Belediyelerin tarımsal destek hizmetlerini bekleyen büyük tehlikeler; farkında mıyız?

Ali Rıza Avcan

6 Mart 2019 tarihinde kaleme aldığım “Ciddi bir uyarı” (1) başlıklı yazı ile, Sayıştay‘ın İzmir Büyükşehir Belediyesi ile ilgili 2016 yılı Denetim Raporu‘nun “Mevzuata Aykırı Olarak Tarımsal Yardımların Yapılması” başlıklı maddesinde dile getirilen “kooperatiflere, kooperatif birliklerine, meslek odalarına ve çiftçilere yapılan büyük tutardaki tarımsal yardım ve ödemelerin mevzuata uygun olmadığı” ile ilgili bulgunun, CHP‘li belediyelerin tepesine asılmak istenen “Demokles’in kılıcı” benzeri bir tehdit olarak ciddiye alınmasını, şimdilik bir uyarı olarak dile getirilen bu durumun herhangi bir şikayet durumunda şimdiye kadar yapılan yardımların tazminine konu olabileceğini belirtmeye çalışmıştım.

Nitekim daha sonraki tarihlerde yardım amacıyla başında Neptün Soyer‘in bulunduğu Köy-Koop İzmir, İzmir Tarımsal Kalkınma ve Diğer Tarımsal Amaçlı Kooperatifler Birliği‘nden yapılan büyük miktardaki doğrudan alımlar nedeniyle düzenlenen özel bir Sayıştay raporu neticesinde, hem bu tür yardım adı altındaki ödemelerin önü kesilmiş, hem de yapılan ödemeler tazmine konu olmuştu.

O tarihlerde dile getirmeye çalıştığım belediyelerce gerçekleştirilen tarımsal yardımların neler olabileceği, bu yardımların ne şekilde yapılacağı, bu yardımlar konusunda merkezi yönetimle belediyelerin nasıl bir işbirliği yapabileceğini, belediyelerce yapılan tarımsal yardımlarla merkezi yönetim birimlerince yapılan diğer tarımsal hizmetlerin il ve ilçe boyutunda nasıl bir bütünlük oluşturacağı gibi temel konuların Tarım ve Orman Bakanlığı‘nca düzenlenecek özel bir yönetmelikle belirlenmesine ilişkin önerimiz, aynı belirsizlikten yararlanan iktidar belediyelerini rahatsız etmemek, onların Tarım ve Orman Bakanlığı‘nın kırsal kalkınma destekleriyle birlikte her şeyi yapmalarını mümkün kılmak amacıyla geçen zaman içinde dikkate alınmamış; bu konularda birtakım akılcı çözümler önerilmesine karşın, tarımsal yardımlar konusundaki belirsizlik bilerek ve isteyerek sürdürülmüştü. (2)

Ancak aradan geçen zaman içinde CHP‘li belediyelerin tarımsal yardımlar konusunda “İzmir Modeli” ve “İstanbul Yaklaşımı” gibi uygulamalarla öne çıkması üzerine AKP iktidarı bu konuyu tarımsal faaliyet ve üretimin planlanması boyutunda Tarım Kanunu‘nda değişiklik yaparak ve bu değişiklikle ilgili bir uygulama yönetmeliği çıkararak “tarımın planlanması” adı altında kendi kontrolüne almayı tercih etmiş; böylelikle belediyelerce yapılan tarımsal yardımlar için özel bir yönetmelik düzenlenmesine gerek kalmamıştır.

Buna göre, 5488 Sayılı Tarım Kanunu‘nun 23 Mart 2023 tarih, 7442 sayılı kanunun 2. maddesi ile değişik 7. maddesi ile “tarım sektörü ile ilgili politikaların tespit edilmesi, planlanması ve koordinasyonu ile ilgili kurum ve kuruluşlarla işbirliği yapılarak uygulanmasındanTarım ve Orman Bakanlığı yetkili olup; bakanlıkça belirlenen ürün ve ürün gruplarının üretimine başlanmadan önce bakanlıktan izin alınması gerekmektedir. Bu madde hükmüne göre bakanlık, “tarımsal üretimin planlanması, gıda güvence ve güvenliğinin sağlanması, verimliliğin artırılması, çevrenin korunup sürdürülebilirliğin tesis edilmesi için” “arz ve talep miktarı ile yeterlilik derecesini dikkate alarak hangi ürün veya ürün gruplarının üretileceği ile tarım havzası veya işletme bazında asgari ve azami üretim miktarlarını” belirleyecek, aksine hareket edenleri aynı maddede yazılı yöntemlerle cezalandıracak ve buna ilişkin usul ve esasları belirlemek amacıyla bakanlıkça bir yönetmelik çıkaracaktır.

5488 Sayılı Tarım Kanunu‘nun 7. maddesinin verdiği yetkiye göre düzenlenip 14 Eylül 2023 tarih, 32309 sayılı Resmi Gazete’de yayınlanan “Tarımsal Üretimin Planlaması Hakkında Yönetmelik“, planlama çalışmasının ayrıntılarını ortaya koymuş ve tarımsal üretimin planlanması görevini bakanlığın ilgili merkez ve taşra örgütleri ile ‘Kurul‘, “Teknik Komite‘, ‘İl/İlçe Tahkim’‘, ‘İl/İlçe Keşif ‘ ve ‘İl/İlçe Tespit‘ komisyonlarına vermiştir.

Aynı yönetmeliğin 6 ve 7. maddelerine göre merkezde oluşturulacak ‘Tarımsal Üretimin Planlaması Kurulu‘na bağlı olarak il ölçeğinde valilik oluru ile oluşturulacak teknik komitelere vali yardımcısının başkanlığında 1 adet bakanlık il müdürü, il müdürlüğünün tarımsal üretimden sorumlu en az 3 şube müdürü ve tarımsal üretim planlama birim sorumlusu, bakanlık araştırma enstitüsünden 1 temsilci, Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü‘nün ilde bulunan birimini temsilen 1 temsilci, büyükşehirlerde ve büyükşehir bulunmayan illerde büyükşehir belediyesinden ya da il özel idare genel sekreterliğinden 1 temsilci, ildeki üniversitelerin bünyesinde ziraat, veterinerlik ve su ürünleri bölümü bulunması halinde her fakülteden birer temsilci, ziraat odalarıyla ticaret borsalarından 1 temsilci, ilde bitkisel üretim, hayvancılık ve su ürünleri alanında faaliyet gösteren en fazla üyeye sahip üretici birliği, yetiştirici birliği, kooperatif ve derneklerden her bir faaliyet alanı için 1 kişiden fazla olmamak üzere en fazla 3 temsilci katılacak, bakanlık gerekli gördüğü takdirde teknik komite toplantılarına temsilci gönderebilecektir.

Bu düzenlemeden de anlaşılacağı üzere, tarımsal faaliyetlerin il ölçeğinde planlanması için oluşturulan teknik komitelere TMMOB Ziraat Mühendisleri Odası temsilcisi alınmadığı gibi, İzmir özelinde 16 kişiden oluşan bu komitede sadece 1 adet büyükşehir belediyesi temsilcisi bulunacaktır.

Asıl önemli değişiklik ise, aynı yönetmeliğin belediyeleri bu yönetmelik hükümlerine dahil eden 13. maddesinin 8., 14. maddesinin 3. ve 16. maddesinin 2. fıkrası hükümleridir:

Madde 13, Fıkra 8:Kamu kurum ve kuruluşları ile bağlı ortakları, belediyeler ve il özel idareleri bitkisel üretime yönelik proje veya uygulamalarında bu yönetmelik hükümlerine tabidir.

Madde 14, Fıkra 3:Kamu kurum ve kuruluşları ile bağlı ortaklıkları, belediyeler ve il özel idareleri hayvansal üretime yönelik proje ve uygulamalarında bu yönetmelik hükümlerine tabidir.

Madde 15, Fıkra 2:Su ürünleri üretiminin planlaması ile ürün veya ürün gruplarının belirlenmesine ilişkin iş ve işlemler, Balıkçılık ve Su Ürünleri Genel Müdürlüğü tarafından ilgili kurum ve kuruluşlarla işbirliği içerisinde yapılır.

Bu üç fıkra hükmünü dikkate aldığımızda, Tarım ve Orman Bakanlığı tarafından hazırlanıp 14 Eylül 2023 tarihinde yürürlüğe giren yönetmeliğe göre, bitkisel ve hayvansal üretimle su ürünleri üretimiyle bunlara ilişkin destekler tümüyle Tarım ve Orman Bakanlığı‘nın istek ve iradesine bağlanmış; böylelikle bundan böyle büyükşehir belediyeleriyle ilçe belediyeleri tarafından yürütülen tarımsal destek hizmetleri, bitkisel ve hayvansal üretimle su ürünleri üretimi bundan böyle planlanıyor adı altında Tarım ve Orman Bakanlığı ile illerdeki komitelerin iradesine bırakılmış, belediyelerin tarımsal yardım ya da destek adı altında yapacağı bütün faaliyetler plan bütünlüğü içinde bu komitelerin tercihlerine teslim edilmiş, aynen büyükşehir belediyelerine bağlı ulaşım koordinasyon kurullarında (UKOME) olduğu gibi iktidardan yana kurum ve kuruluşların çoğunlukta olduğu kurul ve komiteler eliyle ve bu komitelerin izin vermediği konularda yardım ya da destek yapılmasının önü kesilmiştir.

Bu ise, 5216 sayılı Büyükşehir Belediyesi Kanunu‘nun 7. maddesinde yazılı tarımsal desteklerin nasıl yapılacağını gösteren bir yönetmeliğin Tarım ve Orman Bakanlığı‘nca düzenlenmesi gerektiği şeklindeki o eski önerilerimin artık bundan böyle geçerli olmadığını, bakanlığın bundan böyle bu sorunu ya da belirsizliği hepimizin olumlayıp desteklediği ‘tarımsal üretimin planlaması‘ boyutunda, büyükşehir belediyeleriyle ilçe belediyelerini planlama faaliyetlerinin içine dahil etmek suretiyle ve kendi temsilcilerinin çoğunlukta olduğu teknik komiteler eliyle gerçekleştireceğini, teknik komite tarafından uygun görülmeyen ve planlanmayan tarımsal desteklerin engelleneceğini, bu engellemelere karşı çıkan üretici ve işletmelerin cezalandırılacağını göstermektedir.

Anayasa Mahkemesi’nin yazısı.

Öte yandan, Anayasa Mahkemesi Başkanlığı‘ndan aldığım 6 Ekim 2023 tarih, 532825556/622.01 sayılı yazı ile 22 Nisan 2024 tarihinde CHP Anayasa Mahkemesi Koordinatörlüğü ile yaptığım telefon görüşmesinden edindiğim bilgilere göre, CHP tarafından Tarım Kanunu‘nun 23 Mart 2023 tarih, 7442 sayılı kanunla değişik 7. maddesi altıncı fıkrasındaki “bu maddenin uygulanmasına ilişkin usul ve esaslar Bakanlıkça çıkarılan yönetmelikle belirlenir” hükmünün iptali ve yürütmesinin durdurulması talebiyle yapılan başvurunun E. 2023/96 sayılı dosyada incelendiği anlaşılmakla birlikte; basında, sosyal medyada ve CHP‘ne ait kurumsal web sitesinde bu başvuruya ilişkin herhangi bir haber ya da bilgiye rastlanmadığı gibi, CHP‘lilerin, belediyelerin, belediye başkan adaylarıyla seçilen belediye başkanlarının ve asıl önemlisi halkın bu konuda bilgilendirilmediği anlaşıldığından kamuoyu bilgisi ve desteğinden yoksun bu başvurunun önümüzdeki günlerde nasıl bir sonuca ulaşacağı bilinmemektedir.

Ayrıca CHP, Anayasa Mahkemesi‘ne yaptığı başvurunun gerekçelerini, parti olarak aldıkları prensip kararı uyarınca benimle ve kamuoyu ile paylaşmamakla birlikte; 5488 sayılı Tarım Kanunu‘nun 7. maddesinde yapılan değişikliklerin iptalini ve yürütmesinin durdurulmasını, sadece bu maddenin uygulanması ilişkin usul ve esasları düzenlenmek amacıyla çıkarılacak/çıkarılan yönetmelikle sınırlayıp bu yönetmeliğin düzenlenmesine gerekçe oluşturan diğer madde değişiklikleri için, örneğin aynı madde hükmü uyarınca planlama kararlarına uymayanlara verilecek cezaları gösteren 3, 4 ve 5. fıkra hükümleri için talepte bulunmamasının idare hukuku açısından gerçekçi ve sağlam bir dayanağı olmadığını; ayrıca, tarımsal faaliyetlerin nasıl planlanacağını gösteren böylesine bir yönetmeliğin çıkarılmasının elzem olduğunu düşündüğüm için bence böylesine zayıf gerekçelere dayanan bu talebin Anayasa Mahkemesi tarafından reddedileceğini, bu konuda asıl yapılması gereken işin, anti demokratik hükümlerle dolu söz konusu yönetmeliğin iptali ve yürütmesinin durdurulması için belediyeler eliyle idare mahkemelerinde dava açılması olduğunu düşünmekteyim.

30 Eylül-2 Ekim 2022 tarihlerinde İstanbul’da yapılacağı duyurulan; ama yapılmayan tarımsal kalkınma zirvesi…

O nedenle de, ‘tarımsal üretimin planlanması‘ adı altında ortaya çıkan bu tehdit ortadan kalkmadığı sürece belediyelerin ve yeni belediye başkanlarının bundan böyle izlemek isteyecekleri tarım politika ve, stratejileriyle uygulamaların ne olacağını merak edip araştırmanın, bunun için değişik adlar altında toplantılar düzenleyip tartışmanın ve tarımsal yardımları planlamanın fuzuli ve anlamsız bir çaba olacağını, bu konuda yapılacak ilk işin 5488 sayılı Tarım Kanunu‘nun 7442 sayılı kanunla değişik 7. maddesine dayanılarak çıkarılan yönetmelik hükümlerine göre, büyükşehir belediyeleriyle ilçe belediyelerini oluşturulacak komitelerde azınlıkta bırakan, etkisiz kılan hükümlerinin bir an önce yürütmesinin durdurulup iptal edilmesi için kamuoyunu bilgilendirip arkasına alarak belediyeler eliyle mücadele etmek olduğunu düşünüyorum.

…………………………………………………………………………………………………

Alıntılar

(1) https://kentstratejileri.com/2019/03/06/ciddi-bir-uyari/

(2)Büyükşehir Belediyelerinin ve İlçe Belediyelerinin Tarımsal Destekleme Hizmet Standartlarının Geliştirilmesi Projesi Mevcut Durum Raporu“, Haziran 2021, Yerel Yönetim Reformu Projesi (YYR III), https://www.lar.org.tr/wp-content/uploads/2022/06/A.2.2.1.-Tarimsal-Destek-Hzm_MDA.pdf (Erişim Tarihi: 18.04.2024)

https://anayasa.gov.tr/tr/mahkeme-gundemi/genel-kurul/31-mayis-2023-genel-kurul-gundemi-ve-sonuclari

Yararlanılan Kaynaklar

Gökçe, S., Titiz, T., Özden, F., Işın, F., “İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin Kırsal Kalkınmaya Yönelik Hizmet Kalitesinin Değerlendirilmesi: Bergama ve Ödemiş İlçeleri Örneği, Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesi Dergisi 2022, 59 (3), s.513-527.

Gözler, K. ,”6360 Saylı Kanun Hakkında Eleştiriler: Yirmi Dokuz İlde İl Özel İdareleri ve Köylerin Kaldırılması ve İlçe Belediyelerinin Büyükşehir İlçe Belediyesi Hâline Dönüştürülmesi Anayasamıza Uygun mudur?, Legal Hukuk Dergisi, Cilt 11, Sayı 122, Şubat 2013, s.37-82.

Lehimler, H. M. “Köylerin Mahalleye Dönüştürülmesinin Sosyal Etkileri Saha Araştırması Bulguları ve Hukuk Sosyolojisi Açısından Değerlendirilmesi“, Belediyelerin Geleceği ve Yeni Yaklaşımlar 3. Cilt, Aralık 2017, s.306-316.

Taşkan, G., Görmüş, S., “6360 Sayılı Büyükşehir Belediyesi Yasası’nın Kırsal Alan Üzerindeki Etkilerinin Okunması, TÜCAUM 2022 Uluslararası Coğrafya Sempozyumu, 12-14 Ekim 2022, Ankara, s.159-171.

Yalçın, A. Z., “Yerel Kalkınma Bağlamında Kooperatifler ve Belediye Etkileşimi, Maliye Araştırmaları Dergisi, Cilt 8, Sayı 1, 2022 Haziran, s.1-20.

Yenigül, S.B., “Büyükşehirlerde Tarımsal Alanların Korunmasında Kentsel Tarım ve Yerel Yönetimlerin Rolü, Megaron Yıldız Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi E-Dergisi, Cilt 11, Sayı 2, s.291-299.

Zengin, O., “Büyükşehir Belediyesi Sisteminin Dönüşümü – Son On Yılında Değerlendirmesi, Ankara Barosu Dergisi, 2014/2, s.93-116.

Büyükşehirlerde Tarım ve Kırsal Kalkınma, “Büyükşehir Belediyelerince Sunulan Tarımsal Desteklemelere Yönelik Usul ve Esasların Belirlenmesi “, Türkiye Belediyeler Birliği, Ankara 2021, s.114-115.

Komünistten daha komünist…

Ali Rıza Avcan

Yapmak istediğimiz şeyleri, sahip olduğumuz imkânlarla içinde bulunduğumuz koşul, talep ve sorunları dikkate alarak önceden planlamak, geleceğimiz için iyi, doğru ve yerinde bir harekettir. O nedenle de, planlama eylemini her zaman için olumlar, akıllı insanların işlerini önceden planlayacağını söyleriz.

Planlama eyleminin bireysel ölçekte yapılması insanın var olduğu tarihlerden bu yana iyi ya da kötü, alışıldık bir eylem olmakla birlikte; bunun toplumsal ölçekte olanının, tüm ekonomik ve kültürel faaliyetleri kapsayacak şekilde yapılması, demokrasi düşüncesinin gelişip yaygınlaştığı 20. yüzyıla ait bir olgudur.

Yalçın Gökçebağ, Özel Koleksiyon, 60X80 cm., 2003.

20. yüzyılın ilk toplumsal eylemlerinden biri olan Ekim Devrimi‘nin ortaya çıkardığı Sovyetler Birliği‘nin ilk yıllarında, ekonomiyi çöküşten kurtarmak amacıyla Lenin tarafından ortaya konulan Yeni Ekonomi Politikası (NEP) uygulamalarıyla ortaya çıkan sermaye birikiminin, planlı bir ekonomi çerçevesinde geliştirilmesi düşüncesiyle geliştirilen Sovyet tipi merkezi ekonomik planlama anlayışı, merkezden alınan yatırım kararlarıyla mevcut girdilerle hedeflenen çıktılar arasındaki dengeyi yakalamayı amaçlayan bir ekonomik planlama biçimidir. Böylesi bir plan uygulaması ile üretimden tüketime kadar ekonomik ve toplumsal yaşamın her alanı ayrı ayrı düzenlenmiş ve bunun sonucunda oldukça başarılı sonuçlar elde edilmiştir.

Bu planların Sovyet ekonomisinde yarattığı olumlu gelişmelerden etkilenen Türkiye ise devletçilik politikasının egemen olduğu 1930’lı yılların başında hazırlanan sanayi planlarını, bu politikaların zayıfladığı 1940’lı yıllarda ise ABD‘nin isteğiyle Marshall yardımlarının yapılmasını kolaylaştıran tarım planlarını uygulamaya koymuş, devletçilik yerine karma ekonomi anlayışının egemen olduğu 1960’larda ise kabul edilen yeni anayasa ile bütüncül planlamayı esas alan Devlet Planlama Teşkilatı (DPT) gibi merkezi bir planlama örgütünü oluşturmuştur.

Turgut Özallı yıllar” olarak nitelediğimiz 1984 sonrasında ise DPT tarafından hazırlanan bütüncül planların, komünist planlama anlayışından kaynaklandığı iddia edilerek, bundan böyle kapitalist planlama anlayışının bir sonucu olarak piyasanın kendi kendini düzenleyeceği, piyasanın yeterince işlemediği durumlarda devlet müdahalesi ve planlamanın gerekli olabileceği ifade edilmiş, merkezi ve bütüncül planlama anlayışının komünist bir anlayışın ürünü olduğu iddia edilerek DPT‘nin etkisi azaltılmaya başlanmıştır.

Avrupa Birliği kapılarının açılır gibi olduğu 2006 ve sonrasında ise merkezi ve bütüncül planlama anlayış ve uygulamasından vazgeçilerek, AB‘nin şablonlarına uygun olarak öncelikleri önemseyen ve devamlı değiştirilerek amacından saptırılan stratejik planlar baş tacı edilmiş, merkezi ve bütüncül planlamanın merkezi örgütü DPT 2011 yılında kapatılmış; böylelikle bundan böyle, ülkemiz kötü hazırlanan, etkisiz ve bu nedenle uygulanmayan/uygulanamayan planların çöpte biriktiği bir ülke haline gelmiştir.

Uluslararası tarım ve gıda tekelleriyle bu tekellerin yönlendirdiği devlet organlarının tarım ve gıda sektöründe yarattığı büyük hasarların yokluğa, yoksulluğa ve açlığa neden olduğu günümüz koşullarında ise, sırf piyasaya sürülen gıdaların üretim ve dağıtımını sağlamak amacıyla yeniden planlamanın ipine sarılmaya, bu amaçla tarımsal üretimin planlamasından söz edilmeye ve böylesi bir planlamanın erdemleri hatırlanmaya başlamıştır.

Ama bu kez de gıda sektörü; özellikle de gıda güvenliği, güvencesi ve lojistiğinin sağlanması gibi gerekçelerle gıda üzerinden tarım, özellikle de tarımdaki küçük ve orta ölçekteki çiftçi ve üreticiler esir alınmaya başlamıştır. Hem de endüstriyel tarımı ve gıdayı elinde tutanların yararına, küçük ve orta ölçekli çiftçi ve üreticinin aleyhine… Amaç gıda üzerinden tarımı, büyük tarım ve gıda tekellerinin “sözleşmeli üretim” ve “arazi kiralama” gibi yöntemleriyle esir almak, onların emrine sokmak için her türlü tuzağı hazırlamak, onların yoksullaşıp tarımdan uzaklaşmasını ya da topraksız tarım işçisi olmasını sağlamaktır.

İşte böylesine sinsi bir çalışma sonrasında herkesin 2023 seçim kampanyalarını örgütleyip yürütmeye çalıştığı 18 Nisan 2006 tarihinde kabul edilen 7442 sayılı Kanunun 2. maddesi ile, 5488 sayılı Tarım Kanunu‘nun “Yetki” başlığını taşıyan 7. maddesinde esaslı bir değişiklik yapılarak “tarım sektörü ile ilgili politikaların tespit edilmesi, planlaması ve koordinasyonu ile ilgili kurum ve kuruluşlarla işbirliği yapılması, gıda güvencesi ve güvenliğinin temin edilmesi, verimliliğin artırılması, çevrenin korunması ve sürdürülebilirliğin tesis edilmesi” gibi gerekçelerle bakanlıkça belirlenen ürün veya ürün gruplarının üretimine başlanmadan önce bakanlıktan izin alınması, bu izin alınmadığı ya da izne uyulmadığı takdirde uyarı, ağır para cezası ve tarımsal desteklerden 5 yıl men cezası verme gibi yaptırımların yolu açılmıştır. Buna göre “bakanlık, arz ve talep miktarı ile yeterlilik derecesini dikkate alarak hangi ürün veya ürün gruplarının üretileceği ile tarım havzası veya işletme bazında asgari ve azami üretim miktarlarını belirleyecek“; ayrıca, bu yetkinin uygulanmasına ilişkin usul ve esasları bir yönetmelikle düzenleyecektir.

Tarım ve Orman Bakanlığı’nca düzenlenen “Tarımsal Üretimin Planlanması Hakkında Yönetmelik” yok olmakta olan tarımı kurtaracak büyük bir kahramanı karşılarcasına, 14 Eylül 2023 tarihinde Resmi Gazete‘de yayınlanarak yürürlüğe girdi. Böylelikle bundan böyle hiçbir küçük ve orta ölçekteki çiftçi, üretici ve küçük aile işletmesi kendi mülkü olan tarla, bağ ve bahçesinde ilçe tarım ve orman müdürlüklerinden izin almadığı, onların uygun gördüğü ürünü ekmediği sürece tarım yapamayacak, aklına gelen, kafasına koyduğu tarımsal ürünleri ekip biçemeyecek, toplayıp satamayacak. Şayet böyle yaparsa önce uyarılacak, ardından da 5 yıl süreyle tarımsal desteklerden yararlanamayacak ya da ağır para cezaları ile cezalandırılıp elindeki malını mülkünü satmaya zorlanacak, yoksullaşıp tarım işçisi olmaya doğru koşar adım ilerleyecek.

