Komisyon demokrasisi…

Ali Rıza Avcan

Uzunca bir zamandır İzmir Büyükşehir Belediyesi ile diğer ilçe belediyelerinin Youtube hesaplarından canlı yayınlanan meclis toplantılarını izliyor, o kayıtları indirip arşivliyor ve onca yıldır bu işin içinde olmama karşın şu an uygulanmakta olan toplantı ve karar alma sistematiğini anlamaya, alınan kararın ne anlama geldiğini çözmeye; başkan, meclis üyeleri ve grup sözcüleri arasındaki diyalogların gerçek anlamını analiz etmeye çalışıyorum. Hem de bir elimde oldukça ayrıntılı hazırlanıp 9 Ekim 2005 tarih, 25961 sayılı Resmi Gazete’de yayınlanan “Belediye Meclisi Çalışma Yönetmeliği“, diğer elimde de basılı meclis gündemleri olduğu halde…

Meslek hayatımda büyükşehir, il, ilçe ve belde belediyesi olmak üzere yüzlerce belediye meclisinin kararlarını, karar özetleri defteriyle tutanaklarını inceleyip teftiş etmiş, herhangi bir eksiklik ya da yanlışlık bulduğumda bu hususu teftiş raporunda belirtmiş ya da usulsüz bir karar alınmışsa soruşturma açmış biri olarak temsili demokrasinin kurumu olarak gösterilen belediye meclislerindeki canlı yayınlara yansıyan görüşme ve karar alma süreçlerinin katılımcı ve çoğulcu demokrasi ile şeffaflık, bilgi edinme hakkı ve hesap verebilirlik ilkeleri açısından çok kötü bir noktada olduğunu düşünüyorum.

Merkezi yönetimi uzun yıllardır elinde tutan AKP iktidarının bir zamanlar bu hususlara önem veren tavrından vazgeçerek artık güvenlikçi politikalara yöneldiğini, katılım, şeffaflık, bilgi edinme hakkı, hesap verebilirlik gibi bir kavramlarla bir ilişkisi kalmadığını bildiğim için hem onların yönetimindeki belediyelerde bu saatten sonra bu konularda bir iyileşme olmayacağını hem de bu yozlaşmayı gidermek, belediye meclisi görüşmelerini daha demokratik, daha şeffaf, daha katılımcı, daha hesap verebilir hale getirmek için yeni yasal düzenlemeler yapmayacaklarını biliyorum.

Bu anlamda sözüm, eleştirilerim ve önerilerim, seçim döneminde yerel demokrasiyi daha da geliştireceğini, belediye hizmetleriyle ilgili karar süreçlerini daha şeffaf hale getireceğini ifade eden CHP’li belediyelere, onların belediye başkanlarına ve meclis üyelerine; özellikle de İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Tunç Soyer‘e…

Çünkü bize bir söz verdiler, bu konuda çeşitli vaatlerde bulundular…Hem de para harcamayı gerektirmeyen, milyonluk bütçelere ihtiyaç duymayan küçük ama anlamlı adımlarla yapılacak cinsten…

Ama ilk olumsuz adım da onlardan geldi… Çünkü, şu an itibariyle riskli bulunduğu için kullanılmayan eski hizmet binasındaki büyük meclis salonunun arkasındaki izleyici sıralarını 2020 yılı içinde 320.000 liraya ihale edip kaldırtarak salonu daha lüks hale getirdiler ve meclis toplantıları “Belediye Meclisi Çalışma Yönetmeliği“nin 11. maddesine göre halka açık olduğu halde halktan aynen İnternet kullanıcıları gibi meclis toplantılarını ekrandan izleyebilmesi için salonun dışında ekranlı bir izleyici salonu yaptırdılar… Hem de İzmir Kent Konseyi Başkanı‘na toplantıları izlemesi için meclis salonundaki bir koltuğu lûtuf olarak sundukları bir dönemde…

2019 tarihli İzmir Büyükşehir Belediye Başkanlığı aday kampanyasında, belediyeye ait meclis ve encümen kararlarıyla karar özetlerinin ve tutanakların; ayrıca bütçe, kesin hesap ve faaliyet raporlarıyla imar durum belgelerinin hem masaüstü hem de mobil uygulamalardaki e-belediye bölümlerinde yayınlandığı hususu, yeterince araştırıp öğrenilmediği için; dağıtılan seçim bildirgelerinde yer alan “Belediye Cebinizde” isimli seçim vaadi kapsamında “dört farklı mekanizma kapsamında özel bir mobil yazılımla İzmirlilerin öncelik ve tercihlerini karar alma süreçlerine dahil edeceğiz; Kararlar Cebinizde, Öneri ve Katkılar Cebinizde, Belediye Bütçesi Cebinizde, İmar Durumu Cebinizde” denilmiş olsa da eski belediye başkanı Aziz Kocaoğlu döneminde başlatılan bu uygulamalara devam edilmiştir.

Evet, İzmir Büyükşehir Belediyesi bugün kendisine ait 74 ayrı iletişim kanalı ve bunlara ek olarak Youtube hesapları üzerinden yaptığı canlı belediye meclisi toplantı yayınlarıyla; ayrıca bir havuz kapsamına alınıp desteklenen “yandaş” yerel basın kuruluşlarıyla bir dünya bilgiyi kamuoyuna aktarmakla birlikte; bunların, özellikle de belediye meclisi kararları, tutanakları, komisyon raporları, bütçe, kesin hesap, faaliyet raporları gibi okunup anlaşılması zor bilgi, belge ve kayıtların her sınıf ve kesimden halkın kolaylıkla okuyup anlayabilmesi ve bunun üzerinden bir fikir oluşturabilmesi için üslûp, dil ve içerik olarak sadeleşip anlaşılabilir olması için çaba gösterilmiyor. Bu karmaşık durum bazen öyle noktalara varıyor ki; bazı meclis üyeleri; hatta grup başkan vekilleri bile bazı kararların içeriğini anlamadığı için alınan kararın ne işe yarayacağını soruyor ya da 2017 yılında başıma geldiği gibi, bazı belediye meclisi üyeleri, “biraz önce belediye meclisinde bir konuda oy kullandım; ama oy verdiğim konunun ne olduğunu ben de bilmiyorum” diyebiliyor. Aynen Arapça bilmeyen birinin Kuran’ı anlayamamasında olduğu gibi…..

