Bilgi edinme hakkı ve şeffaflık konusunda iktidarı da, muhalefeti de aynı yerde duruyor…

Ali Rıza Avcan

Şayet 2023 Haziran seçimleri öncesindeki İzmir gündemini düşünürsek, ilk aklımıza gelen olaylardan birinin, İzmir Büyükşehir Belediyesi‘nin, ilki 17 Şubat-4 Mart 1923 tarihleri arasında İzmir’de toplanan Türkiye (İzmir) İktisat Kongresi‘nin 100. yılı nedeniyle, 15-21 Mart 2023 tarihleri arasında Türkiye’nin geleceğine damga vurmak gibi büyük iddialarla düzenlediği İkinci Yüzyılın İzmir İktisat Kongresi olduğunu hatırlarız.

1922 yılının Ağustos ayından başlayan bir süreç içinde ve sekiz aylık bir sürede binlerce insanın katılımı ile adeta AKP iktidarının İzmir‘de düzenlemek isteyip de 11 ildeki büyük deprem felaketi nedeniyle erteleyip yapamadığı kongreye alternatif olarak gerçekleştirilen bu toplantıda, bir büyükşehir belediyesinin uygulama kabiliyeti olmayan Türkiye‘nin önümüzdeki 100 yıllık süreçte uygulanması için birtakım kararlar alınıp bir sonuç bildiri yayınlandığını hatırlamamız zor olmayacaktır.

Ancak gerek Cumhurbaşkanlığı, gerekse milletvekilliği seçimlerinde CHP‘nin büyük bir hezimeti uğraması üzerine, adeta CHP iktidarı için hazırlandığı izlenimini veren bu kararların ve programın uygulanma kabiliyetini bir kez daha kaybettiğini; böylelikle bir bardak suda koparılan fırtınanın sonuçsuz, akim kalmış bir hareket olduğunu hep birlikte gördük.

Bu kongrede alınan kararlar ve düzenlenen program Türkiye adına alındığı için, kongre sonrasında resmi olarak kongreye katılanların kimler olduğunu, alınan kararların hangi temsilciler tarafından oylandığını, oylama sonuçlarının “evet“, “hayır” ya da “çekimser” düzeyde nasıl bir dağılım gösterdiğini merak ettim. Zira, o dönem yazdığım yazılardan da hatırlayacağınız gibi, 100 yıl önce 17 Şubat-4 Mart 1923 tarihleri arasında İzmir‘de yapılan Türkiye (İzmir) İktisat Kongresi tutanaklarının bir tomar halinde Ankara‘ya gönderilmiş olmasına karşın bugün bu tutanaklara ulaşılamadığını, o nedenle söz konusu kongreye katılan … adet temsilcinin kimlerden oluştuğuna dair kesin bir listeye sahip olamadığımızı, bu önemli tarihi belgelerin kaybolması konusunda bazı tarihçilerin Kongre Heyeti Başkanlığını yapan Kazım Karabekir‘i üstü kapalı bir şekilde suçladığını biliyor ve bu nedenle bu kongreden 100 yıl sonra İzmir Büyükşehir Belediyesi tarafından yapılan kongreye, 100 yıl öncesine göre gelişen teknolojik olanaklar çerçevesinde yapılacak tespitlere göre kurum ya da bireysel katılım düzeyinde kimlerin katıldığını, temsilcilerle izleyicilerin karışık oturduğu oturumlarda kimlerin ne şekilde oy verdiklerini öğrenip bunu kamuoyu ile paylaşmak istiyordum. Aynen TBMM oturumlarındaki oylamalarda hangi milletvekillerinin ne şekilde oy kullandıklarını yayınlanan tutanaklarla bildiğimiz gibi…

“Bir zamanlar maziye bak, ne kadar şendik…”

Ama bu bilgiye, -ne yazık ki, şimdilik- ulaşmamız mümkün olmuyor, olamıyor.

Neden derseniz, bu konu ile ilgili olarak bugüne kadar yürüttüğüm mücadelenin aşamalarını gelin sizlere ayrıntılarıyla anlatayım:

İzmir Büyükşehir Belediyesi tarafından düzenlenen kongreye resmi olarak kimlerin katıldığı ve oylamaların ne şekilde gerçekleştiğine ilişkin sorularımı kongreyi düzenleyenlere sorup cevap alamadığım için, bu soruları CİMER üzerinden 11 Nisan 2023 tarihli dilekçemle İzmir Büyükşehir Belediyesi‘ne sordum ve tahmin ettiğim gibi sorularıma yasal olarak belirlenmiş 1 aylık süre içinde cevap alamadım. Bunun üzerine durumu 18 Mayıs 2023 tarihli itiraz dilekçesi ile, bu konulardaki itirazları inceleyip karara bağlaması gerekip üyeleri Cumhurbaşkanı tarafından belirlenen Bilgi Edinme Değerlendirme Kurulu‘na ilettim.

Delege ile izleyicinin iç içe oturup kimin kime oy verdiğinin belli olmadığı bir ortam…

11 Nisan 2023 tarihinde CİMER eliyle İzmir Büyükşehir Belediyesi‘ne yönelttiğim bilgi talebim aynen şu şekildeydi:

15-21 Mart 2023 tarihleri arasında İzmir Büyükşehir Belediyesi tarafından düzenlenen İkinci Yüzyılın İktisat Kongresi isimli etkinlikte;

1. “Çiftçi Grubu”, “İşçi Grubu” ve “Sanayici, Tüccar ve Esnaf Grubu” şeklinde belirlenen meslek gruplarına delege olarak davet edilip çalışmalara bizzat katılanların isimleriyle temsil ettikleri kurumların,

2. Bu kongre kapsamında, 21 Mart 2023 tarihinde düzenlenen 3 ayrı deklarasyondaki ilke ve kararların oylanması için özel bir oylama usulünün belirlenip belirlenmediğinin; şayet, böyle bir düzenleme yapılmamışsa, yapılan fiili oylamaların hangi ilke ve hususların dikkate alındığının,

3. “Çiftçi Grubu”, “İşçi Grubu” ve “Sanayici, Tüccar ve Esnaf Grubu” olarak kümelenen delegelerden hangilerinin hangi oylamalara katıldığının,

4. “İşçi”, “Çiftçi” ve “Sanayici, Tüccar ve Esnaf” gruplarındaki her bir oylamada hangi delegelerin ne şekilde (kabul, ret, çekimser) oy verip muhalefet şerhi yazdırdığının bildirilmesini rica ederim.

Bu sorulara İzmir Büyükşehir Belediyesi tarafından yasal süresi içinde cevap verilmemesi nedeniyle bir üst kurul olan Bilgi Edinme Değerlendirme Kurulu‘nun 7 Haziran 2023 tarih, 2023/857 sayılı kararını ise geçtiğimiz günlerde teslim aldım.

Yazıma eklediğim karar örneğinde göreceğiniz gibi, söz konusu kurul İzmir Büyükşehir Belediyesi; yani, bir “kamu kurumu” tarafından “kamu kaynakları” kullanılarak “kamu görevlileri” tarafından düzenlenen bu toplantıyla ilgili olarak talep ettiğim bilgilerin ,”kamuoyunu ilgilendirmeyeceği” ve “özel hayatın gizliliği” ile ilgili olması nedeniyle bana verilemeyeceğine hükmederek bilgi talebimi reddediyor. Bu kararını da, 4982 sayılı Bilgi Edinme Hakkı Kanunu‘nun 21. maddesindeki “Kişinin izin verdiği haller saklı kalmak üzere, özel hayatın gizliliği kapsamında, açıklanması halinde kişinin sağlık bilgileri ile özel ve aile hayatına, şeref ve haysiyetine, mesleki ve ekonomik değerlerine haksız müdahale oluşturacak bilgi ve belgeler, bilgi edinme hakkı kapsamı dışındadır” hükmü ile yine aynı kanunun 25. maddesindeki “Kurum ve kuruluşların, kamuoyunu ilgilendirmeyen ve sadece kendi personeli ile kurum uygulamalarına ilişkin düzenlemeler hakkındaki bilgi ve belgeler, bilgi edinme hakkının kapsamı dışındadır” hükmüne dayandırıyor ve şayet bu kararı beğenmemişsem 60 gün içinde idari yargıda dava açabileceğimi söylüyor. Yani, bana oldukça masraflı ve uzun zaman alacak bir yolu önererek aradan sıyrılıyor….

Şimdi bu durumda, hukuka aykırılığı açık olan bu kararın altına imza atıp belediye hizmetlerini, “özel hayatın gizliliği” ve “kamuoyunu ilgilendirmeyeceği” gibi gerekçelerle kapalı kapılar ardında saklamaya çalışan ve “Saray” tarafından seçilen bu beyefendilere şu hatırlatmaları yapmam gerekiyor:

Kamu kurumları tarafından, kamu kaynakları ve personelinin kullanılması suretiyle yapılan hizmetlerin “özel hayatın gizliliği” ile ilgisi yoktur…

1. Yöneticileri halkın oyuyla seçilmiş bir kamu kurumu; daha doğru bir ifadeyle bir büyükşehir belediyesinin elindeki kamu kaynaklarını kullanıp yüzlerce kamu personelini görevlendirerek ve binlerce kişiyi konuşmacı ya da izleyici olarak davet ederek organize ettiği, bütün bu yaptıklarını her türlü medya aracını kullanarak kamuoyu ile paylaştığı bir kongreye kimlerin katıldığı ve bunların ne şekilde davrandığı ile bilgilerin “kamuoyu ile paylaşılamayacak bilgiler” olduğunu iddia etmek, açıkçası ipe un sermek kabilinden bilginin kamuoyundan saklanması çabasından başka bir şey değildir… Ayrıca iktidara muhalif olduğunu söyleyen CHP‘li bir belediyenin, AKP iktidarının hukusuz bir şekilde sağladığı bu imkandan yararlanmış olması da yüz kızartacak bir utançtır. Bu anlamda CHP‘li belediyelerin yapması gereken şey, daha çok bilginin daha geniş kesimlerle hiçbir sınırlamaya tabi olmaksızın paylaşılmasını sağlamak, bilgi edinme hakkının yaşama geçmesi için şimdi yaptığının tam tersini yapmak olmalıdır.

Gelecek Yüzyılın İzmir İKtisat Kongresi’nin “özel hayatın gizliliği” ile ne alakası var?

