Ciddi bir girişimin, geçen zaman içinde trajediden komediye dönüşmesi….

Ali Rıza Avcan

Fabrika ayarım” olarak niteleyebileceğim kişisel yaratılışımın temel özelliklerinden biri de, bilgi ya da ilgi alanıma giren her şeyi ciddiye alma huyumdur.

O nedenle de çoğu kez, ciddiye alıp kendime iş ya da sorun edindiğim çoğu şeyin aslında hiç de ciddiye alınmaması gereken işler olduğunu anlayıp hayal kırıklığına uğrarım. İşte o nedenle de kurduğum her arkadaşlık, dostluk, ya da yoldaşlık ilişkisinde, üstlendiğim görevde, odaklandığım sorumlulukta, kendimi adadığım her davada tedbirli olmaya, o işi ciddiye alma konusunda kendimi frenlemeye çalışırım; ama -huyum kurusun diyeceğim- o işi, o sorunu, o davayı ciddiye almaktan da bir türlü kendimi alamam.

Ciddiye aldığım için kendi kendimi kandırdığım çoğu durumda hayal kırıklığına uğrar, fazlasıyla üzülürüm. Ama arada bir nadiren karşıma çıkan öyle bir durum vardır ki, o durumda da o işin zaten ciddiyetini kaybedip bir trajediye, hatta komediye dönüşmesi nedeniyle keyiflenir, bu yeni durumdan zevk almaya başlarım.

İşte size bugün bir zamanlar ciddi bir iş olduğunu sandığım halde zaman içinde önce trajediye, sonrasında da komediye dönüşüp beni hayal kırıklığına uğratmak yerine keyiflendiren bir durumdan söz açıp, 2022 Ağustos’unda başlayıp 2023 Mart’ında sonuçlanan bir süreçte kara komediye dönüşen bir organizasyondan, İzmir Büyükşehir Belediyesi‘nin 17 Şubat-4 Mart 1923 tarihlerinde yapılan Türkiye (İzmir) İktisat Kongresi‘nin 100. yılı münasebetiyle 15-21 Mart 2023 tarihlerinde yapacağı “İkinci Yüzyılın İktisat Kongresi” organizasyonunun serencamından söz edeceğim.

Hatırlayacağınız gibi 5, 12, 19 ve 26 Aralık 2022 tarihli yazılarımla bu organizasyonu ciddiye alıp bir bölüm değerlendirmeler yapmış, benim için önemli olan bu tarihi olayın 100. yılında, o olayı daha etkili, daha kalıcı ve anlamlı bir şekilde anmak amacıyla çeşitli önerilerde bulunmuştum.

İzmir Büyükşehir Belediyesi sözünü ettiğim bu etkinlik için birbirini izleyen tarihlerde değişik adlarda birçok toplantı düzenlemiş olmakla birlikte 6 Şubat 2023 tarihinde ve sonrasında 11 ili kapsayan bölgede yaşanan büyük deprem felaketi üzerine 15-21 Şubat 2023 tarihlerinde yapılması planlanan kongreyi 15-21 Mart 2023 tarihlerine ertelemişti.

Şimdi aylardır harıl harıl hazırlanan bu büyük kongre, bu hafta Çarşamba günü başlayıp önümüzdeki hafta Salı günü bitecek komedi ağırlıklı büyük bir gösteriye dönüşmüş durumda.

Böylelikle İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer, 9 Eylül’ün 100 yılı kutlamaları ile depremzedelere yardım amacıyla 22 Şubat 2023 gecesi Halk TV ile işbirliği içinde düzenlenen “Bir Kira Bir Yuva Destek Gecesi” sonrasında bir kez daha gündeme gelip puan toplayacak.

15-21 Mart 2023 tarihleri arasındaki bir haftalık sürede beş ayrı mekanda (Ahmet Adnan Saygun Sanat Merkezi, Bıçakçı Han, Swissotel Konferans Salonu, Fuar İzmir ve İsmet İnönü Kültür Merkezi) toplam 67 ayrı konuşmacının, 25-30 dakikalık sunum süresiyle düşüncelerini paylaşacağı “açılış“, “vicdana davet“, “yürüyüşe davet“, “doğamıza davet“, “değişime davet” ve “sadakate davet” adıyla tanımlanan 6 adet, deprem konusuna tahsis edilen 1 adet olmak üzere gün boyu devam eden toplam 7 ayrı sunum toplantısı yapılırken, diğer yandan da Millet İttifakı üyesi siyasi parti genel başkanı ile bir moderatörün katılacağı bir toplantı ile bu ittifakın ortak politikalar metninin ele alınıp tartışılacağı 6 konuşmacısı olan bir panel, Millet İttifakı belediye başkanlarının katıldığı bir forum, bir adet gençlik forumu, bir adet paydaş grupları toplantısı, bir adet performans (Karsu), üç adet konser (Melike Şahin, Evgeny Grinko, Kardeş Türküler) ve bir adet Yüksek İstişare Kurulu toplantısı yapılarak şimdiye kadar İzmir’de gerçekleştirilen hazırlık çalışmaları ile Millet İttifakı‘nın Ankara’da üzerinde çalışıp uzlaştığı politikalar arasında bağlantı kurulacağı anlaşılmaktadır.

Söz konusu etkinliğin konu ve konuşmacılarından da anlaşılacağı üzere, İzmir‘de İzmir Büyükşehir Belediyesi eliyle ortaya konulan cüretkar çıkışın, CHP’nin ve dolayısıyla Millet İttifakı‘nın iktisat politikalarıyla uyum içinde olmasına çalışıldığı; böylelikle, İzmir toplantısının sonucunda ortaya çıkacak bildirgenin CHP‘nin Vizyon Belgesi ile Millet İttifakı‘nın Ortak Politikalar Metni‘nden farklı olmaması için çaba gösterildiği; ayrıca, Millet İttifakı Cumhurbaşkanı adayı Kemal Kılıçdaroğlu‘nun İzmir‘de gövde gösterisi yapmasının arzulandığı anlaşılmaktadır.

Önümüzdeki haftalar içinde İzmir’de oynanacak böylesi bir oyunun senaryosu bu şekilde tasarlanmakla birlikte Büyük Britanya İmparatorluğu’nca “sir” unvanı verilerek ödüllendirilen iyilik meleği müzisyen Bob Geldof ile (The End of History and the Last Man) ‘Tarihin Sonu ve Son İnsan‘ adlı teziyle Batı Liberal düşüncesinin insanlığın ulaşabileceği son aşama olduğunu iddia eden Francis Fukuyama‘nın çevrimiçi olarak toplantılara katılıyor olması, Türkiye’nin 2. yüzyıldaki iktisat politikalarının, Cumhuriyet’in kurucu değerlerine aykırı olarak neoliberal kapitalist bir yol izlemesi için özel bir çaba gösterildiğini ortaya koymaktadır.

Ayrıca kongreye katılacak 20 siyasetçiye ek olarak, gelecek yüzyıldaki iktisat politikalarını belirlemek amacıyla İzmir‘deki üniversitelerde görev yapan akademisyenler yerine yurtdışında ya da yurt içinde faaliyet gösteren Oxford, New York, Stanford, Bielefeld, Bilkent, Boğaziçi, Koç, TED ve Kadir Has Üniversitesi gibi özel vakıf üniversitelerinden, kendi patronlarının çanağına tükürmeyecek 30 akademisyenin davet edilmiş olması da, 100. yıl sonra yapılan bu kongrenin ilkinde söylenen ekonomik bağımsızlıktan söz etme cesaretini gösteremeyeceğini ortaya koymaktadır.

Söz konusu toplantılar dizisinin senaryosu tasarlanırken kamuoyunda tanınıp popüler bir şöhrete sahip ne kadar isim varsa onların arasından “biraz ondan, biraz bundan” anlayışıyla seçildiği anlaşılan ve aynen eski fuar zamanlarındaki baş solist ile alt kadroyu gösteren gazino afişlerini hatırlatan bir ‘gösteri nesnesi‘ olarak kullanılacağı anlaşılan konuşmacıların bu bir haftalık gösteri sırasında Türkiye‘nin gelecek 100 yıldaki iktisat politikaları adına ne söyleyip neye karar vereceği de bellidir: CHP‘nin geçtiğimiz aylarda büyük bir gösteri ile sunduğu Ekonomi Vizyon Belgesi ile 6’lı masa ortağı siyasi partilerin geçtiğimiz günlerde ortaya koyduğu Millet İttifakı Mutabakat Belgesi‘nde yazılı olan konular, Kemal Derviş politikalarının izleyicisi CHP İzmir Milletvekili ve Genel Sekreteri Selin Sayek Böke tarafından “temiz” olduğu söylenen Batı sermayesinin vereceği kredi, yardım ve hibeler eşliğinde küresel kapitalist sisteme tam anlamıyla eklemlenmiş bir Türkiye…

O nedenle, kongreyi izleyen ya da seyreden hiç kimse, bu topraklarda 100 yıl önce çok zor koşullar altında yapılan bir kongrede gür bir sesle dile getirilen ekonomik, siyasi ve kültürel anlamda “Bağımsız Türkiye” talebinin bu kongrede dile getirilmesini beklemesin….

O nedenle, ayıp olmasın diye bir iki konuşmacıyı dışarda bırakarak bu toplantıda konuşup karar alacak ya da o kararların altına imza atacak bu kadar çok “şan şöhret sahibi” zevatın, “Bağımsız Türkiye” talebinde bulunarak kapitalist sistem eleştirisinde bulunacağını sanmasın…

Karşımızdaki toplantılar dizisi, o nedenle Kapitalizmin “ahir zaman peygamberiFukuyama önderliğinde neoliberal kapitalist sisteme methiyeler düzülüp ilahi adına bildirilerin sunulacağı bir ayine dönüşecek; böylelikle, organizasyonu destekleyip sponsorluk yapan ulusal ve uluslararası sermayenin kutsanıp yüreğinin hoş edilmesi sağlanacaktır…

Francis Fukuyama

Böylelikle, İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer adına yazılıp 7 aylık hazırlık süreci içinde büyük deprem felaketi, CHP Vizyon Belgesi ve Millet İttifakı Ortak Mutabakat Belgesi‘nin sunumu gibi neler yaşanmışsa hepsinin bu senaryonun içine boca edildiği, bu nedenle de geçen zaman içinde trajediden komediye dönüşen bir sahne eseri, dünyanın ve ülkemizin neoliberal kanaat önderlerinin yardımıyla oynanacak ve yaklaşan seçimler özelinde, seçmenin tercihleri Batı sermayesinin vizyon ve misyonu ile şekillendirilmeye çalışılacak, Türkiye’ye de bu misyon ve vizyon içinde bir yer verilecektir.

Bu arada çağrılmış olmalarına karşın kapitalizmin değirmenine su taşıyan bu organizasyona katılmayan değerli hocalarım Prof. Dr. Korkut Boratav ile Prof. Dr. Taner Timur‘a teşekkür etmeyi de bir borç bilirim….

İzmir İktisat Kongresi’nin 100. Yılı kutlamaları ile ilgili diğer yazılarım:

http://www.kentstratejileri.com/2022/12/5/izmir-iktisat-kongresi-1/

http://www.kentstratejileri.com/2022/12/12/izmir-iktisat-kongresi-2/

http://www.kentstratejileri.com/2022/12/19/izmir-iktisat-kongresi-3/

http://www.kentstratejileri.com/2022/12/26/izmir-iktisat-kongresi-4/

http://www.kentstratejileri.com/2022/12/15/izmir-iktisat-kongresi-1923-ve-isciler/

İyi yönetim / kötü yönetim

Ali Rıza Avcan

whoever fights monsters should see to it that in the process he does not become a monster. and when you look long into the abyss, the abyss looks into you” Friedrich Nietzche, İyinin ve Kötünün Ötesinde, Bir Gelecek Felsefesini Açış, Say Yayınları, 2015, Sh.90, 146. Aforizma.

Türkçesi: “canavarlarla savaşan kişi, bu süreçte bir canavara dönüşmediğinden emin olmalıdır. ve uçuruma uzun uzun baktığında, uçurum da sana bakar.

Son iki üç gündür yerel gazetelerde çıkan yeni haberlerle karşı karşıyayız: İzmir Büyükşehir Belediyesi‘ndeki birçok daire başkanı ve şube müdürünün yeri, genel sekreter yardımcısı Barış Karcı‘nın önce genel sekreter vekili, yakın zamanda da genel sekreter olarak atanması nedeniyle yıl başında değiştirilip 9 Ocak 2023 tarihinde; yani bugün yapılacak belediye meclisi toplantısında meclisin onayına sunulacakmış.

Her ne kadar bu tür değişikliklerle ilgili belediye meclis kararlarında, “5216 sayılı Büyükşehir Belediyesi Kanununun 21’inci maddesinde “Büyükşehir Belediyesi Teşkilatı; norm kadro esaslarına uygun olarak Genel Sekreterlik, Daire Başkanlıkları ve Müdürlüklerden oluşur. Birimlerin kurulması, kaldırılması veya birleştirilmesi Büyükşehir Belediyesi Meclisinin kararı ile olur.” hükmü yer almaktadır. Bu nedenle; birimlerimiz arasında yeni bir düzenlemeye gereksinim duyulduğundan, yukarıda bahsi geçen Kanunun 21’inci maddesi gereğince Sayın Meclisimizce karar alınması hususunu onayınıza arz ederim.” şeklindeki kalıp bir ifade ile meclise sunulup karar alınmakla birlikte; böyle bir önerinin gerekliliği, geçerliliği ve doğruluğu görüşülüp tartışılmadan alınan bu kararlarda belediye içinde hangi birimlerin kurulduğu, kaldırıldığı veya birleştirildiği, bu operasyonların kapsamına hangi dairelerin ve görevlilerin girdiği ile bunun gerekçeleri -ne yazık ki- belirtilmemektedir.

Diğer yandan bir büyükşehir belediye başkanının hangi danışman, daire başkanı ve şube müdürü ile çalışacağını, kendisine ait “takdir hakkı” çerçevesinde kendi özgür iradesi ile belirlemesi doğru ve geçerli bir tutum olmakla birlikte, bu hakkın belirli bir süre içinde defalarca kullanılması da orada, o örgütte sağlıksız bir durumun var olduğuna, en azından elinden malzemeyi ne yapacağını bilemeyen kararsız bir yöneticinin varlığına işaret etmektedir. 

Hele ki İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Tunç Soyer‘in göreve başladığı 1 Nisan 2019 tarihinden bu yana geçen 1.370 günlük sürenin sonunda 24. kez yapmaya kalktığı böylesi bir operasyon gündeme gelince….

Anlaşılan o ki, bu seferki operasyonla birlikte birçok daire başkanı görevlerinden alınıp alakasız başka dairelere atanacak, herhangi bir disiplin cezası almadıkları halde adeta cezalandırılırcasına kazanılmış haklarının altındaki kadrolarda görevlendirilecek; hatta emekliliğe zorlanacak, böylesi bir hukuk sisteminde “Hak-Hukuk-Adalet” diyerek mahkemelerin ve avukatların kapısını aşındıracak ve bazı daireler kaldırılacak.

Ama bunun karşılığında bütün bu operasyonların mimarlığını yapan İnsan Kaynakları ve Eğitim Dairesi Başkanı, yine aynı gazete haberlerine göre adeta ödüllendirilircesine genel sekreter yardımcısı yapılıp bilgili olmadığı konularda kendisine bağlı daire başkanlıklarına amirlik yapacak…

Bu haberleri analiz edip örnekleri vermeden önce resmi belgelere göre İzmir Büyükşehir Belediyesi’nde hangi adlarla kaç hizmet birimi olduğunu ve birimlerde toplam olarak kaç kişinin çalıştığını hatırlatmakta yarar var: İzmir Büyükşehir Belediyesi‘nin İnternet sayfasındaki “Birimlerimiz” başlıklı bölümdeki bilgilere göre 1 Ocak 2023 tarihli göre belediyede 1 başkan, 1 özel kalem müdürü, 4 genel sekreter yardımcısı, 36 daire başkanı, 173 şube müdürü, 1 Eşrefpaşa Hastanesi Başhekimliği, 1 Teftiş Kurulu Başkanlığı, 1 İç Denetim Birimi Başkanlığı ve 1. Hukuk Müşavirliği bulunuyor ve 2021 Mali Sayıştay Denetim Raporu verilerine göre 3.683’ü memur, 434’ü sözleşmeli personel, 447’si kadrolu işçi ve 9.074’ü 696 saylı KHK uyarınca çalıştırılan personel olmak üzere toplam olarak 13.638 kişi çalışmaktadır.

Sayıştay Başkanlığı’nın 2012, 2016, 2018, 2020 ve 2021 yılları denetim raporlarındaki bilgilere göre daire başkanlığı ile şube müdürlüğü sayılarındaki artışlar ise şu şekilde ortaya konulabilir:

2012 yılında 22 daire başkanlığı, 91 şube müdürlüğü,

2016 yılında 38 daire başkanlığı, 162 şube müdürlüğü,

2018 yılında 38 daire başkanlığı, 163 şube müdürlüğü,

2020 yılında 36 daire başkanlığı, 162 şube müdürlüğü,

2021 yılında 35 daire başkanlığı, (şube müdürlüğü sayısı yazılmamış).

31 Aralık 2022 tarihi itibariyle 36 daire başkanlığı, 173 şube müdürlüğü.

Bu rakamların gelişimden de görüleceği gibi 16 Eylül 2020-31 Aralık 2022 tarihleri arasındaki dönemde daire başkanlıklarının sayısı aşağı yukarı aynı kalırken, şube müdürlükleri sayısında belirgin bir artışın ortaya çıktığı, genellikle eskiden tek bir şube müdürlüğü tarafından yapılan işlerin artan personel sayısına paralel olarak ikiye üçe bölündüğü görülmektedir.

Gazetelere yansıyan bilgilerle geçtiğimiz aylarda tanık olduğumuz bazı atama örneklerine göre;

1) Bütün büyükşehir belediyelerinde kültür ve sanat daire başkanlıklarına bağlı olduğunu gördüğümüz Kütüphaneler Müdürlüğü‘nün, yeni yeni birçok kütüphane açma sözü ortada iken kaldırılarak, belediyelere ait genel kütüphanelerle ilgisi olmayan ve olmaması gereken Ahmet Piriştina Kent Arşivi ve Müzesi (APİKAM) Şube Müdürlüğü‘nün kütüphanecilik hizmetleriyle görevlendirilmesi ve ilgili şube müdürlüğünün o tarihten bu yana kütüphanecilik hizmetleriyle ilgilidir düşüncesiyle, aslen kent arşivi ve müzesi olduğunu unutarak şiir akşamları, karikatür yarışması ve edebiyat günleri gibi aslında kendisiyle ilgisi olmayan birtakım etkinlikleri yapması,

2) Kent Tanıtımı ve Dairesi Başkanlığı‘na bağlı Ahmet Piriştina Kent Arşivi ve Müzesi (APİKAM) Şube Müdürlüğü‘nün bu daire başkanlığından alınıp doğrudan doğruya Genel Sekreter Yardımcılığına bağlanması ya da yeni kurulan Şehir Tiyatroları Şube Müdürlüğü‘nün işin doğası gereği Kültür ve Sanat Dairesi Başkanlığı‘na bağlanması gerektiği halde, hiçbir alakası olmayan Sosyal Projeler Dairesi Başkanlığı‘na bağlanması,

3) Daha önce Makine İkmal, Bakım ve Onarım Dairesi Başkanı iken hiçbir mesleki ve uzmanlık kariyeri aranmaksızın Kültür ve Sanat Dairesi Başkanı yapılan ve görev yaptığı süre içinde canını dişine katarak Tunç Soyer‘in renkli gösteri dünyasına hizmet eden; bu arada “Türkiye’nin En İyi Kültür-Sanat Dairesi Başkanı” gibi garip bir ödüle sahip olan Kadir Efe Oruç‘un Kültür ve Sanat Daire Başkanlığı‘ndan alınarak yine mesleği ve uzmanlığı ile hiç bir ilgisinin bulunmadığı Ulaşım Dairesi Başkanlığı‘na atanıyor olması,

4) İzmir‘in UNESCO‘nun daimi listesine girmesinin gündemde olduğu ve İzmir‘i Akdeniz‘in öncü kent yapacağı iddiasıyla kurulan İzmir Akdeniz Akademisi‘nin yeniden yapılanmasının tartışıldığı şu günlerde, İzmir‘in kültürel mirasının korunması ve tanıtılması amacıyla 2021 yılının Ocak ayında kurulup çalışma esas ve usulleri yönetmeliği bir ay önce kabul edilen Kent Tarihi ve Tanıtımı Dairesi Başkanlığı‘nın aradan iki yıl bile geçmeden hiçbir gerekçe göstermeksizin kaldırılıp bağlı şube müdürlüklerinin, kültürel mirasın korunması konusunda geçmişteki başarısızlıklarıyla anılan daire başkanlıklarına bağlanıyor olması,

5) Linkedin isimli insan kaynakları portaline yazdığı bilgilere göre, Bornova Anadolu Lisesi (BAL) ve Bilkent Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü‘nden mezun olup 2 ay süreyle Madrid Büyükelçiliği‘nde stajyer, 4 yıl 11 ay süreyle Ticaret Bakanlığı‘nda gümrük memuru ve AB uzman Yardımcısı, 4 yıl 7 ay süreyle Basketbol Federasyonu‘nda yarı zamanlı masa görevlisi, 2019 seçimler sonrasında Bornova Anadolu Lisesi (BAL) Vakfı‘ndaki eski yönetici abilerinin, ablalarının elini tutması nedeniyle İzmir Büyükşehir Belediyesi‘ne girip başlayıp 2 yıl 2 ay süreyle veri hazırlama ve kontrol yönetmeni, 1 yıl 8 ay süreyle Kent Ekonomisi ve Yenilikçi Endüstriler Şube Müdürü olarak görev yapan; ayrıca DEÜ Güzel Sanatlar Fakültesi‘nde 2018 Eylül ayında başladığı “Film Tasarımı” eğitimini 2024 yılının Haziran ayında bitirecek olması nedeniyle “halen öğrenci” olan Ceren Umay‘ın; yani bütün meslek hayatı boyunca adeta daldan dala uçup ne yapacağını bilememiş, gelecekle ilgili kariyer planını önüne çıkan fırsatlara göre çizmeye kalkmış birinin Kültür ve Sanat Dairesi Başkanlığı‘na atanması… Bu bilgilerin dışında diğer önemli bir bilgi de Ceren Umay‘ın eski soyadının -muhtemelen aileden gelen soyadı- Ünsever olduğu ve bu soyadı ile birlikte kısa adıyla SODEM diye bilinen Sosyal Demokrat Belediyeler Derneği‘nde halen koordinatör olarak çalışıyor olması…

İşte örnek olarak aldığımız bütün bu atama ve işlemler, kamu görevlilerinin hiçbir geçerli gerekçeye dayanmaksızın, sahip oldukları mesleki bilgi, birikim, deneyim, yetenek ve becerileri; yani liyakatleri dikkate alınmadan atandığını, dün kurulan daire başkanlıklarının hiçbir gerekçeye dayanılmaksızın bugün kaldırıldığını ve atamalarda “şahsi yakınlık“, “zevceye yakınlık“, “TARKEM’e yakın olma“, “Başkan Danışmanı Güven Eken’e yakın olma” ve arkalarında proje peşinde koşan bir takım akademisyenin sıraya girdiği belediye içi “iktidar odaklarına yakın olma” olma gibi birtakım nedenlerin yattığı anlaşılmaktadır.

