“İzmir’deki açlık sonlandırılacak” mı?

Ali Rıza Avcan

Yıl 2010, aylardan Eylül…

CNBC-e Business dergisinin 2009 yılından başlayarak yapmaya başladığı “Türkiye’nin En Yaşanabilir Şehirleri – 81 İlin Yaşam Kalitesi Araştırması“nın ikincisinin yayınladığı tarih…

Dergi, 81 ilin yaşam kalitesini, sahip oldukları nüfus, eğitim düzeyi, kişi başına düşen elektrik tüketimi, havayolu ile taşınan yolcu sayısı, istihdam, iş gücüne katılma ve işsizlik oranları, kişi başına düşen kamu yatırımı miktarı ve otomobil sayıları, konut sayısı, mevduat miktarı, ortalama kira bedeli, rekabet endeksi, ödenen vergi miktarları, deprem riski olasılığı, suç oranı, alışveriş merkezi ve beş yıldızlı otel sayısı, boşanma hızı, hava kalitesi, orman miktarı, sporcu sayısı, trafik, kültür-sanat, kütüphane, müze, opera ve bale, sinema, tiyatro, özel-resmi hastane ve doktor sayılarını yaşam kalitesinin göstergesi olarak belirleyip 81 il arasında bu değerlere bir sıralama yapıyor. Bu sıralamanın en başında yer alan iller yaşam kalitesi yüksek, alt sıralarında yer alan iller de yaşam kalitesi düşük iller olarak duyuruluyor.

Bu bağlamda İzmir’in, 2010 yılı koşulları içinde 81 il itibariyle genel olarak 9., eğitim düzeyi itibariyle 7., sağlık koşulları itibariyle 11., kent hayatı itibariyle 38., kültür ve sanat itibariyle 46. ve ekonomi itibariyle 3. sırada yer aldığı duyuruluyor. 

Ancak, İzmir’in güvenlik açısından 81 il arasında 81. sırada; yani en sonda yer aldığı belirtiliyor. Güvenlik açısından sorunlu olduğunu bildiğimiz Doğu ve Güneydoğu illeri bile İzmir’in önünde, güvenli iller olarak gözüküyor. Örneğin Mardin 6., Diyarbakır 35., Van 12. sırada yer alıyor.

Kısacası derginin bu iddiası, İzmir açısından kötü, oldukça kötü bir durumu, hiç de hak etmediği bir konuma yerleştirildiğini ortaya koyuyor. 81 il arasında en güvenliksiz kent olarak belirlenen İzmir bir anda kimsenin gelmek istemeyeceği bir kente dönüşüyor… Özellikle de iç ve dış turizm açısından…

Bunun üzerine bir yandan dergi yönetiminden bu sıralamaya esas olan göstergelerin analizini istiyor, diğer yandan da İzmir Valiliği ile İzmir Büyükşehir Belediyesi’ni ve İzmir Ticaret Odası’nı bilgilendirip bir şeyler yapmalarını istiyorum.

O zamanlar İzmir Valisi olan Cahit Kıraç’ın yaptığı itiraz üzerine; bu yanlışlığın, İzmir Valiliği’nin araştırma kapsamında hem polis hem de jandarmadaki güvenlik verilerini dergiye göndermiş olmasına karşın, diğer valiliklerin jandarma ile ilgili verileri bildirmemiş olmasından kaynaklandığını öğreniyor ve derginin 2010 yılı Ekim sayısının “Editör” sayfasında bu yanlışlığın açıklanmaya çalışıldığını görüyoruz…

Kimse de çıkıp CNBC-e Business dergisinden bu yanlış araştırmanın olası sonuçlarının hesabını İzmir adına sormuyor, soramıyor… 

İzmir Büyükşehir Belediyesi 2020-2024 Stratejik Amaçları_Sayfa_1

Aradan geçen dokuz yıl sonrasında da İzmir bu kez hiç de hak etmediği bir şekilde açlık sorununun yaşandığı bir kent olarak cümle aleme takdim ediliyor….

Hem de İzmir’deki açlığı ortadan kaldıracağını iddia eden yeni belediye başkanının stratejik planlama ekibini oluşturan danışman ve uzmanlar tarafından…

Olayın ayrıntısı şu şekilde özetleyebilirim:

Bilindiği üzere, her belediyede yeni seçilen belediye başkanının göreve başlama tarihini izleyen altı ay içinde, 2020-2024 döneminde, hangi öncelikler çerçevesinde neler yapacaklarını gösteren stratejik planları hazırlayarak belediye meclislerinin onayına sunması gerekiyor…

Üstüne üstlük belediye meclisince kabul edilen bu planları eskiden Kalkınma Bakanlığı’na göndermeleri işlemin sonuçlanması açısından yeterli olduğu halde; şimdi, yeni hukuki düzenlemelere göre doğrudan doğruya Cumhurbaşkanlığı’na göndermeleri gerekiyor. Çünkü Cumhurbaşkanlığı makamı, bundan böyle belediyeleri stratejik planlar üzerinden izleyip değerlendireceğini açık açık belirtiyor.

Bizde; yani İzmir’de, belediye başkanları seçim sonrasında uzun bir tebrik ve karşı tebrik süreci yaşadıkları; ayrıca, bir kördüğüme dönüşen İstanbul seçimlerini merakla izleyip destekledikleri için ancak şimdilerde plan yapmanın gerekli olduğunu fark edip ekiplerini stratejik plan hazırlığına yöneltmeye başladılar.

Şimdi o nedenle hemen her belediye stratejik planını hazırlayabilmek için toplantılar düzenliyor, anketler yapıyor, ilgili ilgisiz herkese fikrini, projesini soruyor. 

İşte tam da bu süreç içinde, iki hafta önce İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin 2020-2024 dönemindeki stratejik amaçlarını taslak şeklinde ortaya koyan iki sayfalık bir metin elime geçti. Bu belgenin kaynağı güvenilir olduğu için belgenin geçerliliğini sorgulamaya kalkmadım.

Belgeyi ilk incelediğimde taslağa yazılı olan stratejik amaçların Birleşmiş Milletler tarafından benimsenen 17 Sürdürülebilir Kalkınma Hedefi dikkate alınarak belirlendiğini, bu 17 hedeften uygun görülenlerin İzmir’e uyarlanmak istendiğini gördüm. Ancak, bu konuyla ilgili herkesin bildiği bu uluslararası belgenin kötü bir Türkçe ile çevrildiği, metin içinde “iyi iş” ya da “tüketimin ve üretimin sürekliliği” gibi ne anlama geldiği bilinmeyen tanımlamaların kullanıldığını, yasal anlamda belediyelerin görevleri arasında bulunmayan enerji üretimi ile ilgili amaçlara yer verildiğini ya da “… fakirliğin İzmir’deki her türlü şekli son bulacak” gibi kapitalist sistem içinde gerçekleşmesi mümkün olmayacak ütopik amaçların yazılı olduğunu gördüm.

İzmir Büyükşehir Belediyesi 2020-2024 Stratejik Amaçları” başlığıyla yazılan bu metinde yer alan bir ifade ise tüm aklım, bilgim, deneyimim, birikimlerim ve duygularımla karşı çıktığım, şiddetle protesto ettiğim, kabullenemediğim ve asla kabul etmeyeceğim toplumsal bir olgudan söz ediyordu.

Söz konusu metnin, “İzmir’de Refahın Adil Bölüşümünün Sağlanması” başlıklı üçüncü bölümünün 2. maddesinde açık bir şekilde; “Açlığa Son: İzmir’deki açlık sonlandırılacak, gıda güvenliği sağlanacak, beslenme iyileştirilecek ve sürdürülebilir tarım desteklenecek” denmekteydi.

Bunun üzerine İzmir Büyükşehir Belediyesi düzeyinde yaptığım kişisel araştırmalarda, bu metnin İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin yeni başkanı Tunç Soyer’in yakın çevresi tarafından hazırlandığını, belediye çalışanları tarafından pek de kabul görmediğini anladım.

Ama bu arada  devamlı kendi kendime sormadan edemedim: İzmir’de sosyo-ekonomik boyutta bir açlık olgusunun mevcudiyetini iddia edip, kendince yeni belediye başkanına bunu sonlandırma görevi veren bilim insanı, uzman, danışman, teknokrat, plancı, belediye yöneticisi; her kimse, kimdi? Yaşadığımız ülkenin koşullarını ve İzmir’i iyi biliyor muydu? İzmir’deki açlık sorununu bilimsel verilerle kanıtlayabiliyor muydu? Yoksa bir “sömürge aydını” zihniyetiyle Birleşmiş Milletler’in Uganda, Nijer, Nijerya gibi gerçekten açlık sorunuyla karşı karşıya olan ülkeler için gündeme getirdiği açlığı İzmir’e layık gören kimdi ve İzmir’e bu kötülüğü niye yapıyordu?

Ardından bu iki sayfalık metnin, üzerinde hiçbir değişiklik yapılmadan 03 Temmuz 2019 tarihinde İzmir Valiliği’yle 30 ilçe kaymakamlığına, 30 ilçe belediyesine ve meslek örgütlerine; toplam olarak 127 kuruma gönderilerek görüş sorulduğuna, söz konusu yazıyı elimde tutmak suretiyle tanık oldum.

Bu durumu, 18 Temmuz 2019 tarihinde İsmet İnönü Kültür Merkezi’nde yapılan ve İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer tarafından yönetilen “Tarım ve Sağlıklı Gıdaya Erişim” toplantısına gidip bizzat Tunç Soyer’e sormak istedim. Ancak söz konusu toplantının amacından sapıp, katılımcıların koltuklarının altında getirdikleri projeleri takdim etme eylemine dönüşmesi nedeniyle bu soruyu orada sorma fırsatını yakalayamadım. Ama bu toplantıda hiç kimsenin İzmir’deki açlık sorunundan söz etmediğine de tanık oldum.

Toplantıyı izleyen gün, İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin stratejik plan hazırlığı kapsamında ilçe belediyeleriyle yaptığı toplantıya katıldığımda söz konusu belgenin 3. taslağının hazırladığını görmekle birlikte aynı ifadenin bu 3. taslakta da aynen yer aldığını fark ettim. Bunun üzerine, hiçbir üst yöneticinin bulunmadığı bu toplantıda bu konuyla ilgili itirazımı tüm samimiyetim ve öfkemle dile getirdim.

Şimdi ise yaşadığım ülkeye ve kente büyük haksızlık yapan bu ifadenin o metinden çıkarılmasını umutla bekliyorum.

Çünkü ülkemde ve kentimde, kent yoksuluğun var olduğunu ve her geçen gün yoğunlaştığını, gelir dağılımının son derece adaletsiz olduğunu, her sınıf, küme, grup ve kimlikteki insanın yaşama tutunmak anlamında büyük zorluklar içinde olduğunu bilmekle birlikte; ülkemde ve İzmir’de Birleşmiş Milletler’in kastettiği anlamda, Afrika ülkeleri boyutunda bir açlığın mevcut olmadığını biliyorum ve böylesine bir yalanı cahilce dile getirenleri şiddetle kınıyorum…

Ayrıca bu gerçek dışı ifadenin hem gerçeklik hem de siyasi liderlik açısından büyük bir gaf olduğuna inanıyorum…

Yarın öbür gün vali, CHP’nin ya da diğer partilerin milletvekilleri, temsilcileri, stratejik planları izleyip değerlendirecek olan “Saray çevresi” çıkıp da “İzmir’de açlığın var olduğunu söylüyorsunuz. Nerede bu açlık?” diye sorsalar ya da bu ifadeyi siyasi anlamda istismar etmeye kalksalar ne denilecek, ne cevap verilecektir?

Oysa son üç stratejik planını her yerde, her stratejik yönetim ve planı eğitiminde örnek gösterdiğim İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin 2020-2024 dönemindeki stratejik amaçlarının böylesine gerçek olmayan iddialara değil; bilimsel anlamda kanıtlanan, görülen, hissedilen ve yaşanan gerçek tespitler üzerine oturtması gerekir.

Anlaşılan o ki, bilmeyen ya da konusunda uzman olmayan “çokluk” arasında, mevcut bilgisiyle iyi bilen “biricik” olmak, bazı yöneticilerimizin gönlünü okşayan cazip bir durum olmaya başlamış…

İzmir Büyükşehir Belediyesi 2020-2024 Stratejik Amaçları_Sayfa_2Şu andaki tek dileğim ve umudum; stratejik plan gibi bir kent ve onun insanları açısından böylesine önemli bir belgenin yüreği ve fiziksel varlığı ile bu topraklarda yaşayan, buraları keşfeden değil; gerçekten bilen, kendi insanına “sömürge aydını” gözüyle bakmayan, uluslararası şablonları işin ayırdında olmadan yaşadığı topraklara uyarlamayan, burada yaşamaktan memnun, onurlu, bilgili, deneyimli, birikimli ve sorgulayan, analitik düşünebilen insanlar tarafından yapılmasıdır…

Yoksa, çok şey mi istiyorum?

