Başarısız bir projenin ardından söylenmesi gerekenler…

Ali Rıza Avcan

31 Temmuz ile 1 ve 2 Ağustos 2020 tarihlerinde , A3 Haber sitesinde, yazılarını ilgiyle okuduğum gazeteci Serdar Öztürk’ün, “Kent Konseyleri Dosyası” başlıklı birbirini izleyen üç ayrı yazısını okudum.

Söz konusu yazılarda Karşıyaka Belediye Başkanı Şebnem Tabak‘ın hizmet döneminde Karşıyaka Kent Meclisi ve Konak Belediye Başkanı Hakan Tartan‘ın hizmet döneminde Konak Kent Konseyi’nde görev yapmış Doç. Dr. Metin Erten’in kent konseyleri ile ilgili değerlendirmelerini bir kez daha okuma olanağına kavuşmuş olduk.

Bu söyleşi üzerine Metin Erten tarafından dile getirilen fikirlerin ne ölçüde yanlış, eksik ve yetersiz olduğunu ifade etmenin artık bir zorunluluk haline geldiğini düşünerek, 4 Ağustos 2020 tarihinde “Ağaçların yerine ormanı görebilmek”, 6 Ağustos 2020 tarihinde de “Toplumsal mücadele, dürüst ve doğru olmamızı gerektirir” başlıklı yazıları sizlerle paylaştım.

Bugün ise, aynı söyleşide dile getirilen diğer görüşleri ele alıp bu konuyla ilgili yazılarıma son vermek istiyorum.

Kent konseylerine sade yurttaşların ve eski belediye başkanlarının katılamadığı iddiası

A3 Haber sitesinin kent konseyleri konusunda uzman olduğu gerekçesiyle görüştüğü Metin Erten, eski belediye başkanlarıyla bakanların ve bu alanda çalışmış uzmanların kent konseylerinde çalışamadıklarını ifade etmektedir:

İzmir için şöyle somutlaştırayım. Bu konuda tarihe geçmiş dört kişi bu kentte yaşıyor. Osman Özgüven, Bülent Baratalı, Hakkı Ülkü ve Şebnem Tabak. Bu kişiler yönetmeliğe göre konsey üyesi değiller. Bu işin tarihini oluşturmuşlar ama şimdi bir konseye gidip düşüncelerini anlatamıyorlar. Bu yanlış. Karşıyaka Kent Meclisi tüzüğünü hazırlarken de bunu düşünmüş ve alanında uzman olan insanların başka hiç kurumun temsilcisi olmalarına gerek kalmadan doğrudan kent meclisine üye olmalarını sağlamıştım. “Uzmanlar” diye bir grup oluşturmuştum. Bir eski bakanımız vardı örneğin. O, bu gruptan meclis üyemiz olmuştu. Çok önemli katkılar yapmıştı. Şimdi siz o eski bakana “sen burada üye olamazsın, kentinle ilgili bir şey söyleyemezsin, sen git kendine bir dernek bul, orası adına toplantılarımıza katıl” diyemezsiniz, dememelisiniz. O zaman, onun da orada olabileceği bir yapı oluşturmanız gerek.Metin Erten, 31 Temmuz 2020, A3 Haber

Oysa bireylerin ve eski belediye başkanlarının kent konseylerine katılması, yasal olarak mümkün olup bunu yasaklayan ya da engelleyen bir mevzuat düzenlemesi bulunmamaktadır.

8 Ekim 2006 tarih, 26313 sayılı Resmi Gazete’de yayınlanan Kent Konseyi Yönetmeliği’nin “meclisler ve çalışma grupları” başlığını taşıyan 12. maddesine göre kent konseyi tarafından kurulabilen meclislere ve çalışma gruplarına üye olan bireyler, yine aynı yönetmeliğin “kent konseyi üyeliği” başlığını taşıyan 8. maddesinin (g) fıkrası hükmüne göre, “kent konseyince kurulan meclis ve çalışma gruplarının birer temsilcisi” olarak kent konseyi genel kuruluna katılabilir. Bu madde düzenlemesinden de anlaşılacağı üzere, kent konseylerinde asıl çalışma alanını oluşturan meclislerin ve çalışma grubu temsilcilerinin kent konseyi genel kuruluna katılmaları mümkün olup, yasal düzenlemede “başkan” yerine “temsilci” denilmesi de meclis ya da çalışma grubu başkanı olmayan herhangi bir katılımcının da genel kurula katılmasının yolunu açmıştır.

Ayrıca, değişik kent konseylerinin örgütlenme çizelgelerine baktığımızda eski belediye başkanlarının; hatta valilerin, milletvekillerinin kent konseyleri ile ilişkisini kurabilecek yapılanmalara izin verildiği görülecektir. Örneğin İzmir Kent Konseyi Çalışma Usul ve Esasları Hakkındaki Yönerge‘nin 18. maddesinin “Danışma Kurulu” başlıklı 2. fıkrası hükmüne göre, “İzmir Kent Konseyi Yürütme Kurulu tarafından oluşturulan Danışma Kurulu, geçmişte görev yapmış belediye başkanları, milletvekilleri, il genel meclisi üyeleri, belediye çalışanları, geçmişte görev almış kent konseyi yöneticileri, ihtisas sahipleri ve kanaat önderlerinden oluşur. Söz konusu danışma kurulu 6 ayda bir çağrılır.” Yine aynı şekilde, kent konseyleri arasında örnek olarak gösterilen Nilüfer Kent Konseyi Çalışma Yönergesi‘nin “Kent Konseyi Üyeliği” başlığını taşıyan 8. maddesinin (ı) fıkrası hükmüne göre “geçmiş dönemlerde görev yapmış Nilüfer Belediye Başkanları, Nilüfer Kent Konseyi Başkanları ve Nilüfer Kent Konseyi Genel SekreterleriNilüfer Kent Konseyi Genel Kurulu‘nun üyesidir.

Noterlerin kent konseylerine katılımı sorunu

Noterlerin katılımı yasanın iyi hazırlanmadığının bir göstergesidir aslında. Ben bir noterin ya da kurumunun bugüne dek çıkıp kent ile ilgili bir öneride bulunduğunu duymadım. Tarih boyunca tek bir örnek yokken, yasaya “noterler mutlaka olacak” denmesi ne kadar anlamlıdır bilmiyorum…Metin Erten, 1 Ağustos 2020, A3 Haber

Vikipedi’nin verdiği bilgilere göre; “Türkiye Noterler Birliği, Anayasa’nın 135’inci maddesine göre Noterlik Kanunu hükümlerine göre kurulmuş olup, kamu kurumu niteliğinde tüzel kişiliğe sahip bir meslek kuruluşudur. Bu Kanun’da gösterildiği şekilde devletin idari ve mali denetimine t​​abidir. Birliğin merkezi Ankara’dadır.” Bu anlamda Türkiye Noterler Birliği ile Birliğe bağlı Noter Odası temsilcilerinin, kent konseylerine katılan TMMOB, Türkiye Barolar Birliği, Türk Tabipler Birliği, Türk Dişhekimleri Birliği ve Türk Eczacıları Birliği gibi kent konseylerine katılması mümkündür.

Adalet Bakanlığı’nın 2020 yılı verilerine göre Türkiye’de toplam 2.061, İzmir’de de 89 adet noter bulunmakta olup; kent konseylerinin bu noterlere ulaşması, onların katılımını özendirmesi durumunda noterlerin de bir meslek kuruluşu olarak kent konseylerinde daha etkin bir şekilde çalışması mümkün hale gelebilir. Aksini savunmak ise hem demokrasi hem de katılımcı yaklaşım açısından sorunlu bir tutum olacaktır.

Katılımcıları “belirlemek” ve bunu yaparken ayrımcılık yapmak

A3 Haber sitesinin Metin Erten ile yaptığı söyleşiden Karşıyaka Kent Meclisi‘nin oluşumunda katılımcıların belediye başkanı ile kendisi tarafından belirlenmesinin doğru bir iş olarak yorumlandığını görüyoruz.

“Bir anımla sorunun yanıtını vermek istiyorum. Karşıyaka Kent Meclisi tüzüğünü hazırlıyorum. Belediye başkanımız Şebnem Tabak’la görüşüyoruz sık sık. İş meclis genel kurulunun kimlerden oluşacağına geldi. Odasındayız ve başkaları da var. “50 kişi yeter” diyen de çıktı, “700-800 kişi olsun” diyen de. Ama ben buraya gelmeden önce dersimi çalışmış ve Sayın Hakkı Ülkü’ye sormuşum, “sizde neden 200 kişiydi” diye. Yanıtı çok basit ve etkiliydi. “Bu insanları toplayacağımız en büyük salonumuz 200 kişilikti de ondan”. 50 çok azdı ama 800 kişiyi toplayacak salonumuz da yoktu. Ben 270 önermiştim. Öyle de yapıldı. Ama yukarıda da söylediğim gibi 15 sayfalık dernek listesini ve bin 500 STK’nın arasından rakamı neye göre eksiltecektik. (Konak Kent Konseyinde rakam 4 bin civarındaydı) Her türlü hemşeri derneğini dışarıda bıraktık, listenin yarısı silindi. Her engelli grubunda yalnızca birini aldık, liste yine azaldı. Kahvehane açmak için kurulan dernekleri sildik, liste azaldı. Ama yine çoktu. Bu kez bu derneklerin ne kadar etkinlik yaptıklarını, çalışma alanlarını inceledik. Çok etkinlik yapan, üreten, koşturan dernekleri bulduk. Sonunda bin 500 rakamını 30 dernek, 8 sendika ve 25 odaya kadar düşürdük. “Biz neden orda yokuz” diyen de çıkmadı. Sonuç olarak, her konsey kendi rakamını, kendi ölçütünü kendisi bulacaktır. Kimisi sayı çokluğundan ötürü birilerini eleyecek, kimisi de kentinde zaten 3-5 tane dernek olduğu için hepsine “katılın” diyecektir.” Metin Erten, 2 Ağustos 2020, A3 Haber

Oysa halkın belediye yönetimine katılımı için kurulduğu söylenen alternatif bir meclise kimlerin gireceğinin belediye başkanı ya da onun belirlediği bir sekreter tarafından belirlenmesi ile aynı işin Fransa Kralı XVI. Louis ya da Kardinal Richelieu tarafından yapılması arasında hiçbir fark yoktur. Aslında bu örneği vererek yapılanın doğru olduğunu savunmanın da katılımcı ve çoğulcu demokrasi anlayışıyla hiçbir ilgisi bulunmamaktadır.

Bu çerçevede böyle bir şey yaptığınızda size şu soruları sorarlar;

  • Hemşehri derneklerini niye dışarıda bıraktınız?
  • Engelli derneklerinden sadece birini niye seçtiniz?
  • Derneklerin ne ölçüde etkin olduğunu o derneklere üye ya da yönetici olmadan nasıl ölçtünüz?
  • Bu ölçme ve değerlendirme sırasında kullandığınız kriterler neydi?
  • Böyle bir şeyi yapma konusunda kendinizi nasıl yetkili gördünüz?
  • Böyle yaparak aslında temsili demokrasinin yozlaşmış bir örneğini daha yeniden üretmiş olmadınız mı?