Aynen büyük insan kaynağı ve emeği ile kurulan ‘iskambil evlerin‘ en ufacık bir rüzgarda tesadüfen yıkılmasında ya da yaptığını beğenmeyenlerin veya yanlış yaptığını deneye deneye öğrenenlerin bilerek ve isteyerek yıkmasında olduğu gibi… 

Belediyedeki daire başkanları ile şube müdürlerinin yer değiştirmesi, bir kısmının göreve yeni atanması ya da görevden alınması nedeniyle teşkilat şemasındaki değişimleri belediye meclisi kararları incelediğimiz takdirde bunun için 15 Nisan 2019 tarih, 268 sayılı, 14 Haziran 2019 tarih, 491 sayılı, 15 Ağustos 2019 tarih, 629 sayılı, 14 Ekim 2019 tarih, 818 sayılı, 27 Kasım 2019 tarih, 1055 sayılı, 15 Ocak 2020 tarih, 62 sayılı, 10 Şubat 2020 tarih, 109 sayılı, 11 Mart 2020 tarih, 298 sayılı, 17 Temmuz 2020 tarih, 460 sayılı, 10 Ağustos 2020 tarih, 503 sayılı, 14 Eylül 2020 tarih, 680 sayılı, 16 Ekim 2020 tarih, 867 sayılı, 15 Ocak 2021 tarih, 73 sayılı, 24 Mayıs 2021 tarih, 481 sayılı, 18 Haziran 2020 tarih, 697 sayılı, 9 Ağustos 2021 tarih, 850 sayılı, 13 Eylül 2021 tarih, 956 sayılı, 14 Ekim 2021 tarih, 1156 sayılı 10.01.2022 tarih, 5 sayılı, 13 Haziran 2022 tarih, 641 sayılı, 8 Ağustos 2022 tarih, 749 sayılı, 12 Eylül 2022 tarih, 972 sayılı ve 14 Eylül 2022 tarih, 1040 sayılı toplam 23 toplam karar alındığını ve aynı işlemin 2023 yılının Ocak ayında 24. kez tekrarlanacağını görürüz. 2019’da 5, 2020’da 7, 2021’de 6 ve 2022’de 5 kez olmak üzere… Hem de 2020 yılında Covit-19 Pandemisi nedeniyle kamu kurumları uzun süreler kapalı kaldığı ya da çalışmalarını en az düzeye indirdiği halde…

Diğer bir anlatımla 1 Nisan 2019 ile 31 Aralık 2022 arasındaki toplam 1.370 günlük sürede 59-60 günde bir daire başkanlıkları ve şube müdürlükleriyle ilgili bu tür personel operasyonları yaparak…. Aynen aklına geldikçe çocuk oyuncağı ile oynamak gibi…

Oysa 25 Kasım 2022 tarihinde 155. yaşını dolduran İzmir Büyükşehir Belediyesi‘nde kurumsallaşmış olmanın bir gereği olarak örgütlenme biçimi ve insan kaynağının kullanımı ile ilgili temel politikaların önceden belirlenmesi ve bu politikaların başta çalışanlar olmak üzere tüm kamuoyu tarafından bilinmesi, yapılacak tüm işlemlerde bu politikalar doğrultusunda belirlenen strateji, ilke ve değerlere uyulması; hatta örgütsel değişimlerle insan kaynağının yeniden belirlenmesi çalışmalarında “iç paydaş” olarak nitelenen çalışanlarla onların örgütsel gücü olan sendikaların da karar sürecine ortak edilmesi gerekir. Bu tür konularda atadan, babadan görme yöntemler değil; bu tür demokratik, katılımcı, çoğulcu ve yenilikçi yöntemlerin uygulanması gerekir diye düşünüyorum…

Ayrıca belediye teşkilatı içinde kaç adet daire başkanlığı ve şube müdürlüğü bulunacağı, bunlardan hangilerinin kaldırılıp hangilerinin birleştirileceği ve hangi dairelerin kurulması gerektiği konularıyla bunların gerekçelerinin, sadece belediye başkanı ile bürokratlarını değil, belediye meclisini de ilgilendirdiğini düşünüyor ve belediye yapılanması bakımından oldukça önemli olan bu konuların, bir değişiklik talebi geldiğinde görüşülerek tartışılması gerektiğini düşünüyorum…

Öte yandan daire başkanlıklarının kaldırılması, birleştirilmesi ve yenilerinin kurulması dışında bu dairelerle daire başkanlıklarına bağlı şube müdürlüklerine kimlerin atanacağı konusunda performans programlarıyla belirlenen performans göstergelerine bakılması, başarının ya da başarısızlığın önceden belirlenmiş bu göstergelere göre belirlenmesi, performans göstergesi belirlenmemiş daire başkanlığı ya da daire başkanı hakkında karar verilmemesi, başarısız bulunduğu söylenen daire başkanlarıyla şube müdürlerine ayrıca bir disiplin cezası verilmediği sürece diğer bir daire başkanlığında ya da şube müdürlüğünde aynı düzeyde ikinci bir şans verilmesi çağdaş yönetim anlayışının gerekleridir…

Bu bağlamda daire başkanlıklarıyla şube müdürlüklerinin bu kadar sık kurulup kaldırılması, birleştirilmesi ya da bağlantılarının akılcı gerekçeler bir köşeye bırakılarak değiştirilmesi; ayrıca bu makamlara yapılan atamaların liyakat ilkesi dikkate alınmaksızın yapılması nedeniyle ‘örgüt iklimi‘ dediğimiz ortamda çalışanların moralleri, çalışma hevesleri üzerinde ne ölçüde tahribat yaratıldığının, bu tür olumsuz müdahalelerin kurum kültürüne ne ölçüde zarar verdiğinin bilinmesi gerekir. Kendisinin ya da çalışma arkadaşının haksız bir şekilde ya da hiçbir gerekçe gösterilmeksizin işinden alınarak onun yerine o işi bilmeyen, o konuda hiçbir deneyimi bulunmayanların atanmasının belediye çalışanlarında yarattığı travmaların, oluşan güvensizlik duygusunun; ama asıl önemlisi tükenmişlik sendromunun nasıl giderileceği de düşünülmeli, örgütün üstünden bir silindir gibi geçen bu darbelerin yarattığı olumsuz etkilerin hangi yöntemlerle nasıl giderileceği de hesaplanmalıdır.

Ama tabii ki, her şeyin başı olan İzmir Büyükşehir Belediyesi‘ndeki kurumsal, kalıcı ve sürdürülebilir personel politikalarının bu tür zorbalıklara fırsat vermeden, en kısa sürede ‘katılımcı‘, ‘demokratik‘, ‘çoğulcu‘ ve ‘yenilikçi‘ yöntemlerle nasıl değiştirilebileceği, anadan babadan görülen bu tür geleneksel “yetki bende değil mi; o halde alırım, getiririm, değiştiririm” anlayışının, “yaparım, bozarım, tekrar yaparım” yaklaşımının yetkili memur ve işçi sendikalarının demokratik mücadelesiyle nasıl gerçekleştirileceği konuşulup tartışılmalı ve çalışanların bir talebi olarak belediye yönetiminden talep edilmelidir.

İzmir İktisat Kongresi (3)

Ali Rıza Avcan

17 Şubat-4 Mart 1923 tarihleri arasında yapılan Türkiye (İzmir) İktisat Kongresi ile bu kongrenin 100. yılına isabet eden tarihlerde İzmir Büyükşehir Belediyesi tarafından yapılacak kongre arasındaki benzerlik ve farklılıklara; ayrıca, İzmir Büyükşehir Belediyesi tarafından yapılan hazırlık çalışmalarındaki yanlışlık ve eksiklikleri tartışıp değerlendirmeye devam ediyoruz.

Bu amaçla başladığımız dört bölümlük seri yazımızın ilk bölümünde, 1923 tarihli Türkiye (İzmir) İktisat Kongresi ile bu kongrenin 100. yıl kutlaması için yapılan hazırlık çalışmaları hakkında bilgi vermiş, ikinci yazıda ise 1923 tarihli kongrede, İzmir‘in ve tüm bir Ege Bölgesi’nin ayanı, derebeyi ya da toprak ağası olan Karaosmanzade Kani Bey‘in başkanlığıyla şekillenen “Çiftçi Grubunun İktisat Esasları” üzerinde durarak, 2023 yılında bunun bir benzeri olarak tasarlanıp kamuoyuna açıklanan “Çiftçi Grubu Deklarasyonu“ndaki vaatlerin, ülkemiz tarımıyla topraksız köylülerin ve küçük çiftçilerin sorun ve taleplerinden ne ölçüde uzak olduğunu, kendi içinde önemli yanlışlık ve eksiklikler barındırdığını göstermeye çalışmıştık.

Bugünkü yazımızda ise, 1923 tarihli kongrede -Vikipedi’nin yazar, gazeteci ve siyasetçi olarak tanımlamasına karşın- “amele” kimliğiyle “İşçi Grubu Reisi” seçilen Aka Gündüz‘ün başkanlığında, “İşçi Grubunun İktisat Esasları” olarak karara bağlanan 34 karardan esinlenerek İzmir Büyükşehir Belediyesi‘nce davet edilen sendika temsilcilerinden oluşan bir grubun katıldığı 5 Ekim 2022 tarihli İşçi Grubu Teknik Çalıştayı ile 17 Kasım 2022 tarihli İşçi Buluşması‘nda yaptığı görüşmeler sonrasında kamuoyuna açıklanan 14 temel ilke üzerinde durarak, bu ilkelerin ne ölçüde gerçeğe uygun olduğunu, ne ölçüde işçi sınıfının sorun ve taleplerini karşıladığını görüp anlamaya çalışacağız.

Bu konu ile ilgili http://www.iktisatkongresi.org isimli İnternet sitesindeki yazılı bilgi ve görsellere göre, 5 Ekim 2022 tarihinde Tarihi Havagazı Fabrikası Kültür Merkezi‘nde yapılan “İşçi Grubu Teknik Çalıştayı“na 35’i şahsen, 9’u da çevrim içi olmak üzere toplam 44 sendika temsilcisi ve uzmanı, 17 Kasım 2022 tarihinde yine aynı mekanda gerçekleştirilen “İşçi Buluşması“na ise Birleşik Kamu-İş, DİSK, HAK-İŞ, KESK ve TÜRK-İŞ konfederasyonlarının bileşeni 50’den çok sendika ile iki bağımsız sendika temsilcisi katılmış. Ancak her iki toplantıya hangi sendika adına hangi yetkilinin katıldığı isim isim bildirilmediği için katılımcıların ülkede tüm işçiler açısından ne ölçüde temsil kabiliyetine sahip olduklarını bilmiyoruz.

İşçiler adına karar alanlar, işçilerin küçük bir bölümünü temsil etmektedir…

1. 12 Eylül faşist dikta yönetiminin bir ürünü olan mevcut yasal düzenleme ve yasaklamaların sonucu olarak, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı‘nın 22 Temmuz 2022 tarihli Resmi Gazete’de yayınlanan en son tebliğine göre, ülkemizde tüm işkollarında örgütlü olan toplam 218 sendika toplam 2.280.285 işçiyi; yani, 15.987.428 olan toplam işçi sayısının sadece % 14,26’sını temsil etmektedir. Bu durum, henüz hiçbir sendikaya üye olmayan toplam 13.707.143 adet işçinin; yani, tüm işçilerin 85,74’ünün toplantıya katılan sendikalar tarafından temsil edilmediğini göstermektedir.

Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı‘nın Çalışma Hayatı İstatistiklerine göre Türkiye’deki sendikalaşmanın oranı 1984 yılında % 55,89 iken, her yıl düzenli olarak azalarak 2022 Temmuz ayı itibariyle % 14,26 düzeyine inmesi de bu durumun en somut örneklerinden biridir. (1)

O nedenle, bu kararların alınma sürecindeki sendika temsilcilerinin, her şeyden önce kendi faaliyet alanlarındaki baskı, yasak ve engellemeleri dile getirerek, bir anlamda kendi eksiklik ya da yetersizliklerini, geçtiğimiz yılların antidemokratik iktisat politikalarının sonuçlarını gündeme getirerek önümüzdeki 100 yıl içinde tüm işçileri kendi çatıları altında toplayarak ülke iktisat politikalarına nasıl yön vereceklerine dair vaatlerde bulunmamış olmaları, bir araya gelme gerekçeleri açısından büyük bir eksiklik olmuştur.

Bu anlamda, önümüzdeki 100 yıl içinde tüm işçilerin sendikalarda örgütlenerek elde edecekleri gücün, toplumdan ve işçi sınıfından yana iktisat politikalarının geleceği açısından büyük bir güvence olacağı unutulmamalı, bu hayati eksiklik sonraki çalışmalarda telafi edilmelidir.

2023 ve sonrasındaki iktisat politikalarının aktörü korporatist meslek grupları değil, işçi sınıfıdır...

2. İzmir Büyükşehir Belediyesi‘nce düzenlenen toplantılara işçileri temsil ettikleri iddiasıyla katılan işçi sendikalarının, Türkiye (İzmir) İktisat Kongresi‘nin 100. yılı ile ilgili kutlamaların, 1923’de olduğu gibi “korporatist” bir yaklaşımla “işçi grubu“, “çiftçi grubu” ve “sanayi-tüccar-esnaf grubu” olarak belirlenen üç meslek grubu üzerinden kurgulanması konusunda hiçbir itirazlarının olmadığı, bu meslek grupları dışında toplumda başka grup, kesim, toplum ve sınıfların; özellikle de sayıları milyonları bulmasına karşın temsili akla bile getirilmeyen işsizlerin bulunduğu hususunu kutlamayı düzenleyen belediye yöneticilerine hatırlatmadıkları ya da uyarmadıkları anlaşılıyor.

İktisat politikaları ile ilgili tarafların, 1923 gibi Ulusal Kurtuluş Savaşı‘nın henüz barışla neticelenmediği, bu nedenle toplumdaki milliyetçi heyecanın dorukta olduğu tarihlerde “korporatist” bir yaklaşımla sadece mesleklerle sınırlı tutulması, o dönemin özellikleri itibariyle anlayışla karşılansa bile, 2023 yılı Türkiye‘sinde toplumu sadece bu gruplarla sınırlı tutmak aynı zamanda ülke gerçeklerinden habersiz olmak anlamına da gelir.

Şayet düzenlenen toplantılar sonucunda tüm toplumu temsil eden kararların alınması ve bu kararların ülke geleceği açısından etkili ve sürdürülebilir olması isteniyorsa, temsil edilmeyen diğer grup, kesim, topluluk ve sınıfların da karar alma süreçlerine dahil edilmesi gerekmektedir.

CHP parti programının gerisinde kalmak…

3. 1923 tarihli Türkiye (İzmir) İktisat Kongresi‘nin 100. yıl kutlamaları çerçevesinde Türkiye’nin gelecek 100 yıldaki iktisat politikalarını belirlemek amacıyla yapılan bu toplantılar CHP’li bir büyükşehir belediyesi tarafından örgütlenmekle birlikte, yazılı hale getirilip kamuoyuna açıklanan taleplerin arasında Cumhuriyet Halk Partisi‘nin genel başkan Deniz Baykal döneminde (2008) kabul edilmesi nedeniyle günümüz yer yer gerçeklerini karşılamayan CHP Parti Programı‘ndaki hedef ve vaatlerin bile çok gerisinde kalan vaatlere yer verildiği ya da parti programında yazılı olan vaatlerin dikkate alınmadığı belirlenmiştir.

CHP Parti Programı‘nın “Çalışma Hakkı Kutsaldır, Emek En Yüce Değerdir” başlıklı bölümünde, çalışma sürelerinin azaltılması konusunda “Çalışma süreleri kısaltılarak, aşamalı olarak AB ülkeleri düzeyine indirilecektir.” ya da eşit işe-eşit ücret ilkesine aykırı uygulamalar için gündeme getirilen “Ücretli çalışanların farklı statülerde istihdamından dolayı hak kaybına son verilecek, eşit değerde işe eşit ücret ilkesinin uygulanması sağlanacaktır.” vaatleri yer almasına karşın, düzenlenen “İşçi Grubu Sonuç Bildirgesi“ne bu konuda tek bir vaadin yazılmamış olması bu tespitin en önemli örnekleridir. (2)

Emeklilerin, özellikle de işçi emeklilerinin sosyal güvenlik sistemi ile ilgili herhangi bir talepte bulunmamak, büyük eksikliktir…

4. Bilindiği üzere ülkemizde üç kurum arasında bölünmüş (Emekli Sandığı, SSK ve Bağ-Kur) sosyal güvenlik sistemi kağıt üzerinde SGK adı altında birleşmiş gibi gözükse de, emeklilik mevzuatı ve işlemleri pratikte birbirinden farklı uygulamalara konu olmakta; bu nedenle, sayıları milyonlara varan emekliler sahip oldukları ekonomik ve sosyal haklar açısından üç farklı gruba ayrılmakta, Emekli Sandığı emeklilerine göre daha az ekonomik ve sosyal haklara sahip SSK ve Bağ-Kur emeklileri, memur emeklilerinden farklı olarak açlık ve yoksulluk sınırının altında bir hayat sürdürmektedir.

İzmir Büyükşehir Belediyesi‘nce düzenlenen iki ayrı toplantıya davet edilen işçi ve memur sendikası temsilcilerinin işçi ve emekçilerin sadece fiili çalışma süresi içindeki haklarıyla değil; aynı zamanda, bu sürenin bitimiyle ortaya çıkan emeklilik durumlarında da ikinci bir iş aramaya gerek duymaksızın ve yoksullaşmadan yaşayabilmeleri için tüm emeklilerin, en azından Emekli Sandığı emeklileri düzeyinde ekonomik ve sosyal haklara sahip olması için talepte bulunmaları gerekmektedir.

Çünkü gerçek işçi ve emekçi dostu olmak demek, emeklilik nedeniyle sendika üyeliği bitenleri yalnız bırakmak değil, onlara sahip çıkıp haklarını korumak anlamına gelir…

Kamu kaynaklarının kullanımı…

5. Hazırlanan “İşçi Grubu Sonuç Bildirgesi“nde, kamu kurum ve kaynaklarının yağmalanmasını önleyecek vaatlere yer verilmediği görülmüştür.

Bu bağlamda, kamu kaynakları ve kurumlarının iktidara yakın sermaye gruplarına devri anlamına gelen özelleştirmeleri önlemek amacıyla; özellikle de, arkeolojik, tarihi, kültürel ve doğal değerlerin yağmalanıp özelleştirilmesinden, kent rantının iktidarın emrindeki beşli çetelere teslim edilmesinden ve kamusal denetimin yok edilmesinden en fazla etkilenip zarar gören işçi sınıfının ve onların temsilcisi işçi ve emekçi sendikalarının gelecek yüzyılın iktisat politikaları çerçevesinde kamu kaynaklarının verimli, adil, yerinde ve etkin kullanımıyla kamusal denetimin yeniden güçlendirilmesi konusunda ciddi taleplerde bulunması gerekmektedir.

“Bütün ülkelerin işçileri….”

6. Söze “bütün ülkelerin işçileri” diyerek başlaması gereken işçi ve emekçi sendikalarının; özellikle de memur sendikaları arasında yer alan KESK‘in altına imza attığı bu bildirgedeki iki ayrı maddenin “Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı” tanımıyla başlamasının nedeni anlaşılamamıştır.

Bildirgenin ikinci ve üçüncü maddelerinde yer alan bu koşul ile çalışma hakkı ile bazı temel haklar sadece “Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı” olan işçiler için talep edilirken bunun dışında kalıp vatandaşlık bağı ile hiçbir ilgisi olmayan “göçmen emeği“, “emek göçü“, “küresel insan hareketliliği ile emek göçü arasındaki ilişkiler“, ucuz emek sömürüsünün yabancı sermaye yatırımı adı altında teşvik edilmesi ve küresel sermayenin ulusal hükümetlerden talep ettiği imtiyazlı korunmuş özel statülü organize sanayi üsleriyle serbest bölgelerden söz edilmemiş olması da, ikiyüzlülük kokan büyük bir çelişkidir.

Evet, 1923 tarihli “İşçi Grubunun İktisat Esasları” başlıklı eski bildirinin 2. maddesinde salgın hastalıkların ırkın özünü mahvettiğine, 26. maddesinde de “memlekette açılacak tüm işlerin Türk işçi ve çalışanlarına tahsis edilmesine” ilişkin ifadelere yer verilmiş olmakla birlikte; Ulusal Kurtuluş Savaşı‘nın henüz devam ediyor olması nedeniyle milliyetçilik duygusunun tavan yaptığı o günlerde, o günlerin heyecan, coşku ve öfkesi içinde bu tür kararların alınmasını “zamanın ruhu” nedeniyle anlayışla karşılamak mümkün görülmekle birlikte; aradan 100 yıl geçtikten sonra, işçiler arasında böylesine ayrımcılık yapmanın evrensel hukuk kurallarına aykırı olduğu bir dönemde CHP’li bir büyükşehir belediyesi eliyle hazırlanan bir bildirinin 2 ve 3. maddelerinde çalışma hakkı ile “maddi ve manevi varlığını geliştirme, insan onuruna yaraşır bir yaşam sürme, yetenek ve tecrübelerine uygun bir işte çalışma, çalışma saatleri içinde veya dışında kendi kabiliyetlerini geliştirme” gibi hak ve özgürlükleri sadece “Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı” olanlara vermek, onların dışında kalanları; örneğin doğal yıkım, siyasi baskı, ekonomik neden ve savaşlar nedeniyle ülkemize gelmek zorunda kalan göçmen, mülteci ve sığınmacıları, yurtdışından getirilen uzman işgücünü başta İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi olmak üzere ülkemizin imzaladığı tüm uluslararası anlaşmalara; ayrıca, aynı bildirgenin 5. maddesinde yazılı olanlara aykırı olarak bu haklardan mahrum etmeye kalkmak, -bırakın başka gerekçeleri- başta hiçbir insani gerekçe ile açıklanamaz. Hele ki, böyle bir vaadin 2008 tarihli CHP Programı‘nda bile olmadığını hatırladığımızda…

Konu sermayenin dünya çapındaki dolaşımına gelince Türk sermayesi ile yabancı sermaye arasında ayrım dahi yapamayan ve içlerinde, temsil ettikleri işçi ve emekçilerin dünya çapındaki kardeşlik ve birlik ruhundan tek bir iz taşımayan, o nedenle de açık bir şekilde faşizan duygularını ortaya koyan bu tür sendika temsilcilerinin, altına imza attıkları bu vaatler için işçi ve emekçilerden özür dileyerek en kısa sürede görevlerinden ayrılması en uygun ve doğru yol olacaktır.

İşçinin diline yakışmayan bir talep: “Paylaşım iktisadı”

7. Evet, daha bildirgenin 1. maddesinde ve o maddenin de ilk cümlesinde yer alan bir “paylaşım iktisadı” kavramı… Belki içinde “paylaşım” sözcüğü geçtiği için ilk okuyuşta hepimize sempatik gelmiş de olabilir…

Ama kapitalizmin son hali dediğimiz neoliberal yaklaşımın dilinde, genellikle solcu, devrimci, sosyalist ve komünistlerin ve son olarak da çevrecilerin/ekolojistlerin kullandığı “dayanışma“, “paylaşım“, “imece” gibi sözcüklerin o eski saflığını yitirerek pek de iyi olmayan şeylere hizmet eder hale getirildiğini görüyor ve bu sözcüklerin kullanıldığı alanlarda kendimizi daha bir dikkatli olmak zorunda hissediyoruz. Bakalım hangi amaçla bu sözcüğü kullanıp neyi gizlemek, neyi şirin hale, neleri kabul görür hale getiriyorlar diye şüphelenip sözcüğün arkasındaki yeni anlamını çözmeye çalışıyoruz. Çünkü kapitalizmin en masum sözcüğü bile kendisine hizmet eder hale getirmekte oldukça becerikli ve maharetli…

Hele ki, daha geçen günlerde arkasında Fransız Renault-Mais Grubu’nun bulunduğu Paylaşım Ekonomisi Derneği (PAYDER), bu kentte İzmir Büyükşehir Belediyesi ile birlikte; hatta onun desteği ile 1. Uluslararası Paylaşım Ekonomisi Zirvesi adıyla bir toplantı düzenleyerek İzmir‘de İzmir Büyükşehir Belediyesi eliyle dernek üyelerine yeni pazarlar aramışsa…

Anlaşılan o ki, bu sözcük de o zirveden arta kalıp dilimize yerleşmiş ve bazı şahıs ya da kişileri etkileyip ikna edecek kuvvette bir kelime olarak seçilip bu bildirgeye konulmuş…

Ve yine, anlaşılan o ki, o koskocaman sendika, konfederasyon başkanları, temsilcileri bile bu “paylaşım iktisadı” kavramıyla ne demek istendiğini anlamamışlar, tek bir sözcük ya da kavramla dünyanın değiştirilebileceği gerçeğini unutmuşlar…

Oysa bu “paylaşım iktisadı” kavramının kapitalizm için anlamını bilmiş olsalar, bu kavramı kullanarak, tüketime konu olmayıp kenarda duran, iktisatçıların deyimiyle atıl durumdaki malların başkaları tarafından kullanılmasına dayanan ve daha fazla tüketmeyi esas alan “inovatif” (!!!) bir satış-pazarlama yönteminin taraftarı olduklarını, o nedenle bundan böyle çoğunlukla büyük sermaye grupları tarafından yönetilen “Huber“, “Zipcar” ya da “Balplacar” benzeri kent içi ya da dışı ulaşım sistemlerine, boş yazlıkların ya da evde kullanılmayan odaların kiralanmasına yönelik benzeri uygulamalara taraftar olup işçiler ve emekçiler için bundan medet umduklarını anlayacaklar.