“Şato” hakkındaki doğru bilgiler…

Ali Rıza Avcan

Geçtiğimiz ayın son günlerinde İzmir gündeminin önemli konularından biri, İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin Varyant’taki ‘Şato’ isimli binasının başkanlık konutu olarak tahsis edilmesi, bu tahsis sonrasında mekânın yeniden düzenlenmesi ve tahsis nedeniyle yükselen toplumsal muhalefete, belediyenin yeni başkanı ya da yetkilendirdiği görevliler yerine yeni belediye başkanımızın zevcesi tarafından yanıt verilmesiydi.

Biz bu haberleri sosyal medyadan izleyip değerlendirirken okumaya başladığım İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin 150. kuruluş yıldönümü nedeniyle yayınladığı “150. Yılında İzmir Büyükşehir Belediyesi (1867-2017)” isimli iki ciltlik kitabın birinci cildinin 353-354. sayfalarında, herkesin ‘Şato Restoran’ adıyla bildiği bu binanın 1953-1954 döneminde neden ve nasıl yapıldığını anlatan bir bölümle karşılaştım. 

Kent boyutundaki tartışma ve değerlendirmelerin doğru bilgiler üzerinden yapılmasına inandığım ve bugüne kadar bunu gerçekleştirmeye çalıştığım için okuduğum bu doğru bilgileri burada sizlerle de paylaşmak isterim.

Sözkonusu kitabın birinci cildini yazan sevgili arkadaşım Dr. Erkan Serçe‘nin kaleminden çıkan ifadelerle bu binanın yapımı aynen şu şekilde gerçekleşmiş:

Şark Kahvesi (Şato Restoran)

İzmir Belediye Başkanı “Rauf Onursal, belediye başkanlığının en önemli işlerinden biri olarak gördüğü Birleşmiş Milletler Caddesi’ni, sadece Eşrefpaşa ile Konak’ı birbirine bağlayan yol olarak görmüyordu. Burası, alışveriş mekânları ve bahçeli evleriyle canlı bir yaşam alanı olacaktı. Bu nedenle, varyant yol, araları boş olan beton kolonlar üzerinde yükseltilmişti. Süreç içinde bu kolonlar, dükkânlara dönüşecekti. Rauf Onursal, ‘Şark Kahvesi’ teklifini Varyant yolun birinci bölümünün tamamlanmasından kısa bir süre sonra, 13 Temmuz 1954’te Belediye Meclisi’nin gündemine getirdi ve bazı itirazlara rağmen, bunun için bütçeden 45.000 lira ödenek ayrılmasını sağladı (216). Bahribaba Parkı’nın üst kısmında, Birleşmiş Milletler Caddesi üzerinde ‘Körfezin, Karşıyaka’nın ve Yamanlar Dağı ile İzmir Şehrinin en güzel görünüşlerine hakim bir yerde’ inşa edilecek olan Şark Kahvesi, İzmir halkının sosyal ihtiyaçlarına cevap verecek bir tesis olacaktı (217).

Belediye İmar Müdürü Rıza Aşkan tarafından çizilen (218) Şark Kahvesi’nin keşif sonunda 84.852 liraya tamamlanacağı görülmüş ve inşaat 1953 yılında eksiltmeye konulmuştu (219). Şark Kahvesi inşa sürecinde de eleştirilere de maruz kaldı. Ancak Onursal tüm bu eleştirilere karşı koydu. Örneğin, Meclis üyelerinden biri “Şark kahvesi inşaatına 80 bin lira çoktur. Fakat daha müştemilatı da yapılacaktır. İlaveler vardır. Muazzam bir rakamla karşılaşmış durumdayız. Şark usulü şilteler ve nargileler de olacaksa fen işleri alayişe kapılmış bulunuyor demektir” dediğinde, Onursal, “Bunlar alayiş değil, ihtiyaçtır. Vali Rahmi, bey parkındaki Şark kahvesi işini hususi bir teşebbüs yapamazdı ve yapamaz. İmkanını sağlayamaz. Fakat belediye yapar” diyerek inşaatı savunmuştu (220).

001
‘Şato’ yapılırken…

Rauf Onursal’ın ısrarla savunduğu Şark Kahvesi inşaatı, milletvekili seçildiği için onun döneminde tamamlanamadı; açılış ilk teklife karşı çıkanlardan biri olan Selahattin Akçiçek döneminde, 29 Ağustos 1954 günü gerçekleştirilebildi (221). Şark Kahvesi, ilk hesaplanan miktardan çok daha fazlasına, 238.000 liraya mal oldu. İhaleyle kiraya çıkarılan bina, Recep Özgen tarafından kiralandı ve Şato Restoran adıyla hizmete girdi.”


(216) İzmir Belediyesi (Şehir) Meclisi Zabıt Defterleri, No. 69, (18.6.1952), s. 191, APİKAM.

(217) Beyaz Kitap, İzmir Belediyesi, 1954.

(218) Arkitekt (1955), Sayı 1 (279), s. 5.

(219) Riyaset Raporu (1953), s. 5.

(220) İzmir Belediyesi (Şehir) Meclisi Zabıt Defterleri, No. 719, (20.20.1953), s. 316-317, APİKAM.

(221) Yeni Asır, 30 Ağustos 1954.


Erkan Serçe, 150. Yılında İzmir Büyükşehir Belediyesi (1867-2017), Cilt 1, İzmir 2018, s. 353-354

Avrupa Birliği’nin Akdeniz Politikasını Son Gelişmeler Işığında Okumak*

Cengiz Aktar**

Barselona Sonrası Akdeniz İçin Birlik
2008 Temmuz ayında Paris’te, eski Cumhurbaşkanı Sarkozy’nin daveti üzerine, Moritanya’dan Türkiye’ye kadar kırk dört ülkenin en üst düzey yöneticileri 1995 yılında hayata geçirilen, Avrupa-Akdeniz ortaklığını [Barselona Süreci] yeniden canlandırmak üzere toplandı. 13 Temmuz 2008 tarihinde yapılan zirveye Türkiye, başbakan düzeyinde katıldı.

Adını ilk kez, 2007 yılının Şubat ayında, o vakit Cumhurbaşkanlığına aday olan Sarkozy’nin seçim konuşmasında işittiğimiz bu girişim, o zaman Akdeniz Birliği olarak anılıyordu. Amaçları, başta Akdeniz’in güneyinden gelen göç baskısını engellemek ve Türkiye’nin Avrupa Birliği [AB] adaylığına bir alternatif yaratmaktı. Zaman içinde parasızlık, programsızlık bu iddialı girişimi epey köstekledi. Ama esas 1995 yılından beri var olan Barselona Süreci’nin neden çalışmadığı, yeterince sorgulanmadan bir fikir ortaya atmanın yanlışlığı ortaya çıktı. Almanya, diğer Kuzeyli Avrupa Birliği Üyeleri ve Avrupa Komisyonu devreye girdi ve Sarkozy, baştaki hayallerinden vazgeçmek zorunda kaldı. Bütün bu belirsizliklerin sonunda gelinen nokta, Barselona Süreci’nin ‘Akdeniz İçin Birlik’ [AİB] adıyla yeniden canlandırılması oldu. Akdeniz güneyinin siyasî, iktisadî ve içtimaî durumu anımsanacak olursa bu dahi iyi bir gelişme sayılabilirdi ancak içi doldurulmazsa işbirliğini canlandırma girişiminin akıbeti de, Barselona Süreci gibi olabilirdi. Ve nitekim de oldu.

family-photo

Akdeniz İçin Birlik’ [AİB], baştan sorunlu başlamış bir girişimdi. Türkiye’yi, Avrupa Birliği’den [AB] Akdeniz’e kaydırarak, Avrupa Birliği’ne [AB] gayri kanunî yollardan göçmen girişini asgarîye indirerek, Avrupa Birliği’ni [AB] koruma amacıyla ortaya atılmış bir fikirdi. Hal böyle olunca, ortak denizin iki yakasını birbirinden uzaklaştıran nedenler ve Barselona’nın yürümemesinin arka planındaki temel sorunlar, hiçbir zaman masaya yatırılmadı. Akdeniz’in Kuzey kıyısındaki Fransa, İspanya, İtalya gibi ülkelerin Güney kıyıdaki kolonyal geçmişleriyle yüzleşme konusundaki isteksizlikleri; Akdeniz’deki, her barış girişimini zehirleyen Filistin meselesinde Avrupa’nın tarafgir tavrı; bir araya gelerek ortak meselelere çare üretmek durumunda olan ülkelerin, en az yarısının antidemokratik ve otoriter hükümetlere sahip olması gibi tüm bu çocukluk hastalıkları Barselona gibi, ‘Akdeniz İçin Birlik’ [AİB] projesinin başarısızlığını başından belli etti.

Bu kadar çok ve bu kadar derin tarihî ve siyasî sorun mevcutken, olası mutabakat ancak teknik konular üzerinde mümkündü. Nitekim projeler listesine göz atınca, yeni girişimin teknik veçhesi iyice ortaya çıkıyordu: Akdeniz Güneş Enerjisi Planı; Deniz Güvenliği; Akdeniz’de Kirlilikle Mücadele ve Çevreci İyi Yönetişim; Arap-Mağrip Otoyolu; Deniz Otoyolları. Üstelik bu projelerin çoğu, ya daha önceden düşünülmüş ya da epeyidir yürümekte olan projelerdi. Bu anlamda, Akdeniz İçin Birlik’ [AİB] girişimi Barselona’yı siyaset dışılık anlamında teyit ediyordu.

Akdeniz, Dünya merkezleri, medeniyet beşikleri arasında en kadimlerindendir. Envai çeşit sorunuyla bölgenin ilgiye ihtiyacı olduğu aşikârdır. Mesele, bu ilginin Sarkozy ve yandaşlarının zihinlerindeki küçük hesaplarla gerçekleşemeyecek olmasıydı. Onların gündemi, kendilerini Güneydekilerden korumak; Güneydekilerin gündemiyse, başlarındaki ceberut hükümetlerle siyasî İslâm arasında sıkışıp kalmış olmaktan gelen çaresizliktir. Bunun sonucuysa, sağırlar diyaloğu ve ‘Akdeniz İçin Birlik’ [AİB] gibi fiyakalı ama içi boş bürokratik yapılardır. Nitekim ‘Akdeniz İçin Birlik’ [AİB], Arap ayaklanmalarıyla başlayan altüst olma durumlarına müdahil olmada son derece yetersiz kalmış ve Avrupa Birliği [AB] kurumlarının yaptığı birkaç olumlu girişimin dahi dışında kalmıştır. Bu çaresizliğe yakından bakalım.

Arap Uyanışı’na Verilen Cevap
Tunus ve Mısır’da halk ayaklanmalarıyla başlayan, ‘Arap Baharı’nın ya da daha doğrusu uyanışının üzerinden geçen zaman zarfında, Arap dünyasındaki çalkantılar bitmek bilmiyor. Başta, demokratik reformları teşvik etmek için geniş çaplı ilerlemeler kaydedildiyse de, geçişlerin başarılı bir şekilde yerleştirilmesi için hala çok sayıda engelin aşılmasına ihtiyaç var. Tunus dışında, bir nebze siyasî istikrara kavuşabilmiş başka bir ülke yok. İstikbal, çoğu ülke için karanlık olduğu gibi ülkeler ve bölgeler arasında önemli farklılıklar ortaya çıkmış durumdadır. Olağanüstü güvenlik sorunları, varlığını sürdürmeye devam ediyor. Bunların arasında en korkuncu hala devam eden, artık komşulara sirayet etmiş bulunan ve milyonlarca Suriyelinin komşu Irak, Lübnan, Türkiye ve Ürdün’e sığınmasına sebep olan Suriye’deki iç savaş. Bunların yanı sıra Libya’nın ikiye bölünmesi, Irak’ta süren iç savaşlar ve Mali ile Cezayir’i kapsayan Arap Mağrip’te, El Kaide’nin sebep olduğu istikrarsızlık bölgeyi kasıp kavuruyor. Bu yeterince karışık ortamda, geçiş yaşayan Arap ülkelerindeki toplumsal uyum, yeni iç siyasi kutuplaşma biçimleri [seküler ve İslamcı güçler arasında, aynı zamanda kadınlar, gençler, dinî ve ırksal azınlıklar gibi etkilenen gruplar arasında] ve kötüleşen ekonomik durum nedeniyle tamamen altüst oldu. Bölgenin istikrarsızlığının Avrupa kıtası üzerindeki etkilerine gelince, bugün göç baskısı hiç olmadığı kadar artmış durumda, Güney kıyıda Avrupa Birliği’yle [AB] eşgüdüm halinde çalışan Muammer Kaddafi’nin, Libya’sı artık yok; üstüne üstlük Akdeniz’i baştan aşağıya tehdit eden El-Kaide ve IŞİD gibi iki heyula var.