Bence bu kadar demokrasiden, katılımcı anlayıştan, çoğulculuktan, örgütlenme ve kendini ifade etme özgürlüğünden uzak kalmış, zamanında yaptığı yanlışları bugün sanki bir meziyetmiş, olumlu bir deneyimmiş gibi anlatıp yaptığı iyi, güzel, yanlış ve eksik işlerin özeleştirisini yapmayan; bu nedenle de İzmir Kent Konseyi başkanlığı için kendisine davet yapılmadığı için küsen insanlara bu işin erbabı, uzmanı, en iyi bileni unvanlarını dağıtırken daha dikkatli davranmamız, geçmişte yapılan işlerin içindeki doğru, iyi ve anlamlı olanları seçip geleceğe taşımamız gerektiğini kendisine yeniden hatırlatmamız gerekiyor…

Ağaçların yerine ormanı görebilmek…

Ali Rıza Avcan

Geçtiğimiz haftanın son günlerinde, A3 Haber sitesinde yazılarını ilgiyle okuduğum gazeteci Serdar Öztürk’ün, “Kent Konseyleri Dosyası” başlıklı birbirini izleyen üç ayrı yazısını okudum.

Söz konusu yazılarda Karşıyaka Belediye Başkanı Şebnem Tabak‘ın hizmet döneminde Karşıyaka Kent Meclisi ve Konak Belediye Başkanı Hakan Tartan‘ın hizmet döneminde Konak Kent Konseyi’nde görev yapmış Doç. Dr. Metin Erten’in kent konseyleri ile ilgili görüş, düşünce ve değerlendirmelerini bir kez daha dinleme olanağına kavuşmuş olduk.

Bu çerçevede bu söyleşiyi okurken, keşke kent konseyleri gibi önemli bir konuyu tek bir kişiden değil de; değişik yer, zaman ve düzlemlerde bu konuyla ilgilenmiş, bu alanda çalışıp konuya farklı açılardan yaklaşan birbirinden farklı görüş sahiplerini bir araya getiren daha demokratik bir söyleşi ortamı yaratılsaydı diye düşünmekten de kendimi alamadım.

Örneğin böyle bir dosya açarak konunun Türkiye ölçeğinde ele alınıp tartışılması benden istenmiş olsaydı, uzun yıllar Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı’nda (UNDP), Türkiye Yerel Gündem 21 Programı ile Kent Konseyleri ile ilgili projeden sorumlu olmak üzere Demokratik Yönetişim Programları Direktörü olarak görev yapıp, şu an bu projenin Kurumsal Koordinatörü olarak görev yapan Birleşmiş Kentler ve Yerel Yönetimler Orta Doğu ve Batı Asya Teşkilatı‘nda (UCLG-MEWA) Genel Koordinatör olarak çalışan Dr. Leyla Şen’in, kent konseyleri uygulaması konusunda başarılı uygulamalar yapması nedeniyle birçok kent konseyi tarafından örnek alınan Bursa, Nilüfer Kent Konseyi başkanı Neslihan Binbaş’ın ve şu an İzmir’de fiili olarak görev yapan herhangi bir kent konseyi başkanının; hatta bilerek ve isteyerek kent konseyi kurmamış bir belediye başkanının içinde yer aldığı demokratik bir tartışma ortamını oluşturarak değişik fikirlerin tartışılması için elimden geleni yapardım diye düşünüyorum.

Gelelim üç yazıdan oluşan dizide kent konseyleri için söylenenleri ele alıp değerlendirmeye….

Kent konseyleri, iddia edilenin aksine bir fikir kulübü değildir…

Gazeteci Serdar Öztürk, “kentte yönetime katılmak nedir?” diye soruyor… Cevaplayan Metin Erten ise bu soruya söyleşinin farklı yerlerinde şu karşılıkları veriyor:

Kentte yönetime katılmak, kentle ilgili bir karar alınmadan önce (vurgulamak istiyorum, “karar alınmadan önce”) bununla ilgili olarak insanların fikirlerini söyleyebilmeleridir. Bu fikrini söyleme örgütlü yani kurumsal olursa ideal olur elbette. “ …….

Kentte yönetime katılım böyle bir şey. Kenti yönetenlerin kentle ilgili önemli bir kararı almadan önce kentlilerle bunu paylaşmaları. Kentteki kurumların ve sokaktaki kentlilerin örgütlenmiş olarak bunu tartışmaları. Bir görüş oluşturmaları.” ……

Kenttekiler; kentle ilgili bir konuda karar alınmadan önce fikirlerini söylerlerse, bunu söyleyecekleri bir yapı, oluşum olursa bu yönetime katılmak olur. Bu işin püf noktası fikir, öneri üretmektir. Yalnızca şikâyet etmek, “olmaz” demek yönetime katılmak değildir.” …..

Hepimizin bilmesi gereken şey, kenti yönetenin belediye başkanı ve meclisi olduğudur. Yani karar veren yer orasıdır. Konsey öneri üretir. Yaptığı her öneri belediye başkanının hoşuna gitmeyebilir. O da bu öneriyi yerine getirmez. Getirmek zorunda da değildir zaten. Konseyin görevi “ne yapsak da belediye başkanını rezil etsek” değildir. Konseyin görevi “ne yapsak da belediye başkanının şakşakçılığını yapsak” da değildir. Konseyin görevi kenti için öneri üretmektir. Konsey üretir, kenti yönetenlere sunar. Önerileri yerine getirip getirmemek kenti yönetenlerin sorumluluğundadır. Konsey, belediye başkanının önünde, arkasında, yanında, karşısında değildir. Ne başkana karşıdır, ne onun elemanıdır. Burada herkesin bulunduğu yeri bilmesi önemlidir. Aradaki işleyiş konseyden başkana doğru da olmayabilir. Belediye başkanı da konseyden görüş oluşturulmasını isteyebilir.

Gördüğünüz gibi “kentte yönetime katılmak”, sorunun sistemle, demokrasi ile, siyasetle ilgisi ortaya konulmadan, sadece kentte yaşayanların, yaşadıkları kentle ilgili bir karar alınmadan önce fikirlerini söylemeleri şeklinde tanımlanıyor ve konu orada bitiyor. Üstüne üstlük, “kenti yönetenlerin kentle ilgili önemli bir karar almadan önce kentlilerle bunu tartışmaları” denilerek önemsiz kararlar kapsam dışında bırakılıyor. Yönetime katılmak sadece fikirleri söylemek düzeyinde bırakılıp daha ötesi tümüyle iktidarı elinde tutan yönetime bırakılıyor:

Fikrini söyle ve git. Gerisi bana/bize ait…

Anlaşılıyor ki, soruları yanıtlayan Metin Erten‘in katılımdan, katılımcı demokrasiden anladığı sadece bu! “Gerisini biz belediye başkanı ile bir araya gelip halledelim; listeye kimlerin girip giremeyeceğini onunla belirleyelim… Ondan sonra da yaptığımızı “herkesi kentin yönetimine kattık” diyerek lanse edebilelim…

Katılım türleri….

Kent konseylerini düşünürken kapitalizmi, siyaseti, ideolojiyi, demokrasiyi ve kent hakkını unutmamak…

Bence bu garip durum, “kentte yönetime katılım” olgusunun durduk yerde neden ortaya çıktığı sorusunun sorulmayışından kaynaklanıyor.

O halde şimdi biz bu soruyu soralım: Sahi, şu ‘yönetime katılmak’, ‘kentte yönetime katılmak’ denen şey niye, ne zaman ve ne şekilde ortaya çıktı? Buna niye gerek duyuldu?

Evet, antik Yunan ve Roma site yönetimlerinde, oy kullanma hakkına sahip soylu erkeklerin Bouleuterion adı verilen bugünün kent meclislerine benzer yerlere giderek, kölelere ya da kadınlara danışmadan kentle ilgili kararlar almalarına ‘doğrudan demokrasi’ diyoruz; ama diğer yandan da bunun soylu ve varlıklı erkeklerden oluşan seçkin bir grubun demokrasisi olduğunu da biliyoruz.

1789 Fransız Devrimi ile birlikte, halkın seçilmiş temsilcilerinin kent meclisleriyle parlamentolarda halkın çıkarlarını korumak için görev almaları fikri, demokrasinin tarihsel bir aşaması olarak ‘Temsili Demokrasi‘nin kapısını açmakla birlikte, geçen zaman içinde bu model bozulmaya, başlangıçtaki amaç ve hedefinden uzaklaşmaya; hatta yozlaşmaya başlıyor. Böylelikle, -aynen Karşıyaka’da yaşadıklarımızda olduğu gibi- yurttaşların önüne hiç tanıyıp bilmedikleri insanlar çıkarılıp, “bundan böyle oylarınızla bu kişileri temsilci olarak seçeceksiniz, bizim belirlediğimiz bu kişiler sizin temsilcileriniz olacak” deniliyor. Böylelikle yurttaş ya da kentli, ambargo konulmuş iradesi ile aslında hiç tanımadığı adayları milletvekili, belediye başkanı ve belediye meclisi üyesi olarak seçmeye başlıyor.

Temsili demokrasi‘ adı verilen bu aldatıcı oyunun, kapitalist sistemin emrindeki ‘oyunbozanlar‘ ve ‘hilekârlar‘ eliyle yozlaşmaya başlaması ve seçilen vekillerin ‘halkın temsilcisi olma‘ niteliğini kaybetmesi nedeniyle, o vekillerin oluşturduğu parlamentolarla belediye meclislerine alternatif oluşturmak üzere mahalle, semt; hatta sokak düzleminde kendiliğinden örgütlenmeler ortaya çıkmaya başlıyor.

O nedenle, Fatsa (1979) örneğinden yola çıkarak İstanbul Ümraniye 1 Mayıs (1977), Gazi (1995), Güzeltepe, Nurtepe Çayan (1977) gibi gecekondu mahallelerinde yaşayan dar gelirli, yoksul insanlar değişik devrimci grupların rehberliğinde hem sahip oldukları yasal hakları, hem de sivil itaatsizlik, direniş gibi değişik mücadele yol ve yöntemlerini kullanarak, çoğunlukla mahalle muhtarlıklarını devre dışı bırakarak ya da mahalle muhtarları ile birlikte hemşehrilik ve mezhepçilik gibi geleneklerle mücadele ederek kendi öz örgütleri olan mahalle komitelerini, halk meclislerini kurmaya başlamışlar, temsili demokrasinin yetersizliklerini kendi güç ve eylemleriyle aşmaya çalışmışlardır. Bu anlamda gerektiğinde yasaların dışına çıkılarak ve direniş hakkının kullanılması suretiyle kendiliğinden başlayan bu girişimler, kent yönetimine katılım anlayışının düzen dışı ilk örneklerini oluşturmuştur.

Kentlerde ve mahallelerde kendiliğinden gelişen ve zaman içinde devrimci hareketin etkisine giren bu tepkisel uygulamalardan etkilenen CHP’li bazı belediye başkanları ise, kendi beldelerinde bu tür oluşumların önünü açıp kendi yerel güçleriyle ilişkilendirmeye çalışmışlar; bu nedenle başkanı oldukları oluşumlara, temsilci olma niteliğini kaybetmiş mevcut belediye meclisi üyeleriyle il genel meclisi üyelerini de dahil ederek; hatta bu oluşumların tüzüklerini bile hazırlayarak halk meclisi (Dikili, 1983), kent parlamentosu (Aliağa, 1994), kent senatosu (Urla, 1997) ve kent meclisi (Karşıyaka, 2000) adıyla belediye meclisi dışında ikinci bir meclis kurmuşlardır. Bugün ise bu oluşumların hiçbirinden herhangi bir iz ya da kalıntı dahi kalmamıştır. Hatta o kentlerde yaşayan çoğu insanın, özellikle de gençlerin yaşadıkları kentte bir vakitler böyle bir şeyin yaşandığından bile haberi yoktur.