Görüştüğüm bazı CHP‘li yetkililer Tarım Kanunu‘nda değiştirilen bu 7. madde ile diğer maddelerin iptali için Anayasa Mahkemesi‘ne başvurulduğunu, mahkemenin bu konuda bugüne kadar herhangi bir karar vermediği bu süreçte, bu yönetmeliğin yayınlandığını söyleseler de; ne basın haberlerinde ne de CHP‘nin kurumsal İnternet sayfasında küçük çiftçi ve üreticiyi rahatlatacak tek bir haber yok.

Ama bu arada asıl ilginç konu, merkezden alınan kararları uygulanan Sovyet tipi merkezi planlama anlayışına, “bu komünistliktir” diyerek reddeden ve onun yerine öncelikleri ve sürekli değişimleri esas alan stratejik planları koyanların şimdi adeta Sovyet tipi merkezi planlama anlayışında olduğu gibi; üstüne üstlük kutsal ilan ettikleri o “mülkiyet” ve “serbest teşebbüs” hakkını ayaklar altına alacak şekilde küçük çiftçi ve üreticiye hangi ürünü, nerede, nasıl ekip biçeceğine dair izinler vermeye, bu izinleri almayanlara ya da izne aykırı davrananlara büyük para cezaları vermeye kalkması da ayrı bir komünistlik değil midir? Hem de “komünist” planlama anlayışının lanetlendiği bir ülkede komünistlere taş çıkartırcasına… Böylelikle komünistlerden daha komünist bir anlayış ve uygulamaya yol açmıyorlar mı?

Ama her şey yine kutsal sermaye adına… Tarım ve gıda sektörünü elinde tutan büyük uluslararası tekeller adına… Onlar ne istiyor, neyi emrediyorsa “her şey mübâhtır” anlayışıyla komünist olmayı bile göze alıyorlar.

Aynen, bir dönemlerin iktidar bekçisi konumundaki Nevzat Tandoğan‘ın, Bu memlekete komünizm gerekiyorsa ve komünizm yararlı bir şeyse onu da biz getiririz, size ne oluyor?”  demesi gibi…

Evet, uluslararası tarım ve gıda tekelleri, endüstriyel tarım ve gıda sektörlerinin patronları, onların çıkarları için küçük çiftçi ve üreticiyi özendirip ikna etmek yerine devletin zor gücü ile sonuç almaya çalışmak… Kısacası, “komünistten daha komünist olmak” da işte böyle bir şey!

İktidarın Cargill, Monsanto, Novartis, Aventis, Bayer, Syngenta, DuPont, Wal-Mart, Unilever, Nestle ve Tesco gibi uluslararası tarım ve gıda tekellerinin çıkarları doğrultusunda küçük çiftçi ve üreticiyi yok edip yoksul tarım işçisine dönüştürme konusunda gösterdiği bu “komünistten daha komünist” olma çabası karşısında, ne söylenebilir ya da hangi öneride bulunulabilir ki?

Öncelikle CHP‘nin kendi içindeki koltuk kavgalarını bir köşeye koyup Sol Parti‘nin (1) ya da TMMOB Ziraat Mühendisleri Odası‘nın (2) ya da Mersin Ticaret ve Sanayi Odası‘nın (3), Evrensel Gazetesi yazarı Sedat Başkavak‘ın (4) yaptığı gibi “planlama” gibi olumlu bir kavramın yarattığı yanılsamaya karşı çıkarak Anayasa‘nın 35. ve 48. maddelerine aykırı olan 5488 sayılı Tarım Kanunu‘nun 7. maddesinin iptali için ivedilikle Anayasa Mahkemesi‘ne başvurması, şayet bu başvuruyu yapmış da biz dahil kimselerin haberi olmamışsa, bu sorunun yaratacağı tehlikeleri dikkate alarak bunu kamuoyu ile paylaşıp toplum desteğini oluşturması,

Belediyelerin ise, söz konusu yönetmeliğin 13. maddesinin 8. fıkrası düzenlenirken, kanunun 7. maddesinde yer almayan bir yetkinin kullanılması suretiyle belediyelerle il özel idareleri de izin alma zorunluluğunun kapsamına alındığından yönetmeliğin bu fıkrasının iptali için idari yargıya gitmesi gerekiyor…

Bizden söylemesi, yapması onlardan diyelim…

……………………………………………………………………………………….

(1) https://solparti.org/Haber/tarim_sol (Erişim Tarihi: 24 Eylül 2023)

(2) http://www.zmo.org.tr/resimler/ekler/6330b8b43613b86_ek.pdf (Erişim Tarihi: 24 Eylül 2023)

(3)https://www.mtso.org.tr/tr/haberler/tarim-planlamasi-uretimi-engelleyen-bir-mekanizmaya-donusmemelidir (Erişim Tarihi: 24 Eylül 2023)

(4) https://www.evrensel.net/haber/499207/tarimsal-uretim-yasakla-degil-destek-ve-tesvikle-planlanir (Erişim Tarihi: 24 Eylül 2023)

Gıda Strateji Belgeleri ve Kapitalizm: Neden ve Sonuç (1)…

Ali Rıza Avcan

İstanbul Büyükşehir Belediyesi ve belediyeye bağlı İstanbul Planlama Ajansı (İPA) tarafından hazırlanan 2021 tarihli İstanbul Gıda Strateji Belgesi’nden sonra bu tür bir belgenin ikincisini, okuduğumuz sosyal medya haberleri nedeniyle Bursa’nın Nilüfer Belediyesi’nden beklediğimiz bir süreçte, İzmir, Karşıyaka Belediyesi’nin hamlesi ile 22 Ağustos 2023 tarihinde, ülkemizin ikinci gıda strateji belgesine sahip olduk. Hazırlık çalışmaları uzun bir süredir devam etmekte olan Nilüfer Belediyesi’ne ait belgenin ise ne zaman bitip uygulamaya konulacağı ise henüz belli değil.

Üçüncü bir gıda strateji belgesiyle ardından gelecekleri beklediğimiz bu süreçte, İstanbul, Londra, Bristol ve Malmö gibi kentlerde uygulamaya konulan gıda strateji belgeleriyle Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü (FAO)’nün hazırladığı rehberleri, bu konuda yazılmış yayınlarla bilimsel makaleleri dikkate alarak, gündemimize aldığımız Karşıyaka Gıda Strateji Belgesi’ni, hem bir planlama uzmanı hem de 25 yıllık Karşıyakalı bir hemşeri/seçmen olarak bu ve gelecek Pazartesi günü yayınladığımız/yayınlayacağımız iki ayrı yazıyla inceleyip değerlendirmeye çalışacağız.

Ancak bundan önce, yapacağımız inceleme ve değerlendirmelere esas olmak üzere gıda strateji belgesinin ne olduğu ve İzmir metropolünün önemli bir ilçesi olan Karşıyaka’nın tarım ve gıda açısından sahip olduğu geçmişteki ve bugünkü potansiyelini elimizdeki verileri kullanarak ve bir hemşeri olarak Karşıyaka’da yaşadığımız gerçekleri dikkate alarak ortaya koymamız gerekmektedir.

Kentsel Gıda Stratejisi Nedir?

BM Gıda ve Tarım Örgütü (FAO), “kentsel gıda stratejisi” terimini, bir kentin gıda sisteminde nasıl bir değişimin hedeflendiğini ve bu değişim için kimlerle nasıl bir çaba gösterileceğini kapsayan bir süreç olarak tanımlıyor ve bu iş için hazırladığı rehberde, kentsel gıda stratejilerinin, bir Avrupa projesi olan Foodlink Projesi çerçevesinde geliştirildiğini, projenin geliştirme amacını, kentlerdeki gıda sisteminin sürdürülebilir hale getirilmesi çerçevesinde; gıda fiyatlarının artışı, gıda yoksunluğu, gıdaya erişimin kırılganlığı ve beslenme biçimlerinin çevresel etkileri gibi nedenlerle dünya çapında ortaya çıkan ya da çıkabilecek isyanları engellemek ve bunu doğrudan bir sonucu olarak ulusal güvenliği sağlamak olarak açıklıyor. (1)

Aynen isyanları, komünleri ve devrimleri ile meşhur Paris‘in, Paris yoksul ve aç halkının barikatlar kurup Saray‘ın askerlerine karşı direnmemesi için kentin Baron Haussmann tarafından yeniden şekillendirilip kentteki tüm ara sokakların kaldırılarak yerine geniş bulvarların yapılmasında olduğu gibi… Kapitalizm, başına gelebilecek belaları önlemek için zaman zaman ve yer yer bu tür önlemleri almak istiyor ve alıyor…

Görüldüğü gibi kapitalizmin çağdaş krizleri boyutunda; özellikle de, kapitalist sistemin egemen olduğu kentlerde yerel/uluslararası Bayer, Unilever, Wall-Mart ve Cargill gibi tarım ve gıda tekelleriyle o tekellerin hakimiyetindeki kent yönetimlerinin uyguladığı neoliberal/özelleştirmeci politikaların sonucunda refahtan ve sosyal güvenlikten yoksun bırakılan halk kitleleri, karşı karşıya kaldıkları bu derin açlık, yoksulluk ve yoksunluk halinin getirdiği evsizlik, gıdasızlık gibi sorunların çözümü için geniş kitleler halinde ayaklanıp mevcut sisteme, uluslararası tekellerin ve o tekellerin şekillendirdiği Dünya Ticaret Örgütü (WTO), Birleşmiş Milletler (UN), Birleşmiş Milletler’e bağlı Gıda ve Tarım Örgütü (FAO), Dünya Bankası (WBG), Uluslararası Para Fonu (IMF) ve onların yerli işbirlikçilerine; özellikle de yasal olarak kente gelen gıdanın uğramak zorunda olduğu hallerdeki mafya örgütlenmesi, hal dışı kaçak satış ve mafyatik ilişkileri ile ünlenen sebze meyve ihracatçılarına karşı farklı alternatifler üretebilirler. İşte tam da bu tehlike karşısında, adını andığımız uluslararası kuruluşlar, kapitalizmin bir ürünü olan bu sorunun sonuçlarını yumuşatıp geniş kitleleri, sahte bir katılım hikayesiyle “paydaş” adı altında sanki sorunun çözümüne katkıda bulunuyorlarmış gibi işin içine sokarak ve kendi hazırladıkları sahte şablon ve reçeteleri dayatarak, onların bu bozuk gıda ve tarım sistemini düzeltebileceği gibi bir algı yaratmakta, kendilerine bağlı STK ve akademik çevrelerle bunun etkisini arttırmaya çalışmaktadır. O nedenle, bu tür belgelerin hazırlığına katılanlara şu soruyu sormak gerekir: Hazırlayıp tanıtımını yaptığınız bu tür belgelerle hangi uluslararası tarım ve gıda tekeline, lobisine ya da onların ulusal ve uluslararası alanda güçlü, yaygın ve egemen örgütüne karşı çıkıp söz geçirmeye, onlara rağmen geniş halk kitlelerini beslemeyi vaat ediyorsunuz? Dünya tarım ve gıda krizinin nedeni olan kapitalizmle mücadele etmeden, onu mücadelenin odağına koymadan, mücadelenin siyasi boyutunu dikkate almadan, kurduğunuz STK’larla ve ideolojinizi yaymaya çalışan emrinizdeki akademisyenlerle ve içinde tek bir kez “kapitalizm” ya da “anti-kapitalizm” sözcüğünü geçirmeden hazırladığınız strateji belgeleri, planları ile hangi kentte hangi gıda ve tarım sistemini düzenleyebileceksiniz ki?

İşte o anlamda, hazırlanan bu tür belgeler çağdaş kapitalizmin bir sonucu ortaya çıkan derin açlık, yoksulluk ve yoksunluk gibi sorunları çözmekten uzak, kapitalizmin bir iki nefes daha almasını sağlayacak, kapitalist sistemin koşullarını kent boyutunda yeniden üreten, geniş halk kitlelerinin kızgınlığını giderip gazını alacak, onları “yapacağız”, “edeceğiz” diyerek oyalayıp kandırdığı sahte reçetelerden başka bir şey değildir. Yaptığınız ise, açlığa, yoksulluğa, yoksunluğa neden olan kapitalizme, kapitalist sisteme hizmet etmekten başka bir şey değildir.

Şimdi gelelim bu ideolojik ve eleştirel yaklaşım çerçevesinde, İzmir’in ve Karşıyaka’nın gerçeklerini dikkate alarak yapacağımız Karşıyaka Gıda Strateji Belgesi analiz ve değerlendirmesine…

Karşıyaka’nın Bilinen ve Yaşanan Gerçekleri

2007 yılında 515.184 kişiye ulaşan Karşıyaka ilçe nüfusu, 2008 yılında Bayraklı’nın bir ilçe olarak ayrılması sonucunda, % 42,54 oranındaki nüfus kaybı ile 296.031’e inmiş, 2012 tarihli 6360 sayılı yasa gereği, Yamanlar Dağı’nın eteğindeki Sancaklı ve Yamanlar köylerinin mahalleye dönüşmesi nedeniyle, 2012 yılı verilerine göre 286 kişi olan köy nüfusu kent nüfusuna eklenmiş, coğrafi olarak Çiğli, Bayraklı, Bornova ve Menemen ilçelerine komşu, İzmir metropolünün önemli ve büyük bir ilçesidir. Nüfus 2020 yılında en yüksek düzeyi olan 350.100’e ulaşmakla birlikte; nüfus 2021 ve 2022 yıllarında sürekli azalarak 2022 itibariyle toplam 27 mahallede yaşayan 346.264 kişiye ulaşmıştır.

Karşıyaka’nın Tarımsal Faaliyetler Açısından Potansiyeli

Karşıyaka ilçesinin tarım faaliyetleri açısından potansiyelini inceleyip değerlendirmeye kalktığımızda, ilk kullanacağımız resmi veriler, Türkiye İstatistik Kurumu MEDAS veri tabanındaki 2004-2022 dönemi ile ilgili veriler olup; Karşıyaka ilçesi ölçeğinde veri sunan bitkisel üretim, hayvancılık ve tarımsal alet ve malzeme varlığı ile ilgili istatistiklerdir.

Bu verilerle ilgili olan ve yazımıza eklediğimiz bu tablolara baktığımızda, Karşıyaka’daki bitkisel üretim ve hayvancılıkla ilgili tarımsal verilerin, buna ek olarak tarımsal faaliyette kullanılan alet ve malzeme miktarlarının 2004 yılından 2022 yılına kadar devam eden 19 yıllı süre içinde devamlı ve düzenli olarak azaldığını; hatta yok olduğunu görürüz. Örnek verecek olursak, 2004 yılında 312 dekar olan tahıl ve bitkisel ürünlerin ekimine ayrılan tarımsal alan miktarının 2017 yılından sonraki dönemde “0” düzeyine inmesi, 2004 yılında 174 dekar olan sebze ekilen alanların 2022 yılında 67 dekara düşmesi ve buna bağlı olarak ürün başına hesaplanan verimle üretim miktarının devamlı azalmasını gösterebiliriz. (2)

Karşıyaka’daki tarımsal faaliyetlerin bu ölçüde küçülmesi; hatta yok olması çerçevesinde, İzmir İl Tarım ve Orman Müdürlüğü’nün 2021 yılı verilerine göre Karşıyaka ilçesinin 51.105 dekar büyüklüğündeki alanının % 7,32’inin (3.740 dekar) tarım alanı olduğunu ve Tarım ve Orman Bakanlığı’na ait Çiftçi Kayıt Sistemine sadece 7 çiftçinin kayıtlı olduğunu, ilçe kapsamında 7 adet bitkisel üretim, 17 adet yem işletmesi, 20 adet büyükbaş, 46 adet küçükbaş, 37 adet de arıcılık üretim işletmesi, 5 adet gübre bayii, 2 adet bitki koruma ürünleri bayii, 1 adet tohum bayii, 3 adet zirai alet ve makine bayii, 81 adet petshop, veteriner kliniği, hayvan hastanesi ve benzeri işletmelenin bulunduğunu görürüz. Ayrıca mevcut olan 1 adet tarımsal kalkınma kooperatifinin 7 ortağı, 2 adet su ürünleri kooperatifinin de 214 ortağı olduğunu öğreniriz.

Konuya Karşıyaka’daki 2021 yılı tarımsal üretiminin hangi düzeyde olduğu sorusu üzerinden yaklaştığımızda ise, Karşıyaka’da tarla bitkileri üretiminin olmadığını, tarım arazilerinin % 78,27’sini (2.927 dekar) oluşturan alanda 36 tonu yağlık zeytin, 6 tonu sofralık zeytin, 38 tonu erik olmak üzere toplam 129 ton meyve, % 2,04’ünü (76 dekar) alanda 123 tonu sofralık domates, 7 tonu fasulye 6 tonu börülce olmak üzere toplam 175 ton sebze üretildiğini; ayrıca, 394,17 ton süt, 40.000 adet yumurta, 14.05 ton bal, 561.992 ton su ürünü elde edildiğini, ilçe sınırları içinde 196 adet büyükbaş, 3.943 adet küçükbaş, 267 adet kanatlı hayvanın yaşadığını, arı kovanı sayısının ise 2.810’u bulduğunu öğreniriz. (3)

Tabii ki, bütün bu veriler İzmir’in tarım ve gıda faaliyetleri açısından önde gelip “tarım ilçesi” olarak tanımlanan Ödemiş, Tire, Bergama, Kemalpaşa ve Menemen gibi tarım ilçelerine göre oldukça düşük kalan, önemsiz rakamlardır. O nedenle de, Karşıyaka’nın bir tarım kenti olduğu, gıdaya yönelik tarımsal faaliyetlerin Karşıyaka için önemli ve öncelikli olduğu, bu nedenle Karşıyaka Belediyesi‘nde bir Tarımsal Hizmetler Müdürlüğü oluşturup başına bu zamana kadar tarımla ilgisi olmamış ve bu alanda bilgi, birikim ve deneyime sahip olmayan birinin atanmasının gerekli olduğu söylenemez. Nitekim Karşıyaka Belediyesi’nin 2020-2024 dönemine ait stratejik planı ile 2019, 2020, 2021 ve 2022 mali yıllarına ait faaliyet raporlarında ve performans programlarında bu konuya önem ve öncelik verilmediği için tarım ve gıdaya ilişkin hiçbir amaç, hedef, faaliyet ve performans verisi; hatta bu belgelere ait metinlerde –ilgili yasaların madde hükümleri dışında- tek bir kez olsun “gıda” ve “tarım” sözcükleri yer verilmemiştir. Bu durum, 1 Nisan 2022 tarih, 93 sayılı belediye meclisi kararı ile Tarımsal Hizmetler Müdürlüğü‘nün kurulup başına İzmir Büyükşehir Belediyesi‘nden gelme bir göevlinin atanması sonrasında, 2023 yılına ait performans programına eklenen ve 2.2.7.1 kodu ile imlenen “Sürdürülebilir Tarım Uygulamalarını Arttırmak” başlıklı performans hedefi ile değiştirilmiş; böylelikle, Karşıyaka Gıda Strateji Belgesi‘ni hazırlama ile ilgili çalışmalara yasal ve mali bir dayanak kazandırılmıştır. (4)

Karşıyaka tarımındaki bu yoksullaşma ve yok olmanın nedeninin ise, Karşıyaka’da yaşayanlar ya da Karşıyaka’ya, özellikle de belediye meclisinin binlerce kararına nesnel bir şekilde bakanlar için ilçedeki rant kokan çarpık yapılaşma ve belediye meclisinin parsel bazındaki değişikliklerle ilgili binlerce kararı sonucunda ortaya çıkan tarım arazilerinin imara açılması ya da yağmalanması olduğu söylenebilir.

Şemikler’deki mandalina bahçesinin dünü ve bugünü…

Elimizde Karşıyaka’daki imara açılan alanların ya da imar planlarındaki işlev değişikliklerinin, tarım alanları aleyhine yıllar itibariyle gelişimini gösteren yayınlanmış resmi bir istatistik olmamakla birlikte; Karşıyaka’da yaşayıp gördüklerimiz, yıllar içinde verimli tarım alanlarının; özellikle de Bostanlı, Şemikler ve Demirköprü gibi mahallelerdeki büyük mandalina ve sebze bahçelerinin imara açılması ya da tarım arazisi olmaktan çıkarılması nedeniyle devamlı azalıp yok olduğunun kanıtıdır. Şahsen tanık olduğum bir olay çerçevesinde, Şemikler’in yerlisi rahmetli’ya ait geniş mandalina bahçelerinin 50 daire karşılığında müteahhide verilmesi nedeniyle bugün orada büyük bir sitenin var olmasını ya da belediye tarafından açılan Ordu Bulvarı’nın Erdoğan Akkaya Sokağı ile kesiştiği köşede yer alan büyük mandalina bahçesinin, sahibinin ölümünden sonra varisleri tarafından hem Kılıçoğlu İnşaat’a verilerek yerine iki ayrı blok halinde koskocaman bir apartman yapılmasını hem de o güzelim bahçenin yola terk suretiyle yok edilmiş olmasını örnek olarak verebilirim.

İşte bütün bu veriler ve yaşanan gerçekler ışığında, bir zamanlar az da olsa anlamı olan Karşıyaka tarımının bilerek ve bilinçli bir şekilde yok edilmesinden sonra ve bu yok oluşun nedenlerini arayıp çözümü için önlem geliştirip önermek ya da talep etmek yerine çıkıp da; “biz burada kent tarımı yapalım”, “belediyeye ait park ve bahçelerde agroekolojik uygulamalara geçelim”, “balkonlarda ve apartman bahçelerinde agroekolojik tarım yapalım” demenin, gerçek sorunu görüp üzerine gidememekten kaynaklanan ikiyüzlü bir politikanın, sahte bir hayal ticaretinin sonucu olduğuna inanıyorum. (5)

Karşıyaka’nın Gıdanın İşlenmesi, Dağıtımı ve Tüketimi İle İlgili Potansiyeli

Konunun gıda ile ilgili yönünde ise, İzmir İl Tarım ve Hayvancılık Müdürlüğü’nün 2021 yılı verilerine göre ilçe genelinde 3.092 adet gıda işletmesi, incelediğimiz 2023 tarihli Karşıyaka Gıda Strateji Belgesi verilerine göre de 174 adet süpermarket, 111 adet e-ticaret birimi, 7 adet pazar yeri (Çok Katlı Pazaryeri, Bostanlı, Şemikler, Cumhuriyet, M. Kemal, Örnekköy, Zübeyde Hanım), 2 adet yenilenebilir peyzaj alanı bulunduğu bilinmekle birlikte; bugüne kadar Karşıyaka ilçesinin gıda talebi, arzı ve tüketimi konusunda hiçbir bilgiye sahip olunmadığı, gıdanın üretimi, işlenmesi, lojistiği, tüketimi ve atık olarak değerlendirilmesine ilişkin hiçbir verinin toplanmadığı, gerekli araştırma ve analizlerin yapılmadığı, buna ilişkin envanterlerin hazırlanıp güncellenmediği, gıda ile ilgili işyerlerinin yeterince denetlenmediği, gıdanın ilgili diğer sektörlerle birlikte Karşıyaka içi ve çevresinde; ayrıca, metropol bütününde geçirdiği süreçler konusunda geçerli ve güvenilir verilere sahip olunmadığı ortaya çıkar. Nitekim 2023 tarihli Karşıyaka Gıda Strateji Belgesi’nin “Eylemler” bölümünde, gıda ile ilgili olarak kent-bölge sınırlarının belirlenmesi, tarım/gıda sistemi, üretici ve tedarikçi, üretici, çiftçi, köylü ve topraksız tarım emekçisi envanterlerinin hazırlanması, iklime ve coğrafyaya özgü tarımsal ürünlerin araştırılması faaliyetinin önümüzdeki dönemlerde yapılacak yedi ayrı hedef olarak yazılı olmuş olması da bu büyük eksikliğin en somut kanıtıdır.

Tarımsal faaliyetlerin gün geçtikçe azalıp yok olduğu ve gıda ile ilgili hiçbir verinin olmadığı bir ortamda hazırlanan Karşıyaka Gıda Strateji Belgesi ile ilgili çözümleme ve değerlendirmelerimi ise önümüzdeki hafta paylaşacağım yazıda dile getirmeye çalışacağım.

(1) Moragues, A.; Morgan, K.; Moschitz, H.; Neimane, I.; Nilsson, H.; Pinto, M.; Rohracher,H.; Ruiz, R.; Thuswald, M.; Tisenkopfs, T. and Halliday, J. (2013) Urban Food Strategies, The Rough Guide to Sustainable Food Systems, FOODLINKS FP7 projesi çerçevesinde geliştirilen belge (GA No.265287), FAO, s.5.

