İzmir’in unutulan sanatçıları 35 – Bahâ Tevfik

Ali Rıza Avcan

Evet, en nihayetinde 20 Temmuz 2023 tarihinden bu yana her Perşembe günü bir bölüm olarak 35 kez yayınladığım “İzmir’in Unutulan Sanatçıları” isimli yazı dizisinin son bölümüne, daha doğrusu son noktasına geldik.

35 hafta süreyle devam eden yazı dizimizin her bir bölümünde birbirinden değerli, İzmir‘i İzmir yapan, İzmir‘de doğmuş, İzmir‘de yaşamış ya da İzmir‘de ölmüş sanatçılarla kültür ve bilim insanlarını ele alarak bu değerli insanların İzmir‘in bilim, kültür ve sanat dünyasındaki yerlerini hatırlatmaya, onlara sahip çıkmaya çalıştık. Böylelikle yaşadığımız kentin, bu yazı dizisine dahil ettiğimiz ya da edemediğimiz isimlerle nasıl bir zenginliğe sahip olduğunu dosta düşmana göstermeye, unutulup giden bu değerler dikkate alınmadan; hatta, bilinçli bir şekilde yok sayılarak kültür ve sanatı adına bir şeyler yapılmayacağını anlatmaya; ama, her köksüz şey eninde sonunda nasıl başarısız olup yok olursa kentin bu zengin kültürel hafızasından habersiz olanların, özellikle kenti yönetme iddiasında olan yöneticilerin nasıl koyu bir cehalet içinde yüzdüklerini teşhir etmeye çalıştık.

Bugün ele alıp hatırlatmaya çalışacağım 35. kültürel değer ise, adeta “tacın incisi” diyebileceğim, o nedenle de çocukluğumuzda sona sakladığımız tatlı, lezzetli yiyecekler gibi sona sakladığım bir isim: gazeteci, yazar, felsefeci, Mülkiyeli, Anarşist, Materyalist, Ferdiyetçi, Pozitivist, hem kendi kuşağı hem de sonrasında dinci çevreler için baş belası olarak kabul edilip adeta lanetlenen Bahâ Tevfik

Bahâ Tevfik, 1 Nisan 1300’de (14 Nisan1884) İzmir‘de doğup, 6 Mayıs 1330’da (19 Mayıs 1914) henüz 30 yaşındayken İstanbul‘da ölmüştür. Babası gümrük memurlarından Mehmet Tevfik Efendi‘dir. İzmir Namazgâh Mektebi ve İzmir Rüştiyesi‘ni bitirdikten sonra Şahabettin Süleyman (1885-1921) ve Yakup Kadri Karaosmanoğlu (1889-1974) ile birlikte okuduğu İzmir İdadisi‘nden 1904’te mezun olmuş, eğitimi sırasında Fransızca öğrenmeye başlayarak Batı’yı ve Batı Düşüncesini çok genç yaşta tanımaya ve izlemeye başlamıştır. O dönemde arkadaşları Şahabettin Süleyman ve Yakup Kadri ile İzmir Askeri Kıraathanesi‘nde ve Kemeraltı‘ndaki Giritli Ali Efendi‘nin kütüphanesinde buluşarak saatlerce şiir üzerine konuşurlar.

Bahâ Tevfik, İzmir İdadisi‘nden sonra İstanbul’daki Mekteb-i Mülkiye‘ye girer ve bu okulu da 1907’de “iyi” derece ile bitirerek 1908’de İzmir vilayeti maiyet memurluğu görevine atanır. Ancak otorite tanımayan aykırı kişiliği yüzünden devlet memurluğunda uzun süre kalamaz. Bu özelliği nedeniyle Mahmut Nedim‘in kurduğu Menba-ı Füyuzat adlı özel okulun öğretmenliğinden kendi isteği ile ayrılır, İzmir İdadisi‘ndeki öğretmenlik görevinden de yazdığı bir yazı nedeniyle uzaklaştırılır. Onun asıl ilgi alanı felsefe, gazetecilik ve basın-yayın dünyasıdır. II. Meşrutiyet‘in ilanından önce İzmir‘de başladığı gazeteciliğe, babasıyla birlikte gidip yerleştiği İstanbul‘da devam eder ve bu dönemde maiyet memurluğu görevine devam etse de, -kendi deyimiyle “minnete tahammül edemediğinden“- 17 Ekim 1908 tarihinde bu görevden ayrılır. Bahâ Tevfik‘in, birçok gazete ve dergide çalışıp edebi ve felsefi dergiler çıkarıp kitaplar yayınladığı bu dönemde Rehber-i İttihâd-ı Osmâni Mektebi‘nde felsefe öğretmenliği yaptığı, Ömer Seyfeddin (1884-1920)’in Fransızca öğretmeni olduğu bilinir.