2. Ben, CİMER eliyle İzmir Büyükşehir Belediyesi‘ne ilettiğim bu sorularla İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer‘in, ailesinin ya da bu organizasyona karışan başka bir belediye görevlisinin veya kongreye katılan herhangi birinin vatandaşlık kimlik numarasını, kan grubunu, ne kazanıp ne biriktirdiğini, ne yiyip ne içtiğini, ne zaman yatıp uyuduğunu, karısının ya da sevgilisinin veya çocuklarının adını, doğum günlerini, E-Nabız‘da kayıtlı hastalıklarını sormuyorum ki…. Ben, sadece -üzerine hiç de vazife olmayan- önümüzdeki 100 yıllık sürede Türkiye ekonomisinin nasıl olması gerektiği konusunda, kamu kaynaklarıyla ve kamu görevlilerinin kullanımı suretiyle gerçekleştirilen bir organizasyonda alınan kararların nasıl alındığını soruyorum… Sorduğum soruların neresi özel hayatın gizliliği ile ilgili? Hangisi kişinin sağlığı, özel yaşamı, aile hayatı, şeref ve haysiyeti, mesleki ve ekonomik değerleri ile ilgili? Hangisi bu bilgileri kullanarak haksız müdahalede bulunmamı sağlayacak özellikler taşıyor?

Bütün bu soru ve tespitlerden de anlaşılacağı üzere; İzmir Büyükşehir Belediyesi, Saray iktidarının da koruyup kolladığı bir tavırla sorularıma cevap vermeyerek, ardından itiraz ettiğim üyeleri Saray tarafından seçilen Bilgi Edinme Değerlendirme Kurulu da sorularımın kamuoyunu ilgilendirmediği ve kişisel yaşamın gizliliği ile ilgili olduğunu iddia ederek açık bir şekilde bilgi edinme hakkımı gasp ediyor…

Yoksa, bana gelen bu Bilgi Edinme Değerlendirme Kurulu kararında yazılı isimleri ve kararı sizlerle paylaşarak, kurulda yer alan zevatın kişisel bilgilerini mi açıkladım; açıkçası bundan da emin değilim…

Son olarak, İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer, 2019 Mahalli İdareler Seçimi öncesinde Uluslararası Şeffaflık Derneği‘nin talebi üzerine imzaladığı Şeffaflık Taahhütnamesi‘ni sizlerle paylaşıp sözünü tutmayan bir belediye başkanı itibariyle sözün bittiği yerdeyiz demek istiyorum… Evet, gerçekten sözün bittiği yerdeyiz ve bu belediye başkanı, 2024 seçimlerinde de ciddi bir şekilde yeniden CHP’nin İzmir Büyükşehir Belediye Başkan Adayı olmayı arzuluyor ve bunu açık açık ifade ediyor…

Başka bir açıdan da, 100 önce yapılan kongrenin tutanakları ve katılımcı listesi nasıl ortaya yoksa, 100 yıl sonra yapılan kongrede de katılımcılara ve onların ne şekilde oy kullandıkları bilinmiyor, bilinse bile kamuoyu ile paylaşılmıyor diye düşünebiliriz…

Seçimlere bir yıldan az bir zamanın kaldığı bu süreçte, birçok konuda olduğu gibi bu konuda da verdiği taahhüdü yerine getirmeyip söz konusu belge ve bilgileri kamuoyu ile paylaşmayan ve bu tutumu Saray’ın adamı konumundaki Bilgi Edinme Değerlendirme Kurulu tarafından desteklenen bu belediye başkanı hakkında bundan böyle ne düşünürsünüz?

Komisyon demokrasisi…

Ali Rıza Avcan

Uzunca bir zamandır İzmir Büyükşehir Belediyesi ile diğer ilçe belediyelerinin Youtube hesaplarından canlı yayınlanan meclis toplantılarını izliyor, o kayıtları indirip arşivliyor ve onca yıldır bu işin içinde olmama karşın şu an uygulanmakta olan toplantı ve karar alma sistematiğini anlamaya, alınan kararın ne anlama geldiğini çözmeye; başkan, meclis üyeleri ve grup sözcüleri arasındaki diyalogların gerçek anlamını analiz etmeye çalışıyorum. Hem de bir elimde oldukça ayrıntılı hazırlanıp 9 Ekim 2005 tarih, 25961 sayılı Resmi Gazete’de yayınlanan “Belediye Meclisi Çalışma Yönetmeliği“, diğer elimde de basılı meclis gündemleri olduğu halde…

Meslek hayatımda büyükşehir, il, ilçe ve belde belediyesi olmak üzere yüzlerce belediye meclisinin kararlarını, karar özetleri defteriyle tutanaklarını inceleyip teftiş etmiş, herhangi bir eksiklik ya da yanlışlık bulduğumda bu hususu teftiş raporunda belirtmiş ya da usulsüz bir karar alınmışsa soruşturma açmış biri olarak temsili demokrasinin kurumu olarak gösterilen belediye meclislerindeki canlı yayınlara yansıyan görüşme ve karar alma süreçlerinin katılımcı ve çoğulcu demokrasi ile şeffaflık, bilgi edinme hakkı ve hesap verebilirlik ilkeleri açısından çok kötü bir noktada olduğunu düşünüyorum.

Merkezi yönetimi uzun yıllardır elinde tutan AKP iktidarının bir zamanlar bu hususlara önem veren tavrından vazgeçerek artık güvenlikçi politikalara yöneldiğini, katılım, şeffaflık, bilgi edinme hakkı, hesap verebilirlik gibi bir kavramlarla bir ilişkisi kalmadığını bildiğim için hem onların yönetimindeki belediyelerde bu saatten sonra bu konularda bir iyileşme olmayacağını hem de bu yozlaşmayı gidermek, belediye meclisi görüşmelerini daha demokratik, daha şeffaf, daha katılımcı, daha hesap verebilir hale getirmek için yeni yasal düzenlemeler yapmayacaklarını biliyorum.

Bu anlamda sözüm, eleştirilerim ve önerilerim, seçim döneminde yerel demokrasiyi daha da geliştireceğini, belediye hizmetleriyle ilgili karar süreçlerini daha şeffaf hale getireceğini ifade eden CHP’li belediyelere, onların belediye başkanlarına ve meclis üyelerine; özellikle de İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Tunç Soyer‘e…

Çünkü bize bir söz verdiler, bu konuda çeşitli vaatlerde bulundular…Hem de para harcamayı gerektirmeyen, milyonluk bütçelere ihtiyaç duymayan küçük ama anlamlı adımlarla yapılacak cinsten…

Ama ilk olumsuz adım da onlardan geldi… Çünkü, şu an itibariyle riskli bulunduğu için kullanılmayan eski hizmet binasındaki büyük meclis salonunun arkasındaki izleyici sıralarını 2020 yılı içinde 320.000 liraya ihale edip kaldırtarak salonu daha lüks hale getirdiler ve meclis toplantıları “Belediye Meclisi Çalışma Yönetmeliği“nin 11. maddesine göre halka açık olduğu halde halktan aynen İnternet kullanıcıları gibi meclis toplantılarını ekrandan izleyebilmesi için salonun dışında ekranlı bir izleyici salonu yaptırdılar… Hem de İzmir Kent Konseyi Başkanı‘na toplantıları izlemesi için meclis salonundaki bir koltuğu lûtuf olarak sundukları bir dönemde…

2019 tarihli İzmir Büyükşehir Belediye Başkanlığı aday kampanyasında, belediyeye ait meclis ve encümen kararlarıyla karar özetlerinin ve tutanakların; ayrıca bütçe, kesin hesap ve faaliyet raporlarıyla imar durum belgelerinin hem masaüstü hem de mobil uygulamalardaki e-belediye bölümlerinde yayınlandığı hususu, yeterince araştırıp öğrenilmediği için; dağıtılan seçim bildirgelerinde yer alan “Belediye Cebinizde” isimli seçim vaadi kapsamında “dört farklı mekanizma kapsamında özel bir mobil yazılımla İzmirlilerin öncelik ve tercihlerini karar alma süreçlerine dahil edeceğiz; Kararlar Cebinizde, Öneri ve Katkılar Cebinizde, Belediye Bütçesi Cebinizde, İmar Durumu Cebinizde” denilmiş olsa da eski belediye başkanı Aziz Kocaoğlu döneminde başlatılan bu uygulamalara devam edilmiştir.

Evet, İzmir Büyükşehir Belediyesi bugün kendisine ait 74 ayrı iletişim kanalı ve bunlara ek olarak Youtube hesapları üzerinden yaptığı canlı belediye meclisi toplantı yayınlarıyla; ayrıca bir havuz kapsamına alınıp desteklenen “yandaş” yerel basın kuruluşlarıyla bir dünya bilgiyi kamuoyuna aktarmakla birlikte; bunların, özellikle de belediye meclisi kararları, tutanakları, komisyon raporları, bütçe, kesin hesap, faaliyet raporları gibi okunup anlaşılması zor bilgi, belge ve kayıtların her sınıf ve kesimden halkın kolaylıkla okuyup anlayabilmesi ve bunun üzerinden bir fikir oluşturabilmesi için üslûp, dil ve içerik olarak sadeleşip anlaşılabilir olması için çaba gösterilmiyor. Bu karmaşık durum bazen öyle noktalara varıyor ki; bazı meclis üyeleri; hatta grup başkan vekilleri bile bazı kararların içeriğini anlamadığı için alınan kararın ne işe yarayacağını soruyor ya da 2017 yılında başıma geldiği gibi, bazı belediye meclisi üyeleri, “biraz önce belediye meclisinde bir konuda oy kullandım; ama oy verdiğim konunun ne olduğunu ben de bilmiyorum” diyebiliyor. Aynen Arapça bilmeyen birinin Kuran’ı anlayamamasında olduğu gibi…..

İsterseniz işe bu anlaşılmazlık halinden; daha doğru bir ifadeyle, belediye meclisindeki karar alma süreçlerinin yöntem, üslup, dil ve içerik yöntemiyle sonuçlarının anlaşılmaz hale gelmesi için yapılanları ele almakla işe başlayalım….

Demokrasinin özünü oluşturan fikir alışverişi ve tartışmalar komisyonlara teslim…

Görüp izlediğim kadarıyla belediye meclisi toplantıları önceden hazırlanan gündem çerçevesinde yapılıyor ve görüşmelerin gündemdeki madde numaralarına göre oylanması hususu her oturumun başında meclis üyelerince kabul edildikten bundan sonraki tüm süreçlerde sadece ve sadece madde numaralarından söz ediliyor. Buna gündem maddelerinin düzenlenmesi sırasında eklenen ve çoğu kez bilgi vermekten uzak, kuru bürokratik dili de eklediğimizde, hem belediye meclisi üyelerinin hem de toplantıyı izleyenlerin hangi konunun görüşüldüğünü anlamakta zorlandığı; hatta hiç anlamadığı bir durum ortaya çıkıyor.