(2) Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) Bitkisel Üretim ve Hayvancılık İstatistikleri 2004-2022.

(3) İzmir, Tarımla Büyüyen Şehir, İl Tarım ve Orman Müdürlüğü Karşıyaka Tarım Sunumu, 2021.

(4) Karşıyaka Belediyesi Strateji Planı 2020-2024, 2109, 2020, 2021, 2022 ve 2023 Mali Yılları Performans Programları.

(5) Karşıyaka Gıda Strateji Belgesi.

Tarım ve demokrasi

Ali Rıza Avcan

Son günlerde tarım sektörünün içinden gelen, tarımla uğraşan ve kıyısından köşesinden tarımla ilgilenen herkes, tarımsal faaliyetlerin içinde ya da tarım sektöründe demokrasinin ne anlama geldiğine, tarımla ilgili kararlar alınırken ya da uygulamalar yapılırken demokratik davranılıp davranılmadığına, şayet bu tür demokratik alışkanlıklar varsa bunun nasıl gelişeceğine, yoksa tarımsal üretim içinde demokratik bir işleyişin nasıl oluşup çalışacağına dair sorular soruyor.

Bu bağlamda kimi çevreler tarımda demokrasi denilince, 1789 tarihli Fransız Devrimi‘nin rüzgarıyla gündeme gelen temsili demokrasinin günümüz koşullarında iflas ettiğini dikkate almadan, meclise gönderilecek temsilcilerin tarımla ilgili olmasına, tarım sektörü içinden gelip tarımla uğraşan üreticilerin temsil ediyor olmasına odaklanıp siyasi parti yönetimlerine tavsiye ve önerilerde bulunmaya kalkıyor.

Bu konuda karşımıza çıkan diğer bir ilginç durum ise, mevcut başkanlık sisteminden bunalan ülkemizde tarımın demokrasi ile ilişkisini ele alıp tartışan, baskı rejimlerinde tarımın durumunu kendine sorun eden Türkçe yazılmış tek bir makale, kitap ya da teze rastlanmazken; başta ABD olmak üzere Batı ülkelerinin tümünde, ABD‘nin üçüncü başkanı Thomas Jefferson‘dan bu yana gelişip güçlenen zengin bir tarım ve demokrasi literatürünün var oluşudur.

Bu durumun siyasi parti programlarının tarımla ilgili bölümlerine yansıyan yanı ise, başta AKP, CHP, MHP ve İyi Parti olmak üzere Deva, Memleket, TKP, Gelecek, HDP ve Saadet Partisi‘nde tek bir kelime bile olsun “demokrasi” sözcüğünün geçmeyişi ve tarımla ilgili sorunların demokrasi ile ilişkilendirilerek sorgulanmamış olmasıdır. Bu konuda hepimizi güldürecek tek istisna ise, Deva Partisi‘nin 2023 Milletvekili Seçimleri için hazırlattığı; ancak işin özüne girmekten uzak “Demokrasi Yoksa Tarım Yok!” isimli 34 saniyelik reklam videosudur.

Oysa bunu yaparken milletvekilleri adaylarının kimin tarafından nasıl seçildiğine, bu seçimler yapılırken hangi kriterlere bakıldığına, hangi yöntemlerin uygulandığına bile dikkat etmiyorlar. Şayet seslerini çıkarıp talepte bulunurlarsa, seçilip önümüze konulan adayların arasına bir de tarım sektörünü temsil eden birinin konulacağını sanıyorlar. Oysa temsili demokrasinin iflas ettiği bu devirde, seçenin ya da seçenlerin -ne yazık ki- böyle bir kaygısı ya da endişesi yok. Onlar zaten tarımı bildiklerini ve temsil ettiklerini düşünüyorlar ve bu nedenle gelecek yüzyılda uygulayacakları tarımsal politika ve stratejilerini çoktan belirlemiş durumdalar.

Her şeyin “bir bilen” tarafından ortaya konulduğu iktidar; yani, AKP/Cumhur İttifakı cephesindeki mevcut durum bu şekilde olmakla birlikte; Millet İttifakı olarak adlandırılan muhalefet cephesi de bundan pek farklı değil. Çünkü onlar da 30 Ocak 2023 tarihinde duyurdukları Ortak Politikalar Mutabakat Metni‘ne koydukları tarımla ilgili politika, strateji, amaç ve hedefler konusunda el sıkışıp anlaşmış durumdalar. O nedenle de, o mutabakat sonrasında seçilen milletvekili adaylarının da farklı bir şey söylemesini mümkün görmüyorlar. Şimdi hangi milletvekili adayı çıkıp da, Ortak Politikalar Mutabakat Metni‘nde söylenenlerin aksine, “ben sözleşmeli tarıma karşıyım, çünkü bu sistem küçük çiftçiyi yoksullaştırıyor” ya da “tarıma dayalı ihtisas organize sanayi bölgelerine karşıyım, çünkü bu tür projelerde çevre ve insan unsuru dikkate alınmıyor” diyebilir? O nedenle, bugünkü haliyle tarımdaki demokrasi oyunu, seçilecek milletvekillerinin kendi iradeleri dışında belirlenmiş tarımla ilgili politika, strateji, amaç ve hedeflere uymak zorunda oldukları sahte bir oyundan başka bir şey değil. Oyunun senaryosu ve kuralları önceden belirlenmiş, bu oyunu oynayacak oyuncular ise oyuna ve kurallarına itiraz etmeyecek şekilde seçilip “hadi bu oyunu hep birlikte bizim istediğimiz şekilde oynayın” denilerek seçim meydanına sürülmüş durumdalar…. Sıkıysa oyunun kurallarıyla senaryosunu sorgulayıp değiştirmeye kalksınlar bir! Hadlerine mi düşmüş, böyle bir şeyi yapmak?

Evet, her şeye rağmen bireyler demokrat olup ilişkilerinde demokratik davranabilirler. Bence bu işin en kolay, en basit yanı bireyin demokrat olma çabası ve demokrat olmasıdır. Ama bu konuda bir iki adım daha atıp o kişilerin içinde bulundukları olduğu kurum ve kuruluşları demokratik bir yapılanma içinde demokratik çerçevede kararlar alıp uygulamalar yapmalarını ve bu durumun devamlılığını çerçevesinde kurumsallaştırmasını sağlamak da dünyanın en zor işlerinden biridir.

O nedenle demokrasiyi içlerine sindirmiş demokrat insanlardan bahsetmek ne derece kolaysa, aynı şeyi kurumsal boyutta yapmış örgütlerden söz etmek de o derece zordur.

Oysa asıl olan, bireyleri demokrat yapmak kadar, kurum ve kuruluşları; yani örgütleri demokrat yapmaktır ve onları, tarım sektörünün demokrat olmayan aktörlerine (endüstriyel tarımı temsil edip savunan uluslararası tarım şirketleri, holdingler, şirketler, siyasi partiler, vakıflar, dernekler ve lobiler gibi açık ya da gizli örgüt ve kesimleri) karşı güçlendirip söz sahibi olmalarını sağlamaktır.

İşte bu anlamda, tarımdaki üretim ve insan ilişkilerinin demokratik olmasını, demokratik anlayışa sahip demokrat milletvekillerinden çok demokratik ilişkilerle kurulup gelişen demokratik kurum ve kuruluşlarla sağlayabiliriz.

O nedenle tarımda demokrasi sağlamak için yaklaşmakta olan seçimlerde, tarımla ilgisi olan milletvekili adaylarının tercih edilmesini talep ederken, aynı zamanda temel politika, strateji, amaç ve hedefleri belirleyen parti yöneticilerinden tarımdaki örgütsel yapılanmaların temelini oluşturan aktörlerin demokratik olması için de talepte bulunmamız gerekir.

Bu bağlamda, tarımın omurgasını oluşturduğu halde kapitalist neoliberal tarım politikaları nedeniyle her geçen gün eriyip kaybolan yoksul, dar gelirli küçük çiftçileri koruyup kollayacak, onların gelişip güçlenmesini sağlayacak tedbirleri belirlerken tarım, gıda ve hayvancılık sektöründeki tüm aktörlerin (kamu kurumları, kooperatifler, birlikler, sendikalar, ziraat odaları, meslek odaları vb.) demokratik bir yapıya sahip olmasını, tarımla ilgili her düzeydeki karar ve uygulamada çoğulcu ve demokratik bir katılım sisteminin oluşumunu, tarım sektöründe çalışanların tümünün bu demokratik örgütlerde yer almasını talep etmeliyiz.

Ürettiği zehirli bitki koruma kimyasalları ile dünya çapında büyük katliamlara imza atan tescilli Monsanto firmasının yeni sahibi ve TÜSİAD üyesi Bayer‘de çalışan bir yöneticinin sırf tarımı temsil eden biri olarak meclise girmesi ne ölçüde yanlış, anlamsız ve anti demokratik ise, aynı şekilde yönetimi anti demokratik kurallarla örülü kooperatif ve birliklerden gelip meclise girecek birinin de seçimi o ölçüde yanlış, anlamsız ve anti demokratik olacaktır.

Ülkemizdeki kapitalist tarım sisteminin küçük çiftçi ve üreticilerle endüstriyel tarım arasında yarattığı ve temeli sınıfsal eşitsizliklere dayanan ekonomik baskıların yanısıra farklı etnik kimliklerden gelen, özellikle de çalışmak için ülkenin farklı coğrafyalarına giden geçici mevsim işçilerinin Kürt ya da Roman olmasından kaynaklanan ötekileştirme çabaları, kullanılan nefret dili ve onları bastırmak için mülki idare amirleri eliyle uygulanan baskıların henüz tarımdaki demokrasi sorununun gündemine gelmemesi, bu sorunların çözümü için etkili, sağlıklı ve kalıcı politika ve stratejilerin önerilmemiş olması yaşadığımız çağ ve ülke için büyük bir talihsizliktir.

Tarım örgütlenmesinin temelini oluşturan tüm çiftçi ve üreticilerin örgütlenmesi sağlanmadıkça ve üyesi oldukları örgütlerin kendi iç ilişkilerinde hem de kendi aralarındaki ilişkilerde; özellikle de devleti temsil eden bakanlık, genel müdürlük, başkanlık, enstitü gibi merkezi yönetim birimleriyle tarımın diğer örgütleri ve bireyleri arasındaki ilişkiler demokratik bir düzeye getirilmedikçe; örneğin, tarımla ilgili bir kanun, tüzük, yönetmelik, yönerge ya da genelgeler düzenlenirken, tarımla ilgili bir ithalat ya da ihracat kararı alınırken, küçük çiftçiyi “sözleşmeli tarım” adı altında yoksullaştırıp köleleştirmek, GDO’lu ürünleri satmak için uluslararası tarım tekellerinden ve onların Dünya Bankası, IMF, Dünya Ticaret Örgütü ve Avrupa Birliği gibi uluslararası örgütlerinden direktif almak ya da onların dayatmalarını kabullenmek yerine, tarım sektöründeki örgütlü tüm kurum ve kuruluşlardan yararlanılmadıkça, onların görüş, düşünce, öneri ve eleştirileri dikkate alınmadıkça tarımda sağlıklı bir demokrasinin sağlanması mümkün olmayacaktır. İsterse, seçilen milletvekillerinin tümü tarımla ilgili olup demokrat kişiliklere sahip olsalar bile…

“O bir geri zekalıdır”

Ali Rıza Avcan

Tarım üzerine; özellikle de tarım ekonomisi ve yönetimi üzerine çalışıp araştırma, inceleme ve danışmanlık hizmetleri yaptığım günlerden bu yana ülkemiz tarımı üzerine kitap ve makaleler yazmış, bir dönem TMMOB Ziraat Mühendisleri Odası genel başkanlığı yapmış, eski CHP milletvekili Gökhan Günaydın‘ı önemser, yaptıklarını ilgiyle izleyip yazdıkları okumaya çalışır ve 2015-2019 döneminde İzmir’de önce bir “Tarım Devrimi“, daha sonra “İzmir Modeli” olarak takdim edilen İzmir Büyükşehir Belediyesi‘nin tarımsal hizmetlerini inceleyip değerlendirirken, “keşke bu durumdan haberi olsa da bu yanlışlıklara müdahale etse” diye düşünür, onun doğruyu söyleyen biri olduğunu varsayıp bu düşüncemi arkadaşlarımla paylaşırdım.

Kendisi hakkında olumlu düşüncelere sahip olduğum Gökhan Günaydın, 2019 yılında yapılan yerel seçimlerde Ekrem İmamoğlu‘nun İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olması sonrasında, bir dönem belediye şirketi İSYÖN İstanbul Yönetim Yenileme Anonim Şirketi‘nde yönetim kurulu başkanı olarak çalışmış, sonrasında da hem CHP Parti Meclisi‘ne girmiş hem de Ekrem İmamoğlu‘nun tarım danışmanı olmuştur. İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisi kararlarını incelediğimizde, kendisinin ataması meclis onayı ile yapılan “başkan danışmanı” statüsünde olmamakla birlikte; CHP Parti Meclisi üyesi olması nedeniyle, değişik yöntemlerle tarımla ilgilenmek üzere danışman yapıldığı görülmektedir.

CHP Parti Meclisi gibi üst bir siyasi kurulda yer alan eski milletvekilinin, binlerce ziraat mühendisinin işsiz olduğu bir ortamda eski TMMOB Ziraat Mühendisleri Odası genel başkanı olarak İstanbul Büyükşehir Belediyesi‘nde hangi pozisyonda nasıl “tarım danışmanı” yapıldığı konusu ve bunun siyasi etik açısından ne ölçüde doğru olduğu da ayrı bir tartışma konusudur.

CHP’li belediyelerin 30 Eylül-2 Ekim tarihleri arasında İstanbul‘da düzenlediği CHP’li Belediyeler Tarımsal Kalkınma Zirvesi sonrasında Facebook’taki resmi hesabında “CHP’li Belediyeler Tarımsal Kalkınma Zirvesi sona erdi.. Her aşamadaki emekleriyle Zirve’yi şölen havasına çeviren İBB emekçilerine sonsuz teşekkürler.. Tarımı ayağa kaldıracağız.. Mutfaktaki yangını söndüreceğiz.. Sofralar arasında adaleti sağlayacağız.” mesajını yayınlayıp çoğunda İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu‘nun ya da CHP Genel Başkanı Kemal KIlıçdaroğlu‘nun yanında yer aldığı fotoğrafları paylaşması üzerine o paylaşımın altına aşağıdaki eleştirel mesajı yazdım.

Merkezi yönetimin birinci dereceden görevli, yetkili ve sorumlu kurum ve kuruluşlarını dikkate almaksızın ve onlarla planıp programlanmış bir işbirliğine gidilmeksizin sadece yasadaki tek satırlık bir hükme dayanarak büyükşehir belediyeleri eliyle tarımsal kalkınmanın mümkün olmadığını siz de biliyorsunuz; ama, siyaset bu!

Bu mesajı yazarken, aynı paylaşımın altındaki diğer mesajların da kendisini öven, hatta tarım bakanlığına layık olduğunu belirten mesajlar olduğunu, yazdığım mesajın içlerindeki tek eleştirel mesaj olduğunun da farkındaydım.

Yazdığım mesajda, ülkemizdeki ya da kentlerimizdeki tarımsal kalkınmanın sadece belediyeler eliyle gerçekleştirilemeyeceğini, asıl olarak belediyelerin böyle bir görevi bulunmadığını, belediyelere bu konuda yetki veren 5216 sayılı Büyükşehir Belediye Kanunu‘nun 7. maddesine, 6360 sayılı Yasa ile eklenen son fıkrası hükmüne göre, belediyelerin tarımsal kalkınma konusunda değil; tarım ve hayvancılığı destekleme konusunda görevli ve yetkili olduğunu, sadece ‘destekleme‘ boyutunda kalan bir faaliyetin kalkınmayı sağlayamayacağını hatırlatmaya çalışarak siyasetçilerin bunu halka yanlış anlattıklarını ifade etmeye çalışmıştım.

Bu mesaja verilen yanıt üzerine oldukça uzundu. Verilen cevapta kalkınmanın ülkenin tüm merkezi ve yerel kurumlarının işbirliği ile sağlanacağı tezinin yanlış algı yaratmaya yönelik bir mesaj olduğu, AKP‘nin CHP‘li belediyeleri görmezden gelme ya da engelleme politikası varken bunun mümkün olmadığı, CHP‘li belediyelerin kooperatiflerle birlikte başarılı olduğu, düzenlenen zirvede aynı zamanda CHP‘nin 2024-2028 tarım politika belgesinin hazırlandığı da belirtiliyor, tarımsal kalkınmanın tüm kamu kurumlarının bütünlüğü içinde sağlanacağına dair haklı bir eleştiri kolektif emeğe saygısızlık, kendi şahsına yönelik bir haksızlık olarak niteleniyordu.

Bazı yorumları birkaç kez okuyorum, anlamaya çalışıyorum. İtiraf etmeliyim ki yine de kolay olmuyor. Özeti şu mesajın, “Tarım Bakanlığı ile birlikte çalışmazsanız, belediyeler üzerinden tarımsal kalkınma mümkün olmaz, siyaset yapıyorsunuz”.. Bir diğeri de ona eklenmiş, “mış gibi yapıyorlar” diyor. Ciddiye almak gerek elbet, cevap yazmak gerek. Yoksa bunca emek üzerine yanlış algı yaratılmasına göz yummuş oluruz. Önce şunu söylemeliyim: AKP’nin CHP’li belediyeleri görmezden gelme politikası varken, acaba nasıl çalışacağız? Bırakın beraber çalışmayı, bunca engellemeyi görmüyor musunuz? Başka dünyada mı yaşıyoruz? Ayrıca CHP’li belediyelerin kooperatiflerle birlikte başardıklarını tüm ülke görüyorken, somut örnekleri Zirve’de açıkça paylaşılmışken, “ne yapabilirsiniz ki” demek, “mış gibi yapıyorsunuz” demek konusunda benim düşüncelerim var ancak takdiri kamuoyuna bırakmayı tercih ederim. Ayrıca, Zirve’de yalnızca belediyelerimizin iktisadi kriz ve pandemi döneminde, merkezi hükümetin kamuoyuna da yansımış engellemelerine rağmen mücadele ve başarılarını anlatmakla kalmadık, aynı zamanda CHP’nin 2024-2028 tarım programını da açıkladık. 5 yıllık bir programla tarım tahribatının nasıl ortadan kaldırılacağını, tarımsal kalkınmanın nasıl sağlanacağını somut adımlarla açıkladık. Bütün bu emeğe karşı bu tavırlar.. Açıkçası benim için sürpriz değil, yıllardır alıştığımız davranışlar. Şahsımıza yönelik haksızlıklara susarak ve zamana bırakarak yanıt veririz. Ancak kollektif emeğe yapılmış haksızlığa, onca emekçinin alın terine yapılan haksızlığa susarsak uygun olmaz. Bitirirken ifade edeyim ki, gün dayanışma ve omuz verme günü.. Yerini bulur, bulmaz.. Ben tüm dostları bu mücadeleye davet ederim. Tüm yoldaşları dostluk duygusuyla selamlarım..

Benim bu yazıyı yazdığım an itibariyle 115 kişi tarafından beğenilen bu uzun cevaba karşılık ilk söyleyeceğim şey, akademide uzun yıllar çalışıp bir dönem TMMOB Ziraat Mühendisleri Odası genel başkanlığı yapmış bir tarım uzmanının olayı şahsileştirmeye çalışarak kendini savunmaya kalkmasının yanlış olduğudur. Çünkü yapılan eleştiride kişinin kendisine yönelik hiçbir değerleme bulunmamakta, bunun belediyelerle partiye ait yanlış bir politika olduğu vurgulanmaktadır. Zira yapılan zirve, Gökhan Günaydın‘a ait bir zirve değil; CHP‘ye ve onun belediyelerine ait bir zirvedir. Hem de hiç tarımsal faaliyeti olmayan, köyü kırı olmayan belediyelerin dahi boyoz, yumurta gibi hediyeler dağıttığı bu organizasyon CHP dışındaki kamuoyu tarafından gerçek bir tarım zirvesi olarak değerlendirilmemekte, adeta her bir belediye başkanı ve eşinin kendini göstermeye çalıştığı bir gösteri mekanı olarak algılanmaktadır.

Yazdığım üç satırlık haklı eleştiriye konu ile hiç ilgisi olmayan uzun bir yanıt verilmesi üzerine bu tartışmanın sosyal medyada devam etmesinin doğru olmayacağını düşünerek İzmir‘deki arkadaşlarımdan Gökhan Günaydın‘ın telefon numarasını alarak geçtiğimiz Pazartesi günü kendisini aradım.

Yaptığım telefon görüşmesinde, kendisini yaptığım paylaşıma verdiği cevap nedeniyle aradığımı ifade ederek, kendim hakkında kısa bilgiler verdim. Bu sırada, baba memleketimin İstanbul Şile‘nin Yeşilvadi köyü olması nedeniyle benim de aslen İstanbullu olduğumu, daha düne kadar tarla olan ailemize ait gayrimenkullerin bugün arsa olarak alınıp satıldığını söylemeye çalıştım. Böylelikle kendisiyle telefonla yapmak istediğim fikir alışverişi için bilgilendirmeye çalıştım. Bu bilgilendirme sırasında İzmir‘de tarım konusunda kimlerle görüştüğümü, kimlerden yardım aldığımı ve fikirlerimi kimlerle paylaştığımı anlatmaya çalışırken söyleyip yaptıklarına değer verdiğim ziraat mühendisi Hatice Zeybek Uslu‘nun adını verince bana açık açık “o bir geri zekalıdır. Benden İBB’de çalışmak için yardım istedi, ben de kendisine karşı çıktım, iş vermedim” deyince bir an için afalladım. Çünkü beni tanımayan Gökhan Günaydın ile ilk kez telefon konuşması yapıyordum ve meslektaşı olan bir ziraat mühendisi hakkında böylesine hakaret dolu bir ifade kullanacağını tahmin etmiyordum. Bu durum karşısında söylediklerini ya hiç dikkate almayıp konuşmaya devam eder ya da “evet, haklısınız” deyip kendisiyle aynı fikirde olduğumu söyleyebilirdim. Ama ben kendisini, yazdıklarını ve yaptıklarını yakından bildiğim bir arkadaşımın gıyabında böylesine kötü bir şekilde nitelenmesine karşı çıkarak, böylesi bir tutumu ahlaki açıdan doğru bulmayarak kendisine bu şekilde konuşmaya devam ederse görüşmeyi keseceğimi, bir siyasetçinin tanıdığım biri ve meslektaşı olan bir ziraat mühendisi hakkında bu şekilde konuşmaması gerektiğini, bunun hem ahlaki olmadığını hem de siyasi nezakete uymadığını söyleyince “ne o, sizden nezaket dersi mi alacağım?” diye başka bir çıkış yaptı. Bunun üzerine, amacımın nezaket dersi vermek olmadığını, sadece bugün arkadaş, yarın kendi seçmeni olabilecek insanlar hakkında böylesine kötü bir üslupla aşağılayıcı hakaretlerde bulunmasının doğru olmadığını anlatmaya çalıştım. Çünkü, kendisi avukat da olsa, “şerefsiz”, “haysiyetsiz”, “geri zekalı”, “aptal”, “hayvan”, “müsvedde” gibi sözler söylemenin Türk Ceza Kanunu‘nun 125-131. maddeleri çerçevesinde mahkeme ve içtihat kararlarına göre hakaret suçunu oluşturduğunu biliyordum.

Ardından da, kaba bir şekilde “arkadaşım, senin asıl amacın nedir?” diye bir soru sorduğunda da amacımı, kendisini niye telefonla aradığımı anlatmaya çalıştım. Ancak “sen ne çok konuşuyorsun öyle, bana fırsat bile vermiyorsun” diyerek daha da kabalaştığını gördüm. Bunun üzerine, İstanbul iline ait (GSYH) Gayri Safi Yurtiçi Hasıla‘nın % 0,1 oranında pay alan tarım sektörünün İstanbul’daki küçük ve önemsiz halini düşünerek, “inşallah tarlaların arsaya dönüştüğü İstanbul’da tarımsal kalkınmayı sağlarsınız” diyerek görüşmeyi bitirdim.