Bahâ Tevfik ilk yazı, mensur şiir ve hikayelerini İzmir‘deki Ahenk ve Sedat gazeteleriyle Osmanlı Sosyalist Fırkası‘nı kuran Hacı Hüseyin Hilmi‘nin, diğer adıyla İştirakçi Hilmi (1885?-1922)’nin sahibi olduğu Serbest İzmir gazeteleriyle kendisinin çıkardığı 11 Temmuz ve Ferda-yı Temmuz dergilerinde yayınlamış, Mülkiye‘den arkadaşı Hasan Vasfi Menteş (1886-1973)’le birlikte Fransızca İştikak Lügati (Fransızca Sözcük Türetme Sözlüğü) adlı önemli eseri hazırlamıştır. Bir süre başyazar olarak görev yaptığı Bıçakçızade Hakkı (1861-Ö?)’nın İzmir gazetesinde Ömer Seyfeddin, Şehabettin Süleyman ve Necip Türkçü (1871-1950) ile birlikte çalışmış, dil, edebiyat, felsefe, siyaset ve toplum gibi konulardaki makale ve incelemelerinin yayınlandığı bu gazete ve dergilerde İttihat ve Terakki Cemiyeti‘ni, belediye ve valiliği alabildiğine eleştirdiği için çalıştığı gazete ve dergiler kısa süre içinde kapanmış, en sonunda Serbest İzmir gazetesini 1909 Şubatı’nda İstanbul‘a taşımıştır.

Baha Tevfik, İstanbul’da bir süre, topu topu 52 sayı çıkarılabilen Musavver Eşref isimli dergide yazdıktan sonra 1910 Ağustosu’nda Piyano adlı edebiyat dergisini, 1910 Kasımı’nda Eşşek adlı mizah gazetesini, 1911 Ocak ayında da Düşünüyorum adlı felsefe dergisini çıkarır. 1911 yılının Mayıs ayından başlayıp ölünceye kadar yazılarının yayımlanacağı Karagöz gazetesinde çalışır. 1912 yılının Mart ayından sonra Yirminci Asırda Zekâ dergisini çıkarır ve devrin önemli muhalif gazetelerinden Alemdar’ın devamı olan Âlem dergisinde başyazar olarak çalışır. 1913 yılı Mayıs ayında on sayı devam eden Felsefe Mecmuası’, aynı yılın haziranında da Çocuk Duygusu dergisini çıkarır. Bu, onun çıkardığı son dergi olur.

Baha Tevfik’in sorumlu müdür ve başyazar olarak çalıştığı bu gazete ve dergiler dışında devrin birçok gazete ve dergisinde, örneğin Resimli İstanbul, Musavver Hale, Kadın, Tenkit, Ümmet, Serbestî, Hak Yolu, İtilâf, Teşrih, Takvimli Gazete, Büyük Duygu’da yazıları çıkmıştır.

Baha Tevfik‘in kitap halinde yayımlanmış on beş eseri vardır. 1907-1914 arasında tamamı İstanbul’da yayımlanmış olan bu kitapların çoğu, onun 1910 yılında Ahmet Nebil’le birlikte “toplumsal ve bilimsel bir devrimin temellerini hazırlamak” için kurduğu Teceddüd-i İlmî ve Felsefî Kütüphanesi yayınları içinde çıkar.

Ludwig Büchner (1824-1899)
Ludwig Büchner‘den çevirdiği “Madde ve Kuvvet” kitabı ile E. Hartmann‘dan çevirdiği “Darvinizm” kitapları.

Telif ve çeviri eserlerine bakıldığı zaman onun daha çok felsefe ile ilgilendiği, Alman filolog ve felsefeci Friedrich Nietzsche (1844-1900), maddeci Alman düşünürü ve yazar Ludwig Büchner (1824-1899) ile Alman hekim, zoolog, filozof, ressam ve kâşif Ernest Haeckel (1834-1919)’in eserlerini Türkçeye kazandırdığı, Büchner’den çevirdiği Madde ve Kuvvet başlıklı kitabın gerek o dönemde gerekse sonraki yıllarda birçok kişiyi etkilediği bilinmektedir. Daha sonra yayımladığı Felsefe Kamusu, Muhtasar Felsefe, Psikoloji ve İlm-i Ahval-i Ruh adlı eserleri de düşün yaşamına yaptığı önemli katkılar arasındadır.

Ernest Haeckel (1834-1919)

Dil felsefesiyle ilgili yazılar da yazan Baha Tevfik’in az sayıdaki mensur şiir ve hikâyeleri Servet-i Fünun Edebiyatı etkisindedir. Hikâyelerinden ikisi eşcinselliği ele almak bakımından yazarın arkadaşı Şahabettin Süleyman’ın Çıkmaz Sokak piyesini hatırlatır. Böylece hikâyeleriyle de devrindeki hikâye anlayışına aykırı davranan yazarın edebiyat teorisi ve eleştirisine dair daha çok makalesi ve kitabı vardır. Bu eserlerinde de o, devrin genel eğilimlerine muhaliftir. Platoncu bir görüşle yazdığı teorik yazılarında edebiyatı “muzır” sayar, her türlü kural ve ölçüyü reddederek eleştiriyi tamamen şahsî izlenimlerin ifadesine indirger. Eleştiri yazılarında özellikle Namık Kemal (1840-1888), Halit Ziya (1866-1945), Mehmet Rauf (1875-1931), Cenap Şahabettin (1870-1934), Rıza Tevfik (1869-1949), Ahmet Haşim (1887-1933), Celal Sahir (1883-1935) ve Raif Necdet (1881-1937)’i sert şekilde eleştirir.

Baha Tevfik’in Çıkardığı Felsefe Mecmuası başlığı.
Eşek Dergisi.
Eşref Gazetesi.
Felsefe Mecmuası.
Felsefe-i Ferd Kitabının Kapağı.

