde inceleyip değerlendirmeye alacağımız yeni konumuz, 2016 yılı içinde İzmir Büyükşehir Belediyesi tarafından hazırlanıp 2017 yılının son aylarında tanıtımı yapılan Küçük Menderes Havzası Sürdürülebilir Kalkınma ve Yaşam Stratejisi belgesi olacak. 

Bilindiği üzere bu çalışma, 2014 yılında hazırlanan Yarımada Sürdürülebilir Kalkınma Stratejisi ile 2015 yılında hazırlanan Gediz-Bakırçay Havzası Sürdürülebilir Kalkınma Stratejisi‘nden oluşan bir üçlemenin son bölümünü oluşturuyor.

Böylelikle 9 ilçeyi (Balçova, Çeşme, Güzelbahçe, Karaburun, Menderes, Narlıdere, Seferihisar, Selçuk, Urla) kapsayan Yarımada, 7 ilçe (Aliağa, Bergama, Dikili, Foça, Kemalpaşa, Kınık, Menemen) ile Çiğli ilçesinin Gediz Deltası Sulak Alanı’ndan oluşan bölümünü kapsayan Gediz-Bakırçay Havzası ve 8 ilçeyi kapsayan (Bayındır, Beydağ, Kiraz, Menderes, Selçuk, Ödemiş, Tire, Torbalı) Küçük Menderes Havzası’nın sürdürülebilir kalkınmasını sağlayacak temel stratejilerin belirlenmesi çalışmaları tamamlanmış; böylelikle İzmir’in 30 ilçesinden 23’ü ile Çiğli ilçesinin Gediz Deltası Sulak Alanı’ndaki (Selçuk ilçesinin hem Yarımada hem Küçük Menderes Havzası çalışmasında yer almış olması dikkate alınmak suretiyle) sürdürülebilir kalkınmanın hangi ana tema, eksen (amaç), hedef ve faaliyetler (projeler) boyutunda hangi kurum, kuruluş ve işletmeler tarafından hangi sürelerde (kısa, orta, uzun) gerçekleştirileceği belirlenmiş olmaktadır.

İzmir’in 23 ilçesini ilgilendiren bu üç ayrı çalışmanın kendi aralarındaki farklılıklarıyla oluşturdukları bütünlüğün özellikleri ve kendi aralarındaki ilişkileri ayrı bir inceleme yazısının konusunu oluşturduğundan; biz şimdi bu üçüncü çalışmaya; yani Küçük Menderes Havzası Sürdürülebilir Kalkınma ve Yaşam Stratejisi çalışmasına yoğunlaşmakla yetineceğiz.

s598338

Genel olarak…

2016 yılının Aralık ayında basılmış olmasına karşın bizlere neredeyse bir yıl sonra yapılan tanıtım toplantısında dağıtılan Küçük Menderes Havzası Sürdürülebilir Kalkınma ve Yaşam Stratejisi kitabı toplam 395 sayfadan oluşuyor. 

İlk sayfasında da bu çalışmanın İzmir Büyükşehir Belediyesi için İzmir Yüksek Teknolojisi Enstitüsü (İYTE), Ege Üniversitesi (EÜ) ve Dokuz Eylül Üniversitesi (DEÜ) işbirliği içinde gerçekleştirildiği yazıyor.

Proje Ekibini ise İzmir Yüksek Teknolojisi Enstitüsü’nden (İYTE) Doç. Dr. Koray Velibeyoğlu (Proje Yöneticisi), Doç. Dr. Semahat Özdemir, Prof. Dr. Alper Baba, Öğretim Görevlisi Dr. Zeynep Durmuş Arsan, Yrd. Doç. Dr. H. Engin Duran; Ege Üniversitesi’nden (EÜ) Prof. Dr. Adnan Kaplan, Prof. Dr. Murat Boyacı, Prof. Dr. Yusuf Kurucu, Araştırma Görevlisi Dr. Nurdan Erdoğan, Araştırma Görevlisi Özlem Yıldız ve Dr. Tolga Esetlili; Dokuz Eylül Üniversitesi’nden (DEÜ) Doç. Dr. Orhan Gündüz oluşturuyor.

Bu ekibe İzmir Büyükşehir Belediyesi’nden Genel Sekreter Yardımcısı Barış Karcı, Strateji Geliştirme Dairesi Başkanı Serpil Ötücü, Strateji Geliştirme Şube Müdürü Özgür Akkavak, Asuman Türkmen Meral, Cem Kaya, Ece Özdil, Başak Mamaç, Onur Erbaş, Hamidreza Yazdani ve Aykut Uçar ise yardımcı olmuşlar.

Proje ekibi içinde yer alan akademisyenlerin eğitim düzeyleri ve uzman oldukları konuları dikkate aldığımızda bölgesel planlama ile ilgili hususların İzmir Yüksek Teknoloji Enstitüsü’nde (İYTE), tarım, peyzaj, jeoloji ve çevre ile ilgili hususların Ege Üniversitesi’nde (EÜ), çevre ile ilgili hususların Dokuz Eylül Üniversitesi’nde (DEÜ) görev yapan akademisyenler arasında paylaştırıldığı, çalışmanın lojistiği ile ilgili çalışmaların ise belediye yönetici ve çalışanlarına bırakıldığı anlaşılmaktadır.