Evet, iyi niyetle yaptığım bir telefon görüşmesinde karşılaştığım kabalık nedeniyle şaşırmış ve fazlasıyla sinirlenmiştim. Açıkçası, kitaplarını, makalelerini okuyup değer verdiğim bir siyasetçinin kötü muamelesine maruz kalmıştım. İlk saatlerdeki sinirlenme daha sonra yerini sakinliğe bıraktığında bu kaba, hoyrat ve kibirli hareketin nedenlerini düşünmeye çalıştım. Bir akademisyenin, bir avukatın, bir ziraat mühendisinin, eski bir meslek odası başkanının ve İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu tarafından tarım konularıyla görevlendirilen bir danışmanın, tanıdığı ya da tanımadığı kişiler hakkında böylesine hakaretler edip kaba davranmasının sonuçlarını ve bunun tam aksine sıcak ve nazik insan ilişkileriyle tanınan Ekrem İmamoğlu‘na nasıl zarar verebileceğini düşündüm. Bütün bunları düşünürken bir yandan da, İzmir’de bir zamanlar herkesin önünde eğildiği eski bir danışmanın, danışman olduğunu unutarak Kültürpark konusunda mücadele eden TMMOB Mimarlar Odası İzmir Şubesi yöneticilerini suçlayıp onlara ayar vermeyi hedefleyen, onları aşağılayan sözleri, aklıma geldi ve neyse ki o danışman şimdi İzmir‘de değil diye rahat bir nefes aldım. Aynen İstanbul‘daki danışmanın da bir süre sonra orada olmayacağı gibi…

Evet, adı üstünde; karşımızdaki insan, belediye başkanının danışmanı… Yani, kendisini görevlendiren belediye başkanına uzman olduğu konuda görüş, düşünce, öneri ve proje vermek için çalıştırılan bir personel… Bu nedenle birinci dereceden muhatap olması gereken kesim, biz; yani halk değil; kendisini o göreve getiren belediye başkanı… Ama bu kişi aynı zamanda hem danışman hem de siyasetçi ise bu denge bozuluyor… Çünkü bugün CHP Parti Meclisi üyesi ama diğer yandan da eskiden olduğu gibi milletvekili değil… Tabii ki, bugünkü konumuyla yeniden milletvekili ya da tarım bakanı olmak isteyebilir… Bunu sağlamak için de Cumhurbaşkanı adayı olabileceği ifade edilen Ekrem İmamoğlu‘nun yanında, onun gölgesinde; hatta bazen bu gölgeden çıkarak bu tür çıkışlar yapması, siyasi anlamda prim yapması gerekebilir… Bir ayağı parti meclisinde olan fiili bir siyasetçi olduğu için de frenlenmesi, yer yer ya da zaman zaman bir danışman gibi davranması mümkün olmayabilir…

Köyü ve tarım toprağı olmayan Konak Belediyesi, Tarım Zirvesi’nde…

Velhasıl, danışman arkadaşımızın işi bayağı bir zor… Ama başka bir zorluk; daha doğrusu ahlaki bir sorun var ki, adı seçmen, yurttaş, hemşeri ya da başka bir şey olsa da çevresindeki insanlarla ilişkisi sorunlu… En azından, ağzı “geri zekalı” gibi küfürlere, hakaretlere alışkın… Çünkü iktidarın elinde olduğunu, güçlü olduğunu ve bunun kalıcı olduğunu sanıyor… Üst perdeden davranışının da temel nedeni bu zaten…

Bu telefon görüşmesinden sonra çevresindeki insanlara ya da beni tanıyanlara benim de bir “gerizekalı” olduğumu söyleme ihtimali olsa da; yaşadığı şehrin halen niteliklerini yitirmemiş gerçek bir “Bizans” olduğunu, geçecek zaman içinde köprülerin altından daha çok su akacağını unutmuş gözüküyor…

Not: Aradan 4 gün geçmiş olmasına karşın, Gökhan Günaydın‘ın sözünü ettiği CHP 2024-2028 Tarım Programı, ne yazık ki henüz yayınlanmamış durumda…

21. Yüzyıl Türkiye’sinde Tarım ve Kooperatifler

Ali Rıza Avcan

Bugün Kurban Bayramı arifesi ve kitapçı dükkanları açık. Şayet gittiğiniz tatil yerinde kitap okuyacak zamanınız olacaksa ya da büyük çoğunluk gibi tatile çıkamadıysanız, yedi günlük bayram tatili süresince okumak üzere lütfen en yakınınızdaki kitapçıya gidip Çağatay Edgücan Şahin‘in derlediği “21. Yüzyıl Türkiye’sinde Tarım ve Kooperatifler” isimli kitabı alın ve her güne bir makale olmak üzere okuyun. 2021 yılının Haziran ayında Notabene Yayınları‘ndan çıkan 256 sayfalık kitabın fiyatı 36 lira…

Derlemenin konusu, son zamanlarda hepimizin gündemine giren tarım, tarım içinde değişip dönüşüp bir şeyler yapmaya çalışan kooperatifler ve yeni kooperatifçilik…

Tabii ki bu kooperatifler bizim gençliğimizin geçtiği 1970’li yıllardaki kooperatifler değil… Hepsi özelleştirmelerden ve neoliberal darbelerden nasibini almış, giderek küçülüp etkisizleşmiş kooperatifler…

Hele ki bizim gibi İzmir’de yaşayıp tanık olduğumuz o dillere destan direnişiyle ünlenen TARİŞ‘in bugünlerdeki eriyip kayboluşunu izliyorsanız…

Evet, adını verdiğim bu güzel derleme bize TARİŞ özelinde incir, zeytin ve zeytinyağının, üzüm ve pamuğun, FİSKOBİRLİK özelinde fındığın, ÇAYKUR, Hopa Çay ve Özçay özelinde çayın, PANKOBİRLİK özelinde pancarın ve Edirne ili Sulama Kooperatifleri özelinde çeltiğin hikayesini, bu tarımsal ürünler çevresinde gelişen kooperatiflerin dününü, bugününü ve “Yeni Kooperatifçilik” çerçevesindeki geleceğini sorguluyor.

Ama bence derleme kitabın mücevher taşı ya da kilittaşı Mahir Can Göçer‘in yüksek lisans tezi üzerinden hazırlanan “Bir Dayanışma Ekonomisi Örneği Olarak Ovacık Tarımsal Kalkınma Kooperatifi: Deneyimler ve Tartışmalar” makalesi. Bu makale bize, özellikle de İzmir Büyükşehir Belediyesi himayesindeki İzmir Köy Koop bünyesindeki kooperatiflerin belediyenin hegemonik kontrol alanında yaptıklarıyla Ovacık‘taki kooperatifin piyasa ve devlet dışı alanlarda yaptıkları arasında mukayese olanakları sunuyor.

Başta da belirttiğim gibi derleme 8 yazarın 7 makalesinden oluşuyor:

Abdullah Aysu, “Tarımda Kooperatifçilik Geçmişin Ütopik Bir Hatırası mı? Geleceğin Reel Politikası mı?“.

Betül Ergün, “Türkiye’de Çay Üretiminde Özel Sektöre Alternatif Üretim Modeli: ‘Yeni Nesil’ Tarımsal Üretici Kooperatifçiliği“.

Özal Çiçek, “Şeker Sanayiinde Özelleştirme Süreci Karşısında Alternatif Arayışlar: Pankobirlik Örneği Üzerinden Eleştirel Bir Değerlendirme“.

İhsan Seddar Kaynar, “Fındık Üretiminde Sınıf İlişkilerinin ve Piyasanın Değişen Dinamikleri“.

Murat Yercan, Filiz Kınıklı, “Pamuk, Zeytin, Üzüm ve İncir: TARİŞ’in Öyküsü ve Bölge Kalkınmasına Etkileri“.

Mahir Can Göçer, “Bir Dayanışma Ekonomisi Örneği Olarak Ovacık Tarımsal Kalkınma Kooperatifi: Deneyimler ve Tartışmalar“.

Okan Ceylan, “Bir Tahılın Örgütleyici Gücü: Çeltik Tarımının Edirne İli Sulama Kooperatiflerinin Gelişimindeki Rolü“.

Söz konusu derlemeyi yapan Çağatay Edgücan Şahin, kitabın tanıtımı amacıyla kaleme aldığı metinde aynen şunları söylüyor:

Son yıllarda Türkiye tarımı, işgücü arz yetersizliği, aracıların üreticilerden fazla kazanması, zaman zaman farklı tarım ürünlerinin ithalatında sağlanan kolaylıkların yerel üreticileri zor durumda bırakması gibi üretim sürecine içkin bir dizi yapısallaşmış problemin yanı sıra iklim değişikliği ve kuraklığın getirdiği olumsuz etkilerle birlikte anılmaya başlanmıştır. Bu problemlerin çözümünde öne çıkan seçenekler ise ya halihazırdaki rekabetçi şirket modeli ya da dayanışmacı ve eşitlikçi toplumsal ilişkileri geliştirme potansiyeli olan kooperatif modelidir.

Bu derlemeyi ortaya çıkaran ana fikir, sanayi toplumunun ortaya çıkardığı sorunlara bizzat o sorunları deneyimleyenlerce üretilmiş çözüm yollarından biri olan ve günümüzde yeniden gündeme gelen kooperatifçiliğe, tarımsal kooperatifler ve Türkiye tarımına odaklanarak bakmak ve olası çözümlere ışık tutmaktır. Derlemede, Türkiye tarımının güncel sorunlarının çözümünde kooperatifçiliğin sunabileceği olanaklar gerek belirli ürünler gerekse de geleneksel ve yeni kooperatifçilik açısından model niteliği taşıyan pratikler üzerinden tartışmaya açılmaktadır.

Derleme kapsamına giren yazılara konu olan ürünler belirlenirken gerek üretim sürecinde geniş üretici toplulukların katılımının olmasına gerekse mümkün olduğunca çay, şeker, zeytin ve pirinç gibi toplumun gündelik tüketim alışkanlıklarında yer edinmiş olan ürünlere öncelik verilmiştir.

Herkese iyi okumalar dileğiyle…

Küresel Sömürgecilik Aracı: Sözleşmeli Üretim

Dr. Nejdet Oral – 27 Ocak 2004

Yapısal uyum programları tarım sektöründen devleti geri çekerken, köylülük ile sanayi sermayesini karşı karşıya bırakıyor. Bu, kapitalizmin köylülüğü tasfiye etme ve küresel sömürgeciliği kurumlaştırma araçlarından “sözleşmeli üreticilik”le yükseliyor.

24 Ocak Kararları ile başlatılan, 12 Eylül askeri rejimi eşliğinde 1982 Anayasasıyla kalıcı hale getirilen anti-demokratik, baskıcı bir politik düzen içinde uygulanan “istikrar ve yapısal uyum politikaları”, toplumdaki gelir dağılımını emek gelirleri ve tarım aleyhine, büyük sermaye lehine değiştirmeyi amaçlıyordu. Bu düzen, genelde sermayenin sömürü olanaklarına yeni katkılar yaptı. Ancak yapısal uyum programlarının yöntem, etki ve sonuçları -belki de- en açık biçimde tarım kesimindeki değişimde ortaya çıkmış bulunmaktadır.

Son yirmi yılda sanayi-devlet-tarım zincirinde halkaların diziliş sırası değiştirilmiş, yeni sıralama devlet-sanayi-tarım şeklini almıştır. Başka bir deyişle, devlet-köylü doğrudan ilişkisi kırılmış, sermaye-köylü ilişkisi kurulmaya çalışılmıştır. Arada devletin bulunmadığı bu ilişki, “sözleşmeli üreticilik” modeli üzerinde yükselmektedir. Sözleşmeli üreticilik, kapitalizmin günümüzde köylülüğü kendine özgü bir tarzda tasfiye etme ve küresel sömürgeciliği kurumlaştırma araçlarından birisidir. Hem tarımda, hem de hayvancılıkta uygulama alanı bulmuş olan bu modelin dünya genelinde uygulayıcı ve savunucusu uluslararası şirketlerdir (Güler, 1996).

En uygun çıkış yolu: Sözleşmeli çiftçilik

Dünya tarım üretimini yönlendiren uluslararası şirketlerin tarım üreticileri ile ilişkileri üç temel biçim sergilemektedir. Bunlardan birisi plantasyonlar, ikincisi genel ticari ilişkiler, üçüncüsü sözleşmeli çiftçilik uygulamasıdır.

Plantasyonlar, Orta ve Güney Amerika, Afrika ve Asya ülkelerinde geniş bir uygulama alanı bulmuştur. Yabancı şirketin toprak sahibi statüsü ile ücretli işçi kullanarak üretim sürecinde doğrudan yer aldığı bu uygulama, aşırı sömürü suçlamaları ve ulusçuluk hareketleri ile yaygınlaşan ulusallaştırma girişimleri sonucunda çekici olmaktan çıkmıştır.

Genel ticari ilişkiler günümüzde de geçerliliğini sürdürmekte, işleme, ticaret, deniz aşırı taşımacılık, tarımsal girdi (tohum, gübre, ilaç vb.), makine ve işlenmiş yiyecek içecek satışı bu tür ilişkilerin konularını oluşturmaktadır. Dünya tarım ticaretinin çok az sayıda dev şirketin egemenliğinde olması, dünya fiyatlarının bu şirketlerce tek taraflı olarak belirlenmesi, egemen şirketlerin Kuzey Amerika tarımı için geliştirilmiş tarım makinelerini azgelişmiş ülkelere hiçbir uyarlama yapmaksızın ihraç etmeleri ile gelen verim düşüklüğü… yolundaki eleştiriler, çokuluslu şirketlerin müdahale gücünü sarsmıştır.

Üçüncü ilişki biçimi olarak sözleşmeli üreticilik, diğer biçimlerin sarsıldığı bir ortamda en uygun çıkış yolu olarak geçerlilik kazanmıştır (Güler, 1996).

Risksiz ve çok kazançlı

Sözleşmeli çiftçilik modelinde şirketler, yabancı bir ülkede işletme sahibi olmadıkları için, plantasyonların tersine aşırı sömürü suçlamalarından ve ulusallaştırma tehdidinden uzak kalmaktadır. Hatta yerli işgücünü çalıştıran patron da -görünürde- kendisi değildir. Bu nedenle tarım işçilerinin örgütleriyle karşı karşıya gelme riski yoktur. Yerli plantasyonlar, yabancılara göre daha az ücret ödemekte ve sendikalarla daha sert mücadele edebilmektedir. Böylece hem maliyet düşürülmekte, hem de yabancı şirket siyasal maliyetten uzak kalmaktadır. Öte yandan, yerli plantasyonlar, yerli devletin kendi üreticisini desteklemek adına devreye soktuğu kamusal kaynakları kullanmada yabancı plantasyonlara göre çok daha şanslıdırlar. Ayrıca, sözleşmeli üreticilik, çokuluslu şirketlerin çıkarlarını savunan yerel işadamlarıyla ittifaklar oluşumuna katkı sağlayacak bir yöntem olarak öne çıkmış bulunmaktadır.

Köylü” ya da “taşeronlaşmış işçi”

Bilindiği gibi tarımda küçük ölçekli üretim sanayileşme sürecinin başlıca engellerinden birisi olarak kabul edilmektedir. Sözleşmeli üreticilik modeli bu engeli, tarımsal toprak mülkiyetindeki parçalanmışlığı, dokunmaksızın atlamaktadır. Sanayici çiftçi ile belirli nitelikteki ürün için sözleşme yapmakta, üreticiyi kendi uzmanlarıyla denetlemekte ve başlangıçta belirlenen fiyat üzerinden ürünü satın almaktadır. Sözleşme ile bağlanan köylü, bilinen anlamda “köylü” değildir. Malı ve işgücünü birlikte kiraya çıkaran yapısı ile bir tür “taşeronlaşmış işçi” kılığına bürünmüştür. Bu yeni tür köylünün devletle bağları kopmuş, devlet sermayenin arkasında yerini alarak, “yeni” köylülüğü işvereni sermaye ile karşı karşıya bırakmıştır (Güler, 1996).

Tarım, sanayi ve ticaret kesimleri bir yönetim altında

Bilindiği gibi, dikey bütünleşme (entegrasyon), herhangi bir mal ya da hizmetin üretiminden satışına dek çeşitli aşamalarında çalışan işletmeler arasında yapılan birleşmelerdir. Dikey bütünleşmede, tarımsal üretim, sanayi ve ticaret kesimlerinde etkinlikte bulunan bir işletme ya da işletmeler topluluğunun iki ya da daha fazla uğraşı aşamasını kendi denetimi altına alır. Böylece birbirini tamamlayan tarım, sanayi ve ticaret kesimleri önemli ölçülerde bir yönetim altında toplulaştırırlar. Geriye doğru dikey bütünleşen sanayi ve ticaret işletmeleri, genellikle üretim döneminin başında çiftçiler ile bağlantı yaparak kendi üretim ve pazarlama etkinliklerinin sürekliliği için gerekli olan malları karşılamaktadırlar. Dikey bütünleşme stratejileri; iç büyüme, devralma, sözleşmeli üretim, başka kuruluşlarla ekonomik işbirliği ve katılım etkinliklerinin geliştirilmesi biçiminde olabilmektedir.

Bir işletmenin etkinlik alanını üretim ve pazarlama sürecindeki birkaç aşamayı içerecek biçimde genişletmesi durumunda iç büyüme yoluyla dikey bütünleşme sağlanmaktadır. Devralmalarda, işletmeye yeni birimler katılmakta ve etkinlik alanındaki başka birimler satın alınarak bu işlem gerçekleştirilmektedir. Sözleşmeli tarımda ise, işletmelerin etkinlik alanlarını genişletmeleri ya da herhangi bir mülkiyet devri söz konusu olmamaktadır. İşletme varlıklarının mülkiyet yapısında bir değişiklik olmamakta, üretim ve pazarlama politikaları taraflar arasında yapılan sözleşmelerle saptanmaktadır. Sözleşmeli üretim ile sanayi ve ticaret şirketlerinin işgücü gereksinimi azalmakta, etkinlik ve verimlilikleri, dolayısıyla yaratılan katma değerleri artmakta, etkin bir pazarlama stratejisi izleyebilmekte ve sabit sermaye yatırımları azalmaktadır. Hammadde sağlanmasına ilişkin olarak özellikle de miktar, çeşit ve nitelik sorunları çözümlenebilmektedir (Özçelik vd, 1999).

Sözleşmeli üretimin yayılması ve küreselleşme

Sözleşmeli tarım uygulamaları küresel sömürgecilik döneminin bir yaklaşımı değildir. 1885 sonrası dönemde Japonlar tarafından Taiwan’da şeker üretimi için kullanılmış, 20. yüzyılın başlarında Orta Amerika’da Amerika Birleşik Devletleri (ABD) muz şirketlerince uygulanmıştır. Gerçek anlamla sözleşmeli tarımın geçmişi Avrupa ve Kuzey Amerika’da tohumculuk sektörüne dayanır. 1945 sonrası tohum endüstrisi yeniden yapılanmış, 1970’lerde ve 1980’lerin başına değin uzayan süreçte tohum şirketleri arasında birleşme ve işbirliği yaygınlaşmıştır. Bu sektörde yaşanan küreselleşme eğilimleri, tohum endüstrisindeki sözleşmeli üretimin genişlemesi ve yayılması ile paralellik göstermektedir. Burada genel olarak yerel şirketler, uluslararası şirketlerin taleplerini üreticilere bildirmekte; böylece biri üretici ile yerel şirket, diğeri de yerel şirket ile uluslararası şirket arasında olmak üzere iki ayrı sözleşme yapılmaktadır. 20. yüzyılın sonlarına doğru Batı Avrupa, Kuzey Amerika ve Japonya’da sözleşmeli çiftçilik, gıda sanayiin kritik bir öğesi haline gelmiştir. Son yirmi yılda azgelişmiş ülkelerde bu alanda önemli gelişmeler yaşanmış; çokuluslu şirketler, Dünya Bankası, Asya Kalkınma Bankası gibi uluslararası mali kuruluşlar bu oluşumları desteklemişlerdir. Bunlar sözleşmeli tarımı, kırsal kesimin kalkınmasında, sosyal örgütlenme modeli içinde ele almışlar ve kırsal kalkınma, iskan projeleri ile birlikte kullanmışlardır (Rehber, 1997).

Çokuluslu şirketler, Avrupa Birliği, Fransa

Sözleşmeli çiftçilik modeli, ülkeler itibariyle değişmekle birlikte, hemen her ülkede uygulama alanı bulmuştur. Örneğin Orta Amerika’da meyve ve sebze ihracatını kontrol eden şirketler, üreticilerle üretim etkinliğinin başlangıcında ya da hasat sırasında sözleşme yapmaktadırlar.

Çokuluslu şirketler tarıma dayalı sanayide sözleşmeli üretim modelini benimsemişlerdir. Örneğin Latin Amerika’da muz endüstrisinde ulusal ve uluslararası şirketlerce yapılan sözleşmeli üretimin çok uzun bir geçmişi vardır. Uluslararası gıda tekeli Nestle, süt toplama ve işleme ile domates gibi ürünleri üreticilerle yaptığı sözleşmeler ile sağlamaktadır.

Tarıma dayalı sanayide etkinlik gösteren çokuluslu tekeller, özellikle 20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren tarım arazisine yatırım yapma, işçi ve diğer üretim giderlerinin karşılanması gibi işletmeye en çok yük getiren büyük tarım işletmelerini yönetme gereksinimini duymamaktadırlar.

ABD’de birçok gıda şirketi hammadde gereksinimini düzenli ve kaliteli olarak karşılamak için sözleşmeli çiftçilik modelini yeğlemiştir. Bu ülkede sözleşmeli tarım 1950’lerde et yönlü piliç (broiler) yetiştiriciliğinde başlamış, 1970’lerde domuz yetiştiriciliğinde uygulanmıştır. 1990 yılı verilerine göre, ABD’de sözleşmeli tarım uygulaması broiler yetiştiriciliğinde yüzde 90’a, sebze işlemede yüzde 80’e ulaşmıştır. Öte yandan Avrupa Birliği’nde (AB) tarım ürünlerinin sözleşmeli olarak yetiştirilme oranları ülkelere göre değişiklik göstermekle birlikte, dana ve tavuk eti yüzde 95’e, süt yüzde 99’a, yumurta yüzde 71’e, patates yüzde 71’e, bezelye yüzde 85’e, şekerpancarı ve domates yüzde 100’e değin ulaşan oranlarda sözleşmeli olarak yetiştirilmekte ve pazarlanmaktadır (Özçelik vd, 1999).

Ulusal ve uluslararası şirketler, üreticileri kendilerine bağlamak için kredi, fiyat ve pazar güvencesi, teknik yardım gibi çeşitli önlemlere yönelmekte, bu durum çiftçiler açısından tek yanlı bağımlılığa neden olabilmektedir. Bu bağımlılık tarım çalışanlarının yarattığı pozitif değerlerin de sanayiciye geçmesine yol açabilir. Nitekim üreticilerin alıcılara tek yanlı bağımlılığı nedeniyle sözleşmeli tarım Fransa gibi kimi AB ülkelerinde fazlaca kabul görmemiştir (Özçelik vd, 1999).

Üreticilerin bağımsızlaşma sürecini geciktiriyor

Sözleşmeli tarıma ilişkin çeşitli ülkelerde yapılmış deneysel araştırmalar, elde edilen verim ve gelir artışının bu üretim biçimine bağlılığı daha da artırarak üreticilerin bağımsızlaşma sürecini geciktirdiğini ortaya koymaktadır. Üretici aileleri giderek marjinalleşmekte ve alıcıya giderek daha bağımlı hale gelmektedir. Sözleşmeli tarımın Afrika’da toplumsal yapıya etkisi, bir yandan yeni teknolojilerin kırsal alana iletilmesi ve küçük üreticilerin daha çağdaş yaşam koşullarına kavuşturulması, öte yandan politik anlamda tutucu çiftçi kitlesinin yaratılması olmuştur.

Sözleşmeli tarımın yaygınlaştırılmasına koşut olarak ürün çeşitliliği giderek azalmakta, bunların yerini geliştirilen ve yüksek verim sağlanan çeşitler almaktadır. Sözleşmeli tarımda alıcı firma sürdürülebilir kaynak konusunda herhangi bir sorumluluk üstlenmemekte, sözleşme süresince üreticilerin işletmecilik kararlarına müdahale edilmesine karşın, sürdürülebilir kaynak kullanımı konusunda tüm sorumluluk üreticiye bırakılmaktadır. Çünkü, çevresel etki, şirket ile üretici arasındaki sözleşmede yer almayan bir maliyet öğesidir (Ceylan, 1998 a).

Batı Anadolu’da İngiliz tüccarlar

Başka ülkelerde olduğu gibi, Türkiye köylüsü de sözleşmeli çiftçiliğe benzer bir sistemle 19. yüzyılda tanışmıştır. 1860’lı yılların sonlarında ihracata yönelik tarımsal üretimin yoğunlaştığı Batı Anadolu’da İngiliz tüccarlar ile köylüler arasında sözleşmeli üreticilik benzeri uygulamalara rastlanmaktadır.