Ama yine de belli olmaz, belki de halen bildirgenin birinci madde ve cümlesinde yazılı olan bu “paylaşım iktisadı” kavramının, üretilenin emek ve sermaye kesimlerince eşit oranlarda paylaşımını ifade eden bir kavram olduğuna, geleceğin Türkiyesi’nin üretim yanında bu kavram üzerinde yükseleceğine inanıyor da olabilirler…. Bilinmez ki…

Adını koyamamak: “Kontrolsüz ekonomik büyüme”

8. Hazırlanan “İşçi Grubu Sonuç Bildirgesi“nin 12. maddesinde, işçilerin de yaşam standartlarını kısıtlayan ekolojik yıkımların “kontrolsüz ekonomik büyüme” sonucunda ortaya çıktığı belirtilmektedir. Sanki ekonomi kontrolsüz büyümese, kapitalist sistem içinde ekolojik yıkımlar olmayacak gibi…. Sanki kapitalizm kendini kontrol etse kontrollü büyüyecek ya da kapitalist sistem içinde kontrollü bir ekonomik büyüme mümkünmüş gibi….

Hele ki kapitalizmin kendi doğasında olmayan gerekçelerle dolu bu tür anlatımların ya da gerekçelerin altı kendilerine, sol, sosyalist, devrimci, komünist diyen sendika, konfederasyon temsilcileri tarafından imzalanmışsa… Diyecek bir şey kalmıyor…

İşçilerin, işsizliği ve eksik istihdamın azaltılması diye bir vaadi olabilir mi?

9. Kapitalist sistem içinde geçerli olacak işçiden yana iktisat politikalarının belirlenmesi ile ilgili bir bildirgede, altına imza atılan diğer bir gaf da, “işsizlik ve eksik istihdamın azatılması” konusunun kamuya verilen temel bir görev olarak tanımlanmasıdır.

İşçiden yana iktisat politikalarının belirlenmesi amacıyla yapılan görüşme ve tartışmaların sonucunda ortaya çıkan vaatlerin, emek ve sermaye çelişkisi temelindeki bir ekonomik sistem içinde gerçekleşmesinin mümkün olmayacağı ya da bir yere kadar mümkün olacağı dikkate alınmadan “işsizliğin azaltılması” vaadi yerine “işsizliğe son verilmesi” vaadinin yapılmaması ya da Cumhuriyet Halk Partisi‘nin 2008 tarihli Parti Programı‘ndaki gibi “işsizlik sorununu aşmak” gibi daha açık ve net ifadelerin kullanılmaması (3), bu sorunun çözümünü bu şekilde dile getirememek körlüğe yol açan nasıl bir ideolojik maluliyetinin sonucudur, bunu da okuyucuya bırakmak isterim…

Temel insan hakları mı; yoksa, sınıf eksenindeki hak mücadelesi mi?

10. Tam bir sayfa ve 387 sözcükten oluşan “İşçi Grubu Sonuç Bildirgesi“nde, 17 kez temel insan hakları anlamında “hak” sözcüğü kullanılırken, sadece 11 kez “işçi“, 2 kez de “emek” sözcüğünün kullanıldığı görülmektedir. Bu ise, işçilerin Türkiye‘nin gelecek 100 yıldaki iktisat politikaları içindeki yerinin emek-sermaye çelişkisi üzerinden değil, temel insan hakları boyutunda ele alındığının önemli işaretlerinden biridir.

Bu nedenle, “işçilerin” ya da daha doğru bir tanımlamayla “işçi sınıfının” toplum içindeki varlığı ve bu var oluşun geleceği ile ilgili iktisat politikaları belirlenirken bu işin odağına, “insan hakları” ve dolayısıyla “insan hakları mücadelesi” kavramını mı; yoksa, başka bir kavramı mı koymamız doğru olacaktır? Böyle bir durumda, örneğin işçi ve emekçilerin ekonomik ve siyasi mücadele bütünlüğünü ifade eden ve sınıf mücadelesi ile ilişkisini ortaya koyan sınıf eksenindeki bir hak mücadelesi kavramını mı kullanmamız gerekmektedir?

1923’den bu yana geçen 100 yıllık süre sonunda, dün bir yazar, gazeteci ve siyasetçinin reisliğinde bir “meslek grubu” olarak temsil edilen işçiler, bugün sendika ve siyasi partileriyle bir “sınıf olarak” orada olduklarına göre, 1923’den 100 yıl sonra sınıfları adına katıldıkları görüşme ve pazarlıkları, neoliberal yaklaşımın emek ile sermaye arasındaki mücadele yerine koymaya çalıştığı “insan hakları mücadelesi” anlayışından uzaklaştırarak sınıf eksenindeki bir hak mücadelesi boyutunda yürütmenin daha doğru olacağını düşünüyorum.

Tarım işçilerini unutmamak…

11. 16 Kasım 2022 tarihli haberlere baktığımızda yeni kurulan Tarım-Sen isimli sendikanın başkanı sevgili arkadaşım Umut Kocagöz‘ün “Türkiye’de bugün 5-6 milyon tarım emekçisi var. Bu tarım emekçilerinin büyük bir kısmı güvencesiz ve kayıt dışı çalışıyor. Tarımı da kapsayan 1 No’lu avcılık, balıkçılık, tarım ve ormancılık işkolunda kayıtlı 180 bin işçi görünüyor. Bu, 6 milyon tarım emekçisini ifade etmeyen bir işkolu… Türkiye’de özellikle tarım işçilerinin örgütlendiği bir mecra yok. Mevcut 6356 sayılı Sendikalar Kanunu’nu, patronlar lehine bir kanun. Birkaç tanesini dışarıda tutarsak mevcuttaki ziraat odaları, kooperatifler, örgütlenme hakları ve tarımdaki piyasalaşma eğilimlerine bir karşı duruş sergilemiyorlar. Özellikle kendi üyelerinin, tarım emekçilerinin haklarını savunacak bir yapı oluşturmamışlar. Bütün tarım emekçilerinin haklarını savunacak bir yapıya ihtiyaç var. Biz, bu anlamda tabandan örgütlenen bir odak sendikacılığı inşa edeceğiz.” dediğini okuyoruz. (4)

Böylesi bir ihtiyaç, özellikle de hiçbir temel insan hakkı ile açıklanamayacak zor, insanlık dışı koşullarda çalıştırılan, bu yetmezmiş gibi zaman zaman ve yer yer ayrımcılığa maruz kalan mevsimlik tarım işçilerinin bu içler acısı hali “Çiftçi Grubu” ile ilgili deklarasyonda unutulmuş ya da yazılmamış olsa bile, Arzu Çerkezoğlu gibi koskocaman devrimci bir işçi konfederasyonu başkanının ya da bu konularda hassas olduğunu söyleyen KESK‘li sendikacıların bulunduğu işçi grubunda dile getirilip yeni bir talep olarak yazılamaz mıydı? Bunu yapmak o kadar zor muydu ya da o kadar önemsiz miydi?

Yasaklama ve engellemelerden uzak bir grev hakkı…

12. Bildirgenin 7. maddesinde tüm ücretli çalışanların grev hakkına sahip olduğu belirtilmekle birlikte; bu grevlerin hükümetler ya da bozuk adalet sisteminin olumsuz etkilediği mahkemeler tarafından haksız bir şekilde sık sık yasaklanması ya da ertelenmesi gibi temel bir sorunda çözüm geliştirilip vaatte bulunulmadığı görülmektedir. Aynen 2008 tarihli Cumhuriyet Halk Partisi Parti Programı‘nda yazıldığı gibi….

Yeni ve ilginç bir gelişme…

İzmir Büyükşehir Belediyesi tarafından Türkiye (İzmir) İktisat Kongresi‘nin 100. yılını kutlama etkinlikleri ile ilgili olarak önceden duyurulan programda yer almayan ve “Yüksek İstişare Kurulu” adı verilen yeni bir grup toplantısı da Ocak ayı içinde yapılacak uzman toplantılarının içeriği ile kongre programını belirlemek amacıyla 10Aralık 2022 tarihinde İstanbul’da yapılmıştır.

Verilen bilgiye göre, 41 kişinin davet edildiği “Yüksek İstişare Kurulu” denilen grup aşağıdaki isimlerden oluşmaktadır:

01. Ali Rıza Ersoy, ION Akademi, Yatırımcı,

02. Ali Yaycıoğlu, Prof. Dr., Tarihçi, Stanford Üniversitesi,

03. Alp Erinç Yeldan, Prof. Dr., Kadir Has Üniversitesi,

04. Alphan Manas, İş İnsanı, Fütürist,

05. Arzu Çerkezoğlu, DİSK Genel Başkanı,

06. Ayşe Buğra, Prof. Dr., Boğaziçi Üniversitesi,

07. Bekir Ağırdır, Araştırmacı, TESEV, TÜSES, Konda Araştırma (İBB anketlerini yapıyor),

08. Bilsay Kuruç, Prof. Dr., DPT Eski Müsteşarı,

09. Bülent Gültekin, Prof. Dr., Eski Merkez Bankası Başkanı, Koç Üniversitesi,

10. Çağlar Keyder, Prof. Dr., Boğaziçi Üniversitesi,

11. Faik Öztrak, CHP Genel Başkan Yardımcısı, CHP Sözcüsü,

12. Feyyaz Ünal, Türk Sanayicileri ve İş İnsanları Derneği (TÜSİAD), TÜRKONFED,

13. Fikret Bila, Gazeteci,

14. Gülfem Saydan Sanver, Dr., Siyasal İletişimci, İBB Şirketi İzenerji A.Ş. Yönetim Kurulu Üyesi,

15. Güven Sak, Prof. Dr., Türkiye Ekonomi Politikaları Araştırma Vakfı (TEPAV), CEO,

16. İlber Ortaylı, Prof. Dr.,

17. İzlem Erdem, Türkiye İş Bankası Genel Müdür Yardımcısı,

18. Korkut Boratav, Prof. Dr.,

19. M. Salim Kadıbeşegil, Orsa Stratejik İletişim Danışmanlığı,

20. Mehmet Aktaş, Dr., Yaşar Holding CEO,

21. Murat Karayalçın, Siyasetçi,

22. Murat Kubilay, Dr., Finans Danışmanı,

23. Mustafa Tanyeri, Prof. Dr., İzmir Ticaret Odası Genel Sekreteri,

24. Nur Batur, Gazeteci,

25. Önder Türkkanı, Arkas Holding CEO,

26. Refet Gürkaynak, Prof. Dr., Bilkent Üniversitesi,

27. Selçuk Sarıyar, İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisi Üyesi,

28. Serdar Şahinkaya, Dr., İktisat Tarihçisi,

29. Sıtkı Şükürer, Yeminli Mali Müşavir, Sun Bağımsız Denetim (İBB şirketlerinin yeminli şirketi),

30. Soli Özel, Prof., Kadir Has Üniversitesi,

31. Süleyman Sönmez, TÜRKONFED,

32. Şenol Köksal, Kamu Emekçileri Sendikası Konfederasyonu Başkanı,

33. Şevket Pamuk, Dr., İktisat Tarihçisi,

34. Şükrü Ünlütürk, Sun Holding, TÜRKONFED,

35. Taner Timur, Prof. Dr. Tarihçi, Yazar,

36. Taşansu Türker, Prof. Dr. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi,

37. Tuncay Özilhan, Anadolu Endüstri Holding, TÜSİAD Yüksek İstişare Konseyi Başkanı,

38. Ufuk Akçiğit, Prof. Dr., Chicago Üniversitesi,

39. Uğur Gürses, Finansçı, Köşe Yazarı,

40. Yusuf Işık, CHP Genel Başkanlığı Ekonomi Danışmanı,

41. Yusuf Kanlı, Gazeteci, Gazeteciler Cemiyeti Başkan Yardımcısı,

Ayrıca 17 Aralık 2022 tarihli T24 İnternet Gazetesi‘ndeki “Ertuğrul Özkök: Soyer’le görüşeceğim gün Ankara’dan gelen bir telefonla öğrendiği şey” başlıklı yazıdan öğrendiğimize göre bu sürece bundan sonraki toplantılarla asıl kongrenin İstanbul basını ile uluslararası basındaki tanıtım ve reklamı için Ertuğrul Özkök‘ün de dahil edildiği anlaşılmaktadır. (5)

Evet, hem sağdan hem de soldan, üniversiteden ya da üniversite dışından, belediyeden nemalanan veya nemalanmayan, iş dünyasının para babalarıyla şovmenlerinden ve sponsor olan firmaların yöneticilerine kadar uzanan geniş, uzun bir liste… Anlaşılan birileri bu isimleri bir araya getirebilmek için bayağı iyi bir çalışma yapmış… Yapılan çalışmalara itibar kazandırmak adına, her bir bilim insanının, gazetecinin değeri ve itibarı, hangi çevrede kimleri etkileyebileceği tek tek hesaplanmış… Akla kim gelirse düşünülüp davet edilmiş… Bu anlamda yok, yok… Davet edilenlere de, gelecek 100 yılın iktisat politikalarını belirleme fırsatı gibi bir armağan paketi sunulmuş… Bu paketin içeriğini ve programını siz hazırlayacaksınız denilmiş… Aynen 100 yıl önce toprak ağası Karaosmanzade Kani Bey‘e ya da gazeteci Aka Gündüz‘e sunulduğu gibi…

Anlaşılan o ki, İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer, 1923 tarihli Türkiye (İzmir) İktisat Kongresi‘nin 100. yılını bahane ederek kendisi için ya da kendisini destekleyen bir başkası/başkaları için büyük bir işe soyunmuş durumda… Türkiye’nin gelecek yüzyıldaki iktisat politikalarını konu edinerek çevresine her soy ve boydan isim yapmış, yer edinmiş akademisyenleri, gazetecileri, sermaye temsilcilerini, CHP üst yöneticilerini ve CHP‘nin ortağı olduğu Türkiye İş Bankası‘nın yöneticilerini alarak büyük, etkileyici, insanları ve toplumu sarsan bir çıkış yapmak istiyor… Hele ki CHP‘nin yakın tarihli ve ışıltılı vizyon toplantısıyla İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu‘nun geçtiğimiz haftaki çıkışından sonra, bütün bunları unutturacak, hem kendisinin hem de parti içindeki birtakım güç odaklarının önünü açacak bir hamle yapmak istiyor… Bunun için Osmanlı idealinin peşindeki İlber Hoca‘nın varlığına bile razı… Belediyenin mali kaynaklarıyla sermayenin fon, bağış ve sponsor katkıları da emrinde… Kongreye bir de CHP‘nin yeni akıl hocası Jeremy Rifkin‘i getirebilirse, “her şey daha iyi olacak” ya da “geliyor gelmekte olan” diyebilecek ve böylelikle iktidarın saray, sultan ve kahramanlık dolu tarihi dizi filmlerinden beklediği rantın hasadını, İzmir İktisat Kongresi kutlamaları üzerinden yapabilecek…

Tunç Soyer‘in, gazetelere verdiği demeçlerde aynı tarihlerde AKP iktidarı tarafından İzmir‘de yapılacak kutlama etkinliklerinin etrafından dolanarak belaya bulaşmak istemediği anlaşılsa da, bir büyükşehir belediyesinin Türkiye‘nin gelecek yüzyıldaki iktisat politikalarını belirleme iddiasının iktidarı açık bir şekilde rahatsız ettiği de ortada ve bu durumun, önümüzdeki Ocak ve Şubat aylarında Cumhurbaşkanlığı düzeyine kadar ulaşan bir kapışma gündemi oluşturacağı da anlaşılıyor…

Bizim dileğimiz ise, CHP içindeki bazı şahıs ya da grupların seçimler yaklaştıkça ortaya çıkan gelecek planları için ortaya çıktığını düşündüğümüz, o nedenle de İzmir’in ve İzmirlinin gündeminde yer bulmayan bu yeni kapışmaların, içinde yaşayıp çalıştığımız kente ve ülkeye zarar vermemesidir…

Seri yazımızın gelecek son bölümünde “Sanayici-Tüccar-Esnaf Bildirgesi“ni analiz edip değerlendirmeye çalışacağız.

Devam edecek…

(1) Adnan Mahiroğulları, Yrd. Doç. Dr. (2001) “Türkiye’de 1980 Sonrası Sendikalaşma ve Sendikalaşmayı Etkileyen Unsurlar“, İ.Ü. İktisat Fakültesi Maliye Araştırmaları Merkezi Konferansları, s.123-144.

(2) Cumhuriyet Halk Partisi Programı, sh.59

(3) Cumhuriyet Halk Partisi Programı, sh.59

(4) https://www.cumhuriyet.com.tr/ekonomi/tarim-iscileri-sendikasi-kuruldu-baska-bir-yol-arayacagiz-2003280

(5) https://www.t24.com.tr/haber/ertugrul-ozkok-soyer-le-gorusecegim-gun-ankara-dan-gelen-bir-telefonla-ogrendigim-sey,1079550

İzmir Ekonomik Kalkınma ve Koordinasyon Kurulu (İEKKK), İzmir’in kalkınmasında ne ölçüde etkili ve başarılı?

Ali Rıza Avcan

Belediye Başkan Danışmanı Prof. Dr. İlhan Tekeli‘nin çabasıyla oluşturulan “İzmir Yönetişim Ağı“nın önemli bir parçası olarak, İzmir Büyükşehir Belediyesi eski başkanı Aziz Kocaoğlu tarafından 6 Temmuz 2009 tarihinde kurulan İzmir Ekonomik Kalkınma ve Koordinasyon Kurulu (İEKKK), kuruluşundan bu yana geçen 13 yıl 5 aylık çalışma süresi sonrasında şu an itibariyle nerede? Kuruluşunda ifade edilen amacına ulaştı mı ve bugünkü durumu itibariyle İzmir‘in kalkınmasında ve bu kalkınmanın koordine edilmesinde başarılı mı; yoksa, başarısız mı oldu?

Bu tür can alıcı sorulara doğru cevaplar verebilmek için, İzmir Ekonomik Kalkınma ve Koordinasyon Kurulu‘nun çalışabilmesi için İzmir Büyükşehir Belediyesi tarafından düzenlenen “İzmir Ekonomik Koordinasyon Kurulu Çalışma Esasları” başlıklı düzenlemeye bakmamız gerekiyor.

Söz konusu düzenlemenin “Amaç” başlığını taşıyan 1. maddesine göre, İzmir Ekonomik Kalkınma ve Koordinasyon Kurulu, İzmir‘in ekonomik yönden kalkınmasına, ulusal ve uluslararası düzeyde etkinliğinin artırılmasına yönelik ortak akıl geliştirmek ve kentin icra kuruluşu olan İzmir Büyükşehir Belediyesi‘ne istişari düzeyde katkıda bulunmak amacıyla kurulmuş.

Aynı düzenlemenin 4 ve 5. maddelerine göre, İzmir Büyükşehir Belediye Başkanlığı‘nın koordinatörlüğünde; İzmir Büyükşehir Belediyesi‘nin (Başkan ve Genel Sekreteri), İzmir ilindeki kamu kurumlarının, üniversitelerin , özel sektör ve sivil toplum kuruluşlarının temsilcilerinden ve İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı tarafından belirlenmiş kişilerden oluşan İzmir Ekonomik Kalkınma ve Koordinasyon Kurulu‘nun görev ve çalışma alanları şu şekilde belirlenmiş:

1. İzmir’in ekonomik yönden kalkınmasına katkıda bulunacak, ulusal ve uluslararası düzeyde etkinliğinin artırılmasına yönelik fikir, plan ve proje önerilerinde bulunmak, İzmir’in güncel öncelikleri ve sürdürülebilir kalkınmasına ilişkin konularda ortak akıl geliştirmek,

2. İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin mevcut ve planlanan proje ve uygulamalarının geliştirilmesine yönelik önerilerde bulunmak,

3. İl düzeyinde yürütülen projelerin öncelikler doğrultusunda uygulanması ve koordineli bir şekilde yürütülmesi konusunda görüş ve önerilerde bulunmak, destek olmak,

4. Kurulu yönetmek üzere iki yılda bir “Kurul Başkanı” seçmek,

5. Genel görüşülecek konulara ilişkin gerekli hazırlıkları yapmak ve alınan kararların yürütülmesini ve takibini sağlamak üzere Kurul Başkanı’nın önerisi ve Büyükşehir Belediye Başkanı’nın ön onayı ile oluşturulacak çalışma grubu üyelerini seçmek,

6. Belirlenmiş olan esaslara göre yeni üye katılımlarına karar vermek.

Ancak bu kurulun resmi bir kurul değil, tamamıyla İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı’nın inisiyatifi ila kurulmuş sivil bir oluşum, daha doğrusu platform olduğunu belirtmemiz gerekiyor. Ancak yapısı resmi olmamakla birlikte, yüzlerce kişiyi bir araya getiren bu sivil platformun, kuruluş amacını ortaya koyan duyurusunda da belirtildiği gibi İzmir’e, İzmirliye ve İzmir kamuoyuna 2009 yılından bu yana verilmiş bir sözü var: İzmir’in ekonomik/sürdürülebilir kalkınmasına katkıda bulunmak.

Çünkü diğer yandan İzmir’in bölgesel ve ulusal düzeyde kalkınmasından sorumlu olan asıl resmi kuruluş olarak bir İzmir Kalkınma Ajansı (İZKA) var ve bu ajans içinde görev yapan kamu görevlileri, kamu kurulları var. 2006 yılında kurulan ve o tarihten bu yana 16 yıldır hizmet veren İzmir Kalkınma Ajansı‘nın içinde bir kurul başkanı, sekiz kişilik bir yönetim kurulu ve elli kişilik bir kalkınma kurulu bulunmakta.

İzmir Kalkınma Ajansı, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı’na bağlı böylesi bir yapılanma ile İzmir’in kalkınmasından yerel düzlemde görevli, sorumlu ve yetkili tek resmi kuruluştur.

İzmir Ekonomik Kalkınma ve Koordinasyon Kurulu ise, İzmir’in kalkınmasından sorumlu İzmir Kalkınma Ajansı‘na ve diğer resmi kuruluşlara yardımcı olmak üzere kurulup gönüllüğü kabul etmiş sivil bir oluşum.

İzmir Ekonomik Kalkınma ve Koordinasyon Kurulu, Devlet-Sivil Toplum-Özel Sektör üçlemesi olarak anlatılan “iyi yönetişim” zihniyetinin, bu ilişki ve işbirliğinden koparılmış bir parçası olarak İzmir Kent Konseyi içinde yer alması gerektiği halde, barındırdığı üniversiteler ve özel sektör kuruluşları ile İzmir’deki “iyi yönetişim” kurallarını bozan, ondan ayrı düşen bir yapılanma karakterini taşıyor. O nedenle de, sadece belediye cephesi ile bazı sivil toplum örgütlerini barındıran İzmir Kent Konseyi‘nden koparılarak özel sektör kurum, kuruluş ve kişilerinden oluşan ayrı bir grup yaratılmış olması, kentle ilgili büyük ve önemli projelerin ortak akıl amacıyla İzmir Kent Konseyi yerine İzmir Ekonomik Kalkınma ve Koordinasyon Kurulu‘na getirilip tartışılması nedenleriyle kamuoyu algısında yaratılan şekliyle bir “patronlar kulübü” olarak eleştiriliyor, asıl yerinin “iyi yönetişim” anlayışı çerçevesinde İzmir Kent Konseyi olduğu ifade ediliyor.

İzmir Ekonomik Kalkınma ve Koordinasyon Kurulu faaliyette bulunduğu 13 yıl 5 aylık süre içinde ve çalışma süreleri birbirinden farklı 11 kurul başkanı zamanında her ay toplam 109 toplantı yapmış ve 2022 yılı Nisan ayından bu yana toplanmamış gözüküyor.

