İstanbul’u kimler yönetiyor?

Ali Rıza Avcan

Bazen iyi bildiğimiz bir konuda kendi kendimizi daha fazla inandırmak, adeta iman tazelemek ya da onaylanmak adına cevabını bildiğimiz sorular sorarız kendi kendimize…. Aynen şimdi sorduğumuz “İstanbul’u kimler yönetiyor?” sorusu gibi…

Tabii ki bu sorunun karşılığında bir şehir olmaktan çıkan İstanbul‘u, bırakın kuytu ve gizli noktalarını, şehrin tam ortasında alenen faaliyet gösteren yerel ve uluslararası mafya çeteleriyle tarikat, cemaat şeyhlerinin müritlerini, açık alanlarda ise her 1 Mayıs günü tanık olduğumuz gibi hayata geçirilen sıkıyönetim halinin faili Saray’ın adamları valilerin, polis ve jandarmaların yanında onlarla birlikte ya da onlara rağmen arada sırada ya da yer yer belediyeler ve belediye meclisleri yönetiyor diye cevaplayabiliriz.

İşte o nedenle, İstanbul‘un yönetiminde ne ölçüde etkili olduğunu bilmediğimiz ya da yönetme gücünün yer yer veya zaman değiştiğini gördüğümüz, kenti yönetmeye dair yetkilerinin çoğu kez merkezi iktidarı temsil eden vali ve emniyet güçleriyle, mafya, tarikat ve sermaye üçgenindeki güçlerle çelişip çatıştığına tanık olduğumuz İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisi ve onun üyelerinin kendilerine verilen görev, yetki ve sorumluluklarla bundan böyle İstanbul‘u ne ölçüde yöneteceğini, o devasa metropolün geleceğinde ne ölçüde etkili olacağını önümüzdeki gün ve yıllarda hep birlikte görüp tanık olacağız.

Bugünkü yazımın konusunu oluşturan İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisi üyelerinin genel profilini veren ad ve soyadlarıyla üyesi oldukları siyasi partileri, ilçe belediye başkanı ya da ilçe meclis üyesi olup olmadıklarını, meclise hangi ilçeyi temsilen geldiklerini, cinsiyet, yaş, eğitim düzeyi ve sahip oldukları meslek gibi kişisel ve demografik verilerin, hem aday olmak için Yüksek Seçim Kurulu‘na yaptıkları başvuru sırasında, hem de seçilip meclis üyesi olduktan sonra belediyeye verdikleri bilgilere dayandığını; ayrıca, geçen haftaki yazımda ele aldığım İzmir Büyükşehir Belediye Meclisi üyeleriyle ilgili verilerden farklı olarak meclis üyelerine ait fotoğraflar eşliğinde hazırlanan ayrıntılı özgeçmişlere dayandığını, İstanbul‘un bu konuda İzmir‘den birkaç fersah ötede olduğunu belirtmem gerekiyor. Tabii ki, kendilerine verilen özgeçmiş formlarını halen doldurup vermemiş bazı meclis üyelerini bunun dışında bırakmak suretiyle…

Hepimizin bildiği gibi, İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisi‘nin üye sayısı ve üyelerin siyasi partiler arasındaki dağılımı 31 Mart 2024 tarihinde yapılan son seçimle büyük ölçüde değişti. Böylelikle İstanbul Büyükşehir Belediyesi‘ne ait Açık Veri Portali‘nde henüz değiştirilmemiş verilere göre 31 Mart 2024 tarihi öncesinde, toplam üye sayısı 311 olan belediye meclisinde 24’ü ilçe belediye başkanı, 151’i ilçe meclis üyesi olmak üzere toplam 175 (% 56,27) AKP‘li, 14’ü ilçe belediye başkanı, 105’i ilçe meclis üyesi olmak üzere toplam 119 (% 38,27) CHP‘li, 1’i ilçe belediye başkanı, 3’ü ilçe meclis üyesi olmak üzere toplam 4 (% 1,29) MHP‘li, 12’si ilçe meclis üyesi olmak üzere toplam 12 (% 3,86) İyi Parti’li ve 1 (% 0,33) bağımsız üye bulunmaktaydı. Diğer yandan kadın meclis üyeleri de 33’ü (% 18,86) AKP‘de, 19’u (% 15,97), CHP‘de, 1’i bağımsız olmak üzere toplamın % 17,05’ini oluşturmaktaydı.

Şimdi ise toplam üye sayısının 311’den 316’ya çıktığı belediye meclisinde;

+ AKP‘nin üye sayısı 175’den 123’e, toplam içindeki oranı % 56,27’den % 38,93’e inmiş,

+ CHP‘nin üye sayısı 119’dan 185’e, toplam içindeki oranı % 58,55’e yükselmiş,

+ MHP‘nin üye sayısı 6’dan 4’e, toplam içindeki oranı % 1,29’dan 1.90’a yükselmiş durumda.

