Kültür ve Sanata Yeniden Bakmak

Salim Çetin

1980’li yıllardan sonra tüketim kültürünün hayatımıza egemen olması gündelik yaşamımızın her alanını dönüştürdüğü gibi, sanatın da alınır satılır, tüketilir bir nesne haline geldiği çok sayıda akademisyenin ortak görüşüdür.

Başka bir deyişle, para ekonomisinin her şeyi tüketime sunması sonucu kültür de endüstrileşme sürecine dahil olmuş ve bir ticari bir meta haline gelmiştir.

Adorno’nun deyimiyle modern birey, endüstrileşen kültürün hem nesnesi hem de müşterisidir artık.

Sisteme muhalif olmayan, tek tipleşmiş, piyasanın belirlediği modayı ve trendleri olumlayan bir içeriğe sahip kültür endüstrisidir dolaşımda olan.

Bireycilik’, ‘farklılık’, ‘çok kültürcülük’, ‘tüketimcilik’ ve ‘geçicilik’ gibi küreselleşmenin yücelttiği kavramları da bu sürecin içeriğini belirleyen değerlerdir.

Ayrıca sözünü ettiğimiz kültürün sunumu da farklı hale gelmiş, en ciddi kültür nesnesi bile görsellik ve eğlence unsuru katılarak büyük bir ‘prodüksiyon‘ mantığı ile kitlelere verilir olmuştur.

Yani artık kültür, gerek sunumu gerek üretimi ile bir ‘endüstri‘ haline gelmiş, bu da küreselleşen kentlerdeki yeni kent elitlerinin ilgi alanına girmiştir.

idea concept

İçerikteki bu değişimin yanında bir başka işlev de devreye girmiş küresel kentin yeni elitleri zenginliklerini görünür kılmak ve güçlerini göstermek amacıyla sanat ve kültürel yatırımları portföylerine dahil etmiştir.

İzmir’de henüz bunlar yok ama İstanbul’da bienaller, festivaller, müzeler gibi organizasyonlarda bunlar açıkça görülüyor.

Bu durum aynı zamanda kentin sanat yoluyla estetize edilmesi ve bir ‘tasarım metası’ olarak pazarlanması ya da ‘marka kent’ olarak diğer kentlerle yarışması anlamına da gelmektedir. Kültür, sanat artık bireyin iç dünyasını zenginleştiren bir unsur olmak yerine daha çok kentlerin tanıtımda da yer alan bir ögelerden biridir adeta…

Kuşkusuz kültürün endüstri haline gelmesi sonucu sanatsal etkinliklerin çapı büyümüş festival, bienal, sanat fuarı gibi etkinlikler milyon dolarlarla ifade edilen rakamlara ulaşmıştır.

1990’lı yıllara kadar daha çok devlet katında ve kamusal bir anlayışla küçük bütçelerle yürütülen bu tip etkinlikler gösteri sanatının bir gereği olarak özel kesime havale edilmiştir.

2004 yılında çıkarılan 5225 ve 5228 sayılı sponsorluğu ve kültürel yatırımları teşvik eden yasalar da zaten liberal bir bakış açısıyla özel kesimin önünü açmak için hazırlanmıştır.

2002 tarihinden sonra AKP iktidarı kültürel alanda özel sektör yanında yerel yönetimlere de önemli işlevler yüklemiştir.

Artık devletin çekildiği ve sadece ‘aracı’ olarak, alt yapı tesisleri yaparak katkıda bulunduğu kültürel alan özel sektör kuruluşları ile yerel yönetimlere terk edilmiştir.(Devletin elinde halen kalan kurumlar da AKP iktidarınca en kısa zamanda kamuoyu baskısı azaltıldığı bir zaman diliminde elden çıkarılacaktır.)

İstanbul’da hemen her ilçe belediyesinin kültür merkezi sayısının artmış olması bu politikanın sonucu olsa gerektir. (1)

Ayrıca AKP’nin İstanbul’da kendi yerel yönetim kültür modeli denilebilecek bir çalışmanın içine girdiği de görülmektedir. Başında İstanbul Kültür A.Ş‘nin olduğu şirket, paket programlar ortaya koymakta diğer alt belediye kültür birimleri daha çok bunları uygulama yoluna gitmektedir.

4

PEKİ, İZMİR’ DE DURUM NE?

Kültürün küreselleşme ile birlikte yeni değerler edindiği malum; ama bunun yanında uygulamadan kaynaklanan eksikliklerin olduğu da ayrı bir konu. İstanbul’daki ilçe belediyelerinin kültür merkezleri üzerine Ayça İnce tarafından yapılan bir inceleme (2) bu kurumlardaki aksaklıkları ortaya koymaktadır.Bu aksaklıklar diğer belediye kültür kurumlarını da bağlayacağı için bunları sıralamak gerekiyor:

Nedir bu aksaklıklar?