İsterseniz işe bu anlaşılmazlık halinden; daha doğru bir ifadeyle, belediye meclisindeki karar alma süreçlerinin yöntem, üslup, dil ve içerik yöntemiyle sonuçlarının anlaşılmaz hale gelmesi için yapılanları ele almakla işe başlayalım….

Demokrasinin özünü oluşturan fikir alışverişi ve tartışmalar komisyonlara teslim…

Görüp izlediğim kadarıyla belediye meclisi toplantıları önceden hazırlanan gündem çerçevesinde yapılıyor ve görüşmelerin gündemdeki madde numaralarına göre oylanması hususu her oturumun başında meclis üyelerince kabul edildikten bundan sonraki tüm süreçlerde sadece ve sadece madde numaralarından söz ediliyor. Buna gündem maddelerinin düzenlenmesi sırasında eklenen ve çoğu kez bilgi vermekten uzak, kuru bürokratik dili de eklediğimizde, hem belediye meclisi üyelerinin hem de toplantıyı izleyenlerin hangi konunun görüşüldüğünü anlamakta zorlandığı; hatta hiç anlamadığı bir durum ortaya çıkıyor.

Bunun sonucunda da, “görüşülen konu nasılsa komisyonda görüşülüp anlaşılacak ve biz de komisyonun görüşüne göre karar vereceğiz” düşüncesiyle gündem maddelerinin meclise sunulması sırasında hiç meclis üyesinin müdahalesi ya da katkısı olmuyor. Çünkü her gündem maddesi neredeyse istisnasız, meclis üyelerine daha fazla huzur hakkı ödensin düşüncesiyle komisyonlara havale ediliyor. Çünkü mevcut mevzuatta, kurulacak komisyonların sayısı ve konusu konusunda sınırlayıcı hiçbir hüküm bulunmuyor. O nedenle bugün İzmir Büyükşehir Belediyesi’nde 176 meclis üyesine karşılık toplam 199 koltuğu olan 24 komisyon (meclis üyesi başına 1,13 koltuk), İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nde de 312 meclis üyesine karşılık toplam 208 koltuğu olan 26 komisyon (meclis üyesi başına 0,66 koltuk) bulunmakta, neredeyse tüm kararlar bu bol sayıda koltuğa sahip komisyonlara sevk edilerek oralarda alınacak tavsiyesine göre karar alınmaktadır.

Bu anlamda belediye başkanı ile iktidar partisi grup sözcüsünün meclise gelen gündem maddelerinin hangi komisyonlara dağıtılacağı konusunda, tabii ki toplantı öncesinde diğer grup sözcülerinin görüşlerini almak suretiyle adeta bir trafik memuru gibi görev yaptıkları söylenebilir. İşte o nedenle Youtube’dan canlı bir meclis toplantısını izlemeye kalktığınızda meclis başkanlığı görevini yapan belediye başkanının ağzından en çok duyacağınız sözcükler şunlar olacaktır:

Kemal Bey, Selahattin Bey, Hakan Bey, 18 ve 19 nolu önergelerin Plan, Bütçe ve Tüketici Hakları komisyonlarına havalesini oylarınıza sunuyorum. Kabul edenler, etmeyenler. Oybirliği ile kabul edilmiştir. Teşekkür ederim.

Bu görüşe karşı, “meclis ile komisyonlar bir bütündür; sonuç olarak komisyonlar konuyu inceleyip görüş belirtiyor, meclis de kararını veriyor” şeklinde bir itiraz yapılabilir; ama bu itirazı yapanların unuttuğu en önemli husus, komisyon çalışmaların kamuya kapalı olmakla birlikte meclis çalışmalarının kamuya açık olmaması zorunluluğudur. Bu zorunluluğun en önemli nedeni de, meclisteki görüşülen konu ile ilgili farklı görüş, düşünce, öneri ve eleştirilerin kamuoyuna açık bir şeffaflıkta yapılmasını sağlamaktır. Komisyonda ise birçok konu tartışılıp farklı fikirler beyan edilmekle birlikte bu görüşme ve tartışmaların kamuya açık olmaması nedeniyle kamuoyunun, diğer bir deyimle halkın karara esas olan farklı düşünceler hakkında bilgi edinmesi mümkün olmamakta; temsili demokrasinin temelini oluşturan anlayışa göre halkın kendi oyuyla seçtiği vekili hakkında bilgi edinmesi, onun nasıl davrandığı ve ne şekilde oy kullandığı konusunda bir fikri olmamaktadır. Alınan karardan bir süre sonra yayınlanan komisyon raporlarında farklı görüş, düşünce, öneri ve eleştiriler üzerinden yapılan tartışmalar yerine sadece oybirliği ya da çoğunlukla alınan tavsiye kararının yazılması nedeniyle komisyonda yapılan görüşmelerin gelişimini görmek -ne yazık ki- mümkün olmamaktadır.

“Komisyon hemen toplansın, karar alsın!”

Ayrıca İzmir Büyükşehir Belediyesi‘nin 13 Şubat 2021 tarihli toplantısında bir örneğini gördüğümüz gibi, meclis toplantısı devam ederken meclis başkanı tarafından o toplantıda karara bağlanması gereken bazı acil konuların ilgili komisyonun hemen dışarıda toplanarak karara bağlanmasının talep edilmesi de; komisyon kararlarının gerektiğinde fazla düşünülüp danışılmadan alelacele alındığını, bu nedenle komisyonlardaki karar alma kalitesinin iyi ve doğru olmadığını gösteren kötü örnekleri oluşturmaktadır.