Türkiye’deki ekonomik egemenliklerini sağlamlaştırmak isteyen İngilizlerin baskıları sonucu, 1866 yılında çıkarılan bir yasayla yabancıların taşınmaz mal sahibi olmaları hakkı tanınmasıyla, İngiliz tüccarlar Batı Anadolu’da 2.3-2.6 milyon dekar dolayında toprak satın almışlardır. İngilizler satın aldıkları topraklarda ortakçılık ve yarıcılık anlaşmalarını uzun süre devam ettirdiler.İngilizler ile köylüler arasındaki ortakçılık anlaşmaları zaman içinde değişiklikler geçirerek, toprak kirasının ürün olarak ödenmesini öngören anlaşmalar yerini kiranın para olarak ödenmesini öngören anlaşmalara bıraktı. Bu anlaşmalara göre köylüler, toprağı belirli bir kira karşılığı kiraladıklarına ve ürün kaldırıldığında belli bir bölümü toprak sahibine satmaya söz verdiklerine ilişkin bir belge imzalamaya başladılar. Kira genellikle köylünün toprak sahibine satmakla yükümlü olduğu ürünün bedelinden düşülüyordu. Kira yöntemi ve ürünün belirli bir kısmını önceden kapatma hakkına sahip olmaları, beklenen ürünün sağlanamadığı yıllarda İngiliz tüccarların zarar etmesini önlediği gibi tüm riskler de köylünün üstüne yüklenmiş oluyordu. Çünkü bu tür anlaşmalara göre, toprak sahibi, köylüyü borcunu ödeyinceye kadar toprağında ücret vermeden çalıştırma hakkına sahipti (Kurmuş, 1974).

Devlet eliyle “sözleşmeli tarım” uygulaması

Yeni bir yaklaşım olmamasına karşın, sözleşmeli üreticilik dönemin özellikleri ve kazandığı önem nedeniyle “yeni” bir nitelik taşımaktadır. Türkiye’de bu anlamda ilk uygulama, 1965’te, Tarım İşletmeleri Genel Müdürlüğü (TİGEM) tarafından hububat tohumluğu üretiminde başlatılmış, ancak 1980’lerden itibaren tohumculuğun özelleştirilmesi ve bu alanın yerli ve yabancı tohum tekellerine devredilmesine koşut olarak, TİGEM sözleşmeli tohum üretiminden çekilmiştir.

Sözleşmeli üreticiliğin uygulandığı ilk alanlardan bir başkası şekerpancarı yetiştiriciliği olmuştur. Küçük üreticiliğin ezici bir çoğunluğa sahip olduğu şekerpancarı tarımında Türkiye Şeker Fabrikaları (TŞFAŞ ) tarafından 1965 yılında sözleşmeli üretim uygulaması başlatılmıştır. Sistemin temeli küçük üretici ile TŞFAŞ arasındaki sözleşmeyle başlamakta, şirketin ekim ve alım için zorunlu kıldığı mavi kağıdı imzalayan her köylü, ortaçağ kurumlarında görülebilen türden bir bağıntı içine girmektedir. Nereye, ne zaman, ne kadar şeker pancar ekeceği,ne zaman söküp nereye teslim edeceği, ne kadar fire kesileceği ve parayı ne zaman alacağı yalnız şirketin takdirine bağlıdır. Üreticinin tarlası ve ürünü üzerindeki tasarruf hakkı kısıtlanmıştır. Şekerpancarı üretiminde geliştirilen denetim sistemi dünya çapında bir örnek olmaya adaydır (Akad, 1987).

Özel sektörde 1970’li yıllarda uygulanmaya başlayan sözleşmeli üreticilik modeli, 1980’li yıllarda hızla yaygınlaşmıştır. Şekerpancarından sonra sözleşmeli üretimin yaygınlık kazandığı ikinci ürün sanayi tipi domatestir. Gerek iklim koşullarının uygun ve gerekse domates işleme tesislerinin bu bölgede yaygın oluşu nedeniyle Marmara Bölgesi’nin sanayi tipi domates üretimindeki payı yaklaşık yüzde 60’a ulaşmıştır. 1970’li yıllardan başlayarak sanayi tipi domates yetiştiricileri ile salça ve konserve fabrikaları arasında bir dikey bütünleşme hareketi gözlenmektedir. Salça sanayiinde etkinlik gösteren 42 fabrikadan 25’i Bursa’da bulunmakta ve bu fabrikalar yaklaşık 20 bin çiftçi ailesine 235 bin dekar alanda sözleşmeli domates üretimi yaptırmaktadır. Sözleşmeli sanayi tipi domates üreten işletmelerin çoğunda sulanabilir tarım arazisi kısıtlı olduğundan, her yıl üst üste aynı toprağa domates ekimi yapılmakta, bu da verimde önemli bir gerilemeye neden olmaktadır. Ayrıca domates tarımında önerilen dozun iki katına dek azotlu gübre kullanılmakta, bu durum aşırı sulama ile yeraltı ve yüzey sularının kirlenmesine yol açmaktadır. Öte yandan sözleşmeli üretimde sözleşme yapmayanlara oranla daha fazla tarım ilacı kullanılmaktadır. Aynı topraklarda münavebe uygulanmadan sürekli sanayi domatesi yetiştirilmesi, aşırı gübre ve ilaç kullanımı ile aşırı su kullanımı birlikte değerlendirildiğinde, bu uygulamalar uzun dönemde toprak verimliliğinin sürdürülebilirliğini olumsuz yönde etkileyecektir. Konserve fabrikaları ile üreticiler arasında yapılan sözleşmeler, üreticiler açısından oldukça ağır yükümlülükler içermektedir. Sözleşmeye ek olarak üreticilere verilen avans, aynı ve nakdi yardımlar için de borç senedi düzenlenmekte, üretici şirkete ürünü teslim etmez ya da eksik teslim ederse, senet hiçbir uyarı yapılmaksızın adli kuruluşlara aktarılmaktadır (Özçelik vd, 1999).

Yabancı sermayeli gıda sanayiin taşeronları

24 Ocak Kararları ile başlatılan yapısal uyum programları çerçevesinde dış ticaretin serbestleştirilmesi sonucunda sözleşmeli üreticilik esas olarak çokuluslu gıda ve tarım şirketleri tarafından kullanılan bir model haline gelmiştir. Güler’in (1996) vurguladığı gibi, ülkenin en verimli ve görece en gelişkin tarım bölgelerinde çiftçiler, yabancı sermayeli gıda sanayiin taşeronları olarak yeni bir kimliğe bürünmektedirler.

Tohumculuk alanında etkinlik gösteren şirketler, konu ile görevli kamu kuruluşu olan ve Dünya Bankası ile 1985 yılında imzalanan ikraz anlaşmasının bir gereği olarak işlevsizleştirilen TİGEM’in sözleşmeli üretim deneyiminden de yararlanarak, sözleşmeli üretim modelini kullanmaktadırlar. Çoğunlukla yabancı sermaye ile ortaklaşa etkinlikte bulunan tohumculuk şirketleri, tohum üretimlerinin önemli bölümünü Akdeniz ve Marmara Bölgelerindeki üreticiler ile yaptıkları sözleşmeler ile sağlamaktadırlar. Böylece Türkiye adım adım tohum tekellerinin ağına düşürülürken, çiftçisi de doğrudan bu tekellere bağımlı hale getirilmektedir.

Tütün sektöründe çokuluslu şirketler

1980’lerin başında uluslararası tütün tekellerinin dayatmaları sonucu, Türkiye’de blended (harmanlanmış) sigara üretimine geçilmesi hazırlıkları yapılırken, bu sigaralarda kullanılacak tütünlerin de yurt içinde yetiştirilebilme olanakları araştırılmaya başlanmıştır. Özel sigara üreticisi şirketler tarafından değişik yörelerde Amerikan tipi tütün üretim denemeleri yapılmış, Marmara Bölgesi’nin kimi yörelerinde olumlu sonuçlar alınmıştır. 1991-92 yıllarında bu denemeler TEKEL’in eşgüdümünde ve Türkiye Bilimsel ve Teknik Araştırma Kurumu (TÜBİTAK) desteğinde, ulusal bir proje haline getirilmiş ve kısa süreli denemelerden; blended sigaraların harmanlarında kullanılabilecek Amerikan tipi tütünlerin yurt içinde yetiştirilebileceği sonucu alınmıştır.

Bolu’da Rothmans firması öncülüğünde 1984-85 döneminde başlatılan ve giderek yaygınlaşan Amerikan tipi tütün (Virginia ve Burley) üretimi, günümüzde üç adet şirket tarafından yürütülmektedir. Bolu, Adapazarı ve Balıkesir’de 22 bin 760 dekar alanda 3 bin 627 üretici aile yabancı tür tütün üretimi yapmaktadır (Özçelik vd, 1999). Amerikan tipi tütün üretimi 1998 yılı itibariyle 5 bin ton/yıl düzeyinde gerçekleşmiştir (DPT, 2000). Virginia ve Burley tipi tütünlerin üretimi alanında üç adet şirket etkinlik göstermekte ve bu şirketlerin tümü sözleşmeli üretim modelini uygulamaktadır.

Bölgede sözleşme yapmadan Amerikan tipi tütün üretimi olanağı bulunmadığı gibi, bu üretim etkinliği sonucu sağlanan gelir, aynı arazide üretilebilecek alternatif bitkisel ürünlerden sağlanabilecek gelirin 2-5 kat üzerindedir. Tütün üretim etkinliği sırasında ekiciler tarafından karar verilmesi gereken birçok konuda, bu yetki sözleşme ile şirkete devredilmiştir. Ekici üretimle ilgili tüm işlemleri şirket elemanı tarafından verilecek talimatlara uygun olarak yapmayı taahhüt etmektedir. Bu uygulamaların sonucunda ise, özellikle doğal kaynak kullanımı açısından önemli sakıncalar ortaya çıkmakta, ancak şirket bu konuda herhangi bir sorumluluk üstlenmemektedir (Ceylan, 1998 b). Ancak ekici Amerikan tipi tütün tarımının yüksek gelir sağlaması nedeniyle üretim sürecinde karar yetkisini şirkete devretmekte, doğal kaynak kullanımı konusunda oluşabilecek riskleri (su kirliliği, toprakta tuzlulaşma, çoraklaşma) tek başına karşılamaktadır.

Doğal kaynakları sömür, tarım emekçilerini sömürgeleştir

1998 yılında 51 milyar dolarlık satış gerçekleştiren Cargill, dünyanın en büyük özel sahipli (halka açılmamış) şirketi. Başlıca çalışma alanlarını tohum, gıda ve tarım ürünleri oluşturuyor. Ayrıca 1998’de dünyanın en büyük biyoteknoloji ve tohum şirketlerinden Monsanto ile işbirliği anlaşması imzaladı ve ortak şirket kuracaklarını duyurdu. Dünyada etkinlikte bulunduğu 65 ülkeden biri olan Türkiye ile 1960’lardan beri ticaret yapıyor. Mustafakemalpaşa’da genetik olarak değiştirilmiş mısır ve ayçiçeği üretiyor. Pendik’te yaş mısır, Hendek’te fındık işleme tesisi bulunuyor. İznik Gölü’nün kenarında 1. sınıf tarım arazisi üzerinde -kaçak olarak- mısır nişastası fabrikası kurdu. Bilim çevrelerinin tesisin İznik Gölü’yle birlikte verimli binlerce dekar arazi ve Gemlik Körfezi’ne büyük zarar vereceği yönündeki uyarılarına karşın, şirket üretimini sürdürüyor. (Öztuksavul, 1999).

Mısır üretmek için Orhangazi’de beş pilot köy seçen Cargill, teknik ve tohumluk desteği vererek ürettirdiği mısırı kendisi alıyor. Bunu küçük ölçekli bir başlangıç olarak değerlendiren şirket; Konya, Karacabey ve Ege’de 85 bin dekar alanda sözleşmeli çiftçilik modeliyle mısır üretimine başlayacak. Ayrıca GAP’ta 1000 dekarlık alanda örnek mısır çiftliği kuracak (Radikal, 24/6/2000).

Cargill’in etkinlikte bulunduğu tüm azgelişmiş ülkelerdeki stratejisi hiç değişmiyor: Bir yandan doğal kaynaklar acımasızca sömürülüyor, öte yandan tarım emekçileri birey olarak sömürgeleştiriliyor.

Toplumsal patlamaya karşı; Türkiye Kalkınma Vakfı

Bu arada sözleşmeli üretim modelinin özellikle hayvancılığın geliştirilmesinde bir çıkış yolu olduğunu savunan -yabancı güdümlü bir kuruluş olan- Türkiye Kalkınma Vakfı’nın çalışmalarına da değinmek gerekiyor. 1969’da Dünya Kiliseler Birliği, Ford Vakfı, Mobil Oil, İngiltere Hükümeti, İçel Valiliği ve Mehmet Karamehmet’in katkılarıyla kurulan TKV’nin temel işlevi kırsal alanlardaki nüfus artışı ve pahalılığın yarattığı hızlı proleterleşmenin toplumsal bir patlamaya dönüşmesini engellemek için arıcılık-tavukçuluk, sütçülük gibi küçük mülkiyete dayalı üretim birimleri kurmak, tekelci burjuvaziye yeni pazar olanakları yaratmak ve propaganda idi (TİB, 1976 a).

TKV, 1977 yılında et yönlü piliç (broiler) üretiminde sözleşmeli tarım uygulamasını başlatmış, daha sonra kırmızı et (besicilik), arıcılık ve yem bitkileri (mısır ve soya) üretiminde de bu modeli uygulamaya koymuştur. Broiler üretimi çalışmaları Türkiye ölçeğinde yaygınlaştırılmış, arıcılık çalışmaları Doğu ve Güneydoğu’ ya yönelik olarak uygulanmıştır. Kırmızı et üretimi çalışması ise Ankara/Çubuk’taki besi işletmesinde yapılmaktadır. TKV ayrıca 1996 yılından beri Samsun, Çukurova ve GAP (Şanlıurfa ve Diyarbakır) Bölgelerinde sözleşmeli mısır ve soya fasulyesi üretim çalışmaları yürütmektedir. TKV, 1985 yılında Hollanda, Danimarka, Almanya Kalkınma Bankaları ve Dünya Bankası Uluslararası İşbirliği Kuruluşu (IFC) ile Köy-Tür Holding’i kurmuştur. Köy-Tür Topluluğu, 1997 yılında 17 ilde 2200 sözleşmeli üretici aracılığıyla 126 bin ton canlı etlik piliç üretmiştir (Aydoğan ve Kapucu, 1998).

Sözleşmeli yetiştiricilik yaygınlaştırılıyor

7. Beş Yıllık Kalkınma Planı’nda (BYKP) sözleşmeli yetiştiriciliğin yaygınlaştırılacağı yer almış ve Haziran 1996’da sözleşmeli yetiştiricilikle ilgili yöntem ve esaslar konusunda bir tebliğ yayımlanmıştır. Ancak 27 Şubat 1999 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan hayvancılığın geliştirilmesine ilişkin tebliğ, Türkiye’de hayvancılığın kimlere havale edildiğini açıkça ortaya koymaktadır. Tebliğin 18 (a) maddesinde yalnızca damızlık düve, tiftik keçisi ve manda yetiştiriciliği, yem bitkileri ve silaj yapımı, suni ve tabii tohumlama ve hayvan sağlığı konularında bireysel projeler yapılabileceği, bunların dışındaki her tür etkinlik için (damızlık süt ve et sığırlığı, sığır besiciliği, damızlık koyun, hindi, deve kuşu ve ana arı yetiştiriciliği) “sözleşmeli çiftçilik modeli” uygulanacağı ve bireysel projelerin değerlendirilmeyeceği belirtilmektedir. Tebliğde ayrıca tüm desteklerin yöneltileceği “uygulayıcı kuruluşlar” da tanımlanmakta ve görevleri belirlenmektedir. Uygulayıcı kuruluş, canlı hayvan dahil üretimle ilgili tüm girdilerin sağlanması, kredilerin yerinde ve amacına uygun kullandırılması ve denetlenmesi, yapay tohumlama ve koruyucu hayvan sağlığı hizmetlerinin yürütülmesi ve ürünlerin değerlendirilmesi ve pazarlanmasıyla yükümlüdür. Kısacası üretimden işlemeye ve pazarlamaya değin tüm süreç uygulayıcı kuruluş tarafından denetlenecek, üretici hiçbir biçimde söz ve karar sahibi olamayacaktır.

Ziraat Bankası da devrede

Öte yandan, Ziraat Bankası da tarımın sanayiye entegrasyonunu sağlamak amacıyla, sözleşmeli üretimin özendirilmesine yönelik kredilendirmeye önem vereceğini, böylelikle kredi geri dönüşlerinde yaşanan riskin de ortadan kalkacağını açıkladı. TKV, Köy-Tür ve Mudurnu gibi sözleşmeli üreticiliğe dayalı projelerin gelişmesinde Ziraat Bankası’nın önemli katkıları olduğu belirtilen açıklamada, bu örneklerin diğer alanlarda da çoğaltılmasının amaçlandığı vurgulandı. İlk aşamada Ankara/Kalecik’te yetiştirilen ” Kalecik Karası” üzümünün sözleşmeli çiftçiler tarafından yetiştirilmesini sağlamak üzere Ankara’daki büyük bir şarap fabrikası ile ilişkiye geçildiği; şaraplık üzümün yanı sıra Kastamonu/Taşköprü’de sarımsakta sözleşmeli üretimin geliştirilmesi için girişimci arandığı belirtildi. Yapılan açıklamaya göre, banka, domates, patates ve sanayiye yönelik diğer tarım ürünlerinde de aynı sistemin geliştirilmesine çalışacak (Cumhuriyet, 24/7/2000).

Şirketler yerine kooperatifler

Sözleşmeli üretim modelinin yaygınlaştırılmaya çalışıldığı yörelerden biri de GAP Bölgesi’dir. Sulu tarıma geçiş ovayı yeşertmeye başladı ancak, Harran’da toprak sahipliği sorununu çözemedi. Uzmanlar yörede tarımla uğraşan nüfusun yüzde 40’ının topraksız, ortakçı, yarıcı olduğunu belirtiyor. Büyük toprak sahiplerinin çoğunluğunun Urfa ile toprak ile ilgileri bulunmuyor. Ne ekildiğini, ne biçildiğini başka kentlerden izliyor ve toprağın getirisinin büyük bölümüne el koyuyorlar. Yani maraba marabalığını, bey beyliğini sürdürüyor. Toprak sahipliğinde yapı değişmezken, üretim ilişkilerinde farklı yöntemler uç veriyor. Sözleşmeli çiftçilik de bunlardan biri ve özellikle besicilik ve yem bitkileri (mısır, soya) yetiştiriciliğinde uygulanıyor. Koç Holding ve Ata Grubu’nun ortaklığıyla Harran’da kurulan besi çiftliğinde de bu model uygulanacak. Üreticiler sözleşmeli çiftçilik ya da besiciliğin şirketler yerine kooperatifler aracılığıyla yürütülmesinin en sağlıklı yöntem olduğunu belirtiyorlar. Ancak görünen o ki, kooperatiflerden çok, şirketler alana egemen olacak ve sözleşmeli çiftçilik, tarımın “piyasalaştırılmasının” bir aracı olarak kullanılacak (Kansu, 2000).

Yukarıda verilen örneklerin dışında Niğde, Nevşehir ve diğer birkaç ilde patates, Ege’de bir kürk hayvanı olan şinşilla, Antalya ve Muğla yörelerinde kesme çiçek, Bilecik’te şerbetçiotu ve çeşitli illerde fabrikasyon üretimin yapıldığı tavukçuluk ve besicilikte sözleşmeli üretim modeli uygulanmaktadır. Özellikle Ege ve Akdeniz Bölgelerinde dondurulmuş meyve, sebze ve konserve sanayiinde şirketler çok çeşitli meyve ve sebzelerin sağlanması için sözleşmeli üretim yaptırmaktadır. Akdeniz ve Ege Bölgeleri ağırlıklı olmak üzere uluslararası gıda-tarım tekelleri sözleşmeli organik tarım yaygınlaştırma çabası içindedirler.

Devlet geri çekiliyor, köylü sermayedar karşı karşıya

Yapısal uyum programları tarım sektöründen ve yönetiminden devleti geri çekerken, köylülük ile yerli-yabancı sanayi sermayesini karşı karşıya bırakmaktadır. Bu iki kesimden birisi küçük toprak mülkiyeti üzerinde dağınık bir yapıya sahipken, diğeri günümüz dünyasının yapılaşmış tekelleridir. Taraflar arasındaki güç dengesizliği nedeniyle, ilişkide üstünlüğün kimde olabileceği açıktır. Modelin tarıma ileri teknoloji ve verimlilik artışı getireceği beklentisine karşın çok ciddi sorunları da beraberinde getirmektedir. Birincisi; sözleşmeli üreticilik modelinde sermaye, küçük toprak mülkiyetini olduğu gibi korumakta, bunların varlıklarını katılaştırmakta, dolayısıyla toplumsal dinamiklerin kısırlaştırılmasına yol açmaktadır. İkincisi; bu model ile tarımsal üretici yerli-yabancı sermayenin taşeron-üreticileri haline getirilmektedir. Böylece ülkenin tarımsal üretim planlamasının yerini, ulusal mekanizmaların denetim alanı dışında kalan uluslararası piyasaların değişken yapısı almaktadır. Bu nedenle, modelin -iç dinamikleri kısırlaştırma ve kılavuzluğu uluslararası ticaret merkezlerine terk etme gibi- iki sonucu kısa dönemde tarımsal ihracat gelirlerini artırma hedefi uğruna katlanılamayacak kadar ağırdır (Güler, 1996).

Kırsal toplumsal yapıya etkileri

Sözleşmeli üretim modeli uygulamasının kırsal toplumsal yapıya etkileri özet olarak şöyle sıralanabilir:

· Tarım-sanayi bütünleşmesinin halkalarından başlıcasını oluşturan sözleşmeli üretim uygulaması ile çiftçiler taşeronlaştırılmakta ve uluslararası tarım-gıda tekellerinin uzantısı haline getirilerek bağımlılaştırılmaktadır.

· Elde edilen getirinin artması bu modele bağlılığı daha da artırarak üreticilerin bağımsızlaşma sürecini geciktirmektedir.

·  Bir yandan yeni teknolojiler kırsal alana iletilmekte ve küçük üreticiler daha iyi bir yaşam düzeyine kavuşturulmakta, öte yandan politik anlamda muhafazakar bir çiftçi kitlesi yaratılmaktadır.

·  Bu modelde, çiftçi ile firma arasında ayrıntıları kesin kurallarla belirlenmiş bir işbirliği söz konusudur. Bu süreçte üreticinin işletmesindeki üretim etkinliği ve kullandığı yöntemler üzerindeki denetimi kısıtlanmakta, karar verme yetkisi kısmen ya da tümüyle firmaya devredilmektedir.

·  Model mevcut üretim desenini ülkenin gereksinimleri yerine emperyalist metropollerin amaçları ve tarım-gıda tekellerinin gereksinimlerine uygun olarak biçimlendirmenin yolunu açmakta, böylelikle ürün çeşitliliği giderek azalmaktadır.

·  Kimyasalların (gübre, tarım ilacı) aşırı kullanımıyla birlikte aşırı sulama yüzey ve yeraltı sularının kirlenmesine, taban suyunun yüksek olduğu alanlarda çeşitli toprak sorunlarına neden olmaktadır. Sözleşme süresince üreticinin işletmecilik kararlarına müdahale edilmesine karşın, sürdürülebilir kaynak kullanımı konusundaki sorumluluk üreticiye bırakılmaktadır. Çevresel etki, şirket ile çiftçi arasındaki sözleşmede yer almayan bir maliyet öğesidir.

KAYNAKLAR

– AKAD, M. T. 1987. “Kırsal Kesime Devlet Müdahaleleri ve Kooperatifler”. 11. Tez, Kitap Dizisi: 7, İstanbul, s. 141-157.

– AYDOĞAN, Y. ve A. KAPUCU. 1998. “Türk Tarımında Türkiye Kalkınma Vakfı Modeli”. Hayvansal Üretimi Artırmada Yeni Yaklaşımlar, TMMOB Ziraat Mühendisleri Odası Ankara, s. 48-61.

– CEYLAN, İ. C. 1998 a. Sözleşmeli Tarımda Yayım Eğitimi ve Çiftçi Katılımı. TZOB Yayını, Ankara.

– CEYLAN, İ. C. 1998 b. “Türkiye’de Sözleşmeli Tarımda Yayım Eğitiminin Önemi ve Geleceği”. Türkiye 3. Tarım Ekonomi Kongresi, Tarım Ekonomisi Derneği, Ankara, s. 231-240.

– GÜLER, B. A. 1996. Yeni Sağ ve Devletin Değişimi. TODAİE Yayınları: 266, Ankara.