Bahâ Tevfik, rahatsızlığı nedeniyle kaldırıldığı Mekteb-i Tıbbiye‘nin hastanesinde bir karaciğer ameliyatı sonucunda 19 Mayıs 1914’te 30 yaşındayken ölmüş ve cenazesi Karacaahmet Mezarlığı‘na defnedilmiştir. Mezarını bu koskocaman mezarlıkta bulmak amacıyla İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür Varlıkları Daire Başkanlığı‘na yazdığım 7 Aralık 2023 tarihli dilekçeye verilen 10 Ocak 2023 tarihli cevapta ise; yaklaşık 750 dönümlük alanı ile İstanbul‘un en büyük ve en eski mezarlığı olan ve dört kez istimlak edilip ciddi tahribatlara maruz kalan Karacaahmet Mezarlığı‘ndaki kayıtların 1950 yılından sonra tutulması nedeniyle mezarını bulmanın mümkün olmadığı belirtildiğinden mezarı -şimdilik- bulunamamıştır.

Feminizm-Alem-i Nisvan Adıyla Çevirdiği Kitabın Kapağı.
Genç Kalemler Dergisi.

Eserleri:

1. Fransızca İştikak Lügatı. Lexicologie-Française (Hasan Vasfi Menteş’le birlikte), I. c., İstanbul: 1323 (1907), Matbaa-i Kütüphane-i Cihan, 321 s., 2. c., 1325 (11909), Karabet Matbaası, 321-370 s.

2. Tedikikat: Teracim-i Ahval, İstanbul: 1325 (1909), 39 s.

3. Ba’sü bade’l-mevt (L. Tolstoy’dan çeviri) İstanbul: 1325 (1909), Sada-yı Millet Matbaası, 167 s. Sada-yı Millet Kütüphanesi 1.

4. Hassasiyet Bahsi ve Yeni Ahlak (Ahmet Nebil’le birlikte), İstanbul: 1326 (1910), Hürriyet Matbaası, 20 s. Teceddüd-i İlmî ve Felsefî Kütüphanesi adet: 1.

5. Teceddüd-i İlmî ve Edebî, İstanbul: 1327 (1911), Müşterekülmenfaa Osmanlı Şirketi Matbaası, 219 s. Teceddüd-i İlmî ve Edebî Kütüphanesi adet: 3.

6. Madde ve Kuvvet (Ludwig Büchner’den Ahmet Nebil’le birlikte çev.), 3 c., İstanbul: 1327 (1911), Müşterekülmenfaa Osmanlı Şirketi Matbaası, 736 s. Teceddüd-i İlmî ve Felsefî Kütüphanesi 4. Kitap.

7. Vahdet-i Mevcud, Bir Tabiat Aliminin Dini (Ernest Haeckel’den Ahmet Nebil’le birlikte çev.), İstanbul: 1911, Kader Matbaası, 88 s.

8. Feminizm, Alem-i Nisvan (Odette Lacquerre’den çev.), İstanbul: 1328 (1912), Müşterekülmenfaa Osmanlı Şirketi Matbaası, 85 s. Teceddüd-i İlmî ve Felsefî Kütüphanesi adet:5.

9. Psikoloji, İlm-i Ahval-i-Ruh (Çeşitli yazarlardan Ahmet Nebil’le birlikte “bittasarruf” çev.), İstanbul: 1328 (1912), Müşterekelmenfaa Osmanlı Şirketi Matbaası, 203 s. Teceddüd-i İlmî ve Felsefî Kütüphanesi, 6. Kitap.

10. Tarih-i Felsefe (Alfred Fouille’den Ahmet Nebil’le birlikte “bittasarruf” çev.) 1. c., İstanbul: 1327 (1911), Nişan Babikyan Matbaası, 352 s.; 2. c., 1328 (1912), Manzume-i Efkâr Matbaası, 355-658 s. Teceddüd-i İlmî ve Felsefî Kütüphanesi, adet: 7.

11. Nietzsche, Hayatı ve Felsefesi (Ahmet Nebil ve Memduh Süleyman ile birlikte), İstanbul: 1328 (1912), Müşterekülmenfaa Osmanlı Matbaası, 128 s. Teceddüd-i İlmî ve Felsefî Kütüphanesi 8.

12. Muhtasar Felsefe, İstanbul: 1331 (11913), Artin Asaduryan ve Mahdumları Matbaasıi, 231 s.

13. Karagöz Salnamesi. 4. Sene 1329-1331-1913, İstanbul: (1913), Nefaset Matbaası, 120 s.

14. Felsefe-i Edebiyat ve Şair Celis, İstanbul: 1330 (1914), Necm-i İstikbal Matbaası, 79 s. Teceddüd-i İlmî ve Felsefî Kütüphanesi adet: 12.

15. Felsefe-i Fert, İstanbul: 1332 (1914), Keteon Bedrosyan Matbaası, 120 s. Ulûm ve Felsefe Kütüphanesi adet: 1.

Hüseyin Hilmi’nin İştirak Adlı Gazetesinin Başlığı.
Ahmet Nebil (D?-1945)

Baha Tevfik‘in birçok kitabı birlikte çevirdiği Ahmet Nebil hakkında bir iki kısa bilgi:

Felsefeci, gazeteci ve yazar Ahmed Nebil‘in Arnavutluk‘ta hangi tarihte doğduğu bilinmemektedir. 1910-1913 yılları arasında Meşrutiyet basınında felsefe, sosyoloji ve edebiyat alanlarında telif ve tercüme eserlerine ve mensur şiirlerine rastlanılan Ahmet Nebil, İştirak, Tenkid, Piyano ve başyazarı olduğu Yirminci Asırda Zekâ gibi dergilerde yazdı. 1913’te uyruk değiştirerek Arnavutluk‘a gitmiş ve Enver Hoca‘nın çeteleri tarafından öldürüldüğü 1945’e kadar Arnavutluk‘ta gazetecilik yapmıştır. 1911 yılında Ernest Haeckel’den “İnsanın Menşe’i: Nesl-i Beşer” isimli eser dışında Bahâ Tevfik‘le yaptığı kolektif çalışmalarla tanınmaktadır.