Bunun sonucunda da, “görüşülen konu nasılsa komisyonda görüşülüp anlaşılacak ve biz de komisyonun görüşüne göre karar vereceğiz” düşüncesiyle gündem maddelerinin meclise sunulması sırasında hiç meclis üyesinin müdahalesi ya da katkısı olmuyor. Çünkü her gündem maddesi neredeyse istisnasız, meclis üyelerine daha fazla huzur hakkı ödensin düşüncesiyle komisyonlara havale ediliyor. Çünkü mevcut mevzuatta, kurulacak komisyonların sayısı ve konusu konusunda sınırlayıcı hiçbir hüküm bulunmuyor. O nedenle bugün İzmir Büyükşehir Belediyesi’nde 176 meclis üyesine karşılık toplam 199 koltuğu olan 24 komisyon (meclis üyesi başına 1,13 koltuk), İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nde de 312 meclis üyesine karşılık toplam 208 koltuğu olan 26 komisyon (meclis üyesi başına 0,66 koltuk) bulunmakta, neredeyse tüm kararlar bu bol sayıda koltuğa sahip komisyonlara sevk edilerek oralarda alınacak tavsiyesine göre karar alınmaktadır.

Bu anlamda belediye başkanı ile iktidar partisi grup sözcüsünün meclise gelen gündem maddelerinin hangi komisyonlara dağıtılacağı konusunda, tabii ki toplantı öncesinde diğer grup sözcülerinin görüşlerini almak suretiyle adeta bir trafik memuru gibi görev yaptıkları söylenebilir. İşte o nedenle Youtube’dan canlı bir meclis toplantısını izlemeye kalktığınızda meclis başkanlığı görevini yapan belediye başkanının ağzından en çok duyacağınız sözcükler şunlar olacaktır:

Kemal Bey, Selahattin Bey, Hakan Bey, 18 ve 19 nolu önergelerin Plan, Bütçe ve Tüketici Hakları komisyonlarına havalesini oylarınıza sunuyorum. Kabul edenler, etmeyenler. Oybirliği ile kabul edilmiştir. Teşekkür ederim.

Bu görüşe karşı, “meclis ile komisyonlar bir bütündür; sonuç olarak komisyonlar konuyu inceleyip görüş belirtiyor, meclis de kararını veriyor” şeklinde bir itiraz yapılabilir; ama bu itirazı yapanların unuttuğu en önemli husus, komisyon çalışmaların kamuya kapalı olmakla birlikte meclis çalışmalarının kamuya açık olmaması zorunluluğudur. Bu zorunluluğun en önemli nedeni de, meclisteki görüşülen konu ile ilgili farklı görüş, düşünce, öneri ve eleştirilerin kamuoyuna açık bir şeffaflıkta yapılmasını sağlamaktır. Komisyonda ise birçok konu tartışılıp farklı fikirler beyan edilmekle birlikte bu görüşme ve tartışmaların kamuya açık olmaması nedeniyle kamuoyunun, diğer bir deyimle halkın karara esas olan farklı düşünceler hakkında bilgi edinmesi mümkün olmamakta; temsili demokrasinin temelini oluşturan anlayışa göre halkın kendi oyuyla seçtiği vekili hakkında bilgi edinmesi, onun nasıl davrandığı ve ne şekilde oy kullandığı konusunda bir fikri olmamaktadır. Alınan karardan bir süre sonra yayınlanan komisyon raporlarında farklı görüş, düşünce, öneri ve eleştiriler üzerinden yapılan tartışmalar yerine sadece oybirliği ya da çoğunlukla alınan tavsiye kararının yazılması nedeniyle komisyonda yapılan görüşmelerin gelişimini görmek -ne yazık ki- mümkün olmamaktadır.

“Komisyon hemen toplansın, karar alsın!”

Ayrıca İzmir Büyükşehir Belediyesi‘nin 13 Şubat 2021 tarihli toplantısında bir örneğini gördüğümüz gibi, meclis toplantısı devam ederken meclis başkanı tarafından o toplantıda karara bağlanması gereken bazı acil konuların ilgili komisyonun hemen dışarıda toplanarak karara bağlanmasının talep edilmesi de; komisyon kararlarının gerektiğinde fazla düşünülüp danışılmadan alelacele alındığını, bu nedenle komisyonlardaki karar alma kalitesinin iyi ve doğru olmadığını gösteren kötü örnekleri oluşturmaktadır.

İmzalanan protokollerin komisyon kararları ile gizlenmesi…

Belediye meclisi tarafından komisyona havale edilen kararların bir kısmının, değişik kurum ve şahıslar arasında imzalanacak protokollerle ilgili olması durumunda ise bu anlaşmanın kurallarını gösteren protokollerin hiçbir şekilde yayınlanmaması nedeniyle şeffaflık, bilgi edinme hakkı ve hesap verebilirlik çerçevesinde halkın meclis ve komisyon kararlarını denetlemesi mümkün olmamaktadır. Örneğin hem geçen yıl hem de bu yıl İzmir Büyükşehir Belediye Başkan Danışmanı Güven Eken‘in işin başında olduğu İzmir Vakfı ile yapılan protokoller ve bu protokollere göre İzmir Vakfı‘na aktarılan kamu kaynakları hakkında bilgi edinmek mümkün olmamaktadır.

Yapılmamış işlerin yapılmış gibi gösterilmesi hem suç hem de ahlaki bir zaafiyettir…

Bizim bütün bu sorunlardan yakınıp çözüm önerileri bulmaya çalıştığımız günlerde basın kuruluşlarıyla sosyal medyanın gündemine yeni bir belediye haberi düştü. İzmir Büyükşehir Belediyesi‘nin 26 Ocak 2021 tarihli bu yeni haberine göre İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer, kısa adı DEMOS olan Ankara merkezli Demokrasi Barış ve Alternatif Politikalar Araştırma Derneği (www.demos.org.tr) ile İzmir Kent Konseyi arasında imzalanan bir protokolle Türkiye’de ilk kez İzmir’de hayata geçirilen http://www.izmir.referandom.com adlı dijital katılım ve izleme aracı projesi ile İzmir’in seçilmiş en yetkili kurumu olan İzmir Büyükşehir Belediye Meclisi‘nin, şehrin geleceği ile ilgili kararların alındığı meclis toplantılarında, gündeme alınmış ve alınacak maddelerin bir eleme sürecinden geçirilerek online bir platform üzerinden kentlilerin oylarına sunulacağını ifade etti. 2019, 2020 ve 2021 yıllarına ait İzmir Büyükşehir Belediye Meclisi kararları arasında yaptığımız taramada İzmir Büyükşehir Belediyesi‘nin ya da İzmir Kent Konseyi’nin bu dernekle işbirliği yapmasına ilişkin bir kararın olmadığı belirlenmiş olup; bu projenin duyurulduğu tarihten 20 gün sonra sözü edilen http://www.izmir.referandom.com isimli İnternet sayfasına baktığımızda ise, sanki 13 Temmuz 2020 ile 12 Şubat 2021 tarihleri arasında sürede bu siteye yazılan (55) adet öneride bulunulduğu ve bu önerilerden sanki 48’i kabul, 3’ü de reddedilmiş gibi yanıltıcı bir bilgilendirmenin yapıldığı görülmektedir.

(TUİK) Türkiye İstatistik Kurumu‘nun işsizlik ya da hayat pahalılığı gibi konularda manipülasyon yapıp yanlış ya da saptırılmış veri yayınlamasında olduğu gibi, burada da 26 Ocak 2021 tarihinde tanıtım toplantısı yapılan bir İnternet sitesiyle, İzmir Büyükşehir Belediye Meclisi’nin 2020 Temmuz, Ağustos, Eylül, Ekim, Kasım, Aralık aylarıyla 2021 yılı Ocak ve Şubat ayları gündeminde yer alan bazı konular hakkında sanki halkın görüşüne başvurulup öneri toplanmış ve bu önerilerin halk tarafından oylanması sonucunda bazı konular kabul, bazıları da reddedilmiş gibi algı yaratılarak konusu aynı zamanda suç olan ahlaki açıdan sorunlu bir durum oluşturulmuştur.

Ama işin asıl ilgi çekici; daha doğrusu trajik diğer bir yönü ise asıl olarak Karabağlar Belediyesi ile İzmir Büyükşehir Belediye Meclisi üyesi olan Fikret Mısırlı‘nın girişimiyle hazırlanıp meclis gündemine alınan “Hayvan Hakları Daire Başkanlığı kurulsun” önergesinin Sokak Hayvanları, Plan Bütçe ve Çevre, Kent Konseyi ve Sağlık Komisyonlarından gelen oybirliği ile “kabul“, Hukuk Komisyonu‘ndan gelen oy çokluğu ile “red “kararları, 13 Şubat 2021 tarihli son meclis oturumunda tartışmalı bir görüşmenin arkasından reddedildiği halde; sanki bu gündem maddesinin görüşülmesi talebi İzmirlilerden geliyormuş “İzmir Büyükşehir Belediyesi Hayvan Hakları Daire Başkanlığı kurulmalıdır.” önermesinin, sonucu henüz açıklanmamış bir öneri olarak http://www.izmir.referandom.com İnternet adresinde bir soru olarak yer almış olmasıdır.

Bu çerçevede, halkın doğrudan doğrudan kendisinden gelen talepler yerine kendi belirlediği konular üzerinden kısıtlayıcı oylamalar yaparak “bakın, halk benim belirlediğim gündem maddelerinden şunu kabul etti, şunları da kabul etmedi” demek, bunun için projeler geliştirmeye kalkmak tam anlamıyla popülist, aldatıcı bir uygulamadır. Ayrıca mevzuatın “gündem, belediye başkanı tarafından belirlenir ve toplantı günü de belirtilerek üyelere en az üç gün önceden bildirilir” dediği koşullarda gündemin duyurulmasından sonra, -değiştirmeye kalkan belediye başkanı da olsa- değiştirilemeyeceği de bilinmelidir. O nedenle, yasal dayanağı bulunmayan ya da yasal olarak yapılması mümkün olmayan uygulamaları, “dijitalleşme“, “inovasyon“, “yaratıcılık“, “demokrasi 4.0” ve “demokrasiyi geliştirme” gibi şık sözcüklerle hayata geçirmeye kalkmanın beraberinde birçok sorunu getireceği de bilinmelidir.