Küçük Menderes Havzası Sürdürülebilir Kalkınma ve Yaşam Stratejisi belgesi, İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu imzalı bir “Önsöz” ve “Sunuş” yazısı sonrasında “Giriş“, “Küçük Menderes Havzası’nın Yapısal Durumu“, “Strateji Geliştirme ve Katılımcılık“, “Küçük Menderes Havzası Strateji Ağacı“, “Strateji Haritası, Gelişme Senaryosu ve Yönetişim” ve “Genel Değerlendirme ve Sonuç” başlıklarını taşıyan altı (6) bölümden oluşmakta olup; çalışmaya bir de “Kaynakça“, “Şekiller Listesi” ve “Tablolar Listesi” eklenmiştir.

Önsöz

İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu imzalı “Önsöz” yazısında Yarımada, Gediz-Bakırçay ve Küçük Menderes havzaları ile ilgili üç ayrı strateji çalışmasının toplam 20 ilçeyi kapsadığı belirtilmekle birlikte; bu ilçelerin sayısı, yukarıda da belirttiğimiz gibi Gediz Deltası Sulak Alanı nedeniyle dahil edilen Çiğli ilçesi dışında 23’dür. Aradaki bu üç (3) ilçelik farkın ise, Yarımada Sürdürülebilir Kalkınma Stratejisi‘ne daha sonra eklenmiş olan Balçova, Narlıdere ve Menderes ilçelerinden kaynaklandığı anlaşılmaktadır.  

0033Sunuş

Proje Ekibi tarafından yazılan “Sunuş” yazısında ise bu çalışma kapsamında yapılan ilçe halk çalıştayları, ufuk tarama çalıştayı, uzman paneli ve strateji paylaşım toplantılarına katılan toplam 867 katılımcıdan fikir ve değerlendirmeleri alındığı belirtilmiş olmasına karşın; bu çalışmaya ekli katılım listelerinin ayrıntılı bir şekilde incelenip analiz edilmesi sonucunda birden fazla kişinin birden fazla çalıştay, panel ve toplantıya katılmış olması nedeniyle toplam katılımcı sayısında yanlışlık yapıldığı, gerçek katılımcı sayısının isim isim hazırlanan listelere göre 637 kişi olduğu belirlenmiştir.

Devam Edecek…

 

Gediz-Bakırçay Havzası Sürdürülebilir Kalkınma Stratejisi (3)

Ali Rıza Avcan

İzmir Büyükşehir Belediyesi tarafından hazırlanıp uygulamaya konulan Gediz-Bakırçay Havzası Sürdürülebilir Kalkınma Stratejisi ile ilgili bu üçüncü ve son yazımızda, Gediz ve Bakırçay havzalarının İzmir il sınırları içindeki bölümleri için geliştirilen stratejik kalkınma konu, faaliyet ve projeleriyle kalkınma stratejilerinin uygulanması hakkındaki düşüncelerimizi sizlerle paylaşacağız.

I- Havza için önerilen stratejik kalkınma konu, faaliyet ve projeleri havzanın temel özellikleri dikkate alınarak belirlenmemiştir.

Gediz-Bakırçay Havzası Sürdürülebilir Kalkınma Stratejisi ile ilgili belgenin ayrıntılı bir şekilde incelenip irdelenmesi sonucunda bu çalışmaya katkıda bulunanların çok fazla sayıda kalkınma fikri/proje belirtmiş olmasına karşın; bu fikirlerin çatısını oluşturan kalkınma konularının bu havzanın temel özellikleri açısından yetersiz kaldığı görülmektedir.

Gediz-Bakırçay Havzası ülkemizin en büyük ve önemli sanayi, ulaşım ve lojistik bölgelerinden biri olmasına karşın sanayinin ve onun temel bileşeni olan ulaşım ve lojistiğin bu çalışma kapsamında ele alınmamış olması bu durumun en somut örneğidir.

Bu durumun ortaya çıkmasında, kalkınma teması olarak dikkate alınmayan “sanayi“, “ulaşım” ve “lojistik” gibi önemli konuların beraberinde gündeme getireceği “çarpık sanayileşme” ve “çevre kirlenmesi” gibi başka sorunların, yapılan tüm bu çalışmanın çocuksu iyimserliğini yok edecek tehlikeli ya da sakıncalı konular olarak görülmüş olması, etkili olmuş olabilir.