İzmir Ekonomik Kalkınma ve Koordinasyon Kurulu‘nu, kuruluşundan bu yana titizlikle takip eden biri olarak, bu kurulda ilk günden bugüne başkan ve üye olarak toplam 250 kişinin görev yaptığını, 20 Haziran 2022 tarihli toplam 143 kişilik üye listesinin yakın zamanda İzmir Büyükşehir Belediye Başkanlığı‘nca listeye yeni kişilerin eklenmesi suretiyle değiştirilmesi sonrasında çoğu üyenin liste dışında bırakıldığını ve böylelikle toplam üye sayısının 82’ye indirildiği görülmektedir.

İzmir Ekonomik Kalkınma ve Koordinasyon Kurulu‘nda baştan bu yana iş insanları, şirket ve holding sahipleri ve bunların kurdukları dernekler çoğunlukta olmakta, kurulda diğer sendika, meslek odası, kooperatif ve üniversite temsilcilerine de yer verilmekle birlikte temel ağırlığın sermayeden yana olduğu, belediyenin bu temsilcilerle İzmir Kent Konseyi bünyesinde muhatap olmak yerine onları teker teker seçerek oluşturduğu böylesi bir “patronlar kulübü” ile çalışmayı tercih ettiği, tüm kurul başkanlarının onlardan seçildiği görülmektedir.

Bu anlamda söz konusu kurulda 2 adet işçi sendikası konfederasyon temsilcisiyle 2 adet TMMOB‘ne bağlı oda temsilcisinin bulunması, “bulunmuş olmak için bulundurulan“, temsil ettikleri geniş kitle ile kalkınma içindeki yerlerini dikkate almayan bir anlayışa dayanmaktadır. Nitekim yeni düzenlenen 82 kişilik listede kendisi, şirketi, holdingi ya da yöneticisi olduğu iş dünyası derneği düzeyinde üye olanların sayısı en iyiniyetli tespitle 45’e; yani katılımcıların % 54,88’e ulaşmaktadır. Diğer katılımcıların dahil oldukları gruplara göre dağılımı ise şu şekildedir: Belediyeciler: 5 kişi, % 6,10 – Üniversite rektörleri: 9 kişi – % 10,98 – Kamu görevlileri: 1 kişi, % 1,22 – Meslek Odası temsilcileri 5 kişi, % 6,10 – Sendikacılar: 2 kişi, % 2,28, Kooperatifçiler: 3 kişi, % 3,66 – Dernek ve vakıf yöneticileri: 6 kişi, % 7,32 – Spor kulübü başkanları: 4 kişi, % 4,88, Akademisyenler: 1 kişi, % 1,22 ve Danışmanlar: 1 kişi, % 1,22.

Şimdi bu durumda İzmir‘in, Ege Bölgesi‘nin ve ülkemizin ulusal kalkınması anlamında sahip oldukları güç, önem ve öncelik itibariyle doğru, dengeli ve adil bir dağılım yapılmadan oluşturulan bir kurulun nasıl olup da “ortak akıl” yaratacağı, nasıl olup da toplumun tümü adına kalkınmadan yana fikir ve proje geliştireceği, mevcut projeler için düşünceler üreteceği sorulabilir.

Hele ki, Kurul’a şimdiye katılmış 250, şu an üye olan 82 kişi arasında yer alan 6 kişinin (Prof. Dr. Bedriye Tunçsiper, Zekeriya Mutlu, Prof. Dr. Saffet Köse, Yusuf Baran, Kamil Porsuk ve Osman Öztürk) aynı zamanda İzmir Kalkınma Ajansı‘nın Kalkınma Kurulu üyesi olduklarını bildiğimizde…

Ama bütün bunlardan önce, 6 Temmuz 2009 tarihinde kurulup faaliyette olduğu 13 yıl 5 aylık süre içinde toplam 250 kişinin katılımıyla 109 kez bir araya gelen İzmir Ekonomik Kalkınma ve Koordinasyon Kurulu‘nun İzmir’in kalkınması adına, kalkınma için ortak akıl geliştirme adına, İzmir’in kalkınmasının asıl sorumlusu İzmir Kalkınma Ajansı ile arasında etkili bir koordinasyon geliştirmek adına neler yaptığı, İzmir’in kalkınmasında nasıl bir paya sahip olduğudur? Türk Silahlı Kuvvetleri’nin 2018 yılında gerçekleştirdiği Zeytin Dalı Harekatı‘nı bile destekleyen Kurul’un bunun dışında asıl görevi ile ilgili olarak neler yaptığı bilinmelidir. Daha kısa ve net bir soruyla, bu kurul İzmir’in kalkınması ve koordinasyonunda ne işe yaramaktadır? İzmir bu kurul olmadan kalkınamamakta mıdır? Birinin ya da birilerinin çıkıp bize bu konularda doğru, sağlam, inandırıcı bilgiler vermesi, “biz bu konuda şunu, şunu, şunu yaparak şu ölçüde yararlı olduk, biz olmasaydık bu gelişme olmazdı, işte o nedenle bize gerek var” diye beni ya da bizleri inandırması gerekiyor. Yoksa oraya toplaşan bu beyler, bayanlar başka bir şeye mi yarıyor, örneğin yerel iktidarı yönetip yönlendirmede bu görev mi üstleniyorlar? onu anlatması gerekiyor…

Örneğin, hazırladığı veriler doğru ya da yanlış da olsa, Türkiye İstatistik Kurumu‘nun 2010-2019 döneminde, Birleşmiş Milletler Örgütü‘nün sürdürülebilir denilen kalkınma hareketinin ölçülebilmesi için geliştirdiği “Sürdürülebilir Kalkınma Göstergeleri“ni kullanarak bize Türkiye’nin kalkınması ya da kalkınmaması konusunda bir fikir verdiğini görüyor ve bu verilerin Ege Bölgesi ya da İzmir özelinde de geçerli olup olmadığını, örneğin bu kurul sayesinde tarımın daha fazla geliştiğini, İzmir’de yaşayan nüfusun yaşam kalitesinin arttığını, insanların daha iyi beslenmeye başladığını hazırlanan verilerle kanıtlanmasını istiyorum.

İşte tam da bu noktada, İzmir’deki her topluluk ya da etkinlikte var olmak için çırpınan, kapıdan kovsan bile bacadan girmeye çalışan birinin çıkıp bana yine öküz altında buzağı arıyor diyeceğini tahmin ediyorum. Oysa öküz altında buzağı aramak bence iyi, hayırlı bir şeydir… Hele ki kimin elinin kimin cebinde olduğunun bilinemediği İzmir gibi bir kentte… Bence şimdiye kadar bir öküz ya da buzağıyı elleyememiş kişiler; öküz, iğdiş edilmiş bir erkek sığır olarak buzağı sahibi olamasa da bolluğu, bereketi ve geleceği simgeleyen buzağının anlamını, temsil ettiği şeyleri bilmezler, bilemezler. Ben kendilerine bu konuda da şans diliyor ve İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer‘in onu da -mahzun bırakıp üzmemesi için- İzmir Ekonomik Kalkınma ve Koordinasyon Kurulu‘na üye yapmasını rica ediyorum.

Evet, öküz altında buzağı arayıp 2009’dan bu yana şehirlerin anası İzmir’de doğup anasını arayan bir buzağının, yani onu besleyip büyütecek bir kalkınma hamlesinin olup olmadığını ve şayet böylesi bir hamle, böylesi olumlu bir gelişme varsa, İzmir Ekonomik Kalkınma ve Koordinasyon Kurulu‘nun bu güzel gelişmedeki payını, etkisini, rolünü öğrenmek istiyorum. Böylelikle İzmir Ekonomik Kalkınma ve Koordinasyon Kurulu‘nun aradan geçen 13 yıl 5 aylık süre içinde varlık nedeninin oluşup oluşmadığını ortaya koyup bir müjde olarak İzmirlilerle paylaşmak istiyorum.

Unutmayalım ki, kurduğumuz her örgüt, her kurum ya da kuruluş ortaya atılmış ciddi bir iddianın somut örnekleridir. Bu anlamda, şayet kalkınmadan ve onun koordinasyonundan söz edip bunun için, bize anlatılan tüm “iyi yönetişim” kurallarını dikkate almadan özel bir “patronlar kulübü” kurup “kabul günü” mantığıyla suya sabuna dokunmayan işler yapmayı sürdürmek istiyorsak, bu hareketimizin yararlı olduğunu, başarılı olduğunu, etkili olduğunu göstermek zorunda kalırız. Aksi takdirde kendimizi ve kentimizi, yalıçapkınları yerine kargaların bile güldüğü bir durumda bulur, İzmir’e en büyük kötülüğü yaparız.

Bedava sirke baldan tatlıdır…

Ali Rıza Avcan

Seyahat etmek güzel şeydir… Hele ki bedava olanı, parası bir başkasının ya da bir resmi, özel ya da sivil kurumun, kuruluşun cebinden çıkanı, daha da bir güzeldir…

Bugünkü yazımız da, bu tür bedavaya gelen, parası başkasının cebinden çıkan yurtdışı yolculuklarla ilgili olacak… Bilgi, görgü edinmek, iş görüşmesi yapmak, bilimsel, teknik araştırma ve uygulamalar yapmak, toplantılara katılmak amacıyla yapılan seyahatler…

Bu tür yurtdışı seyahatleri ele alıp mercek altına koyacağımız kurum ise İzmir Büyükşehir Belediyesi olacak…

Çünkü 31 Mart 2019 tarihinden bu yana İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı olarak görev yapan Tunç Soyer, 2009-2019 döneminde yaptığı Seferihisar Belediye Başkanlığı sırasında oldukça fazla sayıda yurtdışı yolculuk yapan, Seferihisar‘da kalmayı pek sevmeyen bir belediye başkanı olarak tanınıyor, biliniyor…

Şimdi şu sıralarda da, İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı olarak sürdürdüğü görevi nedeniyle aynı alışkanlığını devam ettirdiği, çoğu görevini bu merakı nedeniyle süresi içinde layıkıyla yapmadığı, temel belediye hizmeti olarak kabul edilen görevleri yapmadığı söyleniyor… İşte o nedenle, gerek kendisinin, gerekse çevresindeki belediye görevlilerinin 1 Nisan 2019-21 Kasım 2022 hizmet döneminde hangi nedenle yurtdışındaki hangi ülke ve şehirlere gittiklerini belirlemeye çalıştık ve o nedenle de, aynı dönemde yurtdışı seyahatlere onay veren toplam 4.924 adet belediye meclisi karar özetini tek tek inceleyerek bir veri seti oluşturmaya çalıştık.

Ama ondan önce, sizlere belediyelerdeki yurtdışı seyahatlerle ilgili olarak tanık olduğum iki örnek olayı anlatarak konuya giriş yapmak isterim.

İlk olay, 1991 yılında İstanbul‘daki Marmara ve Boğazları Belediyeleri Birliği‘nde eğitim danışmanı olarak çalıştığım dönemle ilgili. O dönem birliğe üye olan ya da olmayan belediye başkanlarını bir hafta süre ile Kuzey Kıbrıs‘ın Girne kentine götürmek için hazırlıklar yapıyoruz. Ben eğitime katılacak olanların sayısını, eğitimi yapacağımız Asil Nadir‘e ait yeni açılan Jasmine Court Hotel‘in eğitim salonundaki koltukların sayısına göre ayarlamaya çalışırken, birliğin müdürlük görevini yapan Devlet Konakçı‘nın, daha önceki eğitimlerden edindiği tecrübe çerçevesinde, gelenlerin büyük bir bir kısmının eğitimine katılmayıp başka işlerle uğraşacağını söylemesi üzerine kontenjanı arttırarak gerçek durumdan yavaş yavaş haberdar olmaya başlıyorum. Bunun üzerine Girne‘ye ülkemizdeki tüm büyükşehir, il, ilçe ve belde belediyelerinden gelen toplam 67 belediye başkanını götürüyoruz.

Uçakla yapılan yolculuk sırasında her bir belediye başkanının, cüzdanındaki deste deste dolarları bir diğerini göstermeye başladığında durumu daha net bir şekilde anlamaya başlıyorum. Nitekim eğitimdeki en kalabalık katılımı, Kuzey Kıbrıs Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş‘la Türkiye’nin Kıbrıs Büyükelçisi Cahit Bayar‘ın katıldığı açılış oturumunda sağlıyoruz ve ondan sonraki tüm oturumlarda katılım devamlı olarak düşüyor, salonlar sürekli olarak boşalıyor.

Çünkü çoğumuzun tanıdığı o anlı şanlı belediye başkanları cüzdanlarındaki dolarlarla Girne‘nin ünlü kumarhanelerinden, eğlence mekanlarından çıkmaz hale geliyorlar. Hatta Adana‘nın büyük bir ilçesinin belediye başkanlığını yapan tanınmış bir şahsı, sadece Kıbrıs‘a giderken ve Türkiye‘ye dönerken uçakta görüyorum. Söylenti, bu süre içinde Kuzey Kıbrıs‘taki ikinci karısını ziyaret ettiği şeklinde…

İşte o zaman anlamaya başlamıştım ki, eğitim amacıyla yapıldığı söylenen yurtiçi ve dışı seyahatlerin neden rağbet gördüğünü ve seyahat acentelerine dönüşen belediye birliklerinin bu konudaki misyonlarını…

Nitekim bu tür organizasyonları yapan kuruluşlar, götürdükleri belediye başkanları ile görevlilerinin zaaflarını dikkate alarak Paris‘e gidiliyorsa erotik kankan danslarının yapıldığı Moulin Rouge‘u, Amsterdam‘a ya da Hamburg‘a gidiliyorsa kırmızı fenerli sokakları, Los Angeles‘e gidiliyorsa kumarhaneleri, Moskova‘ya gidiliyorsa Kremlin Meydanı‘nı ve Nazım‘ın mezarını, Güneydoğu Asya ülkelerine, örneğin Tayvan’a ya da Kamboçya‘ya gidiliyorsa seks ticaretinin yapıldığı mekanları, saunaları ilave ederek gezdirdikleri konukların merak, heves ve ihtiyaçlarını gidermeye çalışırlar.

Size anlatacağım ikinci olay ise daha yakın tarihli… 2018 yılında kurucu başkanlığını yaptığım Yaya Derneği‘nin ilk genel kurulundayız. Genel kurul sonucunda oluşan yeni yönetim kuruluna giren ve İzmir Büyükşehir Belediyesi‘nin Ulaşım Planlama Dairesi‘ndeki görevi nedeniyle sık sık yurtdışı seyahatler yapan bir arkadaşımızın o seyahatlerin oluşturduğu alışkanlıkla sorduğu ilk sorusu şu olmuştu: “Yaya Derneği’nin yurtdışı seyahatleri hakkında da bir karar alalım mı?” Oysa o tarihlerde, Yaya Derneği‘nin bırakın yurtdışı seyahatleri finanse edecek bir bütçesi, bir sonraki dernek kirasını ödeyecek hali yoktu…

Gelelim İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer ile çevresindeki üst düzey belediye yönetici ve çalışanlarının, 1 Nisan 2019-22 Kasım 2022 dönemini kapsayan 1.331 günlük sürede yaptıkları yurtdışı seyahatlerin hacmine ve trafiğine…

Yasal düzenlemelere göre, bu tür yurtdışı seyahatleri, seyahat öncesinde ya da sonrasında belediye meclisinin gündemine getirilip onaylanmadığı takdirde yapılamıyor ve yolculuk masrafları ödenmiyor. O nedenle, belediye meclis kararlarının üst sıralarında bu onaya ilişkin kararları rahatlıkla görebiliyoruz. Yaptığımız ayrıntılı çalışmada toplam 4.924 adet belediye meclisi karar özetini ayrıntılı bir şekilde incelemekle birlikte; gözümüzden kaçan kararlar olabileceği kaygısıyla, verdiğimiz rakamların düşük bir olasılıkla maddi hata barındırabileceğini de baştan düşünüp ifade etmek isterim.

Ayrıca çoğu yurtdışı seyahatin masrafları, belediye bütçesinden karşılanmakla birlikte bazı seyahatlerle ilgili harcamaların, ihaleyi alan ya da alması muhtemel firmalarca karşılandığını görüyoruz. Bu çerçevede hiçbir firma, hayır amacıyla bir yurtdışı seyahatin maliyetini karşılamayıp bu maliyetleri yaptığı işin maliyetine dahil edeceği için bu tür seyahatlerle ilgili harcamaların da aslında, iş ya da fiyat artışı gibi yöntemlerle dolaylı bir şekilde belediye bütçesinden çıktığını da kabul etmemiz gerekiyor.

Yaptığımız ayrıntılı incelemeler sonucunda, 1 Nisan 2019-22 Kasım 2022 döneminde gerçekleştirilen yurtdışı seyahatlere katılan 273 kişinin, toplam 2.670 gün görevli olarak yurtdışında bulunduğunu belirledik.

Covit-19 Pandemisi ve Samos Depremi nedeniyle yurtdışı seyahatlerin hacmi ve trafiği azalıyor; ama, ya sonrası?

Bu seyahatlerin yıllara dağılımı ise şu şekildeydi:

📌 1 Nisan-31 Aralık 2019 döneminde 64 seyahate katılan 105 kişi,

📌 2020 yılında 24 seyahate katılan 45 kişi,

📌 2021 yılında 15 seyahate katılan 37 kişi,

📌 1 Ocak-22 Kasım 2022 döneminde 67 seyahate katılan 86 kişi,

Görüldüğü gibi hizmetin ilk yılında 64 seyahate ulaşan sayı Covit-19 Pandemisi ve 30 Ekim 2020 tarihli Samos Depremi‘nin İzmir‘de yarattığı yıkım nedeniyle 2020 yılında 24’e, 2021 yılında da 15’e düşüyor.

Ancak hastalıkların ve deprem felaketinin öneminin azalması ile birlikte yurtdışı seyahatlerin sayısı ve katılımcı sayısı yeniden 2019 düzeyini yakalıyor. Anlaşılan o ki, bu sayılar 2023 ve 2024 yıllarında daha da artacak gibi gözüküyor…

Bu verilerin hemen arkasından iki ayrı konuda bilgi edinemediğimi belirtmek isterim.

Birincisi, İzmir Büyükşehir Belediyesi‘ne bağlı dışında ESHOT ve İZULAŞ genel müdürlükleri ile belediye şirketi olarak tanımlanan sermayesinin % 50’sinden fazlası belediyeye ait olan İZFAŞ, İzmir Metro A.Ş., Grand Plaza A.Ş. gibi belediye şirketleriyle belediye hissesinin % 50’den az olduğu TARKEM, TETUSA A.Ş. gibi şirketler üzerinden yapılan yurtdışı seyahatlerin, bu alandaki verilerin şeffaf olmayışı; hatta ticari sır sayılması nedeniyle bu sayılara dahil edilemeyişidir.

İkincisi ise 7-17 Eylül 2019 tarihleri arasında itfaiye personelinin Rusya‘nın Saratov kentinde katıldığı uluslararası yarışmalarla 8-15 Mayıs 2022 tarihleri arasında İzmir Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatrosu sanatçılarıyla görevlilerinin Kıbrıs Turnesi ile ilgili meclis kararlarında bu seyahatlere kaç kişinin katıldığı belirtilmediği için, onları bu verilere dahil edemeyişimizle ilgilidir.

Gelelim hangi makamlardaki kişilerin hangi sürelerle yurtdışı seyahat yaptığına:

İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer ile 70 belediye meclis üyesinin, genel sekreterin, 4 genel sekreter yardımcısının, 4 başkan danışmanının, 2 Cittaslow görevlisinin, “başkan asistanı” adı verilen bir görevlinin, Dış İlişkiler ve Turizm Dairesi Başkanı‘yla diğer belediye çalışanlarının bu süre içinde kaç kez seyahat yaptığını, bu seyahatlerde kaç günü yurtdışında geçirdiğini ve bunun toplam 2.670 günlük yurtdışı seyahat süresi içindeki oranını aşağıdaki tabloda görebilirsiniz.

Yukarıdaki tablonun incelenmesinden de anlaşılacağı üzere 01 Nisan 2019-22 Kasım 2022 dönemi içindeki toplam 1.331 günde;

✈️ Belediye Başkanı Tunç Soyer‘in toplam 144 günü; yani görev süresinin % 10,82’sini yurtdışında geçirdiği, İzmir Büyükşehir Belediyesi’ne ait 2.670 günlük toplam yurtdışı seyahat süresinin ise % 5,44’üne sahip olduğu görülmektedir.

Bu arada, kendisinin AKP iktidarı tarafından yurtiçi seyahatleri bile titizlikle izlenen ve bu seyahatler sırasında ne yapıp eylediği sıkı bir şekilde takip edilip raporlanan İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu‘na göre, takip edilmeyişi ve görüntülerinin kayıt altına alınmayışı ya da bu seyahatlerin basında İstanbul boyutunda dile getirilmeyişi nedeniyle şanslı olduğunu söyleyebilirim.

✈️Diğer 165 belediye meclis üyesine göre daha şanslı (!) oldukları anlaşılan 70 belediye meclisi üyesinin 2.670 günlük toplam yurtdışı seyahat süresinin % 16,70’i oranında yurtdışı seyahat yaptığı, Saadet Çağlın, Ayşegül Altuğ, Fırat Eroğlu, Murat Öncel, İzel Zenginobuz Derinsu, Burhan Suat Çağlayan, Çile Özkul, Onur Yiğit ve Hüsnü Boztepe gibi meclis üyelerinin birden fazla; hatta iki, üç kez yurtdışı seyahatler yaptığı, son zamanlarda bir görev nedeniyle yurtdışına çıkan belediye görevlilerine 3’er, 4’er kişilik gruplar halinde, gidiş amacıyla alakası olmaksızın belediye meclisi üyelerinin katılması suretiyle adeta dönem sonuna kadar tüm belediye meclisi üyelerinin en az bir kez yurtdışına çıkışını sağlayan bir programın uygulandığı anlaşılmaktadır.

İzmir Büyükşehir Belediye Meclisi üyelerinin yurtdışı seyahatlerini bu vesileyle ele alıp incelerken, İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer‘in 2022 yılının Temmuz ayında Bosna Hersek‘in Saraybosna kentinde gerçekleşmiş Srebrenitsa Katliamı‘nı anmak amacıyla tüm belediye meclisi üyelerinin 3-4 gün süreyle Saraybosna‘ya gitmesi için verdiği teklifin, önce belediye meclisince kabul edilmesine karşın; kamuoyundan gelen sert tepkiler nedeniyle geri çekilerek onun yerine 3-4 kişilik küçük bir heyetin gönderilmesi ile yetinildiğini de hatırlamamız gerekiyor.

✈️Eski Genel Sekreter Buğra Gökçe‘nin, Belediye Başkanı Tunç Soyer‘in sık sık yurtdışına çıkması nedeniyle 4 günlük yurtdışı seyahat süresi dışında İzmir‘de kaldığı için kendisine “en az yurtdışı seyahati yapan belediye bürokratı” unvanının verilebileceği,

✈️2.670 günlük toplam yurtdışı seyahat süresi içinde % 0,90’lık seyahat oranı ile yer alan dört genel sekreter yardımcısından Eser Atak‘ın diğer iki genel sekreter yardımcısına göre daha fazla yurtdışına çıktığı,

✈️Yurtdışı seyahat yapma hakkını en fazla kullananların ise başkan danışmanları olduğu, bunların içinde zirveyi gören danışmanın ise belediyenin “dışişleri bakanı” olarak nitelenen Onur Kadir Eryüce olduğu, bu görevlinin tek başına 2.670 günlük toplam seyahat süresi içinde yaptığı 25 seyahatle 164 gün yurtdışında kalarak en fazla dış seyahat yapan belediye görevlileri listesinde, Belediye Başkanı Tunç Soyer‘i ikinci sırada bırakarak zirveye yerleştiği görülmektedir. Diğer başkan danışmanlarının ise Onur Kadir Eryüce kadar şanslı olmadığı anlaşılmaktadır.