Sonuç olarak;

İnsanların birey, grup ya da toplum olarak var olduğu her durumda, birbirlerine karşı nasıl davranıp neler yapacaklarını ya da yapmayacaklarını her zaman için önceden düzenlenmiş metin, sözleşme ya da yasaklamalarla belirlemenin mümkün olmadığını biliyoruz. Bu anlamda 2005 yılında oldukça ayrıntılı düzenlenmiş olan Belediye Meclisi Çalışma Yönetmeliği‘nin de yer yer ya da zaman zaman yeterli olmayacağını, o kadar ince düşünülüp ayrıntılı düzenlenmiş kuralların bile zaman içinde yetersiz kalacağını ve her bir düzenleme, kural ya da yasaklamanın çiğnenip geçileceğini tahmin ediyoruz.

İşte bu toplumsal gerçeklikten hareketle toplumlar, gücü elinde tutan iktidar sahiplerinin düzenlediği uyarıcı, yönlendirici ya da emredici metinlerin yetersiz kalması durumunda kişi ya da gruplar arası ilişkilerde geçerli olmak üzere bir takım alışkanlıklar, töreler ya da gelenekler geliştirirler. Anglosakson kültürünün egemen olduğu Birleşik Krallık ülkelerinde toplumsal ilişkileri düzenleyen yazılı bir anayasanın olmayışının dışında, çoğu ilişkinin geleneğin getirdiği toplumsal alışkanlıklar çerçevesinde düzenlenmiş olması bu durumun en iyi örneğidir.

Bu çerçevede seçmenleri tarafından belirlenen vekillerin bir araya geldiği belediye meclislerinde ya da parlamentolarda; hatta toplumun diğer resmi, özel ve sivil kesimlerindeki benzeri oluşumlarda her türlü ilişkiyi önceden belirlenmiş kural ve yasaklamalar üzerinden belirlemenin yetersiz kalması nedeniyle her kurumun, her oluşumun kendine özgü gelenekler, alışkanlıklar oluşturduğunu ve bunları zaman içinde geliştirdiğini görürüz.

Şayet yazımıza esas olan büyükşehir ve ilçe belediye meclislerindeki çalışma usul ve esaslarının daha da demokratikleşmesi ve meclis içindeki demokrasi kültürünün daha da gelişmesi isteniyorsa, sadece meclis üyelerinin kendi aralarındaki özel ilişkileri değil; aynı zamanda seçmenleri gözündeki yerlerini sorgulaması, bu meclislerde yaptıklarının seçmenleri tarafından anlaşılıp anlaşılmadığını düşünmesi, tüm tutum ve davranışlarını seçmeninin anlayabileceği sadelikte yapmaya çaba göstermesi, bu çerçevede belediye yapılanmasında belediye meclisi üyeleri ile seçmenleri arasındaki ilişkileri geliştirecek düzenlemelerin yapılması yerinde olacaktır. Örneğin belediyelere ait İnternet sayfalarında yurttaşların nasıl belediye başkanlarına doğrudan ulaşmasını sağlayacak iletişim bilgileri verilip düzenlemeler yapılıyorsa, aynı şey belediye meclisi üyeleri için de yapılmalı, belediye meclisi üyesi-seçmen/halk arasındaki ilişkinin daha kaliteli bir düzeye gelmesi sağlanmalı, belediye meclisi üyelerinin de belediye başkanı kadar temsil gücüne sahip olduğu kabul edilmelidir.

O anlamda, kamusal hizmetlerde hukukun evrensel kurallarına uygun davranmak kadar; demokrasiyi de katılımcı ve çoğulcu boyutta geliştirecek demokratik tutum ve davranışlara da uygun davranılması gerekmektedir diyebiliriz…

Yeni yılın ilk sabahına zamlarla uyanmak…

Ali Rıza Avcan

Evet, her yıl olduğu gibi bu yıl da güne içtiğimiz suda, tükettiğimiz enerjide, kullandığımız ulaşımda zamlarla başladık…

Artık bundan böyle, tabii ki yeni bir zam yapılmadığı sürece; otobüse, vapura, metroya ve İZBAN’a daha pahalıya binip, daha büyük rakamlı su faturaları ödeyeceğiz, otoparklar için daha büyük ödemeler yapacağız, katı atık ve su bedeli ile ilgili faturalarımız daha fazla kabaracak, köprülerden, tünellerden ve otoyollardan geçen ve geçmeyen araçların parasını devlete verdiğimiz vergi, harç ve ücretlerle ödemeye çalışacağız.

Hatta, İZBAN’da uygulamaya konulan “gittiğin kadar öde” sistemine göre elimizdeki İzmirim Kart‘ta en uzak istasyonun ulaşım bedeli olan 6,48 lira olmadığı takdirde İZBAN’a bile binemeyeceğiz.

28 Aralık 2017 tarihinde yapılan Ulaşım Ana Planı (UPİ) 4. Paydaş Toplantısı‘nda öğrendiğimiz yeni bilgilere göre, bu “gittiğin kadar öde” uygulaması 2017 yılında merkez kent olarak tanımlanan 1. bölgeden 2, 3 ve 4. bölgelere giden tüm ulaşım araçları için de geçerli olacak; böylelikle “gittiğin kadar öde” uygulaması tüm İzmir’i kapsamına alacak.

izmir-de-ulasima-buyuk-zam-geliyor-ve-gittigin-kadar-ode-sistemi-tn-play

Öte yandan hazırlanan yeni tarifede en dikkat çeken nokta ise, 60 yaş kartlarının kullanımdan kaldırılması oldu. 125 TL karşılığında 60-65 yaş arası vatandaşların satın aldığı ve 10.00-16.00 ile 19.00-24.00 saatleri arasında yaşlılara sınırsız biniş imkanı tanıyan kartların yerine yeni bir ücret tarifesi belirlendi. 

İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu bu zamları, Türkiye İstatistik Kurumu (TUİK) tarafından duyurulan % 14.47 düzeyindeki 2017 Ekim ayı yurt içi fiyat endeksine dayandırıp yaptıkları % 10 oranındaki zammın bunun altında kaldığını ifade ederek savunmaya kalksa bile İzmir’deki yaşamın bundan böyle pahalılaşan belediye hizmetleriyle dayanılmaz bir düzeye çıktığı da kesin…

Oysa hepimizin bildiği gibi İzmir Büyükşehir Belediyesi, Cumhuriyet Halk Partisi’nin yönetiminde olduğu bir belediye…

Cumhuriyet Halk Partisi son yıllarda emekçiden, işçiden yana, emeğe saygı duyan bir parti olduğunu yüksek sesle ifade edemese de kendisinden beklenen açıkçası bu!

Kentte yaşayan işsizlerin, yoksulların, dar gelirlilerin, emeklilerin, gençlerin ve öğrencilerin yaşamını kolaylaştırmak, İzmir’i yaşanabilir bir kent haline getirebilmek….

Oysa son yıllarda bu kent gittikçe yaşanmaz hale geliyor ve İzmirli bunu bir şikayet olarak daha fazla dile getirmeye başlıyor.

Sayısı her geçen gün artan gökdelenler, yersiz gereksiz yatırımlarla Arap saçına dönüşen trafik, büyük projelerle halkın kullanımına kapatılan geniş kamusal alanlar, kesilen zeytin ağaçları, açılan yeni taş ocakları, sayısı her geçen gün artan RES’ler ve balık çiftlikleriyle ortaya çıkan doğa talanı ve bütün bunların üstüne gelen bu zamlar…

Keşke her yılın başında, küçük esnaf zihniyetiyle ulaşım ve içme suyu ücretlerinin ne oranda artacağını hesaplamak ya da İzmir’deki belediye hizmetlerinin bedelini gelir düzeyi daha yüksek Ankara ve İstanbul gibi kentlerle mukayese edip teselli bulmak yerine; işsizi, yoksulu, dar gelirliyi, emekliyi, genci ve öğrenciyi rahatlatacak sosyal politika, strateji ve çözümler üretebilseler, zarar ve zamlara neden olan yanlış yatırım kararlarıyla işletme sorunlarını gözden geçirip akraba, eş, dost, tanıdık ve partililer ile şişirilen bilgisiz ve deneyimsiz kadroları azaltsalar, sağdan soldan derlenen yönetici kadroların kalitesini yükseltmek için çalışsalar ve yeni yeni sorunları oluşturmak yerine kalıcı çözümler öneren toplumcu bir belediye haline gelebilseler…

Ya da başka bir yönteme başvurup; “biz acaba nerede yanlış yapıp ürettiğimiz hizmetlerin maliyetlerinin yükselmesine neden oluyoruz” ya da “şirketlerimiz niye devamlı zarar ediyor” diye sormaları, kendi kendileriyle hesaplaşmaları beklenir.

Tabii bu hesaplaşmayı sadece kendi başlarına değil; tüm açıklığıyla birlikte bizlerle birlikte yapmaları, hepimizin yaşamına değen bu yanlış ve eksikliklerin nedenleriyle çözümlerini bizlerle birlikte araştırıp bulmaları gerekiyor.

Çünkü, böylesi bir uygulama bizleri; yani halkı, işin içine çekerek ve verilecek kararlara ortak yaparak sorumluluğu da paylaşmamıza ve o işi sahiplenmemize yol açabilir.

Nitekim Brezilya’nın toplumcu belediyecilik uygulamalarıyla ünlenen Porto Alegre kentinde “Katılımcı Bütçe” adı verilen yöntemlerle tam da bu yapılmakta, paylaşımla ilgili tüm mali kararlar yaşanılan bölgelerin birbirinden farklı yoksulluk düzeyleri dikkate alınarak halkın bilgisi içinde halkla birlikte verilmektedir.

Bizde ise, belediyeler bırakın halka bilgi verip danışmayı; bu tür maliyet ve hesapları gösteren tüm bilgi ve belgeleri büyük bir titizlikle halktan saklıyor, en basitinden içme suyunun maliyet hesabının bilinmemesi için özel bir çaba gösteriyor. Çünkü o bilgi ve belgelerin o güne kadar söylediklerini yalanlamasından ve gerçeğin tüm çıplaklığı ile ortaya çıkmasından korkuyorlar.

Belediyelerle onlara bağlı şirketlerin mali performansı ile ilgili bilgilerin halktan kaçırılmasının en son örneği ise, BİMER aracılığıyla öğrenmek istediğim İzmir Büyükşehir Belediyesi’ne ait 17 şirketin bütçe, bilanço, kar-zarar cetveli ve çalıştırdıkları insan sayısı ile ilgili temel bilgilerin önce “şirketlerimiz Bilgi Edinme Kanunu kapsamına girmiyor” ya da “bu bilgiler ticari sırdır, verilemez” gerekçesiyle defalarca reddedilmesi; ardından da Başbakanlık Bilgi Edinme Değerlendirme Kurulu’nun verdiği 6 Kasım 2017 tarihli aksi karar doğrultusunda, “bu bilgileri şirketlerden derleyip toparlayıp size ileteceğiz” şeklindeki cevabın üzerinden (şimdilik) koskocaman bir 1,5 ayın geçmiş olmasına karşın bu bilgilerin henüz elimize ulaşmamış olmasıdır.