Belli ki, “varlık odaklı yaklaşım” yöntemi sayesinde bardağın dolu tarafını görüp göstermekten hoşlanan; böylelikle iktidar sahiplerinin sevdiği pembe dünyalar yaratmayı seven bir kısım akademisyen, ellerindeki bardağı kirletebilecek böylesine tehlikeli konulardan uzak durmayı tercih etmiş, böylelikle Gediz ve Bakırçay havzalarının en önemli, öncelikli ve tehlikeli sorunlarından uzak durarak hem kendilerini hem de İzmir Büyükşehir Belediyesi yöneticilerini rahatlatmışlardır. 

gediz_nehri

II- Sadece katılımcı fikirleri üzerinden kalkınma stratejileri oluşturmak kendi başına yetersiz bir yöntemdir.

Gediz-Bakırçay Havzası Sürdürülebilir Kalkınma Stratejisi, bu çalışmayı yapan akademisyenlerin kabullendiği “varlık odaklı yaklaşım” çerçevesinde, bu çalışmaya katılan paydaşlarca önerilen kalkınma fikirleri üzerinden hazırlanmıştır.

Oysa katılımcıların kendi içlerinde temsil yeteneği, anlamlılık ve yeterlilik açısından sorunlu olmasının yanısıra sadece onların aklına gelen bilgiler üzerinden bir varlık coğrafyası oluşturulması, bunun sağlıklı bir envanter bilgisi ile desteklenmemesi bilimsellik adına büyük bir eksiklik olarak kabul edilmelidir.

Oysa katılımcıların fikirlerinin alınması dışında tüm bölgenin tarihi, arkeolojik, ekonomik, toplumsal ve kültürel bir envanterinin hazırlanması; böylelikle o anda akla gelen ya da gelmeyen her bir varlığın ya da değerin dikkate alınması doğru bir çalışma yöntemi olur; böylelikle bu bölge ile ilgili esaslı bir envanter çalışmasının da elde edilmesi fırsatı yaratılmış olurdu.

 

III- İzmir Büyükşehir Belediyesi dışındaki diğer proje paydaşlarının varlık odaklı kalkınma fikirleri üzerinden geliştirilen faaliyet ya da projeleri hangi sürede nasıl yapılacağı belli değildir.

Gediz-Bakırçay Havzası Sürdürülebilir Kalkınma Stratejisi belgesinde, katılımcıların önerdiği varlık-odaklı kalkınma fikirleri üzerinden geliştirilen toplam 215 adet faaliyet ya da projenin hayata geçirilmesi görevi, “proje paydaşları” adı altında birden fazla resmi, sivil ve özel kurum ve kuruluş arasında paylaştırılmış; böylelikle İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin görev, yetki ve sorumluluk alanına girmeyen çoğu  faaliyet ya da projenin gelecekte ne olacağı sorusunun ucu açık bırakılmıştır. 

Ayrıca, İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin görev alanına giren faaliyet ya da projelerin İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin 2015-2019 dönemi ile ilgili Stratejik Planı ile ilişkisi kurulmadığı için stratejik planın kapsamı dışında kalan birçok faaliyet ya da projenin bütçe ve finans desteğine kavuşması mümkün olmamıştır.  

Gediz Nehri Islahı İzmir 1

IV- Stratejik konu ve faaliyetlerin belirlenmesinde büyük ölçekli işletmeler dikkate alınmamıştır.

Gediz-Bakırçay Havzası Sürdürülebilir Kalkınma Stratejisi belgesinin 280-307. sayfaları arasında yer alan “Tematik Strateji Belgelerinde Gediz Strateji Ağacı Hedeflerinin Konumlandırılması: Çok Katmanlı Gelişme Perspektifi” bölümünde İzmir Büyükşehir Belediyesi, ilçe belediyeleri, üniversiteler ve İzmir Ticaret Odası gibi kurumların stratejik planları dikkate alındığı halde; ülke ve bölge açısından büyük öneme sahip olan PETKİM, TÜPRAŞ ve ENKA gibi büyük sanayi kuruluşlarının strateji belgelerinin ya da gelişme hedeflerinin dikkate alınmadığı görülmektedir.

Şayet hazırlanan strateji belgesi devlet, özel sektör ve sivil toplum beraberliğini hedefleyen iyi yönetişim zihniyeti çerçevesinde düzenlemişse; bunun, özel sektör ayağının da; özellikle sermaye, bilanço ve insan kaynağı büyüklüğü ile ekonomik ve toplumsal etki açısından Dünya, Türkiye, Ege Bölgesi ve İzmir bölgesi ölçeğinde önemli olan özel kurum, kuruluş ve işletmelerle birlikte yapılması, bu sürece Gediz-Bakırçay Havzası’nın ekonomik, toplumsal ve kültürel yapısıyla doğasını büyük ölçüde etkileyen bu kurum, kuruluş ve işletmelerin de dahil edilmesi gerekirdi.

V- Stratejilerin uygulaması aşamasında proje paydaşları arasındaki dikey ve yatay ilişkiler dikkate alınmadığı görülmektedir.