Eski mecliste 12 üye ve % 3,86 oranıyla var olmasın karşın son seçimde varlık gösteremeyen İyi Parti‘nin yerini ise 2 üye ve % 0,64 oranı ile Büyük Birlik Partisi (BBP) almış görünüyor.

Ancak bu dağılımda bence dikkatimizi çekmesi gereken en vahim nokta, aynen İzmir‘de olduğu gibi sanayinin onca geliştiği, binlerce sanayi tesisinin bulunduğu, milyonlarca işçi ve emekçinin yaşadığı böylesine büyük bir metropolde adında “işçi“, “sol” ya da “komünist” sözcüğü geçen hiçbir sol, sosyalist, komünist partinin belediye meclisinde olmayışına karşın oyu azaldı denilen MHP‘nin 6, BBP‘nin de 2 üyeyle var oluşudur. Bu durum yerel seçimlere girmeyi kabul eden Türkiye İşçi Partisi (TİP), Sol Parti ve Türkiye Komünist Partisi (TKP) gibi algısı ve fiyaskosu büyük, kendisi ve etkisi küçük, oyu az örgütlerin kafalarını elleri arasına alarak uzun uzun düşünecekleri acınası bir durumu ortaya koymaktadır.

İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisi üyelerini oluşturan ilçe belediye başkanlarıyla ilçe meclis üyeleri arasındaki kadın üyelerin siyasal partiler itibariyle dağılımına baktığımızda ise; AKP, MHP ve BBP‘de hiçbir kadın ilçe belediye başkanının bulunmadığını, belediye meclisinin % 18,35’ini oluşturan kadınların CHP‘de ilçe belediye başkanlarının % 1,62’sini, ilçe meclis üyelerinin % 17,30’unu, AKP‘de ilçe meclis üyelerinin % 17,89’unu oluşturmakla birlikte; bir önceki belediye meclisinde AKP‘den daha az kadın üyeye sahip CHP‘nin bu kez % 1,03 gibi ufak bir farkla AKP‘nin önüne geçtiğini, bu sayı ve oranların hiçbir şekilde % 50-%50 düzeyindeki ideal kadın-erkek eşitliğini temsil etmediğini, % 18,92 gibi oldukça düşük bir oranın CHP açısından ayırt edici bir marifet olmadığını, İzmir‘de olduğu gibi topluma “dönüşüm” ya da “değişim” sözü veren CHP‘nin parti tüzüğünde yazılı olan % 30 oranındaki kadın kotasına bile ulaşamadığını, İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisi‘nin bu haliyle “erkek egemen” bir meclis olduğunu görürüz.

İzmir’den farklı olarak doğum yerini ve tarihini beyan eden meclis üyelerinin siyasi partiler itibariyle ortaya çıkan yaş ortalamaları ise yukarıdaki tabloda da göreceğiniz gibi; % 42,67 ile % 47,30 yaş aralığında seyretmekte olup; bu durum, AKP, CHP ve MHP‘li meclis üyelerinin yaşları itibariyle birbirlerinden pek de farklı olmadığını göstermektedir.

İzmir uygulamasından farklı olarak doğum yerini belirten toplam 239 (% 75,64) meclis üyesinin doğdukları 43 il arasındaki dağılımı ise aşağıdaki tabloda görüp; İstanbul’da doğduğunu söyleyen AKP, CHP ve MHP’li üyelerin toplam üye sayısının 1/3’ünü (% 35,45) oluşturduğu, İstanbul doğumluları % 3,70 oranıyla Trabzon, % 3,14 oranıyla da Sivas doğumluların izlediği görülmektedir.

Ancak bu konudaki en ilginç özellik, doğum yerini belirten tüm üyelerin sayfalarında doğum yeri dışında ailesinin “aslen” nereli olduğunun özellikle belirtilmiş olmasıdır ki; bu da bize tüm İstanbul halkını temsil ettiğini varsaydığımız meclis üyeleri arasında bile yoğun hemşerilik anlayışının, ilk karşılaşmalarda sorulan “hemşerim nerelisin?” merakıyla örneklenen memleketçilik ayrımının ne ölçüde geçerli olduğunu, İstanbul Büyükşehir Belediyesi‘nin de kurumsal düzlemde bu anlayış ve tutumu kabullenip bu bilgiyi öne çıkarmaya özen gösterdiğini ortaya koymaktadır.

İstanbul Büyükşehir Belediyesi‘nin 2024-2029 döneminde görev yapacak olan meclis üyelerinin temsil ettikleri siyasi partiler itibariyle eğitim düzeylerini gösteren aşağıdaki tablonun verilerine göre lise mezunlarının CHP‘de % 8,91 farkla, lisans üstü eğitim alanların da AKP‘de % 11,43 farkla ağırlık kazandığını göstermektedir.