Union_for_the_Mediterranean_-_updatable.svg

Böylesine kaotik bir ortamda, Avrupa Birliği nasıl bir yol izliyor? Bölge ülkeleri hükümetlerinin yatırım, istihdam ve büyüme için verimli bir ortam yaratılmasına katkıda bulunmaları şartıyla, sürdürülebilir ekonomik büyümeyi teşvik edecek Avrupa Birliği desteği, demokratik kurumların desteklenmesi için elzem. Siyasî istikrarın, ekonomik gidişata derinden bağlı olduğunun altı ne kadar çizilse azdır. Ekonomik çöküş, geçişlerin siyasî başarısızlığı anlamına gelecektir. Bu nedenle Avrupa Birliği desteği, geçişlerin doğru yönde olması için her zamankinden daha acildir.

İslam’ı ana referans noktası olarak alan siyasî partiler, seçimler yoluyla parlamentolarda ve birkaç geçiş ülkesinde yürütme organlarının kontrolünü sağlama yolunda önemli kazanımlar elde ettiler. Halkın demokratik seçimine saygı duyan Avrupa Birliği, yeni hükümetlerle yoğun diyalog geliştirdi ve desteğini arttırdı. Avrupa Birliği’nin bütün komşularıyla ilişkileri, ‘Güney Komşuluğu’yla ‘Yeni ve Gözden geçirilmiş Avrupa Komşuluk Politikası’ kapsamında kabul edilen iki tebliğdeki prensiplere dayanıyor. Bu temel prensipler, ‘daha fazla reform daha fazla destek’ ve ‘karşılıklı hesap verebilirliktir’.

Siyasi geçişe destek konusunda, Arap Uyanışı’nın ilk günlerinden itibaren Avrupa Birliği liderleri, Avrupa Birliği’nin siyasî taahhütlerini tekrarlamak için bölgeyi sık sık ziyaret etmişlerdir. Ziyaretlerin yanı sıra, bir ‘Güney Akdeniz için Avrupa Birliği Özel Temsilcisi’ atanmış, Mısır, Tunus ve Ürdün’le üst düzey Avrupa Birliği Görev Güçleri organize edilmiştir. Bu Görev Güçleri, Avrupa Birliği üye ülkeleri hükümetlerinin, önemli uluslararası finans kurumlarının ve özel sektör yatırımcılarının, bu ülkelere yapabilecekleri katkılar hakkında potansiyel sinerjilerini geliştirmekte önemli rol oynamıştır.

Özgür seçimlere destek vermek açısından, Avrupa Birliği önemli bir rol üstlenmiş ve Cezayir, Tunus ve Ürdün’de gözlemcilik görevleri ifa etmiştir. Her ne kadar bir sonuç vermemiş olsa da Libya’ya, bir Seçim Değerlendirme Heyeti gönderilmiştir. Avrupa Birliği; Fas, Libya, Mısır ve Tunus’ta özgür seçimlerin organize edilmesi için otoritelere yardımcı olmuş, kamuoyunun bilgilendirilmesi ve seçim gözlemcilerinin eğitilmesi için çalışan Sivil Toplum Örgütlerine destek olmuştur. Seçimlerin ötesinde, Avrupa Birliği, demokratik kurumların inşa edilmesine büyük destek vermektedir.

Ekonomi açısından bakıldığında, geçtiğimiz dört yılda, geçiş sürecinde olan birkaç ülkede ekonomik durum ciddi şekilde kötüleşmiştir. 2011-2013 yılları için programlanmış olan üç buçuk milyar avroya ek olarak Avrupa Birliği [AB], Güney komşuları için özellikle SPRING programı aracılığıyla yeni kaynaklar yaratmaktadır. SPRING programı, demokratikleşmeyi de desteklemektedir. Ayrıca Görev Gücü çalışmaları, Avrupa Birliği kurumlarının, üye devletlerin, Avrupa Yatırım Bankası’nın, Avrupa İmar ve Kalkınma Bankası’nın ve diğer Uluslararası Finans Kuruluşları [IFI] gelecekteki yatırımlarının optimum koordinasyonunu kolaylaştırmıştır. Avrupa Birliği Konseyi Fas, Mısır, Tunus ve Ürdün’le ‘Derin ve Kapsamlı Serbest Ticaret Anlaşmaları’ imzalanabilmesi için yürütülecek müzakerelerin yönergelerini onaylamıştır. Avrupa Yatırım Bankası, bir milyar avrosu Akdeniz Mandate’ altında ve yedi yüz milyon avrosu iklim değişikliklerini hedefleyecek şekilde, bir miyar yediz bin avro ek kaynak sağlamaktadır; Avrupa İmar ve Kalkınma Bankası’ysa genişleyen yetki alanı sayesinde Fas, Mısır, Tunus ve Ürdün’deki faaliyetler için fazladan bir milyar avroyu bölgeye kanalize etmektedir.  Komisyon, tarımsal üretimi iyileştirmek için tarım ve kırsal kalkınma girişimi [ENPARD] başlatmıştır. Ayrıca KOBİ’leri desteklemek ve işsizliği azaltmak için Avrupa Birliği, programları finanse etmektedir.

Enerji konusunda, Avrupa Birliği piyasa reformları ve bölgesel bütünleşme için desteğini arttırmıştır ve AİB ile Akdeniz Güneş Planı’nın oluşturulmasına destek vermektedir. Çevre hakkında, Avrupa Birliği Akdeniz’in temizlenmesine, Horizon 2020 girişimiyle destek olmaya devam etmektedir. 

Temasların toplumlar düzeyinde geliştirilmesine bakacak olursak, Avrupa Komisyonu ilk ayaklanmaların akabinde 2011 yılında, Fas ve Tunus’la ‘hareketlilik ortaklığı’ [mobility partnership] anlaşmalarını hedefleyen göç, hareketlilik ve güvenlik diyaloglarını başlattı. Fas, Tunus ve Ürdün’le süren görüşmelerde, hareketlilik ortaklığı anlaşması imzalandıktan sonra bir sonraki adım, bu ülkeler için vize kolaylığı anlaşmaları ve geri kabul anlaşmaları için müzakereleri açmak üzere Komisyon’un üye devletlerden yetki istemesi olacaktır.

Bölgesel işbirliğinin geliştirilmesi amacıyla Avrupa Birliği, bölgesel örgütlerle ilişkilerini yeniledi. 2012 yılında, AİB’in Kuzey Başkanlığı’nı üstlendikten sonra Mağrip’te bölgesel bütünleşmeyi destekledi. Ayrıca 5+5 bağlamında başlatılacak girişimleri desteklemeye hazır olduğunu ifade etti.

Avrupa Birliği, demokrasiye geçiş sürecinde bulunan bütün Arap ülkelerine, uzun vadeli destek vermeyi taahhüt etmekte ve bu ülkelere demokrasiye geçiş çabalarında karşılaştıkları kısa vadeli engelleri aşmaları için yardımcı olmaya gayret etmektedir. Arap Uyanışı’yla ortaya çıkan veya öne çıkmış siyasi aktörlerle yapıcı ilişkiler kurmaya devam edecektir. Arap ülkelerinde, canlı demokratik kültürler inşa edebilmek ve sürdürebilmek için Avrupa Birliği ayrıca, sivil toplum örgütlerini ve ilgili hükümet dışı örgütlerin çalışmalarını desteklemeye devam edecektir.

LE_Eithne_Operation_Triton

Bilanço
Bu iyi niyetli girişimlerin, bugüne kadar çok etkin olduklarını söylemek mümkün değil. Bunun nedenleri ve yapılması gerekenleri şöyle özetleyebiliriz:

• Arap Uyanışı’ndan önce, Avrupa Birliği bu ülkelerde siyasî reformun ancak ekonomik liberalizasyonla gerçekleşeceğini düşünür ve yaptığı bütün ortaklık anlaşmalarını, bu prensibe göre oluştururdu. Bu yaklaşımdan, hiçbir şey çıkmadığı gibi sonuçta artık olmayan otokratlarla çalışmış bir Avrupa Birliği imajı oluşmuş oldu.

• Ortalık iyice karışınca Avrupa Birliği, bir takım girişimlerde bulundu ama daha fazla reform daha fazla destek reform’ prensibi, bugüne kadar somut sonuç vermedi. Bugünkü tabloda, Avrupa Birliği malî kaynaklarının kullanımında hangi ülkeye öncelik verileceği belli değil, Mağrip Ülkeleri tarım ürünleri, hala Avrupa Birliği pazarına giremiyor; antiterör ve kaçak göçle mücadele, demokrasi desteğini tamamen gölgelemiş bulunuyor.

•Avrupa Birliği’nin, Güney komşularıyla ilişkilerini külliyen yeniden ele alması, topyekûn bir politika yerine ülke bazında destek verilmesi ve demokratik reform desteğini, demokrasiye doğru çaba sarf eden ülkelere yönlendirmesi gerekiyor.

• Yolsuzluğu önleyecek ve şeffaflığı yerleştirecek şekilde devlet memurlarına eğitim, çok hayatî bir ihtiyaç olarak ortada duruyor.

• KOBİ’lere, diğer uluslararası finans kuruluşlarını da dâhil ederek destek vermek gerekiyor.

• Geçiş ülkeleri arasında, ticaret anlaşmasının şekillendirilmesi gerekiyor.

• Makul bir iş ortamı ve demokratik toplum için adlî reform ihtiyacı aşikârdır.

• Enformasyon ve iletişim teknolojileri ağırlıklı eğitime öncelik verilmesi gerekiyor.

• ‘Reverse migration’ yani Avrupa Birliği ülkelerindeki, Arap ülkesi kökenli vasıflı işgücünün geri dönüşünü özendirecek programların şekillendirilmesi gerekiyor.

• Sahra da dâhil Avrupa Birliği, Maşrık ve Mağribi içine alan geniş bir güvenlik çemberi, bir nevî ‘Akdeniz Güvenlik ve İşbirliği Konferansı’nın altyapısının oluşturulması gerekiyor.

Sonuç itibariyle Avrupa Birliği ülke ve kurumları, Arap Uyanışı ve sonuçlarına, hele Ocak 2015 tarihinde vuku bulan Paris terör saldırıları sonrasında, klasik destek, yardım ve teşvik yaklaşımlarının ötesinde nasıl yaklaşacağını bilememektedir.


* Akdeniz Tarihi, Kültürü ve Siyaseti, “Çoğulluğu ve Farklılığı İçeren Bir Birlik Özlemi“, Akdeniz Tarihi, Kültürü ve Siyaseti Sempozyumu Bildirileri, 27-28 Kasım 2014, İzmir, İzmir Büyükşehir Belediyesi Akdeniz Akademisi Yayını, Haziran 2016, sh.115-119

** Türk gazeteci ve yazar.

Ciddi bir uyarı…

Ali Rıza Avcan

2018 yılının son ayları içinde kamuoyu ile paylaşılan İzmir Büyükşehir Belediyesi 2016 Yılı Sayıştay Denetim Raporu‘nun “Denetim Görüşünü Etkilemeyen Tespit ve Değerlendirmeler” başlığını taşıyan 7. bölümündeki 20. maddesi “Mevzuata Aykırı Olarak Tarımsal Yardımların Yapılması” başlığını taşıyor.

Raporun 81-94 sayfaları arasında yer alan bu maddeye göre, 2016 yılı içinde İzmir Büyükşehir Belediyesi’nce değişik kurum ve şahıslara nakdi ya da ayni olarak yapılan 10.241.533,81 TL tutarındaki tarımsal yardım, bir belediye hizmeti ya da faaliyeti olarak düzenlenmeksizin verildiği ve İzmir Büyükşehir Belediyesi Eğitime Destek ve Sosyal Dayanışma Yönetmeliği kapsamı dışında olduğu için, 5108 sayılı Kamu Yönetimi ve Kontrol Kanunu‘nun 29. maddesi ile 5393 sayılı Belediye Kanunu‘nun 3. ve 5217 sayılı Büyükşehir Belediye Kanunu‘nun 7. maddelerine aykırı bulunmuş ve “belediyenin, kooperatiflere, meslek odalarına ve çiftçilere istediği kadar nakdi veya ayni yardımda bulunmasının mevzuatla uyarlılığı bulunmamaktadır” denilmiş. (1)

Rapor KapağıBu bulgu üzerine İzmir Büyükşehir Belediyesi tarafından hazırlanan uzun cevap yazısında yapılan yardımların gerekçe, uygulama boyutu ve sonuçları uzun uzun açıklanmakla birlikte Sayıştay denetçisi tarafından hazırlanan raporun 94. sayfasında sonuç olarak şu ifadelere yer verilmiş:

…kanunlarda yer almayan bir yetkinin yönetmelikte yer verilerek kullanılması hukuken mümkün değildir. İzmir Büyükşehir Belediyesi Tarımsal Hizmetler Dairesi Başkanlığı’nın Çalışma, Usul ve Esasları Hakkında Yönetmeliğe çiftçilerin üretimle ilgili araç, gereç ve diğer tarımsal girdi ve ihtiyaçlarının giderilmesine yardımcı olmak, ortak makine parkı kurmak gibi ne 5393/5216 sayılı Kanunlarda ne de diğer kanunlarda yer almayan bir hüküm koyamaz ve bu hükmü uygulayamaz. Diğer taraftan 6085 sayılı Sayıştay Kanunu’nun 27 inci maddesinde; Genel yönetim kapsamındaki kamu idarelerince mali konularda düzenlenecek yönetmelikler ile yönetmelik niteliğindeki düzenleyici işlemlerin, Sayıştay’ın istişari görüşü alınarak yürürlüğe konulacağı hüküm altına alınmıştır. Buna göre İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin 2016 yılında yapmış olduğu 10.241.533,81.-TL tutarındaki kaynak transferini dayandırdığı Yönetmeliğini, Sayıştay’ın istişari görüşüne sunması gerekirdi. Şekil şartı olan bu istişari görüş alınmadan Yönetmeliğin mali konularda düzenleme yapması mümkün değildir.