Gediz-Bakırçay Havzası Sürdürülebilir Kalkınma Stratejisi’ çalışmasında 34 adet üst düzey ulusal planlama belgesi, 3 adet yerel fiziki plan ve 15 yerel tematik plan; toplam olarak 51 adet plan ve program belgesi ile ilişki ve uyum sağlanmasına çalışılmış; böylelikle İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin kendi görev, yetki ve sorumluluk alanında ‘iyi yönetişim’ ilkesi çerçevesinde 10 merkezi kuruluş ve 5 yerel kuruluşla işbirliği ve entegrasyonu öngörülmüştür.

aliaga-limanlariyla-buyuyor_1272_dhaphoto3

Öngörülen proje paydaşları merkezi yönetim düzeyinde Kalkınma, Ulaştırma, Kültür ve Turizm, Çevre ve Şehircilik, Enerji ve Tabii Kaynaklar, Milli Eğitim, Bilim, Sanayi ve Teknoloji, Orman ve Su İşleri, Gıda Tarım ve Hayvancılık bakanlıkları ile Yüksek Öğretim Kurulu’dur. Yerel düzeyde ise İzmir Ticaret Odası, Menemen ve Bergama belediyeleri ile Ege ve İzmir Kâtip Çelebi üniversiteleridir.

Ancak işbirliği ve entegrasyonla ilgili bu süreçte önerilen stratejilerin başarısı adına uygulayıcılar düzeyinde yatay, mekânsal ölçek düzeyinde de dikey entegrasyonun nasıl sağlanacağı hususu ayrıntılı olarak belirlenmemiş ve bir işletim modeli geliştirilmemiştir.

‘Sürdürülebilir Kalkınma Stratejileri’ ve İzmir (1)

Ali Rıza Avcan

İzmir Büyükşehir Belediyesi 2014 yılından bu yana, metropol olarak tanımladığımız kent merkezindeki 10 (Balçova, Bayraklı, Bornova, Buca, Çiğli, Gaziemir, Karabağlar, Karşıyaka, Konak, Narlıdere) ilçe dışında kalan diğer 20 ilçe için, bu ilçelerin içinde bulunduğu coğrafi havzaları dikkate alarak üç ayrı sürdürülebilir kalkınma stratejisi belgesi hazırladı.

001Bu belgeler sırasıyla, 2014 yılının Temmuz ayında yayınlanan Yarımada Sürdürülebilir Kalkınma Stratejisi, 2015 yılının Ağustos ayında yayınlanan Gediz-Bakırçay Havzası Sürdürülebilir Kalkınma Stratejisi, 2016 yılı Aralık ayında yayınlanan Küçük Menderes Havzası Sürdürülebilir Kalkınma ve Yaşam Stratejisi adlarını taşıyor.

Bu üç belge arasındaki en yenisi olan Küçük Menderes Havzası Sürdürülebilir Kalkınma ve Yaşam Stratejisi belgesi, 2016 yılı Aralık ayında yayınlandığı halde tanıtım toplantısı aradan tam 11 ay geçtikten sonra, 18 Kasım 2017, Cumartesi günü Havagazı Kültür Merkezi’nde yapıldı.

Üç farklı coğrafi havza için hazırlanan sürdürülebilir kalkınma strateji belgelerini incelediğimizde; ilk yayınlanan Yarımada Sürdürülebilir Kalkınma Stratejisi belgesinin 5 (Çeşme, Güzelbahçe, Karaburun, Seferihisar ve Urla), ikincisi olan Gediz-Bakırçay Havzası Sürdürülebilir Kalkınma Stratejisi belgesinin 7 (Aliağa, Bergama, Dikili, Foça, Kemalpaşa, Kınık, Menemen ve Çiğli’nin Gediz Deltası’nı barındıran bölümleri), üçüncüsü ve en sonuncusu olan Küçük Menderes Havzası Sürdürülebilir Kalkınma ve Yaşam Strateji belgesinin ise 8  (Bayındır, Beydağ, Kiraz, Menderes, Ödemiş, Selçuk, Tire, Torbalı) ilçeyi; her üçünün toplam 20 ilçeyi kapsadığı görülecektir.

Her üç strateji belgesini hazırlayan bilimsel kadroyu sıralamaya kalktığımızda proje yöneticiliğinin İzmir Yüksek Teknoloji Enstitüsü öğretim üyesi Doç. Dr. Koray Velibeyoğlu tarafından yapıldığını, proje ekibinde ise İzmir Yüksek Teknoloji Enstitüsü’nden Doç. Dr. Semahat Özdemir‘in, Prof. Dr. Alper Baba‘nın, öğretim görevlisi Dr. Zeynep Durmuş Arsan‘ın, Yrd. Doç. Dr. H. Engin Duran‘ın, Ege Üniversitesi’nden Prof. Dr. Adnan Kaplan‘ın, Prof. Dr. Murat Boyacı‘nın, Prof. Dr. Yusuf Kurucu‘nun, araştırma görevlileri Nurdan Erdoğan ile Özlem Yıldız‘ın, Dr. Tolga Esetlili‘nin, Dokuz Eylül Üniversitesi’nden Doç. Dr. Orhan Gündüz‘ün, Yarımada Sürdürülebilir Kalkınma Stratejisi için bu ekipten farklı olarak Prof. Dr. Hüsnü Erkan ile Araştırma Görevlisi Eser Afşar‘ın görev aldığını görürüz. 