Karagöz Gazetesi.

İzmir’in kültür ve sanatla ilgili kent belleğini tazelemek amacıyla kaleme aldığım “İzmir’in Unutulan Sanatçıları” isimli yazı dizisinin devam ettiği süreç içinde, Bahâ Tevfik‘in ve eserlerinin, İzmir Büyükşehir Belediyesi tarafından sahiplenilerek adının ona layık bir kültür merkezine verilmesini ve onunla ilgili etkinliklerin yapılmasını arzuladığım için, 16 Mart 2024, Cumartesi günü İzmir Büyükşehir Belediyesi Ahmet Piriştina Kent Arşivi ve Müzesi (APİKAM)‘nde yapılacak olan “İzmirli Filozof Baha Tevfik 140 Yaşında” başlıklı konferansın gerçekleştirilmesi için girişimde bulunduğumu ve söz konusu etkinliğin bu girişimin olumlu bir sonucu olduğunu ifade etmek isterim.

Böylesi bir etkinliğin yapılması düşüncesini kendisiyle paylaştığım Doç. Dr. Ahmet Uhri bu önerinin hayata geçmesi için İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer‘i ikna ederek bu konferansın hayata geçmesini sağladığı için bu yazının yayınlanmasından iki gün sonra hep birlikte bu konferansa gidecek ve programda gözüken konuşmacıları dinleyeceğiz.

Ancak Doç. Dr. Ahmet Uhri‘ye bu öneriyi yaparken, Bahâ Tevfik gibi İzmir açısından önemli gördüğüm bir isim adına etkinlik düzenlenmeye kalkışıldığında; bunun sadece akademisyenlerden oluşan bir ekip eliyle gerçekleştirilmemesini, Bahâ Tevfik ile ilgili böylesi bir bellek çalışmasına “İzmirli Olmak” adına onunla ilgili tüm toplum kesimlerinin; örneğin, “gazeteci” olduğu için gazeteci ve gazeteci örgütlerinin, “Mülkiyeli” olduğu için Mülkiyeliler Birliği‘nin, “felsefeci” olduğu için ülkemizin önde gelen felsefecilerin katılmasını; ayrıca, İzmir Büyükşehir Belediyesi‘ne bağlı İzmir Akdeniz Akademisi‘nde akademi kurulu üyeliği yapan ülkemizin önde gelen felsefecilerinden İoanna Kuçuradi‘nin ve Bahâ Tevfik adını halk katında dile getirip onu tanıtan, onun hakkında araştırmalar yapan Orhan Beşikçi, Mete Hüsünbeyi gibi saygın kent gönüllülerinin içinde yer aldığı bir ortak çalışma yapılmasını önerip Bahâ Tevfik adının “toplumsallaşmasını” sağlayacak geniş bir toplumsal ittifakın kurulmasını talep ettiğim halde; daha önceki yıllarda “İzmir Bayrağı” fiyaskosuyla bu kente gelip kabul görmeyen fikriyle geri dönen Prof. Dr. Mehmet Öznur Akan ile Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Zerrin Kurtoğlu tarafından tasarlanan tek yanlı bir programla karşı karşıya kaldım. Hem de bütün önerilerimin dikkate alınmadığı, tümü akademisyenler oluşan 10 kişilik bir konuşmacı grubuyla…

Evet, hepsi de üniversitelerden gelen, çoğu bu işin başındaki iki profesörün tanıdığı, akademik hiyerarşi içinde kendilerinden daha düşük akademik unvanlara sahip, muhtemelen öğrencisi ya da daha önce birlikte çalıştığı, Dr. Berrak Burçak Della Fave ve Dr. Fulya İbanoğlu gibi bugüne kadar Bahâ Tevfik konusunda kalem oynatmamış akademisyenlerden oluşan bir kadrodan İzmirli Bahâ Tevfik‘i dinleyeceğiz bu konferansta… Ama sadece felsefeci yanının öne çıkarıldığı, zengin kişiliğini oluşturan diğer yanlarını temsil eden kurum ve kişiler tarafından dile getirilmediği bir ortamda…

Diğer yandan, İzmir üniversitelerinden tek bir akademisyenin konuşmacı olarak kabul edilmeyip sadece “oturum başkanı” olarak değerlendirildiği, Adnan Menderes, Gaziantep, Hitit, Kocaeli, Kırklareli ve Yeditepe Üniversitesi gibi Anadolu üniversiteleriyle bir takım vakıf üniversitelerinden gelen “Doç.” ve “Dr.” unvanına sahip 8 akademisyenle bir doktora öğrencisine “konuşmacı” payesinin verilmesi suretiyle… Üstüne üstlük bunların arasında hepimizin AKP‘ye yakın Siyasal İslamcı tavrı ve nefret söylemi nedeniyle şikayetçi olduğu Diyanet Başkanlığı gibi bir kuruma bağlı İstanbul Müftülüğü eğitim uzmanı Dr. Fulya İbanoğlu‘na konferansın kapanış konuşmasını yaptırarak…