Bunu daha da ileri tarihlere götürmeye kalktığımız takdirde, 1994-1997 döneminde mahallelerde yaşayan ya da çalışan insanların gönüllü olarak katılıp çalıştıkları Semt Danışma Merkezleri (SEDAM) eliyle mahalle ve sokak komitelerinin oluşumunu özendirip onlarla birlikte çalışan Saffet Bulut başkanlığındaki İstanbul, Bahçelievler Belediyesi uygulaması da, ilginç bir örnek olarak tarihe geçirmemiz gerekir.

Ayrıca bu tür özgün girişimlerin arasına, Yerel Gündem 21 Programının devam ettiği 1999-2001 döneminde, İzmir, Alsancak bölgesinde bulunan ya da faaliyet gösteren 76 adet meslek odası, dernek, vakıf ve sendikayla yurttaşların, aralarına herhangi bir belediyeyi almadan ya da belediyenin denetimine girmeden oluşturduğu Alsancak Sivil Katılım Platformu’nu da dahil etmemiz gerekir.

Ele aldığımız bütün bu toplumsal muhalefet hareketlerinde, temsili demokrasinin iflası sonucunda ortaya çıkan tabandan gelen halk taleplerinin etkisi olmakla birlikte; merkezi yönetimin de, 1996 yılında İstanbul’da yapılan Habitat II İnsan Yerleşimleri Birleşmiş Milletler Konferansı çerçevesinde, mahallelerde ve kentlerde kendiliğinden gelişip ortaya çıkan ve müesses nizamın geleceği açısından tehdit oluşturan bu hareketleri kontrol altına alıp, Dünya Bankası, IMF, Dünya Ticaret Örgütü, Avrupa Kalkınma Bankası, Uluslararası Kalkınma Programı gibi uluslararası kurumların önerdiği ‘yönetişim‘ temelli bir yapıya dahil etme çabaları yoğunlaşmış, Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP) ile imzalanan İşbirliği Anlaşması ile kabul edilen 1997 tarihli Türkiye Yerel Gündem 21 Programı bu kaygı ve kontrol çabasının bir ilk ürünü olarak hizmete sokulmuştur.

Devletin, halkın kent yönetimine katılımı konusunda attığı bu adımın arkasında yatan asıl neden, kentin yönetimine katılım konusunda kendiliğinden ortaya çıkıp gittikçe güçlenen toplumsal muhalefeti kontrol altına alıp kendi çıkarları doğrultusunda yönlendirme isteğidir. Devlet ayrıca bu hamle ile belediyeler tarafından geliştirilen ve kendilerine halk parlamentosu, meclisi, kurultayı ya da senatosu adını veren oluşumların önünü kesip onları da kontrol altına almak arzusundadır. Bu anlamda devlete göre en iyi çözüm 1997 yılındaki koşullara göre valilik, kaymakamlık ve belediyelerin yönetim ve denetiminde olan Yerel Gündem 21 ya da kent konseyleri gibi, toplumsal mücadele yerine uzlaşıp anlaşmayı hedefleyen oluşumlara izin verip teşvik etmektir.

Çünkü Henri Lefebre’in 1968 Öğrenci Ayaklanmaları sırasında geliştirdiği ‘şehir hakkı’ kavramı ya da David Harvey’in 2008 yılında “Şehir hakkı şehir kaynaklarına bireysel olarak erişme özgürlüğünden çok fazlasıdır: şehri değiştirerek kendimizi değiştirme hakkıdır. Dahası, bireysel değil ortak bir haktır çünkü bu dönüşüm kaçınılmaz olarak şehirleşme süreçlerini yeniden şekillendirecek kolektif bir gücün uygulanmasına dayanır. Şehirlerimizi ve kendimizi yapma ve yeniden yapma özgürlüğü, iddia ediyorum, insan haklarımız içinde en kıymetli ve en ihmal edilmiş bir haktır.” şeklinde tanımladığı ‘kent hakkı’, toplumsal muhalefet içinde yer edinip etkili olmaya başlamış; böylelikle yönetime katılma kavramının aslında ‘yönetişim’, ‘sürdürülebilir kentleşme’, ‘uzlaşma’ gibi kavramlar yerine ‘kent hakkı’ ve ‘hak temelli mücadele’ gibi temel olgu ve kavramlarla ilişkili olduğu ortaya çıkmıştır.

Bu anlamda halkın kent yönetimine katılması amacıyla, neoliberal hegemonyanın uluslararası kurumları tarafından geliştirilip 1997-2006 döneminde uygulanan Türkiye Yerel Gündem 21 Programı, ‘Kentine Sahip Çıkmak’, ‘Çözümde Ortaklık’ ve ‘Aktif Katılım’ ilkeleri çerçevesinde çalışmaya başlamış ve bu programın örnek gösterilen en iyi uygulaması İzmir Yerel Gündem 21 çalışmaları olmuştur.

Ancak bu program tüm ülke genelinde bir yandan başarılı, diğer yandan de yetersiz bulunduğu için Türkiye Yerel Gündem 21 Programı, 2009 yılının Ekim ayında uygulanmaya başlayan “Kent Konseylerinin Güçlendirilmesi ve Yerel Demokratik Yönetişim Mekanizmaları Olarak İşlev Görmelerine Yönelik Eğitim ve Kapasite Geliştirme Desteği Sağlanması” başlıklı devam projesi ile kent konseylerine dönüştürülmüş; böylelikle “Gelin, Birlikte Yönetelim” sloganıyla kentin ‘yerel yönetişim anlayışı’ çerçevesinde belediye, valilik ve sivil toplum işbirliği içinde birlikte yönetileceği iddia edilmiştir.

Bu bağlamda, Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP) ile imzalanan İşbirliği Anlaşması kapsamında UCLG-MEWA koordinatörlüğünde başlatılan devam projesi, aynen Türkiye Yerel Gündem 21 Programında olduğu gibi neoliberal ideolojinin bir iktidar ve güç aracı olarak önerdiği ‘yönetişim’ anlayışının yerel düzeydeki uygulaması olarak çalışmaya başlamış; ama gerçekte kentleri başkaları yönetmiştir.

Bunun en iyi örneğini ise, Prof. Dr. İlhan Tekeli tarafından ‘İzmir Yönetişim Ağı’ adıyla oluşturulan sistem içindeki, ‘iyi yönetişim’ ilkelerine aykırı uygulamalar oluşturmuştur:

Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP), ‘yönetişim‘ kavramını, “bir toplumun siyasi, ekonomik ve sosyal işlerini kamu, özel sektörle ve gönüllü sektörle ilişkiler bağlamında yürütmek için kullandığı değerler, politikalar ve kurumların oluşturduğu bir sistem” olarak tanımlamış olmakla birlikte; İzmir Kent Konseyi içinde yer alması gereken özel sektör temsilcileri 2009 yılında İzmir Büyükşehir Belediyesi tarafından kurulan İzmir Ekonomik Kalkınma ve Koordinasyon Kurulu‘na (İEKKK) alınarak İzmir Kent Konseyi‘nin sadece İzmir Valiliği, İzmir Büyükşehir Belediyesi ve sivil toplum temsilcilerinin yer aldığı eksik ve sakat bir yapı olarak bir yanda bırakılması, kentle ilgili önemli kararların ise İzmir Kent Konseyi yerine, üyelerinin çoğunu sermaye temsilcilerinin oluşturduğu İzmir Ekonomik Kalkınma ve Koordinasyon Kurulu‘nda (İEKKK) görüşülüp karara bağlanması, esasen bu Kurul’un başkanı olması gereken İzmir Kent Konseyi başkanına bu Kurul’da İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer‘in onayı ile bir adet katılımcı koltuğunun verilmesi ise kara mizah düzeyindeki çarpıklığın en iyi örneğidir.

İzmir Ekonomik Kalkınma ve Koordinasyon Kurulu (İEKKK)

Bugün itibariyle hem Türkiye Yerel Gündem 21 Programı hem de Kent Konseyleri uygulaması Türkiye ölçeğinde başarısızlığa uğramıştır. Çünkü temel amacı halkın kent yönetimine gerçek ve aktif katılımını sağlamak değil; bu alanda ortaya çıkabilecek olası bağımsız girişimleri engelleyip önlemektir. Bunu gerçekleştirmek amacıyla önerdikleri model ise ülke koşullarına uygun olmadığı için geri tepmiş, kent konseyleri yanlış, yetersiz ve sorunlu yapı ve işleyişleriyle yerel ölçekte yönetişimi sağlayamamış, gerçek katılım konusunda halkı aldatan bir engel olarak zaten zayıf olan etkilerini her geçen gün kaybetmeye başlamıştır.

Merkezi yönetim bu engelleyip önleme çabasında kendince başarılı olmuştur. Çünkü AKP iktidarının son yıllarında özgürlükçü politikalar yerine güvenlik odaklı politika ve uygulamalara odaklanması nedeniyle, belediyelerin kent konseyleri dışında başka bir örgütlenme yoluna gidemeyeceği; daha doğrusu, gitmesine izin verilmeyeceği, halkın da kent konseyleri dışında yapacağı girişimlerin, bir resmi kurum olarak belediyelerle birlikte ilişkiye geçemeyeceği bir korku ikliminde toplumun içinden çıkıp gelişecek muhalefetin yerel yönetimlerle birlikte hareket edemeyeceği ortadadır.

Ezcümle, A3 Haber sitesinde yayınlanan söyleşide yer alan “kentte yönetime katılma” konusunda ormanın bütünü yerine tek tek ağaçları görmeyi tercih eden yorum ve değerlendirmeler, ‘kapitalist kent’, ‘temsili demokrasi‘, ‘katılımcı demokrasi‘, ‘çoğulcu demokrasi‘, ‘küreselleşme’, ‘yönetişim’, ‘neoliberalizm’, ‘kentsel toplumsal hareketler’, ‘düşünce özgürlüğü ve örgütlenme hakkı‘ ve ‘kent hakkı’ gibi can alıcı kavramlarla ifade edilen çağdaş düşünce ve uygulamalarla herhangi bir ilişki kurmadığı ya da kuramadığı için; ayrıca, bir kent konseyinin 2,5-3 yıl kent konseyi başkanı olmadan çalışması ya da iki ayrı kent konseyi başkanlığının aynı kişi tarafından yürütülmesi gibi gerek içinde yaşadığımız İzmir’de, gerekse ülke düzeyinde yaşanan garip olay ve sorunlara değinmediği için ve olayı sadece ‘fikir sorulan’ bir düşünce kulübü boyutunda ele alıp bıraktığı için oldukça yanlış, eksik, yüzeysel ve yetersizdir.