002Yarımada Sürdürülebilir Kalkınma Stratejisi belgesi İzmir Kalkınma Ajansı (İZKA) tarafından hazırlattırıldığı halde Gediz-Bakırçay Havzası Sürdürülebilir Kalkınma Stratejisi ve Küçük Menderes Havzası Sürdürülebilir Kalkınma ve Yaşam Stratejisi doğrudan doğruya İzmir Büyükşehir Belediyesi tarafından hazırlattırılmıştır.

Yapılan bu çalışmaların fiziki boyutlarına gelince; Yarımada Sürdürülebilir Kalkınma Stratejisi belgesinin 283 sayfalık, Gediz-Bakırçay Havzası Sürdürülebilir Kalkınma Stratejisi belgesinin 421 sayfalık, sonuncu belge olan Küçük Menderes Havzası Sürdürülebilir Kalkınma ve Yaşam Stratejisi belgesinin de 396 sayfalık bir yayın olduğu; böylelikle toplam hacmi 1.100 sayfa olan bu üç ayrı belge ile İzmir’in 20 farklı ilçesinin üç ayrı coğrafi havza boyutunda sürdürülebilir kalkınma stratejilerinin belirlenmeye çalışıldığı görülür.

Her üç strateji belgesi de aynı akademik kadro tarafından hazırlandığı için havzalar ve ilçeler ölçeğindeki stratejilerin belirlenmesinde “varlık odaklı yaklaşım” adı verilen bir yöntem uygulanmış; böylelikle bu stratejileri belirleyenlerin kendi ifadesine göre “bardağın boş tarafı yerine dolu tarafı görülmeye” çalışılmıştır.

Her üç çalışmayı yapan akademik kadronun ifadesine göre üç ayrı havzanın bütüncül bir bakış açısı ile değerlendirilmesi ve havzalarda yer alan her bir ilçenin kendine özgü öncelikleri doğrultusunda yerelde kalkınması hedeflenmiştir. “Yöntem olarak aşağıdan yukarıya doğru ilerleyen, yerel varlıkları tanımlayıp bunun üzerinden varlık-odaklı kalkınma fikirleri geliştirmeyi hedefleyen bir yaklaşım benimsenmiştir. Ortaya konulan hedeflerin uygulanmasına kolaylık sağlayacak strateji haritası ve yönetişim boyutu da geliştirilmiştir.” (1)

Ancak mevcut varlıklar dışında mevcut olmayan varlıklara; yani yaşanan sıkıntı ve sorunlara, dolu yanla boş yanın diyalektik ilişkisi içinde bütüncül bir açıdan bakılmadığı; böylelikle strateji belgesini dikkate alacak yöneticilerin hoşuna gidecek sonuçlara ulaşıldığı için hazırlanan belgelerin plan olarak nitelenmesi mümkün olmamış, bu belgeleri hazırlayanlar da ortaya çıkan şeye “plan” demekten ısrarlı bir şekilde kaçınmışlardır.

003O nedenle, bu üç ayrı stratejik belge ile İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin 2015-2019 dönemine ait stratejik planı; ayrıca mevcut fiziki planları arasında bir ilişkinin kurulması ya da bir uyumun sağlanması şeklinde bir kaygının bulunmadığı görülmektedir.

2014-2016 döneminde İzmir’in 20 ilçesi için arka arkaya hazırlattırılan bu üç sürdürülebilir kalkınma strateji belgesi sonrasında artık bundan böyle atılacak dördüncü bir adım kalmadığına göre; yazımızın bundan sonraki bölümlerinde bu üç ayrı belgenin kendi içindeki çözümlemelerini yaparak aradan geçen üç yılın sonunda bugüne kadar nasıl bir uygulamaya konu olduklarını, bu halleriyle ne işe yaradıklarını ve gelecek için ne vaat ettiklerini ortaya koymaya çalışacağız.


(1) Küçük Menderes Havzası Sürdürülebilir Kalkınma ve Yaşam Stratejisi, İzmir Büyükşehir Belediyesi, Aralık 2016, İzmir, s.21

Devam Edecek…

Model mi, örnek mi yoksa yöntem mi? (1)

Ali Rıza Avcan

Uzun bir aradan sonra, yine İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin 2014 yılından bu yana İzmir’in bazı ilçelerinde uygulamakta olduğu tarımsal hizmetlerin gerçekten bir sürdürülebilir kalkınma modeli mi, yoksa kavramsal açıdan henüz model olma aşamasına gelmemiş, model olma olgunluğuna ulaşmamış bir “örnek” ya da bir “yöntem” mi olduğunu tartışmak isterim.