Ancak yine de, dört başkan danışmanının toplam seyahat süresinin, belediye başkanının seyahat süresini geçmesi gerçeğini dikkate aldığımızda; bu 4 danışmanının onca belediye çalışanının yurtdışı seyahat yaptığı bir kurumda toplam yurtdışı seyahat süresinin % 9,44’ü oranında bir ağırlığa sahip olması, bu danışmanların sahip oldukları bilgi, birikim, deneyim, beceri ve yetenek itibariyle “danışılan kişi” olmaktan çok, kendisinden iş beklenen ve bu nedenle yurt dışında iş takibi yapan, belediye başkanı için oradaki ortamı hazırlayan elçilik ya da konsolosluk görevlileri gibi çalıştırıldığını göstermektedir.

✈️Diğer bir grup ise, benzeri büyükşehir belediyelerinde görmediğimiz ve çoğu kez İZELMAN şirketinin ücretli elemanı olarak istihdam edilip belediyedeki ilgili ya da ilgisiz birimlerde “koordinatör” gibi yasal dayanağı olmayan unvanlarla çalıştırılan “Cittaslow görevlileri” ile resmi kayıtlarda ESHOT Özel Kalem Müdürü olarak gözükmekle birlikte kendini “Başkan Asistanı” olarak tanıtan görevliden oluşmaktadır. Bu bağlamda, “Başkan Asistanı” adıyla belediye başkanına oldukça yakın bir konumda çalışan Kerem Ziya Yangöz, son yıllarda devamlı olarak Tunç Soyer‘le yaptığı 70 günlük yurtdışı seyahati sayesinde, 2.450 günlük toplam yurtdışı seyahat süresi içinde tek başına % 2,63 gibi bir ağırlığa sahiptir.

✈️Daire başkanları arasındaki dağılım ise Dış İlişkiler ve Turizm Daire Başkanı lehine dengesiz bir durum göstermektedir. Bu durum bir yandan, “belediyenin dış ilişkileriyle turizmden sorumlu daire başkanının sık sık yurtdışı seyahat yapması beklenen, doğal bir şeydir” düşüncesini desteklemekle birlikte; belediyelerin yurtdışı ilişkileri, sadece bu birim üzerinden değil bunun dışında kalan diğer hizmet birimlerini ilgilendiren konuları da kapsadığından, 2.670 günlük toplam yurtdışı seyahat süresi içinde bir daire başkanı yaptığı yurtdışı seyahatleriyle % 2,10 oranında bir ağırlığa sahipken, geriye kalan daire başkanının çok daha yurt dışına çıkmış olması da ortada adaletli bir dağılımın olmadığını göstermektedir.

Nitekim 2020-2022 döneminde, İzmir Akdeniz Akademisi Şube Müdürlüğü ile UNESCO Dünya Mirası Daimi ve Geçici Listelerindeki yerlerle ilgili birçok görev, asıl olarak konuyla yakından ilgili daire başkanlıklarına verilmesi gerektiği halde, Dış İlişkiler ve Turizm Dairesi Başkanlığı‘na verilmiş olması nedeniyle, bu daire başkanlığı ile diğer daire başkanlığı arasında görev, yetki ve sorumluluk, bütçe ve stratejik plan kaynakları açısından bir adaletsizliğin yaratıldığı da görülmektedir.

✈️Şube Müdürleri, koordinatörler, uzmanlar, mühendisler, mimarlar, teknisyenler ve, teknikerlerden oluşan 210 kişilik belediye yönetici ve çalışanları grubunda ise her yıl düzenli olarak yurtdışı seyahat yapan; hatta, bu konuda üst yönetimdeki görevlilerin seyahat sürelerini aşan çalışanlara rastlanmaktadır. Bu görevlilerin kimler oldukları ise yazımıza eklediğimiz Excel dosyaların incelenmesi suretiyle anlaşılabilir. Böylesi bir durumun nedeni ise yurtdışı ile bağlantılı metro, tramvay ve hafif raylı sistem gibi büyük projelerde görevli olanların gerek belediye bütçesinden, gerekse işi yapan müteahhit firmaların davetiyle düzenli olarak yurtdışına gitme avantajını kullanmaları olarak yorumlanabilir.

Sonuç olarak;

İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer‘in yurtdışı seyahatleri konusunda kamuoyunda belirgin ve rahatsız edici bir durum olmakla birlikte; kendisine yardımcı olmak için sık sık yurtdışı seyahatlere çıkan başkan danışmanlarına, “başkan asistanı“na, Cittaslow görevlilerine ve Dış İlişkiler ve Turizm Dairesi Başkanı‘na ait seyahat sürelerini bu sürelere eklediğimizde, toplam 1.331 günlük hizmet süresi itibariyle ortaya çıkan ve bir yılı aşan toplam 548 günlük sürenin, 2.670 günlük toplam seyahat süresinin % 20,59’unu oluşturduğunu görürüz ve böylelikle Tunç Soyer‘in, İzmir Büyükşehir Belediyesi‘ndeki 1.331 günlük hizmet süresinde, her ne kadar Seferihisar Belediyesi‘ndeki seyahatlerine göre daha az seyahat etmekle birlikte, diğer büyükşehir belediye başkanlarına göre yurtdışı seyahat yapmayı daha fazla seven “gezgin” bir belediye başkanı olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.

Ayrıca, yakın zamanda yayınlanan İzmir Büyükşehir Belediyesi 2021 Yılı Sayıştay Denetim Raporu‘nda toplam 13.638 olarak verilen toplam personel sayısını dikkate aldığımızda, yurtdışı seyahat yapamayan binlerce görevlinin, bu şanslı azınlık karşısına eşit fırsata sahip olamadıklarını, bu azınlığa sağlanan ayrıcalığın onlara verilmediğini ve somut bir ayrımcılık kurbanı olduklarını söyleyebiliriz. Hele ki belediyenin yurtdışı seyahatlere kimlerin katılabileceğini gösteren hizmetin gereğini dikkate alan, adil ve eşitlikçi bir hukuki düzenlemeye sahip olmadığını fark ettiğimizde…

Son olarak söylenebilecek tek söz ise, yurtdışı seyahatlere gönderilenlerin gönderildikleri yer, süre ve görevler itibariyle kendilerine verilen bu fırsattan yararlanıp yararlanmadığını ortaya koyan; kısacası, gidenin belediyenin bu seyahatten beklediği faydayı alıp almadığını gösterecek, yine önceden hazırlanmış verimliliği, eşitliği ve işin gereğini dikkate alan kriterlerle belirlenmiş bir ölçme-değerlendirme sistemine sahip olmayışı nedeniyle; “verimlilik“, “etkinlik” ve “tasarruflu davranma” gibi ilkeler dikkate alınmaksızın bugüne kadar yapılan ve bundan sonra yapılacak yurtdışı seyahatlerin İzmir Büyükşehir Belediyesi ile İzmir‘e ve biz İzmirlilere ne ölçüde fayda sağladığının dikkate alınmayışıdır. İzmir Büyükşehir Belediyesi yönetimince şimdiye kadar böylesi bir ihtiyaç hissedilmemiş olsa da, elimizde olup kullanabileceğimiz tek koz, kayırarak ya da kayırmadan yurtdışına seyahatlere katılan, başta belediye başkanı olmak üzere tüm belediye personelinin bu seyahatler sonucunda edindikleri bilgi ve tecrübeleri, bu bilgi ve tecrübelerin bizlere sundukları belediye hizmetlerine ne ölçüde yansıdığını ya da yansımadığını ortaya koyacak ve bir sonraki mahalli seçimlerdeki tercihlerimizi belirleyecek olan bu konulardaki “memnuniyetimiz” ya da “memnuniyetsizliğimizdir“… Yeter ki, bu memnuniyeti ya da memnuniyetsizliği seçim günü geldiğinde unutmayıp hatırlayalım…

Bu değirmenin suyu nereden geliyor?

Ali Rıza Avcan

Ulusal ve yerel basının, kendilerine yakıştırdıkları “dördüncü güç” sıfatıyla diğer güçler; yani, yasama, yargı ve yürütme karşısındaki içler acısı hali, yaşadığımız tüm zamanların en güncel hali… O nedenle, hiçbir basın kuruluşu çıkıp siyasetçiler gibi güçler arası bağımsızlığı savunamıyor. O kurumların ve gazetelerin hali yasama, yargı ve yürütmeye yapışık, ondan yararlanıp nemalanma hali… Gazetenin, gazetecinin bağımsızlığı, özgürlüğü ve tarafsızlığı -ne yazık ki- onların gündeminde yok. Bu içler acısı hal, dün, bugün ve de yarın edecek bir “sürdürülebilirlik” hali… Çünkü gücü eline geçiren her merkezi ya da yerel iktidar odağı, kendisinden yana bir basın yaratma, onun etinden sütünden tüyünden yararlanıp daha da güçlenmek derdinde… Bu durum, Osmanlı’dan Cumhuriyet Dönemi’ne kadar uzanıp bugünlere kadar gelen bir vaka-i adiye hali…. Çünkü iktidar, elindeki büyük gücün etkisiyle düşüncesini ve kalemini satabilecek insanları bulmakta ve onları istediği şekilde kullanmakta hiç de zorlanmıyor. Hatta kendisini basın mensubu olarak tanımlayan bu tür insanlar, seve isteye bu işi yapma, iktidarı övüp yüceltme konusunda daha baştan gönüllü oldukları ve bu konuda sınır tanımadıkları için güç sahibi olan iktidar onlara değil, onlar iktidarın ayağına gidip hizmet etmek istediklerini söylüyorlar ve karşılığında da bunun bedelini istiyorlar… Bu gerçekleşmediği takdirde de, her fırsatta tehditlerle birlikte iktidarı yerden yere vurarak anlaşma yapmaya zorluyorlar… Kısacası, iktidarla bu tür “kirli” basın arasında karşılıklı çıkarlara dayalı çirkin, anti-demokratik bir mutabakat var… Bu nedenle, ortada böylesi bir mutabakatın olduğu her ortamda, iktidarı elinde tutan her yönetimin anti-demokratik olduğunu söylemek mümkün hale geliyor…

Ulusal ve yerel basının genel durumunu bu şekilde ortaya koymakla birlikte, aramızda düşüncesini ve kalemini satmayan, iktidara yaranmak için çabalamayan, bunun için direnen güzel gazeteciler de var… O nedenle, sanki bütün gazeteciler ve basın yukarıda anlattığım şekildeymiş gibi onların hakkını da yemek istemem… Ama onlar sayıları her geçen gün azalan; adeta nesilleri tükenen dinozorlar gibi azınlıkta kalıyorlar… Sesleri gür bir şekilde gerçeği, doğruyu ifade ediyor; ama, yine de sayıları ve etkileri az olduğu için tüm basın içindeki varlıkları her geçen gün daha da azalıyor…

Bugün bu namuslu, araştırmacı, dürüst gazetecilerin hakkını yememek, onların varlığını hatırlatmak amacıyla öğrendiğim bir bilgiyi, elime geçen bir dağıtım tablosunu sizlerle paylaşmak istiyorum. Ama ondan önce, AKP iktidarı ile birlikte daha da gelişen ve yandaş gazete ve televizyonların bir araya toplaşıp iktidar adına yaptıkları yayınlar karşılığında büyük mali kaynaklara ulaştığı, bizlerin de “iktidarın havuzu” olarak tanımladığı olgunun, İzmir örneğini ele alıp tarihi gelişimini ortaya koymak istiyorum.

Takvimler 2019 yılının Ağustos ayını gösteriyor. İzmir Büyükşehir Belediyesi‘nin çiçeği burnunda yeni başkanı Mustafa Tunç Soyer‘in icraatının beşinci ayı içindeyiz… İzmir Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Misket Dikmen‘in başkanlığındaki Yerel Basın Platformu adı verilen bir oluşum, 5 Ağustos 2019 tarihinde İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Tunç Soyer‘i ziyaret ederek görüşüyor. Görüşme sonrasında, “hayata geçirilmesi planlanan projeler ve önümüzdeki süreçte izlenecek yol haritası üzerinde fikir alışverişinde bulunduk. Yerel Basın Platformu tarafından hazırlanan 4 taslak projeyi de değerlendireceğiz.” diyerek açıklamada bulunan Soyer, “Şeffaf olacağız, ayrımcılık yapmayacağız. Ne yapıyorsak herkes bilecek. Şeffaf ve açık bir dönem yaşayacağız. İzmirliler daha fazla gazete okusun, kentine, gazetesine sahip çıksın istiyoruz. Mesele 50 tane fazla gazete dağıtmak değil. Farkındalığı büyütmek zorundayız. Türkiye’de medya bu kadar çökmüşken, tek nefes alacak yer yerel medyadır. Nefes dediğimiz aynı zamanda en temel haklarımızdan olan haber alma hürriyetidir. Vatandaş olarak şu anda bu hürriyetimizden mahrumuz. Bu mağduriyeti giderecek tek mecra aslında yerel basındır. Haber almak bir insan hakkıdır. Bu potansiyelin eninde sonunda gün ışığına çıkacağını düşünüyorum. O yüzden ne yapsak azdır. Daha fazlasını yapmaya gayret edeceğiz. Belediye olarak nasıl yol yapıyorsak, insanların daha özgür, rahat ve mutlu yaşaması için de basına bu yardımı yapıyoruz.” demiş. Soyer ayrıca bu kapsamda verecekleri desteğin, Basın İlan Kurumu’ndan resmi ilan alan yedi günlük yerel gazeteyle sınırlı olduğunun altını çizerken, meclis kararlarının yerel gazetelerde yayınlanmasının şeffaf yönetim ilkesine de büyük katkıları olacağını hatırlatmış.

Görüldüğü gibi bugün bizim “İzmir havuzu” olarak niteleyip Basın İlan Kurumu‘ndan resmi ilan alan yedi günlük gazete ile sınırlı olan yardımın belirli sayıda basılı gazete satın alma şeklinde gerçekleştirileceği, havuzda yer alan yedi gazeteye yapılacak yardımların resmi ilan yayınlama hakkı olan diğer yerel gazeteler arasında ayrımcılık yapmadan gerçekleştirileceği ve buna ilişkin bilgilerin şeffaf olacağı açık bir şekilde belirtilmiş.

Bu görüşmenin hemen sonrasında İzmir Büyükşehir Belediyesi‘nin 2019 Ağustos ayı olağan toplantısı gündemine eklenen dört meclis üyesine ait önergede, “yeni yargı paketinde, yazılı basını ayakta tutan en önemli gelir kaynağı olan icra ve iflas ilanlarının gazetelerde yayımlanma zorunluluğunun kaldırılmasının, yerel basının üzerinde oluşturacağı olumsuz ektinin giderilebilmesi, İzmir Büyükşehir Belediyesi olarak İzmir’e özgü bir ‘Yerel Yönetim-Yerel Basın İş Birliği Modeli’ ile yerel basınımıza katkı sunulabilmesi ve aynı zamanda 5393 sayılı Belediye Kanununun 14. maddesine göre Belediye hizmetlerinin, vatandaşlara en yakın yerlerde ve en uygun yöntemlerle sunulacağı Belediyenin görevleri arasında gösterildiğinden ve yine aynı Kanunun Meclis kararlarının kesinleşmesi başlıklı 23. maddesinin ‘Kesinleşen Meclis Kararlarının özetleri yedi gün içinde uygun araçlarla halka duyurulur.’ hükmü kapsamında, İzmir Büyükşehir Belediye Meclisinin almış olduğu kararların özetlerinin İzmir’de yayın yapan ve Başkanlık Makamı Olur’u ile uygun görülen yerel gazetelerde yayımlanması, söz konusu karar özetlerinin ilan giderlerinin Belediyemiz Basın Yayın Halkla İlişkiler ve Muhtarlıklar Dairesi Başkanlığına bağlı Basın Yayın Şube Müdürlüğünün 03.5.4.01 İlan Giderleri kaleminden karşılanması hususlarını Sayın Meclisin onaylarına arz ederiz” denilmesi nedeniyle öneriyi görüşen Plan ve Bütçe Komisyonu‘yla Hukuk Komisyonu‘nun birlikte formüle ettiği, “195 sayılı Basın İlan Kurumu Teşkiline Dair Kanunun 34. maddesinde belirtilen vasıflarda olan ve İzmir genelinde dağıtımı yapılan yerel gazetelerde Başkanlık Makamı Oluru aranmaksızın mevcut gazetelere bütçenin eşit şekilde dağıtılması ile birlikte kararların yayınlanması” şeklindeki 15 Ağustos 2019 tarih, 636 sayılı belediye meclisi kararı, oybirliği ile kabul edilerek uygulamaya konulmuştur.  

Bu kararda sözü edilip bir ön koşul olarak atıf yapılan 2 Ocak 1961 tarih, 195 sayılı Basın İlan Kurumu Teşkiline Dair Kanun‘un, “Gazetelerin vasıfları” başlıklı 34. maddesinde ise, resmi ilan verilecek gazetelerin, içerik, sayfa sayı ve ölçüsü, gazetede çalıştırılan kadrolu işçi sayısı, gazetenin fiili satış rakamı ve yayın süresi ile uygun görülecek diğer yönlerden Basın-İlan Kurumu Genel Kurulu‘nca belirleneceği belirtilmekte olup; 15 Ağustos 2019 tarih, 636 sayılı belediye meclisi kararı ile İzmir Büyükşehir Belediyesi‘nce yerel gazetelere yapılacak yardımların, resmi ilan yayınlamaya hak kazandığı Basın İlan Kurumu‘nca belirlenen gazeteler arasında dağıtılacağı kabul edilmiştir.

Bu kanun hükmü ve belediye meclisi kararından sonra Basın İlan Kurumu‘nun İnternet sayfasına baktığımızda ise, 2019 yılı Ağustos ayı itibariyle resmi ilan vermeye uygun İzmir gazeteleri için şöyle bir duyuru yapıldığını görüyoruz.

Basın İlan Kurumu‘nun İzmir‘de resmi ilan almaya hak kazanan yerel gazetelerin aylık listelerini Eylül 2019-Ağustos 2022 dönemi itibariyle incelediğimizde, listede yer alan yedi ayrı gazetenin varlığını sürekli olarak koruduğunu; ancak, 2022 yılı Eylül ayında bu gazetelere Yeni Asır gazetesinin eklenmesi suretiyle İzmir‘de resmi ilan almaya hak kazanan günlük gazete sayısının 8’e çıktığını görürüz.

2 Ocak 1961 tarih, 195 sayılı Basın İlan Kurumu Teşkiline Dair Kanun‘un 34. maddesi uyarınca Basın İlan Kurumu tarafından resmi ilan almaya uygun görülen yerel İzmir gazetelerinin 2019 yılı Ağustos ve 2022 yılı Eylül aylarındaki listesi, Yerel Basın Platformu‘nun 5 Ağustos 2019 tarihi ziyareti ve İzmir Büyükşehir Belediye Meclisi‘nin 15 Ağustos 2019 tarih, 636 tarihli kararı uyarınca Ağustos 2019-Ağustos 2022 döneminde yedi gazeteye (9 Eylül, Ege Telgraf, Haber Ekspres, İlkses, Ticaret, Yeni Bakış, Yenigün), Eylül 2022 ayında da bu gazetelerin arasına Yeni Asır gazetesinin eklenmesi suretiyle sekiz gazeteye yükselmiş olup; resmi ilan almaya hak kazanmış İzmir’deki yerel gazetelere yönelik yardımların, İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Tunç Soyer‘in ifadesiyle adaleti, şeffaflığı ve farkındalığı sağlamak amacıyla bu sekiz gazete arasında eşit şekilde dağıtılması gerekmektedir.

Ancak bu karar, haber ve kanun hükümlerine rağmen son günlerde elime geçen Turkuaz Dağıtım kaynaklı ve “İzmir Büyükşehir Belediyesi Günlük Gazete Alım Listesi” başlıklı bir tablo, İzmir Büyükşehir Belediyesi‘nin yardım yaparken, resmi ilan almayı hak eden gazeteler arasında pek de adil davranılmadığını, İzgazete isimli gazetenin henüz resmi ilan almaya hak kazanmadığı halde yardım alan gazeteler arasına dahil edilerek en büyük yardımı aldığını göstermektedir.

Kaynak: Turkuaz Dağıtım Pazarlama

İzmir‘deki yerel gazetelerin dağıtımını yapan Turkuaz Dağıtım Pazarlama‘nın dağıtım verilerine göre hazırlanan bu tablonun incelenmesinden de görüleceği gibi, 9 Eylül, Yenigün, Ege Telgraf, Haber Ekspres, İlkses, Ticaret ve Yeni Bakış Gazeteleri Basın İlan Kurumu tarafından resmi ilan alabilecek gazeteler olarak belirlendiği halde; bu tablonun ilk sırasında yer alan İzgazete, Basın İlan Kurumu tarafından resmi ilan alabilecek gazete olarak tanımlanmamıştır. Çünkü aşağıdaki tablolardan anlaşılacağı üzere, İzgazete, 2019 Ağustos ile 2022 Eylül arasındaki dönem itibariyle henüz “beklemede olan” ve bu nedenle de resmi ilan alamayıp sadece reklam alabilecek bir gazetedir.

Yukarıdaki tablonun da gösterdiği gibi, İzgazete henüz resmi ilan alabilecek bir gazete olmadığı halde, Basın İlan Kurumu Teşkiline Dair Kanun‘un 34. maddesi ile ilişkilendirilerek alınmış olan 15 Ağustos 2019 tarih, 636 sayılı İzmir Büyükşehir Belediye Meclisi kararına aykırı olarak yardım almaktadır. Hem de alım miktarı diğer gazetelere göre daha yüksek tutulmak suretiyle… Daha doğrusu İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı‘nın yaptığı görüşmede bu konuda adil ya da eşit olacağı sözüne rağmen…

Belediye meclisi kararında ve İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Tunç Soyer‘in 5 Ağustos 2019 tarihli görüşmede Yerel Basın Platformu mensuplarına söylediklerine aykırı olan bu durumun akla gelebilecek makul tek bir nedeni, İzmir Büyükşehir Belediyesi‘nin, İZSU ve ESHOT genel müdürlükleriyle belediye şirketlerinde çalışan işçiler için Türk-İş‘e bağlı Belediye-İş Sendikası ile, yine ayrı birimlerde çalışan devlet memurları için Tüm-Bel-Sen ile yaptığı toplu iş sözleşmelerinde işçi ve memurların okuması için alınacak olan gazetelerle ilgili hüküm ve uygulamalar olabilir.

Ancak Tüm-Bel-Sen‘in 2022 yılı için İzmir Büyükşehir Belediyesi, İZSU ve ESHOT genel müdürlüklerinde çalışan memurlar için imzaladığı toplu iş sözleşmesinin “Diğer Haklar ve Ücretli İzinler” başlığını taşıyan 23. maddesinin (i) fıkrası hükmünde, “işveren, çalışanların genel kültür bilgilerini artırmak, okuma alışkanlığı kazandırmak ve güncel gelişmeleri takip edebilmeleri amacıyla yemek molalarında ve ara dinlenmelerde tüm çalışanların okuyup yararlanacağı miktarda yerel ve ulusal gazete, dergi ve kitap bulundurur” hükmü yer aldığı için, bu gazetelerin tek tek memurların her biri için satın alınmadığını, alınacak ulusal ve yerel gazetelerin çalışanların yemek yedikleri ya da ara dinlenmesi yaptıkları yerlerde okuyup yararlanabilecekleri miktarda bulundurulacağını söyleyebiliriz.