İmzalanan protokollerin komisyon kararları ile gizlenmesi…

Belediye meclisi tarafından komisyona havale edilen kararların bir kısmının, değişik kurum ve şahıslar arasında imzalanacak protokollerle ilgili olması durumunda ise bu anlaşmanın kurallarını gösteren protokollerin hiçbir şekilde yayınlanmaması nedeniyle şeffaflık, bilgi edinme hakkı ve hesap verebilirlik çerçevesinde halkın meclis ve komisyon kararlarını denetlemesi mümkün olmamaktadır. Örneğin hem geçen yıl hem de bu yıl İzmir Büyükşehir Belediye Başkan Danışmanı Güven Eken‘in işin başında olduğu İzmir Vakfı ile yapılan protokoller ve bu protokollere göre İzmir Vakfı‘na aktarılan kamu kaynakları hakkında bilgi edinmek mümkün olmamaktadır.

Yapılmamış işlerin yapılmış gibi gösterilmesi hem suç hem de ahlaki bir zaafiyettir…

Bizim bütün bu sorunlardan yakınıp çözüm önerileri bulmaya çalıştığımız günlerde basın kuruluşlarıyla sosyal medyanın gündemine yeni bir belediye haberi düştü. İzmir Büyükşehir Belediyesi‘nin 26 Ocak 2021 tarihli bu yeni haberine göre İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer, kısa adı DEMOS olan Ankara merkezli Demokrasi Barış ve Alternatif Politikalar Araştırma Derneği (www.demos.org.tr) ile İzmir Kent Konseyi arasında imzalanan bir protokolle Türkiye’de ilk kez İzmir’de hayata geçirilen http://www.izmir.referandom.com adlı dijital katılım ve izleme aracı projesi ile İzmir’in seçilmiş en yetkili kurumu olan İzmir Büyükşehir Belediye Meclisi‘nin, şehrin geleceği ile ilgili kararların alındığı meclis toplantılarında, gündeme alınmış ve alınacak maddelerin bir eleme sürecinden geçirilerek online bir platform üzerinden kentlilerin oylarına sunulacağını ifade etti. 2019, 2020 ve 2021 yıllarına ait İzmir Büyükşehir Belediye Meclisi kararları arasında yaptığımız taramada İzmir Büyükşehir Belediyesi‘nin ya da İzmir Kent Konseyi’nin bu dernekle işbirliği yapmasına ilişkin bir kararın olmadığı belirlenmiş olup; bu projenin duyurulduğu tarihten 20 gün sonra sözü edilen http://www.izmir.referandom.com isimli İnternet sayfasına baktığımızda ise, sanki 13 Temmuz 2020 ile 12 Şubat 2021 tarihleri arasında sürede bu siteye yazılan (55) adet öneride bulunulduğu ve bu önerilerden sanki 48’i kabul, 3’ü de reddedilmiş gibi yanıltıcı bir bilgilendirmenin yapıldığı görülmektedir.

(TUİK) Türkiye İstatistik Kurumu‘nun işsizlik ya da hayat pahalılığı gibi konularda manipülasyon yapıp yanlış ya da saptırılmış veri yayınlamasında olduğu gibi, burada da 26 Ocak 2021 tarihinde tanıtım toplantısı yapılan bir İnternet sitesiyle, İzmir Büyükşehir Belediye Meclisi’nin 2020 Temmuz, Ağustos, Eylül, Ekim, Kasım, Aralık aylarıyla 2021 yılı Ocak ve Şubat ayları gündeminde yer alan bazı konular hakkında sanki halkın görüşüne başvurulup öneri toplanmış ve bu önerilerin halk tarafından oylanması sonucunda bazı konular kabul, bazıları da reddedilmiş gibi algı yaratılarak konusu aynı zamanda suç olan ahlaki açıdan sorunlu bir durum oluşturulmuştur.

Ama işin asıl ilgi çekici; daha doğrusu trajik diğer bir yönü ise asıl olarak Karabağlar Belediyesi ile İzmir Büyükşehir Belediye Meclisi üyesi olan Fikret Mısırlı‘nın girişimiyle hazırlanıp meclis gündemine alınan “Hayvan Hakları Daire Başkanlığı kurulsun” önergesinin Sokak Hayvanları, Plan Bütçe ve Çevre, Kent Konseyi ve Sağlık Komisyonlarından gelen oybirliği ile “kabul“, Hukuk Komisyonu‘ndan gelen oy çokluğu ile “red “kararları, 13 Şubat 2021 tarihli son meclis oturumunda tartışmalı bir görüşmenin arkasından reddedildiği halde; sanki bu gündem maddesinin görüşülmesi talebi İzmirlilerden geliyormuş “İzmir Büyükşehir Belediyesi Hayvan Hakları Daire Başkanlığı kurulmalıdır.” önermesinin, sonucu henüz açıklanmamış bir öneri olarak http://www.izmir.referandom.com İnternet adresinde bir soru olarak yer almış olmasıdır.

Bu çerçevede, halkın doğrudan doğrudan kendisinden gelen talepler yerine kendi belirlediği konular üzerinden kısıtlayıcı oylamalar yaparak “bakın, halk benim belirlediğim gündem maddelerinden şunu kabul etti, şunları da kabul etmedi” demek, bunun için projeler geliştirmeye kalkmak tam anlamıyla popülist, aldatıcı bir uygulamadır. Ayrıca mevzuatın “gündem, belediye başkanı tarafından belirlenir ve toplantı günü de belirtilerek üyelere en az üç gün önceden bildirilir” dediği koşullarda gündemin duyurulmasından sonra, -değiştirmeye kalkan belediye başkanı da olsa- değiştirilemeyeceği de bilinmelidir. O nedenle, yasal dayanağı bulunmayan ya da yasal olarak yapılması mümkün olmayan uygulamaları, “dijitalleşme“, “inovasyon“, “yaratıcılık“, “demokrasi 4.0” ve “demokrasiyi geliştirme” gibi şık sözcüklerle hayata geçirmeye kalkmanın beraberinde birçok sorunu getireceği de bilinmelidir.