Bence buram buram YÖK ruhuyla beslenen ve “akademizm” kokan, “Bahâ Tevfik‘i en iyi biz biliriz ve konuşuruz, size ise sadece dinlemek düşer” şeklindeki benmerkezli snop bir tavrın sergilendiği, İzmir Akdeniz Akademisi akademik kurul üyesi felsefeci İoanna Kiçuradi‘yi dışlayan vahim bir durumla karşı karşıyayız… Aynen “İzmir Bayrağı” diye bir şeyin olmadığı ortaya çıktığında bu kentte yaşadığımız şaşkınlıkta olduğu gibi vahim bir durum…

Evet, bence Bahâ Tevfik‘le ilgili böylesi bir toplantının benim önerim çerçevesinde ilk kez İzmir‘de yapılıyor olması, hiç yapılmamasından iyidir; ama sırf bu avuntu içinde, yapılan bu vahim yanlışı dile getirmeyip sessiz kalacağım da düşünülmemelidir. O nedenle de söz konusu toplantıya katılıp konuşmacıları dikkatle dinleyeceğimi ve ardından da konuşma konuları ve konuşmacıların yaklaşımı ile ilgili izlenim ve değerlendirmelerimi önümüzdeki günlerde kaleme alacağım yazılarla paylaşacağımı da ifade etmek isterim.

Çünkü, Theodor W. Adorno‘nun da ifade edip Baha Tevfik‘in de yaptığı gibi;

Bilim, itaatsiz olana ihtiyaç duyar“.

O nedenle, önümüzdeki dönemde Bahâ Tevfik‘in bir “İzmirli“, bir “gazeteci“, bir “dergici“, bir “Mülkiyeli“, bir “felsefeci” ve “gerçek bir entelektüel” olduğunu bizlere hatırlatan; yani onun çok yönlü zengin kişiliğinin ortaya konulduğu ve İzmir‘in kent hafızasına daha doğru ve kalıcı şekilde yerleşeceği, demokratik bir şekilde kurgulanan yeni toplantı ve etkinliklerde buluşmak dileğiyle…

Yararlanılan ve Yararlı Olabilecek Kaynaklar

Baha Tevfik, Anarşizmin Osmanlıcası, Felsefe-i Ferd, İstanbul, Ağustos 1997, Yumuşak G Yayınları, 112 s.

Baha Tevfik, Ahmed Nebil, Louis Büchner Madde ve Kuvvet, Konya, Mayıs 2012, Çizgi Kitabevi, 686 s.

Baha Tevfik, Ahmed Nebil, Ernst Haeckel, Vahdet-i Mevcud Bir Tabiat Aliminin Dini, Konya, Ocak 2014, Çizgi Kitabevi, 122 s.

Baha Tevfik, Ahmed Nebil, Memduh Süleyman, Nietzsche, Hayatı ve Felsefesi, Konya, Haziran 2013, Çizgi Kitabevi, 192 s.

Alkan, M. Ö., Siyasal Düşüncenin Dünyevileşmesi ‘İlim’den ‘Bilim’e Geçişin Kritik Evreleri Osmanlı Materyalizmi ve Baha Tevfik, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul, 1988.

Alkan, M. Ö., “Türkiye’nin İlk Felsefe Dergisi, Felsefe Mecmuası, s. 49.369-56.376.

Alkan, M.Ö., “Baha Tevfik ve İştirak’teki İmzasız Yazıları, Türkiye’de Solun Tarihinden, 7.263.

Alkan, M.Ö., “Baha Tevfik ve Siyasal Düşünüşü, s.1814-1815.

Alkan, M.Ö., “İlk Matbu Felsefe Kitabı ve Krikor Kumaryan, s.42-46.

Alkan, M. Ö., “Ceride-i Felsefiye ve Bir Yahudi Sosyalist Bohor İsrael“, Tarih ve Toplum Dergisi, Mayıs 1990, s.50.306-56.312.

Alkan, M.Ö., “Osmanlı Modernleşmesi, Materyalizm ve Baha Tevfik Bey, Bilim ve Ütopya Dergisi, Sayı 159, Yıl 14, Eylül 2007.

Alkan, M.Ö. “Düşünce Tarihimizde Önemli Bir İsim, Baha Tevfik, s.41.233-49.241.

Alkan, M. Ö., “Baha Tevfik ve İştirak’teki İmzasız Yazıları, Türkiye’de Solun Tarihinden, s.7.263.

Ateş, M., Baha Tevfik’de Din ve Tanrı Problemi, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Konya 2004.

Ateş, M., “Baha Tevfik’in Hayatı, Eserleri ve Felsefi Düşünce Yapısı, Çukurova Üniversitesi İktisat Fakültesi Dergisi, 2017, Cilt 17, Sayı 2, ss.331-348.

Bağcı, R., “Baha Tevfik’in Hayatı, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Ege Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İzmir 1987, 259 s., https://web.itu.edu.tr/~yildizh/Kitaplar/Biyografi/baha_tevfik.htm

Başaran, F., Baha Tevfik’in Mecmuacılığı, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Niğde 2010.

Bilgin Topçu, Ü., Baha Tevfik ve Edebi Görüşleri, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara 1993.

Ceyhan Coştu, F., “II. Meşrutiyet Aydınlarından Baha Tevfik ve Kadın, Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi, Cilt 13, Sayı 75, Yıl 2020, s.435-443.

Çıkla, S., “Baha Tevfik’in Edebiyatçılığı, Tesirleri ve Sıra Dışı Edebi Görüşleri, Muhalif, Asi ve Sıra Dışı – II“, Tarih ve Toplum Dergisi, Temmuz 2003, Cilt 40, Sayı 235, s.49-57.

