Yanlışlardan yanlış beğen – Yanlış 3

Ali Rıza Avcan

İzmir Büyükşehir Belediyesi tarafından 2014 yılından bu yana sürdürülmekte olan tarım ve hayvancılık hizmetlerinin tanıtımı amacıyla gerek belediyenin hazırladığı haber bültenlerinde gerekse belediye bültenlerini birebir kullanarak haber yazıp yorum yapan gazetecilerin dile getirip tekrarladıkları yanlışları bir bir ortaya koymaya devam ediyoruz.

Bu çerçevede bugün dile getireceğimiz üçüncü önemli yanlış, İzmir Büyükşehir Belediyesi tarafından “sözleşmeli üretim” yöntemi ile alım yapılan kooperatiflerin; dolayısıyla İzmir’deki kooperatiflerin gösterdiği gelişmeyle ilgili olduğu için hem yazılıp söylenenleri hem de bu işin doğru olan yanlarını anlatmaya çalışacağız:

YANLIŞ 3

Bunlar da kooperatifçilikdeki büyümenin rakamları

Kırsalda üretim yapan küçük ölçekli aile işletmelerinin üretime devam etmesini sağlamak amacıyla tarımsal kalkınma koopreratiflerini ve üretici birliklerini destekleyen İzmir Büyükşehir Belediyesi, bu anlamda da önemli bir başarı sağladı. İzmir’in yerel yönetimi “Süt Kuzusu” projesi ile dağıttığı sütü, ihtiyaçlı ailelere dağıtılan gıda paketlerine konulan ürünleri (peynir, lor, kaşar, zeytin yağı, bal vb.), park ve bahçeler için fidan, fide, çiçek ihtiyacını ve kırsalda üreticiye dağıttığı meyve fidanlarını 2007 yılından beri üretici kooperatiflerinden karşılıyor. İlk kez İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin uyguladığı “Sözleşmeli Üretim” modeli üreticinin ürününe alım garantisi sağlarken, kooperatiflerin alt yapılarını ve üretim tekniklerini geliştirip üretim kapasitelerini de arttırdı.

İzmir Büyükşehir Belediyesi 2007 yılından bugüne kadar işbirliği içerisinde olduğu ve sözleşmeli üretimde alım yaptığı Tire Süt Kooperatifi, Bayındır Çiçekçilik Kooperatifi, Bademli Fidancılık Kooperatifi, İğdeli Tarımsal Kalkınma Kooperatifi ve Bademler Tarımsal Kalkınma Kooperatifi’ne toplamda 263 milyon 400 bin TL. ödeme yaptı.

İzmir’deki üretici kooperatiflerinin üye sayılarında yüzde 161 oranında artış yaşanırken, kooperatiflerdeki çalışan sayısı ise yüze 616 oranında arttı.

Büyükşehir Belediyesinin desteklediği kooperatiflerin toplam ürün yelpazesinde yüze 225 büyüme sağlandı.

Sözleşmeli alım yapılan kooperatiflerin 2007 yılı toplam cirosu ile 2016 yılı toplam cirosu arasındaki artış oranı ise yüze 658 olarak gerçekleşti. Bayındır ilçesinde yıllara göre süs bitkileri üretimine başlayan işletme sayılarına baktığımızda, 1990 öncesinden 2010 yılına kadar 20 yıldan fazla sürede 419 işletme faaliyete geçti. 2010-2015 yılları arasındaki 5 yılda ise 314 yeni işletme kuruldu.

İzmir büyüyor

İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin destekleriyle tarım sektöründe yakalanan ivme, rakamlara da çok açık bir şekilde yansıyor. İşte İzmir’in yerel yönetiminin tarıma yaptığı katkının sonuçlarını yansıtan iki çarpıcı örnek:

Türkiye’de tarım sektörü 2002-2014 yılları arasında yüzde 2,1 oranında büyürken, İzmir’de bu büyüme yüzde 5,3 olarak gerçekleşti.

Son 10 yılda Türkiye’deki süt üretimi yüzde 150 artarken, bu rakam İzmir’de yüzde 240’a, sadece Tire ilçesi özelinde ise yüzde 440’a ulaştı.”

Kaynak: İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin “Tarımda İzmir Mucizesi” başlıklı 27 Haziran 2017 tarihli haber bülteni.

Aynı ifadelere kelimesi kelimesine aynı olmak ve üzerine herhangi bir yeni bilgi ilave edilmemek suretiyle, Ali Ekber Yıldırım tarafından yazılıp Dünya Gazetesi’nin 6 Temmuz 2017 tarihli nüshasında yer alan “Tarımda ithalatın alternatifi, İzmir Modeli” isimli makalede de yer verilmiştir.

DOĞRU 3

Bu anlatımda yer alan yanlışlara verilecek doğru yanıt ya da uyarıları ise şu şekilde sıralayabiliriz:

A. Sözleşmeli Üretim” modeli ilk kez İzmir Büyükşehir Belediyesi tarafından değil, 2006 yılında kabul edilen 5488 sayılı Tarım Kanunu uyarınca resmiyet kazanmış ve ülkedeki ya da bölgedeki yerli ve yabancı şirket tarafından uygulanmaya başlamıştır.

Bilindiği üzere “Sözleşmeli Üretim” kavramı, küresel sermayenin uluslararası kuruluşları olan Dünya Bankası (DB), Uluslararası Para Fonu (IMF), Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ) ve Birleşmiş Milletler Dünya Gıda Örgütü (UN-FAO) gibi kuruluşlarının, 2001 tarihli Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı uyarınca düzenlettikleri 18.04.2006 tarih, 5488 sayılı Tarım Kanunu’nun “Tanımlar“la ilgili 3. maddesinin (h) fıkrasında; “üretici ve yetiştiriciler ile diğer gerçek ve tüzel kişilerin karşılıklı menfaat esaslarına dayalı yazılı akitlerle üretilen tarımsal üretim şekli” olarak tanımlanmıştır.

Ayrıca aynı kanunun “Sözleşmeli Üretim” başlıklı 13. maddesindeki hükümlerle düzenlenmiştir:

Madde 13 – Bakanlık, tarım sektöründe sözleşmeli üretimin geliştirilmesi ve yaygınlaştırılması için gerekli düzenlemeleri yapar. Sözleşmeli üretimi özendirmek üzere üreticiler bu Kanunla belirtilen desteklerin verilmesinde öncelik tanınır.

Ardından hızını alamayan Tarım, Gıda ve Hayvancılık Bakanlığı hazırladığı  metni, “Sözleşmeli Üretim İle İlgili Usul ve Esaslar Hakkında Yönetmelik” adıyla 26.04.2008 tarih, 26858 sayılı Resmi Gazete’de yayınlayarak yürürlüğe koymuştur.

Ancak “sözleşmeli üretim”le ilgili hukuki düzenlemelerin 2006-2008 döneminde gerçekleştirilmiş olması, bu tür bir üretim ilişkisinin bu tarihlerden önce hiç uygulanmadığı anlamına da gelmez. Nitekim İzmir’in Kemalpaşası’nı, oradaki Kütaş fabrikası hakkında bilgisi olanlar ya da Avrupalı firmaların 2000’li yılların başından bu yana Kemalpaşa’nın meşhur Napolyon kirazı için üreticilerle bu tür sözleşmeler yaptığını bilenler, köylüyü zaman içinde proterleştirecek bu uygulamanın İzmir ve çevresinde yaygın bir şekilde uygulandığını, sanırım en kısa sürede bu metni yazanlara ayrıntısıyla anlatacaktır.

Bu anlamda, Korkut Boratav, Erdinç Yeldan, Çağlar Keyder, Zafer YenalGökhan Günaydın, Necdet Oral ve Nevzat Evrim Önal gibi aklı başında yurtsever bilim insanlarıyla uzmanların Türkiye’deki köylülüğün sonunu getirecek yöntem olarak gördükleri “sözleşmeli üretim“in ilk kez kendileri tarafından uygulandığını ifade etmek bir belediye için; özellikle de CHP’li bir belediye için bir övünç nedeni değil, doğrudan doğruya bir utanç kaynağıdır.

Kooperatif 001

B. Bayındır, Ödemiş, Tire ve Urla ilçelerinde faaliyet gösteren beş ayrı, sayıları ve ortak sayıları her geçen gün azalan kooperatiflerin arasında yer alan beş kooperatif olup bunların dışında kalan tarımsal amaçlı üretici kooperatiflerinin bu alımlardan bir menfaati olmamıştır.