Yapılan açıklamalar uyarınca bulguda belirtildiği üzere; Büyükşehir Belediyesinin; kooperatiflere, meslek odalarına ve çiftçilere istediği kadar ve istediği türde nakdi veya ayni yardımda bulunmasının, mevzuatla uyarlılığının bulunmadığı mütalaa edilmektedir.” 

İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin 2012 yılından bu yana yapmakta olduğu tarımsal yardımlar konusunda Sayıştay’ın 2016 yılında kaleme alınmış hukuki görüşü bu şekilde olmakla birlikte bu harcamanın harcamayı yapanlara tazmin edilip edilmeyeceği konusu raporda belirtilmediği için bu soruyu geçtiğimiz günlerde Sayıştay’da uzman denetçi olarak çalışan bir arkadaşıma, şu andaki mevzuat hükümleri ve geçerli uygulamaya göre, “Sayıştay denetçisinin mevzuata uygun bulmayıp rapora döktüğü bu harcamalar, yarın öbür herhangi bir şekilde ödemeyi yapanlara tazmin ettirilebilir mi?” diye sordum. 

Aldığım cevap ise, “raporda yer aldığı bölüm ve yazım dili itibariyle tazmine konu edilmemiş; ama yarın öbür gün nasıl değerlendirilir, herhangi bir şikayet durumunda nasıl bir sonuca ulaşılır, nasıl değerlendirilir bilemem” şeklindeydi.

s893501

Yani bu 10.241.533,81 TL. tutarındaki 2016 yılı harcaması ile bu tarihten önce ve sonra aynı amaç ve şekilde yapılmış diğer harcamalar için ne yapılacağı şimdilik belli değildi. Kısacası, ortada bu rapor ve bu rapordaki değerlendirmeler olduğu sürece harcamayı yapan ödeme (ita) ve gerçekleştirme (tahakkuk) görevlileri hakkında nen gibi bir işlem yapılacağı bilinmiyordu.

Bu durum, uzunca bir süredir belediye eliyle yapılan tarımsal yardımları “tarımsal kalkınma modeli” adıyla lanse eden İzmir Büyükşehir Belediyesi ile Ankara’daki merkezi iktidarın ve onun en yüksek hesap mahkemesi arasındaki görüş ayrılığının devam ettiğini göstermektedir. Çünkü, şayet İzmir Büyükşehir Belediyesi’ni denetleyen Sayıştay denetçisi, İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin kendisine verdiği uzun cevabi yazıyla ikna olmuş olsaydı, bu harcamaları rapora alıp yazmaz ve Sayıştay’ın İnternet sayfasına koyarak kamuoyu ile paylaşmazdı.

Aslında bu durum, İzmir Büyükşehir Belediyesi’nce 2007 yılından itibaren başlatıldığı söylenen; ancak, yasal dayanağını 2012 tarihinde yürürlüğe giren 6360 sayılı yasa ile edinen tarım hizmetlerinin ne ölçüde plansız, programsız bir şekilde gelişigüzel yapıldığını ve yasa, tüzük ve yönetmelik düzeyinde yasal bir temele sahip olmadığını net bir şekilde göstermektedir.

Şimdi ister istemez, insanın aklına şu soruları sormak geliyor:

Devlet yapılanmasının en üst hesap mahkemesi olarak örgütlenen Sayıştay’ın mütalaasına göre, İzmir Büyükşehir Belediyesi tarafından yapılan tarımsal yardımların “mevzuatla uyarlılığının bulunmadığı” belirtildiğine göre;

Karşımıza çıkan bu durum, yerel iktidarı kendince ehlileştirip uysallaştırmaya; hatta esir almaya yönelik 397 yıllık hapis cezası tehdidinin seçim öncesinde mahkemenin verdiği kararla ortadan kalkması üzerine onun yerine kaim olmak üzere başka bir tehdidin konulması anlamına mı geliyor?

Hele ki, bu kez sadece 2016 yılına ait 10.241.533,81 TL’lık harcama yerine 2016 yılı öncesi ve sonrasında yapılan diğer tüm harcamaları alt alta yazıp topladığımızda karşımıza çıkacak daha büyük bir meblağın (İzmir Büyükşehir Belediyesi yetkililerin verdiği rakamlara göre 330 Milyon civarında bir harcama) tazmin ettirilmesi olasılığının karşımıza çıkması söz konusu olacaksa…

Ya da bu yardımların, herhangi bir geçerli hukuki dayanak yaratmadan ya da bu yardımlarla ilgili yönetmeliğin Sayıştay’ın görüşünü alınmadan sürdürülmesi durumunda yeni belediye başkanlarının da aynı sorunla karşılaşıp onların da teslim alınabileceği olasılığını düşündüğümüzde…

the internet fails me sword of damocles images

İşte o nedenle, İzmir Büyükşehir Belediyesi ya da diğer belediyeler tarafından ayni ya da nakdi yardım şeklinde yürütülen tarımsal hizmetlerin, Sayıştay tarafından kabul edilen hukuki bir dayanak olmadığı sürece gözden geçirilmesi konusunda hem mevcut hem de aday belediye başkanlarını, belediye meclisi üyelerini ve yerel siyasetçileri uyarıyor, daha dikkatli olmaya davet ediyorum…

Durum tespiti – 1

Ali Rıza Avcan

Geçtiğimiz günlerde; yani, ikinci cemrenin suya düştüğü söylenen 26 Şubat 2019, Salı günü (TMMOB), Türkiye Mimar ve Mühendisleri Odası Makine Mühendisleri Odası İzmir Şubesi’ne ait Tepekule Kültür ve Kongre Merkezi’nin Anadolu Salonu’nda, (CHP) Cumhuriyet Halk Partisi İzmir Büyükşehir Belediye Başkan adayı Tunç Soyer‘in, projelerinin birinci bölümünü açıkladığı “Tunç Soyer Projeleri – Birinci Cemre” “lansmanına” (!) katılıp orada yaşanan her şeyi büyük bir dikkatle izledim. Ardından da toplantı sonrasında dağıtılan broşürü inceleyerek ve aynı gün Youtube kanalına yüklenen videoyu izleyerek toplantı sırasında fark edemediğim hususları belirlemeye çalıştım.

Salı sabahı 10.00-11.30 saatleri arasında gerçekleştirilen toplantının açış konuşmasını yapan sunucunun ardından Tunç Soyer‘in bizzat kendisi tarafından anlatılan İzmir’e dair toplam 97 projenin kısa açıklamasını dinledim. 

Sosyal Projeler“, “Demokrasi“, “Kentin Planlanması ve Yenilenmesi“, “Sürdürülebilir Ulaşım“, “Doğa“, “Altyapı“, “Enerji“, “Çocuk ve Gençlik“, “Spor“, “Kültür-Sanat” ve “Dünya Kenti İzmir” olmak üzere 11 ayrı başlık altında sunulan 97 ayrı projeye önümüzdeki günlerde ikinci ve üçüncü cemre adı altında düzenlenecek yeni toplantılarla yeni projelerin ekleneceği haberini aldık.

001

Bu toplantı sırasında öğrendiğimiz sevindirici haberler ise, “Gediz Deltası’nın UNESCO Dünya Doğal Mirası ilan edilmesi“, “Kültürpark’a kültürünü geri vereceğiz” ve “Elektrik Fabrikası’nı kentte kazandırıp Havagazı Fabrikası ile birlikte bir kültür vahası olarak konumlandıracağız” şeklinde formülleştirilen üç ayrı projeydi. O nedenle toplantı sonrasında bu projelerin bu listede yer alması için çaba gösterip mücadele verdiklerinden haberdar olduğumuz “en pahalı danışman” (!) arkadaşlarımıza teşekkürlerimizi ilettik. 

Bu toplantı sonrası gerek sosyal medyada gerekse yazılı basın ve kamuoyunda birtakım ihtiyatlı ve iyi niyetli değerlendirmelere rastlamakla birlikte; özellikle ulaşımla ilgili projeler konusunda ciddi eleştiri ve çıkışların yapıldığını gördüm.

26 Şubat 2019 tarihli toplantıda sunulan 97 proje hakkında görüş belirtmeyi, tüm projelerin belli olmadığı şu aşamada gereksiz gördüğüm için, öncelikle hem bu toplantıda hem de önümüzdeki günlerde yapılacak iki ayrı toplantıyla anlatılacak projelerin bütünü hakkında yorum yapmanın daha doğru olacağını düşünüyorum.  İşte o nedenle, şimdi burada önümüzdeki dönemde yapacağım değerlendirme ve yorumlara esas olmak üzere görerek, duyarak ya da okuyarak edindiğim izlenim ve gözlemleri “tespit” adı altında sizlerle paylaşmak istiyorum. 

Bu nedenle, organizasyonu Dev Ajans (Erhan Gölbey) tarafından üstlenilen toplantının karşılama, ses ve görüntü yönetimi, protokol, ağırlama ve basın ilişkileri gibi teknik yanlarını bir yana bırakarak sadece bize anlatılan projelere odaklanmak ve ilerideki tarihlerde yapacağım değerlendirmelere esas olmak üzere bazı tespitlerimden söz etmek istiyorum.  

“İzmir Modeli”nin gölgesi altında…

005

1. Toplantının protokolde yer alan önemli konuklarından biri, “İzmir Modeli” adı verilen çalışmanın yaratıcısı Prof. Dr. İlhan Tekeli idi. Kendisinin fiziki varlığı sunucunun yaptığı açış konuşmasında 3 kez tekrarladığı şu ifadelerle daha da güçlendi:

Yaratılan İzmir Modelinin peşinden yürüyeceğimiz“, “İzmir, İzmir Modelinin yaratıldığı kenttir” ve “İzmir Modeli’ni tüm Türkiye’ye yaymaya…”

Yeni ve farklı olan ne var?

2. 11 başlık altında sunulan toplam 97 projenin 76’sı (% 78,35) İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin 2015-2019 Dönemi Stratejik Planı ile 2019 yılı Performans Programı’nda yer alan stratejik öncelik, amaç, hedef ve projelerden; yani, şu an yapılmakta olan ya da yapılacak işlerden oluşuyor. Nitekim bu husus, Tunç Soyer’in projeleri anlatmaya başlamadan önce yaptığı açıklamada da şu şekilde ifade ediliyor:

İzmir Büyükşehir Belediyesi’nde uzun yıllardır birikmiş veri ve çalışmalar, elbette bu projenin temel ilham kaynakları arasında yer alıyor. Gerek bu buluşmada, gerekse önümüzdeki buluşmalarda sunacağımız projelerin bir kısmı bu verilerden ve hafızadan besleniyor.

Bu durumun doğal bir sonucu olarak, hem şu anki belediye yönetimine ait öncelikli stratejik konu, amaç, hedef ve projeler kapsamında ekrana yansıtılan bir çok veri, tablo, grafik, fotoğraf ve video da haliyle İzmir Büyükşehir Belediyesi’ne aitti.

Katılım denince ne anlıyoruz?

3.Demokrasi” başlıklı stratejik önceliğin 3. projesinde, “30 ilçede aktif ve kapsayıcı kent konseyleri örgütlenmesine gideceğiz” denilmek suretiyle İzmir Kent Konseyi’nin, her ilçedeki kent konseylerinin dışında, 30 ayrı ilçede aktif ve kapsayıcı bir şekilde çalışmak üzere örgütleneceği belirtiliyor…

4.Demokrasi” başlıklı stratejik önceliğin 5. projesinde, “Dört mekanizma ile İzmirlilerin öncelik ve tercihlerini karar alma süreçlerine dahil edeceğiz: a. Belediye Cebinizde b. Kararlar Cebinizde c. Öneriler ve Katkılar Cebinizde d. Belediye Bütçesi Cebinizde” denilerek İzmirli’nin karar alma süreçlerine dahil edilmesinde akıllı telefon uygulamalarından yararlanılacağı belirtiliyor…

adb95f629183975d

“Sürdürülebilir Ulaşım” denince ne anlıyoruz?