Bu verileri geçen haftaki yazımla ele aldığım İzmir Büyükşehir Belediye Meclisi üyelerinin eğitim düzeyleri ile mukayese etmeye kalktığımızda ise; İstanbul‘daki meclis üyelerine ait eğitim düzeyinin İzmir‘dekilerin düzeyinden daha yüksek olduğunu; örneğin, İstanbul‘daki lisans eğitim alanların oranı % 56,33, yüksek lisans yapanların oranı % 20,57 iken bu oranların İzmir‘de % 54,85 ve % 12,58 düzeyinde kaldığını görürüz.

İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisi üyelerinin beyan ettikleri mesleklere göre dağılımına gelince bu mecliste de, aynen İzmir Büyükşehir Belediye Meclisi‘nde olduğu gibi avukatların % 16,45, iş insanı, iş adamı iş kadını ya da sanayici denilen varlıklı ve zengin kesimlerin % 14,55, ilgili tüm branşları kapsayan mühendislerin % 13,88, mimarların ve yöneticilerin % 7,22 ile ilk sıraları işgal ettiğini görürüz. Ancak burada İzmir‘den farklı olarak -sayıları az da olsa- öğrencilere ve ev kadınlarına rastlanmakla birlikte işçilere ve işsizlere rastlanmamakta, belediyede ve diğer iş kollarında örgütlü olan sendikaların bir işçiyi ya da işsizi meclis üyesi seçtirmek için ve bu sayının artması için ne yaptıkları bilinmemektedir.

Sonuç olarak;

31 Mart 2024 seçimlerinin İzmir ve İstanbul‘daki kazananı CHP, bizlere “değişim” ya da “dönüşüm” vaadinde bulunmakla birlikte; bizim yerimize seçip temsilcimiz olduğunu söylenen meclis üyelerinin doğum yeri ve yılı, eğitim düzeyi ve mesleği anlamında AKP, MHP ve BBP temsilcilerinden pek de farklı olmadıkları anlaşılmaktadır.

Hem İzmir, hem de İstanbul belediye meclisleri düzleminde ortaya çıkan bu ilginç durum nedeniyle; doğum yerleri, yaş ve eğitim düzeyleri, mesleki bilgi ve becerileri itibariyle birbirinden pek de farklı olmayan farklı partilerden gelen belediye meclisi üyelerinin, kendilerinin partileri tarafından seçiminde ortaya çıkan anti demokratik durumu ortadan kaldırıp halkın temsilcisi olabilmesi için birtakım çözüm ve öneriler geliştirilebileceğini düşünüyorum.

İşte tam da bu bağlamda, yasal düzlemde “belediye meclisleri belediyelerin karar organıdır” denilmesine karşın; bugünkü koşullarda belediye başkanlarını öne çıkarıp komutayı onlara teslim eden ve gerçekte Tayyip Erdoğan tarafından ülkemizin yönetim sistemine armağan edilen başkanlık sisteminin belediyelerdeki örneğini oluşturan böylesine antidemokratik bir yönetim sisteminin yürürlükte olması nedeniyle, halk tarafından yeterince tanınıp bilinmeyen meclis üyelerinin parti yöneticileri dışında halkla doğrudan ilişki kurması, bu ilişki ve iletişim içinde halkın görüş, düşünce, öneri, eleştiri, istek ve şikayetlerini öğrenip ona göre -bazı durumlarda belediye başkanına rağmen- karar vermemesi için, daha doğrusu belediye meclis üyelerinin belediye başkanlarının iradelerine teslim etmek için meclis üyelerinin tanıtım ve doğrudan iletişimine yeterince önem verilmediğini, çoğu kez onların fotoğraflarının, iletişim adreslerinin halktan saklandığını, belediyelerdeki tek iktidar gücünün belediye başkanı olması için özel bir çaba gösterildiğini, belediyelerin basın ve halkla ilişkiler birimlerinin belediye meclis üyeleriyle belediyenin kurumsal iletişimi yerine çekilen fotoğraflarda, hazırlanan video ve basın bültenlerinde sadece belediye başkanına odaklanıldığını, adeta onların attığı her adımın, giydiği her giysinin, dile getirdikleri her sözcüğün öne çıkarıldığını görüyoruz.

İşte o nedenle, basın danışmanlarının elindeki kameraların, grup içindeki mevcudiyetlerinin fark edilmesini sağlayacak parlak renkli elbiseler giyen, “acaba bugün ne giydi” merakını kışkırtan kıyafetlerini devamlı değiştirip gülücükler saçan belediye başkanlarına odaklandığı böylesi bir gösteri ortamında, hangi partiden olursa olsun tüm belediye meclisi üyelerinin sahip oldukları karar alma iradesine sahip çıkarak ellerindeki gücün farkında olmalarını diliyorum. O nedenle de, halkla sağlıklı ve sonuç alıcı iletişim kurmalarına izin verilmeyen belediye meclis üyelerine, bir kez daha seçilme kaygılarından kurtularak;

Ellerinizdeki zincirleri kırarak ve yerel halkla daha fazla ilişki kurarak yerel iktidarın ortağı olduğunuzu bilin ve direksiyonun başına geçin!