Önemli Not: A3Haber tarafından Metin Erten’le yapılan söyleşiye dair değerlendirmelerimiz değişik yazı başlıkları altında devam edecektir…

Kent Konseyleri – Dünyadaki Görünümü ve Türkiye Analizi

Kitap Adı: Kent Konseyleri, Dünyadaki Görünümü ve Türkiye Analizi

Kitabın Yazarı: Yrd. Doç. Dr. Halim Emre Zeren

Yayınevi: Ekin Basım Yayın Dağıtım

Baskı Tarihi ve Yeri: Ekim 2017, Bursa

Sayfa Sayısı: 89


Yazar Hakkında: 1982 yılında Tokat’ta doğdu. İlk ve orta öğrenimini Tokat’ta tamamladı. Selçuk Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi’nden 2004 yılında mezun oldu. 2007 yılında Gaziosmanpaşa Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Kamu Yönetimi ABD’ndan “Yerel Yönetimlerde Halk Katılımı: Tokat İl Merkezinde Bir Uygulama” adlı çalışmasıyla yüksek lisans derecesi almaya hak kazandı. Aynı yıl doktora eğitimine başladı ve 2011 yılında “Marka Kent Oluşturma Bağlamında Stratejik Kent Yönetimi: Karaman Kenti İçin Model Önerisi” adlı çalışmasıyla İnönü Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Kamu Yönetimi ABD’ndan ‘bilim doktoru‘ unvanı aldı. 2009 yılında Karamanoğlu Mehmetbey Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Kamu Yönetimi Bölümü’nde araştırma görevlisi olarak çalışmaya başlayan Zeren, 2012 yılından itibaren Adnan Menderes Üniversitesi Söke İşletme Fakültesi Kamu Yönetimi Bölümü’nde Yrd. Doç. Dr. unvanıyla çalışmalarını sürdürmektedir.


Giriş’ten…

Bu çalışma, kent konseylerinin, dünyanın özellikle demokratik seviyesi yüksek olan ülkelerinde ne gözle görüldüğünü ortaya koyarak, durumun Türkiye ile kıyaslanması imkânı vermesi amacıyla hazırlanmış. Öte yandan Türkiye’deki kent konseyleri; kent nüfusları, bölgesel gelişmişlik seviyeleri, etkin olmaları ve faaliyetleri yönünden değerlendirilerek derinlemesine analiz edilmiş.

1. Kent Konseyleri Sürecinin Hazırlık Aşamaları

2. Kent Konseyleri Sürecinde Önemli Adımlar

2.1. BM Brezilya Zirvesi (Rio Konferansı)

2.2. Gündem 21

2.3. Yerel Gündem 21

2.4. Habitat II Ziirvesi

3. Yerel Gündem 21 Ve Kamu Katılımı

4. Dünyada Kent Konseyi Uygulamaları

4.1. ABD Kamu Yönetimi Yapısında Kent Konseyleri

4.2. İngiltere Kamu Yönetimi Yapısında Kent Konseyleri

4.3. Avrupa Birliği’nde Kent Konseyleri

4.4. Kanada Kamu Yönetiminde Kent Konseyleri

5. Türkiyede Kent Konseylerinin Oluşumu Ve Mevcut  Durumları

5.1. Kent Konseyleri Nasıl Gündeme Geldi?

5.2. Kent Konseylerinin Türkiye’deki Hukuki Yapısı

6. Türkiye’deki Kent Konseylerine İlişkin Nitel Bir Analiz

6.1. Türkiye’de Kent Konseylerinin Nüfusa Göre Dağılımı

6.2. Türkiye’de Kent Konseylerinin Bölgelere Göre Dağılımı

6.3. Türkiye’de Kent Konseylerinin İnternet ve Sosyal Medya Kullanımı

6.4. Türkiye’de Kent Konseylerinin Meclislerinin ve Çalışma Gruplarının Durumu

6.5. Türkiye’de Kent Konseylerinin Faaliyetleri

6.6. Türkiye’de Kent Konseylerinin Haritadaki Görünümü

Genel Değerlendirme ve Sonuç

Kaynakça

Yazarın Özgeçmişi


Kitabın Eleştirisi

Yrd. Doç. Dr. Halim Emre Zeren‘in “Kent Konseyleri, Dünyadaki Görünümü ve Türkiye Analizi” isimli kitabı, ülkemizdeki ve dünyadaki kent konseyleri uygulaması konusunda yeni bilgiler edinme düşüncesiyle İnternetten büyük umutlarla satın aldığım bir kitaptı.

Ama hiç de ummadığım şekilde, beklentilerime cevap vermeyen bir yayınla karşı karşıya kaldım.

Çünkü İnternetten alışveriş yaparken inceleyebildiğim kadarıyla Türkiye’deki kent konseylerine ilişkin nitel bir analizin yapıldığına ilişkin bilgilere rastlamıştım.

Böylesi bir araştırmanın peşinde olmamın nedeni de, 2-3 yıl önce ülkemizdeki kent konseylerinin sayısı, özellikleri ve çalışmaları konusunda bir araştırma yapmaya kalkıp bu bilgileri, “Türkiye’de Yerel Gündem 21’lerin Teşviki ve Geliştirilmesi” başlıklı projenin destekçilerinden biri olan İçişleri Bakanlığı’ Mahalli İdareler Genel Müdürlüğü‘nden istediğimde bakanlığın elinde böyle bir bilgi olmadığını anlamış ve ülke düzeyindeki kent konseyleri hakkında yapılacak yeni araştırmaların yolunu gözler hale gelmiştim.

Evet bu anlamda, siparişini verdiğim bu yayın, ülkemizdeki kent konseyleriyle ilgili bilgileri, projenin destekçileri olan İçişleri Bakanlığı Mahalli İdareler Genel Müdürlüğü‘nden ya da Uluslararası Kalkınma Teşkilatı Türkiye Ofisi‘nden (UNDP) alınmış bilgileri ya da yayın sahibinin kent konseyleri düzleminde yaptığı ciddi bir saha araştırması ile derlediği verileri barındırıyor olabilir; ben de böylelikle uzun zamandır aradığım bilgilere ulaşmış olabilirdim.

İşte o nedenle ve büyük bir heyecanla bu kitabı satın alarak; hatta kent konseyleri alanında çalışan deneyimli arkadaşlarıma böylesi bir kitabın varlığından söz ederek sipariş ettiğim bu kitabın elime ulaşmasını sabırsızlıkla beklemeye başlamıştım.

Kitap elime ulaştığımda ise büyük ölçüde yanıldığımı anladım.

Çünkü, ülke genelini kapsadığı söylenen kent konseyleri nitel analizi, sadece il ve ilçe belediyelerindeki kent konseylerini kapsayacak şekilde İnternetteki web sayfaları ve Google’daki haberlerle Facebook ve Twitter’daki kent konseyi hesaplarının taranması suretiyle yapılmış ve bu tarama sonucunda ortaya çıkan toplam 970 adet kent konseyinin hangi kent konseyleri olduğunu gösteren bir liste kitaba eklenmediği gibi bu tespitlerin hangi tarihlerde hangi linkler üzerinden yapıldığını gösteren bilgiler, kitabın kaynaklar bölümünde ayrıntılı bir şekilde belirtilmemişti.

Üstüne üstlük Google, Facebook ve Twitter üzerinden yapılan bu tespitler sonucunda hangi kent konseyleriyle bu konseylere bağlı kadın ve gençlik meclislerinin ve çalışma gruplarının aktif olarak çalıştıkları, o kent konseylerinin İnternette yaptıkları paylaşımlar dikkate alınarak “belirlenmişti“. 

Bu çalışma “Nitel analiz” olarak adlandırılmakla birlikte, bu haliyle bilip uyguladığımız hiçbir bilimsel nitel araştırma yöntemine uygun olmadığı gibi; bilimsel araştırmaların kalitesini ortaya koyan “güvenilirlik“, “geçerlilik” ve “anlamlılık” gibi kriterler açısından oldukça yetersiz düzeydeydi.

Ayrıca araştırmacının kitabın başından sonuna kadar okunan anlatımından, herhangi bir kent konseyi düzleminde yeterli pratik bilgisine sahip olmadığı da anlaşılmaktaydı.

Daha kısa bir anlatımla ifade etmeye kalkarsak, karşımızdaki nitel analiz, nitel araştırma yöntemlerinde olması gereken hiçbir özelliğe sahip olmadığı için bu çalışma sonucunda yapılan değerlendirme ve yorumların da, yapılan analizin gerçeği yansıtmaması nedeniyle gerçeklikle hiçbir bağlantısı yoktu.

9786053275640_1_o

Bilimsel araştırma niteliklerini taşımayan böylesi bir çalışmanın, yüksek lisans ve doktora derecesi almış; üstüne üstlük akademik düzeyde yardımcı doçent unvanını kazanmış bir akademisyen tarafından yapılmış olması da üniversitelerimizdeki bilimsel araştırma düzeyinin nerelerde olduğunu göstermesi açısından oldukça önemli bir göstergedir.

İzmir Körfez Geçişi Projesi ve kent konseyleri

Ali Rıza Avcan

Geçtiğimiz Pazartesi akşamı Konak Kent Konseyi Çevre Meclisi, İzmir Körfez Geçişi Projesi ile ilgili çok yararlı bir bilgilendirme toplantısı yaptı.

Türkan Saylan Kültür Merkezi’nin yedinci katındaki büyük salonda yapılan toplantıda, TMMOB İzmir İl Koordinasyon Kurulu Dönem Sekreteri Melih Yalçın ve TMMOB Şehir Plancıları Odası İzmir Şubesi Başkanı Özlem Kocaer Şenyol ile Konak Kent Konseyi Çevre Meclisi Başkanı Yasemin Sağlam geniş bir katılımcı kitlesine proje hakkında bilgiler vererek bu proje uygulamasından kaynaklanacak sorunlar hakkındaki düşünce ve değerlendirmelerini paylaştılar.

Öncelikle Konak Kent Konseyi Çevre Meclisi tarafından düzenlenen bu toplantı nedeniyle hem Konak Kent Konseyi Başkanı Hamit Mumcu‘ya hem de Konak Kent Konseyi Çevre Meclisi Başkanı Yasemin Sağlam‘a gösterdikleri duyarlılık nedeniyle teşekkür eder ve bu tür toplantıların diğer kent konseylerine örnek olmasını dilerim.

council-1920x1080

Ancak yürekten gelen bu teşekkürle birlikte, bu proje ile ilgili ilk bilgilendirme toplantısında, -daha sonra yapılması düşünülen benzeri toplantılarda dikkate alınması dileğiyle- İzmir Körfez Geçişi Projesi ÇED raporunun iptali ve yürütmenin durdurulması talebiyle dava açan ve o tarihten bu yana bu proje ile ilgili ortak toplantılar yapan Doğa Derneği, Ege Çevre ve Kültür Platformu (EGEÇEP) ile TMMOB İzmir İl Koordinasyon Kurulu temsilcileriyle dava sürecine kendi gayretleri ile katılan 85 sivili özendirmek amacıyla onlar adına belirlenmiş bir temsilciyle davaları yürüten hukukçuların da konuşmacılar arasında yer almasını; böylelikle konuşma sırasında üzerinde pek durulmayan RAMSAR Sözleşmesi ile korunan alanlar, Gediz Deltası Sulak Alanı, İzmir Kuş Cenneti, İnciraltı ve Çakalburnu Sulak Alanı, flamingolar gibi İzmir’i İzmir yapan doğal değerlerin de gündeme gelmesini, bu bölgelerdeki doğal koruma bölgeleri sınırlarının nasıl değiştirildiğiyle ilgili bilimsel ve hukuki bilgilerin de iletilmesini arzu ederdim.

Ayrıca toplantı sonuna doğru birçok katılımcının “biz bundan sonra ne yapmalıyız” şeklindeki sorularına karşılık, “gidin kendi derneğinizde, örgütünüzde, mahallenizde bunları anlatın” demenin yanında, bir süredir birlikte çalışan Doğa Derneği, Ege Çevre ve Kültür Platformu (EGEÇEP) ve TMMOB İzmir İl Koordinasyon Kurulu olarak “gelin bize katılın, bizimle birlikte hep birlikte mücadele edelim” denilmesini, bu projeyle mücadele etmek için tüm İzmir’i kucaklayan bir çağrının yapılmasını beklerdik.