– KANSU, I. 2000 . “Suyla Gelen Suyla Giden (GAP Bölgesinden İzlenimler)”. Cumhuriyet, 16-18 Temmuz.

– KURMUŞ, O. 1974. Emperyalizmin Türkiye’ye Girişi. Bilim Yayınları, İstanbul.

– ÖZÇELİK, A., A. TURAN ve H. TANRIVERMİŞ. 1999. Türkiye’de Tarımın Pazara Entegrasyonunda Sözleşmeli Tarım. TEAE Yayınları: 14, Ankara.

– ÖZTUKSAVUL, A. 2000. “Tarım Reformu Kimler İçin Yapılıyor ?”. Evrensel, 20-23 Temmuz.

– REHBER, E. 1997. Gıda Sanayiinde Üretici-Sanayi İlişkisi ve Sözleşmeli Tarım. Uludağ Üniv. Ziraat Fak., Bursa.

– TİB. 1976 a. “Toprak Reformu Üzerine”. TİB Aylık Bülteni, No: 22, Mayıs, Ankara, s. 14-21.

http://www.sendika.org   web sitesinden alınmıştır.

‘Bir başka tarım’ iddiasının İzmir macerası… (4)

Ali Rıza Avcan

21 Ocak 2021 tarihinde Belediye Başkanı Tunç Soyer tarafından açıklanan İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin yeni tarım ve hayvancılık politikasıyla buna ilişkin vaatleri ele alıp tartışmak amacıyla başlattığımız yazı dizisinin bugünkü dördüncü bölümünde, bu açıklamada dile getirilen vaatlerin, İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer‘in artakalan hizmet dönemi içinde yapılabilir ve sürdürülebilir olup olmadığını, eski belediye başkanı Aziz Kocaoğlu‘nun başına geldiği gibi bütün bu söylenenlerin unutulup unutulmayacağını araştırıp değerlendirmeye çalışacağız.

2021 Yılına Gelindiğinde Tarım Adına Söylenenler ve Vaat Edilenler

21 Ocak 2021 tarihinde Ödemiş Belediyesi Kültür Merkezi’nde İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer tarafından açıklanan yeni tarım politikaları ile ilgili olarak belediyenin önceden ya da sonradan yayınladığı temel bir belge, plan, program ya da rapor olmadığı için; ayrıca Tunç Soyer‘in yaptığı konuşmanın metni konuşma sonrasında birebir yayınlanmadığı için, yapacağımız değerlendirmelerde İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin 21 Ocak 2021 tarihli “Çiftçi doğduğu yerde doyacak kentli adil gıdaya ulaşacak“, 22 Ocak 2021 tarihli “İzmir Büyükşehir Belediyesi’nden Bayındır’a dev tesis” ve 27 Ocak 2021 tarihli “Başka bir tarımın mümkün olduğunu Türkiye’ye göstereceğiz” başlıklı belediye haberleri ile İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer‘in 21 Ocak 2021 tarihinde Ödemiş’te yaptığı 29 dakika 24 saniyelik konuşmasının, daha sonra basın bürosunca düzeltilmiş yanlarını dikkate alınmaksızın tarafımızca çözümlenip kağıda dökülmüş halini kullanacağız ve bu konuşmada Tunç Soyer tarafından anlatılan bilgi, yorum ve değerlendirmeleri bölüm bölüm ele alıp tartışmaya çalışacağız. Tabii ki bunu yaparken, Tunç Soyer‘e ait kısmı bizim yaptığımız değerlendirmelerden ayırabilmek için onun konuşmalarını kırmızı renkle işaretleyeceğiz.

Yapılan şeyin adını koymakta yaşanan sorunlar: Vizyon mu, model mi, strateji mi yoksa başka bir şey mi?

İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Tunç Soyer‘in Ödemiş’te yaptığı 29 dakika 24 saniyelik konuşma ile izleyen günlerde Bayındır ve İzmir’de yaptığı konuşmaların metinlerine baktığımızda, İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin 21 Ocak 2021 tarihinden sonra tarım ve hayvancılık alanında yapacağı çalışmaların adını koymakta ciddi zorluklar yaşadığını görürüz.

Konuşmaların içine yerleştirilen ve farklı yer ve zamanlarda farklı şekillerde ifade edilen;

📌 “Başka Bir Tarım Mümkün vizyonu,

📌 “İzmir’in yeni tarım ekonomisi modeli“,

📌 “İzmir Tarım Stratejisi“,

📌 “Başka Bir Tarım Mümkün mantığı“,

📌 “Başka Bir Tarım Mümkün” felsefesi,

📌 “İzmir Tarımı adı verilen bu yeni model“,

📌 İzmir’den başlayarak tüm Türkiye’de yerli ve milli bir tarım ekonomisi inşa etmenin mümkün olduğunu gösteren proje” ya da bunun farklı bir versiyonu olan

📌 “İzmir’den başlayarak tüm Türkiye’de yeni ve farklı bir tarım ekonomisi inşa etme projesi”

Aslında elde tutulan şeyin tanımlanıp adlandırılması aşamasında yaşanan farklılıklar hem “vizyon,” “mantık“, “felsefe“, “model“, “strateji“, “yerli ve milli bir tarım“, “yeni ve farklı bir tarım” gibi birbirinden çok farklı anlamlara gelen kelimelerinin gerçekte ne anlama geldiği konusunda derin bir cehaletin, hem de yapılmak istenen şeyin bütünü konusunda derin bir belirsizliğin yaşandığını göstermektedir.

Oysa bütün iyi çalışma ve projelerde öncelikle yapılması gereken ilk şey, ulaşılmak istenen hedefi net bir şekilde tanımlayarak bu hedefe ulaşmak için izlenecek araç ve yöntemlerle birlikte işin bir bütün olarak tanımlanmasıdır. Burada ise henüz yapılacak işin bir strateji mi, bir model mi; yoksa bir vizyon mu olduğuna karar verilememiştir…

Tarım Üzerinden Siyasi Bir Gelecek Kurmak…

İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer, 21 Ocak 2021 tarihinde Ödemiş Belediyesi Kültür Merkezi’nde yaptığı konuşmaya aşağıdaki cümlelerle başladı:

Bugün Ödemiş’te İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin “Başka bir tarım mümkün” vizyonunu sizlerle paylaşmanın mutluluğunu yaşıyorum. Kampanya döneminde de 2. Cemre başlığımız olan Yerel Kalkınma Stratejimizi ilk defa yine Ödemiş’te duyurmuştuk. Yaklaşık iki yıl önce duyurduğumuz bu projeleri bugün bir bir hayata geçirmenin verdiği gururu yaşıyoruz. Pandemi ve deprem süreçleri bize gösterdi ki, belediyecilik hizmetleri yol, su, altyapı hizmetleri ile sınırlı değil. Vatandaşın bizden çok daha fazla beklentileri var. Zaten farkında olduğumuz bu beklentilerin ne kadar acil olduğunu bu süreçte gördük. İzmir’de yaklaşık 1,5 milyon kişi ekmeğini tarımdan kazanıyor, üstelik Türkiye’nin tarımsal üretiminin çok önemli bir bölümü İzmir’de gerçekleşiyor. Dolayısı ile benim başkanlığımdaki İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin en temel önceliği, bu toprakların bereketini arttırarak refahını büyütmek olacak, bu kentte yaşayan insanların sağlıklı gıdaya ulaşmasını sağlamak olacak. İzmir Tarımı, İzmir’den başlayarak tüm Türkiye’de yeni ve farklı bir tarım ekonomisini inşa etme projesidir. Tarımda dışa bağımsızlığımızı sonlandırmak için geliştirdiğimiz, İzmir’den doğan yepyeni bir vizyondur.”

Görüldüğü gibi daha ilk cümlelerden başlamak üzere, ülke tarımı açısından oldukça önemli başarılar kazanacakları ve bu başarıların onları “İzmir’den başlayarak tüm Türkiye’de yeni ve farklı bir tarım ekonomisini inşa etme” noktasına götüreceği iddiasındadırlar. Hatta bu iddia, milliyetçilikle karışık hamaset içinde bir adım daha ileri noktaya götürülerek, bu çalışmalar sayesinde ülke tarımı dışa bağımlılıktan kurtulacağı; böylelikle, Tunç Soyer’in başkanlığındaki (sanki komutasında der gibi) İzmir Büyükşehir Belediyesi ülke tarımının dışa bağımlılığını sonlandıracağı ifade edilmektedir.

Aslında bu durum, daha önce Aziz Kocaoğlu döneminde de görüp tanık olduğumuz gibi, İzmir’de tarım adına yapılanları ya da yapılacak olanları eşsiz, bulunmaz bir model gibi takdim edip, İzmir dışında yeni görevler, yeni misyonlar üstlenme konusunda Tunç Soyer‘in ve ekibinin de aynı heves, aynı heyecan içinde olduğunu gösteriyor. Bilindiği gibi bu heves, Aziz Kocaoğlu döneminde genel başkanlık zaafiyetinin yaşandığı CHP içinde hakim olup genel başkanlığı üstlenme niyeti olarak yorumlanmıştı. O nedenle, İzmir’de yapılanları ya da yapılacakları fazlasıyla abartıp diğer belediyelerin önüne geçmek, onlardan farklı bir şeyler yaptığını iddia ederek onlara örnek ya da model olmak, bu çalışmalarda kalıcı başarıların elde edilmediği ve yapılan hizmetler kurumsallaşmadığı sürece içten içe duyulan bir yetersizlik ya da güvensizlik duygusunun tezahürü olarak da kabul edilebilir. Aynen, mezarlık yanından geçerken korkanların yüksek sesle şarkı söylemesi gibi…

Ayrıca bir büyükşehir belediyesinin, bu konuşmada iddia edildiğinin aksine, tek başına yaptığı hizmetlerle insanların sağlıklı gıdaya ulaşmasını ve toplumsal refahın büyütülmesini sağlayamayacağı, yeni ve farklı bir tarım ekonomisi kuramayacağı da hepimizin bildiği somut bir gerçektir.

Doğal Bir Kaynak Olarak Su ve Kuraklıkla Mücadele

“İzmir Tarımı’nı, Türkiye’de bugüne kadar uygulanan tarım politikasından ayıran iki temel farktan biri kuraklıkla mücadele.…. İzmir Tarımı, ekonomik değeri yüksek ve suyu az tüketen stratejik ürünleri destekleyerek tarımsal sulamada harcanan suyu yüzde elli oranında azaltmayı hedefliyor. Kuraklığa karşı çiftçimizi ve şehrimizdeki milyonları koruyor, içme suyu kaynaklarımızı teminat altına alıyor. Yeni politikamızın ikinci farkı ise yoksullukla mücadele hedefi. Biz tarımı sadece tarlada yapılan ve sonlanan bir zirai faaliyet olarak görmüyoruz. İzmir Tarımı, tohum aşamasından başlayıp son tüketiciye uzanan tüm süreçleri kapsıyor. Satış ve pazarlamayı en baştan planlayarak ürünlerimizin katma değerini büyütüyor, yoksullukla mücadele ediyor ve refahı artıyoruz

Türkiye’de tarımda bu kadar çok su tüketmemizin iki temel nedeni var. Birinci ve en önemli neden köylümüze dayatılan yanlış ürün tercihleri. Türkiye iklimine uygun olmayan, aşırı su tüketen yabancı tohumların desteklenmesi ve topraklarımızı işgal etmesi. Dolayısıyla siz ne kadar sulama yatırımı yaparsanız yapın, ürün deseni hatalı olmaya devam ettiği sürece su ihtiyacını karşılamamız asla mümkün olmayacak. Yeraltı suları, Küçük Menderes Havzası’nda olduğu gibi yüzlerce metre aşağılara gidecek. 

Tarımsal sulama oranının bu kadar yüksek olmasının ikinci nedeni ise vahşi sulama. Yani sulama sırasında yapılan israf. 

İzmir’in yeni tarım vizyonunun en temel özelliği, sulamaya hiç gerek duyulmayan, yağmur suyunun yettiği ya da tasarruflu sulamayla yetişebilen tarımsal ürünlere öncelik vermesi. Tarımı havza ölçeğinde planlayarak bölgenin iklim koşullarına uygun stratejik ürünleri teşvik etmesi, yani daha planlama aşamasından itibaren kuraklıkla mücadele etmesi. Böylece bugün tarımsal sulamada kullanılan suyu en az yüzde 50 seviyesinde azaltmayı hedefliyoruz. Bu yüzde 50’nin büyük kısmı havza planlamasıyla, yani doğru ürünün doğru yerde ekilmesiyle sağlanacak. Öngörülen su tasarrufunun diğer kısmı ise modern sulama teknikleriyle gerçekleşecek.

İzmir’de, el birliğiyle, tarımsal su kullanım oranını yarı yarıya düşürmek mecburiyetindeyiz. Böylelikle hem meralarımızın daha sağlıklı gelişmesini ve yeraltı sularının korunmasını; hem de tüm İzmirliler için içme suyu rezervlerimizin teminat altında olmasını sağlayacağız.

Evet, ülkemizdeki doğal su kaynaklarının korunması açısından söylenenler doğrudur; ama bu doğruyu söyleyen İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Tunç Soyer‘in, tarımdaki sulama suyu yönetiminden çok sorumluluğu altındaki İZSU’nun 2019 yıl verilerine göre şehir içme suyu şebekesindeki % 34’leri bulan su kaybı ile ilgilenmesi, en kısa sürede barajlardan ya da derin su kuyularından enerji harcanarak elde edilen suyun 1/3’ünün kaybını önlemesi ya da şehrin önemli içme suyu kaynaklarından biri olan Tahtalı Barajı’nı tehdit eden TÜPRAG altın madeni konusunda sonuç alması gerekmez mi? Bunu yapamadığı ve buna ilişkin sözler, vaatler vermediği, buna ilişkin plan ve programlar hazırlamadığı sürece tarımdaki kuraklığa çözüm bulacağını, tarımsal sulamada harcanan suyu % 50 oranında azaltacağını söylemesine kim inanır, kim güvenir?

Ayrıca tarımsal sulama konusu doğrudan doğruya Tarım ve Orman Bakanlığı ile ona bağlı Devlet Su işleri Genel Müdürlüğü’ne ait görev olduğu halde İzmir Büyükşehir Belediyesi tarımsal sulama konusunda bu bakanlık ve genel müdürlük dışında neyi hangi yetkiyle nasıl yapacaktır? Cevaplanması gereken önemli sorulardan biri de budur…

Aliağa’daki büyük sanayi tesislerinin ve demir çelik haddehanelerinin; ayrıca Kemalpaşa ve Torbalı gibi sanayi bölgelerinde açtıkları binlerce kuyu ile yerin altından çektikleri milyonlarca metreküp suyu kullanıp kirlettikten sonra yüzeye salan sanayi kuruluşlarını bile kontrol edemeyen ve bu konularda kılını bile kıpırdatmayan İzmir Büyükşehir Belediyesi, tarım havzalarındaki suyun kullanımını nasıl yönetecek, sözünü ettiği önlemleri nasıl alacaktır? Anlaşılan o ki, açıklanan vaatlerin görev, yetki ve sorumluluklarla ilgili hukuki altyapısı yeterince araştırılmamış ve “biz her şeyi yaparız” rahatlığıyla davranılmıştır.

Tarımı Bir Süreç Olarak Görmek…

“İzmir Tarımı’nı, bugünün tarım politikasından ayıran temel farklardan ikincisi ise şu. Biz tarımı tohum aşamasından başlayarak son tüketiciye uzanan ve tarım sektörünün tüm halkalarını içeren bir süreç olarak görüyoruz. Yani bizim için tarım, sadece tarlada başlayıp biten bir süreç değil. Lojistiği, paketlenmesi, ürünlerin işlenmesi, markalaşması, tanıtılması, satışı, pazarlanması, ihracatı, araştırma, geliştirme ve eğitim faaliyetleri, sertifikasyon süreçleri ve ürün planlaması ile bir bütün. Bunu böyle görmemizin sebebi, çiftçimizin doğduğu yerde doymasını sağlamak. Biliyoruz ki, dökme ürün anlayışıyla bu değirmen dönmez. Bu nedenle tarım ürünlerimize katma değer sağlamayı daha en baştan gündemimize aldık ve bu durumu muhakkak üreticimizin lehine dönüştüreceğiz.

Tarımla uğraşan ya da tarım ekonomisi ile ilgilenen herkes tarımı birbirine zincirleme bir şekilde bağlanmış aşamalardan oluşan bir süreç olarak görür. Bu konuda farklı düşünen bir anlayış, bir kurum ya da şahıs bulunmamaktadır. Örneğin TÜSİAD‘ın “Sürdürülebilir Büyüme Bağlamında Tarım ve Gıda Sektörünün Analizi” başlıklı son tarım raporunu yazan akademisyenler ve tarım uzmanları bile bu süreci “değer zinciri” olarak tanımlayarak tarımın gıda ile ilişkisini sağlayan biyoekonomi kavramı üzerinden bu zincirin her geçen gün yan disiplinlerle nasıl zenginleştiğini ortaya koymuştur:

Tarım ve gıda sektörleri, küresel gelişmelere bağlı olarak alışageldiğimiz geleneksel rollerine ilave çok farklı yeni rolleri ve sorumlulukları da taşımaya başlamıştır. Kapsayıcı bir kavram olan biyoekonomi, bitkilere, hayvanlara ve diğer canlılara yönelik üretimi ve tüketimi, biyolojik atıkları ve bunların işlevlerine ve ilkelerine dayanan tüm sektörleri ve sistemleri içermektedir. Bu sektör ve sistemler kara ve deniz ekosistemlerini ve sağladıkları hizmetleri; biyolojik kaynakları kullanan ve üreten tüm temel üretim sektörlerini; gıdayı; yemi; biyo-temelli ürünleri; enerji ve hizmet üretmek için biyolojik kaynakları ve süreçleri kullanan tüm ekonomik ve endüstriyel sektörleri kapsamaktadır. Dolayısıyla, tarım ve gıda dendiğinde artık sağlık, gıda güvenliği, gıda güvencesi, çevre, doğal kaynaklar, enerji, lojistik, finansman, yoksulluk ve kırsal kalkınma gibi farklı açılardan toplumu etkilemekte olan kavramlardan bahsetmek durumundayız. Tarımın ekonomi geneline etkileri ve katkıları düşünüldüğünde, ekonomik kalkınma, yoksulluğun azaltılması, gıda güvenliği, gıda güvencesi ve çevresel sürdürülebilirlik akla gelmektedir. Böylesine karmaşık bir yapı, sorunları iyileştirmeye yönelik olarak tasarlanacak politikaların kapsayıcı olmasının yanı sıra, aynı zamanda somut ve hayata geçirilebilir olmasını da gerektirmektedir.” (1)

1. Aşama – Ürün Envanteri ve Planlaması: Hangi Yetkiyle ve Niçin?

İzmir Tarımını eşsiz kılan ve ülkemize örnek olmasını sağlayacak “Başka Bir Tarım Mümkün” felsefesi, altı ayak üzerinde şekilleniyor. Şimdi bunları tek tek anlatmak istiyorum.

İzmir Tarımı aşamalarından birincisi “ürün envanteri ve planlaması”. Belki de yeni vizyonumuzun en önemli özelliği bu. İzmir Tarımı modelinin kilit taşı, bölgeye, iklime ve coğrafyaya özgü üretim olacak. Bunun için İzmir’in iklimi, doğası ve toprağına uygun il genelinde yetişebilen stratejik ürünler tespit ettik. Bunlar küçükbaş süt ve et ürünleri, zeytin ve zeytinyağı, hububat, baklagiller ve son olarak üzüm. Öte yandan, alt havzalara göre değişen kestane, su ürünleri ve aromatik bitkiler gibi birçok yan ürünü de destekleyeceğiz.

Bunları tercih etmemizin temel nedeni, çiftçiye en çok para kazandıracak ürünler olmaları. Tümü, girdi maliyeti düşük, kış ve bahar yağmurlarıyla gelişen, sulama ihtiyacı çok düşük ürünler. Öncelik vereceğimiz ürünlerin tamamı, hem İzmirliyi, hem Türkiye’yi, diğer şehirlerimizi, hem de ihracat yoluyla dünyayı besleyebilecek kadar büyük üretim ve satış potansiyeline sahip. 

Örneğin keçi, Ege ikliminde son derece iyi büyüyebilen, çok fazla yem istemeyen, makiliklerde otlayan, son derece yüksek verimli ve sağlıklı şekilde büyüyebilen bir hayvan. Koyun ile birlikte Anadolu’ya özgü bir sığır ırkı olan karasığır da yine destekleme kapsamında olacak. Bu hayvanlar traktörün ve tarım makinelerinin giremediği eğimli arazilerdeki doğal meralarda, ot ihtiyaçlarını yılın 7-8 aylık döneminde karşılayabiliyor. Türkiye’nin, son yıllarda samanı ve yem bitkilerini ithal eder duruma geldiği düşünüldüğünde, bu kadim yöntemin gerekliliği ve kârlılığı çok daha iyi anlaşılıyor. 

Bunun dışında yine hiç su istemeden ve kış yağmurlarıyla büyüyen karakılçık ve saz çavdarı gibi tahıllara; gambilya ve mürdümük gibi atalık yem bitkilerine; İzmir iklimine en uygun tarımsal ürünlerden zeytin ve zeytinyağı ile üzüme de alım garantisi veriyoruz. Çünkü bunlar, kendi doğal koşullarında, çok fazla girdi ve sulamaya ihtiyaç olmadan yetişen hayvan ve bitkiler. Bilimsel araştırmalar, az sulanan ürünlerde kolay kolay hastalık olmadığını ve dolayısıyla bunları ilaçlama ihtiyacının da çok az olduğunu ortaya koyuyor.

Bu stratejik ürünleri üreten veya üretebilecek çiftçimizle çalışacak bir saha ekibi kurduk. Bu ekibimiz; İzmir’in otuz ilçesini gezerek bu stratejik ürünleri yetiştiren her üreticiyle tek tek görüşmeler yapmaya başladı. Bu sayede her üreticinin hangi üründen ne kadar ve hangi yöntemlerle ürettiğini, hayvancılık yapıyorsa hayvana ne yedirdiğini, zeytincilik yapıyorsa zeytin ağaçlarını nasıl işlediğini detaylı bir şekilde öğreniyoruz. Bu araştırmanın sonucunda İzmir’in ürün envanteri ortaya çıkıyor; yani elimizde hangi üründen, hangi kalitede ve ne kadar olduğunu tüm detaylarıyla öğreniyoruz. Böylece üreticilerimizle birlikte çalışmalara başlıyor, İzmir tarımının geleceğine birlikte yön veriyoruz.

Ürün envanterini yapıp ardından da planlamasını yapacağız diyebilmek için bunu yapabilecek hukuki yetkilere sahip olmanız gerekir. Son tarım sayımının bile 2000 yılında yapılıp tarım sayımının yapılması hedefinin 11. Kalkınma Planı’na konulduğu bir ülkede ben İzmir’de envanter düzenleyecek şekilde tarım sayımı yapacağım, bunu da kurduğum ekipler gerçekleştirecek, ardından da tarımla ilgili planları yapacağım deyip daha sonra Yaşar Üniversitesi ve TÜSİAD‘la birlikte bunları yapmak için protokoller imzalamak, açıkçası hukuk dilinde “gabin” olarak adlandırılan bir hakkın aşırı kullanımı anlamına gelir. Ayrıca tüm bir ildeki tarım faaliyetlerini planlamaya kalkmak, açıkçası merkezi yönetimin bu konuyla görev, yetki ve sorumlulukları dikkate almaksızın adeta bir “şehir devleti” kurulmuşçasına davranmak anlamına gelir…

Ayrıca kuraklığa ve iklim değişikliğine karşı ismi verilen bitkilerin de herkesin bildiği, kuraklıktan ve iklim değişiminden etkilenen her ülkede, her tarım havzasında akla gelen ilk bitkiler olduğu da dikkate alınmalıdır… Herkesin alternatif hayvan yemi olarak Saz çavdarı, Gambilya [Lathyrus orchus (L.) DC Kıbrıs Mürdüğümü, Cyprus Vetch, Yabani Bakla, Sarı Mercimek] ya da Mürdümük [Lathyrus sativus L., Grass Pea, Külür, Ak Burçak, İmirdik, Mürdük, Mürdüme, Mürdümek) ektiği durumda karşımıza nasıl bir tarım ekonomisi çıkacağı da bilinmemektedir.