Belediye başkanlarının gücünü, sahip olduğunuz denge-denetleme gücünüzle frenleyip daha demokratik bir yönetimin rehberi olun!

Böylelikle;

Yeni bir demokratik dönemin öncüsü ve sözcüsü olun!” demek istiyorum….

Buda-ma…

Ali Rıza Avcan

Bugünkü yazımın konusunu ağaçların, özellikle de kentlere estetik görünüm kazandırıp doğal bir ortam yaratsın, havadaki tozları ve kirli havayı emip yok etsin, karbondioksit depolayıp oksijen sağlasın, kent ısı adası etkisini azaltsın, sıcaklığı dengeleyip biyolojik çeşitliliği geliştirsin, başta kuşlar olmak üzere hayvanlara yaşam alanı sağlasın ve altında oturacak insanlar için gölge oluşturup yaşam kalitesini zenginleştirsin, insanların ruh sağlığına katkıda bulunsun düşüncesiyle park, bahçe ve yol kenarlarına dikilen ağaçların Karşıyaka Belediyesi gibi bazı belediyeler tarafından yanlış budanıp adeta ağaç olmaktan çıkarılıp bir direğe benzetilmesi gayreti oluşturuyor.

Çünkü son yıllarda yaşadığımız kentlerdeki ağaçların neredeyse ağacın tüm taç kısmını yok edecek şekilde kesilip budandığını görüp, bunun bir çevre katliamı olduğuna inanıyor ve bu vahşete itiraz ediyorum.

Oysa yurtdışına gittiğimizde; özellikle de Berlin‘deki ünlü Ihlamurlar Bulvarı (Unter der Linten) ya da Paris‘in Champs-Élysées benzeri geniş bulvarlarında dolaştığımızda bu cadde ve bulvarları kenarındaki ağaçlarda böyle bir uygulamaya rastlamıyor, ağacı gençleştirme ve daha sağlıklı hale getirmek amacıyla yerinde, zamanında gerçekleştirilen doğru uygulamalara tanık oluyoruz.

Berlin, “Ihlamurlar Bulvarı”, (Unter der Linden).
Paris, Avenue des Champs Élysées.

Evet, bir ağaç budama uzmanı değilim. Bu konuda birikim ve deneyim yoluyla edinilmiş bir ustalığım yok. Ama şanslı bir kuşak olarak ortaokulda felsefe, mantık, jeoloji ve astronomi gibi şimdilerde dile bile getirilmeyen konuların yanında Tarım-İş dersini görerek ağaç budama, aşılama, gübreleme gibi konuları uygulamalı olarak öğrenmiş biriyim. O nedenle kendimi şimdiki kuşaklara göre ayrıcalıklı ve şanslı görüyorum. O nedenle de gerektiğinde, özellikle de yöneticisi olduğum apartmanın bahçesindeki çalı ve bitkileri budarken ortaokuldaki Tarım-İş dersinde öğrenip yaşamımın diğer aşamalarında zenginleştirdiğim bu bilgi ve deneyimden yararlanıyorum. Ayrıca bu konuları okuyup araştırabiliyor, doğrusunu öğrenmek ve öğrendiğim doğru bilgiyi paylaşmak konusunda çaba gösterip mücadele ediyorum.

Üstteki fotoğraf Leningrad, alttaki fotoğraf ise İstanbul bulvarlarındaki ağaçların kışlık vaziyetlerini gösteriyor… Görüldüğü gibi İstanbul’dakiler adeta “saçlarını taramayıp sağa sola savuran” insanlara benzemiş… Kaynak: Ayrancım Derneği

Bence bu tür yanlış budama pratikleri ya bu konuda görevli olanların bilgisizliğinden ya da o ağacın varlığından, evinin ya da dairesinin önünü kapatıp çevreyi göremediğini iddia eden apartman yöneticileriyle o binada oturan diğer insanlardan kaynaklanıyor. Evlerinin önündeki bir ağacın önlerini kapayıp geleni gideni göremediğini söyleyen bu tür insanlar aslında kendi mülkiyetlerinde olmayıp kamunun; yani hepimizin malı olan bu ağaçları, yüreklerindeki kuraklık nedeniyle şikayet yöntemi ile kestirip belediye görevlilerinin işledikleri kent suçunun azmettiricisi ya da ortağı oluyorlar. Belediye görevlileri ise yapılan kesimin yanlış olduğunu anlatıp ikna etmek yerine ellerine aldıkları gürültülü testerelerle ve büyük bir iştahla o ağaçları kesmekte beis görmüyorlar. Ama diğer yandan da Taksim Parkı ya da Akbelen Direnişi benzeri bir doğa katliamı olduğunda oralara kadar gidip destek olmayı ve fotoğraflamayı ihmal etmiyorlar. Oysa küçüğü ya da büyüğü de olsa da, aynı katliamı kendileri, kendi topraklarında yapmaktan keyif alıyorlar ya da bütün bunları yapıp ya da yaptırıp “başarılı belediye başkanı” sanrısıyla büyükşehir belediyesine başkan olmaya koştur koştur gidiyorlar.