Sonuç olarak;

İnsanların birey, grup ya da toplum olarak var olduğu her durumda, birbirlerine karşı nasıl davranıp neler yapacaklarını ya da yapmayacaklarını her zaman için önceden düzenlenmiş metin, sözleşme ya da yasaklamalarla belirlemenin mümkün olmadığını biliyoruz. Bu anlamda 2005 yılında oldukça ayrıntılı düzenlenmiş olan Belediye Meclisi Çalışma Yönetmeliği‘nin de yer yer ya da zaman zaman yeterli olmayacağını, o kadar ince düşünülüp ayrıntılı düzenlenmiş kuralların bile zaman içinde yetersiz kalacağını ve her bir düzenleme, kural ya da yasaklamanın çiğnenip geçileceğini tahmin ediyoruz.

İşte bu toplumsal gerçeklikten hareketle toplumlar, gücü elinde tutan iktidar sahiplerinin düzenlediği uyarıcı, yönlendirici ya da emredici metinlerin yetersiz kalması durumunda kişi ya da gruplar arası ilişkilerde geçerli olmak üzere bir takım alışkanlıklar, töreler ya da gelenekler geliştirirler. Anglosakson kültürünün egemen olduğu Birleşik Krallık ülkelerinde toplumsal ilişkileri düzenleyen yazılı bir anayasanın olmayışının dışında, çoğu ilişkinin geleneğin getirdiği toplumsal alışkanlıklar çerçevesinde düzenlenmiş olması bu durumun en iyi örneğidir.

Bu çerçevede seçmenleri tarafından belirlenen vekillerin bir araya geldiği belediye meclislerinde ya da parlamentolarda; hatta toplumun diğer resmi, özel ve sivil kesimlerindeki benzeri oluşumlarda her türlü ilişkiyi önceden belirlenmiş kural ve yasaklamalar üzerinden belirlemenin yetersiz kalması nedeniyle her kurumun, her oluşumun kendine özgü gelenekler, alışkanlıklar oluşturduğunu ve bunları zaman içinde geliştirdiğini görürüz.

Şayet yazımıza esas olan büyükşehir ve ilçe belediye meclislerindeki çalışma usul ve esaslarının daha da demokratikleşmesi ve meclis içindeki demokrasi kültürünün daha da gelişmesi isteniyorsa, sadece meclis üyelerinin kendi aralarındaki özel ilişkileri değil; aynı zamanda seçmenleri gözündeki yerlerini sorgulaması, bu meclislerde yaptıklarının seçmenleri tarafından anlaşılıp anlaşılmadığını düşünmesi, tüm tutum ve davranışlarını seçmeninin anlayabileceği sadelikte yapmaya çaba göstermesi, bu çerçevede belediye yapılanmasında belediye meclisi üyeleri ile seçmenleri arasındaki ilişkileri geliştirecek düzenlemelerin yapılması yerinde olacaktır. Örneğin belediyelere ait İnternet sayfalarında yurttaşların nasıl belediye başkanlarına doğrudan ulaşmasını sağlayacak iletişim bilgileri verilip düzenlemeler yapılıyorsa, aynı şey belediye meclisi üyeleri için de yapılmalı, belediye meclisi üyesi-seçmen/halk arasındaki ilişkinin daha kaliteli bir düzeye gelmesi sağlanmalı, belediye meclisi üyelerinin de belediye başkanı kadar temsil gücüne sahip olduğu kabul edilmelidir.

O anlamda, kamusal hizmetlerde hukukun evrensel kurallarına uygun davranmak kadar; demokrasiyi de katılımcı ve çoğulcu boyutta geliştirecek demokratik tutum ve davranışlara da uygun davranılması gerekmektedir diyebiliriz…

İzmir Büyükşehir Belediyesi şirketleri ve saydamlık…

Ali Rıza Avcan

İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin 2014, 2015 ve 2016 yılları faaliyet raporlarının son bölümünde yer alan bilgilere göre; İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin sermayesine ortak olduğu 12, sermayesine ortak olduğu şirketlerin kurduğu 3 şirket olmak üzere toplam 15 şirketi bulunmaktadır. Bu şirketleri faaliyet raporlarındaki sırasına göre şu şekilde listeleyebiliriz:

1. İzbeton – İzmir Büyükşehir Belediyesi Beton ve Asfalt Enerji Üretim ve Dağıtım Tesisleri Su Kanalizasyon Ticaret ve Sanayi Anonim Şirketi.

2. Grand Plaza – İzmir Büyükşehir Belediyesi Grand Plaza Gıda, Otelcilik ve Turizm İşletmeleri Anonim Şirketi.

3. İzfaş – İzmir Fuarcılık Hizmetleri Kültür ve Sanat İşleri Ticaret Anonim Şirketi.

4. İzbelcom – İzmir Büyükşehir Belediyesi Çevre Korunması İyileştirmesi Müşavirlik ve Proje Hizmetleri Sanayi ve Ticaret Anonim Şirketi.

5. İzenerji – İzmir Büyükşehir Belediyesi İnsan Kaynakları Temizlik Bakım ve Organizasyon Hizmetleri Enerji Sanayi ve Ticaret Anonim Şirketi.

6. İzelman – İzelman Genel Hizmet Otopark Özel Eğitim İtfaiye ve Sağlık Hizmetleri Ticaret Anonim Şirketi.

7. Ege Şehir Planlama – Ege Şehir Planlaması Enerji ve Teknolojik İşbirliği Merkezi Anonim Şirketi.

8. İzdeniz – İzmir Deniz İşletmeciliği Nakliye ve Turizn Ticaret Anonim Şirketi.

9. İzulaş – İzmir Ulaşım Hizmetleri Makine Sanayi Anonim Şirketi.

10. İzban – İzmir Banliyö Taşıma Sistemleri Ticaret Anonim Şirketi.

11. İzmir Enternasyonel Otelcilik Anonim Şirketi.

12. İzmirgaz – İzmir Doğalgaz Dağıtım Anonim Şirketi.

13. İzmir Metro – İzmir Büyükşehir Belediyesi Metro İşletmeciliği Taşımacılık İnşaat Sanayi ve Ticaret Anonim Şirketi.

14. Ünibel – Ünibel Özel Eğitim Bilgi Teknolojileri ve Dijital Yayıncılık Sanayi ve Ticaret Anonim Şirketi.

15. İzmir Jeotermal – İzmir Jeotermal Enerji Sanayi ve Ticaret Anonim Şirketi.