Gambilya

Öte yandan Mürdümük üzerine yapılan bilimsel araştırmalar bu bitki ile ilgili bir tehlikeyi gündeme getirerek dikkatli olunmasını önermektedir. Bu kaynaklara göre, “tüm dünyada mürdümük kullanımı ve dolayısı ile üretimini kısıtlayan en önemli faktör Latirizmdir (Haqqani ve Arshad, 1995). Nörotoksin, β-N-oxalyl-L-a, β-diaminopropionok asit, Latirizim hastalığının ana nedeni olup bitkinin tüm kısımlarında bulunmakta ve olgunlaşmamış tohumlarda olgunlaşmış tohumlara göre daha fazla bulunmaktadır. Latirizm neurolatirizm ve osteolatirizm olarak ikiye ayrılmaktadır. Neurolatirizm, insanlar, at, domuz, sığır, civciv, ördek, fare, fil, yavru güvercin ve tavus kuşu gibi çok geniş yelpazede hayvan türlerini etkileyebilmektedir. Bu hastalığa karşı gençler yaşlılardan daha hassastırlar. Neurolatirizmde, akut bir zaafiyet, omurilik bölgesinde ağrılar, hafif veya spastik felç, kasların yeterli beslenemediğinden körelmesi veya dumura uğraması başlıca klinik belirtilerdir. Osteolatirizm ise omurga, kaburga ve bacak kemiklerinde patoloji deformasyonlar oluşturmaktadır (Murti ve ark. 1964). Enneking (1998), mürdümükte bulunan ODAP’ın insan ve hayvanlarda sinirlere etki ederek latirizime neden olan bir amino asit içerdiğini bildirmektedir. Mürdümük tohumlarının aylarla ifade edilen uzun sürelerde ve ana yiyecek olarak tüketildiği durumlarda özelliklede atlarda latirizme rastlanmakta, omurilikteki dejenerasyon sinirlerde lezyonlara neden olmakta, bunu bacaklardaki felç takip etmekte ve ekstrem durumlarda ölümler meydana gelmektedir. Bu gün latirizm kuraklığın sebep olduğu kıtlık, yoksulluk ve bu koşulların doğal sonucu dengesiz beslenme ile iç içe olduğu ve latirizm meydana gelmesinin, tüketimini yapan insanların ve hayvanların düzenli olarak mürdümük yemelerinden daha ziyade günlük öğünün ana kaynağını mürdümüğün oluşturduğu durumlarda ortaya çıkmaktadır.” (2)

Bu nedenle Mürdümük ürününün İzmir’in değişik havzalarındaki üretim koşullarıyla ilgili bilimler araştırmalar ve tarla denemeleri yapılmadan bu tür bitki isimlerinin ağza dahi alınmaması gerekir. Bu nedenle, topluma hitap eden kamu görevlilerinin halk ve hayvan sağlığına zararlı olabilecek alternatif bitki türleriyle ilgili açıklamalarını bilimsel araştırma raporlarının dayandırması ve bu kararları olası tehlike ve riskleri dikkate alarak açıklaması daha doğru olacaktır.

2. Aşama – Tarımsal Destek Hizmetleri

İzmir Tarımı Operasyon Planı olarak tanımlanan altı aşamalı sürecin 2. aşamasını, Tarımsal Hizmetler Dairesi Başkanlığı’nca yürütülen tarımsal destekler oluşturmaktadır. Bu desteklerle ilgili olarak Tunç Soyer‘in söyledikleri ise şu şekildedir:

“İzmir Tarımı’nın ikinci aşaması Tarımsal Hizmetler Dairemiz tarafından yürütülen tarımsal destek çalışmaları. Bu kapsamda, kooperatifler aracılığıyla yüksek miktarda ürün alıyoruz. Üretilen tüm ürünler kooperatiflerden Büyükşehir Belediyemiz tarafından satın alınarak vatandaşlarımıza ulaştırılıyor. 

Bir yandan kırsaldaki üretimi desteklerken, diğer yandan şehrimizdeki milyonların sağlıklı ve ucuz gıdaya erişimini sağlıyoruz. Bu kapsamda 2019 yılında yaptığımız toplam alımların miktarı 125.377.092 Türk Lirası. Bu alımın İzmir kooperatiflerinden alınan kısmı 121.447.379 lira. 2020’de yaptığımız toplam alımların miktarı  ise 144.762.472 lira. Bu alımın 127.595.174 liralık kısmı İzmir kooperatiflerinden gerçekleştirildi. Bu alımları 2021 yılında da sürdüreceğiz. Belediyemiz aynı zamanda makine ekipman sağlıyor, makine parkları kuruyor, tohum ve küçükbaş hayvan desteği veriyor ve arıcılığı destekliyor.

Kooperatiflere yapılan tarımsal destekler konusunda şimdiye kadar yaşanan iki önemli sorundan biri İzmir Büyükşehir Belediyesi 2016 Yılı Sayıştay Raporu’nda da dile getirilen 5393 sayılı Belediye Kanunun ‘Diğer Kuruluşlarla İlişkiler‘ başlıklı 75. maddesinde adı geçmeyen kooperatiflerle ortak hizmet projesi adı altında işbirliği protokolleri imzalanması ve o protokoller çerçevesinde kooperatiflere süt kazanı, tarım iş makinesi gibi ayni ya da nakdi yardımda bulunmasının mümkün olmayışı ile ilgilidir. O nedenle, 1 Nisan 2019 tarihinden sonra, 5393 sayılı Belediye Kanununun 75. maddesinin (c) fıkrası hükmüne göre, madde kapsamında sayılmayan, neye göre seçildikleri belli olmayan ve çoğu Tunç Soyer‘in eşi Neptün Soyer‘in başkanlığını yaptığı Köy-Koop İzmir Birliği‘ne üye bazı ayrıcalıklı kooperatiflere yapılan ayni ya da nakdi yardımların masanın üstüne yatırılarak yeniden incelenmesinde yarar bulunmaktadır.

Kooperatiflere yapılan desteklerle ilgili diğer sorun ise yardım yapılan kooperatiflerden alınıp Halkın Bakkalı şubelerinde satılan mal ve malzemelerin yoksul ve dar gelirli kesimlere hitap etmeyecek kadar pahalı olmasıdır. Bu konuda her bir mal ve hizmet grubu itibariyle diğer market ve kooperatiflerle yapılan mukayeseleri gösterir “Bu bakkal kimin bakkalı?” isimli ve 8 Şubat 2021 tarihli yazımızı okumak için lütfen aşağıdaki linke tıklayınız.

https://kentstratejileri.com/2021/02/08/bu-bakkal-kimin-bakkali/

Devam Edecek…

(1) Sürdürülebilir Büyüme Bağlamında Tarım ve Gıda Sektörünün Analizi, TUSİAD, 2020.

(2) Bucak, B., Konca, Y., Baysal, İ., Çetin, M. (1999) “Mürdümüğün (Lathyrus sp ) Hayvan Beslemede Kullanılma İmkanları“, Uluslararası Hayvancılık ’99 Kongresi, İzmir 1999, s.

Önceki bölümler için

https://kentstratejileri.com/2021/05/12/bir-baska-tarim-iddiasinin-izmir-macerasi-1/

https://kentstratejileri.com/2021/05/14/bir-baska-tarim-iddiasinin-izmir-macerasi-2/

https://kentstratejileri.com/2021/05/17/bir-baska-tarim-iddiasinin-izmir-macerasi-3/

‘Bir başka tarım’ iddiasının İzmir macerası… (3)

Ali Rıza Avcan

Dizi yazımızın bugünkü üçüncü bölümünde, 21 Ocak 2021 tarihinde İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer tarafından “Bir Başka Tarım Mümkün Vizyonu” şeklinde açıklanan vaatler öncesinde; yani hem 31 Mart 2019 tarihli Mahalli İdareler Seçimleri sırasında CHP İzmir Büyükşehir Belediye Başkan Adayı Tunç Soyer‘in neler vaat ettiğini ve göreve başlama tarihi olan 1 Nisan 2019 tarihi ile 20 Ocak 2021 tarihi arasındaki yaklaşık iki yıllık sürede İzmir Büyükşehir Belediyesi olarak tarım adına neler yapıldığını belirlemeye çalışacağız.

Seçim Döneminde Tarım ve Kırsal Kalkınma Adına Neler Vaat Edilmişti?

Tunç Soyer, Millet İttifakı İzmir Büyükşehir Belediye Başkan Adayı Projeleri, Çok Renk, Çok Ses, Çok Nefes, Aşkla İzmir” başlıklı seçim broşüründe, Tarım ve Kırsal Kalkınma başlığı altında yer alan toplam 27 vaadi şu şekilde sıralayabiliriz:

1. Kooperatifler Şehri İzmir: İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin kooperatiflere desteğini artırarak sürdüreceğiz. Çiftçimizin kooperatifler çatısı altında örgütlenmesini teşvik edeceğiz. Kooperatiflerimizin ürünleri için coğrafi işaret ve markalaşma çalışmaları yürüteceğiz. Kooperatiflerimizin altyapı, dolum ve paketleme tesisi ile diğer donanım eksikliklerini gidermek için öz kaynaklarımızı kullanmaya devam edeceğiz. İZKA projeleri geliştireceğiz.

2. Gübre Kooperatifleri Kuracağız: Çiftçimizin ucuz kaliteli gübre ihtiyacını karşılamak üzere gübre kooperatiflerinin kurulmasına destek vereceğiz.

3. Tarıma Destek Vermeye Devam Edeceğiz: Yıllık dağıtılan meyve fidanı sayısını 700 binden bir milyona çıkaracağız. Bugüne kadar gerçekleşen küçükbaş hayvan dağıtımı il genelinde artarak devam edecek. Ödemiş, Menderes, Tire, Torbalı, Menemen, Foça, Aliağa ilçelerinde arıcılık desteği verilecek. Küçük ölçekli üreticileri güçlendirmek amacıyla köylerde kümes hayvancılığı desteklenerek “Köy Tavukçuluğu“nun yaygınlaştırılması sağlanacak.

4. Alım Garantili Üretim: Üreticimize alım garantili üretim desteği vereceğiz. İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin yürüttüğü alım garantili ürün projesini artırarak devam ettireceğiz. Fidan, mevsimlik çiçek, zeytinyağı, süt, yoğurt, peynir, zeytin ve patates gibi ürünlerin yanı sıra yeni ürünlerin de alımını gerçekleştireceğiz.

5. Yerel Tohum Merkezleri Kuracağız: Verimli ve yerel tohumlar üreterek köylümüze sunacağız. Binlerce yılın geleneğini, yerel tohumlarımızı, hayatı, doğayı, geleceğimizi koruyacağız. Her ilçede kurulacak olan Yerel Tohum Merkezlerimizde tohum ve fideler üreteceğiz; bu ürünleri ücretsiz dağıtacağız.

6. İyi Tarım: Toprağın kalitesini yükselten, tarımsal üretimi kayıt altına alan ve geliştiren tarım uygulamalarını yaygınlaştırmak için üreticimizin yanındayız. Biri kuzeyde, diğeri ise güneyde Tarım Organize İhtisas Bölgeleri kurulacak.

7. Kültürpark’a Köy Pazarı Geliyor: Kültürpark’ta ve her ilçede haftada bir gün Üretici Pazarı kuracağız. Üreticilerimizin, ürünlerini aracısız satma imkanı bulacakları Üretici Köy Pazarları kuracağız. Bostanlı ve Balçova organik pazarlarını sürdürerek, yeni organik pazarlar oluşturacağız.

8. Tarım Ürünleri İşleme Tesisleri Kuracağız: Tarıma katma değer sağlamak için tarımsal ürünlerin işlenerek yüksek fiyatla satılmasını sağlayacağız. Jeotermal enerji bakımından zengin olan Bergama, Bayındır, Çiğli, Seferihisar ve Dikili bölgelerinde yörenin ürünleri için kurutma tesisleri kuracağız.

9. Sulama Maliyetini Düşüreceğiz, Yeni Sulama Tesisleri Kuracağız: İzmir’in tüm ilçelerinde yeni sulama yatırımları yapacak, ihtiyaç olan bölgelere göletler inşa edeceğiz. Kuyulardan elektrik maliyeti olmadan su çekilmesi için güneş enerjisi kaynaklı pompa yardımı yapacağız.

10. Altı Stratejik Ürün: İzmir’i tarımda marka yapacak altı stratejik ürünün değerini ve satış kanallarını artıracağız. Coğrafi işaretlemeyle ürünlerimizi İzmir’e mal edeceğiz. ZEYTİNYAĞI, ÜZÜM ÜRÜNLERİ, BUĞDAY, KEÇİ ÜRÜNLERİ, TUZ VE DENİZ ÜRÜNLERİ.

11. İzmir Süs Bitkilerinde İhracat Merkezi Olacak: İzmir süs bitkileri üretiminde cazibe üssü ve bir ihracat merkezi haline gelecek. Süs bitkisi üreten ilçelerimizde ve şehir merkezinde süs bitkileri fuarları kurulacak. İzmir uluslararası süs bitkileri fuarına ev sahipliği yapacak. Ziraat odaları, Pazarcılar Odası ve belediyenin koordinasyonuyla Humus Birlikleri kurulacak. Fide üreticisi için ucuza kompost temin edilecek.

12. Kadim Tarım: İzmir’in verimi düşük olan fakat doğa dostu geleneksel yöntemlerle üretilen ürünlerinin piyasa değerini artıracağız. İzmir’in verimi düşük, eğimli, ikinci ve üçüncü sınıf tarım arazilerinde yetişen ürünlerin verim eksikliğini bu ürünlerin piyasa değerini artırarak telafi edeceğiz.

13. Soğuk Hava ve Paketleme Tesisleri: Çok sayıda yeni soğuk hava ve paketleme tesisi kurulacak. Yatırımları devam eden projelerin yanında güneş enerjisiyle çalışan yeni tesisler kuracağız.

14. İzmir’e Özgü Çiçek Soğanları: Karaburun ilçesi nergisleri başta olmak üzere İzmir’e özgü soğanlı bitkilerin üretimine ve pazarlamasına destek olunacak. Nergis ve sümbül soğanı yardımı yapılacak.

15. Tarım Araştırma Merkezleri Kuracağız: Toprağın kalitesini yükselten, tarımsal üretimi kayıt altına alan ve geliştiren iyi tarım uygulamalarını yaygınlaştırmak için üreticimizin yanındayız. Biri kuzeyde, diğeri ise güneyde Tarım Organize İhtisas Bölgeleri kurulacak.

16. Su Ürünleri Halini Geliştireceğiz: Su ürünleri satışının muhafazasının ve dağıtımının yapıldığı hali geliştirip geleceğe taşıyacağız. Buca Kaynaklar’daki büyük balık halinin gelişmesini ve tanıtımını sağlayacağız. 30 ilçesinden 17’sinin denize kıyısı olan İzmir’deki su ürünleri zenginliğini artı değere dönüştürüp potansiyel ekonomik katkısını İzmir için geliştirerek kullanacağız. Her ilçede balık halleri kuracağız.

17. Mezbahalar: Kınık ve Tire olmak üzere mezbaha ve kesimhaneler kuracağız. Kurban Bayramı’nda kesimhane olarak hizmet verecek merkezlerin kurulması sürecini hızlandıracağız.

18. Tarım Üniversitesi Kuracağız: Tarımsal eğitim projelerimizle İzmirli çiftçilere yaşam boyu eğitim programları sunan bir eğitim üssü kuracağız. Türkiye’nin ilk tarım üniversitelerinden birini İzmir’de konuşlandıracağız.

19. Halk Gıda: Düşük fiyatlı ürün satış noktaları kuracağız. İzmirliler ekonomik, güvenilir, sağlıklı ve doğa dostu gıdaya ulaşacak. Tüketiciye doğrudan ürün ulaştıracağız. Kooperatifler ve üretici birlikleri ile birlikte çalışarak İzmir için ekonomik ve güvenilir gıda üretimini destekleyeceğiz. Esnafımızla birlikte çalışarak Halk Ekmek, Halk Et, Halk Süt, Halk Balık projelerini uygulayacağız.

20. Süt Kuzusu Projesi: İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin Süt Kuzusu projesiyle 134 bin çocuğumuza ulaştırdığı sütü 250 bine çıkaracağız ve bu sütü kooperatiflerimizden temin edeceğiz.

21. Köylerde Yaşayan Gençlere Burs Desteği: İzmir’in köylerinde yaşayan başarılı gençlere yüksek öğrenim bursu verilecek.

22. Arazi Yolları İyileştirilecek: Kırsal mahallelerimizdeki arazi içi ve arazilere giden yollar Büyükşehir Belediyesi imkanlarıyla iyileştirilecek.

23. Düğün Salonları ve Futbol Sahaları Kuruluyor: İhtiyacı olan köylere kapalı ve açık düğün salonları ile futbol sahaları yapılacak.

24. Köylerde Üretici Satış Noktaları : Köylere, üretici satış noktaları kurulacak, köydeki üreticiler doğrudan alıcılarıyla buluşacak.

25. Köy ve İlçe Festivalleri: İlçe ve mahallelerimizdeki halk festivalleri ve bayramlara olan Büyükşehir Belediyesi desteği artarak sürdürülecek.

26. Halk Dansları Kursları: Köylerdeki çocuk ve gençler için müzik, zeybek ve diğer halk dansları kursları açılacak.

27. Kırsal Turizme Destek Vereceğiz: Kırsal turizm rotalarıyla köylerin ekonomisi güçlendirilecek, şehir merkezi ve köyler arasındaki bağlar güçlendirilecek.

CHP İzmir Büyükşehir Belediye Başkan Adayı Tunç Soyer, tarımsal kalkınma projelerine ayırdığı 9 Mart 2019 tarihinde “İkinci Cemre” adını verdiği Ödemiş toplantısında yukarıda sıralanan 27 projeye “İzmir merkez ve ilçelerinde Türkü Festivali düzenlemek” şeklinde bir projeyi daha eklemek suretiyle proje sayısını 28’e çıkarmış; ayrıca, bunlara ek olarak tarıma el vererek çiftçinin yanında duran İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu‘nun bıraktığı yerden devam edeceklerini, bu konuda hiç kimsenin kuşkusu olmaması gerektiğini belirtmiş.

Ancak, Ödemiş toplantısında AKP’nin İzmir Büyükşehir Belediye Başkan Adayı Nihat Zeybekçi‘nin tarım projeleri hakkında ilginç bir değerlendirme yapmış. Bu değerlendirme ile ilgili söyledikleri kelimesi kelimesine şöyle:

Bu arada sizinle paylaşmak istediğim son bir şey var. Şimdi, Adalet ve Kalkınma Partisi’nin Büyükşehir Belediye Başkan adayı da, daha birkaç gün önce İzmir’le ilgili tarım projelerini açıkladı. Ortak projeler var, benzer projeler var; ama aramızda çok önemli bir uçurum var, çok önemli bir fark var. O da ne, biliyor musunuz? Diyor ki; tarımla ilgili, İzmir’deki bütün tarım sektörünü bir üst şirket ve ondan sonra da bir holding bünyesine taşıyacakmış. Bu, tamamen farklı olduğumuz nokta, bu. Tamamen farklı bakıyoruz. Şirketler sadece kar, bilanço üzerinden yürür ve sonunda tarım işçisi, tarım işçisidir. Şirketlerin yöneticileri gelir gider, yeni belediye başkanları gelir gider, şirketlerin yeni yöneticileri olur, br gün böyle yapar, bir gün başka türlü yapar; ama kooperatif öyle değil, kooperatifçilik öyle değil. Kooperatifçilik nasıl, biliyor musunuz? Kooperatifçilik toprağın bereketini paylaşmak, toprağın ürettiği refaha ortak olmak. Aramızdaki fark bu! O, sizi tarım işçisi yapmak istiyor, biz sizi bu toprağın bereketine, refahına ortak yapmak istiyoruz. Uçurumun büyüklüğü burada! Şirketten, holdingten anlarlar, eyvallah. Biz kooperatiften anlarız. Biz kooperatifi büyüteceğiz, biz üreticimizi kooperatifimizle büyüteceğiz, zenginleştireceğiz, refahını arttıracağız! Bunun için size söz veriyorum! Bu topraklarda yaşarken refahınız büyüyecek, yaşam kaliteniz yükselecek, bu topraklarda yaşamaktan, üretmekten gurur duyacaksınız. Biz de sizinle gurur duyacağız. İzmir’i, kırsal kalkınmanın başkenti yapacağız! Köylü milletin efendisidir diyeceğiz! Bütün millet de, İzmir’den bunu bir kere daha hatırlayacak! Hepinizi sevgiyle saygıyla selamlıyorum.

CHP İzmir Belediye Başkan Adayı Tunç Soyer‘in, 9 Mart 2019 tarihinde 3. Cemre adıyla Ödemiş’te düzenlenen toplantıda önerdiği tarım projelerinin AKP adayı Nihat Zeybekçi‘nin önerdiği tarım projelerinden farklı olduğu en önemli noktanın, bu projelerin şirketler değil kooperatifler eliyle yürütüleceğini ve şirketler eliyle yürütülen tarım faaliyetlerinin küçük üreticiyi tarım işçisine dönüştüreceğini iddia ettiği tarihten 1 yıl 10 ay 12 gün sonra rakibi Nihat Zeybekçi ile aynı noktada buluşması ise 21 Ocak 2021 tarihi sonrasındaki yeni gelişme ve değişimlerin de habercisi gibidir.

Tunç Soyer‘in şirketlerin tarım faaliyetleri içindeki yeri ile ilgili olarak 9 Mart 2019 ve 21 Ocak 2021 tarihlerinde Ödemiş toplantılarında söylediklerine aşağıdaki videodan ulaşabilirsiniz:

“Aramızda Çok Önemli Bir Uçurum Var”

Tarımın Stratejik Plandaki Yeri

2019 yılı içinde hazırlanan ve 2020-2024 dönemini kapsayan İzmir Büyükşehir Belediyesi Stratejik Planı‘nın Tarımsal Hizmetler Müdürlüğü’nün doğrudan sorumlu olacağı üç stratejik hedefi bulunmaktadır. Bunlar sırasıyla “3.3-Herkes İçin Tam Zamanlı, Üretken ve Yenilikçi Bir İş Ortamı Sağlanacak ve Yoksulluğun Her Türlü Şekli Azaltılacak“, “3.4-Gıda Güvenliği Sağlanacak, Beslenme İyileştirilecek ve Sürdürülebilir Tarım Desteklenecek” ve “5.2-İklim Değişikliği ve Bunun Etkilerine Uyumlanmak İçin Tarım ve Enerji Başta Olmak Üzere Tüm Alanlarda Harekete Geçilecek” olup bu hedefler için tahsis edilen beş yıllık tutar 1.076.379.021.-TL.’dır.

Stratejik Planda Öngörülen Hedeflerin 2020 ve 2021 Yıllarındaki Durumu

2020-2024 hizmet dönemini kapsayan beş yıllık süre için öngörülen harcama tutarı 1.076.379.021.-TL. olmakla birlikte Tarımsal Hizmetler Dairesi Başkanlığı’nın sorumlu tutulduğu toplam 22 adet proje/faaliyet için 2020 yılı Performans Programı’na göre 2020 yılı içinde 251.825.000.-TL., 2021 yılı Performans Programı’na göre de 2021 yılı içinde 304.408.000.-TL; toplam olarak 556.233.000.-TL. olduğu halde 2020 ve 2021 yıllarındaki gerçekleşmenin ne olduğu henüz belli değildir. Ancak belediyelerin harcama bütçelerinde stratejik planda yer alan ya da yer almayan tüm harcamaların yer aldığını dikkate aldığımızda, 2020 ve 2021 yılları bütçesinde bu hedefler için Tarımsal Hizmetler Müdürlüğü’ne tahsis edilen ödeneklerle performans programlarındaki olası harcama tutarlarına baktığımız takdirde;

2020 yılı performans programına göre bu üç hedef için bütçe içi toplam 251.825.000.-TL. harcanması gerektiği halde 2020 yılında bu hedeflerden doğrudan sorumlu kılınan Tarımsal Hizmetler Müdürlüğü’ne verilen toplam ödenek tutarının 69.492.000.-TL.,

2021 yılı performans programına göre bu üç hedef için bütçe içi toplam 304.408.000.-TL. harcanması gerektiği halde, 2021 yılında bu hedeflerden doğrudan sorumlu kılınan Tarımsal Hizmetler Müdürlüğü’ne verilen toplam ödenek tutarının 68.127.000.-TL. olduğu belirlenmiştir.

Aşağıdaki tabloda açık bir şekilde gösterilen bu durum ise, İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin tarım hizmetleri için 2020 ve 2021 performans programlarına koyduğu tutarları harcamadığı ya da çok az harcadığı; dolayısıyla bu hedeflere ulaşmak için hiç bir çaba göstermediğini gösterir.