Deveci, M., Meşrutiyet Döneminde Üç Düşünürümüzün (Baha Tevfik, Ziya Gökalp ve Filibeli Ahmet Hilmi) Görüşleri Bağlamında Batıcılık, Türkçülük ve İslamcılık, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Kahramanmaraş, Eylül 2021.

Eskin, Ş., “Nasreddin Hoca’nın Dirilişi-Baha Tevfik ile Ahmet Nebil’in Yayınlamamış Bir Oyunu, http://www.millifolklor.com, s.154-167.

Gedikbaş, B., Son dönem Osmanlı Düşünürlerinde Din ve Tanrı Tasavvuru: İbrahim Şinasi, Abdullah Cevdet, Baha Tevfik ve Ahmet Mithat Efendi’nin Görüşlerinin Değerlendirilmesi, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Tokat 2023.

Güven, B., Aydınlanmacı Ahlak Anlayışı ve Türk Düşüncesine Etkileri: Baha Tevfik Örneği, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul 2003.

Huyugüzel, Ö. F., İzmir Fikir ve Sanat Adamları (1850-1950), Kültür Bakanlığı Kültür Eserleri, Ankara, 2000, s.84-90.

Huyugüzel, B., Baha Tevfik’in Edebi ve Felsefi Eserleri Üzerine Bir Araştırma, Yayınlanmamış Doktora Tezi, İzmir 1994.

Karaböcek, C., “Türk Düşüncesinde Büchner Etkisi ya da Felsefenin Sefaleti, Kutadkubilig Felsefe-Bilim Araştırmaları, Sayı 22, 22 Ekim 2012, s. 159-172.

Karabulut, D. D., “Baha Tevfik’in Felsefesinde Ahlak Anlayışı, Tarih ve Toplum Dergisi, 55 (2), s.1814-1815.

Kılıçarislan, V., “II. Meşrutiyet Dönemi Mizah Basınında Baha Tevfik ve Eşek Gazetesi, Atatürk Üniversitesi Eedebiyat Fakültesi Dergisi, Sayı 59, Aralık 2017, s.195-206.

Koç, E., “Osmanlı’dan Cumhuriyete Felsefe ve Fikir Dergileri, Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi, Cilt 12, Sayı 62, Yıl 2019, s.814-821.

Saygın, T., “Baha Tevfik ve Bilimsel Felsefe Olarak Materyalizmin Bir Savunu Denemesi, Felsefe ve Sosyal Bilimler Dergisi, 2016, Güz, Sayı 22, 2.263-278.

Mignon, L., “Osmanlı Özgürlükçülüğünün Peşinde Baha Tevfik ve Felsefe-i Ferd’i“, Edebiyat ve Eleştiri, s.70-75.

Tırpanlı, O., Osmanlı Felsefe Tarihi ve Bilim Tarihine Materyalist Bir Bakış: Baha Tevfik, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara 2008.

Topaloğlu, A., “Klasik Materyalizmin Mahiyeti ve Son Dönem Osmanlı Düşünürleri Arasındaki Yayılışı, Felsefe Dünyası, 2007/1, Sayı 45, s.111-124.

Uçman, A., “Baha Tevfik (1884-1914) II. Meşrutiyet Devri Materyalist Fikir Adamı ve Yazarı, TDV İslam Ansiklopedisi.

Umutlu, S., “Dünya Kapısından Boyun Eğmeden Geçenler (2), Felsefe-i Ferd: Anarşizmin Osmanlıcası ya da Efendimiz Anarşizm, Suje, 25 Mart 2015, http://www.yertsizyurtsuz.com/suje/mart_2015/sayfalar/suje_sf_2.htm

Baha Tevfik, Türk Edebiyatı İsimler Sözlüğü,

Osmanlı’nın Anarşist Felsefecisi: Baha Tevfik“, https://www.dahifilozof.com/osmanlinin-anarsist-felsefecisi-baha-tevfik/#close

Tekin, Y., “Türkiye’deki İlk Sosyalist Hareket İştirak Çevresinin Sosyalizm Anlayışı Üzerine Bir Değerlendirme“, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi, 57 (4), s.171-184.

Ahmet Nebilhttps://www.cizgikitabevi.com/yazar/319-ahmed-nebil

Karacaahmet Mezarlığı, https://tr.wikipedia.org/wiki/Karacaahmet_Mezarligi.

Bahâ Tevfik ve “Tantanalı tabirler”

Ali Rıza Avcan

Bugün size, ülkemizin düşünce tarihi açısından ve dolayısıyla Osmanlı coğrafyasının yetiştirdiği değerlerin en önemlisini, bana göre tacın baş mücevheri olan “muhalif“, “asi” ve “sıra dışı” bir felsefeci ve gazeteciyi hatırlatıp; onun 1914 tarihli “Felsefe’i Ferd” isimli eserinde yer alan ve günümüzde de tartışmaya devam ettiğimiz “vatan“, “vatanseverlik“, “hürriyet” ve “vicdan” gibi kavramları ele aldığı “Tantanalı Tabirler” isimli makaleyi -aradan koskocaman bir 109 yıl geçmiş olsa da- paylaşmak istiyorum. Ancak ondan önce makalenin sahibi Bahâ Tevfik üzerine birkaç söz söylemek isterim:

Geliştirip savunduğu düşünceleri itibariyle Materyalist, Anarşist, Bireyci ve Batı yanlısı olup; bu nedenle, muhafazakar kesimlerce adeta düşman ilan edilen, yer aldığı İslâm Ansiklopedisi‘nde kendisinden eleştirel bir dille söz edilen, İzmir‘in ise unutmayı tercih ettiği Bahâ Tevfik, 14 Nisan1884’de İzmir‘in Basmane semtinde doğmuş, 19 Mayıs 1914’de, henüz 30 yaşındayken İstanbul‘da ölmüş bir Mülkiyelidir. İzmir Namazgâh Mektebi ve İzmir Rüştiyesi‘nden sonra 1904’de İzmir İdadisi‘ni, 1907’de de İstanbul’daki Mekteb-i Mülkiye‘yi bitirerek, 1908’de İzmir vilayeti maiyet memurluğu görevine atanır. Ancak otorite tanımayan aykırı kişiliği yüzünden devlet memurluğunda uzun süre kalamaz. Onun asıl ilgi alanı felsefe, gazetecilik ve basın-yayın dünyasıdır. II. Meşrutiyet‘in ilanından önce İzmir‘deki Ahenk, Sedat, İzmir ve Serbest İzmir gazetelerinde başladığı gazeteciliğe, 1909 Şubatı’nda İstanbul‘da devam eder. Karagöz, Eşşek isimli gazetelerle Eşref, Musavver Eşref, Piyano, Düşünüyorum, Alem, Felsefe Mecmuası, Çocuk Duygusu gibi edebi ve felsefi dergiler çıkarıp kitaplar yayınladığı bu dönemde, Rehber-i İttihâd-ı Osmâni Mektebi‘nde felsefe öğretmenliğine yaptığı bilinir.

Bahâ Tevfik’in sorumlu müdür ve başyazar olarak çalıştığı bu gazete ve dergiler dışında devrin birçok gazete ve dergisinde –Resimli İstanbul, Musavver, Hale, Kadın, Tenkit, Ümmet, Serbestî, Hak Yolu, İtilâf, Teşrih, Takvimli Gazete, Büyük Duygu’da yazıları çıkmıştır.

Bahâ Tevfik’in 1907-1914 arasında tamamı İstanbul’da kurduğu Teceddüd-i İlmî ve Felsefî Kütüphanesi yayını olan on beş eseri bulunmaktadır.

19. yüzyılın “biyolojik ve evrimci materyalizm” görüşünü savunan düşünür, bu fikrin temsilcisi Ludwig Buchner ile Ernest Haeckel’in eserlerini Türkçeye çevirmiş, özellikle Buchner’den çevirdiği Madde ve Kuvvet başlıklı kitap gerek o dönemde gerekse sonraki yıllarda birçok kişiyi etkilemiştir. Daha sonra yayımlanan Felsefe Kamusu, Muhtasar Felsefe, Psikoloji ve İlm-i Ahval-i Ruh adlı eserleri de düşünce dünyamıza yaptığı önemli katkılar arasındadır.

Bahâ Tevfik, 15 Mayıs 1914’te 30 yaşında apandisit patlaması nedeniyle öldü. Cenazesi Karacaahmet Mezarlığı‘na defnedildi.

Bu çerçevedeki tek dileğimiz, has bir İzmirli olan Bahâ Tevfik‘e, İzmir‘in ve İzmirlilerin sahip çıkıp unutmaması, onu ve düşüncelerini İzmir‘in ve ülkemizin gündemine taşımasıdır.

TANTANALI TABİLER

Bahâ Tevfik

Sözlerimin kötü yoruma uğratılmayacağını bileydim, hürriyetperverlikle beraber, vatan muhabbeti, vicdan ve saire gibi tabirlerin de olanca tantanalıklarıyla beraber kof ve manasız şeyler olduğunu söylemekte tereddüt etmezdim. Kainatın her tarafında hüküm süren mücadeleleri, hayat ve mevcudiyet kavgalarını gördükten sonra bu gibi tabirlerin ciddiyetine inanmak bir nevi safdillik olmasa bile herhalde ciddiyete aykırı bir şey olur. Olanca susamışlığımızla hürriyet ve vicdanın serbestliği esaslarını ilan ettiğimiz bir sırada mesela istibdat taraftarı olan her hangi bir nazariye (kuram) sahibini red ve tahkir ederken hakiki hürriyeti nasıl telakki ettiğimizi (kavradığımızı) anlamak lazım gelir. Mutlaka bir ciheti (yanı) tercih etmek kati mecburiyetinin “istibdat” demek olduğu malum iken herkesin hürriyetperver yahut vatansever olmasını istemek ve bu mecburiyete boyun eğmeyenlere bin türlü zulüm ve gadri (haksızlığı) reva görmek (uygun görmek) hususuna hürriyetperverlik mi yoksa istibdatçılık mı demek lazım geleceği etraflıca düşünmeye muhtaç olsa gerektir.

Bana, istisnasız her hususta -hiç olmazsa fikri- bir hürriyet temin etmeyen yani bir manevi menfaati mevcut olmayan hürriyetperverlik ne kadar manasız ise, benim için faydalı olmayan bir vatan uğrunda edilen vatanperverlik de aynı derecede manasızdır. Büyük bir muharririn (yazarın) dediği gibi: “Vatan insanın hürmet ve menfaat gördüğü yerdir.

