Değerbilirlik (*)

Tarık Dursun K. (**)

Kadirbilirlik kelimesinin içeriğinde yalnız değer verirlik, bir tür değer kabullenişi mi vardır? Kıyısından köşesinden bir övgü de yok mudur?

Genelde zayıf bellekli toplumlar, yönetenlerinin öngörürlüğüyle kimi “değer”lerinin anısını dünden bugüne, yarına taşırlar. Her gün yüz yüze gelinen, içinde yaşanılan, geçilen, toplumla ilgilenilen yerlere, mekânlara, parklara, sokaklara, caddelere (benzerlerine) değerinin tam (acaba tam mıdır dersiniz?) karşılığı olarak, o kişinin (ya da kurumun, kuruluşun ya da herhangi olağanüstü bir anlama sahip bir “şeyin) adını verirler.

Toplum bireyleri onları bilinçaltında sürekli değerliler hanesinde tutar; kişiliğiyle yaptıklarının anısını bu süreklilik boyunca yaşatır.

Ancak çok büyük değişikliklerde, çok büyük çalkantılar sonucu ortaya çıkarak geçmişteki o kişinin yaptığı yararlılıkların da üstüne gelen kişiler (kurumlar, kuruluşlar) olursa…

O zaman yer değiştirme olgusu başlatılır. Sözgelişi, bir parka, sokağa, caddeye ya da bir mekâna verilmiş “eski” kişinin adı oradan alınır, “yeni” kişinin adı verilir.

Aklı başında toplumların yine aklı başında bilinen yöneticileri, bu denli açık “densizlik” yapmazlar. Çünkü anısının yaşatılması gereği duyulan o “şey” için ülkede (ve kentlerde) o kadar çok park, sokak, cadde ve mekân vardır ki…

Ama siz intikamcı bir kafa taşıyorsanız… tez vakitte hiç yapılmamışı yapmalara kalkarsanız; ülkede (ve kent içinde) onca ad verilecek, anısını adlandırarak yaşatacak nice sayısız parkları, sokakları, caddeleri ve mekânları (pekâlâ da) görmezlikten gelebilirsiniz.

İntikamcı kafalar, gözleri de efsunlar; salt intikam duygusunun körüklediği bir gözü peklikle sizden önceki yöneticilerin yaptıkları bir çırpıda yok etmelere girişirsiniz. Bu, “benden (bizden) olmayan ölsün”lü anlayışın ilkelliğidir.

Sonra başlarsınız gücünüze de güvenerek (buradaki güç, siyasal güçtür elbette) Aziz Nesin, Rıfat Ilgaz, Uğur Mumcu, Ahmet Taner Kışlalı adlarını Mehmet Akif’le, Necip Fazıl’la, Süleyman Nazif’le, şehit Filanla, Kestane ya da Fıstıkla değiştirmeye.

Yemiş adlarını bir yana bırakırsanız, kuşkusuz, ülke için bir Akif de, bir Nazif, bir Necip Fazıl da kazanılmış geçmiş değerlerin sahipleridir, onlara da kadirbilirlik gösterilmelidir. Ne var ki bunca sokak, park, cadde ve mekân bolluğu içinde birincileri bir kalemde silip atarak yerlerine ikincilerin adlarını koyarsanız… Toplum, yapılan o tür densizliklere endaze bulmakta şaşırmaz mı?

(*) Kuşkusuz, İzmir’de.

(**) – Bu yazı, Tarık Dursun K., “Alireis Mahallesi’ne Yangın Yokuşu’ndan da Gidilir”, İzmir, Aah İzmirim!..” isimli kitabından alınmıştır. Dönence Basım ve Yayın Hizmetleri, Ekim 2014, İzmir, sayfa: 156-157 .

İzmir şiirleri (5)

YORGUN ÇARŞI

Bakışların Arap atı
Yüreğin göğsüne yük
Cumbalarında gülen
Yaşlı yüzler
Uzun çarşılarından büyük

Mevlüt ve teravi
Kokar aktarları
Çekmecelerinde
Az karanfil, bol hüzün

Mağazaların gecekondusu
İşporta
Çay kaşığı, limonluk ve bardak
Kimbilir, şu sabun satıcı
Ve terlik çağırtkanı
Eski bir meddah

Uzun bir alacakaranlık
Ve eski bir sudur Kemeraltı
Yıkıntısından
Yeni rüzgarlar doğacak

HİDAYET KARAKUŞ / Kemeraltı Şiirleri

5cfa7f22ce51c857ba2e38871cb809b6

İZMİR

Kan kardeşi hayatın

armağanı anıların

yasemen kokar

Ay dolanır şavkı vurur

meltemin sabahına

akşamın imbatına

İzmir yaşar ve yaşanır

ömrüm,İzmir misali

yasemen kokar

Ay çıplaktır,ışığı da

İzmir hem ay

hem ayın ışığı kokar

REFİK DURBAŞ

image-14806277891138686981

ÜÇ ANI ÜÇ ŞEHİR

sığırcıkların altından geçiyorduk,kara

bir güneşle beraber ve caddelerde

yalnız kuş ölüleri,yıkık evler,büyük

düşlerim,güz yaprakları,sinema afişleri

eski

bir çınar

yağmura duruyordu kalabalıklar

‘avare yıllar’ı imzalıyormuş

sergi kitabevinde

orhan kemal.

 

bin dokuz yüz altmış sekizdi, ankara.