İlhan Tekeli tarafından düzenlenmiş olan  Haziran 2016 tarihi “İzmir İli-Kenti İçin Bir Tarımsal Gelişme ve Yerleşme Stratejisi” isimli raporda, 2014 yılı itibariyle İzmir’deki tarımsal amaçlı kooperatiflerin sayısı 163, sulama kooperatiflerinin sayısı 100, su ürünleri kooperatiflerinin sayısı 47, faal kooperatif birliği sayısı 4, ortak sayısı 92.909, yetiştirici birliği sayısı 3 ve üretici birliği sayısının da 28 olduğu belirtilmektedir. (1)

Ayrıca Gümrük ve Ticaret Bakanlığı verilerine göre İzmir’deki tüm kooperatiflerin sayısı 2014 yılında 449 iken bu sayı 2015 yılında 426’ya inmiş;  ortak sayıları da 2014 yılında 102.582 iken 2015 yılında 98.091 olmuştur. Bu istatistik verileri içinde  kooperatif türlerine göre bir ayrım yapılmadığından; ayrıca bu verilere Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı’na bağlı tarımsal amaçlı kooperatiflerle Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’na ait yapı kooperatifleri dahil edilmediğinden bakanlık ya da TUİK verilerine göre İzmir’de türlerine göre kaç adet kooperatif olduğu güvenilir ve geçerli bir şekilde bilinememektedir.

Durum bu olmakla birlikte, binlerce kooperatife sahip, en azından İlhan Tekeli‘nin ifade ettiğine göre 2014 yılı itibariyle 163 adet tarımsal amaçlı kooperatifin bulunduğu İzmir’de, süt, yoğurt, peynir, fidan, çiçek, zeytinyağı gibi sosyal amaçlı alımlar nedeniyle hangi ölçüye göre belirlendiği bilinmeyen bu beş kooperatif üzerinden bir başarı öyküsünün yazılmış olması yanıltıcı ve yadırgatıcıdır.

Hele ki bu kooperatiflerin, Bayındır, Ödemiş ve Tire gibi CHP’nin son yıllarda zorlandığı; hatta seçim kaybettiği ilçelerde faaliyette bulunuyor olması da hem belediye hizmetlerinin tarafsızlığı hem de yapılan siyasi tercihler ve bu tercihlerin olumsuz sonuçları açısından oldukça düşündürücüdür.

C. 2014 yılından bu yana yapılan tarım ve hayvancılık hizmetlerinin ulaştığı başarı, verilen desteklerle doğal olarak gelişen, daha doğrusu gelişmesi beklenen bazı kooperatiflerin ortak ve üretim sayılarındaki artışlar üzerinden değil; tüm İzmir’e ya da en azından kooperatiflerin bulunduğu ilçelere ait resmi tarımsal kalkınma kriterler ve istatistikleri üzerinden ölçülmeli, “Son 10 yılda Türkiye’deki süt üretimi yüzde 150 artarken, bu rakam İzmir’de yüzde 240’a, sadece Tire ilçesi özelinde ise yüzde 440’a ulaştı.” gibi yalan yanlış bilgilere başvurulmamalıdır. 

Bu tür konulardaki başarının kriteri, onca kooperatif arasından hangi gerekçe ile seçtiğiniz kooperatifin tek başına gösterdiği başarı üzerinden değil; bu hizmetlerin yöneldiği İzmir geneli ya da o ilçenin özelindeki istatistikler üzerinden belirlenir.

Örneğin, sütü, sütten yapılan yoğurdu, peyniri, ayranı eğer Tire’deki bir kooperatiften alıyorsanız bunun başarı ölçüsü, o seçimi yaparak ihya ettiğiniz kooperatif üzerinden değil İzmir’in ya da Tire’nin ürettiği süt ve süt ürünleri miktarındaki artışlar olmalıdır.

Şayet bu başarıyı belediyenin “İzmir’de süt üretimi yüzde 240’a, sadece Tire ilçesi özelinde ise yüzde 440’a ulaştı” iddiası üzerinden araştıracak olursak; 2007 yılından bu yana yapılacak sosyal yardımlar için süt ve süt ürünleri alımlarının yapıldığı Tire ilçesi ve Sınırlı Sorumlu Tire Süt Mahsulleri Tarımsal Kalkınma Kooperatifi örneği üzerinden örneklemeye kalkarsak, aşağıdaki tablo ve grafiklere bakmamız bize oldukça önemli bilgiler verecektir.

Türkiye, İzmir ve İlçeleri Süt Üretimi Tablo 2007-2016Türkiye, İzmir ve Tire Süt Üretim Grafiği 2007-2016

Bu tablo ve grafiklerin incelenmesinden de görüleceği gibi, ilk tabloda 10 yıllık 2007-2016 döneminde Türkiye, İzmir ve Tire ilçesindeki süt üretimi artışlarını görmemiz mümkündür. Buna göre 2007-2016 döneminde ülkemizdeki süt üretiminin 2007 yılını (100) kabul edersek Türkiye İstatistik Kurumu ile Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı’nın İzmir İl Müdürlüğü verilerine göre 2016 yılı itibariyle % 49,95; İzmir’deki süt üretiminin % 57,82; Tire’deki süt üretiminin de 73,04 oranında arttığını görürüz. 

Hazırladığımız grafikte de görüleceği üzere, Tire’deki süt üretimi artışı İzmir ve Türkiye ortalamalarının üstünde olmakla birlikte; bu artışı miktar olarak daha fazla süt üreten Ödemiş ilçesindeki % 111,64 oranındaki artışla mukayese ettiğimizde durumun hiç de söylendiği ya da yazıldığı gibi olmadığı ortaya çıkacaktır.

Tümüyle Türkiye İstatistik Kurumu ile İzmir Gıda, Tarım ve Hayvancılık İl Müdürlüğü’nün resmi istatistikleri dikkate alınarak hazırlanan bu verilere göre, Tire ilçesinde, dolayısıyla da bu ilçenin en büyük kooperatifi olan Sınırlı Sorumlu Tire Süt Mahsulleri Tarımsal Kalkınma Kooperatifi’nde İzmir ve Türkiye ölçeğine göre daha fazla süt üretilmiş olmakla birlikte, bu artışlar hiçbir zaman iddia edildiği boyutlarda olmamıştır.

D. 2014 yılından bu yana beş ayrı kooperatiften yapılan mal alımlarının sadece o kooperatiflerin ortak, üretim miktarı ve üretim yelpazesi üzerinden değil; aynı zamanda o kooperatiflerin demokratik ve katılımcı yapılanmaları açısından değerlendirilmesi gerekir. 

Alımların yapıldığı kooperatiflerin gerek bu alımlar öncesinde gerekse sonrasında nasıl demokratik ve katılımcı bir özelliğe sahip olduğu ya da bu konuda nasıl bir gelişme gösterdiği de şimdilik bilinmemektedir.

Çünkü her şeyden önce bu kooperatiflere ait İnternet sayfalarına baktığınızda kooperatiflerin ortaklık yapısına, yönetim şekline, mali performansına, bilanço, kar-zarar durumlarına, kurdukları şirketlere ilişkin herhangi resmi bir bilgiye ulaşamıyoruz. Hatta kaç adet ortağa sahip olduğunu bile öğrenemiyorsunuz. Sadece “yaklaşık şu kadar ortağa sahibiz” gibi genel geçer ifadeleri görebiliyorsunuz.

Ayrıca, kooperatiflerle ilgili bilimsel literatürde sıkça söylendiği gibi bu kooperatiflerin gerçekten demokratik, katılımcı, şeffaf, hesap verebilir bir yapıya mı yoksa giderek çok ortaklı bir şirkete mi dönüştüklerini anlayamıyorsunuz.

Ödemiş ve Tire çevresindeki üreticilerden, çiftçilerden, kooperatif ortaklarından; hatta yerel siyasetçilerden öğrendiklerimiz de bu kuşkularımızı doğruluyor.

İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı ise kooperatiflere devamlı daha çok ortağa sahip olmalarını, birleşip büyümelerini öneriyor. Bunun dışında önerdiği bir politika ve strateji ya da model yok. 