Bu listeye, İzmir Büyükşehir Belediyesi Egeşehir Planlama Enerji ve Teknolojik İşbirliği Merkezi Anonim Şirketi‘nin 2012 yılında 20.000.-TL, 2016 yılında da 3.000.000.-TL. vererek ortak olduğu  Tarkem, Tarihi Kemeraltı İnşaat Yatırım Ticaret Anonim Şirketi ile 2017 yılı içinde 30.000.000.-TL. vererek ortak olduğu Tetusa Özel Sağlık Hizmetleri Termal Turizm Sanayi ve Ticaret Anonim Şirketi dahil edildiğinde şirketlerin toplam sayısı 17’ya çıkmaktadır.

Egeşehir Planlama A.Ş.‘nin % 30 oranında ortak olduğu Tarkem A.Ş.‘nin hem 2016 yılı hem de daha eski faaliyet raporlarında belirtilmemiş olması ve bu şirketin çalışmaları hakkında hem belediye meclisine hem de kamuoyuna bilgi verilmemiş olması dikkat çekici ve önemli bir eksiklik olup; buna benzer başka şirket bilgilerinin de faaliyet raporuna dahil edilmemiş olması ihtimal dahilindedir. 

Bu şirketlerin taahhüt edilmiş ya da ödenmiş sermayelerini dikkate aldığımızda ise, sermayesi bilinmeyen İzmir Enternasyonal Otelcilik Anonim Şirketi dışında kalan 16 şirketin toplam 3.091.356,010.-TL‘lık bir sermayeye sahip olduğu görülmektedir.

Her bir şirketin sermayeleriyle İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin bu şirketlerdeki pay oranını; ayrıca, 2017 yılı Temmuz ayı itibariyle yönetim kurullarında görevli olanları  ve bu şirketleri denetleyen bağımsız denetim şirketlerinin ismini aşağıdaki tabloda görebilirsiniz.

Sayfa 1

 

İBB Şirket Yönetim Kurulları (18.07.2017)_Sayfa_2

Bu tablonun incelenmesinden de anlaşılacağı üzere, İzmir Enternasyonal Otelcilik Anonim Şirketi dışındaki toplam 16 şirkette yönetim kurulu başkanı, başkan vekili, başkan yardımcısı, üye, murahhas üye gibi değişik adlarla tanımlanan toplam 147 kişinin yer aldığı; bu 147 kişiden 2 tanesinin 5 ayrı şirkette (Zeliha Gül Şener,  Hilmi Özer), 4 tanesinin 3 ayrı şirkette (Ardahan Totuk, Hakan Öztürk, Barış Karcı, Aziz Kocaoğlu), 11’inin de 2 ayrı şirkette (Adnan Çelikkal, Ali Celal Ergin, Aydın Güzhan, Canan Mut, Erhan Bey, Hüseyin Kırmızı, Mehmet Sayar, Pınar Meriç, Sönmez Alev, Tayfun Serhat Berkol, Uğur Yüce) görev yaptığı görülmektedir.

Bu kadronun çoğu kez, yöneticiliğini yaptığı şirketin mesleki bilgilerine sahip olmadığı, genellikle yıl ölçeğinde değiştirildiği ve belediye başkanı tarafından yapılan görevlendirmelerde “güvenilir olma” kriterinin dikkate alındığı, güven duygusunun daha fazla olduğu kişilerin de doğal olarak daha fazla şirketin yönetim kurulunda görev yaptığı anlaşılmaktadır.

how-to-hold-your-co-workers-accountable

Şirketlerin faaliyet konularının ise oldukça fazla ve çeşitli olduğu; adeta her bir belediye hizmeti için ayrı bir şirket kurulduğu ya da mevcut şirketlerin faaliyet konularına eklendiği görülür. Tüm şirketlerin faaliyet konularını sıralamaya kalktığımızda karşımıza alfabetik olarak şöyle bir liste çıkmaktadır:

Asfalt yapımı, bakım, beton yapımı, bilgi teknolojisi, çevre koruma ve iyileştirme, deniz işletmeciliği, dijital yayıncılık, doğalgaz dağıtımı, enerji üretimi ve dağıtımı, fuarcılık, genel hizmetler, gıda, insan kaynakları, itfaiye, inşaat, kanalizasyon yapımı, jeotermal enerji, kültür ve sanat, makine, metro işletmeciliği, müşavirlik, nakliye, organizasyon, otelcilik ve turizm işletmeciliği, otopark, özel eğitim, proje yapım, sağlık, su, şehir planlama, taşımacılık, teknoloji, temizlik, ulaşım ve yatırım.

Bu şirketlerin çoğu İnternet sayfasına sahip olmasına ve İnternet sayfalarının “Bilgi Toplumu Hizmetleri” bölümü bulunmasına karşın hiçbir şirketin bilançosu ile kar-zarar tablolarının bu bölümde yer almadığı; ayrıca, İzmir Büyükşehir Belediyesi’ne ait faaliyet raporlarının hiç birinde bu konularda bilgi verilmediği görülmektedir.

Bu nedenle, İzmir Büyükşehir Belediyesi ortağı olduğu 17 şirket itibariyle bir “kapalı kutu” durumunda olup bu şirketlerin kar, zarar ve performanslarıyla bilançoları hakkında halka bilgi vermemekte, verilmesi için talepte bulunduğumuzda ise ya “ticari sır” gerekçesiyle bilgi vermekten kaçınmakta ya da Türk Ticaret Kanunu’nun hükümlerini öne sürerek zorluk çıkarmaktadır.

Buna bir de, Burhan Özfatura zamanında Hilton Oteli’nin yapımı için verilen 7.200 metrekare arsa için % 23,84 oranında ortak olunan İzmir Enternasyonal Otelcilik Anonim Şirketi’nin bir “muamma” olan durumu da eklendiğinde, İzmir halkının oluşan zararlar nedeniyle nasıl bir yük üstlendiği net bir şekilde bilinmemekte, bilinmesi için yaptığımız tüm girişimler ne yazık ki sonuçsuz kalmaktadır.