Yeni ihale yasasından kaynaklanan gereksiz kırtasiyecilik ve bürokrasiye boğulma durumu.

Kültürel programlar hazırlanırken sanatın değişken ve hızlı dinamiği ile ihale yasasının her şeyi çok önceden plana bağlayan statik bir planlamayı öngörmesi ve bunu şart koşması.

Bir yıl önceden planlanmış kimi kültürel programlar çoğunlukla güncelliğini kaybederek talepleri karşılamaktan uzak kalması.

Ayrıca kültür programlarının demokratik bir hak olduğu gerçeğinden hareketle kent halkının taleplerine denk gelen çeşitliliği yansıttığı tartışmaya açıktır.

Belediye başkanının entelektüel birikimi ve bunun olumlu ya da olumsuz olarak çalışmalara yansıması.

Kültür müdürlüğünde çalışan başta yöneticileri olmak üzere çoğunun uzman ve bu işin profesyoneli olmamasının getirdiği olumsuzluk.

Yapılan programların bir birine benzer olması.

Görüldüğü gibi hemen bütün kültür merkezlerindeki içerik, program hazırlamada karşılaşılan aksaklıklar bir birinin benzeri gibidir.

Birimiz ‘Uğur Mumcu’yu Anma Günü’ etkinliğinde bu aksaklıklarla karşılaşırken, diğer kesimde ‘Kutlu Doğum Günü’ hazırlığı esnasında aynı zorlukları yaşıyor.

****

Ana hatları ile halk konserleri, panel söyleşi, tiyatro gösterileri ile çocuklara gençlere kurs ve hobi edinme faaliyetleri ekseninde yürüyen kültürel programlar, aralara az bütçeli festivalleri de alarak sürmektedir.

Ne yazık ki, İstanbul modelinde olduğu gibi, Kültür A.Ş. gibi bir kurum ya da Büyükşehir’in egemen bir kültü politikası İzmir’de kendini gösteremiyor.

Bu yüzden ilçe belediyeleri kendi başlarının çaresine bakmakta ve etkinlik programlarını kendi başlarına hazırlamaktadırlar.

Ancak bu bile İstanbul’da olduğu gibi programların bir birine benzemesinin önüne geçememektedir.

2PEKİ, TEK TİP PROGRAMLARDAN KURTULMANIN YOLU VAR MIDIR?

Elbette çoğunlukçu bir anlayışla değişik kesimlere hitap edebilecek kültürel programların hazırlanması ana eksen olmalıdır.

Bir başka yol haritası da yerel değerlerden yola çıkıp kültürü geniş kesimlerle birlikte kotarmaktır.

Adına ‘yerellik’ de denilen bu kavram içerik olarak kendini farklı kılmanın bir çerçevesi de olabilmektedir.

Özellikle nüfus yapısı göçe dayanan kenar semtlerde yerellik, hemşehri derneklerinin çizdiği sınırlara indirgenmekte, bu da yerelliğin daraltılarak tutucu ve muhafazakâr bir yapıya indirgenmesine neden olmaktadır.

Bize dayatılan küçük grupların aidiyetlerini güçlendiren folklorik küreselleşmeci yerellik anlayışı yerine “… belli bir coğrafyada ya da bu sınırlarda yaşayan halkın popülist taleplerine bağlı olmayan, değişime açık, akıcı ve tekilliklerin toplamı dinamik bir unsur” (3) gibi ele alınmalı, programlar bu anlayış içinde hazırlanmalıdır. Tanımında olduğu gibi yerelliği kültürel bir öge olarak semt değeri olarak ele almak gerekir. Ve yapılan kültürel programları buna göre oluşturmak gerekiyor.

Şimdilik burada bitirip sempozyumdaki tartışmalara bakmamız gerekiyor.


(1) 2002 yılından sonra İstanbul’ da 79 kültür merkezi inşa edilmiştir.

(2) İnce, Ayça; “Kültür Politikalarında Eşbiçimcilik: Kaçınılmaz mı, Bilinçli Bir Tercih mi?“, Toplum ve Bilim, 2012, Sayı 125, s.178-204

(3) İnce, Ayça; a.g.e. s.178-204

Kültür ve Sanata Yeniden Bakmak” için bir yanıt

  1. çok teşekkür ederim Salim Çetin. Rahatsızlık olarak hissettiğim ama adını koyamadığım bir meseleyi sayende adlandırdım.
    Küçük bir bilgilendirme: dipnotlarda, aynı kaynağı arka arkaya tekrar işaret etmek gerektiğinde a.g.e. kısaltmasını yazmamız yeterlidir. tabii referansımızın hangi sayfada olduğunu da s. diye eklesek iyi olur.

    Beğen

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s