5.Sürdürülebilir Ulaşım” başlıklı stratejik önceliğin 4. projesinin Tunç Soyer tarafından açıklanması sırasında, “Çiğli Metro (Tramvay) hattı yine hazır, parası, projesi, her şeyi hazır. Yine Ankara’dan bir imza bekliyoruz. Ama mutlaka da Çiğli’ye de metroyu ulaştıracağız.” denildiği;

6.Sürdürülebilir Ulaşım” başlıklı stratejik önceliğin 5, 7, 8, 9 ve 10. projeleri olarak, “Trafiğin kilitlenmesine neden olan 111 noktada kavşak düzenlemeleri gerçekleştireceğiz.“, Alternatif yeni ana arterler açacağız“, İzmir genelindeki 62.641 araçlık otopark kapasitesini 100 bin araca çıkaracağız“, Üç kritik noktada trafiği yer altına alarak yaşayan meydanlar yaratacağız. * Şair Eşref-Havagazı Tüneli ile Alsancak Garı önündeki alan * Karşıyaka Vapur İskelesi önü, * Basmane Garı-Dokuz Eylül Meydanı“; ve Bisiklet ve yaya ulaşımını geliştireceğiz“;  sözlerinin verildiği;

7.Sürdürülebilir Ulaşım” başlıklı stratejik önceliğin 12. projesinde yer alan “Elektrikli otobüslerin sayısını 500’e çıkaracağız” vaadi ile “Enerji” başlıklı stratejik önceliğin 5. projesinde yer alan “Belediye hizmet araçları filosunu kademeli olarak elektrikli hale getireceğiz” vaadinin aslında birbiriyle ilişkili ve birbirini tamamlayan tek bir proje olarak kabul edilmesinin mümkün olduğu görülüyor…

Ön ve arka sıradakiler…

8. CHP İzmir Büyükşehir Belediye Başkan adayı Tunç Soyer‘in daha önceki söylemlerinin omurgasını oluşturan iki önemli akstan biri olan ve mevcut belediye yönetiminin yaptığının tam aksini oluşturan “İzmir’e denizden baktığımızda ön sıradakiler yerine arka sıradakilere öncelik vereceğiz” şeklinde ifade edilen görüşün, “Doğa” başlıklı stratejik önceliğin 3. projesinde, “İzmirDeniz Projesi ile kıyılarımızda yaşanan yenilik ve güzelliği iç ve art alanlara uzatıp, İzmir geneline yayacağız” şeklindeki bir formülasyona dönüştüğü görülüyor…

Bilgiler ne ölçüde doğru?

9.Doğa” başlığını taşıyan stratejik önceliğin 5. projesinde, “İzmir’de 16,6 metrekare olan kişi başına yeşil alan miktarını 30 metrekareye çıkaracağız” vaadi yer alıyor…

10.Doğa” başlığını taşıyan stratejik önceliğin 11. projesinde, “geri dönüşüm işçilerinin kooperatifleşmesi için il bazında destek ve teşvik sağlayacağız” ifadesi yer alıyor…

003

Projelerin yapılabilirliği…

11.Çocuk ve Gençlik” başlığını taşıyan stratejik önceliğin ilk projesi olarak ifade edilen “Kapalı alanlara alternatif olarak, çocuk ve gençlerin İzmir’in hayatına, kırsal ve doğal yaşamına karışması için imkan tanıyacağız. Çocuk köyleri kuracağız” vaadinin Tunç Soyer tarafından açıklanması sırasında Bayraklı’nın Turan mahallesinde bir çocuk köyü kurulacağı belirtiliyor…

TARKEM’le yolculuğa devam etmek…

12.Kültür-Sanat” başlığını taşıyan stratejik önceliğin ikinci projesi olarak takdim edilen İzmir-Tarih Projesi’nin, Tunç Soyer tarafından anlatımı sırasında, “TARKEM’le beraber büyükşehir belediyesi büyük bir entegrasyon kurdu ve gerçekten belki sonsuza kadar devam edecek bir proje ama TARKEM’le beraber yürüteceğimiz Kemeraltı projesi ile Kemeraltı İzmir’in turizm lokomotiflerinden biri olacak” denilerek Prof. Dr. İlhan Tekeli tarafından tasarlanan projeye devam edileceği belirtiliyor…

26 Şubat 2019 tarihli birinci cemre proje tanıtım toplantısında sunulan 97 ayrı proje ölçeğinde daha sonra yapacağımız değerlendirmelere esas alacağımız tespitler şimdilik bu kadar…

132146

Önümüzdeki günlerde ikinci ve üçüncü cemre adıyla yapılacak iki ayrı toplantıda sunulacak yeni projelerle ilgili tespitlerimizi sunumları izleyen günlerde sizlerle paylaşıp proje tanıtım sürecinin bitmesiyle birlikte tüm proje tanıtım toplantılarında anlatılan projelerin değerlendirmesine başlayacağız…

Tabii ki, birinci ve ikinci toplantılarda sunulan projelerin proje tanıtımının sonuçlanacağı üçüncü cemre toplantısına kadar değişebileceği ihtimalini de dikkate alarak…

Akdeniz’i düşünürken, Ege’yi unutmamak…

Ali Rıza Avcan

Şu sıralarda ortaya çıkan bütün belediye başkan adayları İzmir’in tarihi, coğrafi, kültürel, toplumsal ve ekonomik anlamda Ege Bölgesi’nin doğal merkezi olduğunu unutmuş gözüküyor.

O nedenle, İzmir’in gelecekte Ege Bölgesi’nin diğer illeriyle; yani hemen yanı başındaki Aydın, Manisa ve Balıkesir’le, biraz daha uzağındaki Muğla, Denizli, Uşak, Afyonkarahisar ve Kütahya gibi önemli insan yerleşimleriyle nasıl bir ilişki geliştireceğini, nasıl bir bütünlük oluşturacağını unutmuş gözüküyorlar.

Örneğin Gediz ve Büyük Menderes nehri havzalarındaki büyük ekolojik sorunları bu iki büyük nehrin geçtiği diğer Ege Bölgesi yerleşimleriyle birlikte nasıl çözeceklerini, bunun için nasıl bir işbirliği geliştireceklerini söylemiyorlar.

Diğer yandan, tarihin ilk çağlarından bu yana bir liman kenti olan; üstüne üstlük, Roma İmparatorluğu döneminde Ön Asya’nın başkenti olarak anılan bu kentin, art alanındaki Ege yerleşimleri olmadan var olmadığını, olamayacağını; o nedenle, 19. yüzyılda kapitalizmin ülkemizdeki ilk geliştiği Ege topraklarının son durak yeri İzmir Limanı olmak üzere demir ağlarla nasıl örüldüğünü unutmuş gözüküyorlar.

Resim1

2005 yılında Avrupa Birliği ülkelerinden bir şablon olarak alınıp ülkemize uyarlanan İstatistiki Bölge Birimleri Sınıflandırmasının (İBBS) bir sonucu olarak, bizim asırlardır bilip tanıdığımız o büyük ve zengin Ege Bölgesi, emperyal güçlerin Irak, Suriye ve Türkiye arasında cetvelle sınır çizgisi çektikleri gibi birbirini bütünlemeyen iller itibariyle alt bölgelere ayrılmış; böylelikle hem İzmir Ege Bölgesi bütününden koparılmış, hem de bölgenin kendi içindeki bütünlük, uyum ve denge onarılmayacak ölçüde bozulmuştur. 

Bunun doğal bir sonucu olarak, kalkınmanın ulusal, bölgesel ve yerel boyutta birbirini bütünlediğini düşündüğümüz yıllarda kurulan Ege Bölgesi Sanayi Odası (EBSO) ve Ege Ekonomiyi Geliştirme Vakfı (EGEV) gibi kuruluşlar geçen zaman içinde adeta işsiz kalmış, eski önem, değer ve büyüklüklerini kaybetmiştir. 1986 yılında bütün Ege Bölgesi belediyeleri arasında bir beraberlik oluşturmak amacıyla zamanın belediye başkanı Burhan Özfatura tarafından kurulan Ege Belediyeler Birliği‘ne ise 2009 yılında aralarında Bursa ve Antalya Büyükşehir belediyelerinin de bulunduğu toplam 304 belediye kapsarken bugün bu sayı 122’ye inmiştir.

Aradan geçen 14 yılın sonunda Avrupa’dan getirilen bu yapay ve yanlış bölgeleme anlayışının hem ülkemiz hem de Ege Bölgesi’nin koşullarına uymadığı, bölgelerin kalkınmasından sorumlu kalkınma ajanslarının başarısızlıklarıyla ortaya çıkmıştır. 

Şimdi şayet İzmir’in, “Akdeniz’in incisi” ya da “parlayan yıldızı” olarak Akdeniz kentlerini bir araya getirecek bir güce ulaşması ve bunun sürdürülebilir kılınması isteniyorsa; İzmir’in öncelikle kendini İzmir yapan tarihi, coğrafi, toplumsal, ekonomik ve kültürel köklerine geri dönmesi, kendisi ile Ege Bölgesi’nin diğer yerleşimleri arasındaki koparılmış ilişki ve etkileşimi yeniden hatırlayıp onarması, Ege Bölgesi’nin gücü ile İzmir’in gücünü bir potada birleştirip daha üst düzeylere taşıması ve bu geniş, zengin coğrafyanın doğal merkezi olarak kazandığı yeni güçle gözünü önce Ege Denizi’ne, daha sonra da Akdeniz’e açması gerekmektedir.

Bu anlamda, İzmir’in Ege Bölgesi ile kopmuş olan ilişkisini onarıp güçlendirmeden Akdeniz düzleminde bir girişimde bulunması ve bunu sürdürmesi mümkün olmayacaktır.

EU28-2013-Union_for_the_Mediterranean.svg
Akdeniz İçin Birlik üyeleri: Mavi renkli ülkeler hem AB hem de bu birliğe üye olanları, sarı renkli ülkeler yalnızca bu birliğe üye olanları, sarı şeritli ülkeler ise gözlemcileri temsil eder.

Tabii ki bu arada, 2008 yılında Akdeniz’e kıyısı olan ülkeleri ve kentleri bir araya getirip kucaklamak amacıyla aralarında Türkiye’nin de bulunduğu 43 ülke tarafından kurulan ve bir Avrupa Birliği projesi olan “Akdeniz İçin Birlik” (Union for the Mediterranean) gibi aynı alanda çalışan uluslararası kuruluşlardan haberdar olup onların çalışmalarını izleyip katılmak koşuluyla…

CHP İzmir aday adaylarının sınıfsal konumu…

Ali Rıza Avcan

31 Mart 2019 tarihli yerel seçimler için başvuran Cumhuriyet Halk Partisi büyükşehir ve ilçe belediye başkanlarıyla belediye meclis üyesi aday adaylarının profillerini incelediğimiz yazı dizisinin bugünkü bölümünde aday adaylarının eğitim düzeyleri ile mesleklerini araştırıp değerlendirmeye çalışacağız.

Aday adayları ağırlıklı olarak üniversite mezunu

İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı ya da ilçe belediye başkanı olmak üzere başvuran toplam 265 aday adayının % 66,79’u üniversite mezunu. Geriye kalanların % 16,23’ü lise, % 5,28’i yüksek okul, mezunu. Aday adaylarının 13’ü yüksek lisans, 4’ü doktora yapmış durumda. İlkokul mezunu olanların sayısı 4, ortaokul mezunu olanların sayısı da 3. Meslek lisesi mezunlarının sayısı ise sadece 2.

Görüldüğü gibi belediye başkanı aday adaylarının eğitim düzeyi oldukça yüksek.

chp İzmir belediye başkan aday adaylarının eğitim düzeyleri dağılımı (grafik)Üniversite mezunu belediye başkan aday adaylarıyla yüksek lisans ve doktora yapmış aday adaylarının İzmir ve ilçeler içindeki dağılımına baktığımızda ise bu oranın İzmir Büyükşehir Belediye Başkanlığı ile Karşıyaka, Torbalı ve Bayındır için başvuranlar arasında % 100’e, Bornova‘da % 93,75’e, Çeşme‘de % 90,90’a, Güzelbahçe‘de % 85,71’e, Balçova, Çiğli, Karabağlar‘da % 83,33’e ulaştığı görülmekte. 

Belediye başkan aday adayları arasında % 100’e kadar ulaşan bu yüksek oranlar ne yazık ki belediye meclis üyesi aday adayları arasında daha aşağılara doğru düşmekte.

chp İzmir belediye meclis Üyesi aday adaylarının eğitim düzeylerine göre dağılımı (grafik)İzmir genelinde 1.549 belediye meclis üyesi aday adayına baktığımızda üniversite mezunu olanların oranı % 35,18’e inerken lise mezunu olanların oranı % 28,79’a, ilköğretim mezunu olanların oranı % 12,78’e, ortaokul mezunu olanların oranı da % 11,04’e yükselmektedir. Buna karşın bu grup içinde yüksek lisans yapanların sayısı 34, doktora yapanların sayısı da 2’dir.