Oysa vakit artık “birleşip büyüyün” demek için çok geç. Neo-liberal kapitalizmin bu çağında artık eskinin o demokratik kooperatiflerinden söz etmek, çareyi birleşip büyümekte bulmak pek mümkün değil. Çünkü artık kooperatifler de kapitalizmin beklenti ya da zorlamalarıyla değişip dönüşüp paylarına düşeni alıyorlar. Yapılanmaları, işleyişleri ve piyasa içindeki rekabetçi konumlarıyla adeta kooperatif olmaktan çıkıp çok ortaklı şirketlere, hatta holdinglere dönüşüyorlar. Birçok önemli işi kooperatif içinde yapmaktan vazgeçip kurdukları şirketler eliyle yürütmeyi alışkanlık haline getiriyorlar. Ömürleri ise, İzmir Büyükşehir Belediyesi gibi büyük kurumların bir anlamda sübvansiyon anlamına gelen koruyucu, kollayıcı ve siyasi anlamda sonuç almayı hedefleyen destekleriyle bir süre daha devam ediyor. Desteklenmeyenler ise resmi istatistiklerin de söylediği gibi yavaş yavaş ömürlerini doldurup dağılıyor, yok oluyorlar….

Verimlilik 001

Evet, nerede kalmıştık?

Köylülüğü bitirmenin en iyi yöntemi olan “Sözleşmeli üretim“le yapılan alışverişler acaba hem köylülüğü hem de kooperatifçiliği mi öldürüyor, ne dersiniz?

E. Ayrıca “Türkiye’de tarım sektörü 2002-2014 yılları arasında yüzde 2,1 oranında büyürken, İzmir’de bu büyüme yüzde 5,3 olarak gerçekleşti” şeklindeki yanlış değerlendirmede kullanılan “tarım sektörünün büyümesi” ile neyin anlatılmak istendiği ve bu istatistiklerin hangi kaynaktan alındığı da açıklanmalıdır. 

Çünkü gıda, tarım ve hayvancılıkla ilgili resmi istatistikleri hazırlayan Türkiye İstatistik Kurumu ve Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı gibi kurumlar “tarım sektörünün büyümesi” gibi bir veri değeri kullanmayıp; tarım sektörünün büyümesini ortaya koyacak kriter ya da veri olarak bitkisel ve hayvansal üretim miktarları, üretim değeri, tarımsal işgücü kullanımı, istihdam, tarımsal katma değer, işgücü ve arazi verimliği gibi farklı veri setlerini kullanmaktadır.

Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı ile Türkiye İhracatçılar Meclisi’nin her yıl yayınladığı tarım raporlarıyla Ziraat Mühendisleri Odası eski genel Başkanı Gökhan Günaydın‘ın 2006 yılında yazdığı “Türkiye Tarım Sektörü” başlıklı makalede de görüleceği gibi, tarım sektörünün gelişimi bu şekilde değil; değişik veri setleri ya da değişkenler üzerinde ifade edilmektedir. (2)

O nedenle ifade edilen bu “tarım sektörü büyüme oranı” ile neyin anlatılmak istendiği ve bu verilerin hangi güvenilir kaynaktan alındığı bir an önce açıklanmalı ya da bu şekilde güvenilir ve geçerli olmayan yanlış veriler üzerinden halkın kandırılması eyleminden vazgeçilmelidir.


(1) Tekeli, İlhan (2016) “İzmir İli-Kenti İçin Bir Tarımsal Gelişme ve Yerleşme Stratejisi“, s.72

(2) Günaydın, Gökhan (2006) “Türkiye Tarım Sektörü“, Tarım ve Mühendislik, Sayı: 76-77, 2006

Yanlışlardan yanlış beğen – Yanlış 2

Ali Rıza Avcan

İzmir Büyükşehir Belediyesi tarafından 2014 yılından bu yana sürdürülmekte olan tarım ve hayvancılık hizmetlerinin tanıtımı amacıyla gerek belediyenin hazırladığı haber bültenlerinde gerekse belediye bültenlerindeki bilgiler üzerinden haber yazıp yorum yapanların dile getirip tekrarladıkları yanlışları bir bir ortaya koymaya devam ediyoruz.

Bu çerçevede bugün dile getireceğimiz ikinci önemli yanlışı; ülke kırsalındaki nüfusun gerçekten azalıp azalmadığı konusuyla İzmir kırsalındaki nüfusun hangi nedenlerle arttığını ele alıp bunun gerçek nedenlerini; yani doğruları söylemeye devam edeceğiz.

YANLIŞ 2

* Türkiye’de düştü, İzmir’de yükseldi

İzmir’deki kırsal kalkınmayı destekleyen önemli bir veri de, tarımsal istihdamın nüfusa oranı oldu. İzmir Çalışma ve İş Kurumu Müdürlüğü verilerine göre, Türkiye’de 2015 yılında yüzde 20,6 olan bu oran 2016’da yüzde 19,5’e düştü. İzmir’de ise Türkiye genelinin aksine tarımsal istihdamın nüfusa oranı aynı dönemde 9,9’dan yüzde 10,5’e yükseldi. Yani Türkiye genelinde düşen oran İzmir’de yükselişe geçti. İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin kırsala yaptığı destek ve yatırımların amacına ulaştığı bu verilerle de doğrulandı.

2007 yılında İzmir’in toplam nüfusu 3 milyon 739 bin dolaylarındayken, kırsal olarak tanımlanan 19 ilçede yaşayan nüfus 1 milyon 89 bin civarındaydı. Bundan 10 yıl önce İzmir nüfusunun yüzde 29,14’ü kırsalda yaşıyorken, bu oran 2010 yılında yüzde 29,40’a, 2015 yılında yüzde 30,60’a, 2016 yılında ise yüzde 30,70’e yükseldi.

Kırsalda ekonominin canlanmasının nüfus hareketlerine etkisini gösteren bir başka veri ise şöyle:

2016 yılı Türkiye geneli nüfus artış oranı Yüzde 1,35

İzmir’in nüfus artış oranı Yüzde 1,32

İzmir kırsalındaki (19 ilçe) nüfus artış oranı Yüzde 1,59.

Tüm bu veriler “Kırsal Kalkınmada İzmir Modeli”nin hedefine ulaştığını gösteren lumlu sonuçlar olarak dikkat çekiyor.”

Kaynak: İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin “Tarımda İzmir Mucizesi” başlıklı 27 Haziran 2017 tarihli haber bülteni.

* İzmir’deki kırsal kalkınmayı destekleyen önemli bir veri de tarımsal istihdamın nüfusa oranı oldu. İzmir Çalışma ve İş Kurumu Müdürlüğü verilerine göre, Türkiye genelinin aksine tarımsal istihdamın nüfusa oranı aynı dönemde 9,9’dan yüze 10,5’e yükseldi. Yani Türkiye genelinde düşen oran İzmir’de yükselişe geçti. İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin kırsala yaptığı destek ve yatırımların amacına ulaştığı bu verilerle de doğrulandı.”

Kaynak:Tarımda ithalatın alternatifi, İzmir Modeli“, Ali Ekber Yıldırım, 6 Temmuz 2017 tarihli Dünya Gazetesi.

DOĞRU 1

Öncelikle aynı yanlışı tekrarlayan yukarıdaki iki haber için şunu söylemek isterim; Gazetecinin görevi, bilgi kaynağının verdiği bilgiyi ilgili tüm taraflarla görüşüp araştırarak doğrulamak ve doğruluğundan emin olduktan sonra yayınlamaktır. O da en azından aynı dili, aynı anlatımı kullanmamak koşuluyla…

İkinci olarak da verilen istatistiki verilerin yanlış olduğunu ifade etmek isterim…

Çünkü, Türkiye’deki istihdamla, özellikle de tarımsal istihdamla ilgili değerlendirme ve yorumları, İzmir Çalışma ve İş Kurumu Müdürlüğü verilerine bakarak değil; Devletin bu konudaki geçerli ve güvenilir verilerini hazırlayan Türkiye İstatistik Kurumu (TUİK) verilerine bakarak yapmamız gerekir. 1980’li yıllarda Devlet İstatistik Kurumu olarak adlandırılan bu kurumda çalışmış bir uzman araştırmacı olarak ülkemizdeki tek güvenilir ve geçerli veri kaynağının Türkiye İstatistik Kurumu (TUİK) olduğunu kabul etmemiz ve istihdam gibi önemli bir konuda bu kurumun ürettiği verileri dikkate almamız gerekmektedir.