Oysa, saydamlığı, hesap verebilirliği ve katılımcılığı savunan, hak, hukuk ve adalet için mücadele eden bir siyasi partinin yönetimindeki İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin, AKP’nin kendi defoları için çıkardığı kanunları bahane etmeden ya da bizlere eksik/yanlış bilgi vermeden önce tüm bilgilerini, istemeye bile gerek duymaksızın kendinden emin bir şekilde kamuoyuna açıklaması, bu konuda hiçbir sakınca, tedirginlik ve korku duymaması gerekmektedir.

Tekne & Delik

Size son bir soru….

Yukarıdaki tablodan da göreceğiniz gibi İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin tüm şirketlerini İstanbul merkezli bir bağımsız denetim şirketi denetlemektir…

Niye İstanbul merkezli bir şirket? Bu şirketi seçerken acaba hangi kriterler uygulanmıştır? Bu denetimi yapabilecek bir şirket İzmir’de yok mudur?

Hemşehri odaklı belediyeler… (1)

Ali Rıza Avcan

Bir belediyenin yaptığı bütün planlarda, aldığı bütün kararlarda, gerçekleştirdiği bütün uygulamalarda o kentte yaşayan ya da çalışan insanları, diğer bir deyimle “hemşehrileri” esas alması, yaptığı her şeyin odağına insanı yerleştirmesi…

Bu duruma bazı kaynaklar yönetimde “vatandaş odaklı yaklaşım“, bazıları da “hemşehri odaklı yaklaşım” diyorlar…

Bu kavram ve yaklaşımın şu sıralarda işletme yönetimi alanında rağbette olan “müşteri odaklı pazarlama” ile ilişkisi olduğunu söyleyenler olmakla birlikte; aslında bu olgu yönetim bilimi açısından pek de yeni bir şey değil….

İnsan var olduğundan, onun oluşturduğu yöneten ve yönetilen toplum düzeni şekillendiğinden bu yana, tüm din, ahlak ve hukuk kuralları bir insanın diğer bir insana, bir yurttaşın diğer bir yurttaşa, bir kentlinin başka bir kentliye; giderek her tiranın, firavunun, sultanın ya da seçimle belirlenen demokratik yöneticinin yönettiği insanları dikkate almasını, onların istek ve taleplerine kulak vermesini tavsiye ediyor…

Ancak bu durum, demokratik mücadelenin gelişip güçlendiği daha yakın tarihlerde iyi bir yönetici olmanın şartı olmaktan çıkıp temel bir insan hakkı olarak değişim geçirmiştir. 

İnsanlık kadar eski bir yöntemin yerel yönetimlerde başarılı bir şekilde yaşama geçirilmesi ve her bir belediyenin “hemşehri odaklı” çalışmalar yapmak istemesi, bugünkü koşullarda “bilgi edinme” ve “yönetime katılma” gibi demokratik haklarla “şeffaflık” ve “hesap verebilirlik” gibi ilkeler ve “kent konseyi” gibi yerel örgütlenmelerle mümkün gibi görülmekle birlikte; 2004-2005 dönemindeki yasal değişikliklerle ülkemiz gündemine yerleşen bu kavramlar, -ne yazık ki- merkezi yönetimin güvenlik odaklı yaklaşımları ve bu kavramlarla ilgili çalışmaların ithal edilmiş bir şablon üzerinden yaşama geçirilmek istenmesi gibi acemilikler nedeniyle istenilen sonuçlara ulaşamamış, Avrupa Birliği ideallerinden uzaklaştığımız bir ortamda bu kavram, olgu ve yaklaşımlar yavaş yavaş unutulmaya başlanmıştır.

Ayrıca özellikle kent konseyleri uygulamasının zaman içinde araçtan çok bir amaca dönüşmesi, idarenin bilgi edinme sürecinde işi zorlaştıran bürokratik tutumu, bilgi edinme sürecinin bir reklam, tanıtım ve halkla ilişkiler etkinliğine dönüşmesi ve katılım mekanizmalarının aslında bir aldatma ya da oyalama yöntemi olarak kullanıldığının fark edilmesi gibi olumsuzluklar nedeniyle, demokratik/sivil kamuoyunun bu kavram ve yöntemlere inancını da azalmıştır. 

İşte o nedenle bir kez daha “vatandaş” ya da “hemşehri” odaklı yönetim anlayışlarına önem verilmesi, bunun için de “bilgi edinme” ve “yönetime katılma” gibi hakların, “şeffaflık” ve “hesap verebilirlik” gibi ilkelerin ve “kent konseyi” gibi  yerel örgütlenmelerin ister bu ister başka ad ve içeriklerle tekrar gündeme getirilerek ülke koşullarına uygun girişimlerin başlatılması gerekmektedir.

Şimdi sırasıyla, “hemşehri odaklı belediye” olmayı kolaylaştıran “bilgi edinme” ve “yönetime katılma” haklarıyla “şeffaflık” ve “hesap verebilirlik” ilkelerini ve “kent konseyi” örgütlenmelerini sırasıyla incelemeye başlayabiliriz:

2219d3347e178d161405a6a7f9dfa5db

Bilgi Edinme Hakkı

Vatandaş odaklı yönetim” ya da “hemşehri odaklı yönetim” anlayışı denildiğinde insanın aklına ilk gelen konulardan birini ister istemez “bilgi edinme hakkı” oluşturur. Bu hak çerçevesinde, vatandaşın ya da hemşehrinin, belediye ve hizmetleriyle ilgili her konuda, herhangi bir kısıtlama olmaksızın zamanında, herhangi bir kısıtlamaya tabi olmaksızın doğru ve sağlıklı bilgilere ulaşması, bu konuda herhangi bir zorlukla karşılaşmaması gerekmektedir.

Bilgi Edinme Hakkı” çerçevesinde kullandığımız ilk yöntem, dilek ve şikayetlerimizi resmi kurumlara dilekçe vererek bildirdiğimiz dilekçe hakkıdır. Bireylerin, kişisel veya kamusal konularla ilgili dilek ve şikayetlerini tek başına ya da başkalarıyla birlikte yargı organı dışındaki resmi kuruluşlara sunabilme hakkı olarak tanımlanan ve dayanağını Anayasa’nın 74. maddesinden alan bu hak, 1984 tarih ve 3071 sayılı Dilekçe Hakkının Kullanılmasına Dair Kanun‘la düzenlenmiştir.