Bu genel durum belediye başkan aday adaylarının, seçildikleri takdirde kendilerine göre daha az eğitim düzeyine sahip bir belediye meclisi yapısı ile çalışacağı gerçeğini ortaya koymaktadır. Tabii ki aday adayları arasından yapılacak seçimde eğitim düzeylerinin dikkate alınması durumunda aksi bir tabloyla karşılaşacağımız olasılığını da unutmadan…

Belediye meclisi üye aday adaylarının 30 ilçe arasındaki dağılımına baktığımızda ise karşımıza şöyle bir sonuç çıkıyor:

Üniversite mezunu, yüksek lisans ve doktora yapmış aday adaylarının fazlalığı ile öne çıkan ilçeler sırasıyla Urla (% 58,21), Selçuk (% 54,17) Çeşme (% 52,08), Güzelbahçe (% 47,16) olmak üzere sahildeki ilçelerdir.

İç kısımdaki Kemalpaşa (% 28,57) ve Torbalı (% 22,22) gibi ilçelerle geçmişte ve günümüzde yoğun iç göç almış ya da almakta olan Gaziemir (% 18,37), Menemen (% 25), Çiğli (% 24,03), Bayraklı (% 34,45) ve Buca (% 30) gibi ilçelerde ise daha düşüktür. 

Bu anlamda, Cumhuriyet Halk Partisi’ne belediye meclis üyesi olmak üzere başvuran aday adaylarının eğitim düzeyinin İzmir’in iç kısımlarındaki ilçelerle yoğun iç göç alan ilçelerde, kıyıdaki ilçelere göre daha az olduğu söylenebilir.

ayrılmak 001

Aday adaylarının mesleklere göre dağılımı…

Bu konuda bir değerlendirme yapmadan önce ülkemizde sahip olunan meslek konusundaki kafa karışıklığına değinmek gerekir. Hem meslekleri tanımlayan sıralayan kamu otoriteleri hem de o meslekleri icra eden yurttaşlar açısından…

Yapılan işle sahip olunan mesleki bilgi, birikim ve deneyim arasındaki karışıklıktan kaynaklanan bu durum haliyle Cumhuriyet Halk Partisi Genel Merkezi tarafından hazırlanan listeye de yansımış durumda. Örneğin aynı işi yapan insanlar, “iş kadını”, “iş adamı, “iş insanı”, “sanayici”, “girişimci” gibi farklı kategorilerde değerlendirilmiş. Öte yandan mesleğini “belediye başkanı”, “kent konseyi başkanı” gibi ifade edenler de var.

Meslekler sınıflamasında ortaya çıkan diğer bir sorun da ‘emekli’ler den kaynaklanıyor. Bu anlamda ‘emekli olma’ halinin koskocaman bir çuval olduğunu, kişinin emekli olup emekli maaşı alırken çalışıyor olsa bile kendini “emekli” olarak tanımladığı görülüyor. İşte o nedenle sonuçlara baktığımızda ‘emekli‘lerin oldukça fazla olduğunu görüyoruz. Oysa o kategoride sayılan ‘emekli‘lerin çoğu evlerinde oturmayıp ikinci bir işte çalışıyor. 

Emekli’ olma halinin diğer bir yanıltıcı yanı, bu kategoriye giren insanların emeklilik öncesindeki mesleki bilgi, birikim, deneyim ve becerileri birbirinden çok farklı olsa bile ‘emekli’ çuvalına atıldıkları andan itibaren aynı özelliklere sahip oluyorlar. Örneğin emekli olmuş bir diplomat, emekli olmuş bir akademisyen, emekli olmuş bir esnaf ya da işçi aynı çuvala atılmış olmak nedeniyle birbirleriyle eşdeğer sayılıyorlar. 

Şimdi bu açıklamalardan sonra gelelim mevcut durumu tanımlamaya…

Belediye başkanı aday adayları arasında önde gelen alt grup mühendis, mimar ve şehir plancılarından oluşuyor…

Evet, belediye başkanı olmak amacıyla Cumhuriyet Halk Partisi’ne başvuranlar arasında mesleği mühendis, mimar,  şehir ve bölge plancısı olanların sayısı 61’e, 265 kişiden oluşan toplam içindeki ağırlıkları ise % 23,02’ye ulaşıyor. Neredeyse tüm grubun 1/4’ünü oluşturan bu alt gruptan sonra 34 kişi (% 12,83) ile kendini “iş insanı”, “iş kadını”, “iş adamı” ve “sanayici” olarak tanımlayanlar, hemen ardından da 26 kişi ile (% 9,81) emekliler ve 23 kişi ile (% 8,68) avukatlar geliyor. Esnaflar 17 kişi (% 6,41) ve müteahhitler ise 11 kişi ile (% 4,15) bu meslek gruplarını izliyor.

Böylelikle mühendisler, mimarlar, şehir ve bölge planlamacıları, iş insanları, sanayiciler, emekliler, avukatlar, esnaflar ve müteahhitlerle birlikte grubun toplam % 64,90’u altı alt meslek grubu arasında; geriye kalan % 35,10’u ise 25 ayrı alt meslek grubu arasında paylaşılmış oluyor.

Bu grup içindeki en ilginç saptama İzmir Büyükşehir Belediye başkan aday adayları arasındaki mühendis, mimar, şehir ve bölge plancısı grubunun % 60 gibi oldukça yüksek bir orana sahip olmasıdır. Bu durum ise, aday adayı olmak üzere başvurmamış aday adaylarını dışarıda bıraktığımız takdirde, gelecek dönemde mimar, mühendis, şehir ve bölge plancılarının kenti yönetmeye daha yakın olduklarını somut bir şekilde ortaya koymaktadır. Buna benzer diğer bir örnek de Bornova‘dır. Çünkü Bornova‘daki 16 belediye başkan aday adayından 9’u; yani % 56,25’i mimar, mühendis ya da şehir ve bölge plancısıdır.

Belediye meclis üyesi aday adayları arasında önde gelen alt gruplar ise sırasıyla emekliler, esnaf ve tüccarlar, mühendis, mimar, şehir ve bölge plancıları ile serbest meslek sahipleri…

Belediye meclis üyesi olmak amacıyla başvuran toplam 1.549 kişi arasında emeklilerin 416 kişiyle (% 26,86) öne çıktığı görülüyor. Onları 214 kişiyle (% 13,82) esnaf ve tüccarların, 145 kişiyle (% 9,36) mühendis, mimar, şehir ve bölge plancılarının, 77 kişiyle (% 4,97) serbest meslek sahiplerinin ve 74 kişiyle (% 4,78) değişik unvanlarla muhasebecilik yapanların izlediği görülüyor.

Dikkat edildiğinde görüleceği üzere, belediye meclis üyesi olmak amacıyla başvuran aday adaylarının meslekleri, -aynen eğitim düzeylerinde olduğu gibi- belediye başkan aday adayları grubunda öne çıkan mesleklerden çok farklı. Daha doğrusu, belediye başkanlarının mesleklerine göre daha az gelir getirici meslekler.

Belediye meclis üyesi olmak üzere başvuran toplam 1.549 aday adayının ilçeler düzlemindeki dağılımına baktığımızda ise; bir ilçenin diğer ilçeden çok farklı özelliklere sahip olmadığını, tüm ilçelerdeki aday adaylarının mesleki dağılım açısından beş aşağı beş yukarı birbirine benzediğini görüyoruz.

yönetişim 003

Sonuç olarak…

31 Mart 2019 tarihli yerel seçimler için Cumhuriyet Halk Partisi’ne başvuran başvuran 265 büyükşehir ve ilçe belediye başkan aday adayıyla 1.549 belediye meclis üyesi aday adayının bir anlamda toplum içindeki sınıfsal konumlarını ortaya koyan eğitim düzeyleriyle meslekleri açısından incelediğimizde;

1) Belediye başkan aday adayları ile belediye meclis üyesi aday adayları arasında eğitim düzeyi ve meslekler açısından farklar olduğunu; bu anlamda belediye başkanı aday adaylarının belediye meclis üyesi aday adaylarına göre daha ileri düzeyde eğitimli oldukları ve daha yüksek gelirler temin edilen mesleklere sahip oldukları,

2) Tüm adaylar arasında orta sınıf temsilcisi olan mühendis, mimar, şehir ve bölge plancısı, hekim ve avukat gibi beyaz yakalı serbest meslek sahipleriyle esnaf ve tüccarların ağırlıklı olduğunu, emeklilerin ise başvuru aşamasında önemli bir orana sahip oldukları ortaya çıkmıştır.

liderlik 039

Tabii ki bu aşamada önemli olan, bu aday adayları arasından hangilerinin hangi kriterlere göre neden, nasıl ve ne şekilde seçileceğidir.

O anlamda, bugün aday adayı konumunda olanlarla yarın öbür gün adaylığa kabul edilenler arasındaki farklılıkların, CHP’nin İzmir siyasetinin sınıfsal alt yapısını belirleme açısından çok önemli olduğunu bilip takip etmek; ayrıca, temsili demokrasinin böylesine geçersizleşip gözden düştüğü bir süreçte, kente dair asıl karar vericilerin bu aday adaylarının arasında yer almadığını bilip kabullenmek  koşuluyla…

Bilgi: Yazıda sözü geçen verilerin ayrıntısını gösteren çizelgeleri, Facebook’taki “Kent Stratejileri Merkezi” isimli grubun “Dosyalar” bölümünden indirebilirsiniz.

Doğdukları yere göre İzmir CHP aday adayları…

Ali Rıza Avcan

Cumhuriyet Halk Partisi’nin İzmir belediye başkanı ve meclis üyesi aday adayları ile ilgili liste üzerinden yaptığımız değerlendirmelere bugün de devam ediyoruz.

Hatırlayacağınız gibi bir önceki yazıda, listede yer alan 10 büyükşehir belediye başkan aday adayı, 255 ilçe başkan aday adayı ve 1.549 belediye meclis üyesi aday adayı arasında yer alan kadınların varlığını araştırarak ortaya çıkan rakam ve oranın çok az olduğunu belirtmeye çalışmıştık. Çünkü 10 büyükşehir belediye başkan aday adayından 2’si (% 20), 255 ilçe belediye başkan aday adayından 39’u (% 16.08), 1.549 belediye meclis üyesi aday adayından da 317’si (% 20,46) kadın, geriye kalanların tümü de erkek egemen siyaset dünyasının temsilcileriydi. 

Bugün ise, bu aday adaylarını doğdukları yerler üzerinden araştırarak hem aday adayları arasında İzmir’de doğanların sayı ve oranını belirlemeye hem de İzmir dışında doğanların nerede doğduklarına  göre bir durum değerlendirmesi yapmaya çalışacağız. O nedenle bugünkü değerlendirmeleri de, büyükşehir ve ilçe belediye başkan aday adayları ile belediye meclis üyesi aday aday adayları olmak üzere üç ayrı grup itibariyle ele alacağız.

Büyükşehir belediye başkan aday adayları

CHP Genel Merkezi tarafından düzenlenen aday adayı listesinde yer alan 10 büyükşehir belediye başkan aday adayından 5’inin; yani, % 50’sinin (Abdül Batur, Seniye Nazik Işık, Musa Çam, Sefa Taşkın, Kemal Karataş) İzmir’de, diğerlerinin ise sırasıyla Kula/Manisa (Hasan Karabağ), Ankara (Canan Arıtman), Antalya (Sait Ersu Hızır), Malatya (Cevat Durak) ve yurt dışında (Aydın Özcan) doğdukları görülmektedir.

Bu listeye tabii ki, aday adayı olarak başvurmamış olan Alaattin Yüksel, Kamil Okyay Sındır, Mehmet Ali Çalkaya, Murat Bakan, Tuncay Özkan ve Tunç Soyer gibi isimler dahil değildir.  

topluluk 27

İlçe belediye başkan adayları

Toplam 255 ilçe belediye başkan aday adayından 131’inin (% 51,37) İzmir‘de, 9’unun (% 3,53) Kars‘ta, 8’inin (% 3,14) Tunceli‘de, 7’sinin (% 3,14) Ankara‘da, 7’sinin (% 3,14) Erzurum‘da, 7’sinin (% 3,14) Muş‘ta, 6’sının (% 2,35) Manisa‘da, 6’sının (% 2,35) Ağrı‘da, 6’sının (% 2,35) da yurt dışında doğduğu belirlenmiştir.

Geriye kalan % 25,49’luk payın aralarında dağıldığı iller ve bu illerde doğan belediye başkan aday adaylarını sayısı ise şu şekildedir:

Adana 1, Aydın 2, Adana 1, Afyonkarahisar 1, Amasya 1, Antalya 1, Ardahan 1, Balıkesir 1, Bingöl 1, Bitlis 2, Burdur 1, Bursa 3, Çanakkale 1, Çorum 2, Denizli 1, Edirne 1, Elazığ 3, Eskişehir 2, Gaziantep 1, Gümüşhane 1, Iğdır 1, Kahramanmaraş 1, Karabük 1, Kayseri 2, Kırıkkale 1, Konya 3, Kütahya 5, Malatya 5, Mardin 1, Mersin 1, Muğla 1, Ordu 1, Sinop 1, Sivas 3,  Şanlıurfa 2, Tokat 3, Trabzon 1, Uşak 1, Van 1, Yozgat 2.