Çünkü Türkiye İstatistik Kurumu verileri, Türkiye kırsalındaki istihdamın, yukarıda yazılı bülten ve gazete haberinde iddia edildiği gibi azaldığını değil; aksine arttığını söylüyor. Bu durumu en iyi şekilde Türkiye İstatistik Kurumu (TUİK) verilerini kullanan Ulusal İstihdam Stratejisi 2014-2023 belgesinin hazırlanması sırasında gerçekleştirilen Ulusal İstihdam Stratejisi Tarım Sektörü Çalıştay Raporu’nda görmek mümkündür.¹

Kırsal Nüfus ve İstihdam

Yukarıdaki tablonun son sütunundaki yüzde rakamlarının incelenmesinden de anlaşılacağı üzere, kırsal alandaki tarım istihdamındaki iş gücüne katılım oranı 2005-2015 döneminde % 44,60 oranından % 51,60 oranına doğru net 7 puanlık bir artış göstermiş; böylelikle Türkiye kırsalındaki tarımsal istihdamın nüfusa oranının iddia edildiğinin aksine arttığı görülmektedir.

Yine aynı güvenilir ve geçerli TUİK verilerine dayanarak düzenlediğimiz İzmir’deki istihdamın iktisadi faaliyet kollarına göre dağılımını gösteren aşağıdaki tabloda da görüleceği gibi, tarımdaki istihdamın tüm istihdam miktarı içindeki payı, 2004-2007 döneminde azalmakla birlikte; 2008 yılından itibaren, aynen Türkiye genelinde görüldüğü gibi artış eğilimi içine girerek 2007’deki % 7,50 oranındaki düzeyinden 2016 yılı itibariyle % 10,50 düzeyine yükselmiştir.

İzmir İstihdam

Çağlar Keyder2000’lerde Devlet ve Tarım” başlıklı makalesinde, bu şekilde artan istihdam rakamının siyasi durum, kentlerin göreli olarak pahalanması, tarım dışında iş bulmanın zorluğu gibi çeşitli belirleyicileri olduğunu; bütün bu koşulların kırsalın ve çiftçiliğin cazibesini  yükselterek kırsal nüfus yararına demografik bir değişimi mümkün kıldığını ve tarımda gelirlerin artmasıyla politika beklentilerinin olumlu olmasının en önemli nedenlerden biri olduğunu ifade etmektedir.² 

Tabii ki tarım politikaları tüm kırsal nüfusu veya bütün çiftçileri aynı şekilde etkilemiyor. Ürüne göre farklılıklar var, bunlar bölgesel farklılıkları ortaya çıkarıyor. Daha da önemlisi her politika aracının köylünün ölçeğine göre değişik etkide bulunması. Örneğin gübre, mazot ve tarım ilacını yoğunlukla kullanan bir büyük çiftçi ile daha küçük ölçekte daha az teknoloji ile çalışan köylünün sübvansiyonlu fiyatlardan değişik düzeylerde etkileneceği açık. Dolayısıyla destek politikasının tarımın tümünü etkilediği hipotezi bir düzeyde doğru olabilir, fakat daha mikro düzeyde araştırma yapılması, mekansal ve sınıfsal farkların yol açtığı davranışların incelenmesi gereklidir. Aksi takdirde istatistiklerde gözlemlenen hareketin altında yatan dinamiği anlamaya imkan olmaz.”³

Çağlar Keyder kırsal istihdamdaki bu artışın en çok Ege ve Akdeniz bölgelerinde ortaya çıktığını, İzmir, Aydın, Denizli, Muğla, Manisa, Antalya ve Adana gibi ihracata ve zenginleşmiş damak tadına hitap eden taze meyve ve sebze üretiminde, yani daha emek yoğun tarımda uzmanlaşan illeri kapsadığını ve toplam tarım istihdamı artışının yarıdan fazlasını kapsadığını ifade etmektedir. 

O nedenle İzmir, Aydın, Denizli, Muğla, Manisa ve Adana gibi Ege ve Akdeniz’e kıyısı olan Batı illerinin kırsalında, Türkiye kırsalındaki artıştan daha fazla bir nüfus artışının olması bir Türkiye gerçeği olarak sadece İzmir’e özgü bir durum değil; sadece İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin yaptığı çalışmaların bir sonucu değildir.

Aksi takdirde elmalarla armutların birbirine karıştırıldığı bir durum yaşanır ki; o da yapılan hizmetlerin kurumsallaşıp sürdürülebilir kılınmasını engelleyen bir ayak bağına dönüşür durur…

c755a8a7-d1de-466b-b43c-c782adb1d34d-tom_ward_12_altdisney_pinocchio

Sonuç olarak, sunduğumuz bu güvenilir ve geçerli resmi verilerin kullanılması suretiyle yaptığımız belirleme ve değerlendirmeler ışığında;

İzmir’in “kırsal ilçeleri” olarak tanımlanan 19 ilçe merkezi ile köylerindeki (mahallelerindeki) nüfus artışının nedeni, İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin yaptığı hizmetlerin özel bir sonucu değil; tüm ülkede uygulanan tarım politikalarının sonucu olarak Ege ve Akdeniz kıyısındaki tüm illerde ortaya çıkan toplumsal bir gelişmenin ürünüdür. 


¹ Ulusal İstihdam Stratejisi Belgesi Tarım Sektörü Çalıştay Raporu,  Sf. 5-6 http://www.uis.gov.tr/media/1430/tar%C4%B1m.docx

² Çağlar Keyder, “2000’lerde Devlet ve Tarım“, “Bildiğimiz Tarımın Sonu, Küresel İktidar ve Köylülük“, İletişim Yayınları İstanbul-2013, s.211-212

³ Çağlar Keyder, “2000’lerde Devlet ve Tarım”, “Bildiğimiz Tarımın Sonu, Küresel İktidar ve Köylülük“, İletişim Yayınları, İstanbul-2013,  s.212

Devam Edecek…

 

Yanlışlardan Yanlış Beğen – Yanlış 1

Ali Rıza Avcan

Bildiğiniz gibi uzunca bir süredir, İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin 2014 yılından bu yana yürüttüğü ve bir “model” olarak tanıttığı tarım ve hayvancılık hizmetlerini inceleyip araştırıyor ve bilimsel olarak doğru olmayan şeylere dikkate çekerek “işin doğrusuna” işaret etmeye çalışıyoruz.

İşte bu çerçevede bugünden sonra bu hizmetlerin tanıtımında kullanılan yanlış ya da eksik bilgileri kaynağını da belirtmek suretiyle ortaya koyup doğrusunu göstermeye çalışacağız.

Bunu yaparken de belediyenin İnternet sayfasında yayınlanan haberlerle bu haber ya da bültenler üzerinden haber veren gazete ve dergileri, doğru bilgi kaynağı olarak da Türkiye İstatistik Kurumu, Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı, Gümrük ve Ticaret Bakanlığı gibi kurumların resmi verilerini kullanacağız.

Bugün ele alacağımız ilk yanlış haber, İzmir’in hangi yerleşimlerinin “kırsal yerleşim” olarak kabul edildiği ve bu yerleşimlerdeki nüfus artış oranı ile ilgili. Çünkü İzmir Büyükşehir Belediyesi “kırsal alan” olarak kabul ettiği 19 ilçe nüfusunun, kendi tarım ve hayvancılık hizmetlerinin olumlu bir sonucu olarak arttığın iddia ediyor. İddia, kelimesi kelimesine aynen şöyle:

ZEkaZ0

YANLIŞ 1

Türkiye’de tarımsal istihdam oranı düşerken, İzmir’de yükseldi. Desteklenen tarımsal kooperatiflerin üye ve personel sayıları ile cirolarında patlama yaşandı. Sonuçta İzmir’de “köyden kente göç” durduruldu; kırsal nüfusun artış oranı, kent merkezindeki nüfus artışını geçti. 10 yıl önce İzmir nüfusunun yüzde 29,14’ü kırsalda yaşıyorken, 2016 yılında bu oran yüzde 30,70’e yükseldi.

İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin 2007 yılından bu yana “ısrarla” üzerinde durduğu “kırsal kalkınma” çalışmalarının olumlu sonuçları somut olarak görülmeye başlandı. Temel hedeflerinden biri “köyden kente göçün önlenmesi” olan proje sayesinde İzmir’in “kırsal” olarak tanımlanan 19 ilçesindeki nüfus, 2016 yılında geçen yıla göre yüzde 1,59 oranında arttı. Aynı dönemde İzmir’deki genel nüfus artış oranı yüzde 1,32, Türkiye’deki nüfus artış oranı yüzde 1,35’de kaldı.