Beklediğimiz şimdilik olmadı; ama yine de İzmirliler olarak hepimize düşen görevin bu olduğunu; bu proje ile ilgili ÇED raporunun iptali ve yürütmesinin durdurulması  için dava açan kurumlar olarak Doğa Derneği, EGEÇEP ve TMMOB İzmir İl Koordinasyon Kurulu‘nun böylesi bir araya geliş için herkese çağrı yapılması gerektiğini düşünüyor ve bunu sizlerle paylaşmak istiyorum.

Öte yandan, bu tür bilgilendirme toplantılarının İzmir’deki tüm kent konseyleri tarafından; özellikle de Karşıyaka, Çiğli, Balçova ve Narlıdere kent konseyleri tarafından düzenlenerek bu ilçelerde yaşayanlara bilgi verilmesi ve her kent konseyinin, belediye meclisinin bu öneriyi reddetmesi olasılığını dikkate almadan bağlı olduğu belediye meclisine öneride bulunarak kendi belediyesinin bu proje ile ilgili davalara müdahil olması için mücadele etmesi gerektiğini ifade etmek istiyorum.

Konak Kent Konseyi 001

Özellikle de düzenlediği afişlerde uzlaşma, uyuşma gibi neoliberal yöntemleri simgeleyen semboller yerine toplumsal mücadele anlamına gelen sıkılı bir yumruğu gördüğümüz Konak Kent Konseyi‘nin, düzenlediği bu güzel ve yararlı bilgilendirme toplantısının yanında bu mücadeleye “Taksim Ruhu” ile kent konseyleri düzleminde önderlik etmesini bekliyorum.

Hemşehri odaklı belediyeler… (1)

Ali Rıza Avcan

Bir belediyenin yaptığı bütün planlarda, aldığı bütün kararlarda, gerçekleştirdiği bütün uygulamalarda o kentte yaşayan ya da çalışan insanları, diğer bir deyimle “hemşehrileri” esas alması, yaptığı her şeyin odağına insanı yerleştirmesi…

Bu duruma bazı kaynaklar yönetimde “vatandaş odaklı yaklaşım“, bazıları da “hemşehri odaklı yaklaşım” diyorlar…

Bu kavram ve yaklaşımın şu sıralarda işletme yönetimi alanında rağbette olan “müşteri odaklı pazarlama” ile ilişkisi olduğunu söyleyenler olmakla birlikte; aslında bu olgu yönetim bilimi açısından pek de yeni bir şey değil….

İnsan var olduğundan, onun oluşturduğu yöneten ve yönetilen toplum düzeni şekillendiğinden bu yana, tüm din, ahlak ve hukuk kuralları bir insanın diğer bir insana, bir yurttaşın diğer bir yurttaşa, bir kentlinin başka bir kentliye; giderek her tiranın, firavunun, sultanın ya da seçimle belirlenen demokratik yöneticinin yönettiği insanları dikkate almasını, onların istek ve taleplerine kulak vermesini tavsiye ediyor…

Ancak bu durum, demokratik mücadelenin gelişip güçlendiği daha yakın tarihlerde iyi bir yönetici olmanın şartı olmaktan çıkıp temel bir insan hakkı olarak değişim geçirmiştir. 

İnsanlık kadar eski bir yöntemin yerel yönetimlerde başarılı bir şekilde yaşama geçirilmesi ve her bir belediyenin “hemşehri odaklı” çalışmalar yapmak istemesi, bugünkü koşullarda “bilgi edinme” ve “yönetime katılma” gibi demokratik haklarla “şeffaflık” ve “hesap verebilirlik” gibi ilkeler ve “kent konseyi” gibi yerel örgütlenmelerle mümkün gibi görülmekle birlikte; 2004-2005 dönemindeki yasal değişikliklerle ülkemiz gündemine yerleşen bu kavramlar, -ne yazık ki- merkezi yönetimin güvenlik odaklı yaklaşımları ve bu kavramlarla ilgili çalışmaların ithal edilmiş bir şablon üzerinden yaşama geçirilmek istenmesi gibi acemilikler nedeniyle istenilen sonuçlara ulaşamamış, Avrupa Birliği ideallerinden uzaklaştığımız bir ortamda bu kavram, olgu ve yaklaşımlar yavaş yavaş unutulmaya başlanmıştır.

Ayrıca özellikle kent konseyleri uygulamasının zaman içinde araçtan çok bir amaca dönüşmesi, idarenin bilgi edinme sürecinde işi zorlaştıran bürokratik tutumu, bilgi edinme sürecinin bir reklam, tanıtım ve halkla ilişkiler etkinliğine dönüşmesi ve katılım mekanizmalarının aslında bir aldatma ya da oyalama yöntemi olarak kullanıldığının fark edilmesi gibi olumsuzluklar nedeniyle, demokratik/sivil kamuoyunun bu kavram ve yöntemlere inancını da azalmıştır. 

İşte o nedenle bir kez daha “vatandaş” ya da “hemşehri” odaklı yönetim anlayışlarına önem verilmesi, bunun için de “bilgi edinme” ve “yönetime katılma” gibi hakların, “şeffaflık” ve “hesap verebilirlik” gibi ilkelerin ve “kent konseyi” gibi  yerel örgütlenmelerin ister bu ister başka ad ve içeriklerle tekrar gündeme getirilerek ülke koşullarına uygun girişimlerin başlatılması gerekmektedir.

Şimdi sırasıyla, “hemşehri odaklı belediye” olmayı kolaylaştıran “bilgi edinme” ve “yönetime katılma” haklarıyla “şeffaflık” ve “hesap verebilirlik” ilkelerini ve “kent konseyi” örgütlenmelerini sırasıyla incelemeye başlayabiliriz:

2219d3347e178d161405a6a7f9dfa5db

Bilgi Edinme Hakkı

Vatandaş odaklı yönetim” ya da “hemşehri odaklı yönetim” anlayışı denildiğinde insanın aklına ilk gelen konulardan birini ister istemez “bilgi edinme hakkı” oluşturur. Bu hak çerçevesinde, vatandaşın ya da hemşehrinin, belediye ve hizmetleriyle ilgili her konuda, herhangi bir kısıtlama olmaksızın zamanında, herhangi bir kısıtlamaya tabi olmaksızın doğru ve sağlıklı bilgilere ulaşması, bu konuda herhangi bir zorlukla karşılaşmaması gerekmektedir.

Bilgi Edinme Hakkı” çerçevesinde kullandığımız ilk yöntem, dilek ve şikayetlerimizi resmi kurumlara dilekçe vererek bildirdiğimiz dilekçe hakkıdır. Bireylerin, kişisel veya kamusal konularla ilgili dilek ve şikayetlerini tek başına ya da başkalarıyla birlikte yargı organı dışındaki resmi kuruluşlara sunabilme hakkı olarak tanımlanan ve dayanağını Anayasa’nın 74. maddesinden alan bu hak, 1984 tarih ve 3071 sayılı Dilekçe Hakkının Kullanılmasına Dair Kanun‘la düzenlenmiştir.

Ancak dilekçe hakkının uygulama karşısında yetersiz kalması nedeniyle, 9 Ekim 2003 tarih, 4982 sayılı Bilgi Edinme Hakkı Kanunu ve bu kanunun 31. maddesi uyarınca Bakanlar Kurulu’nun 19.04.2004 tarih, 2004/7189 sayılı kararı ile kabul edilip 27 Nisan 2004 tarih, 25445 sayılı Resmi Gazete’de yayınlanan “Bilgi Edinme Hakkı Kanunun Uygulanmasına İlişkin Esas ve Usuller Hakkında Yönetmelik” düzenlenmiştir.

4982 sayılı Bilgi Edinme Kanunu ve yönetmelik hükümlerine göre bu hakkın kullanımı, merkezi idare kapsamındaki kamu idareleri ile bunların bağlı, ilgili veya ilişkili kuruluşlarının, köyler hariç olmak üzere mahalli idareler ve bunların bağlı ve ilgili kuruluşları ile birlik ve şirketlerinin, Merkez Bankası, İMKB ve üniversiteler de dahil olmak üzere kamu tüzel kişiliğini haiz olarak enstitü, teşebbüs, teşekkül, fon ve sair adlarla kurulmuş olan bütün kamu kurum ve kuruluşlarının ve kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarının faaliyetlerini kapsamaktadır.

Bilgi Edinme Hakkı Kanunu ve yönetmeliği ile ilgili uygulamalarda birçok sorunla karşılaşmış biri olarak aklıma ilk gelen örneklerden biri, 2015 yılında göçmen, mülteci ve sığınmacılarla ilgili ulusal bir proje hazırlığı için İçişleri Bakanlığı Göç İdaresi Genel Müdürlüğü’ne başvurarak her bir ildeki göçmen, mülteci ve sığınmacıların sayı ve cinsiyetleri ile bilgileri istediğimizde hem bakanlığın hem de Başbakanlık Bilgi Edinme Değerlendirme Kurulu’nun bu bilgilerin gizli kalması gereken kişisel bilgiler olduğunu belirterek başvurumuzu reddetmeleri, ama bir süre sonra bu bilgileri gelişen uluslararası gelişmeler nedeniyle kendilerinin kamuoyuna açıklamalarıdır.

Yine aklıma gelen diğer bir ilginç örnek ise, Türkiye’deki kent konseyleri ile ilgili bir araştırmada kent konseylerinin kurulduğu tarihten bu yana Türkiye’de kaç adet kent konseyinin bulunduğunu içeren sorumuzun, kent konseyleri ile ilgili projenin Birleşmiş Milletler Uluslararası Kalkınma Teşkilatı (UNDP) ile birlikte ortağı olan İçişleri Bakanlığı’nın bu konuların bakanlıkça bilinmediği ve bunun için özel bir araştırma yapılması gerektiğini belirterek yanıtlamamış olmasıdır. 

4982 sayılı Bilgi Edinme Hakkı Kanunu ve yönetmelikte belirtilen iş ve işlemlerin kamu bürokrasisi tarafından bu şekilde yürütülmesi ve kamu kurumlarına tanınan sürelerin çok uzun olması, gerekli bilgileri süresi içinde vermeyen kurumlar hakkındaki yaptırımların yetersiz kalması, bu konuyu takiple görevli Bilgi Edinme Değerlendirme Kurulu’nun bugüne kadar kendisinden beklenen performansı gösterememesi nedeniyle bu uygulamaları kolaylaştırmak ve daha kolay izlemek amacıyla 19 Ocak 2006 tarih ve 2006/3 sayılı Başbakanlık genelgesiyle Başbakanlık İletişim Merkezi (BİMER) uygulamasına geçilmiştir.

237326

Kısaca BİMER dediğimiz bu web tabanlı iletişim sistemi, hem “Bilgi Edinme Hakkı“nın kullanımını hem de açık şikayet ve gizli ihbar sistemlerinin Başbakanlığın denetimindeki bir platform üzerinden yapılıp izlenmesini sağlamakta, sistemin merkezinde Başbakanlığın olması nedeniyle çoğu kez her bir kurumun kendi “Bilgi Edinme” süreçlerinden daha etkili olmaktadır. Hatta çoğu kullanıcı kurumsal bilgi edinme süreçlerinde sonuç alamadığı başvurularını, doğrudan doğruya BİMER üzerinden yaparak istediği sonuca daha kısa sürede ulaşmakta, o nedenle de her yıl BİMER’e yapılan başvuruların sayısı düzenli olarak artmaktadır. Sistemin kurulduğu 2006 yılında 129.297 olan işlem sayısının büyük bir oranda artarak 2016 yılında 1.729.952 sayısına ulaşmış olması örnektir.