İlçe belediye başkan aday adaylarından 4’ünün ise nerede doğduğu belli değildir. 

Ayrıca Adıyaman, Aksaray, Bartın, Batman, Bayburt, Bilecik, Bolu, Çankırı, Denizli, Düzce, Giresun, Hakkari, Hatay, Isparta, İstanbul, Kırklareli, Kırşehir, Kilis, Kocaeli, Nevşehir, Niğde, Osmaniye, Rize, Sakarya, Samsun, Siirt, Şırnak, Tekirdağ, Yalova ve Zonguldak‘tan oluşan 32 ilin, mevcut CHP ilçe belediye başkan aday adayları açısından listeye girememiş olması da diğer ilginç bir tespit olarak kabul edilebilir.

İlçe belediye başkan aday adaylarının ilçeler arasındaki dağılımında karşımıza çıkan ilginç bir durum da, bazı ilçelerde belediye başkan adaylarının neredeyse tümü İzmir dışı illerde doğmuşken, bazı ilçelerde tüm belediye başkan adaylarının İzmir’de doğmuş olmasıdır. Karabağlar ilçesinde 6 belediye başkan aday adayından tümü İzmir dışındaki illerde doğmuş iken, Ödemiş ve Tire‘de tüm belediye başkanı aday adaylarının İzmir doğumlu olması bu durumun en iyi örnekleridir.

İzmir doğumlu belediye başkanı aday adaylarının ilçelerdeki tüm aday adayları arasındaki düzeyini gösteren oranlar ise şu şekildedir: 

Aliağa: % 28,57, Balçova: % 33,33, Bayındır: % 50, Bayraklı: % 20, Bergama: % 66,67, Beydağ: % 100, Bornova: % 56,25, Buca: % 64,71, Çeşme: % 63,63, Çiğli: % 27,78, Dikili: % 45,45, Foça: % 75, Gaziemir: % 50, Güzelbahçe: % 57,14, Karabağlar: % 0, Karaburun: % 33,33, Karşıyaka: % 25, Kemalpaşa: % 45,45, Kınık: % 100, Kiraz: % 100, Konak: % 28,57, Menderes: % 72,72, Narlıdere: % 50, Ödemiş: % 100, Seferihisar: % 50, Selçuk: % 85,71, Tire: % 100, Torbalı: % 75, Urla: % 63,63.

Görüldüğü gibi yurt içinden yoğun göç alan merkezdeki Bayraklı, Çiğli, Karşıyaka gibi ilçelerle sahildeki Karaburun gibi ilçelerde İzmir doğumlu aday adaylarının sayı ve oranı azalıp bu oran Karabağlar gibi büyük ve önemli bir ilçede % 0’a kadar düşerken; Beydağ, Kınık, Kiraz, Ödemiş ve Tire gibi iç kısımlardaki önemli tarım ilçelerinde ilçe belediye başkan aday adaylarının tümünü İzmir doğumlular oluşturmaktadır.

topluluk 22

Belediye meclisi üyesi aday adayları

Toplam sayısı 1.551’i bulan belediye meclis üyesi aday adaylarının doğum yerleri itibariyle dağılımı ise şu şekilde ortaya çıkıyor:

İzmir doğumlular – 604 aday adayı – % 38,94

Erzurum doğumlular – 66 aday adayı – % 4,26

Tunceli doğumlular – 50 aday adayı – % 3,22

Muş doğumlular – 48 aday adayı – % 3,09

Kars doğumlular – 45 aday adayı – % 2,90

Manisa doğumlular – 43 aday adayı – % 2,77

Sivas doğumlular – 40 aday adayı – % 2,58

Görüldüğü gibi bu grup içindeki İzmir doğumluların ağırlığı, büyükşehir belediye başkanları grubundaki % 50 ve ilçe belediye başkan aday adayları grubundaki % 51,37′ oranından % 38,94 oranına düştüğünü ve ilçe belediye meclislerinde üretilen kente dair siyasetin bir anlamda İzmir doğumlu olmayanlara bırakıldığını, İzmir doğumluların bu alandaki etkisinin her geçen gün azaldığını net bir şekilde ortaya koymaktadır. 

Belediye meclis üyesi aday adayları içinde İzmir doğumluları izleyen diğer iller ise sırasıyla Erzurum, Tunceli, Muş, Kars, Manisa ve Sivas olmuştur.

Belediye meclis üyesi aday adayları arasında en alt sıralarda yer alan iller ise 1 belediye meclis üyesi aday adayının doğduğu Bartın, Bayburt, Çanakkale, Çankırı, Karaman, Kilis, Tekirdağ ve Zonguldak illeridir.

İzmir’deki CHP’li belediye meclis üyesi aday adaylarının doğmadıkları iller ise sırasıyla Aksaray, Bilecik, Edirne, Giresun, Hakkari, Sakarya, Şırnak ve Yalova olmuştur. 

CHP’li belediye meclis üyesi aday adaylarının doğduğu illeri kendi ilçeleri ölçeğinde incelemeye kalktığımızda ise bazı ilçeler ortaya koydukları özellikleriyle öne çıkmaktadır. Örneğin;

* Tüm ilçeler itibariyle belediye meclisi aday adayları arasında İzmir doğumlu olanların oranı ortalama % 38,94 olmakla birlikte; bu durum Bayraklı % 16,81, Çiğli % 20,92, Balçova % 21,95,  Karşıyaka % 22,67 gibi ilçeler bu ortalamanın altında, Ödemiş % 90,91, Beydağ % 90, Bayındır % 80, Tire % 75, Çeşme % 72,92, Torbalı % 63,89, Karaburun ve Kemalpaşa % 60,71, Foça % 58,62, Urla % 58,21, Selçuk % 54,17, Güzelbahçe % 47,17, Menemen % 46,15, Gaziemir % 43,14, Seferihisar % 41,67 ve Aliağa % 40,74 gibi ilçeler ise bu ortalamanın üstünde yer almıştır.

* Bir ilçede belediye meclis üyesi aday adayı olarak başvuranların tümünün kaç adet ilden geldiklerine baktığımızda ise; genel kamuoyu görüşü olarak “Karşıyakalılık” olarak adlandırılan aidiyet ilişkisinin, “Karşıyaka’da doğmuş olma” koşuluna bağlandığı ve 2014 sonrasında bunun bir muhalefet nedenine dönüştüğü Karşıyaka’da, belediye meclis üyesi aday adayı olan toplam 150 CHP’linin İzmir dışındaki 43 ayrı ilde doğmuş olduğunu ve Karşıyaka’nın bu zengin çeşitliliği ile İzmir ilçeleri arasında ilk sırayı aldığını görüyoruz. Bu durumun Karşıyaka’nın her iki yanındaki ilçelerde; yani Bayraklı‘da 41, Çiğli‘de 32 şeklinde devam etmesi de bu durumun sadece Karşıyaka‘yı değil, onun merkez olduğu İzmir’in kuzeyi açısından genel bir özellik olduğunu ortaya koymaktadır. Aynı durum İzmir’in güneyindeki Karabağlar’da beklendiği gibi 43 il düzeyinde bulunduğu görülmüştür.

Sonuç adına…

Büyük kentlere zorunlu ya da gönüllü iç göçlerle gelip yerleşenlerin doğup büyüdükleri topraklara olan aidiyetleri üzerinden, yerleştikleri coğrafyaya tutunmak adına geliştirdikleri “hemşehrilik” olgusunun İzmir dahil ülkemizdeki tüm büyük kentlerde karşımıza çıkan toplumsal bir gerçeklik olduğunu bilmekle birlikte; “gelen”in beraberinde getirdiği ekonomik, toplumsal ve kültürel değerlerle gelinen yerdeki “yerleşik”lerin o güne kadar o coğrafyada geliştirdiği ekonomik, toplumsal ve kültürel değerlerin birbirleriyle nasıl bir ilişki ve etkileşime geçeceği, bu çatışma ya da eklenme sürecinin gün geçtikçe artan İzmir dışı doğumlu yerel siyasetçiler eliyle nasıl yönetileceği konusu, İzmir gibi büyük göçler alan büyük kentlerin temel sorunlarından biridir.

Önümüzdeki dönemde, bugün listesi elimizde olan bu aday adaylarının nasıl gerçekleşeceği belli olmayan bir tercih süreci içinde hangi kriterlere göre elenip nasıl aday konumuna yükselecekleri, ardından da kendi aralarında nasıl bir ilişki ve iletişim içine girecekleri ve İzmir’i hep birlikte nasıl yönetecekleri henüz belli olmamakla birlikte;

topluluk 26

Herkes için Yaşanabilir Bir Kent” hedefiyle yola çıkan bizlere düşen temel görevin, kentin yönetimi ile ilgili bu tür  süreçlere kamu yararı doğrultusunda müdahale edebilecek tüm bir kenti kucaklayan antikapitalist kent mücadelesinin bir an önce oluşturulması gerçeğini unutmamak ve bunun için hep birlikte adım atmaktır.

Devam Edecek…

Not: Bugünkü yazımızla ilgili verileri içeren Excel dosyaları, Facebook’taki “Kent Stratejileri Merkezi” isimli grubun “Dosyalar” bölümünden indirip inceleyebilirsiniz.

İzmir CHP aday adayları: Kazanma olasılığı yüksek ilçelerde erkek egemen bir yapı…

Ali Rıza Avcan

Cumhuriyet Halk Partisi’nin İzmir’deki belediye başkanı ve meclis üyesi aday adayları ile ilgili listesi geç de olsa elime ulaştı. Liste, CHP Genel Merkezi tarafından düzenlenmiş bir liste. Ayrıntısına bakıldığında sanki eksiklikleri ya da yanlışlıkları barındırıyormuş gibi gözüküyor. Örneğin Bergama’da 3 belediye başkanı, 3 de meclis üyesi aday adayının olması -en azından belediye meclis üyesi aday adayı sayısı açısından- inandırıcı gelmiyor. Ama yine de bütün aday adaylarını içermesi nedeniyle şimdilik elimizdeki tek bilgi kaynağı. İşte o nedenle, bu liste üzerinden yapılacak analiz ve değerlendirmelerin de kendi içinde bazı eksiklik ya da yanlışlıkları barındırmasını normal karşılamamız gerekiyor.

Listede İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı aday adayları yanında ilçeler düzeyinde kimlerin ilçe belediye başkanlığı ve belediye meclisi üyeliği için aday olduğunu görebiliyorsunuz. Tabii ki, parti örgütlerine dosya vermeden aday adayı olabilenler bunun dışında kalıyor.

Listeye göre 10 aday adayı İzmir Büyükşehir Belediye Başkanlığı, 255 aday adayı ilçe belediye başkanlığı, 1.549 aday adayı da ilçe belediye meclisi üyeliği için başvurmuş durumda.

En fazla belediye başkan aday adayının olduğu ilçeler sırasıyla 18 aday adayı ile Çiğli, 17 aday adayı ile Buca, 16 aday adayı ile Bornova, 15 aday adayı ile Bayraklı ve 14 aday adayı ile Konak ilçeleri.

CHP aday adayı, genellikle kazanma olasılığı yüksek ilçeleri daha fazla tercih ediyor.

Kent merkezinde nüfusu ve oy kullanabilecek seçmen sayısı fazla olan Bayraklı, Bornova, Buca, Çiğli ve Konak gibi büyük ilçelerde belediye başkanlığına aday olanların fazla olması beklenen bir durum olmakla birlikte; nüfusu ve seçmen sayısı oldukça az olan Karaburun, Çeşme, Dikili ve Seferihisar gibi bazı küçük ilçelerde beklenenden fazla adayın ortaya çıkması; ayrıca, CHP’nin AKP ile dişe diş mücadele etmesi beklenen Karabağlar, Torbalı, Ödemiş ve Kiraz gibi ilçelerde de çok az sayıdaki aday adayının varlığı ilginç bir durum olarak karşımıza çıkıyor.

chp İzmir aday adaylarının İlçeler arası dağılımıBelediye başkan aday adayı sayılarını ilçelerin 2017 yılı nüfusları ve 2018 milletvekilliği seçimleri için açıklanan seçmen sayılarıyla karşılaştırdığımızda Karaburun’da her bir aday adayı başına 981 kişi ya da 861 seçmenin, yine aynı şekilde Seferihisar’da her bir aday adayı başına 3.399 kişi ya da 2.663 seçmenin düşmesi; bu sayıların Kiraz gibi pek fazla bir şey beklenmeyen küçük bir ilçede her bir aday adayı için 43.859 kişi ya da 33.661 seçmene veya Karabağlar gibi mücadelenin zorlu geçeceği bir ilçede her bir aday adayı için 80.132 kişi ya da 60.187 seçmene yükselmesi bu ilginç durumun en çarpıcı örnekleri.