Oysa yaşadığımız ev ya da dairelerin yeşil ağaç, çalı ya da bitkilerle çevrelenmiş, aralarındaki kuşlarla seslenmiş olması çoğumuzun istediği, hayal edip yapmak istediği bir şey. Balkonunuza kadar uzanan ağacın bir dalı, o daldaki bir kuş ya da bir çiçek veya meyve, o dalların arasında esen serin bir rüzgar lafa gelince hepimizin düşlerini süslüyor; ama eyleme gelince o ağaçlar bazı insanları, içlerindeki o uğursuz karanlık yerine o ağaç nedeniyle kararan oda ve salonları onları rahatsız ediyor.

Gelin isterseniz benim şikayetçi olduğum ve doğrusunun yapılması için mücadele ettiğim, öneriler geliştirdiğim yanlış ağaç budamayı, kendi evimin çevresindeki park ve kaldırımlardaki örnekleri ele alarak göstermeye çalışayım:

BUrası benim oturduğum apartmanın yakınındaki bir apartman. Karşıyaka, Yalı Mahallesi‘nde 6484 sokakla 6442 ve 6470/2 sokağın köşesindeki Kılıç apartmanı. Burada görüntüye giren ve tümü de kaldırımda olan dört ağaç var. Üçü bu apartmanın önündeki kaldırımda, diğeri de karşı köşedeki Ege Tat isimli işletmenin önünde ve tam köşede yer alıyor. Bu fotoğrafı çektiğim tarih ise 27 Kasım 2019.

Anlaşılan o ki, apartman yönetimin talebi üzerine Karşıyaka Belediyesi ekipleri gelmişler ve apartmanın önündeki üç ağacın tüm taç kısmını budayarak sokağı göremeyen daire sahiplerinin çevreyi gözlemesine yardımcı olup bu üç ağacın nefes aldığı tüm dal ve yapraklarını yok ediyorlar. Neyse ki karşı köşedeki ağacı serbest bırakmışlar…

Bu fotoğrafın tarihi ise 23 Kasım 2023. Aynı ağaçların son budamasının üzerinden 4 yıl geçmiş ve dalları yeniden gelişen ağaçların apartmandakileri rahatsız etmesi nedeniyle yine belediye ekipleri, bu kez ağaç budama aracını getirmişler ve ağacı kesebilmek için inceleme yapıyorlar…

Ağaç budama işlemi bitmiş, kesilen dallar yerlere atılmış ve yine karşı köşede, dallarına uçurtma takılmış küçük ağaç bu katliamdan canını kurtarmış…

Muradına erip geleni gideni balkonlarından gözleyip izleyebilecek mutlu, mesut apartman sakinleri…

Evet, yine aynı yer; ama bu sefer tarihler 27 Şubat 2024’ü gösteriyor. Karşıdaki iki ağaç budanıp kuşa dönmüş hallerini devam ettiriyorlar. Lakin köşedeki, dallarına uçurtma takılmış küçük ağaç da geçen zaman içinde bu katliamdan payına düşeni almış. Kendisinden rahatsız olansa, olsa olsa köşedeki Ege Tat isimli işletmedir…

Ve bu manzara halen devam etmekte… Bu üç ağaç muhtemelen 2-3 senede kendilerine gelecekler ve bu ağaçlardan rahatsız olan apartman zevatının şikayeti üzerine yine vakti zamanı geldiğinde budanır kolları, dalları kesilir… Budayanlar da “ne yani, kökünü bırakıyoruz ya, yine büyür, gelişir” derler…

Bedavacıların arabaları yaklaşan yaz aylarında kızgın güneş altında kavrulacak…

Bu kez dikkatimizi yoğunlaştıracağımız yer, oturduğum apartmanın hemen karşısındaki Manolya Parkı ve bu parkın hemen yanında bedavacı araç sahipleri için parktan tırtıklanarak yaratılan otoparkı çevreleyen, o bölgeyi gölgeleyen büyük ağaçlar. Bu ağaçlar da 27-29 Şubat 2024 tarihlerinde 2-3 gün süren bol gürültülü bir budama operasyonunun kurbanı…

Bu ağaçların kesimi yapılırken gidip yaptıkları yanlışlığı anlatmaya çalıştığım belediye işçisi bu işi 13 yıldır böyle yaptığını söyleyerek bu konudaki cehaletini gösterdi. Telefonla ulaştığım üst düzey belediye yöneticisi ve belediye meclisi üyesi ise bu konunun kendi görev ya da ilgi alanında olmadığını söyledi. Ve sonuçta karşımıza böylesine bir katliam tablosu çıktı.