Çünkü, yine uzun bir süredir bu konuyla ilgili olanların konuyu kavramsal düşünmemeleri ve analitik bir şekilde ele alıp değerlendirmemeleri nedeniyle “model“, “örnek“, “yöntem” gibi sözcükleri birbirine karıştırarak, bu sözcüklerin gerçek etimolojik kaynaklarını bilmedikleri ve çoğu kez birini diğerinin yerine kullanarak bir kavram kargaşası yaşadıklarını görüyorum. İşte o nedenle, -çok iyi bilmekle birlikte- elimdeki tüm sözlüklere ve bilimsel kaynaklara bakarak bu birbiri yerine kullanılan sözcüklerin etimolojik kaynaklarıyla gelişimlerini dikkate alarak bilim ve konuşma dili itibariyle ne anlama geldiklerini araştırmaya çalıştım. 

Model” sözcüğü, Türk Dil Kurumu’nun 1981 tarihli Türkçe Sözlük bilgilerine göre “biçim” ya da “örnek” anlamına, Erkan Kiraz’ın Etimolojik Türkçe Sözlük, Kelime ve Köken isimli kitabına göre de Latince’de “Modus“, Fransızca’da “Model“, Türkçe’de de “tasarlanan ya da mevcut bir nesnenin küçük biçimi, mostra, örnek, manken” anlamına geliyor.

Hepimizin çocukluğundan hatırlayacağı gibi, “model” sözlüğünün benim yaşamıma girişi, annemin bana ve diğer aile üyelerine elbise dikmek için satın aldığı ya da arkadaşlarından edindiği Burda ya da Güler Erkan elbise kalıpları gibi moda dergilerinin ekinden çıkan ve katları açıldığında büyük bir kağıt üzerindeki elbise kesimlerini, diğer bir deyimle kalıplarını gösteren çizimleri görmemle olmuştur. Ardından da mahalle arkadaşlarıyla birlikte gidip Türk Hava Kurumu’ndan aldığımız planör yapım setlerinin içinden çıkan modellerle tanıştım ve yaptığım tüm planörlerde, özellikle A-2 modellerinde hep o çizimlere uymaya çalıştım.

22

O nedenle, “model” sözcüğü bana her yer, zaman ve koşulda aynı sonuca ulaşmak için önceden hesaplanıp belirlenmiş bir standardı hatırlatır.  O öyle bir standarttır ki, onu dikkate alıp örnek aldığımızda her yer, koşul ve zamanda aynı sonuca ulaşırız.  

Daha sonraları ise üniversite öğretimim sırasında toplumsal gerçekliğin anlaşılıp açıklanabilmesi için hazırlanan basitleştirilmiş analitik çerçevelere kısaca model denildiğini öğrendim. Karmaşık gerçekler ve bu gerçeklikler içinde yer alan ilişkiler modeller yardımıyla daha basit ve anlaşılabilir hale getirildiğini gördüm. Bu yönüyle gerçek hayattaki bir nesne, durum, düzenek ya da sistemin küçük ölçekli basit bir benzeri olan modellerin haritalara benzediğini düşünmeye başladım.

Çünkü haritalar yardımıyla bir coğrafyayı, geliştirilmiş modeller aracılığıyla da nesne, sistem ya da durumları kolaylıkla anlayıp tanıyabiliyorduk. Ancak nasıl haritalar coğrafyanın bütünüyle bir yansıması olmadığı gibi; modeller de kaçınılmaz olarak gerçekliğin birer çarpıtılıp bozulan hali olmaktan kurtulamıyorlardı. Karmaşık olan bir şeyi daha basit hale getirebilmenin kaçınılmaz bir sonucu olan bu bozulma veya kırılmanın, her şeye rağmen dünyayı anlamamıza yardımcı olduğunu görüp her işte, özellikle araştırma ve proje tasarımlarında modelleme yapmanın gerekli olduğunu savunmaya başladım.

Bu anlamda verdiğim tüm eğitimlerde ya da yönettiğim tüm projelerde hazırlanan modellerin, gerçekliğe ilişkin varsayımları olan kuramlardan hareketle ya da doğru verilere başvurularak iki şekilde geliştirilebildiğini, doğru verilerden hareketle oluşturulan modellerin de bir kuramsal çerçeveye oturtulmak zorunda olduğunu anlatmaya çalıştım. O nedenle de modeli haritaya, kuramı da haritayı onlar sayesinde çizdiğimiz doğru coğrafya bilgilerimize benzeterek, benden model istenmeyen işlerde bile kendi kafamın içinde bir model oluşturmaya çalıştım.

O nedenle, “model” adı verilen her şeyin, sırf ortaya çıktığı topraklarda değil, başka coğrafyalarda da uygulanıp başarılı olacak kadar iyi analiz edilmiş, doğru tasarlanmış ve doğru verilerle desteklenen bir yol haritası olduğunu iyi bilirim.

İşte o nedenle “model” olma sevdasındaki her şeyin iyi düşünülmüş, kuram tarafından desteklenen, o tarihe kadar ortaya atılmış diğer “model“lerden farklı, kendine özgü, her yer, zaman ve koşulda uygulanabilme ve sürdürülebilme özelliğine sahip, etkili bir düşünce bütünü olduğunu bilip bu özelliklere sahip olmayan girişimlere, “model” olma özelliklerine sahip olmadıkları için karşı çıkıp gerçek “model“in ne olduğunu anlatmaya çalışırım.

İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin 2014 yılından bu yana yürüttüğü tarım hizmetlerinin özgün, farklı ve sürdürülebilir bir bölgesel kalkınma modeli olup olmadığı ile ilgili tartışmada yanlışlıkla kullanıldığını düşündüğüm “model” sözcüğünün yerine kullanılmasını önerdiğimiz diğer bir sözcük ise “yöntem” sözcüğüdür.

Yöntem” sözcüğü, Türk Dil Kurumu’nun 1981 tarihinde yayınladığı Türkçe Sözlük bilgilerine göre “bir amaca ulaşmak için tutulan düzenli yol, sistem, usul, bir gerçeğe erişmek için tutulan mantıklı düşünme yolu, metot“, Erkan Kiraz’ın Etimolojik Türkçe Sözlük, Kelime ve Köken isimli kitabına göre de “metot, usul, tarz, yol, yordam” anlamına geliyor.

3ds_max_sise_modelleme

Bu tartışmada kullandığımız sonuncu sözcük ise, Türk Dil Kurumu’nun 1981 tarihinde yayınladığı Türkçe Sözlük bilgilerine göre “bir bütünün niteliğini anlatmak için ondan ayırıp verdikleri küçük parça; biçim, şekil, bir şeyin benzeri, tıpkısı; anlatılmak istenen bir düşünceyi açıklamak için ileri sürülen ve onu bir olay durumunda ortaya koyan söz, misal; en iyi tipte olan” anlamına gelen “örnek” sözcüğü.

Seri yazımızın bundan sonraki bölümlerinde, İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin 2014 yılından sonra, özellikle de 2015 ve 2016 yıllarında yoğun olarak gerçekleştirdiği sürdürülebilir kalkınma odaklı hizmetlerinin, anlamlarını, açıkladığımız bu sözcüklerden hangisine uygun olduğunu; bir “model” mi yoksa başka belediyelere “örnek” olacak bir “yöntem” mi olduğunu tartışıp; analitik düşüncenin önemiyle şimdiye kadar yapılıp uygulananlara doğru bir ad vermenin ne anlama geldiğini göstermeye çalışacağız.

Devam Edecek…

 

 

 

Ekolojik Emperyalizm

Emperyalist kapitalizm günümüzde ekolojik emperyalizm aşamasına gelmiştir. Artık sermayenin tek amacı kendini büyütmektir. Sermaye için doğa sadece hammadde deposudur. Yaşamsal unsurlar da yatırım yapılması gereken birer kâr kaynağıdır.

Harry S. TRUMAN’ın 20 Ocak 1949’da Başkan olarak göreve gelirken yaptığı konuşma, bu sürecin politik başlangıcı olarak kabul edilebilir:

Az gelişmiş bölgelerin geliştirilmesi ve ekonomilerinin büyütülmesi için bilimsel ilerlememizi ve endüstriyel gelişmemizi yeni bir cesur programla bu bölgelere sunmamız gerekiyor… Eski emperyalizmin başka ülkelerden kâr elde etmesi gibi bir anlayışın bizim programımızda yeri yoktur. Bizim tasarladığımız… bir kalkınma programıdır

ABD kalkınmacı retoriğe sarılarak, komüncülüğün yayılmasının önünü kesmek ve Amerikan yatırımlarının önünü açmayı amaçlıyordu. Bunun için de MARSHALL Yardımı devreye sokuldu. Bu yardım, tulumbaya verilen bir maşrapa su gibiydi. Bu yardımı verdikten sonra, yardım edilen ülkenin tulumbasından istediğiniz kadar su çekebilirdiniz.

_live-simplygrif1960’ların sonuna gelindiğinde “kalkınma” ile ilgili söylemle, gerçekleşenler arasındaki uyumsuzluk ortaya çıkmış bulunuyordu. Beklentilerin aksine yoksulluk, işsizlik ve açlıkla birlikte “doğal tahribat” da ilk kez gündeme geliyordu. Bu koşullarda artık “kalkınma” kavramı önüne bir başka sözcük eklenerek kullanılmalıydı.

“Sürdürülebilir Kalkınma” son dönemde en uygun bulunan ve kullanılan sıfattı. Birleşmiş Milletler Dünya Çevre ve Kalkınma Komisyonu’nca hazırlanan bir raporda: “Sürdürülebilir kalkınma, en genel anlamıyla karar vermede ekonomik ve ekolojik düşünceleri bütünleştirme ana teması ile bugünün gereksinimlerini ve beklentilerini geleceğin gereksinim ve beklentilerinden ödün vermeden karşılamanın yollarının aranması” olarak tanımlandı.