Bu son durum da bizi, belediye şirketleri ile ilgili yaşamsal bilgilerin belediye yöneticileri tarafından bile bilinmediğini ve bütün bu bilgileri bir araya getirmek için 15 Kasım 2017 tarihinden bu yana harıl harıl çalıştıkları gibi komik bir sonuca götürmekte.

Tabii ki bütün bu söylenip yazılanları, sadece yerel yönetimler düzeyinde bırakmayıp; aynı zam uygulamalarını “fiyat güncellemesi” adı altında daha büyük boyutlarda yaşama geçirerek hepimizin daha fazla yoksullaşmasına neden olan merkezi iktidarlar için de dile getirmeli, halkın yoksullaşmasına neden olan bu politikalara hem merkezi hem de yerel yönetimler düzeyinde karşı çıkabilmeliyiz.

Kamu Yararı 001

Bütün bu bilgi, değerlendirme ve yorumlar sonucunda;

Bugünden başlayarak, belediye ve şirketlerin mevcut mali durumunu gösteren bilgi ve belgelere ulaşıp o bilgiler ışığında kötü yönetimin bu zarar ve zamlardaki payını görüp sorumlulardan hesap sorabileceğimiz demokratik, katılımcı, eşitlikçi ve saydam bir sistemin oluşumu için hem ülke hem de yaşadığımız kentler ölçeğinde mücadele etmemiz gerektiği bir kez daha ortaya çıkmaktadır.

 

Maksat hasıl olmuştur…

Ali Rıza Avcan

Evet, eski bir anlatım tarzını tercih ettiğimin farkındayım.

Çünkü bunun yerine “amaca ulaşılmıştır” deseydim, anlatmak istediğimi tam olarak ifade edememekten çekiniyorum. O nedenle eski anlatımıyla “maksat hasıl olmuştur” demenin daha uygun olacağını düşündüm. Sanki böyle söylendiğinde anlatılmak istenen şeyin özüne daha fazla değiniliyormuş gibi bir duygu var içimde….

Sözlüklere baktığımızda bu tümcenin, “amaca ulaşılmak” ya da “amacın gerçekleşmesi” olarak açıklandığını; bunu örneklemek için de Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın “İmzanın arkasına saklanan adam, dost düşman her kim olursa olsun maksat hasıl olmuştu.” tümcesinin kullanıldığını görüyorsunuz.

Hepimizin bildiği gibi, maksat ya da amaca ulaşma hali, çoğu kez o amacı hedefleyen/ler açısından olumlu bir anlam içermekle birlikte; o amaçla ilgili taraflar açısından bazen olumlu bazen de olumsuz anlamlar içerebilir. Biz de işte bu düşünceyle; yani sorduğumuz sorulara süresi içinde doğru yanıtlar verileceği düşüncesiyle İzmir Büyükşehir Belediyesi’ne defalarca ve bıkıp usanmadan aynı soruları sorduk. Hem de 4982 sayılı Bilgi Edinme Kanunu ve o kanuna göre düzenlenmiş olan Bilgi Edinme Hakkının Uygulanmasına İlişkin Esas ve Usuller Hakkında Yönetmelik hükümlerine göre yanıtlanması mümkün ve kolay soruları…

Sorduğumuz sorularda İzmir Büyükşehir Belediyesi şirketlerinden biri olan İzmir Deniz İşletmeciliği Anonim Şirketi‘nin; kısa adıyla İzdeniz‘in geçtiğimiz yıllarda ne miktarda kâr ya da zarar ettiğini, bilanço hesaplarının nasıl gerçekleştiğini, yıllık gelir ve giderlerinin ne olduğunu öğrenmek için niye İnternet sayfasında bir “Bilgi Toplumu Hizmetleri” bölümünün bulunmadığını hatırlatarak İnternet sayfasında bu bölümü açmalarını talep ettik.

Çünkü biliyorduk ki, 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu ile Sermaye Şirketlerinin Açacakları İnternet Sitelerine Dair Yönetmeliğin hükümlerine göre bağımsız denetçi tarafından denetlenen bu tür sermaye şirketlerinin İnternet sayfalarında şirketle ilgili temel mali bilgi ve duyuruların bulunması gerekiyordu.

İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin kurduğu diğer sermaye şirketlerinin İnternet sayfalarında olduğu gibi, İzdeniz‘in İnternet sayfasında da “Bilgi Toplumu Hizmetleri” adıyla açılan özel bir bölümde şirketin taahhüt edilen ve ödenmiş sermayesi, ortakları, yönetim kurulu üyeleri, bağlı olduğu ticaret sicili memurluğu, ve numarası, tescil tarihi, yönetim kurulu kararları, bilançoları, vergi dairesi ve numarası, MERSİS numarası ve denetçisinin adı, adresi gibi bilgi ve duyuruların bulunması gerekiyor. Bu durum, aynı zamanda yerine getirilmesi gereken yasal bir zorunluluk.

Bu zorunluluk kamunun bilgilenmesi, bilgilendirilmesi; daha doğrusu Bilgi Edinme Hakkı açısından çok önemli. Çünkü yönetimini oylarımızla belirlediğimiz bir belediyenin şirketlerinde işlerin iyiye mi yoksa kötüye mi gittiğini bilmemiz ve oy verirken ona göre karar vermemiz gerekiyor.

Bu bilgilerin İnternet üzerinden halka duyurulması hem yasal bir zorunluluk hem de açıklığa, şeffaflığa, halkın bilgi edinme hakkına saygı duyduğunu iddia eden tüm siyasi partilerin ve siyasetçilerin en temel görevlerinden biri.

O nedenle, Cumhuriyet Halk Partisi’nin yönetiminde olduğu belediye şirketleriyle ilgili bilgileri, daha biz sormadan bütün açıklığı ile bizlerle paylaşması gerektiği halde; bu bilgileri çoğunlukla halkla paylaşmadıklarını, İnternet sayfalarında bu bilgileri kapsayan bölümleri açsalar bile ya tüm bilgileri bu bölüme koymadıklarını ya da bu bölümlerin çalışmadığını görüyoruz. Bu konudaki en uç örneği ise İnternet sayfasında böyle bir bölüm açmadığı halde bizlere verdiği yanıtlarda açtığını iddia eden, bunu kanıtlamak için de aşağıdaki görüntüleri gönderen İzdeniz şirketi oluşturuyor.

izdeniz a.ş. (1)
İzdeniz’in İnternet sayfamda “Bilgi Edinme Hizmetleri” bölümü var diye gönderdiği görsel

Özet olarak; şirketle ilgili bilgilerini İnternet üzerinden halkla paylaşmayan, bundan kaçınan, bu konuda yöneltilen soruları ısrarlı bir şekilde yanıtlamayan ya da yanlış cevaplar veren bir şirketin böyle yapmakla nasıl bir kazancı olduğunu sormadan edemiyoruz kendi kendimize.

İskeleler ölçeğindeki yolcu ve sefer sayılarını sorduğunuzda bu verilerin elinde olmadığını ya da şirketle ilgili sorular sorduğunuzda Bilgi Edinme Kanunu kapsamında olduğu halde bu kanun kapsamında olmadığını söyleyerek halkı yanıltan veya her türlü bilgiyi “ticari sır” arkasına gizleyen, uzun yıllar “vekil” genel müdür eliyle yönetilip olaylı son grev sonrasında genel müdürünün istifa ederek ayrıldığı bir şirket acaba neden böyle davranır? Başka bir anlatımla, bilerek ve isteyerek ısrarla bilgi vermekten kaçınan ya da yanlış bilgi vererek kurumlarının itibarına zarar verenlerin halktan gizleyip paylaşmak istemediği bilgilerde acaba hangi yanlışlık ya da eksiklikler vardır diye düşünmeden edemiyorsunuz.

Resim1Oysa böylesi durumlarda sahip olduğu bilgiyi paylaşmamak ve bundan ısrarlı bir şekilde kaçınmak o kuruma zarar vereceği gibi insanın aklına ister istemez birtakım şüpheler düşürerek sonuca; yani maksad’a ulaşmasını sağlayarak “maksad hasıl olmuştur” de dedirtebiliyor…

DJWkIAmXgAA0Ap0

Tabii ki geride bir duman bulutu gibi yoğunlaşıp çoğalan kaygı, şüphe ve güvensizliklerle…

Bu yoğun güvensizlik duygusuyla ister istemez şu soruyu sormadan da edemiyoruz:

Yoksa, İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin şirketi İzdeniz Deniz İşletmeciliği Anonim Şirketi‘nde “Hak, Hukuk, Adalet” yok mu?

 

Halkın çarçur edilen parası…

Ali Rıza Avcan

Belediyelerin kurduğu ya da ortak olduğu şirketlere kuruluş aşamasında ya da sonrasında aktarılan kamu kaynakları dibi bilinmeyen bir kuyunun içinde çarçur edilmekte ve bu durum özel bir çabayla halkın denetiminden kaçırılmaktadır….

Bu durum sadece İzmir ve çevresinde değil; tüm ülkedeki bütün belediye şirketlerinde yaşanmakta, böylelikle genel bir yozlaşma ve yolsuzluğun ürünü olarak artık hepimizin kanıksadığı bir toplumsal gerçek haline dönüşmektedir.

Böylesine önemli bir kanıya neden ve nasıl vardın diye sorarsanız; ben de bunun türlü çeşitli nedenlerini anlatmaya başlayabilirim.

HD-keyhole

Her şeyden önce belediyelerin yapmak zorunda oldukları her bir kamu hizmeti için belediye dışında ayrıca bir şirket kurulma yoluna gidilmekte ve bizlerin devlete ya da belediyelere ödediği vergi ve harçlarla oluşan belediye bütçelerinden bu şirketlere sermaye payı olarak büyük miktarlarda paralar aktarılmakta, devamında ise bu sermaye payları gerçekleşen yıllık zararları karşılamak amacıyla devamlı olarak artırılmaktadır.

Örneğin şu an itibariyle İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin ortak olduğu toplam 17 şirketin ödenmiş sermaye büyüklüğü 3.091.356.010.-TL’yı bulmakta olup, neredeyse belediyenin 4 milyar 950 milyon lira tutarındaki 2017 yılı bütçesinin üçte ikisine tekabül etmektedir.