BİMER sisteminin hukuk, demokrasi ve özgürlükler açısından sakıncalı yanı ise başvuranın kimliğini gizleyen ihbar sistemini barındırarak bu tür gizli ihbarların internet üzerinden yapılmasını kolaylaştırmış olmasıdır.

Devam Edecek…

 

Belediyelere bağlı olmadan kent konseyi kurmak mümkün müdür?

Ali Rıza Avcan

Toplumsal mücadeleler tarihimizin geçmişinde kalan ve bugün tekrar ihtiyaç duyup hayırla andığımız kent meclisleri, konseyleri, parlamentoları ya da senatoları, kentlerdeki temsili demokrasinin yetersizlikleri nedeniyle kurulmuş ve kendi dönemleri itibariyle başarılı olmuş; bu nedenle de bir ölçekte kendi sonlarını hazırlamış kent ölçeğindeki toplumsal örgütlenmelerdi…

Bu sivil oluşumların varlık nedeni, belediye başkanlarıyla meclis üyelerinin halk yerine siyasi partilerin üst yönetimleri tarafından belirleniyor olmasıydı. Siyasi parti başkanları tarafından birtakım siyasi oyun ve pazarlıklarla seçilen ve çoğu kez halk tarafından tanınıp bilinmeyen belediye başkanları ve meclis üyeleri bu nedenle halkı temsil etmiyorlar ve halkın sorunlarına uzak duruyorlardı.

Kendiliğinden gelişen toplumsal bir hareketle ortaya çıkan kent meclisleri, konseyleri, parlamentoları ya da senatoları ise halkın doğrudan doğruya kendi başına kurduğu, oluşturduğu alternatif kurullar olarak, belediye başkanlarıyla meclislerine kendi asli görevlerini anımsatmak, onların kendilerinden yana kararlar alıp çalışmalarını sağlamak amacıyla mücadele ediyorlardı. Bu anlamda ortada birbirinin alternatifi olan iki kurulun olduğu söylenebilir: bir yanda siyasetçilerin belirlediği ve oluşturduğu belediye başkanları ve meclisleri, diğer yandan da halkın kendi kendine belirlediği ve oluşturduğu alternatif halk kuruluşları.

636166448383427848910994133_is-spiritual-process-a-struggle

Temsili demokrasi bu ikili yapıya tahammül edemezdi. Nitekim önce Yerel Gündem’21 meclisleri adıyla, ardından da kent konseyleri adıyla bütün bu sivil oluşumların kapatılarak belediyelere, hatta doğrudan doğruya belediye başkanlarına bağlanması sağlandı.

Dünya Bankası (WB), Uluslararası Para Fonu (IMF) gibi kapitalizmin uluslararası kuruluşları tarafından yeni bir siyasi iktidar aracı olarak ortaya atılan yönetişim modelinin yereldeki uygulaması olarak yasallaştırılan bu düzenleme çerçevesinde, bu sivil oluşumlarda çalışan kent halkının belediyelerle ve özel sektörle bir araya gelerek; tabii ki, mevcut yerel iktidara alternatif filan olmadan, eskinin sınıfsal mücadele anlayışını unutup yerine kadın, gençlik, yaşlılık, emeklilik gibi kimlikler üzerinden uzlaşmaya dayalı bir işbirliği içine girmesi istendi. Böylelikle eskinin o hırçın, mücadeleci çocuğu gidecek, onun yerine belediye başkanına bağlı, uslu, suskun bir çocuk gelecekti. 

Tabii ki bu yeni oyuncak “katılım“, “şeffaflık“, “çözümde ortaklık“, “birlikte yönetmek” gibi sihirli sözcük ve kavramlarla süslenerek; unvan, kartvizit, araba, ofis, makam ve ödenek gibi ayrıcalıklarla desteklenerek cazip hale getiriliyor; böylelikle “haşmetmeablarının” konseyi, konsey başkanı, konsey yürütme kurulu üyeleri ve katılımcıları yaratılıyordu.

Ama burası Türkiye’ydi.

Avrupa Birliği rüzgarlarının kuvvetle estiği 2005-2006’lı yıllarda Batı Avrupa’da şekillendirilip bir paket halinde ithal edilen bu modeller, rüzgar aynı hızda esmediği sürece bu topraklarda kök atamıyor, hayat bulamıyordu.

Nitekim de öyle oldu.

Aradan geçen 10-12 yıllık sürede iktidarların batıdan esen o rüzgarlardan vazgeçip güvenlik odaklı politikalara yönelmesiyle artık o eski oyuncak rağbetten düşüp oynanmaz oldu. Sağı solu biraz kırılmış, biraz örselenmiş olarak ihmal edilen; hatta unutulan oyuncaklar arasındaki yerini aldı. İktidarlar, hükümetler ve belediyeler şimdi kent konseyi denilen oyuncak yerine daha yeni oyuncaklar buluyor ve onlarla oynamayı tercih ediyorlardı.

Oynanan yeni oyunların en revaçta olanı ise, içinde bol bol top, tüfek, tabanca ve tankın kullanıldığı, insanların büyük kahramanlık destanlarıyla öldürüldüğü savaşlar ya da zorunlu göçler sonucu mülteci konumuna düşürüldüğü daha kanlı, daha acı oyunlar ve oyuncaklar olmaya başladı.

Ama bu arada kent halkı kendi yöneticilerini; belediye başkanlarıyla meclis üyelerini yine kendi iradesiyle seçemiyordu. Bu konuda birçok şey yapılmış olmasına karşın ne yazık ki değişen hiç bir şey yoktu (!) Bırakın seçmeyi, halk yaşadığı sorunları çözecek kimseyi karşısında bulamıyor, her kurum ve makamın sorunları birbirinin üzerine attığını görüyor ve gerçek anlamda kentin yönetimine katılamıyordu. Kent konseyleri ile ilgili yasal düzenlemelere göre belediye meclislerine iletilen kent konseylerinin tavsiye kararları bile belediye meclisleri tarafından ciddiye alınmayıp geriye çevriliyordu.

Kısacası, devran o eski devran, sorun o eski sorundu… Kent halkı kentin yönetimine açık ve net bir şekilde katılamıyor, katılmasına bile izin verilmiyordu… Diğer yandan da kentin yönetimi her geçen gün sermayenin ve onun örgütlerinin eline geçiyor, direksiyona “kentin kanaat önderi” denilen kent simsarları oturmaya başlıyordu…

Kent konseylerinde çalışanlar ise kendi belediye başkanlarının izin verdiği ölçüde belediyenin bir hizmet birimi gibi; adeta bir halkla ilişkiler, kültür ve sosyal işler birimi gibi belediyenin asli ve zorunlu görevlerini yapıyorlar…. Yoga kursları ya da festivaller düzenliyorlar, sık sık birbirlerini ziyaret edip verdikleri ziyafetler eşliğinde belediye başkanlarını plakete boğuyorlar ve kendilerini yarın öbür gün yapılacak bir seçime hazırlıyorlar… Çünkü çoğu kent konseyi başkanı ya da yöneticisinin gönlünde, kent konseyini kendine basamak yaparak belediye meclisi, belediye başkanı, parti yöneticisi ya da milletvekili seçilmek hevesi var… Bu haliyle kent konseyleri iflas etmiş bir proje olarak adeta onlara bir fidanlık gibi hizmet ediyor…

Ama bu arada sorunlar içinde boğulan, ekonomik sıkıntılar, yoksulluk, adaletsizlik ve baskılar sonucu yıkıma uğrayan bir halk var… Verdiği vergilerin çarçur edilerek anlamsız işlerde kullanıldığını gören, dün yapılan cadde, sokak ve kaldırımların bugün tekrar yıkılarak yeniden yapıldığını izleyen bir kent halkı var… Yapılan işlerin kendisine yeniden borç, ücret, harç ya da vergi olarak geri döndüğünü gören, yaşadığı çevre ile ilgili sorunların halen çözümlenmediğini, belediye başkanlarının kendi resimleriyle dolu bir tanıtım, reklam ve gösteri çabası içinde mutlu ve mesut olduklarını gören bir halk var…

Ve o halkın elinde de, mevcut kent konseylerinde bulamadığı umudu, heyecanı, azmi ve mücadeleyi yeniden örgütleyebileceği bir alternatif var… 

O umut, tüm kentteki sorunlara topyekun sahip çıkıp o sorunların çözümü için mücadele edebilecek her kentlinin tekrar bir araya gelebileceği, merkezi ve yerel iktidara karşı gerçek muhalefeti örgütleyebileceği ve o örgütlenmenin gücü nedeniyle hükümetle belediyelerin dikkate almak zorunda kalacağı yeniden bir araya gelme, birlikte hareket etme isteği, arzusu ve olanağıdır.

struggle-life-23473822

Mevcut kent konseyleri sahip oldukları yapılanma ve çalışmaları bu şekilde sürdürdükleri müddetçe gerçek kent konseylerinin, halk meclislerinin, senatolarının, parlamentolarının ya da adı her ne olursa olsun gerçek halk kurullarının örgütlenme olasılığı her zaman için var olacaktır…

Vereceğimiz güçlü bir “HAYIR” yanıtının bu olasılığı da güçlendirmesi dileğiyle…

Hınzır sorular… (2)

Ali Rıza Avcan

Kent konseyleri ile ilgili yasal düzenlemeleri ve uygulamaları, aklımıza gelen ters köşe hınzır sorularla sorgulamaya bugün de devam ediyoruz…

Böylelikle, 2005 yılından bu yana uygulamada olan hukuki düzenlemelerin yasa koyucu tarafından değiştirilmediği ya da uygulama bile bile yapılan hukuksuzluklar giderilmediği sürece nasıl daha büyük sorunlara yol açacağını göstermeye çalışacağız.

Tabii ki yetersizliklerin, yanlışlıkların sadece yasa koyucudan; yasayı ya da yönetmeliği düzenleyenlerin suçu olmadığını; aynı zamanda yeterince izleme ve değerlendirme yapmayan, kent konseyleri özendirip teşvik etmeyen program ortakları -İçişleri Bakanlığı ve Birleşmiş Milletler Uluslararası Kalkınma Örgütü (UNDP)- ile gerçek bir sivil kamuoyu denetimi oluşturulamadığı sürece meydanı boş bulan uygulamacılardan; yani kent konseyi yönetici ve katılımcılarından da kaynaklandığını ifade etmek istiyoruz.

Bu çerçevede işe ilk sorumuzu sorarak başlayalım isterseniz…

Topluluk 22

Kent konseyleri kapsamındaki meclislere, kent konseyi katılımcısı olmadan katılmak mümkün müdür?