İlk bakışta içerdiği bütün ‘iyi’ (!) niyete karşın sürdürülebilir kalkınma kavramı da uygulamaya yönelik taşıdığı belirsizlikler ve muğlâklık nedeniyle, gelişmiş Kuzey ülkelerinde ve geri kalmış, sömürülen Üçüncü Dünya ülkelerinde tamamıyla farklı sonuçlar doğurmaktaydı. Çevre sorunları açısından ise iki önemli sonucu vardı:

1. Üretim için gerekli kaynakların Üçüncü Dünya ülkelerinden Kuzey ülkelerine aktarılması: Sömürgen ülkeler, bu sömürgeci politikaları gereği olarak, kendi ülkelerinde doğal kaynakların hammadde olarak dışalımını özendiriyorlardı. Örneğin, OECD ülkelerinde çeşitli hammadde dışalımlarına uygulanan ortalama gümrük vergisi oranları şöyledir: Bakırda; bakır cevheri ve konsantresi % 0, bakır tel % 4,6, bakır boru ve tüpler % 4,12, bakır mutfak eşyası % 3,98’dir. Alüminyumda cevher ve konsantresi % 0, hurda olmayan metal % 4,10, tel % 6,13, masa ya da mutfak eşyası % 5,83’dir. Bu oranlar petrol için % 0,00 reçine, politerpen için % 7,00, naylon kumaş için % 8,47, PVC için % 7,52, polikarbonatlar için % 7,84. Bu dağılım çinko, kalay, nikel, kurşun için de benzer bir görünümdedir.

2. Çok su ve enerji gerektiren yatırımlarla eskimiş teknolojilerin ve sömürgen ülkelerde toplumsal tüketim ve endüstriyel üretim sonucu oluşan atıkların üçüncü dünya ülkelerine aktarılması. (Madencilik, gemi sökümü, demir-çelik, deri sanayi, çimento, kültür balıkçılığı vb) Anlaşılacağı gibi, yeni sömürgeciler, sömürdükleri ülkelerim madenlerine el koymaktadırlar. Tüm ülke ulusal gelirinin içinde, maden dış satışlarından elde edilen gelirin oranı ne kadar yüksekse, o ülke o kadar geri kalmış demektir. Örneğin, Bostwana’da elde edilen tüm ulusal gelirin % 35,1’i maden dış satışlarından elde edilmektedir. Bu ülkenin dünya insani gelişmişlik sırasındaki yeri de 122’liktir. Bu veriler Sierra Leone için % 28,9 pay ve 174. sırada; Zambiya için % 26,1 ve 153. sıradadır.

Madenlerimizi çıkartıp, satmakla zengin olacağımızı düşünmek ham bir hayâldir. Bu sömürgecilerin propagandası sonucu oluşturulmuş bir önyargıdır.

Sömürgeci devletler bu sömürü düzenini sürdürebilmek için, sömürdükleri üçüncü dünya ülkelerini gittikçe derinleşen bir dış borç çıkmazına sürüklemekte, Kuzey’den üçüncü dünya ülkelerine kaynak akışını zorunlu hâle getirmektedirler. Bu koşullar altında güney ülkeleri çareyi ellerindeki doğal kaynakları pazarlamakta aramaktadırlar.

kizilderililer-05Delaware Kabilesi Reisi Okanıcon, “Biz, Büyük Ruh’un bizim için yarattığı şeylerden hoşnuttuk. Onlar ise değildi. Uygun bulmazlarsa ırmakları, dağları bile değiştiriyorlardı” demişti. Bugün Filipinler Hükümeti’nce Fortune dergisine, böyle bir ilân verilmektedir: “Sizin gibi şirketleri çekebilmek için dağlarımızı düzledik, ormanlarımızı tıraşladık, nehirlerimizin yollarını değiştirdik, şehirlerimizi kaydırdık… Tüm bunlar sizin için, şirketleriniz için, burada Filipinler’de daha kolay, daha kârlı iş yapabilmeniz için.

27 Temmuz 2009 tarihli Der Spiegel Dergisinin haberinden: “Türkiye Tarım Bakanı Çin, Japon, Suudi Arabistan ve Körfez ülkelerine sesleniyor: “Gelin, beğenin, Türkiye’den istediğiniz toprağı alın.” Geri ve kirli teknolojilerini ihraç ediyorlar, iç savaşları kışkırtıyorlar. Bu anlayışlarıyla yaptıkları yatırımlarla sömürgeci devletler ve korudukları şirketler, son 30 yılda dünyanın yaşam kaynaklarının yüzde 30’unu yok etmişlerdir.

Teknolojinin sunduğu olanakların, doğanın sınırları içinde kalması gereklidir. Yaşam yoksa kalkınmanın ne anlamı olabilir ki?

İnsanlar sermayenin çıkarları için köleleştiriliyorlar. Hatta köleleştirilmiyorlar bile; kullanılıp atılıyorlar. Bu koşullarda seçimimiz hangisi olacak? Sermayece kullanılıp atıldığımız düzeni mi, yoksa insanca yaşayabileceğimiz; özgürlükçü, eşitlikçi, sınıfsız, doğanın kabul edebileceği sınırlar içinde yaşamsal ve zorunlu toplumsal gereksinimler için üretim ve tüketim yapılan eko-komünal bir düzen mi?