 

puslu bir gündü, yıldönümü nagazaki’nin

ve taşıyordum yanımda tıp kitaplarıyla

radyoaktivite’yi

genişletiyordum gülüşünü

güzelim bir kız çocuğunun

sarışın, gözleri çimen yeşili

 

bu çocuk da ölebilirdi

kalırdı sadece

yeşil bir çuhada kırmızı kan

izleri.

 

anlatmalıyım

başkalarına

anlatmalıyım

radyoaktivite’yi.

 

yağmur hızlandı,sığınsam yağmur duraklarına

ah,sevgilimse sevdiğim bir dize gibi aklımda

belki nazım’dan

belki rembo, neruda.

 

bin dokuz yüz altmış sekizdi, ankara.

 

pia pastanesinde bekliyordum

güzel bir gelecek için mavi kenarlı düşlerimi

karanlık yüzlü

bir adam

her an,gelip götürebilirdi beni

düşünüyordum yaşayanları sur kovuklarında

düşünüyordum neler olup bitiyor dünyada.

 

işçi bir kızı bekliyordum, sevgilimdi

içimde grev fırtınalarının estirdiği

uğultularla.

 

bin dokuz yüz altmış sekizdi, istanbul.

 

koşarak binlerce ayak pasaporta

denize doğru,sütliman bir denize

koşarak.

 

nasıl da

düşenler üst üste yığılıyordu

ve uzakta yabancı bir filonun çelikleri

parlıyordu

ve kalbim derin çarpıntılarla

bir sürü şeyi üst üste yığıyordu.

 

yukardan

çığlık çığlığa

bir martı sürüsü geçiyordu.

 

bin dokuz yüz altmış sekizdi, izmir.

BEHÇET AYSAN / 1978, tivoli birahanesi, izmir

4f1c744cd3a5e3863f71c00d0e99ff93

GEL HADİ PARKA GİDELİM!

Gel, hadi parka gidelim.

Aylardan mayıs olsun

İlk günleri,en başları

Ara sokaklardan gelen ıhlamurların erken kokusunu duy

ve gülümse.

Parkına bak ve gülümse.

Sen istedin,

yarısı aydınlık yarısı karanlık oldu.

Genç kadınlarla genç erkeklerin ağız ağıza öpüşmelerinin

kokusunu duyabiliyor musun?

Dil dile vuruyor,

Diş dişi kamaştırıyor

Kadınların koltukaltları terli, apışaraları da

Ve erkeklerine sımsıkı sarılıyorlar.

Sen istedin,

Sen böyle istedin ve böyle oldu.

Karanlık, ağaçlar…

Tedirginlik duymayan puhu kuşlarının göğüs geçirmeleri…

Bir kadın iç çekip inliyor,

mutlu.

sen istedin ve böyle oldu.

Çok uzaklarda,diyelim Grand Otel’in bahçesinde bir kadın şarkıcı şarkı söylüyor.

Parka kadar uzanan sesini duyuyor musun?

Ne diyor?

Diyor ki… Evet,biliyorum; hep aynı şarkı…

Kadın ve erkek… Ayrılık…

Onmaz bir tutku,

Ah, sevmek!

TARIK DURSUN K.

edebiyat-dünyasindan-aci-haber-ünlü-yazar-vefat-etti-tarik-dursun-k-kimdir

 

SMYRNA BLEUS

inga pee yudum yudum erimeden

sabahın yıldızlı aydınlığında

dudaklarından kaldırımlara dökülen

senin kanın mıdır bilemem

yalnız çığlıkların hatırımda

rıhtımda pazartesi sularında

 

gözlerinde bir rakı bulanıklığı

bir uğultu cigaranın dumanında

mermer dişlerinin soğukluğu

bıçağımın üstündeki korkak buğu

oyulmuş bileklerin hatırımda

rıhtımda pazartesi sularında

 

gece mavisine boyalı saçların

devler hıçkırır şarkılarında

dönük bir deniz gibi tutarsın

nefesin hem erkek hem kadın

ökçesiz pabuçların hatırımda

rıhtımda pazartesi sularında

 

kıvırcık kirpikli bir çocuk bağırır

yıkılmış inga pee’nin burnunda

küpeştenin demirlerini ısırır

ellerim kelepçeli,kulaklarım sağır

yalnız smyrna bleus hatırımda

rıhtımda pazartesi sularında

ATİLLA İLHAN

aylakkarga-Safiye-Can_Attila-Ilhan_Ceviri-siir_Gedicht_Übersetzung-Türkisch-Deutsch

BADEMLİ

Eşref saatiyle badem uyanıp er-erken

O acemi mevsimi günevveli baştan çıkarmaya

Baharlar açmış tekmil,Bahara nispet veriyor

Aşkın ocağından tüten o esirik Buhur

-Bilmez mi evvelsi yıl nasıl aldatıldığını!

Yine de başı bulutlarda ya siz ona bakın

Böyle başladı işte Romen bir bademin Romanı

Boş yaprağa körpe körpe yapraklar yazdı Yeşilistan

Çağla diye dallara üşüşen çocuklar kadar çocuktur

Çağlalar ki onlar bademin yeşile çalan çocukluğu

Dolanır dururlar çingene sofralarının çergilerinde

Kilosun ağır satsalar da gavurun İzmir’inde…

Öbür ağaçlar da katılmış zaten ferah-feza ahengine

Saçılıp saçılıp döküldükçe gayrı bahçe değil o bahçe

Pembe açsa da kimi,günlerce ağarmaz o “beyaz gece…”

CAN YÜCEL

1280x720-M02