Aynı durum belediye meclisi aday adayları için de geçerli. BU duruma göre seçilme şansının arttığı ilçelerdeki aday adaylarının sayısı artmakta, zor olduğu ilçelerde de azalmaktadır. Yukarıdaki tablonun incelenmesinden de anlaşılacağı üzere Kınık ve Kiraz’da hiçbir aday adayının olmaması, Karabağlar’da aday adayı başına 4.808 kişi ya da 3.611 seçmenin, Ödemiş’te 6.011 kişi ya da 4.686 seçmenin, Torbalı’da 4.788 kişi ya da 3.431 seçmenin düşmesi; diğer yanda da Foça, Narlıdere, Urla ve Çeşme gibi ilçelerde aday adayı başına düşen nüfus ya da seçmen sayısının 308’e kadar düşmesi bu durumun en kuvvetli kanıtları.

CHP İzmir aday adayları arasında “kadının adı yok” !

İzmir Büyükşehir Belediye Başkanlığı ile ilçe belediye başkanlıkları ve belediye meclisi üyelikleri için başvuruda bulunan aday adaylarının cinsiyetleri açısından dağılımını gösteren aşağıdaki tablodan da görüleceği gibi, İzmir genelinde belediye başkanlığı için başvuran kadın aday adaylarının toplam belediye başkanı aday adayları arasındaki payı % 15,71, kadın belediye meclisi üye aday adaylarının toplam belediye meclisi üye aday adayları arasındaki payı ise % 20,46.

chp İzmir kadın aday adaylarıBu oranların CHP’nin vitrini olarak takdim edilen İzmir açısından savunulur bir yanı yok. Bırakın seçilip aday yapılacak kadınları, kendiliğinden gelip başvuran CHP’li kadınların sayısı ya da oranı bile şimdiden çok düşük. Ortaya çıkan oranlar CHP metinlerinde yazılı olan kotayı bile bulmuş değil.

İzmir Büyükşehir Belediye Başkanlığı için Seniye Nazik Işık ile Canan Arıtman‘ın aday adayı olarak başvurmuş olmaları; ayrıca, Güzelbahçe’de 7 adaydan 3’ünün, Urla’da 11 adaydan 4’ünün kadın olması iç ferahlatan gelişmeler olmakla birlikte; Bayındır, Bergama, Beydağ, Dikili, Foça, Gaziemir, Karabağlar, Kınık, Kiraz, Ödemiş, Seferihisar, Tire ve Torbalı olmak üzere toplam 13 ilçede hiçbir kadın belediye başkan adayının çıkmaması oldukça kötü ve düşündürücü bir durum.

Bu kötü durum, belediye meclis üyeliği için başvuran aday adayları arasında bir nebze olsun düzelmekle birlikte; en fazla kadın aday adayının çıktığı Narlıdere (% 36,36), Balçova (% 31,71) ve Karaburun (% 28,57) bile İzmir genelindeki bu durumu düzeltmeye yetmiyor.

CHP’li kadın aday adaylarının tüm aday adayları arasındaki durumu şimdilik bu vaziyette. Yarın öbür gün bu aday adayları arasında yapılacak seçimler sonrasında bu sayı ve oranların artacağı mı yoksa daha da azalacağı mı henüz kimse tarafından bilinmiyor.

Dileğimiz ise, en azından mevcut aday adayları arasındaki kadınların bir adım daha öne çıkarılması suretiyle kadının sahip olduğu gerçek güç ve değerin tüm açıklığıyla ortaya konulması ve dişi bir kent olduğu söylenen İzmir’e kadın elinin değmesidir.

Devam Edecek…

Şeffaflık ya da açıklık: seçim harcamalarının kaynağı ve çalışma ekipleri…

Ali Rıza Avcan

31 Mart 2019 tarihli yerel seçimlere çok az bir zaman kaldı. Adaylıkları kesinleşenler sahada çalışmaya çoktan başladılar. Adaylıkları kesinleşmeyen CHP’li aday adayları ise değişik yol ve yöntemlerle CHP Genel Merkezi’ndeki yöneticilerle CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu‘nu etkileyip ikna ederek kendi şanslarını arttırmaya çalışıyorlar.

CHP’li aday adaylarını destekleyen kurum ve şahıslar ise başta CHP Genel Merkezi koridorları olmak üzere medya, sosyal medya ve toplantı organizasyonları dışında yaptıkları pazarlıklarla kendi adaylarının kabul görüp seçilmesi için uğraşıp didiniyorlar.

Her bir adayın destekçisi kurum, grup ve şahıslar olmakla birlikte her bir aday adayı kamuoyu karşısına tek başına çıkıyor ve yalnız haliyle kendini anlatıp tanıtmaya ve en iyi adayın kendisi olduğunu anlatmaya çalışıyor çalışıyor.

Bu arada kimse de çıkıp bu adaylara “sen bu seçimin harcamalarını hangi kaynaktan karşılıyor ve kimlerle çalışıyorsun?”, “Sana kimler yardım ediyor ve yarın öbür gün aday olup seçildiğin takdirde belediyeyi seninle birlikte yönetecek ekibin üyeleri kimler olacak?” diye sormuyor, sormayı akıl etmiyor.

Tabii ki, kulaktan kulağa dolaşan ve şimdilik sadece bir rivayet ya da söylenti olarak niteleyebileceğimiz bazı bilgilere göre, kimin genel sekreter olacağı, kimin danışman olarak atanacağı bile konuşuluyor.

Oysa hem İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin hem de diğer ilçe belediyelerinin sadece seçilen belediye başkanları tarafından yönetilmeyeceğini, belediyelerdeki kararların belediye meclisi tarafından verilip belediye başkanları tarafından uygulanacağını, bu anlamda belediye başkanlarının tek başına karar verme yetkisinin çok sınırlı olduğunu hepimiz biliyoruz.

Ayrıca, belediyelerin karar organı olarak görev yapan belediye meclisi üyeleriyle belediye başkanları arasındaki hassas dengenin korunması, her ikisinin birbirinden bağımsız ve birbirini denetleyecek şekilde kamu yararını önceleyerek halkın temsilcisi olma özelliğini sürdürmesi ve belediye meclisi üyelerinin komisyonlara seçilme, şirketlerde yönetici olma, yurt dışı seyahatlere katılma ya da başka ödüller karşılığında başkandan gelen her öneriyi ellerini kaldırıp kabul eden emir erlerine dönüşmemesi için bu üyelerin toplumun tüm sınıf, kesim ve gruplarını temsil edecek şekilde, konusunda bilgili, birikimli, deneyimli ve yetenekli halk temsilcileri olmasını talep etmemiz gerekiyor.

Çünkü yukarıda da söylediğimiz gibi, günümüz koşullarında bu büyüklük ve düzeydeki belediyelerin tek bir belediye başkanı tarafından değil; seçilen o belediye başkanının yanında yer alan belediye meclisi üyeleriyle belediye başkanı tarafından oluşturulan bilgili, deneyimli, birikimli, yetenekli ve konusunda uzman bir ekip tarafından yönetilmesi gerekiyor. Beraber çalışılacak belediye meclisi üyelerinin dışında, belediye üst yönetimini oluşturan genel sekreter, genel sekreter yardımcıları ve danışmanlar ise böylesi bir ekibin akla ilk gelen üyeleri. Şayet bu özelliklere sahip üyeler başlangıçta ekibe katılmazsa, birkaç yıl önce Karşıyaka Belediye Meclisi’nde karşımıza çıktığı gibi, hukukçu üye olmadığı için hukuk komisyonu başkanlığına hukuk bilgisi olmayan üyenin seçilmesi gibi garabet bir durumla yeniden karşılaşmamız hiç de zor olmayacaktır.

Color pencils representing the concept of Standing out from the crowd

İşte o nedenle, belediye yönetimi artık sadece belediye başkanının bilgi, birikim, deneyim ve yeteneğine bırakılacak bir konu değil. Kendisinden belediyeyi konusunda uzman bürokrat, teknokrat, profesyonel ve danışmanlardan oluşan bir ekiple yönetmesi ve kendisi karşısında bağımsızlığını koruması gereken belediye meclisi üyelerinden destek alması bekleniyor.

Ama bütün bu çağdaş gerekliliklere rağmen, şu ana kadar tanıyıp dinlediğimiz ya da medyadan izlemeye çalıştığımız aday ya da aday adaylarının yanında ikinci bir ismi ya da bilgisine, birikimine, deneyimine, uzmanlık ve yeteneklerine güvenebileceğimiz ekipleri göremiyoruz. 

Oysa adayların ya da aday adaylarının neredeyse tümü belediyeyi başarılı bir ekip çalışması ile yöneteceğini söylüyor.

Eğer bu söyledikleri doğruysa ve belediyeleri güvenilir bir ekiple yöneteceklerse; bu ekip kimlerden oluşuyor ve şimdi nerede, neler yapıyor?

Bence şu aşamada sorulması gereken en temel sorulardan birisi bu…

Adayların ya da aday adaylarının basına, sosyal medyaya yansıyan haberlerine, duyurularına ve tanıtımlarına baktığımızda çoğunun konunun uzmanı kurum ya da şahıslardan profesyonel ölçekte destek almadıkları için amatör işi olduğunu görüyoruz. Hem geniş kitleleri etkileyip heyecanlandıracak inandırıcı ve doğru mesajları yok, hem de bu mesajı hangi mecrada hangi şekilde ve sıklıkla vereceklerini, mesajları arasındaki bütünlüğü nasıl oluşturacaklarını pek bilmiyorlar. Belli ki kendilerine bu konularda bilgisi, birikimi, deneyimi, yetenek ve becerisi olmayan amatör hevesli birileri yardım ediyor.

Örneğin büyükşehir belediye başkanlığına aday olan bir ilçe belediye başkanının sosyal medyada adeta kendi ilçesinde yeniden adaymış gibi tanıtım yaptığını görüyor; o ilçede belediye başkanlığı yaptığı süre içinde edindiği hangi bilgi, birikim ve deneyimi nasıl bir değişimle büyükşehir ölçeğine taşıyacağını konusunda tek bir bilgi edinemiyorsunuz.

Başka bir ilçe belediye başkanı aday adayının ise kendi hedef kitlesi olmayan kurum ya da kişilere tanıtım yaptığını görüyor, yaptığı tanıtımlarda da daha önceki belediye başkanlarından ya da kendi rakiplerinden farklı seçenekler ortaya koyamadığını anlıyorsunuz.

Seçim kulislerinde yaptığınız araştırmalarda, bazı gazetecilerin dünya görüşleri birbirinden çok farklı adaylara aynı anda danışmanlık yaptığını, rant pastasının büyük olduğu Bayraklı’da aday adaylarına çoğu kez emlak komisyoncularının danışmanlık yaptığını ya da Biva İnşaat‘ın sahibi Vahap Yılmaz gibi AKP’den ödüllü inşaat şirketi sahipleriyle emlak komisyoncularının aday olduğunu, başarısız olduğu için yeniden seçilme şansı olmayan Karşıyaka Belediye Başkanı Hüseyin Mutlu Akpınar‘ın 2014 tarihli seçimlerdeki saha çalışmalarını yürüten ekibin şu sıralarda çoğu İzmirlinin desteklediği İzmir Büyükşehir Belediyesi başkan aday adayı Seferihisar Belediye Başkanı Tunç Soyer‘in ekibinde yer alıp çalıştığını,  seçime girmeyen bazı sol siyasi parti ya da grupların Karabağlar, Ödemiş ve Urla gibi önemli ilçe belediyelerini almak ya da oralarda etkili olmak için pazarlıklar yaptığını duyuyor ya da tanık oluyoruz.

Bu tür örnekleri daha da arttırmak mümkün…

Evet, aday adayı olanların küçük bir kısmını kent ölçeğinde verdiğimiz toplumsal mücadelelerin içinden tanıyor, büyük bir kısmını ise bilmiyor ve tanımıyoruz. Bu aday adaylarına bilgisi, görgüsü, birikimi, deneyimi, becerisi ve mali imkanlarıyla destek verenleri, yarın öbür gün onlarla birlikte bu kenti yönetecek olan kadroları ise hiç mi hiç tanımıyoruz.

İşte o nedenle, adaylar ya da aday adayları seçim sürecinde birlikte çalıştıkları ve yarın öbür gün kenti yönetirken birlikte olacakları ekipleriyle birlikte kamuoyunun önüne çıkarak seçilmek ve ardından kenti yönetmek için kimlerle işbirliği içinde olacaklarını, kimlerden yardım ve destek aldıklarını, kimlerin bilgi, birikim, deneyim, beceri ve yeteneklerinden yararlandıklarını ya da yararlanacaklarını açık bir şekilde anlatmalı; böylelikle, hem seçim çalışmalarının finansal kaynakları hem de destekçileriyle çalışma ekibinin kimlerden oluştuğu konusunda bizlere bilgi vermelidirler. 

Şeffaflık 001

Çünkü, seçim harcamalarının finansal kaynağı ile destekçilerin ve ekip üyelerinin kimlerden oluştuğunu bilmek hepimizin savunup yaşama geçirmeye çalıştığı şeffaflık ya da açıklık ilkelerinin en önemli gereklerinden biridir.