Bu durum ayrıca, neredeyse her bir belediye hizmetinin karşılığında bir şirket kurulması suretiyle neredeyse tüm belediye hizmetlerinin özelleştirildiği anlamına gelmekte ve tüm belediyelerin şirketler kurarak ya da çok ortaklı özel şirketlere ortak olarak özelleştirmenin boyut ve derinliğini nasıl artırdığını net bir şekilde ortaya koymaktadır.

Cumhuriyet Halk Partisi’nin siyasi olarak temelden karşı olduğu taşeronlaşmayı gelişip güçlendirmek için her bir belediyenin ayrı bir şirket kurması ise bu işin başka bir trajik yönüdür. Taşeron işçi çalıştırma konusunda İzmir Büyükşehir Belediyesi’nde İzenerji A.Ş.’nin, Konak Belediyesi’nde Merbel A.Ş.’nin, Karşıyaka Belediyesi’nde de Kent A.Ş.’nin görevli olması ve taşeron işçilik ihalelerine bu şirketlerin katılması taşeron işçi çalıştırmama konusundaki siyasi niyetin CHP’nin en büyük ve önemli belediyelerinde nasıl samimiyetten uzak bir uygulamaya dönüştüğünün kanıtlarıdır.

Buna ek olarak, son 2-3 yıldır belediyeye ait kamu kaynakları, belediye meclisinden karar alınarak ya da alınmayarak birtakım işadamlarının ortak olduğu çok ortaklı şirketlere aktarılmakta; böylelikle kamu kaynaklarının özel şahıs ya da kurumların menfaatleri doğrultusunda kullanılması sağlanmaktadır. 2016 yılında 3 Milyon liranın belediye meclisi kararıyla Tarkem A.Ş.’ne, 2017 yılında da 12 Milyon liranın belediye meclisi kararı aranmaksızın Tetusa A.Ş.’ne aktarılmış olması bu durumun en iyi örnekleridir.

Ayrıca bu şirketlerin her yıl yaptıkları kar ya da zararlarla bilançoları ve çalıştırdıkları personel sayıları gibi önemli bilgiler halka açıklanmamaktadır. Yasal bir zorunluluk olmamakla birlikte belediyeye ait faaliyet raporlarında bu şirketler için sadece yaptıkları hizmetler anlatılmakta; ama örneğin İzfaş A.Ş.’nin geçen yılki İzmir Uluslararası Fuarı için Folkart’tan temin ettiği sponsorluk katkısı gibi bilgiler hiçbir şekilde kamuoyu ile paylaşılmamaktadır.

Çoğu kez şirketlerle ilgili bir takım bilgileri Bilgi Edinme Kanunu çerçevesinde sorduğumuzda, bu şirketler kanun kapsamında oldukları ve bilgileri “ticari sır” niteliğinde olmadığı halde ya kanun kapsamında olmadıkları ya da “ticari sırları” veremeyecekleri gerekçesiyle bu sorular yanıtlanmamaktadır. 

MW-CX277_opaque_20141023142936_ZH

Ayrıca bu şirketlerle ilgili tüm bilgiler, İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin elinde olduğu halde bu şirketlerin ayrı bir kamu tüzel kişiliği olduğu gerekçesiyle sorular yanıtlanmamakta, bu tür soruların şirketlere sorulması istenmektedir.

Ama bu şirketlerin bir kısmı mevcut olmakla birlikte, örneğin Hilton İzmir Oteli’ne kiralanan gayrimenkul nedeniyle ortak olunan İzmir Enternasyonal Otelcilik A.Ş.’ne nasıl ulaşılacağı, bu şirket hakkında nasıl bilgi alınacağı, bu şirketteki belediye hissesinin akıbeti konusunda kimin bilgi vereceği bilinmemektedir.

Kamuya ait tüm bilgilerin hiç bir yasal gerekçenin arkasına sığınmadan kamuoyuna açıklanması doğru ve ahlaki bir davranış olduğu halde bu şirketlerin durumunu açık bir şekilde ortaya koyan bilgiler, Türk Ticaret Kanunu ile diğer şirketlere tanınan ayrıcalıklardan yararlanılarak halktan kaçırılmakta, şirketlerin İnternet sayfalarında yayınlanmamakta; hatta belediye meclisi üyelerine bile yeterli düzeyde bilgi verilmemektedir.

Ayrıca ne hikmetse çoğu şirketin bağımsız denetimi, İzmir’de bu işi yapabilecek şirketler olduğu halde İstanbul’daki bir şirkete yaptırılmakta ve bunun nedeni de açıklanmamaktadır.

Bu anlamda belediye şirketleri kapalı bir kutu gibi halktan kaçırılmakta ve bu yanlış tutum hem belediyenin  hem de belediyeyi elinde bulunduran Cumhuriyet Halk Partisi’nin itibarına zarar vermektedir.

hqdefault

Çünkü şirketlerle ilgili en temel ve küçük bir bilginin bile halktan, kamuoyundan saklanması, bunun için akla hayale gelmeyen bürokratik kurnazlıkların yapılması işin arkasında gizlenen, saklanan bir şeyler olduğu şeklindeki kaygılarımızı; hatta kuşkularımızı doğrulamaktadır. Böylelikle belediye yönetimi kendi kendine zarar vermekte, adeta kendi kuyusunu kendisi kazmaktadır.

Bu durum karşısında, kamuoyunda oluşan kuşku, şüphe ve güvensizliği besleyen en önemli nedenin bilgi eksikliği ve bilgiye ulaşım hakkını engelleme olduğunu hatırlatarak, bu konuda başa gelebilecek en iyi şeyde bile bu tutum ve davranışı sürdürmekte ısrar eden belediye yöneticilerinin sorumlu olacağını ifade etmek isteriz.

Hemşehri odaklı belediyeler… (1)

Ali Rıza Avcan

Bir belediyenin yaptığı bütün planlarda, aldığı bütün kararlarda, gerçekleştirdiği bütün uygulamalarda o kentte yaşayan ya da çalışan insanları, diğer bir deyimle “hemşehrileri” esas alması, yaptığı her şeyin odağına insanı yerleştirmesi…

Bu duruma bazı kaynaklar yönetimde “vatandaş odaklı yaklaşım“, bazıları da “hemşehri odaklı yaklaşım” diyorlar…

Bu kavram ve yaklaşımın şu sıralarda işletme yönetimi alanında rağbette olan “müşteri odaklı pazarlama” ile ilişkisi olduğunu söyleyenler olmakla birlikte; aslında bu olgu yönetim bilimi açısından pek de yeni bir şey değil….

İnsan var olduğundan, onun oluşturduğu yöneten ve yönetilen toplum düzeni şekillendiğinden bu yana, tüm din, ahlak ve hukuk kuralları bir insanın diğer bir insana, bir yurttaşın diğer bir yurttaşa, bir kentlinin başka bir kentliye; giderek her tiranın, firavunun, sultanın ya da seçimle belirlenen demokratik yöneticinin yönettiği insanları dikkate almasını, onların istek ve taleplerine kulak vermesini tavsiye ediyor…

Ancak bu durum, demokratik mücadelenin gelişip güçlendiği daha yakın tarihlerde iyi bir yönetici olmanın şartı olmaktan çıkıp temel bir insan hakkı olarak değişim geçirmiştir. 

İnsanlık kadar eski bir yöntemin yerel yönetimlerde başarılı bir şekilde yaşama geçirilmesi ve her bir belediyenin “hemşehri odaklı” çalışmalar yapmak istemesi, bugünkü koşullarda “bilgi edinme” ve “yönetime katılma” gibi demokratik haklarla “şeffaflık” ve “hesap verebilirlik” gibi ilkeler ve “kent konseyi” gibi yerel örgütlenmelerle mümkün gibi görülmekle birlikte; 2004-2005 dönemindeki yasal değişikliklerle ülkemiz gündemine yerleşen bu kavramlar, -ne yazık ki- merkezi yönetimin güvenlik odaklı yaklaşımları ve bu kavramlarla ilgili çalışmaların ithal edilmiş bir şablon üzerinden yaşama geçirilmek istenmesi gibi acemilikler nedeniyle istenilen sonuçlara ulaşamamış, Avrupa Birliği ideallerinden uzaklaştığımız bir ortamda bu kavram, olgu ve yaklaşımlar yavaş yavaş unutulmaya başlanmıştır.

Ayrıca özellikle kent konseyleri uygulamasının zaman içinde araçtan çok bir amaca dönüşmesi, idarenin bilgi edinme sürecinde işi zorlaştıran bürokratik tutumu, bilgi edinme sürecinin bir reklam, tanıtım ve halkla ilişkiler etkinliğine dönüşmesi ve katılım mekanizmalarının aslında bir aldatma ya da oyalama yöntemi olarak kullanıldığının fark edilmesi gibi olumsuzluklar nedeniyle, demokratik/sivil kamuoyunun bu kavram ve yöntemlere inancını da azalmıştır. 

İşte o nedenle bir kez daha “vatandaş” ya da “hemşehri” odaklı yönetim anlayışlarına önem verilmesi, bunun için de “bilgi edinme” ve “yönetime katılma” gibi hakların, “şeffaflık” ve “hesap verebilirlik” gibi ilkelerin ve “kent konseyi” gibi  yerel örgütlenmelerin ister bu ister başka ad ve içeriklerle tekrar gündeme getirilerek ülke koşullarına uygun girişimlerin başlatılması gerekmektedir.

Şimdi sırasıyla, “hemşehri odaklı belediye” olmayı kolaylaştıran “bilgi edinme” ve “yönetime katılma” haklarıyla “şeffaflık” ve “hesap verebilirlik” ilkelerini ve “kent konseyi” örgütlenmelerini sırasıyla incelemeye başlayabiliriz:

2219d3347e178d161405a6a7f9dfa5db

Bilgi Edinme Hakkı

Vatandaş odaklı yönetim” ya da “hemşehri odaklı yönetim” anlayışı denildiğinde insanın aklına ilk gelen konulardan birini ister istemez “bilgi edinme hakkı” oluşturur. Bu hak çerçevesinde, vatandaşın ya da hemşehrinin, belediye ve hizmetleriyle ilgili her konuda, herhangi bir kısıtlama olmaksızın zamanında, herhangi bir kısıtlamaya tabi olmaksızın doğru ve sağlıklı bilgilere ulaşması, bu konuda herhangi bir zorlukla karşılaşmaması gerekmektedir.

Bilgi Edinme Hakkı” çerçevesinde kullandığımız ilk yöntem, dilek ve şikayetlerimizi resmi kurumlara dilekçe vererek bildirdiğimiz dilekçe hakkıdır. Bireylerin, kişisel veya kamusal konularla ilgili dilek ve şikayetlerini tek başına ya da başkalarıyla birlikte yargı organı dışındaki resmi kuruluşlara sunabilme hakkı olarak tanımlanan ve dayanağını Anayasa’nın 74. maddesinden alan bu hak, 1984 tarih ve 3071 sayılı Dilekçe Hakkının Kullanılmasına Dair Kanun‘la düzenlenmiştir.