Ne yazık ki, yasal olmayan bu duruma uygulamada sıkça karşılaşıyoruz. Bir bakıyoruz, kent konseyine üye olması mümkün olmayan kurumlar ya da kent konseyi genel kuruluna üye olması yasal olarak mümkün olduğu halde üye olmayan kurumlar doğrudan doğruya meclislere üye olabiliyorlar. Bunun en somut kanıtını ise genel kurullar için hazırlanıp duyurulan hazirun listelerinden görebiliyoruz. Aynen İzmir Kent Konseyi örneğinde gördüğümüz gibi, Kadın Meclisi genel kurulunun kurumsal katılımcı listesiyle İzmir Kent Konseyi genel kurulunun kurumsal katılımcı listelerini karşılaştırdığımızda karşımıza çıkan durum gibi…

Oysa, İçişleri Bakanlığı tarafından hazırlanan Kent Konseyi Yönetmeliği‘nin 9 ve 12. maddelerine göre, kent konseylerinin oluşturacağı meclisler yönetsel anlamda doğrudan doğruya genel kurula bağlı olduğundan; bir anlamda düzenlemeyi yapan bakanlık tarafından genel kurulun altında ayrı bir uzmanlık konseyi olarak işlev görmeleri uygun görüldüğünden kent konseyine katılmak isteyen her kurumun öncelikle kent konseyi genel kurulunun üyesi olması, ardından da tercih ettiği meclisin üyesi olarak çalışması, kent konseyi genel kurulunun kendisine bağlı meclisler üzerinde adeta bir şemsiye gibi yer alması öngörüldüğünden, kent konseyi genel kurulu üyesi olmayan kurumların doğrudan doğruya meclislerin üyesi olması mümkün değildir. O nedenle meclislerde çalışmak isteyen tüm kurumların önce kent konseyi genel kuruluna, ardından da tercih ettiği meclislerin genel kurullarına üye olması gerekir.

Ancak uygulamada bu düzenlemeyi geçersiz kılacak şeyler de yapılmakta; daha doğrusu bu yasal düzenlemelerin öngörmediği, düzenlemeyi unuttuğu ya da görmezlikten geldiği, ihmal ettiği bazı gerçeklikler yaşanmaktadır. 

Bu gerçekliklerin en önde geleni ise gençlik ve çocuk meclisi örgütlenmeleridir. O nedenle isterseniz şimdi birinci soru ile bağlantılı ikinci sorumuzu soralım.

Gençlik ve çocuk meclisleri örgütlenmelerinin, 5393 sayılı Belediye Kanunu’nun 76. maddesi çerçevesinde İçişleri Bakanlığı’nca düzenlenmiş Kent Konseyi Yönetmeliği’nin 8. maddesindeki modele göre örgütlenmesi mümkün müdür?

Hayır; hem de koskocaman bir Hayır (!)

Çünkü ülkemizdeki gençlik ve çocuk örgütlenmelerinin altyapısı bu tür bir yapılanmaya uygun değildir. Daha doğrusu ülkemizde gençlik ve çocuk meclislerinin yapılanmasını mümkün kılan bir örgütlenme altyapısı yoktur. Gençlik ve çocuklar, Kent Konseyi Yönetmeliği’nin 8. maddesinde sayılan kurum ve kuruluşlar düzleminde örgütlü değildir, örgütlü olması da mümkün değildir. İşte o nedenle, çoğu kent konseyinin gençlik ve çocuk meclislerinde, okullar, üniversiteler ve fakülteler; hatta o okul, üniversite ve fakültelerdeki öğrenci kulüpleri meclislere üye kabul edilmekte, böylelikle ortaya Kent Konseyi Yönetmeliği’nin 8. maddesine aykırı bir örgütlenme yapısı çıkmaktadır.

Topluluk 26

Ayrıca çocuk ve gençlik meclislerinin yapılanması ile ilgili olarak herkesin kabul edeceği herhangi bir düzenleme ya da standart mevcut olmadığı, bu işin ilkeleri belirlenmediği için her kent konseyi kendi meşrebine göre; daha doğrusu kendi yapabildiğince ya da işine geldiğince bir örgütlenmeye gitmekte; böylelikle ülke genelinde yapılanması birbirinden farklı onlarca çocuk ve gençlik meclisi ortaya çıkmaktadır.

Tabii ki, yeterli sayı ve kalitede çocuk bulunamadığı için çocukların velileri ya da çocukluktan çıkmak üzere olan “teenage” grubu çocuk-gençlerle kurulan o yapay, garip çocuk meclislerini dikkate almamak koşuluyla…

Son söz yerine…

Yönelttiğimiz sorulara aldığımız hukuki yanıtlarla ve verdiğimiz örneklerden hareketle, kent konseyleri ile ilgili yasal düzenleme ve uygulamalara bir an önce, bu işin uluslararası örnekleriyle uygulamadan kaynaklanan geri bildirimleri de dikkate almak suretiyle daha demokratik, daha katılımcı, daha bağımsız ve çoğulcu, bürokrasi ve katı hiyerarşiden uzak çözümler doğrultusunda son verilmesi, yereldeki demokrasinin anahtarı olarak gösterilen bu kurumların merkezi ve yerel yönetimin müdahalelerinden uzak bir yapıya kavuşturulması sağlanmalıdır. 

Hınzır sorular… (1)

Ali Rıza Avcan

Bugün gündeme yeniden kent konseyleri ile ilgili hukuki düzenleme ve uygulamaları getirerek bazı hınzır sorular sormak istiyorum…

Daha doğrusu yasal olmayan yöntemlerle yanlış yerlerde konumlananları rahatsız edecek bazı sorular sorup cevaplarını vermek istiyorum.

Böylelikle sahip olunanların nasıl bir hukuksuzlukla edinildiğini bir nebze olsun hatırlatmak istiyorum.

aacr-hub-page-image

Kadın ve gençlik meclisi başkanları dışındaki diğer meclis başkanlarının doğal üye olarak yürütme kurulunda yer alması mümkün müdür?

5393 sayılı Belediye Kanunu’nun 76. maddesi ile bu madde hükmüne dayanılarak İçişleri Bakanlığı’nca düzenlenen “Kent Konseyi Yönetmeliği”nin Yürütme kurulu başlıklı 11 inci maddesinde, “Yürütme kurulu, genel kurul tarafından birinci dönem için iki, ikinci dönem için üç yıl görev yapmak üzere seçilen, kadın ve gençlik meclis başkanlarının da yer aldığı en az yedi kişiden oluşur…” hükmü yer aldığı; ayrıca İçişleri Bakanlığı Mahalli İdareler Genel Müdürlüğü’nün 03.03.2010 tarih, B.05.0.MAH.0.01.01.00/ 6807-45260 sayılı mütalaa yazısında “kent konseyinin yürütme kurulunda kadın ve gençlik meclislerinin başkanları doğrudan yer almakla birlikte diğer meclis ve çalışma gruplarının baĢkanları ancak genel kurul tarafından seçilmeleri durumunda yürütme kurulunda görev alacakları, doğrudan görev alamayacakları” belirtildiğinden kadın ve gençlik meclisi başkanları dışında kalan diğer meclis başkanlarının (engelli, muhtarlar, emekliler, mülteciler, çocuk vb.), aday olup seçilmedikleri sürece yürütme kurullarında yer almaları mümkün olmayacaktır.

Kent konseyi başkanı iken temsil ettiği kurum, kuruluş ya da kişiyle ilişkisi biten katılımcının başkanlık görevi devam eder mi?

5393 sayılı Belediye Kanunu’nun 76. maddesi ile bu madde hükmüne dayanılarak İçişleri Bakanlığı’nca düzenlenen “Kent Konseyi Yönetmeliği“, bir kurum, kuruluş ya da kişinin temsilcisi olarak kent konseyi genel kuruluna katılanların yürütme kurulu ile başkanlık görevine aday olabileceğini belirttiğinden; ayrıca İçişleri Bakanlığı Mahalli İdareler Genel Müdürlüğü’nün 02.08.2010 tarih, B.05.0.MAH.0.01.01.00/ 22187-45964 sayılı mütalaa yazısında  temsil ettiği oda veya dernekteki temsil görevi biten kişinin kent konseyi başkanlığının da sona ereceği belirtildiğinden temsil ettiği kurum, kuruluş ya da kişi ile temsiliyet ilişkisi sonuçlanan kişilerin kent konseyi başkanlığı görevinin de otomatikman sona ermesi gerekir.

Kent konseyine katılmak üzere başvuran kurum, kuruluş ve kişilerin üyeliği için yürütme kurulu ya da genel kurul tarafından karar alınmasına gerek var mıdır?

İçişleri Bakanlığı’nca düzenlenen “Kent Konseyi Yönetmeliği“ne göre, yasal olarak kent konseyine katılması mümkün olan kurum, kuruluş ve kişilerin başvurularının kabul edilmesi ya da reddedilmesi diye bir prosedür olmadığı için müracaatçının başvurusunun kabulü için bekletilmesi ya da başvurunun kabul edilmemesi yasal değildir. O nedenle, üye olmak amacıyla başvuruda bulunan herkesin kabul ya da red işlemine başvurulmaksızın ve üye olamayacağı hususu kanıtlanana kadar üye olarak kabul edilmesi gerekmektedir.

meeting

Kent konseyi yürütme kuruluna seçilecek kurum, kuruluş ve kişilerin kendi aralarında gruplanarak seçimlerin her bir grup içinde ayrı ayrı yapılması hukuken mümkün ve demokratik bir işlem midir?

İçişleri Bakanlığı’nca düzenlenen “Kent Konseyi Yönetmeliği“ne göre, kent konseylerine üye olan değişik nitelikteki (dernekler, meslek kuruluşları vb.) katılımcılar arasında mesleklerine göre ayırımlar yaparak seçimlere gitmek faşist rejimlerde, özellikle de Mussolini İtalya’sında görülen mesleki ayrıma dayanan eski ‘korporatist’ örgütlenmeleri anımsatmakla birlikte; esasen, bu kategorilere girmeyen katılımcılar açısından hukuk ve demokrasi dışı bir uygulama olacaktır. Yasal olarak katılımcı olması mümkün siyasi parti temsilcilerinin çoğu kent konseyinde sakıncalı muamelesi görüp bu kategorilerden biri olarak kabul edilmemesi ve yürütme kurulu üyeliğine alınmaması bu anlamda en somut örneklerden biridir. 

 

Başarısız Bir Proje: Kent Konseyleri (7)

Kent konseylerinin yapılanmasını ve çalışmalarını ele aldığımız yazı dizimizin bugünkü bölümünde kent konseyleriyle belediyeler arasındaki bütçe, ödenek ve para ilişkilerine, belediyelerin kent konseylerine bütçe, ödenek ya da para verip vermeyeceği, yardımda bulunup bulunmayacağı üzerine yapılan tartışmalara değineceğiz.

Bilindiği üzere, İçişleri Bakanlığı’nca hazırlanmış Kent Konseyi Yönetmeliği’ne 6 Haziran 2009 tarih, 27250 sayılı Resmi Gazete’de yayınlanan yönetmelik değişikliği ile 16/A maddesi eklenmiş ve bu madde düzenlemesine göre “belediyeler kent konseylerine, bütçelerinde ödenek ayırmak suretiyle ayni ve nakdi yardım yapar ve destek sağlar” hükmü getirilmiştir.

Bu düzenleme, kent konseylerinin ayni ve nakdi yardım yapması açısından gerekli ve yeterlidir.

4_20120216_1528378559

Ancak bu düzenlemeyi yetersiz bulan bazı görüş sahiplerine göre kent konseyleri ile ilgili her türlü harcamanın ilgili belediye tarafından karşılanması, bu yardımın hiçbir şekilde sınırlanmamasını istenmektedir. 

