Ali Rıza Avcan
Her şey, dünyaca ünlü Brezilyalı belgesel fotoğraf sanatçısı Sebastião Salgado‘nun “Workers” adlı fotoğraf serisinin 2015 yılının Ekim ayında Bayraklı’daki Folkart gökdeleninin bilmem kaçıncı katındaki salonunda sergilenmesi ile başladı.
Bu haberi alır almaz ilk tepkim sanatçı ve onun eserleri adına isyan etmek oldu.
Çünkü Sebastião Salgado, 1982 ile 1992 yılları arasında Güney Amerika’nın şeker kamışı, Brezilyalı maden, Fransız çelik ve Bangladeş’in gemi söken işçilerini fotoğraflayarak onların hangi koşullar altında çalıştığını, nasıl sömürüldüklerini ortaya koyan sosyalist bir belgesel fotoğrafçıydı ve onun kaderine -ne hikmetse- İzmir’deki bir gökdelenin bilmem kaçıncı katındaki bir sergi salonu düşmüştü.
İşçi ve emekçilerden söz eden o fotoğrafların neoliberal düzenin yeni tapınaklarından biri olan Folkart gökdeleninin bilmem kaçıncı katında sergilenecek olması, hem o büyük sanatçıya hem de o fotoğraflara konu olan işçilere, emekçilere yapılan büyük bir saygısızlıktı.
Bana göre o tür fotoğrafların eski bir fabrikada, Basmane ya da Alsancak garlarından birinde sergilenmesi, fotoğraflarla sergilendiği mekanın ilişkisi açısından daha uygun olurdu.
Ama bir inşaat baronu yeni geldiği İzmir’e, İzmirliler’e, İzmirli sanatçı ve sanat dostlarına kendini sevdirmek, sempatik görünmek, onları kültür ve sanat üzerinden etkilemek adına parayı basıp o fotoğrafları kendi binasında sergilemek istemişti. Böylelikle hem fotoğrafları hem de binasını İzmirlilere sergileyerek bir taşla birden fazla kuş vurmayı hedeflemişti.
Haliyle o sergiye gitmektense Sebastião Salgado‘nun hem “Workers” dizisindeki hem de ondan daha yeni olan diğer fotoğraf serilerindeki görselleri İnternetten ve diğer basılı yayınlardan izlemeyi, Wim Wenders’in sanatçının yaşam öyküsü ile ilgili The Salt of the Earth (Toprağın Tuzu) filmini bir kez daha seyretmeyi tercih ettim.
Ardından hem Folkart hem de Bomonti Mahal gibi gökdelenleri yapan Türkerler Holding gibi inşaat şirketleri bu tür kültür ve sanat etkinliklerini sürdürmeye devam ettiler.
Folkart, Sebastião Salgado benzeri ünlü fotoğrafçıların sergilerini sürdürmeye, resim sanatının ustalarınca yapılmış tabloları kültür endüstrisinin ünlü isimleriyle birlikte İzmir’e getirmeye devam ederek tiyatro okulları düzenlemeye başladı.
Eski Şaraphane mevkiini Bomonti semti adıyla pazarlayarak büyük bir yalanın sahipliğini üstlenen Türkerler Holding ise İzmir’deki üniversitelerde görev yapıp sergiler açan ve araştırmalar yapan İzmirlileri ve sanat dostlarını verdiği büyük sponsorluk katkıları ile yanına çekmeye, onların itibarı üzerinden kendi kurumsal itibarını oluşturmaya çalıştı.
Hatta hayırsever görünmek adına, sağlıkla ilgili vakıflara ve spora, özellikle futbol üzerinden itibar kazanmak amacıyla İzmirli spor kulüplerine yardımlar yapmaya başladılar.
Kamu mallarının yağması ile zenginleşen bu tür şirketler yaptıkları reklamlarda, yayınladıkları kurumsal dergilerde ve sosyal medyada bütün bu yaptıkları işlerin ne kadar önemli olduğunu, İzmir’e ne kadar katkıda bulunduklarını belirterek İzmirli tarafından kabul görmeye çalışıyorlar.
İzmir’i mesken edinen inşaat şirketlerinin bu tür ilişkileri haliyle İzmir’deki bir kısım kültür ve sanat çevresini de etkiliyor. Şimdiye kadar İzmir’de yeterli düzeyde destek bulamayan kurum ve kişiler, iktidarın desteği ile palazlanıp büyüyen bu şirketlere giderek yaptıklarının finansmanını sağlamaya çalışıyor.
İşin daha ilk başında, bu tür desteklerin İzmir’deki kültür ve sanat altyapısı açısından yararlı olabileceğini düşünüp umutlanmakla birlikte; bu şirketlerin bugüne kadar gerçekleştirdiği etkinliklerin ve sağladıkları desteklerin kendi başına bağımsız ve kalıcı bir sonuca yönelmeyip devamlı bir şekilde sattıkları bina, daire, dükkan ve ofislerin tanıtımı, satış ve pazarlamasıyla ilişkilendirildiği, kültür ve sanatın bir emlak objesi haline getirildiği, kalıcı herhangi bir kültür ve sanat faaliyeti için girişimde bulunmadıkları görülüyor.
Sergiler, tiyatro okulları, konserler, dergiler için destek sağlarken örneğin uluslararası ölçekte bir tiyatro ya da konser salonu veya opera binası bulunmayan bu kentte bütün bunları yapmak, kültür ve sanatla ilgili bir eğitim kurumunu açmak ya da kurmak için girişimde bulunmuyorlar.
Bu kente gelen ya da gelmekte olan bu şirketlerin hangi amaçla kültür ve sanata bu kadar yakın durdukları kendi tercihleri olmakla birlikte; bu kentte yaşayanların, özellikle de bu kentin kültür ve sanat faaliyetlerinde yer alanların bunun farkında olması gerektiğini düşünüyorum.
Kültür ve sanat faaliyetlerinin içinde yer alan tüm aktörlerin, bu tür şirketlerle ilişkileri ve bu ilişkinin düzeyi asıl olarak kendi kişisel tercihleri olmakla birlikte; kültür ve sanatla uğraşanların, özellikle de sanatçıların, içindeki yaşadıkları kente ve topluma karşı sorumlulukları bağlamında bu tür finans kaynaklarıyla dikkatli ilişkiler geliştirmeleri, bugünün bir de yarını olacağı gerçeğini dikkate almaları gerektiğini düşünüyorum.
Bu hassasiyete sahip olmayıp, “bu konu sadece beni ilgilendirir” dediklerinde ya da canla başla bu şirketleri savunmaya kalktıklarında da bu kentte yaşayan herkesin bunun farkında olduğunun ve bundan böyle yapıp ettiklerinin toplumca kabul görebilmesi için şanslarının gittikçe azaldığını bilmelerini diliyoruz.
Evet, ne yazık ki her sanatçı ya da sanattan nasiplenen kişi, Sebastião Salgado gibi saygıyı hak eden bir geçmişe ve mücadele ruhuna sahip olamıyor….