Ancak dilekçe hakkının uygulama karşısında yetersiz kalması nedeniyle, 9 Ekim 2003 tarih, 4982 sayılı Bilgi Edinme Hakkı Kanunu ve bu kanunun 31. maddesi uyarınca Bakanlar Kurulu’nun 19.04.2004 tarih, 2004/7189 sayılı kararı ile kabul edilip 27 Nisan 2004 tarih, 25445 sayılı Resmi Gazete’de yayınlanan “Bilgi Edinme Hakkı Kanunun Uygulanmasına İlişkin Esas ve Usuller Hakkında Yönetmelik” düzenlenmiştir.

4982 sayılı Bilgi Edinme Kanunu ve yönetmelik hükümlerine göre bu hakkın kullanımı, merkezi idare kapsamındaki kamu idareleri ile bunların bağlı, ilgili veya ilişkili kuruluşlarının, köyler hariç olmak üzere mahalli idareler ve bunların bağlı ve ilgili kuruluşları ile birlik ve şirketlerinin, Merkez Bankası, İMKB ve üniversiteler de dahil olmak üzere kamu tüzel kişiliğini haiz olarak enstitü, teşebbüs, teşekkül, fon ve sair adlarla kurulmuş olan bütün kamu kurum ve kuruluşlarının ve kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarının faaliyetlerini kapsamaktadır.

Bilgi Edinme Hakkı Kanunu ve yönetmeliği ile ilgili uygulamalarda birçok sorunla karşılaşmış biri olarak aklıma ilk gelen örneklerden biri, 2015 yılında göçmen, mülteci ve sığınmacılarla ilgili ulusal bir proje hazırlığı için İçişleri Bakanlığı Göç İdaresi Genel Müdürlüğü’ne başvurarak her bir ildeki göçmen, mülteci ve sığınmacıların sayı ve cinsiyetleri ile bilgileri istediğimizde hem bakanlığın hem de Başbakanlık Bilgi Edinme Değerlendirme Kurulu’nun bu bilgilerin gizli kalması gereken kişisel bilgiler olduğunu belirterek başvurumuzu reddetmeleri, ama bir süre sonra bu bilgileri gelişen uluslararası gelişmeler nedeniyle kendilerinin kamuoyuna açıklamalarıdır.

Yine aklıma gelen diğer bir ilginç örnek ise, Türkiye’deki kent konseyleri ile ilgili bir araştırmada kent konseylerinin kurulduğu tarihten bu yana Türkiye’de kaç adet kent konseyinin bulunduğunu içeren sorumuzun, kent konseyleri ile ilgili projenin Birleşmiş Milletler Uluslararası Kalkınma Teşkilatı (UNDP) ile birlikte ortağı olan İçişleri Bakanlığı’nın bu konuların bakanlıkça bilinmediği ve bunun için özel bir araştırma yapılması gerektiğini belirterek yanıtlamamış olmasıdır. 

4982 sayılı Bilgi Edinme Hakkı Kanunu ve yönetmelikte belirtilen iş ve işlemlerin kamu bürokrasisi tarafından bu şekilde yürütülmesi ve kamu kurumlarına tanınan sürelerin çok uzun olması, gerekli bilgileri süresi içinde vermeyen kurumlar hakkındaki yaptırımların yetersiz kalması, bu konuyu takiple görevli Bilgi Edinme Değerlendirme Kurulu’nun bugüne kadar kendisinden beklenen performansı gösterememesi nedeniyle bu uygulamaları kolaylaştırmak ve daha kolay izlemek amacıyla 19 Ocak 2006 tarih ve 2006/3 sayılı Başbakanlık genelgesiyle Başbakanlık İletişim Merkezi (BİMER) uygulamasına geçilmiştir.

237326

Kısaca BİMER dediğimiz bu web tabanlı iletişim sistemi, hem “Bilgi Edinme Hakkı“nın kullanımını hem de açık şikayet ve gizli ihbar sistemlerinin Başbakanlığın denetimindeki bir platform üzerinden yapılıp izlenmesini sağlamakta, sistemin merkezinde Başbakanlığın olması nedeniyle çoğu kez her bir kurumun kendi “Bilgi Edinme” süreçlerinden daha etkili olmaktadır. Hatta çoğu kullanıcı kurumsal bilgi edinme süreçlerinde sonuç alamadığı başvurularını, doğrudan doğruya BİMER üzerinden yaparak istediği sonuca daha kısa sürede ulaşmakta, o nedenle de her yıl BİMER’e yapılan başvuruların sayısı düzenli olarak artmaktadır. Sistemin kurulduğu 2006 yılında 129.297 olan işlem sayısının büyük bir oranda artarak 2016 yılında 1.729.952 sayısına ulaşmış olması örnektir.

BİMER sisteminin hukuk, demokrasi ve özgürlükler açısından sakıncalı yanı ise başvuranın kimliğini gizleyen ihbar sistemini barındırarak bu tür gizli ihbarların internet üzerinden yapılmasını kolaylaştırmış olmasıdır.

Devam Edecek…

 

Şeffaflıktan ne anlıyoruz?

2003-2006 döneminde yoğunlaşan; ancak onu izleyen yıllarda gevşeyip unutulmaya başlayan Avrupa Birliği uyum çalışmalarıyla birlikte kamu yönetimi ile ilgili temel belgelere, kalkınma planlarına, stratejik belgelere, vizyon ve misyon bildirimlerine, temel ilke ve değerler olarak duyurulan metinlere ve giderek kamu söylemine giren sihirli sözcüklerden biri de “şeffaflık” idi.

O zamanki yaygın zihniyete göre kamu yönetimiyle ilgili her şey bundan böyle; eski deyişiyle “şeffaf“, yeni deyişiyle de “saydam” olacaktı. Bir ucundan ya da tarafından baktığımızda diğer uç ya da taraftaki her şeyi apaçık görecektik artık… Bundan böyle saklımız gizlimiz olmayacaktı… Devletle, belediyelerle ilgili her şeyi istediğimiz şekilde öğrenecek ve bilecektik…

Gündüz vakti havai fişek atıp kutladığımız şeylerin arasında bu “şeffaflık” olgusu da vardı…

Bilinmez belki de, bu sözcüğün “transparanlık” anlamına geldiğini, bundan böyle gözlerine takacakları sihirli gözlüklerle mahrem sayılan her şeyi görebileceğini sanıp hınzırca sevinenler de olmuş olabilir… 

Ama iş, bizim beklediğimiz gibi olmadı… Bizlerden gizlenen her şeyin; bilgi, belge ve diğerlerinin yanına yaklaşmak yine mümkün olmadı, hatta bu iş eskisine göre daha bir zorlaştı…

Kamudaki, yerel yönetimlerdeki bilgi ve belgelerin “şeffaflık” kuralı uyarınca öğrenilmesini mümkün kılacağı söylenen 2003 tarihli Bilgi Edinme Kanunu zaman içinde “Bilgi Edinememe Kanunu“na dönüştü. Sorduğunuz en masum bilgiler bile ticari sır ya da kişisel bilgi olarak nitelenip size bilgi verilmesinden kaçınıldı.

Örneğin, tutup ülkedeki mülteci, göçmen ve sığınmacıların iller ve cinsiyetler itibariyle sayılarını İçişleri Bakanlığı Göç İdaresi Genel Müdürlüğü‘ne sorduğumuzda bu bilgilerin gizli kalması gereken kişisel bilgiler olduğu iddia edilip verilmesinden kaçınıldı. Ama bir süre sonra, Avrupa Birliği ile bu mülteci, göçmen ve sığınmacılar üzerinden bir anlaşma yapılması söz konusu olduğunda, sizin istemiş olduğunuzdan fazlası “biz 3 milyon mülteci, göçmen, sığınmacıyı barındırıyoruz” nidalarıyla ortalığa saçıldı…

Kent Konseyleri ile ilgili bir proje nedeniyle Türkiye’de kaç adet kent konseyi olduğunu, Yerel Gündem’21 Türkiye Programı‘nın resmi ortağı olan İçişleri Bakanlığı’na sorduğumuzda, bu hususun bakanlıkça bilinmediği ve bunun için özel bir çalışma yapılması gerektiği ifade edilerek yine bilgi verilmekten kaçınıldı. Oysa İçişleri Bakanlığı bu sayıyı bilmesi, kent konseylerini izleyip değerlendirmesi gereken; üstüne üstlük kent konseyleri ile ilgili projenin/programın Birleşmiş Milletler Uluslararası Kalkınma Örgütü (UNDP) ile birlikte iki ortağından biriydi.

Ardından da Folkart isimli şirketin 85. İzmir Enternasyonal Fuarı nedeniyle ne miktarda sponsor desteği sağladığını sorduğumuzda, o da “ticari sır” diye gizlendi. Belediyelerde ve ortağı olduğu kamu şirketlerinde “ticari sır” diye bir şey olmamasına karşın; İzmir Büyükşehir Belediyesi‘nin web sayfasındaki “Bilgi Edinme Hakkı” bölümünü açtığınızda “ticari sır” niteliğindeki bilgilerin verilmeyeceğini ifade eden uyarılarla karşılaştık. Ayrıca İzmir Büyükşehir Belediyesi‘ne ait birçok şirketin web sayfasında, Türk Ticaret Kanunu’na göre konulması gereken “Bilgi Hizmetleri” bölümünün ya hiç olmadığını ya da uzun bir süredir çalışmadığını belirledik.

Şeffaflık 001

Ayrıca, Bilgi Edinme Kanunu çerçevesinde yönelttiğiniz sorulara verilen yanıtlardaki çoğu arkadaşımızı çılgına çeviren anlaşılmaz lastikli dil, sorduğunuz bir soru karşılığında farklı yöntemlerle birden fazla hizmet biriminden aldığınız farklı, çelişkili yanıtlar ya da İzmir ilçelerindeki mevcut ve inşa halindeki ibadethanelerin sayısını sorduğunuz İzmir İl Müftülüğü‘nün Bilgi Edinme Kanunu ve uygulamasından habersiz hali de bu işlerin cabası oldu… 

Öte yandan bu “şeffaflık” ilkesinin kabulünden sonra öyle bir mevzuat düzenlemesi yapıldı ki, düzenlenen hiçbir resmi belgeyi işin uzmanı olmadığınız sürece anlayamaz oldunuz. Hatta bu durum öyle bir noktaya ulaştı ki, bazı belediye meclisi üyeleri kendi sorumluluklarında olup oy verecekleri belgelerdeki bilgilerin ne anlama geldiğini dönüp size sormaya başladılar. Onlar bile önlerine gelen belgeleri, bilgileri anlayamaz, çözemez hale geldiler. Hatta önlerine gelmesi, bilgilenmeleri gereken birçok plan, program, belge onlara verilmedi ya da bazı şeyleri bilmeden oylayıp kabul ettiler.