Kainatın aynı başlangıç unsurlarının karışmış olan maddesi, burada hangi kıymeti haiz ise Almanya’da, İngiltere’de, Amerika’da, Hindistan’da da aynı kıymeti haizdir. Tabiatın görünmeyen eli hiçbir yere fazla ve mukaddes bir “vatan mayası” ilave etmediği gibi hiçbir yeri de ezelden hiç kimseye tahsis etmemiştir. Binaenaleyh vatanperverlik mukaddes ve semavi (ilahi) bir hürriyet hassası (özelliği) değil, bilakis malik olduğumuz toprağın bize temin etmekte olduğu menfaatlere bağlılığımızdır.

Eğer böyle olsaydı da vatanperverlik mukaddes ve metafizik bir mümtaz (seçkin) haslet (yaradılış) ve vatan dahi sonsuza dek bağlı kalınması lazım olan mukadder (alınyazısında var olan) bir hatadan ibaret bulunsaydı, Eflak’a, Boğdan’a, Bosna’ya, Teselya’ya, Şarki Rumeli’ye ve Selanik’le beraber tekmil (tüm) Rumeli’ye vatan diye hâlâ perestiş etmemiz (taparcasına sevmek) lazım gelirdi.

Bu büyük memleketlerin eski halleriyle bugünkü halleri yani vatan addedildikleri zaman ile vatan harici addedilmeleri arasındaki azim (büyük) farkı düşünürsek bu farkın yine bir menfaat farkından ibaret olduğu açıkça ayan (belli) olur. Faydası bize aitken vatan diyorduk, bu faydayı kaybeder etmez onları vatan muhabbetimizin şümul dairesinden (kapsamından) süratle ihraç ettik!..

Bir kıtanın (parça, segment) devlete menfaati, her devletin de bireylerden müteşekkil olması (oluşması) itibariyle, bireylere menfaati demektir. Binaenaleyh vatan da, vatanperverlik de her bireyin menfaat derecesiyle ölçülebilen bir histen başka bir şey değildir.

Bizde pek gayri tabii, pek marazlı (sorunlu) bir surette husule gelen muhalefet modası bir zamanlar gayet müzmin bir hale girmişti. Hakiki meşrutiyetle idare olunan memleketlerde muhalefetin husulü (ortaya çıkması) ve fırkaların (siyasi partilerin) artması lüzumundan bahis edenlere karşı biricik sualim: Acaba bizde hakiki meşrutiyet henüz tesis edilebildi mi?

Alacağım cevap mutlaka menfi (olumsuz) bir cevaptır, hususiyetle (özellikle) muhalif ağızlardan çıkan cevaplar teyit edilmiş ve tekrarlanmış bir menfiliğe haiz olacak ve: -Bizde meşrutiyet mi? Katiyyen, katiyyen… diyecektir. O halde fırkalar hangi esasa dayanıyor?.. Buna karşı verilecek cevap bir hicap (utanma) kızarıklığından başka bir şey olamaz!..

Bu sözleri muhalif geçinen bir dostuma söylediğim zaman zayıf bir uzatılmış seda ile “Vicdan, fakat vicdan” dedi!..

1914 yılında yayınlanan Felsefe-i Ferd Kitabının Kapağı.

Tantanalı bir kelime daha!.. Dostumun ahlaki metanetine (dayanıklılığına) ve namusuna son derece emin olduğum için bu söz itirazı samimi bir itiraz olmak üzere kabule mecburum. Çok kimseler derler ki: “Vicdan birdir, hakikat çoğalamaz, eğer herkes kendi vicdan derinliğinden kopan sedanın irşadına tabi olursa ne ihtilaf kalır, ne de fenalık!..

Bir arkadaşım dahi böyle bir nazariyeye tabi oluyor:

– Ben vicdanen muhalifim!.. demek istiyordu.

Acaba vicdan nedir? Bunu sırası gelmişken izah ediyorum. Vicdan, manevi ve ilahi bir şey değildir. Herkes kendi bilgisine, kendi maddi ve fikri vaziyet ve müktesebatına göre bir içtihat hasıl eder. İşte bu içtihat; vicdandır. Bu ciheti uzatmayacağım. Yalnız şurasını söyleyeceğim ki, bu gibi esaslara dayanan içtihatlar, esaslarıyla beraber dönüşmek ve değişmek mecburiyetindedirler. Binaenaleyh herkesin vicdanı ayrı olduğu gibi değişkendir de… Gencin vicdanı başka, ihtiyarın vicdanı başka, zenginin vicdanı başka, fakirin vicdanı yine başkadır!..

Demek oluyor ki, vicdan da hata eder, vicdan da insanı aldatır. Hiç kimse yoktur ki, kendi vicdani kararını beğenmesin ve fikrinden emin olmasın!.. Bir hakim ile beraber ümmiyi (okuma yazması olmayan), bir Rothschild’le (zengin bir Yahudi bankacı) beraber bir dilenciyi aynı derecede temin ve tatmin eden bir vicdan, nasıl emniyet caiz (emniyetli) olur?..

Eğer bu caiz olsaydı; yani, vicdan manevi bir hassa olup da her zaman insanları irşat (aydınlatıp) ve ikaz edebilseydi; artık ne ilimlere ve fünûna (fen bilimleri), ne de felsefe ve ahlâk kitaplarına ihtiyaç kalırdı!..

İşte vicdanın da böyle tantanalı, fakat boş bir tabir olduğu anlaşıldıktan sonra “vicdanen muhalefet” denilen şeyin de ne dereceye kadar ehemmiyetli (önemli) olabileceği artık kendi kendine taayyün eder (ortaya çıkar)!…