Kaynak:

  • İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin “Tarımda İzmir Mucizesi” başlıklı 27 Haziran 2017 tarihli haberi.
  • Dünya Gazetesi’nin 6 Temmuz 2017 tarihli ve “Tarımda İthalatın Alternatifi, İzmir Modeli” başlıklı haber, Ali Ekber Yıldırım.
  • Ege’deSonSöz isimli İnternet gazetesinin 27 Haziran 2017 tarihli ve “İzmir’in yerel kalkınma raporu: Tarımda büyük mucize!” başlıklı haberi.

s997638

DOĞRU 1

Bir mülki yönetim birimi olarak tanımlanan İzmir ilindeki tüm köyleri bir anda mahalleye dönüştürerek İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin görev alanına dahil eden 2012 tarih, 6360 sayılı kanun sonrasında İzmir içinde artık “kentsel” ya da “kırsal” alan şeklinde resmi bir ayrım kalmadı ve İzmir ilindeki tüm nüfus, bundan böyle “kentsel alan”da yaşayan “kentliler” olarak anılmaya başlandı. 

Bir kısım köyler halen köy olma özelliklerini koruyor olsalar bile devlet ve onun resmi istatistikleri bu köyleri artık “mahalle” olarak görüyor ve İzmir’i de % 100 oranında kentleşmiş bir yerleşim alanı olarak kabul ediyor.

O nedenle, içine ilçe merkez nüfuslarının da dahil edildiği 19 ilçeyi,  “bunlar İzmir’in kırsalıdır” diye bir köşeye ayırıp 19 ilçeye ait toplam nüfusu, aynı ilçelerin daha önceki yıllara ait nüfuslarıyla mukayese ederek “bu kırsal yerleşimlerin nüfusları azalacağına artmıştır” ya da bu ilçelerdeki nüfus artış oranını Türkiye kırsalındaki nüfus artış oranıyla mukayese ederek “ülke kırsalında nüfus azalırken İzmir’in kırsalında nüfus artıyor, bunun nedeni de bizim İzmir kırsalında yaptığımız çalışmalardır” demek açık bir şekilde istatistik biliminin gerekleriyle Türkiye’nin demografik gerçeklerini bilmemektir.

Bu yanlışları analiz ederken öncelikle “kırsal” olarak tanımlanan bu 19 ilçenin hangi ilçeler olduğuna ve 2007, 2010 ve 2016 yıllarındaki kent merkeziyle köylerindeki (şimdinin mahalleleri) nüfusun gelişimine bakmamız gerekir.

Aşağıdaki tablonun incelenmesinden de görüleceği gibi İzmir Büyükşehir Belediyesi, Aliağa, Bayındır, Bergama, Beydağ, Çeşme, Dikili, Foça, Karaburun, Kemalpaşa, Kınık, Kiraz, Menderes, Menemen, Ödemiş, Seferihisar, Selçuk, Tire, Torbalı ve Urla ilçelerinin merkez ve köylerini (mahallelerini) “kırsal alan” kabul ederek buralarda yaşayan herkesi “köylü”, yapıp eyledikleri işleri de “tarım ve hayvancılık faaliyeti” olarak adlandırmıştır.

İzmir Köy & Kent

İş bilmezliğin ya da bilinçli bir çarpıtma gayretinin sonucu olarak Aliağa’da sanayide çalışan herkes, Urla’daki evlerinde oturan emekliler, Seferihisar’da ya da Çeşme’de turizmcilik yapanlar ya da inşaatlarda çalışan Kürtler, Kemalpaşa ya da Torbalı Organize Sanayi’de çalışan işçiler, Bergama kent merkezinde ticaret yapanların hepsi “köylü”, yaşadıkları ilçeler de “kırsal ilçe” ilan edilmiştir.

Bu ilçelerin kent merkeziyle köylerinde (mahallelerinde) yaşayanların nüfusu yazılan haberde de ifade edildiği gibi, İzmir’in 2007 yılı nüfusunun % 29,14’ünü, 2010 yılında % 29,14’ünü, 2016 yılında da % 30,95’ini oluşturup 2007’den 2016’ya gelen süreçte toplam nüfusları sanki % 1,81 oranında artmış gibi gözükse de; bu ilçelerin kent merkezinde yaşayanların oranı 2007’de % 52,19 iken 2010 yılında % 72,59’a, 2016 yılında da % 74,64’e yükselmiş; böylelikle köylerde (mahallelerde) yaşayan nüfusun oranı 2007’de % 47,81 iken sırasıyla 2010 yılında % 27,41’e, 2016 yılında da % 25,36’ya kadar inmiş; köylerin (mahallelerin) nüfusu 10 yıllık sürede % 22,45 oranında azalmıştır.

Oysa dünyadaki ya da Türkiye’deki kırın sorunlarıyla ilgilenen herkes bilir ki, kırsal alanlarda, özellikle de Ege ve Akdeniz bölgesi gibi sahillerdeki köy ve kasabalarda yaşayan herkes doğrudan doğruya tarım ya da hayvancılıkla ilgilenmez, sadece ve sadece tarım ve hayvancılıkla meşgul olmaz. 

Öte yandan nüfusun, gelişen turizm ve inşaat faaliyetleriyle onunla doğrudan bağlantılı ticari faaliyetler nedeniyle Akdeniz ve Ege kıyısındaki kırsal alanlarda, ülkenin diğer bölgelerinin aksine arttığı resmi istatistiklerle kanıtlanmış ve konu ile ilgili bilim çevrelerinde bilinen bir toplumsal gerçekliktir. Bu anlamda Çeşme, Seferihisar, Urla ve Menderes gibi ilçelerle onların köylerindeki nüfus artışının tek nedeni sadece tarım ve hayvancılık faaliyetleri değil; belki de tarım ve hayvancılık faaliyetlerinden çok bu bölgelerdeki turizm odaklı gelişmeden kaynaklanan inşaat, ticaret ve hizmet sektörlerindeki faaliyetlerdir.

Ayrıca yukarıdaki tablonun ilçelerle ilgili satırlarına bakıldığında, İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin ilan ettiği % 1,81 oranındaki kırsal nüfus artışının asıl olarak ilçe merkezindeki nüfus artışları nedeniyle Aliağa, Çeşme, Dikili, Torbalı ve Urla gibi sanayi ve turizm kentlerinde daha fazla arttığı, Bayındır, Bergama, Kınık, Kiraz, Ödemiş ve Selçuk gibi tarımsal niteliklerin daha baskın olduğu ilçelerde ise nüfusun ya azaldığı ya da aynı kaldığı veya çok az oranda arttığı görülecektir.

pinnochio

O nedenle, hangi yerleşimin “kırsal”, hangisinin “kentsel” olduğunu belirleyen herkesçe kabul edilmiş temel kriterlerine başvurmadan; örneğin o ilçede Çiftçi Kayıt Sistemi’ndeki çiftçi sayısı, ekilen arazi miktarıyla ağaç sayısı, elde edilen bitkisel ve hayvansal üretim miktar ya da değeri gibi daha doğru ve sağlıklı göstergeleri dikkate almadan, bu konularla ilgili özel bir analiz ve çalışma yapmadan sırf yerleşimlerin nüfusu üzerinden bir ayrım yapılması ve bu sırada o ilçelerdeki kent merkezi nüfuslarının dikkate alınması, köylerin de artık bizim bildiğimiz “köyler” değil, “mahalleler” olduğunun bile unutulması kabul edilebilecek ufak bir hata değil; tümüyle bilinçli bir çarpıtma ve “yalan söyleme sanatı” olarak tanınan istatistik üzerinden yanıltıcı reklam yapmanın yeni bir örneğidir.

Bu durumu, Reklam Kurulu’na şikâyet etsek, İzmir Büyükşehir Belediyesi’ne yanıltıcı reklam yaptı diye ceza verir mi acaba?

Yoksa bu yanıltıcı tutumu, yarın öbür gün gerektiğinde kullanmak üzere bir köşeye mi yazmak mı daha doğru olur acaba?