Manolya Parkı bakımsızdı, şimdi de gölgesiz oldu…

Hatta öyle bir kıyım olmuş ki, adeta belediye atölyesinde yakılacak odunlar bile bir köşeye konulmuş…

Muhtemelen Karşıyaka Belediyesi’nin atölyesinde yakıt olarak kullanılacaklar…

Böylelikle güneşin beyninizi delecek kadar kızgın olduğu yaz aylarında, zaten bakımsız olan bu parktaki banklara oturup birbiriyle sohbet eden çevre apartman sakinlerine “burada ne işiniz var?” ya da “buraya gelmeyin” denilmiş…

Ve en nihayetinde Manolya Parkı’ndaki son durum…

Bu kötü uygulama örnekleri tabii ki sadece İzmir‘e ve Karşıyaka‘ya özgü bir şey değil… Diğer kentlerde de, belediyelerde de buna benzer kötü örneklerine rastlıyoruz. Örneğin Ankara Büyükşehir Belediyesi‘nin kötü uygulama örneklerini aşağıdaki bir iki fotoğrafla paylaşıp bunun belediyeler itibariyle genel bir sorun olduğunu ifade edeyim.

Aşırı Budama, Akkavak, Tunalı Caddesi. Kaynak: Ayrancım Derneği.
Yanlış Budama, Akkavak, Kuğulu Park. Kaynak: Ayrancım Derneği.
Yanlış Budama, Çınarlar ve Kavak, İran Caddesi. Kaynak: Ayrancım Derneği.

Peki, bunca örnekten sonra “bu işin doğrusu nedir, kentlerdeki ağaçların doğru bir şekilde budanması ne şekilde olur?” dediğinizi duyar gibiyim…

Efendim, bu konuda da kendimden bir şeyler katmayarak bu konuyu kendine sorun edinen bilim insanlarıyla belediyelerin ortaya koydukları örneklerden söz etmek isterim. ÇÜnkü bu konuda yapılmış birçok bilimsel araştırma ve yayın var. Çoğu belediye ve üniversite bu yayınları paylaşarak bu işin yanlışını ve doğrusunu göstermeye, doğru budamanın nasıl yapılması gerektiğini gösteriyor. Örneğin Ankara, Çankaya ilçesi boyutunda güzel çalışmalar yaptığını bildiğim Ayrancım Derneği‘nin İnternet sayfasında doğru ve yanlış budama örneklerle gösterilip doğrusu anlatılmaya çalışılıyor.

Bunun dışında bu konu ile ilgili olarak benim ulaşabildiğim makale ve rehberleri sizin de ulaşıp okuyabilmeniz; özellikle de belediyelerdeki yönetici arkadaşlarla çalışanların okuyup öğrenmesi, kentteki tüm ağaçların hazırlanacak Yeşil Alan Yönetim Sistemi Stratejik Belgesi doğrultusunda envanterinin çıkarılıp düzenli olarak izlenmesi, kent ağaçlarının nicelik ve nitelik itibariyle geliştirilip izlenmesi, İzmir‘in coğrafyasına uygun ağaçların dikilip büyütülmesi, uzunca bir süredir Mısır‘dan geldiği söylenen Palmiye Böceği nedeniyle kuruyup yok olan palmiyelerle Kültürpark‘ta bakımsızlık nedeniyle kuruyup yok olan ağaçların doğru ve etkili mücadele yöntemleriyle kurtarılması, bütün bunların üzerine -13 yıldır çalıştığını söyleyen görevliler de dahil olmak üzere- bu konu ile ilgili tüm yönetici ve personelin eğitimden geçirilerek bu yanlıştan vazgeçilmesi ve yapılan işlerin yöneticiler tarafından denetlenmesi, İzmir belediyelerinin aynen İstanbul Büyükşehir Belediyesi‘nin yaptığı gibi bu konuda araştırmalar yapıp gerçekleştireceği yayınlarla halkı bilgilendirip bilinçlendirmesi için yazımın sonundaki “Yararlanılan Kaynaklar” bölümünde paylaşmaya çalıştım.

Tüm belediye başkanlarına, belediye başkanı ve meclisi üyesi adaylarına, belediye yönetici ve çalışanlarına duyurulur ve bu konuları önemseyip gerçekleştirmek üzere hazırlayacakları plan, program ve seçim bildirgelerine almaları önerilir…

Yararlanılan Kaynaklar

Altun, M. Ö., “Budama Teknikleri“, Sunum Dosyası, Ankara Büyükşehir Belediyesi, Erişim Tarihi: 03.03.2024, https://www.ankara.bel.tr/files/4114/3893/6355/BUDAMA_SUNUM.pdf

Arslan, M., “Kent Ağaçları ve Koruma Yaklaşımları, Ankara Üniversitesi Açık Ders Malzemeleri, Erişim Tarihi: 03.03.2024, https://acikders.ankara.edu.tr/pluginfile.php/64507/mod_resource/content/1/9.%20hafta.pdf

Demirtaş, A., “Kentlerde Ağaç Kesme ve Budama Rehberi, 22.09.2020, https://www.ayrancim.org.tr/?p=8249