İzmir Büyükşehir Belediyesi ile Türk İş‘e bağlı Belediye-İş Sendikası arasında 18 Haziran 2022 tarihinde imzalanan ve 5.250 işçiyi kapsayan toplu iş sözleşmesinin (bu sözleşmeyi incelemek amacıyla temin edemediğimiz için), işçilerin yararlanması amacıyla alınacak ulusal ve yerel gazetelerle ilgili düzenlemesinin sözleşmenin hangi maddesinde yer aldığını ve ne şekilde düzenlendiğini -ne yazık ki- bilmiyoruz. Ancak işçiler için imzalanan bir sözleşmede, memur sözleşmesindeki hükümlere benzer düzenlemelere yer verilebileceğini tahmin etmenin yanlış bir tahmin olmayacağını düşünüyorum. Çünkü İzmir Büyükşehir Belediyesi hizmet binasına her gidişimde, giriş kapısının hemen sonrasında gelip geçen herkesin alabileceği şekilde yüzlerce gazetenin, özellikle de Cumhuriyet gazetesinin istiflendiğini görmüş biri olarak bu şekilde alınan gazetelerin işçilerden çok belediye gelen yurttaşlara dağıtıldığını biliyorum

Ayrıca, imzalanan toplu iş sözleşmesi hükümlerine göre, İzmir Büyükşehir Belediyesi, İZSU ve ESHOT genel müdürlükleriyle diğer belediye şirketlerinde çalışan işçilere dağılacak ulusal ve yerel gazetelerin adları ve sayıları sendikalar tarafından belirlenip belediyeye bildiriliyorsa, o zaman da satın alınmayan diğer yerel gazete sahiplerinin yetkili sendika Belediye-İş Sendikası‘na bu hesabın nasıl yapıldığını, işçilerden tercihlerinin nasıl alındığını, bu tercihler sırasında diğer gazetelerin neden tercih edilmediğini ve gazete satışlarında haksız rekabete neden olay bu olayda hangi yetkiyle nasıl müdahale ettiklerini sorması gerektiğini düşünüyorum. Aksi takdirde gazetelerle ilgili yardımlara Belediye-İş Sendikası‘nın müdahil olduğu şeklinde bir usulsüzlükle daha karşı karşıya kalmamız mümkün olabilecektir.

İşte bütün bu nedenlerle, şaibeli gazete ve televizyon satışları, belirli sayıda kadrolu gazeteci çalıştırma zorunluluğuna uymama ve belediyelerle geliştirilen haksız ticari ilişkiler konusunda soruşturma ve cezalandırma haberlerini duyduğumuz şu günlerde, İzmir’deki bütün yerel gazete ve televizyon sahipleriyle yerel yöneticilerin hak, hukuk ve adalete, evrensel insan haklarına, demokrasi, tarafsızlık, basın ve ifade özgürlüğü gibi değerlere daha fazla önem ve öncelik vererek, AKP iktidarı cephesindeki muhaliflerine benzememesini diliyor, güçlü bir yerel basının doğruluk, tarafsızlık ve bağımsızlık gibi temel ilke ve değerler üzerinde daha da da gelişip güçleneceğine dair inancımı ifade etmek istiyorum.

(1) https://www.ticaretgazetesi.com.tr/ibbden-yerel-basina-destek

(2) https://www.izmir.bel.tr/tr/KararDetayi/27143

CHP’nin Aşil topuğu: oybirliği

Ali Rıza Avcan

Aşil (Akhilleus), Homeros’un M.Ö. 720’de yazdığı on altı bin dizelik İlyada (Iliás) destanının yarı tanrı kahramanlarından biridir. Annesi Thetis tanrı, babası da ölümlü bir kraldır. Söylencelere göre Aşil‘e ne ok ne de mızrak işler. Nedeni de annesinin onu ölümsüzlük nehri Styx‘de yıkamasıdır. Ancak Truva savaşının önemli kahramanlarından olan Aşil, bu savaşta, “ölümlü erkeklerin en güzeli” olarak bilinen Truvalı prens Paris‘in attığı zehirli okun topuğuna saplanması nedeniyle ölür. Çünkü annesi onu kutsal nehirde yıkarken topuğundan tutmuş, o nedenle de topuğuna su değmemiştir. O nedenle, bu söylenceden hareketle herkesin ya da her kurumun Aşil’in topuğu gibi en zayıf olduğu bir noktanın var olduğu ve önemli olanın o noktayı fark edip bilmek olduğu söylenir.

Diğer yandan da İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Tunç Soyer‘in 2019 Mart seçimlerinden bu yana dile getirdiği başka bir sözcük var: “İzmir Vizyon Ortaklığı

İzmir Vizyon Ortaklığı“, Mustafa Tunç Soyer‘in seçim broşürünün Demokrasi başlıklı bölümünde “Merkezi hükümet ile İzmir Vizyon Ortaklığı” kuracağız” şeklinde tanımlanıp bunun nasıl sağlanacağı belirtilmemekte. O nedenle, seçim döneminden bu yana bu “İzmir Vizyon Ortaklığı“, ortaklığın diğer tarafındaki merkezi yönetim istemediği sürece nasıl sağlanacak, şayet kurulursa nasıl yürütülecek, ilçe belediyeleri ile eşit paydaş olarak böylesi bir ortaklığı kuramayan İzmir Büyükşehir Belediyesi bunu merkezi yönetim düzeyinde nasıl sağlayacak şeklinde sorular sorup bu ortaklığın gelecek günlerde ne şekilde somutlanacağını merak edip durduk.

Çünkü İstanbul ve Ankara büyükşehir belediye başkanları merkezi hükümet ile; daha doğrusu partili Cumhurbaşkanı ile açık bir çatışmaya girerken bunun tam tersini yapan Mustafa Tunç Soyer bu ortaklığı böylesi bir çatışmaya girmeden ve kendini teslim etmeden nasıl kuracak ve sürdürecekti, hep bunu merak ettik.

Evet, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu, İstanbul halkını arkasına alıp açık ve net bir şekilde “Kanal İstanbul’a Hayır” derken bu proje için belediyenin de katılımıyla seçim öncesi kurulmuş oluşumlardan ayrılıyor, Kanal İstanbul‘un yapılamayacağını göstermek amacıyla toplantılar düzenleyip raporlar yayınlıyordu. Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Mansur Yavaş ise daha yavaştan ve derinden gidip, seçilmemesi için açılan davalarla uğraşıyor, adeta “yeniden belediyecilik” sloganına sahip çıkarcasına Ankara‘daki imar yolsuzlukları hakkında işlemler yapıyor, Melih Gökçek‘in israf projeleri hakkında bilgi veriyor ve iktidarla arasına mesafe koyuyordu.

İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Tunç Soyer ise büyükşehir belediye başkanlarının Cumhurbaşkanı ile yaptıkları ilk görüşmede, diğer belediye başkanlarından çok farklı davranışı ve manalı bakışlarıyla öne çıkıyor, basın uzun süre bu “aşk dolu” bakışı eleştiriyordu. Anlaşılan o ki, İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Tunç Soyer‘in iktidarla/Saray’la bir sorunu yoktu ve seçim döneminde adeta bir işbirliği mesajı gibi yinelediği “İzmir Vizyon Ortaklığı“nı oluşturmak derdindeydi.

İktidar cephesi ise, aynen Aziz Kocaoğlu‘nun Aşil topuğu olarak nitelenebilecek 397 yıllık dava dosyasının seçim öncesinde artık bundan böyle işe yaramayacağı düşüncesiyle kapatılması sonrasında yeni belediye başkanının zayıf olduğu Aşil topuğunu arıyordu. Kıbrıslı gazeteciyle yapılan görüşme, kayyuma bırakılan belediyeler, İzmir parası İZCOİN ve bayrağı iddiası, HDP ile yakın ilişkiler, belediye binasının gökkuşağının renklerine boyanması, Pagos ve Agamemnon gibi Grek kökenli eski yer isimlerinin kullanılması merakının didiklenişi hep bu arayışın ilk aşamalarıydı. Ama bir yandan da CHP üst yönetiminin büyük proje onayları için kendilerine gelip Saray ve bürokrasisi düzeyinde destek arayacaklarını, buna mahkum olduklarını da biliyorlardı. Bunun ilk denemesi Buca metrosunun onayı ile ortaya çıktı. Ardından da yabancı bankalardan alınacak kredilerin Hazine tarafından onaylanması olayları ile devam etti.

Bu arada, İzmir Büyükşehir Belediyesi‘nin projesi olan İzmir Tarih Projesi ve onun başrol oyuncusu TARKEM, önce kayyum operasyonu, ardından da İzmir Ticaret Odası, İzmir Borsası gibi iktidarın dümen suyundaki meslek odalarıyla İzmir Valiliği‘nin ve İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü‘nün şirkete ortak olması, TARKEM‘in UNESCO süreçleri üzerinden Kültür ve Turizm Bakanlığı‘nın ahlaksız teklifleriyle teslim alınması, alan başkanlığına eski bir bakanlık görevlisinin atanması suretiyle proje ve o projenin as oyuncusu TARKEM, belediyenin projesi ve şirketi olmaktan çıkarak iktidarın dümen suyuna girdi. İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Tunç Soyer‘in TARKEM yönetim kurulu başkanı olması bile bu fetihçi hareketin sonuç almasını engelleyemedi.

Ama bütün bunların yapılabilmesi için hem İzmir Büyükşehir Meclisi‘nde hem de ilçe belediye meclislerinde iktidardaki CHP ile muhalefetteki AKP arasında uyumlu bir çalışmanın olduğuna, çoğu kararın oybirliği ile alındığına dair bir algının yaratılması gerekiyordu. İzmir’de birbirleriyle iyi anlaşan, işi gerçek siyasi mücadeleye götürmeyen; o nedenle de belediye meclisi toplantıları sonrasında kol kola giren bu iki taraf arasındaki barış, işbirliği ve hatta uzlaşma havası, İzmir Büyükşehir Belediyesi‘nin Ankara‘daki işlerini kolaylaştırıyor, böylelikle usta bir şekilde oluşturulan bağlılık ilişkisi üzerinden belediye yönetiminin iktidarın dümen suyuna girmesi mümkün oluyordu.

Bu arada İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Tunç Soyer, sorun olarak tanımlanan birçok konuda iktidarı üzmemek için net bir tavır sergilemiyor; iktidar destekçisi Vestel Holding‘in Pasaport‘taki gökdelenine karşı çıkan meslek odalarıyla sivil toplum örgütleri ve sivil yurttaşlar için “istemezükçüler yatırımcıyı ürkütüyor” deyip topu Konak Belediye Başkanı Abdül Batur‘un üstüne atmaya çalışıyor, “Çeşmenin Kanal İstanbulu” olarak adlandırılan Çeşme Turizm Projesi hakkında olumsuz tek bir söz etmiyor, bir yandan kem küm ederken söylemek istediklerini kendisine yakın meslek odalarıyla kent konseylerine söyletmeye, kendisi de suret-i haktan görünmeye çalışıyordu.

Bu pasifist ve oportünist politikanın; daha doğrusu teslim olmuşluğun doruk noktası, 30 Ekim 2020 tarihli Sisam Depremi sonrasında İzmir’de yıkılan binalara imar mevzuatı ve planına aykırı olarak verilmek istenen ayrıcalıklar konusunda yaşandı. İzmir Büyükşehir Belediye Meclisi AKP Grubu’nun marifetiyle, hem merkezi hem de yerel yönetimlerin yıkılan binalarla ilgili sorumluluğunu unutturup gündeme getirmemek amacıyla Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ile İzmir Büyükşehir Belediye Başkanlığı arasında kurulan “Kutsal İttifak” sayesinde tüm ilçelerin belirli alanlarında oluşturulan (K) bölgelerinde yıkılan bina sahiplerine mevzuata ve imar planına aykırı ayrıcalıklar tanındı.

İzmir Büyükşehir Belediye Meclisi AKP Grubu, bu harika formülün kendileri tarafından önerilip tüm taraflar arasında uzlaşma sağladıklarını belirterek belediye meclisi salonundaki CHP‘li üyelere dönüp “Söyleyin odalarınıza, bu anlaşmayı mahkemeye giderek bozmasınlar” ya da “gelin bu mecliste odalara karşı bir duruş sergileyelim” diye bağırarak tüm üyelerin bu “kutsal ittifak“a bağlı kalmasını istediler. Böylelikle TMMOB‘ne bağlı Mimarlar Odası ile Şehir Plancıları Odası İzmir şubelerini, CHP‘li meclis üyeleri üzerinden teslim almaya çalıştılar. Çünkü İzmir Büyükşehir Belediye Meclisi‘nde Cumhur İttifakı ile Millet İttifakı‘na dahil siyasi partiler arasında kurulmuş bu sahte uzlaşma, artık bundan böyle ellerindeki en büyük güç, en büyük kozdu… Artık bundan böyle yereldeki iktidarın sahibi CHP‘yi zor duruma düştüğünde destekleyip esir alma ve yönetmenin zevkini yaşıyorlardı…

İzmir Büyükşehir Belediye Meclisi‘ndeki CHP‘li, AKP‘li, MHP‘li ve İyi Partili meclis üyeleri arasındaki bu “oybirliğine bağlı kalma” taktiği, en çarpıcı şekilde İzmir Ticaret Odası Başkanı Mahmut Özgener‘in ortak olduğu bir arsada tüm meclis üyelerinin oybirliği ile yapılan plan değişikliği ile ortaya çıkan “kent suçu” nedeniyle o oylamaya katılmayan CHP‘li meclis üyesi Taner Kazanoğlu‘nun önce o karara itiraz etmesi, ardından da itirazının kabul edilmemesi üzerine mahkemeye gitmesi üzerine yaşanmış, AKP‘li meclis üyeleri Taner Kazanoğlu‘nu adeta CHP‘li üyelere şikayet ederek onun da “oybirliği“ne bağlı kalmasını talep etmiştir. CHP Grubu ilk başta Taner Kazanoğlu‘nu meclis üyesinin özgür ve bağımsız iradesine saygı duyma gerekçesiyle savunmakla birlikte; itirazının reddedildiği daha sonraki toplantıya katılmayışı nedeniyle Grup Sözcüsü Nilay Kökkılınç tarafından kararın itirazı yapan Taner Kazanoğlu‘nun yokluğunda alındığı belirterek bir anlamda eleştirilmiştir. Böylelikle, CHP’yi teslim almakta kullanılan “oybirliğine bağlı kalma” taktiği, onun yokluğunda oybirliği ile alınmış kararla kendini bağlı hissetmeyip özgür iradesi ile hareket eden CHP‘li meclis üyesinin uyarılmasını talep etme noktasına kadar getirilmiştir.

Bu arada, uyum içinde çalışıp “oybirliği” ile karar alma taktiğinin etkili olup sonuç aldığı iki güzel örneği de geçtiğimiz günlerde yaşadık:

Bunlardan ilki, İzmir Büyükşehir Belediye Meclisi‘nin 12 Temmuz 2021 tarihli olağan Temmuz ayı toplantısı birinci birleşiminde konuşan CHP üyesi Şerif Sürücü‘nün;

Arkadaşlar, İzmir’de çıkarsınız, İzmir Büyükşehir Belediyesi’ni kazanırsınız. Nasıl yöneteceğinizi siz belirlersiniz. Şu an Sayın Tunç Bey, Büyükşehir Belediye Başkanı. Her yiğidin yoğurt yiyişi ayrıdır arkadaşlar. Her yiğidin yoğurt yiyişi ayrıdır. O açıdan Sayın Başkan’ın yoğurt yiyişi böyle. Yaptığı çok demokratik. Yani siz “oybirliği” ile geçiriyoruz diyorsunuz. Benim açımdan sizin oybirliği çok önemli değil ki. Biz bir Cumhuriyet Halk Partisi olarak, biz Millet İttifakı olarak, biz geçiriyoruz kardeşim, biz yapıyoruz. Ama Tunç Başkan, çok demokratik olduğu için size söz veriyor, size hak veriyor. Konuşmalarınızı öne alıyor. Ama ne olur yani biraz da siz de bunun önemini, bunun ehemmiyetini lütfen siz de anlayın…

şeklinde konuşup; belediye meclisinde her ne yapılıyorsa bunun iyilik ve güzelliğini Tunç Soyer‘e bağlayan, bu nedenle belediye meclisinde oybirliği yapmanın gereksiz olduğunu ifade eden, belediye meclisinin kurumsal kimliği ile muhalefetin gerekliliğini pek de dikkate almayan konuşmasıydı.

CHP’li meclis üyesi Şerif Sürücü‘nün bu konuşmasının, toplantıya başkanlık yapan Tunç Soyer tarafından dikkate alınıp uyarılmaması üzerine aynı meclisin 14 Temmuz 2021 tarihinde gerçekleşen ikinci birleşiminde söz alan AKP Grup Sözcüsü Hakan Yıldız‘ın, Şerif Sürücü‘nün konuşmasında yaptığı saygısızlığı, özellikle de oybirliği yapmanın gereksiz olduğunu ifade eden söylemi nedeniyle kendisini uyarmayan Tunç Soyer‘in bu tutumu nedeniyle, daha önce gündemin okunması yerine gündem madde başlıkları üzerinden görüşme yapılması ile ilgili uzlaşmadan vazgeçtiklerini belirtmesi üzerine, görüşmelere 15 dakika ara verilmiş ve bu ara sırasında CHP grubunun geri adım atması üzerine, verilen ara sonrasında hem Meclis Başkan Vekili Mustafa Özuslu, hem de İyi Parti Grup Başkan Vekili Kemal Sevinç‘in konuşmaları ile adeta Şerif Sürücü adına özür dilenmesi suretiyle gündemin madde başlıkları üzerinden görüşülmesi ile ilgili uzlaşmanın devamı sağlanmıştır.

Hakan Yıldız (AKP Grup Sözcüsü): Bu konuyu, usul noktasında geçtiğimiz aylarda tartışmıştık ve ilkesel olarak madde başlıkları noktasında bir anlaşmamız vardı; ancak geçtiğimiz mecliste yaşanan bir ifadeden dolayı Ak Parti Grubu ve Cumhur İttifakı olarak, biz, madde başlıkları halinde değil, gündemin okunarak oylanması noktasında, gündeme geldiği şekliyle okunarak oylanması ve meclisin devam etmesi noktasındaki irademize geri dönüyoruz. Çünkü sayın başkan, geçtiğimiz mecliste, grubumuzu ve ittifak ortağımızı, Milliyetçi Hareket Partisi’ni de katarak bir ifade kullanıldı. Bir meclis üyemiz, aynen şu ifadeyi kullandı, dedi ki; “Sayın Tunç Soyer, size söz vererek, demokratik olarak bir tavır ortaya koyuyor ve bizim açımızdan oybirliği yapmanızın hiçbir değeri yok, önemi yok. Biz, bütün bu kararları Millet İttifakı olarak zaten oyçokluğuyla alıyoruz ve alırız.” Doğal olarak bugün, bizim oyumuza ihtiyaç yoksa bu noktada da biz, bu konuya oybirliği yapmıyoruz. Bu şekilde ilkesel kararımızı geri çekiyoruz. Biz, o gün şunu beklerdik; sayın Şerif Bey’in bu ifadesini kullandığında, belki konuşmasının etkisiyle, hitabetin etkisiyle yapmış olabilirdi; ama sayın Tunç Soyer, meclisi yönetiyordu ve düzeltme yapabilirdi. Bu meclisin iradesini, hakkını teslim edebilirdi. Şimdi, genelge çok açık. Zaten söz hakkını da Tunç Soyer bize vermiyor. Tunç Soyer’in bize verdiği bütün söz hakkı yok. Meclisin 11. maddesi diyor ki; “Gündemle ilgili noktalarda, gruplar adına 10’ar dakika konuşulur. Gündeme esas döndüğünüzde, ihtisas komisyonu kararları ile ilgili de 20’şer dakika konuşma yapılır. Diğer üyeler de 10’ar dakikayı geçmemek kaydıyla konuşma yapar.” Yani iktidara ve muhalefete kaçar dakika bu anlamda konuşma hakkının verildiği, ilgili önergenin 11. maddesinde açık şekilde yazıyor. Biz, Ak Parti Grubu ve Cumhur İttifakı olarak, Milliyetçi Hareket Partisi’yle beraber kararların % 98’ini oybirliği yaptık, yapmaya devam etme irademizi bu güne kadar da sürdürdük. Bugün de esasında gündeme gelen maddenin büyük bir bölümünde oybirliği ile geliyoruz; ama madem bizim oyumuz kıymetsiz ve değersiz, madem demokratik olarak Tunç Soyer Bey, bize lütufta bulunup söz hakkı veriyor, bunu kabul etmemiz mümkün değil. O yüzden Sayın Cumhuriyet Halk Partisi grup sözcüsünün ortaya koyduğu önergeyi kabul etmiyoruz. Yasanın açık olan hükmü diyor ki… “Daha sonra gündem maddeleri sırasıyla okunur.” Biz, bu noktadaki tek tek okunarak oylanması noktasında irademize geri dönüyoruz. Teşekkür ederim.

Çarpıcı olayların ikincisi ise, İzmir Büyükşehir Belediye Meclisi‘nin olağan Ağustos ayı 3. toplantısında yaşanmış, AKP Grubu’nun ısrarla takip ettiği Bornova ve Urla‘daki iki ayrı imar değişikliği, ısrarın devam etmesi üzerine görüşmelere 15 dakika ara verilmesi ve yine bu ara sırasında CHP grubunun geri adım atması suretiyle AKP Grubu‘nun istediği şekilde oylanıp kabul edilmiştir.

Ardından da İzmir Büyükşehir Belediyesi‘nin 25 Haziran 2021 tarihli “Depremzedeler kredi sözleşmesinin onayını bekliyor” (https://www.izmir.bel.tr/tr/Haberler/depremzedeler-kredi-sozlesmesinin-onayini-bekliyor/45186/156) başlıklı haberinde İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Tunç Soyer‘in ifadeleri olarak yer verilen,

Dünya Bankası’yla 250 milyon dolarlık bir kredi ile ilgili 30 yıl vadeli 5 yıl ödemezsiz çok önemli yol aldık. 2 yılda yapılacak kredi müzakerelerini 4,5-5 ayda tamamladık. Bu rakamı da 330 milyon dolara çıkardık. 7 bin ila 10 bin konutu yapabilecek bir mali kaynağı yarattık. İki aydır Sayın Cumhurbaşkanımızın onayında bekliyor. Bir an önce bu kaynağın aktarılması lazım ki çalışmaya başlayalım.

söylemi ile 17 Ağustos 2021 tarihli Cumhuriyet gazetesinde yayınlanan CHP İzmir Milletvekili Mahir Polat‘ın “İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin depremzedeler için yarattığı 330 milyon dolarlık krediyi Cumhurbaşkanı onaylamıyor” iddiası üzerine 19 Ağustos 2021 tarihinde AKP İzmir İl Merkezi‘ndeki makamında AKP İl Başkanı Kerem Ali Sürekli, CHP İzmir İl Başkanı Deniz Yücel, İzmir Büyükşehir Belediyesi Başkan Vekili Mustafa Özuslu, İzmir Büyükşehir Belediye Meclisi AKP Grup Başkan Vekili Özgür Hızal, İzmir Büyükşehir Belediye Meclisi AKP Meclis Üyesi Hakan Yıldız, AKP İzmir İl Başkan Yardımcısı İsmail Çiftçioğlu ile bir araya gelip ortak bir görüşme yapan İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Tunç Soyer‘in toplantı sonrasında

Gündemimizde Dünya Bankası’ndan gelmesi beklenilen 340 milyon dolarlık kentsel dönüşüm kredisiyle ilgili çalışma vardı. Bunu tekrar gözden geçirdik. Bununla ilgili Dünya Bankası ile üç-dört aydır süren bir müzakere süreci vardı. Hazine Bakanlığı ve İller Bankası ile görüşmelerimiz de devam etti. Bir mutabakat söz konusu oldu ama henüz imzalanmış bir sözleşme yok. Dünya Bankası Türkiye temsilcisiyle mutabakata vardık ama Hazine Bakanlığı’nın onayı ve garantisi olması gerekiyor. Bu süreç devam ediyor… Bu süreci hızlandıracak adımları beraber atacağız. Hem İller Bankası hem Hazine Bakanlığı bürokratlarının Büyükşehir bürokratlarıyla birlikte çalışmasını ve bu süreci sonlandırmasını canı gönülden arzu ediyoruz. Vatandaşlarımızın yaşadığı mağduriyetleri gidermek için el birliğiyle çalışacağız ve bunu Sayın Cumhurbaşkanımıza da arz edeceğiz. Olumlu bir sonuç da alacağımızı düşünüyorum.” diyerek (https://www.izmir.bel.tr/tr/Haberler/dunya-bankasi-ndan-alinacak-kentsel-donusum-kredisi-icin-isbirligi-karari/45417/156)

geri adım attığı ve kredi onayının henüz Cumhurbaşkanlık makamına sunulmadığını itiraf ettiği görülmektedir.

Verdiğimiz bütün bu örneklerden de anlaşılacağı üzere, İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Tunç Soyer‘in merkezi yönetimle; daha doğrusu Cumhurbaşkanlığı ve bakanlıklar; daha doğrusu iktidar cephesindeki işler konusunda etkin, net, tutarlı, ön alan, atak, kararlı ve azimli bir tavrı, yaklaşımı bulunmamaktadır.