Tarımsal Hizmetler Dairesi Başkanlığı’nda Yaşanan Olumsuzluklar

2019 ve 2020 yılları, “Bir başka tarım mümkün” sloganı ile Seferihisar’dan yola çıkıp İzmir’e gelen Tunç Soyer için nispeten sessiz, sakin yıllardır. Kendisinden önceki hizmet döneminde Aziz Kocaoğlu ve danışmanları tarafından verilen demeçler, yazılan makale ve kitaplar, düzenlenen sempozyumlar ve bir kısım akademisyenin Moskova, Londra ve Afrika’ya gönderilmesi gibi bir misyon içinde, önce tarımda, daha sonra tüm belediye hizmetlerinde bir model olarak takdim edilen “İzmir Modeli” politikasına bu dönemde Tunç Soyer tarafından devam edilip edilmeyeceği ilk günlerin önemli sorularından biri olmuştu.

Aradan geçen süre içinde, “İzmir Modeli” müellifi danışmanların belediyeden fiilen ayrılması, Pandemi nedeniyle önem kazanan sosyal yardımlarda Neptün Soyer‘in Köy-Koop İzmir Birliği‘ndeki iktidarını güçlendirdiği söylenen mal alımlarının ağırlıklı olarak bu birliğe üye kooperatiflerden yapılması, vazgeçilmez olmaktan çıkan Tire Süt‘e olan büyük borçların uzun süre ödenmemesi, Bu nedenle Tire-Süt’ün “Süt Kuzusu” projesi kapsamındaki 6 ilçeden çekilerek diğer ilçelerdeki dağıtım için işbirliğini sürdürmesi, Tire-Süt‘ün bıraktığı 6 ilçe için başında Neptün Soyer‘in bulunduğu Köy-Koop İzmir Birliği kooperatiflerinden süt alınmaya başlanması ve bu kooperatiflerin verdiği sütlerin, Tire-Süt‘ün sütlerini paketleyen Pınar Süt‘ün aradığı standartları aramayan Balıkesir’deki Kay Süt tarafından paketlenmesi, Kültürpark’ta ve Kadifekale’de açılan üretici pazarların bekleneni vermemesi ve Kültürpark’ta açılan üretici pazarına yoğun eleştirilerin gelmesi, Halk Bakkal‘da daha çok üst gelir gruplarına hitap eden pahalı ürünlerin satılması, büyük ümitlerle geliştirilen Halk Et ve Halk Market uygulamalarında beklenenin gerçekleşmemesi, tarım hizmetlerinden sorumlu uzmanların meslekleri ile ilgisiz birimlere sürülmesi, tarımsal hizmetlerden sorumlu genel sekreter yardımcısının İZSU‘ya genel müdür olarak atanması, mesleki eğitimi olmayan eski bir Seferihisar belediyesi çalışanının bilgi, birikim ve deneyim; yani, liyakat aranmaksızın zorlama bir şekilde Tarım Hizmetleri Dairesi Başkanı yapılması…

Devam Edecek…

Önceki bölümler için

https://kentstratejileri.com/2021/05/12/bir-baska-tarim-iddiasinin-izmir-macerasi-1/

https://kentstratejileri.com/2021/05/14/bir-baska-tarim-iddiasinin-izmir-macerasi-2/

‘Bir başka tarım’ iddiasının İzmir macerası… (2)

Ali Rıza Avcan

21 Ocak 2021 tarihinde Ödemiş Belediyesi Kültür Merkezi’nde ‘İzmir Tarımı‘, ‘Bir başka tarım mümkün‘ ve ‘Çiftçi doğduğu yerde doyacak, kentli adil gıdaya ulaşacak‘ sloganları eşliğinde duyurulan, ardından 27 Ocak 2021 tarihinde 28 tarımsal kalkınma kooperatifi ile ürün alım sözleşmesi imzalamak için Ahmet Adnan Saygun Sanat Merkezi’nde düzenlenen törende dile getirilenlerle ortaya konulan İzmir Tarım Modeli‘ni inceleyip değerlendirmek amacıyla başlattığımız yazı dizimizin ilk bölümünde mevcut hukuki düzenlemeler çerçevesinde Büyükşehir belediyeleriyle diğer belediyelerin tarım ve hayvancılık alanında faaliyet ve hizmette bulunup bulunamayacağını ve 2017 yılında İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin 2016 yılı hesaplarını inceleyen Sayıştay denetçisinin bu konuda ortaya koyduğu çekinceleri ele alıp düzenlediği İzmir Büyükşehir Belediyesi 2016 Yılı Sayıştay Denetim Raporu‘nda belirttiği üç ayrı sorunun hukuki düzlemde henüz çözümlenmediğini ortaya koymuştuk.

Yazı dizimizin bugünkü bölümünde ise, ülkemizdeki tarım, hayvancılık ve balıkçılık faaliyetlerine yönelik kamu hizmetleriyle bu hizmetlerin hangi kamu kurumları tarafından yürütüldüğünü ortaya koyup, büyükşehir belediyelerinin bu kurum ve kuruluşlar arasındaki yerini araştıracağız. Ayrıca İzmir Büyükşehir Belediyesi tarafından bu konularda düzenlenmiş yönetmelik ve yönergeleri inceleyerek İzmir Büyükşehir Belediyesi’nce yürütülen tarımsal hizmetlerin nasıl bir yapı içinde ve hangi çerçevede yerine getirildiğini belirlemeye çalışacağız.

Fotoğraf: Ahmet Çetintaş, “Zeytin”

İzmir Büyükşehir Belediyesi, İzmir’deki tarımsal faaliyetler içindeki yüzlerce kurum ve kuruluştan sadece biridir…

Bilindiği üzere Türkiye’de ve yazı konumuz itibariyle İzmir’de, çatı örgütü Tarım ve Orman Bakanlığı olmak üzere tarım, hayvancılık, balıkçılık, arıcılık ve ormancılık faaliyetlerinin yönetimi boyutunda doğrudan ya da dolaylı olarak çalışıp katkıda bulunan ya da destek veren, hiyerarşik olarak birbirine bağlı ya da bağımsız toplam 62 resmi kurum ve kuruluş bulunmaktadır. İzmir tarımının yönetiminde pay sahibi olan kurum ve kuruluşlar sırasıyla;

Tarım ve Orman Bakanlığı İzmir İl Müdürlüğü, Tarım ve Orman Bakanlığı İzmir İlçe Müdürlükleri (30 adet), Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü 2. Bölge Müdürlüğü, Meteoroloji Genel Müdürlüğü 2. Bölge Müdürlüğü, Orman Genel Müdürlüğü İzmir Orman Bölge Müdürü, Türkiye Su Enstitüsü, Et ve Süt Kurumu Genel Müdürlüğü, Tarım İşletmeleri Genel Müdürlüğü, Tarım ve Kırsal Kalkınmayı Destekleme Kurumu, Toprak Mahsulleri Ofisi Genel Müdürlüğü, Çaykur Bölge Müdürlüğü, Tarım Sigortaları Havuz İşletmesi Anonim Şirketi Genel Müdürlüğü, Türkiye Tarım Kredi Kooperatifleri Merkez Birliği Genel Müdürlüğü İzmir Bölge Birliği, Ege Tarımsal Araştırma Müdürlüğü, Veteriner Kontrolör Enstitüsü Müdürlüğü, Zeytincilik Araştırma Enstitüsü Müdürlüğü, Zirai Araştırma ve Mücadele Müdürlüğü, İzmir Gıda Laboratuvar Müdürlüğü, Zirai Karantina İl Müdürlüğü, Uluslararası Tarımsal Araştırma ve Eğitim Merkezi Müdürlüğü, Veteriner Sınır Kontrol Noktası Müdürlüğü, T.C. Ziraat Bankası şubeleri, İzmir Kalkınma Ajansı (İZKA), İzmir Valiliği İl Yatırımları İzleme ve Koordinasyon Başkanlığı, İzmir Büyükşehir Belediyesi ve kurumsal yapısı içinde kırsal kalkınma birimi olan 8 ilçe (Bornova, Buca, Çeşme, Kemalpaşa, Menemen, Ödemiş, Seferihisar ve Torbalı) belediyesidir.

Ayrıca üniversitelerin ilgili akademik birimleri, meslek örgütleri olarak toplam 69 resmi kurum ve kuruluş bulunmaktadır. Bunlar da sırasıyla Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesi, Dokuz Eylül Üniversitesi Veterinerlik Fakültesi, Katip Çelebi Üniversitesi Orman Fakültesi, Katip Çelebi Üniversitesi Su Ürünleri Fakültesi, İzmir Ticaret Borsası, İzmir Ticaret Odası, Ege Bölgesi Sanayi Odası, Ege Bölgesi İhracatçıları Birliği, İlçe Ziraat Odaları (30 adet), TMMOB Ziraat Mühendisleri Odası, TMMOB Orman Mühendisleri Odası, TMMOB Peyzaj Mimarları Odası, TMMOB Gıda Mühendisleri Odası, İzmir Veteriner Hekimler Odası, S.S. Tariş Zeytin ve Zeytinyağı Tarım Satış Kooperatifleri Birliği, S.S. Tariş Üzüm Tarım Kooperatifleri Birliği, S.S. Pamuk ve Yağlı Tohumlar Tarım Kooperatifleri Birliği, S.S. İncir Tarım Kooperatifleri Birliği, Köy-Koop İzmir Birliği, İzmir İli Damızlık Sığır Yetiştiricileri Birliği, Türkiye Ziraat Odaları Birliği’ne bağlı 20 (Aliağa, Bayındır, Bergama, Beydağ, Bornova, Çeşme, Dikili, Foça, Karaburun, Kemalpaşa, Kınık, Kiraz, Menderes, Menemen, Ödemiş, Seferihisar, Selçuk, Tire, Torbalı ve Urla) odadır.

Diğer kurumları (sendikalar, dernekler, vakıflar, platformlar, holding ve şirketler vb.) dikkate aldığımızda ise aklımıza Tarım-İş Sendikası İzmir Şubesi, Türk Tarım Orman-Sen İzmir Şubesi, Tarım Orman-İş Sendikası, Ekolojik Tarım Organizasyonu Derneği (ETO), Tarım Ekonomisi Derneği, S.S. Tire Süt Müstahsilleri Tarımsal Kalkınma Kooperatifi gibi yüzlerce tarımsal kalkınma kooperatifi, Tarım Grubu, Yaşar Holding, Akça Holding gibi kuruluşlar gelmektedir.

Tarım, hayvancılık, balıkçılık ve arıcılık gibi faaliyetler içinde yönetmek, katkıda bulunmak, destek olmak ve para kazanmak gibi amaçlarla var olan bu kadar fazla sayıdaki resmi, özel ve sivil kurum, kuruluş, işletme, holding ve şirketin yer aldığı listenin uzayıp gitmesi aslında insanın tarımsal faaliyetlere başladığı tarihlerden bu yana konumu, iklimi, verimli toprakları ve bol sayıdaki verimli su kaynakları ile uygarlığın beşiği olan bu coğrafyada insanların ve onların oluşturduğu kurumların hep birlikte el ele vererek, işbirliği ve dayanışma içinde toprağı işlediklerini, hayvanları ehlileştirip onlardan yararlandıklarını ve böylelikle İzmir tarımının bugünkü düzeyine gelmesini sağladıkları anlaşılmaktadır.

Tarımsal veri üretimi ile şeffaflığın geçerli olacağı bir ortamda, tarımsal faaliyette bulunan ya da katkıda bulunup destekleyen her bir kurum ve kuruluşun İzmir’de yaratılan tarımsal değer içindeki payını büyüklük ve etki boyutunda ölçmek mümkün olmakla birlikte; bu olanaklardan mahrum olduğumuz günümüz koşullarında fark edip bildiğimiz tek şey, Tarım ve Orman Bakanlığı ile ona bağlı ya da ilgili olan resmi kurum ve kuruluşların bu konuda aslan payına sahip oldukları, büyükşehir belediyeleri ile ilçe belediyelerinin ise yapılan yardımlarla verilen desteklerin büyüklük ve etkisi açısından arka sıralarda geldiğidir.

Fotoğraf: Özkan Olcay, “Sulama”

İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin tarım ve hayvancılıkla ilgili görevleri diğer kurum ve kuruluşların görevleri ile çakışıyor mu?

Yazı dizimizin bir önceki bölümünde de belirttiğimiz gibi, büyükşehir belediyeleriyle diğer belediyeler, 5393 sayılı Belediye Kanunu’nun ‘Belediyelerin yetkileri ve imtiyazları‘ başlıklı 15. maddesinin (a) fıkrasında yazılı olan “belde sakinlerinin mahallî müşterek nitelikteki ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla her türlü faaliyet ve girişimde bulunurlar” hükmü çerçevesinde, 5216 sayılı Büyükşehir Belediyesi Kanunu’nun ‘Büyükşehir ve ilçe belediyelerinin görev ve sorumlulukları‘ başlıklı 7. maddesinin 1. fıkrasının (i) bendi ile aynı maddeye 12.11.2012 tarih, 6360 sayılı kanunun 7. maddesi ile eklenen fıkra hükmüne göre, “Sürdürülebilir kalkınma ilkesine uygun olarak çevrenin, tarım alanlarının ve su havzalarının korunmasını sağlayıp ağaçlandırma yaparlar” veBüyükşehir ve ilçe belediyeleri tarım ve hayvancılığı desteklemek amacıyla her türlü faaliyet ve hizmette bulunabilirler.

İzmir’deki tarım, hayvancılık, su ürünleri avcılığı ve yetiştiriciliği, arıcılık ve ağaçlandırma gibi faaliyetlerde Anayasa’nın ve diğer hukuki düzenlemelerin verdiği en bütüncül ve üst yetkiler nedeniyle ön sırada yer alan Tarım ve Orman Bakanlığı’na verilen görevlerle İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin 10.06.2019 tarih, 426 sayılı İzmir Büyükşehir Belediye Meclisi kararı ile kabul ettiği İzmir Büyükşehir Belediye Başkanlığı Tarımsal Hizmetler Dairesi Başkanlığı Çalışma Usul ve Esasları Hakkında Yönetmelik‘te kendisine verdiği görevleri birbiriyle mukayese etmemiz gerekmektedir.

10 Temmuz 2018 tarih, 30474 sayılı Resmi Gazete’de yayınlanan 1 numaralı Cumhurbaşkanlığı Teşkilatı Hakkında Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi‘nin Ondördüncü Bölüm – Tarım Orman Bakanlığı başlığı altındaki 410. maddesinde Tarım ve Orman Bakanlığı’nın 8 ayrı görev ve yetkisi olduğu belirtilmiştir. Bunlar sırasıyla:

a) Bitkisel ve hayvansal üretim ile su ürünleri üretiminin geliştirilmesi, tarım sektörünün geliştirilmesi ve tarım politikalarının oluşturulmasına yönelik araştırmalar yapmak,

b) Gıda üretimi, güvenliği ve güvenirliği, kırsal kalkınma, toprak, su kaynakları ve biyoçeşitliliğin korunması ile verimli kullanılmasını sağlamak,

c) Çiftçinin örgütlenmesi ve bilinçlendirilmesi, tarımsal desteklemelerin etkin bir şekilde yönetilmesi, tarımsal piyasaların düzenlenmesi gibi ana faaliyet konularının gerçekleştirilmesine yönelik çalışmalar yapmak; tarım ve hayvancılığa yönelik genel politikaların belirlenmesi amacıyla çalışmalar yapmak, uygulanmasını izlemek ve denetlemek,

ç) Ormanların korunması, geliştirilmesi, işletilmesi, ıslahı ve bakımı, çölleşme ve erozyonla mücadele, ağaçlandırma ve ormanla ilgili mera ıslahı konularında politikalar oluşturulması amacıyla çalışmalar yapmak,

d) Tabiatın korunmasına yönelik politikalar geliştirilmesi amacıyla çalışmalar yapmak, korunan alanların tespiti, milli parklar, tabiat parkları, tabiat anıtları, tabiatı koruma alanları, sulak alanlar ve biyolojik çeşitlilik ile av ve yaban hayatının korunması, yönetimi, geliştirilmesi, işletilmesi ve işlettirilmesini sağlamak,

e) Su kaynaklarının korunmasına ve sürdürülebilir bir şekilde kullanılmasına dair politikaların oluşturulması amacıyla çalışmalar yapmak, ulusal su yönetimini koordine etmek,

f) Bakanlığın faaliyet alanına giren konularda uluslararası çalışmaların izlenmesi ve bunlara katkıda bulunulması amacıyla ulusal düzeyde yapılan hazırlıkları ilgili kuruluşlarla işbirliği halinde yürütmek,

g) Kanunlarla veya Cumhurbaşkanlığı kararnameleriyle verilen diğer görevleri yapmak,

Ayrıca bu görevlere ek olarak bakanlık bünyesindeki 21 birimden 13 hizmet birimine ait 111 adet görev ve yetkiyi dikkate aldığımızda, ülkemizdeki tarım ve orman faaliyetleri ile ilgili tüm kamu hizmet ve yetkisinin Tarım ve Orman Bakanlığı’na verildiğini görürüz.

Fotoğraf: Cemal Sepici, “Nasip”

İzmir Büyükşehir Belediye Meclisi’nin 5393 sayılı Belediye Kanunu’nun 15. maddesinin (a) fıkrası ile 5216 sayılı Büyükşehir Belediye Kanunu’nun 7. maddesinin 1 ve ek fıkraları hükümlerine dayanılarak 10.06.2019 tarih, 426 sayılı kararı ile kabul edilen ve mali yönden Sayıştay Başkanlığı’nca onaylanan İzmir Büyükşehir Belediye Başkanlığı Tarımsal Hizmetler Dairesi Başkanlığı Çalışma Usul ve Esasları Hakkında Yönetmelik ise Tarımsal Projeler Şube Müdürlüğü, Kırsal Kalkınma Şube Müdürlüğü ve Sulama Şube Müdürlüğü olarak üç ayrı şube müdürlüğünden oluşan Tarımsal Hizmetler Dairesi Başkanlığı’nın görev, yetki ve sorumluluklarını söz konusu yönetmeliğin 5. maddesinde, aynı maddenin bazı fıkralarında yazılı olan “tarım, hayvancılık ve su ürünleri alanlarında faaliyet gösteren kamu kurum ve kuruluşları, üniversiteler, yüksek okullar, meslek liseleri, sivil toplum örgütleri, ziraat odaları, tarımsal kalkınma kooperatifleri, su ürünleri kooperatifleri ve tarımsal sulama kooperatifleri ile bağlı bulunduğu yasalar çerçevesinde“, “Ulusal kalkınma strateji ve politikaları ile başkanlığın orta ve uzun vadeli strateji ve politikalarına uygun olarak” ve “Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığınca belirlenen tarım ve hayvancılığa yönelik genel politikalarla uyumlu olacak şekilde Bakanlığı İl Müdürlüğü ile koordinasyon halinde yürütülmesini sağlamak” gibi göndermelerle tamı tamamına 55 ayrı görev, yetki ve sorumluluğa yer verildiği ve bu görev, yetki ve sorumluluklarının çoğunun yönetmeliğe eklenen projelerle ilişkilendirildiği belirlenmiştir. Anlaşılan o ki, yasal olarak büyükşehir belediyesince yapılamayacak bazı faaliyet ve hizmetlerin yapılmasını sağlamak amacıyla dokuz ayrı proje üzerine oturtulmuş bir yönetmelik hazırlanmıştır. Yönetmeliğin 5. maddesinde sıralanan 55 ayrı görev, yetki ve sorumluluktan 9’unun yönetmelik ekindeki projelerle ilişkilendirilmiş olması örnektir.

Evet, bu 55 ayrı görev, yetki ve sorumluluğun üç ayrı fıkrada yazılı ilişkilendirmeler içinde diğer resmi, özel, sivil kurum ve kuruluşlarla birlikte ve uyum içinde yapılacağı belirtilmekle birlikte; “tarımsal sulama alt yapısına yönelik yıllık etüt proje program tekliflerini hazırlamak“, “kooperatiflerle birlikte tarımsal ve hayvansal üretim altyapısının modernizasyonu ve ortak teknoloji kullanımına yönelik projeler yapmak, uygulamak ve uygulatmak“, “Tarımsal Kalkınma Kooperatifleri, Tarımsal Sulama Kooperatifleri, Su Ürünleri Kooperatifleri ve Tarımsal Üretici Birlikleri ile ortak projeler yaparak üretimde verimin, kalitenin artırılması, ürün işleme, boylama, paketleme ve depolama gibi tesislerin kurulmasına destek olarak kırsaldaki üreticiye katma değer kazandıracak hizmetlerin götürülmesini sağlamak” gibi yasalara aykırı ya da belediyelerin hizmet ve faaliyet olarak yerine getiremeyeceği görev, yetki ve sorumluluklara söz konusu yönetmelikte yer verildiği görülmektedir.

Ayrıca İzmir Büyükşehir Belediyesi tarafından gerçekleştirilecek destek amaçlı hizmet ve faaliyetlerin uygulamasında başta Tarım ve Orman Bakanlığı olmak üzere bu kadar fazla sayıda kurum ve kuruluşla nasıl bir işbirliği, yardımlaşma ya da dayanışma modelinin hayata geçirileceği konusunda tek bir düzenlemenin yapılmadığı; bu nedenle, tarım ve hayvancılık sektörünün diğer paydaşlarıyla nasıl bir araya gelinip iş yapılacağı konusunun henüz belli olmadığı görülmektedir.

1981 Anayasası’nın “Mahalli idareler” başlığını taşıyan 127. maddesine göre, “Merkezi idare, mahalli idareler üzerinde, mahalli hizmetlerin idarenin bütünlüğü ilkesine uygun şekilde yürütülmesi, kamu görevlerinde birliğin sağlanması, toplum yararının korunması ve mahalli ihtiyaçların gereği gibi karşılanması amacıyla, kanunda belirtilen esas ve usuller dairesinde idari vesayet yetkisine sahiptir.

Ayrıca, Anayasa’nın “Planlama, Ekonomik ve Sosyal Konsey” başlığını taşıyan 166. maddesine göre;

Ekonomik, sosyal ve kültürel kalkınmayı, özellikle sanayiin ve tarımın yurt düzeyinde dengeli ve uyumlu biçimde hızla gelişmesini, ülke kaynaklarının döküm ve değerlendirilmesini yaparak verimli şekilde kullanılmasını planlamak, bu amaçla gerekli teşkilatı kurmak Devletin görevidir.

Planda milli tasarrufu ve üretimi artırıcı, fiyatlarda istikrar ve dış ödemelerde dengeyi sağlayıcı, yatırım ve istihdamı geliştirici tedbirler öngörülür; yatırımlarda toplum yararları ve gerekleri gözetilir; kaynakların verimli şekilde kullanılması hedef alınır. Kalkınma girişimleri, bu plana göre gerçekleştirilir.

Merkezi ve yerel yönetimin tarıma yönelik hizmet ve faaliyetleri, hukuk, demokrasi, verimlilik, etkinlik, yeterlilik, kaynakların doğru kullanımı boyutlarında ve “idarenin bütünlüğü” ilkesi çerçevesinde net bir şekilde belirlenmelidir.

Anayasa’nın bu hükümleri, mahalli idareler tarafından yapılan kamu hizmetleriyle merkezi yönetim tarafından yürütülen kamu hizmetlerinin “idarenin bütünlüğü ilkesi” çerçevesinde birbiri ile çakışmaması ve birbirlerini bütünleyecek şekilde daha hukuki, daha demokratik, daha verimli, daha etkin, daha kaliteli ve yeterli yapılmasını öngördüğü için; ayrıca 5216 sayılı Büyükşehir Belediye Kanunu’nun 7. maddesinin 1. ve ek fıkra hükmü ile büyükşehir belediyeleri ile diğer belediyelerce yapılması mümkün kılınan tarım ve hayvancılık destekleri ile ilgili hizmet ve faaliyetlerin nasıl yapılacağını belirleyen bir uygulama yönetmeliği merkezi yönetim tarafından bugüne kadar hazırlanmadığı için merkezi yönetimin, aynen 2015-2018 dönemi Kırsal Kalkınma Eylem Planı’nda (1) ya da Cumhurbaşkanlığı Yıllık Programlarında (2) olduğu gibi tarım ve hayvancılık faaliyetlerinin iç paydaşı olan her resmi kurum ve kuruluşun, bu arada büyükşehir belediyeleriyle ilçe belediyelerinin üzerine düşen görev, yetki ve sorumlulukları işin hukuk, demokrasi, yönetim kalitesi, verimlilik, etkinlik, yeterlilik ve mevcut kaynakların doğru kullanımı gibi kriterleri dikkate alarak, bu kurum ve kuruluşlar arasında işleri paylaştırması, işbirliği yapılacak faaliyet ve hizmetleri belirleyerek bunun da nasıl yapılacağını ortaya koyan modelleri geliştirmesi gerekmektedir.

Devam Edecek…

(1) Kırsal Kalkınma Eylem Planı 2015-2018

(2) 2019, 2020 ve 2021 Yılı Cumhurbaşkanlığı Yıllık Programları.