Dirik, H., Erdoğan, R., Altınçekiç H. S., Altınçekiç, H., “Kent Ağaçlarının İşlevleri, Koruma Önemi ve Değer Belirleme Yaklaşımları“, Artvin Çoruh Üniversitesi Orman Fakültesi Dergisi, Cilt 15, Sayı 2, 2014, 161-174. Erişim Tarihi: 3.03.2024, https://www.researchgate.net/publication/273304295_Kent_Agaclarinin_Islevleri_Koruma_Onemi_ve_Deger_Belirleme_Yaklasimlari

Elvan, O. D., “Orman Sınırları Dışında, Kent İçi Alanlarda Ağaç ve Ağaççıkların Kesilmesinin Hukuki Olarak İncelenmesi,” Journal of Faculty of Forestry İstanbul University, 2013, 63(2), 71-83. Erişim Tarihi: 3.03.2024, https://forestist.org/Content/files/sayilar/165/90.pdf

Turna, İ., Yazıcı, F., Atar, F., “İstanbul İlindeki Kent Ağaçlarında Budama Çalışmalarının Değerlendirilmesi, Bartın Orman Fakültesi Dergisi, 19(1), 1 Haziran 2017, 1-10. Erişim Tarihi: 03.03.2024, https://dergipark.org.tr/tr/pub/barofd/issue/27137/296795

Turna, İ., “Ağaç Ağaççık ve Çalı Türlerinde Budama Teknikleri, Sunum Dosyası, Erişim Tarihi: 03.03.2024, https://docplayer.biz.tr/9548594-Agac-agaccik-ve-cali-turlerinde-budama-teknikleri.html

Budama Teknikleri, Erişim Tarihi: 03.03.2024, Ankara Büyükşehir Belediyesi, https://www.ankara.bel.tr/files/4715/8814/1506/10-budamateknikleri_compressed.pdf

Budama ve Terbiyenin Prensipleri, Ankara Üniversitesi Açık Ders Malzemeleri, Erişim Tarihi: 03.03.2024, https://acikders.ankara.edu.tr/pluginfile.php/112484/mod_resource/content/0/GENEL%20MEYVEC%C4%B0L%C4%B0K%20UYGULAMA%20NOTU-I.pdf

<object class="wp-block-file__embed" data="https://kentstratejileri.com/wp-content/uploads/2024/03/agac-ve-bitkilerde-bakim-ve-budama-esaslari.pdf&quot; type="application/pdf" style="width:100%;height:600px" aria-label="İstanbul Büyükşehir Belediyesi –
İstanbul Büyükşehir Belediyesi –
agac-ve-bitkilerde-bakim-ve-budama-esaslari
İndir

Şikayetçi olduğun bir sorunu, önce kendi sorumlu olduğun alanda çözmek…

Ali Rıza Avcan

Georges Politzer‘in “Felsefenin Temel İlkeleri” isimli eserini okuduğum lise yıllarından bu yana toplumsal dinamiklerin ve mücadelelerin sınıfların varlığına ve onlar arasındaki emek-sermaye çelişkisine dayandığını kabul eder, bunun dışında kalan ikinci ya da üçüncü dereceden cinsiyet, milliyet, ırk ve kültür gibi unsurların sınıf mücadelesi kadar belirleyici olmadığını bilirim. Bu durumun ortaya çıkmasında, babamın örgütlü bir demiryolu işçisi olmasının; ayrıca, beslenme uzmanı Osman Nuri Koçtürk gibi antiemperyalist isimlerden aldığı sendika eğitimlerinde öğrendiği şeyleri eve gelip bizlere anlatmış olmasının etkili olduğunu düşünüyorum. ABD Marshall yardımı olarak turuncu renkli peynirleri yiyip süt tozundan yapılma sıvıları içtiğimiz ilkokul eğitimi günlerinde, beslenme uzmanı Osman Nuri Koçtürk‘ün anlattığı ABD‘ni temsil eden kurt ya da tilki ile Türkiye‘yi temsilen trene boş boş bakan ineğin yedikleri besinler nedeniyle birbirlerinden ne kadar farklı olduklarına dair benzetmeyi bir La Fointaine masalı gibi babamdan dinlediğimi hiç unutmam.

Bu anlamda, 1989 ve sonrasında Sovyetler Birliği‘nin çözülmeye başlamasıyla birlikte, çevremdeki çoğu sosyalist, devrimci ya da solcunun o hayal kırıklığı içinde ve inançsızlıkla topu taca atarak ‘çevreci‘ ve ‘feminist‘ olmaya karar verdiği ya da ulusal duygularla şovenist kimlik politikalarına savrulduğu dönemlerde de temel belirleyici olanın sınıflar arası mücadele olduğunu savunmuş, vahşi kapitalizme karşı tarihi, arkeolojik, kültürel ve doğal değerlere sahip çıkarak çevreci olmanın ya da cinsiyet, ırk, yaş, engellilik gibi alt mücadele alanlarının sınıf mücadelesinin içinde yer aldığını savunmuşumdur.