Çünkü siyasi anlamda zengin bir birikim ve deneyime sahip olmadığı gibi İzmir‘in sorunlarını etkin siyasi bir liderlik boyutunda takip edememekte, “İzmir Vizyon Ortaklığı” diyerek yola çıktığı merkezi yönetimle ilişkilerinde korkak, sinik ve her an geri çekilebilecek ya da suçu bir başkasının sırtına yükleyebilecek bir tutum sergilemektedir. Onun bu tavrı ise, işte tam da bu noktada CHP‘nin ya da Tunç Soyer‘in Aşil topuğu olarak algılanıp tüm ciddi sorunlarda belediye başkanını köşeye sıkıştırma, ezme, sindirme ve böylelikle dediğini yaptırma taktiği olarak kullanılmaktadır.

Oysa İzmirli, kentin çıkarları ve demokrasinin gerekleri doğrultusunda doğruları söyleyip savunan, tutarlı davranıp azimle mücadele eden bir belediye başkanı, aynen Ekrem İmamoğlu‘nun halkı örgütleyip arkasına alarak büyük bir cesaretle haykırdığı “Kanal İstanbul’a Hayır!” itirazında olduğu gibi, “Çeşme Turizm Projesi’ne Hayır” ya da “İzmir İstanbul Olmasın!” diyebilen cesaretli ve mücadeleci bir belediye başkanı istiyor….

Fare doğuran dağ olmak…

Ali Rıza Avcan

Halk arasında sıkça kullanılan “dağ fare doğurdu” deyimi, İnternet’in önemli bilgi kaynağı Vikisözlük‘e göre, “Kendisinden büyük şeyler beklenen bir kişinin küçük bir ürünle ortaya çıkması” anlamına geliyor. Ekşi Sözlük ise bu sözcüğün orijinal halinin ünlü Romalı şair Horatius‘un Ars Poetika yapıtının 139. satırında Latince deyişiyle parturient montes, nascetur ridiculus mus olarak geçtiğini söylüyor.

İnsanlarda büyük hayal kırıklıklarına neden olan bu halin siyasetteki versiyonu ise beğenip seçtiğiniz belediye başkanlarıyla milletvekillerinin ve meclis üyelerinin sizin onlardan beklediğiniz şeyleri yapmaması ya da yapamaması veya tam tersine yapması anlamına geliyor.

Bu içler acısı halin yaşadığımız kentteki en son örneği ise yazdığı özgeçmişlerde ve katıldığı söyleşilerde, lise öğrencisi iken Devrimci Liseliler Birliği‘nin kurucu üyeleri arasında yer aldığını söyleyerek kendisine devrimci bir profil çizen İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer‘in, Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından Çeşme Yarımadası’nda yapılacak olan Çeşme Turizm Projesi‘ndeki ikircikli tutumu ve bu proje konusunda, sağ cenahtan gelmesi nedeniyle pek de umutlu olmadığımız İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu‘nun Kanal İstanbul Projesi‘ne net bir şekilde karşı çıkıp halkı örgütleyen tutum ve cesaretinden yoksun oluşudur.

İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer‘in bu konuda İzmirlinin tercihlerinden kopuk ikircikli siyaseti, yine aynı partiden Çeşme Belediye Başkanı Ekrem Oran‘ın, 20 Temmuz 2020 tarihinde projeye karşı çıkanları vatan hainliği ile suçlayan tutumu ve 28 Nisan 2021 tarihinde online bağlantıyla İzmir Ticaret Odası Meclis Toplantısı‘na katılan CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu‘nun “Çeşme Turizm Projesi İzmir halkı tarafından benimsenir ve beğenilirse, bir beton ormanına dönüşmezse, büyük ölçekte yeşil korunursa elbette destek veririz” söylemi ile birleştirildiğinde, CHP’nin teslimiyetçi bir siyasetle adeta projeye sahip çıktığını görürüz.

Nitekim, Kültür ve Turizm Bakanı Mehmet Nuri Ersoy‘un 15 Haziran 2020 tarihinde Tarihi İzmir Agorası’nda düzenlediği basın toplantısında;

Başta ticaret odamıza ve ilgili belediyelerimize birçok STK’mıza projeyi desteklerinden dolayı teşekkür ederim. Biz çok iyi niyetli bir şekilde bu projeye başladık. Türkiye’nin en şeffaf, en çevre duyarlı, koruma kullanma dengesi yüksek proje halinde sadece Türkiye’ye değil dünyaya örnek olmasını istiyoruz. Bu bağlamda odalarla da yakın ilişki içindeyiz. Geniş katılımlı bir komisyon oluşturduk. İnşallah bundan sonra daha da hızlı ilerleyeceğiz. Çeşme Projesi’nden elde edilecek gelirin büyük bir kısmını Çeşme projesinin altyapısında sonra da Ege Bölgesi’nin altyapısında kullanacağız ki İzmir öncelikli. Bu bağlamda da Kemeraltı ve Agora’yı gözlemlemek istedik. Kültür ve Turizm Bakanlığı olarak ilk etapta buraya destek vereceğiz. Bu projelerde elde ettiğimiz gelirin bir kısmı buraya.” diyerek yönetim kurulu başkanlığını Tunç Soyer‘in yaptığı TARKEM‘e işaret ettiğini ve bunun üzerine TARKEM yetkililerinin büyük bir memnuniyetle ellerini ovuşturduğunu hatırladığımız bir süreçte…

Ayrıca Çeşme Turizm Projesi ile ilgili karar ve tanıtım toplantılarının İzmir Ticaret Odası salonlarında yapıldığı bir süreç içinde, İzmir Kalkınma Ajansı ile İzmir Vakfı tarafından İzmir Büyükşehir Belediyesi adına hazırlanan İzmir Tanıtım Turizm Strateji Eylem Planı 2020-2024 başlıklı resmi belgede Çeşme Yarımadası‘ndaki agroturizm hedeflerinin gerçekleştirilmesi konusunda İzmir Büyükşehir Belediyesi yerine İzmir Ticaret Odası‘nın görevli kılınması da bize gidilen yol konusunda önemli ipuçları vermektedir.

Gelelim 4 Haziran 2021 tarihinde İzmir Kent Konseyleri Birliği tarafından düzenlendiği iddia edilen, gerçekte ise İzmir Büyükşehir Belediyesi ile TMMOB İzmir İl Koordinasyon Kurulu tarafından ortaklaşa düzenlenen “Yarımada’nın Sorunlarını Ortak Akılla Çözüyoruz” başlıklı Çalıştay ve Forum‘u değerlendirmeye.

Bildiğiniz gibi, 1 Haziran 2021 tarihli “İzmir Büyükşehir Belediyesi, Yarımada Çalıştay ve Forumu’nu Düzenliyor” başlıklı yazımla, belediye ile bağlantısı ortaya çıkmasın kaygısıyla İzmir Düşünce Topluluğu ve İzmir Kent Konseyi seçeneklerini bir yana koyup çoğu İzmirlinin tanıyıp bilmediği ve tüzel kişiliği olmadığı için bu konuda dava açma yetkisi bile olmayan İzmir Kent Konseyleri Birliği isimli sivil bir oluşum tarafından düzenlendiği söylenen organizasyonu, bu tür toplumsal mücadelelerin dürüstlük ve samimiyet ilkesi çerçevesinde yürütülmesi gereğini hatırlatarak eleştirmiş, İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer tarafından görevlendirildiği anlaşılan bir eski İzmir milletvekili ve onun danışmanı ile TMMOB İKK tarafından danışıklı dövüş şeklinde İzmir Kent Konseyleri Birliği‘ne ısmarlanan çalışmanın aslında çalıştay formatına uygun olmayan kurgusu, konuyu bilimsel bir şekilde ele alıp tartışmaktan uzak vitrin süsü niteliğindeki medyatik konuşmacıları, belediyede üst düzey görevlerde çalışan bazı konuşmacıların gerçek görev unvanlarını gizlemeleri, TMMOB İKK kapsamındaki bazı meslek odalarının bu organizasyon içinde yer almayı doğru bulmamaları nedeniyle söz konusu organizasyonu sorgulayan değişik sorular sormuştum. Ardından da 2020 yılında 70 sayfalık Çeşme Turizm Projesi Ön Değerlendirme Raporu‘nu düzenleyerek kamuoyunu bilgilendiren TMMOB İzmir İl Koordinasyon Kurulu‘nun bundan sonra yapması gereken işin, konuyu kendi kurumsal kimliğini arka plana alarak yeniden masaya yatırmak değil; halen İzmir Büyükşehir Belediye Başkan Danışmanlığı görevinde bulunan Doç. Dr. Koray Velibeyoğlu‘nun sorumluluğunda hazırlanan 2014 tarihli Yarımada Sürdürülebilir Kalkınma Stratejisi 2014-2023 belgesi ile TMMOB İKK tarafından 2020 yılında hazırlanan Çeşme Turizm Projesi Ön Değerlendirme Raporu‘nda ortaya konulan ayrıntılı bilgileri kullanması gereken Millet İttifakı’na dahil tüm belediye başkanlarıyla siyasi partilerin il ve ilçe yöneticisi, milletvekili ve genel başkanlarının AKP’li Külltür ve Turizm Bakanı ile AKP’nin bu kentteki temsilciliğine soyunan İzmir Ticaret Odası, İzmir Ticaret Borsası, Ege Bölgesi Sanayi Odası gibi kurumların dümen suyunda dolaşan tavır ve tutumlarından vazgeçerek, aynen İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu‘nun Kanal İstanbul konusunda ortaya koyduğuna benzer bir tavırla konuyu siyasileştirmeleri gerektiğini ifade etmiş, bu öneriyi TMMOB İKK Dönem Sözcüsü ile bazı meslek odalarının başkanlarına iletmiştim.

Söz konusu çalıştay ve forum, duyurulduğu gibi 4 Haziran 2021 tarihinde İzmir Büyükşehir Belediyesi’ne ait Havagazı Kültür Merkezi‘nde yapıldı. Çalıştay öncesinde oturumların İzmirtube tarafından canlı olarak yayınlanacağı duyurulduğu halde bu yayın yapılmadı ve biz de ancak çalıştay ve foruma katılan arkadaşlarımızın bizlere anlattıklarıyla yetindik.

Buna ek olarak aynı gün İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin web sayfasında yayınlanan “Bir belediye başkanının önce o şehrin doğasını, iklimini, ağacını koruması gerek” başlıklı haberle bilgilenmeye çalıştık.

Belediye tarafından hazırlanan haber metninde, İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer‘in söz konusu çalıştaya katılarak program dışı bir konuşma yaptığı belirtiliyor ve konuşmasından alıntılanan ve bizim de ayırt edilmesi niyetiyle kırmızı renkle işaretlediğimiz aşağıdaki dört ayrı paragraf aktarılıyordu. Aktarılan bu dört bölümde de Çeşme Turizm Projesi’ne net ve kesin bir şekilde karşı çıkılmıyor, “ortada fikir var proje yok” denildikten sonra projenin Yarımada’nın % 55’ini kapsadığı ve proje alanındaki arazilerin % 97’sinin kamuya ait olduğu, bu projenden elde edilecek faydanın küçük olması nedeniyle yapılmasından vazgeçilebileceği ihtimalinin olduğu belirtiliyordu.

Bir belediye başkanının asli sorumluluğunun görev yaptığı kenti korumak olduğunu düşünüyorum. Hiçbir belediye başkanının görev yaptığı yer babasının mülkü değildir. Biz nöbetçiyiz, görevimiz bize bırakılan mirası korumaktır. Ben de bunun için çalışacağım.

İnsanların doğanın dengesini bozup bir hayat kurmaya başlaması 12-13 bin yıl öncesine gidiyor. Tarımın keşfiyle doğanın ritmi dışında bir hayat arayışı başlıyor. İkinci kırılma Sanayi Devrimi ile başlıyor, doğa artık bir meta olarak görülmeye başlanıyor. Giderek doğanın daha çok talan edildiği bir 200 yıl yaşıyoruz. Rönesansı yaşamamış ülkelerde bu talan çok daha vahşi olabiliyor.” 

Projesi daha ortada yok, fikir var. Biz hala projeyi görmedik. Bu fikrin istihdam gibi ışıltıları var ama proje yarımadanın yüzde 55’ini kapsıyor. Projedeki alanın yüzde 97’si kamu mülkü. Yüzde 97’si kamu arazisi olan bir yerde şöyle bir sonuç ortaya çıkabilir: Oraya sadece parası olan girer. Kapitalist üretim ilişkilerinin dayattığı hız ve büyüklük telaşı geçmişle bağımızı da kopartıyor. Kanal İstanbul yapılamayacak kadar mega bir proje. Çıkacak fayda ise yapılmamasına göre çok daha düşük. Bu projenin de böyle olma ihtimali var.

Gerçekten çok insan emek vermiş, ciddi bir çalışma yapılmış. Bu emek Yarımada’nın geleceğinin tasarlanması ve korunmasında önemli ipuçları veriyor. Bunu Kültür ve Turizm Bakanı ve bakanlığın ilgili kişilerine ileteceğim. Bir belediye başkanının asli sorumluluğunun görev yaptığı kenti korumak olduğunu düşünüyorum. Altyapı, su, ulaşım hepsi arkasından geliyor. Önce yaşadığı şehrin doğasını, iklimini, ağacını koruması gerek. Hiçbir belediye başkanının görev yaptığı yer babasının mülkü değildir. Biz nöbetçiyiz, görevimiz bize bırakılan mirası korumaktır. Ben de bunun için çalışacağım.

Bence İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer‘in yaptığı konuşmadan seçilip haber olarak yayınlanan dördüncü paragrafın, 2015 yılında kendisiyle yaptığım görüşme ve katıldığım bir arama konferansı nedeniyle özel bir önemi var. Çünkü dördüncü paragrafta, halen kendisinin danışmanlığını yaptığı halde çalıştay programında “akademisyen” sıfatıyla katılan Doç. Dr. Koray Velibeyoğlu‘nun 2014 yılında yayınlanan “Yarımada Sürdürülebilir Kalkınma Stratejisi 2014-2023” belgesi ile ilgisi var. Tunç Soyer bu paragrafta bu çalışmayı ciddi bir çalışma olarak niteleyip Yarımada’nın geleceğinin tasarlanması ve korunmasında önemli ipuçları içerdiğini, bu hususu Kültür ve Turizm Bakanı ile bakanlığın ilgili kişilerine ileteceğini belirtiyor.

Oysa geçmişte yaşanan şeyler hiç de kendisinin söylediği gibi değildir…

Her şeyden önce “Yarımada Sürdürülebilir Kalkınma Stratejisi 2014-2023” isimli belge 2014-2023 İzmir Bölge Planı çalışmaları kapsamında, İzmir Kalkınma Ajansı tarafından İzmir Yüksek Teknoloji Enstitüsü, Ege Üniversitesi ve Dokuz Eylül Üniversitesi‘ne hazırlatılmıştır. Bu husus, söz konusu belgenin 2. sayfasında yazılıdır.

Bu çalışmaya İzmir Yüksek Teknoloji Enstitüsü’nden Proje Yürütücüsü Olarak Yrd. Doç. Dr. Koray Velibeyoğlu, Doç. Dr. Semahat Özdemir, Prof. Dr. Alper Baba, Öğretim Görevlisi Dr. Zeynep Durmuş Arsan, Araştırma Görevlisi Hamidreza Yazdani, Araştırma Görevlisi Dalya Hazar, Ege Üniversitesi’nden Prof. Dr. Adnan Kaplan, Prof. Dr. Murat Boyacı, Prof. Dr. Yusuf Kurucu, Öğretim Görevlisi Dr. Nurdan Erdoğan, Araştırma Görevlisi Özlem Yıldız, Dokuz Eylül Üniversitesi’nden Prof. Dr. Hüsnü Erkan, Araştırma Görevlisi Eser Afşar, İzmir Kalkınma Ajansı’ndan Sibel Ersin, Saygın Can Oğuz, Filiz Morova İneler ve Hülya Ulusoy katılmıştır.

Geniş bir ekip tarafından gerçekleştirilen bu çalışma, İzmir Büyükşehir Belediyesi eski başkanı Aziz Kocaoğlu döneminde hazırlandığı ve bu dönem içinde Seferihisar Belediye Başkanı Tunç Soyer‘in ilk mahalli seçimde İzmir Büyükşehir Belediye Başkanlığına aday olacağı bilindiği için adeta Çeşme Yarımadası bütününde Seferihisar‘da yapılanları görmeme ya da önemsememe çabasındadır. Bu tespitin en önemli kanıtı 316 sayfadan oluşan belgede “Yavaş Şehir” sözcüğünün 5, “Citta Slow” sözcüğünün ise 3 kez geçmiş olması, bu sözcüklerle ifade edilen stratejinin bir hedef olarak gösterilmemesidir. Oysa o tarihlerde kamuoyunda yaygın olan görüşlere göre “Yavaş Şehir” ya da “Citta Slow” projesinin Yarımada’nın Karaburun ve Urla gibi merkezlerinde de uygulanma şansı bulunmakta, bu nedenle bu projenin Yarımada geneline yaygınlaştırılması mümkün görülmektedir.

Tüm bir Yarımada’daki sürdürülebilir kalkınmanın stratejisini belirleme iddiasıyla yapılan bu çalışmada Seferihisar‘daki “Yavaş Şehir” ya da “Citta Slow” hareketinin dikkate alınmaması, önemsenip önerilmemesi durumu haliyle Seferihisar Belediye Başkanı Tunç Soyer‘in de dikkatini çekmiş ve bundan rahatsız olmuştur.

Tunç Soyer bunun üzerine bir dönem birlikte çalıştığım yönetim danışmanı Nihat Demirkol‘dan düzenleyeceği Yarımada Arama Konferansı’nda moderatörlük yapması konusunda yardım ister. Bu talep üzerinde Nihat Demirkol da, “Yarımada Sürdürülebilir Kalkınma Stratejisi 2014-2023” belgesi ile ilgili olarak benim görüşlerimi sorar. Ben söz konusu strateji belgesi için hazırladığım değerlendirme raporunu Nihat Demirkol‘un isteği üzerine arama konferansı öncesinde Tunç Soyer‘e göndererek kendisinden övgüler alırım.

4 Nisan 2015 tarihinde Çeşme’den, Urla’dan, Karaburun’dan gelen geniş bir katılımcı kitlesi ile yapılan arama konferansı sırasında konferansın moderatörlüğünü yapan Nihat Demirkol‘a yardım ederim.

Ama yapılan bu arama konferansı sonrasında Seferihisar Belediye Başkanı Tunç Soyer‘den Yarımada ölçeğinde inisiyatif alma konusunda beklediğimiz ikinci, üçüncü hamleleri göremeyiz ve mevcut durumu kabullendiği yorumlarını yaparız.

BU durum bize, İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer‘in 2014 yılında hazırlanan “Yarımada Sürdürülebilir Kalkınma Stratejisi 2014-2023” belgesinden haberdar olduğunu ve şimdiye kadar istediği takdirde bu belgeyi ve bu belgedeki bilgileri kullanabileceği noktasına getirir ki, bu belgede yazılı olan hedeflerin 2014 yılından bu yana uygulanıp uygulanmadığı ya da uygulansa bile hedeflere ulaşılıp ulaşılmadığı ne yazık ki belli değildir… Hazırlanan belgeye dair bir eylem planı bulunmadığı; ayrıca, bu belgenin ilişkili olduğu 2014-2023 dönemi İzmir Bölge Planı‘nın da gerçeklerden uzak bir temenniler demeti olduğu bilindiği için her karşılaşmamızda, kendisinden net bir cevap alamayacağımı bile bile sayın Koray Velibeyoğlu‘na bu konuyu hatırlatırım.

4 Haziran 2021 tarihinde yapılan çalıştay ve forum ile ilgili en ayrıntılı haberi veren Yeni Haber İnternet Gazetesi’nin “Yarımada Projesi İzmir’in Kanal İstanbulu’dur” başlıklı yazısında TMMOB Mimarlar Odası İzmir Şubesi Başkanı İlker Kahraman‘ın söyledikleri ise bizlere CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu‘nun bu proje için açık kapı bırakan siyasetini hatırlatmaktadır:

Üst ölçekli stratejilerle uyum yakalansaydı, mekânsal değişim kıyı art alan ilişkileri gözeten bir çerçeve oluşturulsaydı, doğal ekosistem önemsenseydi, bölgesel miras korunsaydı, sosyal entelektüel sermaye fırsat sunulsaydı, her kesimin karar verme süreçlerine dahil edilseydi bu projeye evet derdik.”

Oysa, karşımızda bütün bu koşullar sağlansa bile tüm Yarımada’nın % 55’ini kapsayan bir proje durmaktadır. Genel bir kabulün koşulu olarak öne sürülen bu hususlara başka projelerde AKP iktidarı tarafından ne ölçüde uyulduğu ortada iken bu projede iyimser bir yaklaşımla şu, şu olsaydı biz kabul ederdik demenin ne ölçüde anlamlı, etkili ve sonuç alıcı olduğu da dikkate alınmalı; hatta sorgulanmalıdır.

Evet, söyleyeceğimi söyleyip yazacağımı yazdıktan sonra gelelim son söz’e…

Ne demiştik yazının başında? Fare doğuran dağ ya da dağ fare doğurdu demiş ve karşımızdaki manzarayı doğru bir şekilde tarif etmeye çalışmıştık…

Adı sanı bilinmeyen ve tüzel kişiliği olmadığı için böylesi bir toplantıyı düzenleme ya da Çeşme Turizm Projesi‘ni dava etme hakkına bile sahip olmayan bir oluşum adına yaptırılan bu “utangaç” çalıştay ve forumun, projenin asıl sahibi AKP iktidarı nezdindeki vurucu etkisi, sonuç alıcı yankısı, şimdiye kadar ortaya konulandan farklı bir yanı ne olmuştur acaba?

Bir bilen varsa, lütfen bir adım ileri çıksın….

“Projesi daha ortada yok, fikir var. Biz hala projeyi görmedik”….

İzmir Büyükşehir Belediyesi, Yarımada Çalıştay ve Forumu’nu düzenliyor…

Ali Rıza Avcan

Evet, işin doğrusunu söylemek gerekirse; İzmir Büyükşehir Belediyesi 4 Haziran 2021 tarihinde İzmir Kent Konseyleri Birliği ve TMMOB İzmir İl Koordinasyon Kurulu ile birlikte “Yarımada’nın Sorunlarını Ortak Akılla Çözüyoruz” iddiasıyla Yarımada Çalıştay ve Forumu‘nu düzenliyor.

Hem de kendisine ait Tarihi Havagazı Fabrikası’nda…

Düzenlenen davet yazısı ile afişlerde bu organizasyonu İzmir Kent Konseyleri Birliği düzenlediği belirtilmiş olsa da; işin aslı, bu organizasyonu İzmir Büyükşehir Belediyesi düzenliyor. Hem de İzmir eski milletvekili Zeynep Altıok ve danışmanı Taylan Üstün Özgür‘ün sorumluluğunda… TMMOB İzmir İl Koordinasyon Kurulu ve bazı meslek odalarıyla işbirliği içinde…

Evet, son 15-20 gündür bu organizasyonun yapılacağını biliyorduk ve bu bilgi çerçevesinde düzenleyici kuruluş olarak ilk önce Tunç Soyer yandaşlarının bir araya getirildiği İzmir Düşünce Topluluğu‘nun düşünüldüğünü; ancak hem bu grup içindeki huzursuzluklar hem de organizasyonun İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer ile bağlantısı ortaya çıkar kaygısıyla bu topluluktan vazgeçildiğini öğrenmiştik.

Ardından düzenleyici kuruluş olarak İzmir Kent Konseyi‘ne gidildiğini; ancak, yine şekilde İzmir Büyükşehir Belediyesi ile İzmir Kent Konseyi arasındaki vesayet ilişkisi ve İzmir Kent Konseyi Başkanı Seniye Nazik Işık‘ın bu göreve Tunç Soyer‘in desteği ile gelmiş olması nedeniyle bu niyetten de vazgeçildiğini biliyoruz.