Tabii bu arada oluşturulan yöntem ve işlemlerin karmaşıklığı, kullanılan mesleki, teknik jargon nedeniyle bürokratların bu belgeler üzerinde istedikleri gibi oynamaları, değişik yapmaları da mümkün hale geldi.

Örneğin İzmir Büyükşehir Belediyesi‘nin stratejik plan uygulamasında yaptığı gibi sırf belediyenin ve bürokratların başarısını yüksek göstermek amacıyla, adeta oyun oynarken oyunun kuralını değiştirircesine başarıyı ya da başarısızlığı ortaya koyacak olan göstergelerle oynandığı, başarıyı gösteren göstergelerin uygulandığı, başarısızlığı gösterenlerin ise en kısa sürede uygulamadan kaldırıldığı görüldü. İşte o nedenle, kentteki yeşil alan çalışmalarıyla ilgili her türlü ayrıntıyı bilmemize karşın halen bu işin odak noktası olan kişi başına düşen aktif yeşil alan miktarını ve bununla ilgili amaç ve hedefleri bilmeyiz. Çünkü bu göstergenin açık bir başarısızlık anlamına geldiğini cahili, eğitimlisi, uzmanı ya da uzman olmayanı herkes bilir ve anlar (!)

Ya da benim başıma geldiği gibi, 2004 yılında faaliyete giren Ahmet Piriştina Kent Arşivi ve Müzesi ile ilgili istatistikleri dikkate alıp bir değerlendirme yapmaya kalkıştığınızda, ilk yıllardaki rakamların -uluslararası standartlarda olmamakla birlikte- size bir fikir verdiğini görürken son yıllarda yeni yöntemlerle hazırlanan raporlar nedeniyle giderek bilgi vermekten uzaklaşıldığını, bundan böyle yapılanın kamuoyunu bilgilendirmekten çok içi boş anlatımlarla reklama dönüştüğünü görürsünüz.

İşte o yüzden, Bilgi Edinme Kanunu ile ona benzer mevzuat düzenlemeleriyle kamu yönetiminde şeffaflığı sağlamak iddiasının geçerli olduğu son 14 yıllık süre içinde bilginin bırakın şeffaflaşmasını; eskisinden daha çok saklanıp gizlendiğini, kamunun bilgi ve açıklıktan uzaklaştığını; geliştirilen ayrıntılı standartlar ve yöntemler nedeniyle sergilenmek istenen olumlu bilginin vitrine çıkarıldığını, başarısızlığı ortaya koyacak olumsuz bilginin ise eskisine göre daha ulaşılamaz hale geldiğini, “şeffaflık” adı altında saklandığı ya da anlaşılmaz olduğu bir ortamın geliştiğini söyleyebiliriz.

Şeffaflık 006

O nedenle, hem ülke düzleminde hem yerelde demokrasinin, temel insan hak ve özgürlüklerinin, etkin halk katılımının bu topraklarda daha da gelişip güçlenmesi, kurumsallaşıp sürdürülebilir hale gelmesi için,

Tüm kamusal bilgilerin, bırakın sorup öğrenme yöntemini, kamunun kendi gayret ve çabasıyla ve hiçbir şekilde abartılı reklam diline başvurulmaksızın anlaşılır, sade ve yalın bir şekilde bizlere iletilmesini talep etmeli, bunun için özel bir çaba ve mücadele içine girmemeliyiz diye düşünüyoruz. 

Belediyelerin ve Şirketlerinin Sponsorluk Sözleşmeleri Halka Açıklanmalıdır.

Sponsorluk, halkla ilişkiler disipliniyle ilgili tüm yayınlarda bazı toplumsal hedefleri gerçekleştirmek amacıyla destekleyenle desteklenen arasında, tarafların karşılıklı yararlarını gözeten bir anlaşma olarak tanımlanır.

Bu tanım içinde yer alan toplumsal hedefler, kültür, sanat, spor, sağlık ve esenlik gibi toplumu ilgilendiren, ona yarar sağlayan hedeflerdir. Bunlar, bir tiyatro festivalinin veya çocuklarla ilgili bir hastalığın tedavisine yönelik tıbbi araştırmaların desteklenmesi ya da toplumda, çocuk yaşta evlendirmelerle ilgili bir bilincin yaratılması gibi hedefler olabilir.

Yapılan sponsorluk sözleşmesinde her iki tarafın yararları gözetilmekle birlikte; bu sözleşme ile yapılan işte, reklam ve tanıtımdan farklı olarak destekleyenin ticari kaygı ve hedefleri daha bir geride yer alır. Sponsorluktaki öncelikli amaç, toplumu ilgilendiren bir etkinliğe, bir çalışmaya destek olup kamuoyunun bu destekten haberdar olmasını sağlamaktır. Çünkü desteği sağlayan kişi ya da kuruluş, yaptığı ilan, reklam ve tanıtım çalışmaları dışında hayırlı, güzel ve yararlı bir çalışmayı destekleyerek toplumsal düzeyde sempati kazanmaya çalışmaktadır.

sponsorluk-yonetimi

Yapılan desteğin asıl amacı, desteği sağlayandan yana bir toplumsal sempati yaratmak olmakla birlikte, bu hedefin arkasında da o insani sempatiyi bir şekilde kâra, ticari faydaya dönüştürmeyi hedefleyen bir amaç da bulunmaktadır. Bu anlamda her sponsorluk desteğinin, muhakkak bir karşılık beklediğini, en azından yapılan destek düzeyinde bir geri dönüşü arzuladığını söyleyebiliriz. Çünkü, böyle bir karşılık olmadığı takdirde eşyanın doğası gereği sponsorluğun yapılması ya da sürdürülmesi mümkün olmayacaktır.

Halka ilişkiler disiplininin ülkemizdeki duayenlerinden Sibel Asna, hem topluma değer katan sponsorluk desteğinin hem de bu desteğin sağladığı geri dönüşün ölçülebilir olmasına vurgu yapmakta; desteğin sağladığı etki ölçülemediği takdirde kimsenin sponsorluk yapmaya hevesli olmayacağını belirtmektedir.

***

Sponsorluk, Eski Yunan ve Roma’dan bu yana sıklıkla uygulanan bir yöntem olmakla birlikte, ülkemizdeki uygulaması, özellikle de belediyelerdeki uygulaması oldukça yenidir.

Devlet kuruluşları, özellikle de belediyeler “kamu yararı” anlayışıyla hizmet yaptıkları için uzun yıllar sponsorluk uygulamalarına soğuk bakmışlar, sponsordan söz edenlere, sponsor olmak isteyenlere şüpheyle yaklaşmışlardır.

Ancak, Turgut Özallı yıllarla birlikte ortaya çıkan belediyelerdeki şirketleşme ve özelleştirme rüzgarıyla birlikte çoğu belediye başkanı ve yöneticisi, para bulamadıklarında, belediyeye ait gayrimenkulleri kolaylıkla satıp elden çıkaramadıklarında, başları sıkıntıya girdiğinde ya da bazı harcamaları yasal ölçülerde yapamadıklarında iş hayatının, ticari yaşamın bu yeni yeni uygulanmaya başlayan yönteminden yararlanmaya çalışmışlar, çoğu kez iş verdikleri ya da yakın oldukları firmalardan, kuruluşlardan sponsorluk almaya başlamışlardır.

Bunun en son örneği, biz İzmirliler için İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin 85. İzmir Enternasyonal Fuarı için Folkart’la ve Türkiye İş Sağlığı Zirvesi için Efemçukuru’ndaki altın madenini işleten Tüprag isimli şirketle sponsorluk sözleşmesi imzalamış olmasıdır. Nitekim her iki sponsorun kimliğini, geçmişte ortaya koydukları işleri ve İzmir açısından yarattıkları tehlikeleri dikkate alan başta TMMOB, EGEÇEP ve Kültürpark’a Dokunma! grubu gibi birçok meslek odasıyla sivil toplum kuruluşunun ve İzmirli’nin itirazlarına konu olmuştur.

Bu iki kötü örnek, belediyelerin birtakım firmalarla sponsorluk sözleşmeleri imzalarken nelere dikkat etmesi ve sponsorluk konusunda nasıl bir strateji, politika ve yöntem belirlemesi gerektiği konularını gündeme getirmiştir.

1_2015216142011_5

Ayrıca, 2015 tarihli seçim bildirgesinde belediyelerdeki bağış sisteminin kaldırılacağını vaat eden Cumhuriyet Halk Partisi için de, CHP’li belediyelerdeki sponsorluk uygulamalarına ilgi duyması, bu konularda bir politika, strateji ve disiplin belirlemesi gerektiğini ortaya koymuştur.

***

İşte tam da bu noktada çıkıp şu temel ve can alıcı soruları sormamız gerekmektedir:

1) Gerçekleştirdiği hizmetlerde “kamu yararı“nı gözetmesi gereken bir belediye, iş verdiği ya da iş vermesi muhtemel bir kuruluştan veya dava açtığı bir şirketten sponsor desteği almalı mıdır? Böylesi bir destek, insani ve kamusal etik değerlere ne ölçüde uymaktadır?

2) Sponsorluk adı altında bir belediyeye destek olan bir şirket ya da kurumlar, bu desteği gerçekten toplumsal bir yararın sağlanması için mi yapmaktadırlar; yoksa kendilerinin öncelenmesi, gözetilmesi ya da kayırılması için mi bu desteği sağlamaktadırlar? Bunu yapıp yapmadıklarının ya da böyle düşünüp düşünmediklerinin ölçüsü, kriteri ne olmalıdır?

3) Bir belediyenin ya da kendisine bağlı şirketlerin sponsorluk ilişkisine girmesi ne ölçüde etik bir davranıştır?

4) Belediyelerin ya da belediyelere bağlı şirketlerin imzaladığı sponsorluk sözleşmelerinin belediye meclislerinden ve halktan kaçırılması ne ölçüde doğrudur? ‘Bilgi edinme hakkı’, ‘şeffaflık’ ve ‘hesap verebilirlik’ ilkeleri çerçevesinde bu sözleşmelerin ticari sır olduğunu ya da şirketlerin Bilgi Edinme Kanunu kapsamına girmediğini söylemek, bunu söyleyerek halkı bilgilendirmemek ne ölçüde ahlaki ve doğrudur?