Ancak dilekçe hakkının uygulama karşısında yetersiz kalması nedeniyle, 9 Ekim 2003 tarih, 4982 sayılı Bilgi Edinme Hakkı Kanunu ve bu kanunun 31. maddesi uyarınca Bakanlar Kurulu’nun 19.04.2004 tarih, 2004/7189 sayılı kararı ile kabul edilip 27 Nisan 2004 tarih, 25445 sayılı Resmi Gazete’de yayınlanan “Bilgi Edinme Hakkı Kanunun Uygulanmasına İlişkin Esas ve Usuller Hakkında Yönetmelik” düzenlenmiştir.

4982 sayılı Bilgi Edinme Kanunu ve yönetmelik hükümlerine göre bu hakkın kullanımı, merkezi idare kapsamındaki kamu idareleri ile bunların bağlı, ilgili veya ilişkili kuruluşlarının, köyler hariç olmak üzere mahalli idareler ve bunların bağlı ve ilgili kuruluşları ile birlik ve şirketlerinin, Merkez Bankası, İMKB ve üniversiteler de dahil olmak üzere kamu tüzel kişiliğini haiz olarak enstitü, teşebbüs, teşekkül, fon ve sair adlarla kurulmuş olan bütün kamu kurum ve kuruluşlarının ve kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarının faaliyetlerini kapsamaktadır.

Bilgi Edinme Hakkı Kanunu ve yönetmeliği ile ilgili uygulamalarda birçok sorunla karşılaşmış biri olarak aklıma ilk gelen örneklerden biri, 2015 yılında göçmen, mülteci ve sığınmacılarla ilgili ulusal bir proje hazırlığı için İçişleri Bakanlığı Göç İdaresi Genel Müdürlüğü’ne başvurarak her bir ildeki göçmen, mülteci ve sığınmacıların sayı ve cinsiyetleri ile bilgileri istediğimizde hem bakanlığın hem de Başbakanlık Bilgi Edinme Değerlendirme Kurulu’nun bu bilgilerin gizli kalması gereken kişisel bilgiler olduğunu belirterek başvurumuzu reddetmeleri, ama bir süre sonra bu bilgileri gelişen uluslararası gelişmeler nedeniyle kendilerinin kamuoyuna açıklamalarıdır.

Yine aklıma gelen diğer bir ilginç örnek ise, Türkiye’deki kent konseyleri ile ilgili bir araştırmada kent konseylerinin kurulduğu tarihten bu yana Türkiye’de kaç adet kent konseyinin bulunduğunu içeren sorumuzun, kent konseyleri ile ilgili projenin Birleşmiş Milletler Uluslararası Kalkınma Teşkilatı (UNDP) ile birlikte ortağı olan İçişleri Bakanlığı’nın bu konuların bakanlıkça bilinmediği ve bunun için özel bir araştırma yapılması gerektiğini belirterek yanıtlamamış olmasıdır. 

4982 sayılı Bilgi Edinme Hakkı Kanunu ve yönetmelikte belirtilen iş ve işlemlerin kamu bürokrasisi tarafından bu şekilde yürütülmesi ve kamu kurumlarına tanınan sürelerin çok uzun olması, gerekli bilgileri süresi içinde vermeyen kurumlar hakkındaki yaptırımların yetersiz kalması, bu konuyu takiple görevli Bilgi Edinme Değerlendirme Kurulu’nun bugüne kadar kendisinden beklenen performansı gösterememesi nedeniyle bu uygulamaları kolaylaştırmak ve daha kolay izlemek amacıyla 19 Ocak 2006 tarih ve 2006/3 sayılı Başbakanlık genelgesiyle Başbakanlık İletişim Merkezi (BİMER) uygulamasına geçilmiştir.

237326

Kısaca BİMER dediğimiz bu web tabanlı iletişim sistemi, hem “Bilgi Edinme Hakkı“nın kullanımını hem de açık şikayet ve gizli ihbar sistemlerinin Başbakanlığın denetimindeki bir platform üzerinden yapılıp izlenmesini sağlamakta, sistemin merkezinde Başbakanlığın olması nedeniyle çoğu kez her bir kurumun kendi “Bilgi Edinme” süreçlerinden daha etkili olmaktadır. Hatta çoğu kullanıcı kurumsal bilgi edinme süreçlerinde sonuç alamadığı başvurularını, doğrudan doğruya BİMER üzerinden yaparak istediği sonuca daha kısa sürede ulaşmakta, o nedenle de her yıl BİMER’e yapılan başvuruların sayısı düzenli olarak artmaktadır. Sistemin kurulduğu 2006 yılında 129.297 olan işlem sayısının büyük bir oranda artarak 2016 yılında 1.729.952 sayısına ulaşmış olması örnektir.

BİMER sisteminin hukuk, demokrasi ve özgürlükler açısından sakıncalı yanı ise başvuranın kimliğini gizleyen ihbar sistemini barındırarak bu tür gizli ihbarların internet üzerinden yapılmasını kolaylaştırmış olmasıdır.

Devam Edecek…

 

Belediyelerin ve Şirketlerinin Sponsorluk Sözleşmeleri Halka Açıklanmalıdır.

Sponsorluk, halkla ilişkiler disipliniyle ilgili tüm yayınlarda bazı toplumsal hedefleri gerçekleştirmek amacıyla destekleyenle desteklenen arasında, tarafların karşılıklı yararlarını gözeten bir anlaşma olarak tanımlanır.

Bu tanım içinde yer alan toplumsal hedefler, kültür, sanat, spor, sağlık ve esenlik gibi toplumu ilgilendiren, ona yarar sağlayan hedeflerdir. Bunlar, bir tiyatro festivalinin veya çocuklarla ilgili bir hastalığın tedavisine yönelik tıbbi araştırmaların desteklenmesi ya da toplumda, çocuk yaşta evlendirmelerle ilgili bir bilincin yaratılması gibi hedefler olabilir.