Devam Edecek…

 

Model mi, örnek mi yoksa yöntem mi (3)

Ali Rıza Avcan

İzmir Büyükşehir Belediyesi tarafından 2014 yılından bu yana sürdürülmekte olan tarım hizmetlerinin bir model mi, örnek mi yoksa bir yöntem mi olduğu hususunu tartıştığımız dizi yazımızın bugünkü bölümünde Dünya Bankası (DB), Uluslararası Para Fonu (IMF), Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ), Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü (FAO) gibi küresel örgütlerin gelişmemiş ya da gelişmekte olan ülkelere bir kalkınma yöntemi olarak önerdiği “Sürdürülebilir Bölgesel Kalkınma” yaklaşımı ile bu yaklaşım çerçevesinde L. S. Smutko, Collades ve Duane ile Medhurst tarafından geliştirilen üç ayrı tarımsal kalkınma modelini inceleyerek bölgesel kalkınma odaklı tarımsal kalkınma modellerinin hangi özellik ve ilkelere sahip olması gerektiğini ortaya koymaya çalışmıştık.

Hatırlayacağınız gibi, bu özellikleri şu şekilde sıralamıştık:

  1. Kuramsal bir temel ya da dayanak,
  2. Modelin gerçekleşeceği bir süreç ve yapılanma önerisi,
  3. Modelin çalışmasına yönelik bir işletim sistemi ve buna ilişkin politikalar demeti,
  4. Modelin tasarlanıp uygulanmasını sağlayacak geçerli ve güvenilir bir veri tabanı,
  5. Modelin etkili bir şekilde izlenip ölçülmesi ve değerlendirilmesi,
  6. Modelin zaman içinde iyileştirilmesini sağlayacak  mekanizmalar,
  7. Modelin geri bildirimlerle doğrulanması.

Bir tarımsal kalkınma odaklı modelde dikkate alınması gereken ilkeleri ise şu şekilde belirlemiştik:

  1. Yapılabilirlik / Uygulanabilirlik,
  2. Sürdürülebilirlik,
  3. Farklılık / Özgünlük,
  4. Esneklik,
  5. Etkinlik,
  6. Duyarlılık / Dinamik tepki vermek,
  7. Kullanışlılık / Geçerlilik,
  8. Yerindelik,
  9. İktisadi olmak.

Şimdi isterseniz gelin bu özellik ve ilkeleri, İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin 2014-2017 döneminde ortaya koyduğu tarım ve hayvancılık hizmetleri üzerinden tartışmaya başlayalım.

s257460

İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin bir “model” olarak takdim ettiği tarım ve hayvancılık hizmetlerinin;

1. Kuramsal bir temeli ya da dayanağı var mıdır?

Evet, vardır. Kendine özgü, üzerinde düşünülüp tartışılmış ve şekillendirilmiş özgün bir kuramsal taban ya da çerçevesi olmamakla birlikte; gerçekleştirilen uygulamalar ve kullanılan söylem itibariyle küreselleşmeci neo-liberal ideolojinin öne sürdüğü “Sürdürülebilir Bölgesel Kalkınma” yaklaşımının önerdiği şeylerin büyük bir kısmını yerine getiren iyi bir örnek olduğu söylenebilir.

2. Modelin gerçekleşeceği bir süreç ve yapılanma önerisi var mıdır?

Ne yazık ki, yoktur. 2014-2017 döneminde yapılan her şey, üzerinde düşünülüp tartışılan bir plan ve programa dayanmadığı için, her şey yaşamın akışı içinde gelişip durmaktadır. Yapılanların bir sürece ve yapılanmaya oturtulması amacıyla 2015 yılında uzmanların katılımıyla gerçekleştirilen 12 ayrı çalıştayın sonucu, 2016 yılında başkan danışmanı İlhan Tekeli tarafından “İzmir İli-Kenti İçin Bir Tarımsal Gelişme ve Yerleşme Stratejisi” adında bir raporla belgelenip birtakım politika ve strateji önerileri hazırlanmakla birlikte, bu rapor henüz tartışmaya açılmamış ve resmi bir belge niteliğine kavuşmamıştır.

3. Modelin çalışmasına yönelik bir işletim sistemi ve buna ilişkin politikalar demeti var mıdır?

Yapılan çalışmalara yön verecek politika ve stratejiler belirlenmediği, plan ve programlar hazırlanmadığı için sadece Tarımsal Hizmetler Dairesi Başkanlığı’nın kuruluşu ile yetinilmiş, bunun dışında veri seti oluşturma, tarım ve hayvancılık hizmetleri veren diğer kamu kurumlarıyla ilişkiler, çiftçi ve üreticilerle onların örgütleriyle ilişkiler, izleme, ölçme ve değerlendirme hizmetleri gibi konu ve alanlarda bir işletim sisteminin tasarlanması ve buna ilişkin politikaların belirlenmesi işlemleri yapılmamıştır.

4. Modelin tasarlanıp uygulanmasını sağlayacak geçerli ve güvenilir bir veri tabanı var mıdır?

Belediyenin elinde tarım ve hayvancılıkla ilgili çalışmaları destekleyecek Dünya, Türkiye, Ege Bölgesi ve İzmir için geçerli ve güvenilir bir veri tabanı ve kadrosu bulunmadığı gibi; yapılan tarım ve hayvancılık hizmetlerinin tanıtımında bile yanlış, eksik ya da çarpıtılmış veri ya da bilgilerin kullanıldığı görülmektedir.

Örneğin, Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) ile İzmir Gıda, Tarım ve Hayvancılık İl Müdürlüğü verilerine göre, 2007-2016 dönemindeki 10 yıllık sürede Türkiye’deki süt üretimi % 49,95, İzmir’deki süt üretimi de % 57,82 oranında arttığı halde İlhan Tekeli tarafından hazırlanan  “İzmir İli-Kenti İçin Bir Tarımsal Gelişme ve Yerleşme Stratejisi” isimli raporda, “Son 10 yılda Türkiye’de süt üretimi yüzde 70 artarken, Tire ve çevresinde bu proje ile birlikte süt üretimi yüzde 410 artmıştır.” gibi abartılı, İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin sırf Tire’den değil, tüm İzmir’den sorumlu bir yerel yönetim olduğunu unutan ifadelere yer verilmiştir. ¹

5. Modelin etkili bir şekilde izlenip ölçülmesi ve değerlendirmesi yapılmakta mıdır?

2014 yılından bu yana yapılan hizmetler, bu konuda ayrı bir sistem oluşturulmadığı için izlenip ölçülmemekte ve değerlendirilmemektedir.

İzmir Büyükşehir Belediyesi Tarımsal Hizmetler Dairesi Başkanlığı yönetici ve çalışanlarından sözlü olarak aldığımız bilgilere göre, yapılan hizmetlerle ilgili sonuçlar dönemsel olarak Strateji Geliştirme Dairesi Başkanlığı’na iletilmekte; bunun ötesinde dağıtılan fidan ve hayvanlarla yapılan eğitimlerin sonuçları izlenip ölçülmemekte ve oluşturulması gereken geri bildirimler itibariyle değerlendirilmemektedir.

6. Modelin zaman içindeki iyileştirmesini sağlayacak mekanizmalar mevcut mudur?

2014 yılından bu yana gerçekleştirilmekte olan çalışmaların plansızlığı, başkan danışmanı İlhan Tekeli tarafından yazılan “İzmir İli-Kenti İçin Bir Tarımsal Gelişme ve Yerleşme Stratejisi” isimli raporda, “İzmir Büyükşehir Belediyesi tarım alanındaki programını büyük ölçüde pratik içinde geliştirilen uygulamalarla geliştirirken…” ya da “Tarımsal Hizmetler Dairesinin, geliştirdiği ve uyguladığı projelerle pratik içinde oluşturduğu programını…” ifadeleriyle ortaya konulmuşken², modelin en iyi hale getirilmesinden söz etmenin mümkün olmadığı sanırım ortadadır. Çünkü çalışmalar her yıl ya da dönem itibariyle hiçbir gerekçe gösterilmeksizin değişmekte, farklı bir içerik kazanmaktadır. Örneğin ilk yıllar “doğal tarım” esas alınmışken daha sonraki yıllar buna “iyi tarım” eklenmiş, bir sonraki yıl birden ortaya çıkan kestane hastalıkları nedeniyle yeni bir çalışma alanı açılmıştır. Bir anlamda, plansız, programsız bu çalışmalar yol üstünde karşımıza çıkan yeni sorunlar, yeni ilgi alanları ya da talepler nedeniyle her an değişebilmekte, bu nedenle de belli bir istikrar göstermemektedir.

İşte o nedenle, zaman içinde en iyi hale getirilemeyen, bütünden kopuk bir girişim olarak başka bölgelerde, başka coğrafyalarda uygulama bulacak bir “model” olma özelliğine sahip olamayacaktır.