Sonunda anlaşılıyor ki, çalıştay ve forum düzenleme ihalesi tüzel kişiliği bile olmayan ve çoğu İzmirlinin bilgi sahibi olmadığı İzmir Kent Konseyleri Birliği‘ne kalmış gibi gözüküyor. Açıkçası hangi ilçe kent konseyinin üye olduğunu kesin olarak bilmediğimiz, üstüne üstlük üye olduğunu tahmin ettiğimiz Buca ve Seferihisar kent konseylerine ait genel kurulların mahkeme kararları ile iptal edildiği bir süreçte, bu organizasyonla ilgili kararın tüm kent konseylerine ve o konseylerin başkanlarına sorulup danışılmadan verildiğini, bu nedenle bazı kent konseylerinin kurumsal özgürlüğü ortadan kaldıran bu durumdan hoşnut olmadığını biliyoruz.

Şimdiye kadar Çeşme Projesi boyutunda bir sorunla ilgilenmemiş, bu konuda çalışmalar yapmamış bir oluşumun çıkıp ben bu konuda çalıştay düzenleyip forum yapacağım demesi İzmir kamuoyu ve toplumsal mücadeleler tarihi açısından hem görülmüş bir şey değil, hem de bu mücadeleyi başlatmış olan kurum ve şahıslar açısından akılcı, etik ve sonuç alıcı değil…

Ortada bu sorunla bugüne kadar ilgilenip koskocaman 70 küsur sayfalık rapor yazmış bir TMMOB İKK ve bu sorunu hukuki yoldan çözmek için avukat Şehrazat Mercan ve Senihi Özay gibi değerli hukukçuların liderliğinde dava açmış kurum ve kişiler varken çıkıp onlara bilgi dahi vermeden ya da danışmadan, alakasız bir oluşumu öne sürerek ve onun ismi altında TMMOB‘ye bağlı bazı odalarla eski bir milletvekilinin kendince düzenlemeler yapması İzmir’deki demokratik yaşamın geleceği açısından sorunlu gözüküyor.

Çünkü bir toplumsal hareket ya da mücadelenin nasıl başlarsa öyle devam edip sonuçlanacağına inanıyoruz. Başlangıçta yapılacak yanlışlık ya da eksikliklerin o mücadeleye ve bu kentteki demokratik yaşama zarar vereceğini, mücadele süreci içinde yolların ayrılmasına neden olacağını biliyoruz. Aynen Kültürpark mücadelesinde yaşadıklarımız gibi…

4 Haziran tarihli Yarımada Çalıştay ve Forumu ile ilgili olarak ayrıca 31 Mayıs 2021 tarihinde gönderilen davet mektubu ile 1 Haziran 2021 tarihinde dağıtılan afişlere baktığımızda Çeşme Yarımadası‘nın geçmişi, bugünü ve geleceğine dair araştırmalar İYTE öğretim üyesi Koray Velibeyoğlu‘nun başkanlığında İzmir Kalkınma Ajansı, İzmir Büyükşehir Belediyesi ve İzmir Yüksek Teknoloji Üniversitesi (İYTE) tarafından hiç incelenmemiş ve Yarımada Sürdürülebilir Kalkınma Stratejisi Raporu gibi koskocaman bir araştırma hiç yapılmamış gibi ifadelerin kullanıldığı, Çeşme Yarımadası sanki ilk kez keşfedilip araştırılıyormuş gibi cümlelerle bugüne kadar yapılanlara; özellikle de bu çalışmayı geçmişte yıllarca yapmış Koray Velibeyoğlu‘na haksızlık edildiğini görüyoruz.

Ardından da organizasyonu yapan perde önündeki ve arkasındaki kurum ve şahıslara şu soruları sormak istiyoruz:

📌 Niye bu konu ile şimdiye kadar hiç bir ilgisi olmayan bir oluşum, düzenleyici kurum olarak seçilmiştir?

📌 Niye böylesi bir organizasyonun içinde İzmir Büyükşehir Belediyesi ile ilçe belediyeleri yoktur?

📌 İzmir Büyükşehir Belediyesi‘nde, TMMOB İKK‘da ya da İzmir Kent Konseyleri Birliği‘nde herhangi bir görevi olmayan eski bir İzmir milletvekili ile danışmanının organizasyon içindeki varlığı ne anlama gelmektedir?

📌 Konuşmacılar arasında bir adet CHP Bursa milletvekili varken niye bir İzmir milletvekili yoktur?

📌 Ülkemizin Akdeniz ve Ege sahillerinin yağmalandığı dönemlerde önce TÜRSAB başkanlığı ardından Refah Yol Hükümeti‘nin Turizm Bakanı ve ANAP milletvekilli olan eski bir siyasetçi, akil insan olarak programa nasıl dahil edilmiştir?

📌 Niye böylesi önemli bir organizasyonun içinde Millet İttifakı‘nı oluşturan CHP ve İyi Parti‘nin il ve ilçe başkanları ve örgütleri yoktur?

📌 AKP İktidarının dayattığı Çeşme Turizm Projesi‘nin tartışması niye bu belediye başkanları, İzmir milletvekilleri, CHP ve İyi Parti‘nin il ve ilçe örgütleriyle siyasi bir platforma taşınmamaktadır?

📌 Niye bu organizasyon için İzmir’de faaliyet gösteren EGEÇEP ve İzmir Yaşam Alanları (İYA) gibi örgütlerle Çeşme’de faaliyet gösterdiğini bildiğimiz Ekinoks Çevre ve Kültür Derneği‘nden destek alınmamış, organizasyon komitesine bu örgütler niye dahil edilmemiştir?

📌 Niye Çeşme Turizm Projesi için dava açan gruplar organizasyon komitesine dahil edilmemiştir?

📌 Niye, iki adet belediye başkan danışmanı hazırlanan programda bu görev unvanlarıyla değil de, “Doğa Derneği Eski Başkanı” ve “Akademisyen” gibi İzmir Büyükşehir Belediyesi ile ilişkileri gizlenerek takdim edilmiştir?

📌 Niye Çeşme Turizm Projesi‘nin değerlendirilmesi, konuşmacılar arasında sadece 15 dakika süre ile konuşacak Prof. Dr. Erdoğan Atmış‘a verilerek diğer konuşmacıların bu konudan uzak tutulması sağlanmıştır?

İzmir Büyükşehir Belediyesi‘nin bu soruları doğru, inandırıcı ve samimi bir şekilde yanıtlamasını beklerken; böylesi büyük ve önemli bir mücadelenin davaya inanmış ilgili ve doğru seçilmiş kurum ve kişilerin yapacağı doğru ittifaklarla ve doğru yöntemlerle yönetilmesi gerektiğini, hiç bir kurum ya da şahsın perde arkasında kalma hakkı olmadığını ve hiçbir kurum ya da şahsa böyle bir pozisyonu kullanma hakkının verilmemesi, tüm kurum ve kişilerin cesaretle sorununun üstüne giderek korkak, sinik ve teslimiyetçi tutumlardan uzak durmasını gerektiğini söylemek istiyoruz.

Ama her şeyden önce;

Bu kentte yaşayan ya da bu kenti temsil eden tüm siyasetçilerin ve belediye başkanlarının Çeşme Turizm Projesi’ne karşı politik bir tavır alarak; aynen İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun “Kanal İstanbul” projesine yaptığı gibi tüm varlığıyla karşı çıkmasını, korkusuzca ortaya atılarak bu çalıştay ve formu ben düzenledim, “Çeşme Turizm Projesi’ne Hayır!” diyorum demesini,

“Betonlaşma çok olmazsa, yeşil büyük ölçüde korunursa ülkeye döviz getirecek bir projeye negatif bakmayı asla düşünmüyoruz” şeklinde ifade edilen teslimiyetçi CHP politikalarına izin verilmemesini talep ediyoruz.

‘Bir başka tarım’ iddiasının İzmir macerası… (6)

Ali Rıza Avcan

Yazı dizimizin bugünkü bölümünde, İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Tunç Soyer‘in, İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin 2021-2024 döneminde uygulayacağı tarım politika ve uygulamalarını açıklamak için 21 Ocak 2021 tarihinde Ödemiş Belediyesi Kültür Merkezi’nde yaptığı uzun konuşmanın son kısmındaki ifadeleri ele alıp değerlendirmeye çalışacağız.

O halde incelemeye ve yazmaya devam…

Kooperatifler, Köyler ve de Kırsal Mahalleler

Konuşmanın bu bölümünde küçük üreticiyi bir araya getiren kooperatifleşmenin önemi ile 2012 yılında köyden mahalleye, 2021 yılında da mahalleden “kırsal mahalle“ye dönüştürülen kırsal yerleşimler üzerinde durulmaktadır:

Tüm bu çalışmalarımızda kooperatifleşmeyi, örgütlülüğü çok önemsiyor ve teşvik ediyoruz. Çünkü küçük üreticinin hayatta kalabilmesi için bir araya gelerek güçlenmesi ve haklarını birlikte savunması şart. Küçük üreticinin örgütlenmesi ve bu örgütlülük içinde üretimin gerçekleşmesi, İzmir Tarımı’nın temel özelliklerinden biri.” 

Türkiye’de tarımın içine düştüğü sıkıntıların en temel sebeplerinden biri; 8 yıl önce, 2012 yılında Büyükşehir Yasası ile toplamda 16 bin 220 köyün kapatılması oldu. 

Buna karşı Seferihisar’da “Geleceğin Köyleri” adıyla bir hareket başlatmıştık ve kısa sürede 1000’e yakın köyün katıldığı bu oluşum tüm Türkiye’ye yayılmıştı. 2013 yılında Teos Antik Kenti Tarihi Parlamentosu’nda, yüzlerce köy muhtarıyla bir araya gelerek Büyükşehir Yasası’yla kapatılan köylere karşı tepkimizi haykırdık ve mücadelemizi başlattık.

Çünkü köylerin mahalleye dönüştürülmesinin, bir isim değişikliğinden ziyade Türkiye tarımının çökmesine neden olacak sonuçlar doğuracağını biliyorduk. Ne yazık ki dediğimiz gerçek oldu ve bu yasa değişikliği sonrası aradan geçen 8 yılda Türkiye tarımı, hiçbir zaman olmadığı kadar büyük yara aldı.

Yakın zamanda bir torba yasa ile köylerin “kırsal mahalle” olarak belirlenebilmesinin önü açıldı. Bu yasa bir kez daha, bizim köy kapatmalara karşı mücadelemizin haklılığını ortaya koydu. Kırsal mahalle olarak belirlenecek köylerde; vergi, harç ve su gibi çeşitli muafiyet ve indirimler getirilmesi, elbette olumlu bir gelişme ama yeterli değil.

Köyler kapatılınca ortak mülkiyet alanları, ortak meralar ve araziler elden çıkmıştı. Yapılan düzenlemeler bu malları, köylere geri vermiyor. 

“Başka Bir Tarım Mümkün” diyerek hayata geçirdiğimiz İzmir Tarımı’nın, şehrimizden başlayarak tüm ülkemizde, köylerimizin ve çiftçimizin dertlerine derman olacağına inanıyoruz. Buradan, adı mahalle olarak değiştirilen tüm köylerimize sesleniyorum. Kırsal mahalle statüsü için başvurunuzu bir an önce ilçe belediyelerine gerçekleştirin. Büyükşehir Belediyemiz her konuda olduğu gibi bu konuda da köylerimizin yanında olacak, üreticimizin refahını büyütmek için sizlerle birlikte canla başla çalışacak.

İzmir İl Tarım ve Orman Müdürlüğü‘nden aldığımız verilere göre, 2020 yılı verilerine göre İzmir’de 158’i tarımsal kalkınma, 85’i sulama ve 45 su ürünleri kooperatifi olmak üzere toplam 288 adet kooperatif faaliyet göstermektedir. Son iki yıl içinde Covit19 salgını nedeniyle bu kooperatiflerin genel kurulları yapılamadığı için eldeki son verilere göre bu kooperatiflere ortak olanların sayısını yaklaşık 32.500 civarında olduğu tahmin edilmektedir. Bu durumda kooperatif başına düşen ortalama üye sayısının 112,84 kişi ve 32.500 kişinin de Türkiye İstatistik Kurumu’nun 2020 yılı verilerine göre, İzmir’de tarım sektöründe istihdam edilen 110.000 kişi içindeki oranının % 29,54 olduğu görülmektedir.

Ayrıca İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Tunç Soyer‘in eşi Neptün Soyer‘in yönetim kurulu başkanı olduğu S.S. İzmir Tarımsal Kalkınma ve Diğer Tarımsal Amaçlı Kooperatifler Birliği‘ne de 74’ü (% 74) tarımsal kalkınma, 25’i (% 25) sulama ve 1’i (% 1) su ürünleri kooperatifi olmak üzere toplam 100 kooperatifin üye olduğu belirlenmiş; ancak kendilerine aylar önce yazılı olarak sormuş olmamıza rağmen, Birliğe üye kooperatiflerin her birine ortak olanların sayıları öğrenilememiştir. (1)

Bu rakamları ülke rakamları ile mukayese etmeye kalktığımızda ise, elimizdeki 2016 yılı verilerine göre Türkiye genelinde 7.201’i tarımsal kalkınma, 2.523’ü sulama ve 553’ü su ürünleri kooperatifi olmak üzere toplam 10.277 tarım kooperatifi bulunuyor (2) ve tarımsal faaliyetler açısından oldukça gelişmiş bir il olan İzmir, 2020 verilerine göre bu sayının sadece % 2,80’ine sahip bir il olarak diğer illerin arkasından gelmektedir.

Bu anlamda tarımdaki kooperatifleşme açısından gerilerden gelen İzmir’de kooperatifleşmenin özendirilmesi, bunun için çaba gösterilmesi yerinde ve olumlu bir çaba olmakla birlikte kooperatifleşmenin o bildiğimiz kooperatifleşme olmaktan çıkıp çok ortaklı şirketleşme süreci içine girdiği; ayrıca mevcut kooperatiflerin hızla demokratik, katılımcı ve şeffaf olmaktan çıkıp yönetimlerinde kooperatif ağalarının uzun yıllar iktidarını sürdürdüğü , üstüne üstlük Avrupa Birliği ortak hukuk çalışmaları içinde karşımıza “Avrupa kooperatif şirketi” adıyla yeni bir şirket türü çıkarıldığı için (3), böylesi bir ortamda kooperatiflerin çağdaş sorunlarından söz edip bu sorunları çözümü ve toplumcu kooperatiflerin oluşumu için mücadele etmeden kooperatifleşmeyi desteklemenin ya da Tarihi Kemeraltı Ç:arşısı ya da tarım gibi sorun olan her yerde kooperatifleşmeyi bir öneri olarak ileri sürmenin doğru, geçerli ve anlamlı olmadığını düşünüyorum.

2012 yılında yürürlüğe giren 6360 sayılı yasa ile mahalleye dönüştürülen köyler için Seferihisar ilçesindeki 9 köyün öncülüğünde “Geleceğin Köyleri Hareketi“ne 367 köyün katıldığı, köylerin mahalleye dönüştürülmemesi için düzenlenen imza kampanyasında 4.525 kişinin imza verdiği süreçte “bizim amacımız, bu yasayı Anayasa Mahkemesi’nden bozduracağız… Konuyu Başbakan Erdoğan’a ve gerekirse Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine taşıyacağız… Köylerimizin kapanmaması için büyük bir mücadele başlatıyoruz” (4) şeklinde demeçler verip konuşmalar yapan Seferihisar Belediye Başkanı Tunç Soyer ile Belediye Başkan Yardımcısı avukat Nilgün Durmazer‘e 2015 yılındaki özel bir söyleşide bu mücadele kapsamında açıldığını öğrendiğim davanın sonucu hakkında sorular sormuş; ancak net bir cevap alamamıştım.

İşte o nedenle, 2012 yılında 367 köyün ve 4.525 imzacının katıldığı bir mücadelenin söylendiği gibi Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne kadar götürülmesi gerektiği halde verilen sözlerin yerine getirilmediği gibi, bu konuda o tarihten 2021 yılına kadar tek bir sözün söylenmediği, bunun için özel bir politika ve uygulamanın geliştirilmediği ve özet olarak bugün övünçle anlatılan o mücadelenin sürdürülüp sonucunun alınmadığı anlaşılmaktadır.

Sıra Hamasette…

Gelelim, benim ‘yerli ve milli‘m senin ‘yerli ve milli‘nden daha iyidir hamasetine… Daha doğrusu ötekinin hamasetini kendi hamaseti ile kötüleme çabasına…

Değerli katılımcılar,

Yerli ve millî olmak, sözde değil, özde olması gereken bir meseledir. Bir bayrak düşünün! Göklerde dalgalanması için göğsünüzü siper edeceksiniz. Bir memleket düşünün! Sınırlarını korumak için binlerce şehit vereceksiniz. Fakat o sınırların içindeki vatan toprağını kaderine terk edeceksiniz. Tarlaların ve köy evlerinin birer birer boşalmasına seyirci kalacaksınız. Yerli ve milli tohumlarımız hızla yok olurken, yabancı tohumlara teşvik vereceksiniz. Kültürümüzü, köklerimizi ve geçmişimize ait ne varsa her şeyi inşaat sektörüne kurban edeceksiniz. Büyük bir ustalıkla, tarımın doğduğu topraklarda tarımı yok etmeyi başaracaksınız. Buğdayın, koyunun, keçinin, sığırın, armudun, kirazın, üzümün, incirin, zeytinin ve daha nicesinin ana vatanında, tarımın binlerce yıldır yapıldığı bu topraklarda, Anadolu tarımından geriye eser bırakmayacaksınız. Verimi yüksek diyerek memleketin her yerini ithal ve yabancı tohumlara boğacak, yerli tohum ve ırklarımızı teker teker tasfiye edeceksiniz. Yabancı tohumlar ülkemizi istila ederken, topraklarımız çoraklaşacak, göllerimiz bir bir kuruyacak, yer altı sularımız yüzlerce metre derinlerde kaybolacak.

Üstelik tüm bunlar olup biterken, yerli ve milli olmak hamasetini yapmaya devam edeceksiniz. Merak ediyorum. Bizi biz yapan toprağımızdan, suyumuzdan, doğamızdan daha yerli ve milli ne olabilir? Ellerimiz ülkemize ait tüm değerleri tek tek yok ederken, sözlerimizin neresi yerli ve milli olmaktan bahsedebilir?

Kimse kusura bakmasın. Tarım tekelleri daha da büyüsün; yabancı şirketler borç batağı altında ezilen köylümüze daha da fazla ithal tohum, daha çok ithal ilaç, ithal yem ve hayvan satsın diye; topraklarımızın kuraklaşmasına ve halkımızın yoksullaşmasına asla izin vermeyeceğiz. Milletimiz için yoksulluğun ve topraklarımız için kuraklığın kader olmadığını çok iyi biliyoruz. Eskiden savaşlar topla tüfekle, işgaller askerlerle, postallarla olurdu. Bugünün savaşları ve işgalleri ise tohumla, ilaçla ve topraklarımızı çoraklaştıran, köylümüzü esir eden yanlış tarım politikaları ile oluyor.

Memleket toprağının her karışı kutsaldır. Bu ülkenin her karışını korumak için mücadelemizi son nefesimize kadar sürdürmekte kararlıyız. Bu büyük işgale yine İzmir’den başlamak üzere başkaldırıyoruz.

Yoksulluğa ve kuraklığa karşı ilk adımımızı, “Başka Bir Tarım Mümkün” diyerek bugün burada Ödemiş’te atıyoruz. Üreticimizle yan yana, yerli ve milli bir tarım politikası inşa ediyoruz.

Memleketimize hayırlı olsun. Bereketi bol olsun!

Bu şekilde ucuz ‘vatan, millet, Sakarya‘ ya da ‘Kurtuluş‘ edebiyatı ile yapılan bu hamasete konu yapılan ‘yerli, ve milli olma‘ halinin her iki yan için geçerli ya da doğru olmadığını söylememiz gerekiyor.

Çünkü tarımda kullanılan tohum, gübre, ilaç, hormon, makine, mazot gibi birçok girdinin binlerce yerli ve yabancı kaynaktan karşılandığı; hatta yerli ile yabancının bu kadar fazla iç içe girip hemhal olduğu, yerli ya da milli diye bildiğimiz bir çok şeyin arkasından yerli ya da milli olmayan şeylerin çıktığı böylesi bir ortamda benim tarımım yerlidir ya da millidir demenin ne kadar aldatıcı, yanıltıcı ve kötü niyetli bir girişim olduğunu hepimiz biliyoruz.

Örneğin, Covid19 salgınını en yoğun yaşadığımız şu günlerde biri çıkıp da “bu aşılar yerli ve milli değil, yabancı aşı ve ilaçlar insanlarımızın genetik yapısını bozarken neslimiz kuruyacak, nüfus artış oranımız azalacak, ülkemiz beka sorunu ile karşı karşıya kalacak” dese ya da diyorsa, ne derdiniz? Ya da yerli ve milli olmayan aşı ve ilaçları kabul etmeyip yerli aşıyı beklemeye kalksa ne yapardınız? Ya da Küba hükümetinin ya da halkının yaptığı gibi, birileri çıkıp “tüm insanlığı ilgilendiren konularda yerli ve milli olmaktan söz etmek bilime aykırıdır, insanlığa zarar vermektedir; o nedenle gelin bizim sağlık hizmetlerimizden yararlanın, bizim aşı ve ilaçlarımızı ücretsiz kullanın” deseler o insanlar sizden olmadığı, verdikleri malzeme ve hizmetler yerli ve milli olmadığı için tekliflerini kabul etmez misiniz? Bir düşünün isterseniz….

Sanırım, hangi taraftan gelirse gelsin tarımda da yerli ve milli olmanın gerekliliğinden söz eden herkese buna benzer sorular sormak gerekir. Çünkü Tarım Kanunu’nun yürürlüğe girdiği 2006 yılından bu yana karşı olup mücadele ettiğimiz şey, yerli ya da yabancı bir mal ve hizmeti kabul edip kullanmak değil; Türkiye’nin Dünya Ticaret Örgütü anlaşmalarını kabul etmesi nedeniyle tarımda kendi ulusal çıkarlarını gözeten politika ve uygulamalardan vazgeçmiş olmasıdır. Bu anlamda yerli ve milli olması gereken şey kullanılan girdilerin yerli ve milli olması değil; o girdilerin seçimini ve ülkeye girişini yönetecek olan ulusal tarım politika, strateji ve uygulamalarının varlığı ve onun etkinliğidir. Şayet öyle bir politika, strateji ve uygulama varsa gerektiğinde yerli ve milli kaynakları, gerektiğinde de yerli ve milli olmayan kaynakları kullanması söz konusu olabilir.

O nedenle asıl mücadele etmemiz gereken şey, bir ülkenin kendi yerli tohumlarını doğrudan ya da geliştirerek kullanması veya yabancı tohumları tercih etmesi değil; kendi ürettiği hibrit tohumların kullanımını zorunlu kılan neoliberal kapitalist sistemin tarım alanında ortaya koyduğu politikalardır.

Devam Edecek

(1) https://www.koykoopizmir.com/tr/Ortaklar/Index (Tarih: 17.05.2021)

(2) Türkiye Kooperatifçilik Raporu 2016, Gümrük ve Ticaret Bakanlığı Kooperatifçilik Genel Müdürlüğü, Mayıs 2017, s.13.

(3) Avrupa Kooperatif Şirketi için bakınız: https://kentstratejileri.com/2020/06/03/vahsi-kapitalizmin-karanlik-yuzu-sirketler/

(4)Geleceğin Köyleri Hareketi kuruldu: Köy yoksa gelecek de yok“, Sol Portal, 15.03.2013;”Köy yoksa geleceğimiz de yok“, OdaTV, 17.02.2013; “Seferihisar’da Geleceğin Köyleri Hareketi: Köy yoksa geleceğimiz de yok“, Karasaban, Nisan 2013

Daha önceki bölümler için:

https://kentstratejileri.com/2021/05/12/bir-baska-tarim-iddiasinin-izmir-macerasi-1/

https://kentstratejileri.com/2021/05/14/bir-baska-tarim-iddiasinin-izmir-macerasi-2/

https://kentstratejileri.com/2021/05/17/bir-baska-tarim-iddiasinin-izmir-macerasi-3/

https://kentstratejileri.com/2021/05/19/bir-baska-tarim-iddiasinin-izmir-macerasi-4/

https://kentstratejileri.com/2021/05/21/bir-baska-tarim-iddiasinin-izmir-macerasi-5/