Yapılan sponsorluk sözleşmesinde her iki tarafın yararları gözetilmekle birlikte; bu sözleşme ile yapılan işte, reklam ve tanıtımdan farklı olarak destekleyenin ticari kaygı ve hedefleri daha bir geride yer alır. Sponsorluktaki öncelikli amaç, toplumu ilgilendiren bir etkinliğe, bir çalışmaya destek olup kamuoyunun bu destekten haberdar olmasını sağlamaktır. Çünkü desteği sağlayan kişi ya da kuruluş, yaptığı ilan, reklam ve tanıtım çalışmaları dışında hayırlı, güzel ve yararlı bir çalışmayı destekleyerek toplumsal düzeyde sempati kazanmaya çalışmaktadır.

sponsorluk-yonetimi

Yapılan desteğin asıl amacı, desteği sağlayandan yana bir toplumsal sempati yaratmak olmakla birlikte, bu hedefin arkasında da o insani sempatiyi bir şekilde kâra, ticari faydaya dönüştürmeyi hedefleyen bir amaç da bulunmaktadır. Bu anlamda her sponsorluk desteğinin, muhakkak bir karşılık beklediğini, en azından yapılan destek düzeyinde bir geri dönüşü arzuladığını söyleyebiliriz. Çünkü, böyle bir karşılık olmadığı takdirde eşyanın doğası gereği sponsorluğun yapılması ya da sürdürülmesi mümkün olmayacaktır.

Halka ilişkiler disiplininin ülkemizdeki duayenlerinden Sibel Asna, hem topluma değer katan sponsorluk desteğinin hem de bu desteğin sağladığı geri dönüşün ölçülebilir olmasına vurgu yapmakta; desteğin sağladığı etki ölçülemediği takdirde kimsenin sponsorluk yapmaya hevesli olmayacağını belirtmektedir.

***

Sponsorluk, Eski Yunan ve Roma’dan bu yana sıklıkla uygulanan bir yöntem olmakla birlikte, ülkemizdeki uygulaması, özellikle de belediyelerdeki uygulaması oldukça yenidir.

Devlet kuruluşları, özellikle de belediyeler “kamu yararı” anlayışıyla hizmet yaptıkları için uzun yıllar sponsorluk uygulamalarına soğuk bakmışlar, sponsordan söz edenlere, sponsor olmak isteyenlere şüpheyle yaklaşmışlardır.

Ancak, Turgut Özallı yıllarla birlikte ortaya çıkan belediyelerdeki şirketleşme ve özelleştirme rüzgarıyla birlikte çoğu belediye başkanı ve yöneticisi, para bulamadıklarında, belediyeye ait gayrimenkulleri kolaylıkla satıp elden çıkaramadıklarında, başları sıkıntıya girdiğinde ya da bazı harcamaları yasal ölçülerde yapamadıklarında iş hayatının, ticari yaşamın bu yeni yeni uygulanmaya başlayan yönteminden yararlanmaya çalışmışlar, çoğu kez iş verdikleri ya da yakın oldukları firmalardan, kuruluşlardan sponsorluk almaya başlamışlardır.

Bunun en son örneği, biz İzmirliler için İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin 85. İzmir Enternasyonal Fuarı için Folkart’la ve Türkiye İş Sağlığı Zirvesi için Efemçukuru’ndaki altın madenini işleten Tüprag isimli şirketle sponsorluk sözleşmesi imzalamış olmasıdır. Nitekim her iki sponsorun kimliğini, geçmişte ortaya koydukları işleri ve İzmir açısından yarattıkları tehlikeleri dikkate alan başta TMMOB, EGEÇEP ve Kültürpark’a Dokunma! grubu gibi birçok meslek odasıyla sivil toplum kuruluşunun ve İzmirli’nin itirazlarına konu olmuştur.

Bu iki kötü örnek, belediyelerin birtakım firmalarla sponsorluk sözleşmeleri imzalarken nelere dikkat etmesi ve sponsorluk konusunda nasıl bir strateji, politika ve yöntem belirlemesi gerektiği konularını gündeme getirmiştir.

1_2015216142011_5

Ayrıca, 2015 tarihli seçim bildirgesinde belediyelerdeki bağış sisteminin kaldırılacağını vaat eden Cumhuriyet Halk Partisi için de, CHP’li belediyelerdeki sponsorluk uygulamalarına ilgi duyması, bu konularda bir politika, strateji ve disiplin belirlemesi gerektiğini ortaya koymuştur.

***

İşte tam da bu noktada çıkıp şu temel ve can alıcı soruları sormamız gerekmektedir:

1) Gerçekleştirdiği hizmetlerde “kamu yararı“nı gözetmesi gereken bir belediye, iş verdiği ya da iş vermesi muhtemel bir kuruluştan veya dava açtığı bir şirketten sponsor desteği almalı mıdır? Böylesi bir destek, insani ve kamusal etik değerlere ne ölçüde uymaktadır?

2) Sponsorluk adı altında bir belediyeye destek olan bir şirket ya da kurumlar, bu desteği gerçekten toplumsal bir yararın sağlanması için mi yapmaktadırlar; yoksa kendilerinin öncelenmesi, gözetilmesi ya da kayırılması için mi bu desteği sağlamaktadırlar? Bunu yapıp yapmadıklarının ya da böyle düşünüp düşünmediklerinin ölçüsü, kriteri ne olmalıdır?

3) Bir belediyenin ya da kendisine bağlı şirketlerin sponsorluk ilişkisine girmesi ne ölçüde etik bir davranıştır?

4) Belediyelerin ya da belediyelere bağlı şirketlerin imzaladığı sponsorluk sözleşmelerinin belediye meclislerinden ve halktan kaçırılması ne ölçüde doğrudur? ‘Bilgi edinme hakkı’, ‘şeffaflık’ ve ‘hesap verebilirlik’ ilkeleri çerçevesinde bu sözleşmelerin ticari sır olduğunu ya da şirketlerin Bilgi Edinme Kanunu kapsamına girmediğini söylemek, bunu söyleyerek halkı bilgilendirmemek ne ölçüde ahlaki ve doğrudur?