7. Modelin geri bildirimlerle ölçümlenip doğrulanması mümkün müdür?

2014 yılından bu yana yapılan tüm tarım ve hayvancılık hizmetleri, İlhan Tekeli’nin anlatımıyla “pratik içinde oluştuğu“; bu nedenle de önceden düşünülmüş bir politika, strateji, amaç ve hedef bütününün parçası olmadığı için bunların bir model içinde doğrulanması –ne yazık ki- mümkün olmayacaktır. Bu nedenle de doğrulanmayan bir deneyim olarak başka iklim, coğrafya ya da bölgelerde uygulanması mümkün olmayacak, bir “model” olarak başkalarına önerilemeyecektir.

kapak

Gelelim bir “model”in tasarım ve uygulama ilkelerine…

Yapılabilirlik” ya da “uygulanabilirlik” olarak adlandırdığımız ilke, “model” olarak önerilen şeyin her ülke, coğrafya ya da bölgede geçerli olup olmadığını sorgulamak anlamına gelir… Bu anlamda yapılan hâlihazırdaki hizmetlerin küreselleşmeci neo-liberal hegemonyanın egemen olduğu her ülkede, coğrafyada ya da bölgede uygulanabilir olduğunu kabul etmek gerekiyor… Çünkü bütün bunları siz isteseniz de, istemeseniz de, değişik yol ve yöntemlerle, özellikle he türlü baskıcı ve zorlayıcı yöntemi; hatta savaşı kullanarak bile yapıyorlar zaten…

Geliştirilip önerilen bir modelin “sürdürülebilir” olması ise onun uygulandığı her iklimde uzun sürelerle uygulanıp uygulanamayacağını noktasına odaklanıyor… Ele alıp tartıştığımız İzmir Büyükşehir Belediyesi tarım ve hayvancılık hizmetlerinin bu anlamdaki sürdürülebilirliğinin ise şüpheli olduğunu söyleyebiliriz. Çünkü her şeyden önce seçim dönemi yaklaşıyor ve bu projeyi uygulayan belediye başkanı yerine yeni bir belediye başkanının seçilme olasılığı oldukça yüksek… Ayrıca uygulanan hizmetlerin, Dünya Bankası (DB), Uluslararası Para Fonu (IMF), Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ) ve Dünya Gıda Örgütü (FAO) tarafından önerilen “Sürdürülebilir Bölgesel Kalkınma” modelinin bir parçası olarak ilanihaye devam etmesi de mümkün değil… Çünkü kapitalizm yeni yeni krizlerle sarsıldıkça kendine yeni yeni çözümler, modeller bulma konusunda oldukça mahir…

Tasarlanıp önerilen “model”in “farklılığı” ya da “özgünlüğü” ise onun o alandaki diğer modellerden farkını ortaya koyuyor. Bu anlamda hemen çıkıp şu soruyu sorabiliriz: “İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin model olarak tanıttığı tarım ve hayvancılık hizmetlerinin bir model olarak diğer tarımsal kalkınma modellerinden farkı, onu bir model yapan ayırt edici özelliği ya da özgünlüğü nedir?” Şayet bu soruya doğru bir şekilde yanıt verebiliyorsa, işte o noktada iddialarımızın doğru olmadığı şeklinde bu tartışma bitmiş demektir…

Esneklik” ise, o modelin özgün, farklı olmasını sağlayan özelliklerin değişik iklim, coğrafya ya da bölgelerde göstereceği değişimin ne ölçüde gerçekleşeceğini, hangi sınırlar içinde kalabileceğini ya da hangi dereceden sonra o model olmaktan çıkıp başka bir şey olacağını gösteren temel bir ilkedir. Neyse ki, “İzmir modeli” olarak lanse edilen bu çalışmalar henüz başka bir coğrafya, iklim ve bölgede örnek alınıp uygulanmadığı için modelimizin şimdilik o şansa ulaştığı söylenemez. Ama yine de, bu tür çalışmaların Bursa, Adana, Antalya, Konya gibi diğer büyükşehir belediyeleri tarafından da kendi bölgelerinin özellikleri dikkate alınarak gerçekleştirildiğini, İzmir’in bu konuda tek örnek olmadığını söyleyebiliriz.

Etkinlik”, uygulanan modelin uygulandığı alanda ne ölçüde etkili olduğunu, mevcut olanı ne ölçüde değiştirme gücüne sahip olduğunu gösteren bir ilkedir. Bu anlamda, İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin hizmetleri çok yeni olduğu için bununla ilgili olumlu ya da olumsuz sonuçların ortaya çıkmasını beklemenin, her şeyin sabahtan akşama değişmediği tarım ve hayvancılık sektörü açısından erken olduğunu söylememiz gerekir. Belediyenin verdiği abartılı rakamları bu nedenle dikkate almamak gerekir. Çünkü her şeyden önce İzmir’deki tarım ve hayvancılık faaliyetlerinde tek aktörünün İzmir Büyükşehir Belediyesi olmadığını, İzmir Büyükşehir Belediyesi dışında birçok resmi, özel,  sivil kurum, kuruluş ve kişinin de bu konu ve sonuçlarından görevli, yetkili ve sorumlu olduğunu bilmek gerekir.

farm1
Kooperatif ölçeğindeki başarıya işaret etmek ne ölçüde doğru?

Ayrıca bir modelin etkili olup olmadığını ölçerken, İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin yaptığı gibi başarıyı tek bir kooperatif ölçeğinde “ortaklar şu kadar, ciro bu kadar, çalışanlar ise şu miktarda arttı” şeklinde ya da sadece bir ilçe özelindeki artıştan söz ederek değil; modelin uygulandığı tüm bölge itibariyle ölçüp ifade etmek en doğrusu olacaktır.

Duyarlılık” ya da “dinamik tepki vermek” ise, tasarlanan modelin mevcut ve olası gelişmeler karşısında tepki verme yeteneğini gösterir. Örneğin kuraklık, yangın, deprem ya da sel gibi kriz durumlarında veya mevzuatın beklenmedik şekilde değişmesi halinde uygulanan modelin nasıl bir tepki vereceği ya da bundan nasıl etkileneceği bu ilke ile ilgili özel durumlardır.  İzmir Büyükşehir Belediyesi tarafından uygulanmakta olan tarım ve hayvancılık faaliyetlerinin şu ana kadar bu tür durumla karşılaşıp karşılaşmadığı bilinmemekle birlikte “model” olarak takdim edilen çalışmaların nasıl bir duyarlılığa sahip olduğu da yazılıp çizilmemiş, en azından ifade edilmemiştir.

Kullanışlılık” ya da “geçerlilik” ise, o “model”in uygulamasıyla istenilen sonuçlara ulaşılıp ulaşılmadığını ortaya koyan bir ilkedir. Örneğin, tartıştığımız konu yönetimi seçimlerle belirlenen bir belediyenin hizmetleri olduğuna göre, bu hizmetlerin sağ oyların geleneksel olarak ağırlıkta olduğu İzmir kırsalında, özel olarak da çoğu kez AKP oylarının CHP’den fazla ya da ağırlıklı olduğu Ödemiş, Tire, Bayındır ve Kiraz gibi ilçelerde uygulanıyor olması nedeniyle gelecek seçimlerde bunun bir oy tahviline dönüşüp dönüşmeyeceği kafalarımızı kurcalayan ayrı bir sorudur.

Yerindelik”, tasarlanıp önerilen modelin uygulama alanı ile kurduğu ilgiyi, ilişkiyi doğrulayan temel bir ilkedir. Bu anlamda “model” ile mekân arasındaki olumlu ilişkiyi gösterir. Şayet bu ilişki yanlış kurulursa, “model”in tasarım ve uygulamasında mekânın özellikleri dikkate alınmazsa o “model”in başarıya ulaşması mümkün olmayacaktır.

s987742

Bu konuda son olarak “iktisadi olmak”tan söz edebiliriz. Bu, model için gözden çıkardıklarınızla hedefledikleriniz arasındaki farkın iktisat bilimi açısından anlatımını ifade eder. Şayet tasarlayıp uygulayacağınız model size iktisadi anlamda kazançtan çok zarar getirecekse onu ya uygulamaktan vazgeçmeniz ya da o zararları göze alarak yola devam etmeniz gerekebilir. Bunun belediyeci dilindeki anlamı ise, belediyeye bağlı şirket ya da iktisadi işletmelerde ne yapıyorsanız bu alanda da aynısını yapacağınız gerçeğine dayanır.