Karşı görüşte olanlar ise kent konseyleri ile belediyeler arasında böylesine kuvvetli bir mali ilişki kurulması durumunda kent konseylerinin demokratik seçimlerle belirlenmiş bağımsız yapısının bundan zarar göreceğini, belediye ile kent konseyi arasında her zaman için belediye yararına bir bağımlılık ilişkisinin kurulacağını, böylelikle ödenek alan kent konseylerinin artık belediyenin herhangi bir birimine dönüşeceğini; ayrıca kent konseylerinin yardım yapması gereken tek iç paydaşının sadece belediyeler olmadığını, belediye dışında kaymakamlık ya da valilik gibi yardım yapabilecek birden fazla paydaş olduğunu ve kent konseyleri ruhunun alınan ödenek ya da para ile iş yapmak değil; böylesi bir araya gelişten kaynaklanan sinerjinin, bu sinerjinin ürünü olan “sosyal sermaye“nin harekete geçirilmesi olduğunu ifade etmektedirler.

Bizim görüşümüz ise, kent konseyi ile belediye arasındaki bu ayni ve nakdi yardımda bulunma yükümlülüğünün, katkıda bulunacak kurumların kent konseyi üzerinde hakimiyet kurmasına yol açmayacak şekilde belediye dışındaki diğer kurumlara da yaygınlaştırılması; yani kent konseyi katılımcısı kurum, kuruluş ve kişilerin maddi ve manevi katkılarıyla oluşan sinerjinin değerlendirilmesinden yanadır. Nitekim 1998-2001 döneminde Alsancak bölgesindeki meslek odalarıyla dernek, vakıf ve sivil yurttaşların katılımı ile oluşturduğumuz Alsancak Sivil Katılım Platformu, daha sonra Konak Belediyesi’nin katılımı ile Alsancak Bölge Kurulu‘na dönüşen birlikteliğin oluşturduğu güç ve sinerjinin belediyelerin ya da diğer resmi kuruluşların yapacakları yardımlardan daha değerli, daha anlamlı ve daha kalıcı olduğunu bizlere göstermiş, kanıtlamıştır.

Kent konseyleri görevli oldukları alanda gerçekten toplumsal yaşam ve mücadelenin bir çekim odağı oldukları, bunu hedefleyip gerçekleştirdikleri takdirde; o yerleşim alanında faaliyet gösteren tüm resmi, özel ve sivil kurum, kuruluş ve kişilerin kent konseyi çevresinde toplanıp bir araya gelmeleri mümkün olur. Bu durum beklenen, toplumsal bir reflekstir. İnsanların birlikte yaşadıkları ya da çalıştıkları kentlerde bir arada olmaktan kaynaklanan bir çok konu ya da sorunun ele alınıp tartışılması suretiyle gerçek bir halk forumuna dönüştürülecek kent konseyleri işte o durumda, para ve ödenek isteyen değil; aksine katılımcı kurum, kuruluş ve kişilerin gönüllü olarak katkıda bulunmak isteyecekleri, bunun  için adeta birbirleriyle yarışacakları gerçek bir toplumsal güce dönüşebilir.

İşte o zaman, kent konseyleri paraya, ödeneğe ihtiyaç duymadan birçok şeyi yapabilir, birçok sorunu çözebilir ya da çözümünü kolaylaştırabilir.

zekat-vermek

İşte o zaman, kent konseylerinin, katılımcısı olan belediye, kaymakamlık, valilik ve benzerlerinden ayrı bir kimliği, bağımsız, özgür bir kişiliği olabilir. Bu yapılamadığı, becerilemediği ya da istenmediği, arzulanmadığı takdirde ise belediyelerden ya da başka kuruluşlardan, özellikle de uluslararası finans kuruluşlarından bağış, hibe, yardım adı altında para beklenen, bunun için avuç açılan bir yapıya dönüşülür ki, bu durumda da o kent konseyi temsil iddiasında bulunduğu kent halkı, hemşehrileri adına nasıl söz söyleyebilir, neler isteyebilir?

İşin öz ve kısası ise şudur;

Kent konseyleri akıllı politika, strateji ve taktiklerle mücadele ederek kendi toplumsal güçlerini yaratmadıkları, güçlü bir cazibe merkezi olmadıkları ve gücü, başkalarından istedikleri bütçe, hibe ve yardımlarla oluşturmaya çalıştıkları sürece ne kaale alınacak kadar güçlü olabilirler ne de halk adına söz söyleyip onun temsilcisi olmaya kalkışabilirler…

Devam Edecek…

Başarısız Bir Proje: Kent Konseyleri – 6

Dizi yazımızın bugünkü bölümünde, Yerel Gündem’21 projesinin devamı olarak 10 yıldır uygulamada olan kent konseylerinde görüp yaşadığımız deneyim ve duyumlar çerçevesinde merkezi yönetimin taşradaki temsilcisi olan vali ve kaymakamlarla belediyelerin kent konseyleriyle olan ilişkisinin gerçekten bir katılım ilişkisi olup olmadığını tartışıp sorgulayacağız.

resim1

2016 yılı içinde İzmir Kent Konseyi’nin çalışma yönergesini değiştirmek amacıyla yaptığımız çalışmalar sırasında kent konseyleri konusunda adı ön sıralara çıkmış, bu tür çalışmalarda Çanakkale, Nilüfer, Odunpazarı, Kadıköy, Çankaya gibi hep örnek gösterilen ülkemizdeki 18 ayrı kent konseyinin yönergelerini inceleyip birbirleriyle karşılaştırarak analiz etmemiz sırasında gördük ki; gerek bu tür yasal düzenlemeler yapılırken gerekse bu düzenlemeler uygulanırken kent konseylerinden beklenen şey, valiliklerin, kaymakamlıkların ve belediyelerin karar alma ve uygulama süreçlerine gerçekten katılması değil; aksine, belediye yönetimlerinin kent konseyi çalışmalarına katılması, hatta müdahalede bulunması şeklinde anlaşılıyor ve gerçekleşiyor.

Valilik/kaymakamlık-kent konseyleri ya da belediyeler-kent konseyleri ilişkisinde merkezi yönetimin il ya da ilçedeki temsilcisi olan vali ya da kaymakamın, çoğu kez bu işin belediyeye ya da belediye başkanına ait olduğunu düşünmesi nedeniyle bir adım geride durarak kent konseylerini belediyelere bırakması, konseyleri belediye yönetiminde faaliyet gösteren bir birim gibi kabul etmesi şeklinde ortaya çıkıyor.

Belediye ve kent konseyi yönetiminin iktidar partisinden olmaması durumunda bu hususa daha da bir dikkat edilip, aynen İzmir’de olduğu gibi Kent konseyi-valilik ve onun birimleri arasındaki ilişkiler en alt düzeye indiriliyor. Bunun en somut örnekleri ise valilik temsilcisi olarak seçilen yürütme kurulu üyelerinin yürütme kurulu toplantılarıyla konseyin diğer etkinliklerine katılmaması ve bu durumun her iki taraf açısından normal karşılanır bir hale gelmesiyle ortaya çıkıyor. O nedenle de her zaman için kent konseyi-valilik ya da kent konseyi-kaymakamlık ilişkileri hep beklenen düzeyin altında gerçekleşiyor. Kazara bu ilişkiler biraz canlanacak olsa belediye, özellikle de belediye başkanı düzeyinde “orada benden habersiz neler oluyor acaba” şeklinde bir endişe, bir şüphe bile oluşmaya başlıyor (!)

Aslında kent konseylerinin kuruluş ruhunun özü olan ‘yönetişim’ zihniyeti açısından yanlış ve sakıncalı olan bu durum; yani kent konseyi-merkezi yönetim ilişkisinin zayıflayıp yok olduğu bu durum, kent konseyinin tümüyle belediyenin, daha doğrusu belediye başkanının ve onun bürokratlarının eline düşmesine neden oluyor. Belediye bazen bunu sağlamak amacıyla mevcut yasal düzenlemeleri dikkate almadan kent konseyi genel kuruluna ve yürütme kuruluna kendinden daha fazla ‘adam sokmaya’ çalışıyor, yaptığı ya da yapmaktan kaçındığı yardımların sonuçlarıyla kendi iktidar alanını genişletmeye çalışıyor, aradaki ilişkiyi bir katılım ilişkisi olmaktan çıkarıp bir egemenlik ilişkisine dönüştürüyor.

Bu anlamda, belediye-kent konseyi ilişkilerinde, belediyenin egemenlik alanını genişletip güçlendiren en önemli organlardan biri de genel sekreterlik kurumu olarak ortaya çıkmaktadır. Çünkü baştan beri genel sekreterin kim olacağı belediye başkanının takdirine bağlı olduğu için, onun önerdiği üç aday arasından yürütme kurulu tarafından seçilseler bile eninde sonunda her zaman için belediye başkanının belirlediği, ona bağlı, onun sözünden çıkmayan, adeta onun ‘ajanı’ gibi çalışan bir konuma sahip oluyorlar. Uygulamada gördüğümüz çoğu genel sekreter tipi hep bu tespiti doğrulamakta, kişisel olarak daha demokratik olanlar ya da olmak isteyenler ise “bıyıkla sakal arasındaki” ikircikli halleriyle her iki taraf için güvenilmez, hatta şüphe ile bakılan ayrı bir tiplemenin konusu olmaktadırlar.

resim3

Bu durum bazı kent konseylerinde öyle bir duruma ulaşmaktadır ki, genel sekreterlere çalışma yönergeleriyle ya da fiili uygulamalarla tanınan yetkiler genel sekreterleri adeta ikinci bir kent konseyi başkanı haline getirmektedir. Hele ki genel sekreterlere kent konseyini temsil etme yetkisinin verildiği durumlarda genel sekreterlerin kent konseyi adına konuşmalar yaptığı, beyanatlar verdiği, imzalar attığı ve protokolde yer aldığı bile görülmektedir. Hatta bazı özel durumlarda genel sekreterler, başkandan ya da onun bürokratlarından aldıkları güçle kent konseyi başkanıyla yürütme kurulu üyelerini , kent konseyi katılımcılarıyla çalışanlarını tehdit etme, şantaj yapma ve aba altından sopa gösterme cesaretini bile gösterebilmektedir.

Oysa genel sekreterler kent konseyi genel kurulu tarafından değil, belediye başkanının gösterdiği üç aday arasından, kent konseyi genel kurulunun seçtiği yürütme kurulu tarafından seçildikleri için temsili demokrasi anlamında bir yönetme güçlerinin olmaması gerekmektedir.

resim2

Ama kent konseyleri projesi adı verilen bu düşünce baştan beri yanlış ve eksik olduğu için ‘yönetişim’ ya da ‘iyi yönetişim’ adı altında, insanın var olduğu çağlardan bu yana hepimizin iyi bildiği bir oyunu, hem de bir iktidar oyununu kent konseyleri içinde oynanmasına izin vermekte ve aradan 10 yıl geçmiş olmasına karşın buna bir çözüm bulmamaktadır. Hem de ‘katılım’, ‘katılımcı demokrasi’, ‘diyalog’, ‘konsensus’, ‘şeffaflık’ gibi birtakım sihirli, ikna edici sözcükleri, kavramları o kadar sık, o kadar çok kullanmasına karşın…

Tabii ki bu arada kaybeden her zaman için bu iktidar oyununu uzaktan izleyen ya da bu oyundan bihaber olan kent ile onun halkına, o kentin hemşehrilerine olmaktadır…

Devam Edecek