¹ Tekeli, İlhan; İzmir İli-Kenti İçin Bir Tarımsal Gelişme ve Yerleşme Stratejisi, Haziran 2016, s. 95

² Tekeli, İlhan; İzmir İli-Kenti İçin Bir Tarımsal Gelişme ve Yerleşme Stratejisi, Haziran 2016, s. 94

Devam Edecek…

Model mi, örnek mi yoksa yöntem mi? (1)

Ali Rıza Avcan

Uzun bir aradan sonra, yine İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin 2014 yılından bu yana İzmir’in bazı ilçelerinde uygulamakta olduğu tarımsal hizmetlerin gerçekten bir sürdürülebilir kalkınma modeli mi, yoksa kavramsal açıdan henüz model olma aşamasına gelmemiş, model olma olgunluğuna ulaşmamış bir “örnek” ya da bir “yöntem” mi olduğunu tartışmak isterim.

Çünkü, yine uzun bir süredir bu konuyla ilgili olanların konuyu kavramsal düşünmemeleri ve analitik bir şekilde ele alıp değerlendirmemeleri nedeniyle “model“, “örnek“, “yöntem” gibi sözcükleri birbirine karıştırarak, bu sözcüklerin gerçek etimolojik kaynaklarını bilmedikleri ve çoğu kez birini diğerinin yerine kullanarak bir kavram kargaşası yaşadıklarını görüyorum. İşte o nedenle, -çok iyi bilmekle birlikte- elimdeki tüm sözlüklere ve bilimsel kaynaklara bakarak bu birbiri yerine kullanılan sözcüklerin etimolojik kaynaklarıyla gelişimlerini dikkate alarak bilim ve konuşma dili itibariyle ne anlama geldiklerini araştırmaya çalıştım. 

Model” sözcüğü, Türk Dil Kurumu’nun 1981 tarihli Türkçe Sözlük bilgilerine göre “biçim” ya da “örnek” anlamına, Erkan Kiraz’ın Etimolojik Türkçe Sözlük, Kelime ve Köken isimli kitabına göre de Latince’de “Modus“, Fransızca’da “Model“, Türkçe’de de “tasarlanan ya da mevcut bir nesnenin küçük biçimi, mostra, örnek, manken” anlamına geliyor.

Hepimizin çocukluğundan hatırlayacağı gibi, “model” sözlüğünün benim yaşamıma girişi, annemin bana ve diğer aile üyelerine elbise dikmek için satın aldığı ya da arkadaşlarından edindiği Burda ya da Güler Erkan elbise kalıpları gibi moda dergilerinin ekinden çıkan ve katları açıldığında büyük bir kağıt üzerindeki elbise kesimlerini, diğer bir deyimle kalıplarını gösteren çizimleri görmemle olmuştur. Ardından da mahalle arkadaşlarıyla birlikte gidip Türk Hava Kurumu’ndan aldığımız planör yapım setlerinin içinden çıkan modellerle tanıştım ve yaptığım tüm planörlerde, özellikle A-2 modellerinde hep o çizimlere uymaya çalıştım.

22

O nedenle, “model” sözcüğü bana her yer, zaman ve koşulda aynı sonuca ulaşmak için önceden hesaplanıp belirlenmiş bir standardı hatırlatır.  O öyle bir standarttır ki, onu dikkate alıp örnek aldığımızda her yer, koşul ve zamanda aynı sonuca ulaşırız.  

Daha sonraları ise üniversite öğretimim sırasında toplumsal gerçekliğin anlaşılıp açıklanabilmesi için hazırlanan basitleştirilmiş analitik çerçevelere kısaca model denildiğini öğrendim. Karmaşık gerçekler ve bu gerçeklikler içinde yer alan ilişkiler modeller yardımıyla daha basit ve anlaşılabilir hale getirildiğini gördüm. Bu yönüyle gerçek hayattaki bir nesne, durum, düzenek ya da sistemin küçük ölçekli basit bir benzeri olan modellerin haritalara benzediğini düşünmeye başladım.

Çünkü haritalar yardımıyla bir coğrafyayı, geliştirilmiş modeller aracılığıyla da nesne, sistem ya da durumları kolaylıkla anlayıp tanıyabiliyorduk. Ancak nasıl haritalar coğrafyanın bütünüyle bir yansıması olmadığı gibi; modeller de kaçınılmaz olarak gerçekliğin birer çarpıtılıp bozulan hali olmaktan kurtulamıyorlardı. Karmaşık olan bir şeyi daha basit hale getirebilmenin kaçınılmaz bir sonucu olan bu bozulma veya kırılmanın, her şeye rağmen dünyayı anlamamıza yardımcı olduğunu görüp her işte, özellikle araştırma ve proje tasarımlarında modelleme yapmanın gerekli olduğunu savunmaya başladım.

Bu anlamda verdiğim tüm eğitimlerde ya da yönettiğim tüm projelerde hazırlanan modellerin, gerçekliğe ilişkin varsayımları olan kuramlardan hareketle ya da doğru verilere başvurularak iki şekilde geliştirilebildiğini, doğru verilerden hareketle oluşturulan modellerin de bir kuramsal çerçeveye oturtulmak zorunda olduğunu anlatmaya çalıştım. O nedenle de modeli haritaya, kuramı da haritayı onlar sayesinde çizdiğimiz doğru coğrafya bilgilerimize benzeterek, benden model istenmeyen işlerde bile kendi kafamın içinde bir model oluşturmaya çalıştım.

O nedenle, “model” adı verilen her şeyin, sırf ortaya çıktığı topraklarda değil, başka coğrafyalarda da uygulanıp başarılı olacak kadar iyi analiz edilmiş, doğru tasarlanmış ve doğru verilerle desteklenen bir yol haritası olduğunu iyi bilirim.

İşte o nedenle “model” olma sevdasındaki her şeyin iyi düşünülmüş, kuram tarafından desteklenen, o tarihe kadar ortaya atılmış diğer “model“lerden farklı, kendine özgü, her yer, zaman ve koşulda uygulanabilme ve sürdürülebilme özelliğine sahip, etkili bir düşünce bütünü olduğunu bilip bu özelliklere sahip olmayan girişimlere, “model” olma özelliklerine sahip olmadıkları için karşı çıkıp gerçek “model“in ne olduğunu anlatmaya çalışırım.

İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin 2014 yılından bu yana yürüttüğü tarım hizmetlerinin özgün, farklı ve sürdürülebilir bir bölgesel kalkınma modeli olup olmadığı ile ilgili tartışmada yanlışlıkla kullanıldığını düşündüğüm “model” sözcüğünün yerine kullanılmasını önerdiğimiz diğer bir sözcük ise “yöntem” sözcüğüdür.

Yöntem” sözcüğü, Türk Dil Kurumu’nun 1981 tarihinde yayınladığı Türkçe Sözlük bilgilerine göre “bir amaca ulaşmak için tutulan düzenli yol, sistem, usul, bir gerçeğe erişmek için tutulan mantıklı düşünme yolu, metot“, Erkan Kiraz’ın Etimolojik Türkçe Sözlük, Kelime ve Köken isimli kitabına göre de “metot, usul, tarz, yol, yordam” anlamına geliyor.

3ds_max_sise_modelleme

Bu tartışmada kullandığımız sonuncu sözcük ise, Türk Dil Kurumu’nun 1981 tarihinde yayınladığı Türkçe Sözlük bilgilerine göre “bir bütünün niteliğini anlatmak için ondan ayırıp verdikleri küçük parça; biçim, şekil, bir şeyin benzeri, tıpkısı; anlatılmak istenen bir düşünceyi açıklamak için ileri sürülen ve onu bir olay durumunda ortaya koyan söz, misal; en iyi tipte olan” anlamına gelen “örnek” sözcüğü.

Seri yazımızın bundan sonraki bölümlerinde, İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin 2014 yılından sonra, özellikle de 2015 ve 2016 yıllarında yoğun olarak gerçekleştirdiği sürdürülebilir kalkınma odaklı hizmetlerinin, anlamlarını, açıkladığımız bu sözcüklerden hangisine uygun olduğunu; bir “model” mi yoksa başka belediyelere “örnek” olacak bir “yöntem” mi olduğunu tartışıp; analitik düşüncenin önemiyle şimdiye kadar yapılıp uygulananlara doğru bir ad vermenin ne anlama geldiğini göstermeye çalışacağız.

Devam Edecek…