Çünkü cinsiyet, çevre ya da kimlikler üzerinden yapılan mücadelelerin, anti kapitalist mücadele anlayışı çerçevesinde sınıf mücadelesi ile ilişkilendirilip çözümlenmediği takdirde kalıcı olmayacağına ve sonuç alınamayacağına, mücadelenin kitlesel olarak bu alanlara aktarılmasının; hatta işçi sendikalarının bile çevreci, feminist vb. hareketlere dahil olmaları önerilerinin aslında neoliberal kapitalist anlayıştan kaynaklandığına ve o nedenle de, sınıfsal bir temeli olmayan hiç bir toplumsal hareketin başarıya ulaşamayacağına inanırım.

Bugün bu çerçevede, uzun yıllardır kadın mücadelesi adıyla ortaya konulan ve yer yer ya da zaman zaman cinsiyetler arasındaki düşmanlık noktasına kadar gidebilen, kadını hem kendi sınıfından hem de aynı mücadele alanı içinde yer alan diğer sınıf, kesim ve gruplardan yalıtan çalışmaların belediyeler; özellikle de büyükşehir belediyeleri düzlemindeki durumunu ortaya koymaya çalışacağım.

Belediyeler yıllardan bu yana kadınların hak mücadelesine destek vermek, kadın cinayetlerine karşı çıkmak, tüm üretim alanlarında kadın işgücünü öne çıkarmak, kadınları her anlamda özgürleştirip bilinçlendirmek, örgütlemek ya da mevcut kadın örgütlenmesini desteklemek için çok farklı düzeylerde çalışmalar yapıp bunları hazırladıkları tüm resmi belgelerde tanıtım malzemesi olarak kullanmaktadırlar: Bu sene şu kadar kadına eğitim verdik, şu kadar kadın merkezi açtık, şu kadar kadını sığınma evlerimizde ağırladık gibi…

Ama yine de, yapılan çalışmaların sonuçlarına baktığımızda onca toplantı, sempozyum, kongre, konferans, çalıştay, atölye, kurs, gezi ve etkinliğe rağmen bir şeyler eksik kalmakta, kadının kendi ayakları üstünde durarak özgürleşmesi, toplum içinde ön plana çıkması mümkün olmamakta, kadın sorunu tanrılarca görevlendirilen kartalın her gece yediği, Kafkas Dağı’nda zincire vurulmuş Prometheus‘un karaciğeri gibi ertesi gün yeniden oluşup büyümekte ve gelişmekte, onca mücadeleye rağmen kadın cinayetleri daha da artmakta, toplumda kadının adı bir türlü geçmemektedir.

Bu durumun nedenini araştırmak için aklımıza gelen birbirinden farklı sorular sorup onların cevaplarını arayabiliriz: Kadın mücadelesi içinde yer alan kadınlar ve onlara destek olan erkekler bütün bu sonuçsuz mücadeleleri yapıp eylerken yoksa kendi vicdanlarını mı rahatlatıyorlar? Büyük umutlarla seçilen kadın yönetici ve temsilcilerin, elde ettikleri iktidarın güç ve etkisiyle -deyim yerindeyse- ‘erkekleşip‘ karşıtına dönüştüğü bir süreçte, karşıtların çelişki ve birliğini dikkate almayanlar yoksa, aynen kapitalizmin krizleri gibi biteviye sürecek bilindik ve sonuçsuz bir yolculuğa mı çıkıyorlar? Bu mücadelenin en kısa sürede neticelenebilecek en basit ve kolay yol, yöntem ve mücadele alanları yok mudur? Örneğin kadınların ve erkeklerin eşitliğine inanmış, kadın haklarını savunan insanlar, özellikle de siyasetçi ve belediye başkanları kadınlardan yana uygulamaları; örneğin, tüm hizmet birimlerinde aynı sayıda kadın ve erkek çalıştırarak kadının üretim içinde yerini güçlendirme projelerini niye önce kendi parti ya da belediyelerinden başlatamazlar, niye önce kendi evlerinin önünü temizleyip başkalarına örnek olmazlar?

İşte ben de bu sorulara net bir yanıt bulabilmek için 2019 tarihli son yerel seçimlerde CHP‘nin eline geçen İstanbul ve Ankara büyükşehir belediyeleriyle 2009 yılından bu yana CHP‘nin yönetiminde olan İzmir Büyükşehir Belediyesi ile bu belediyelere bağlı olarak içme suyu, kanalizasyon ve ulaşım hizmeti veren kurumların 2009-2020 dönemine ait toplam 191 adet faaliyet raporunu inceleyerek son 22 yıl içinde istihdam ettikleri kadınların sayısı ile yıllar itibariyle bu sayılardaki değişimi inceleyerek hem her birinin bu süre içinde kadın çalışan sayısının artması için ne yaptığını ortaya koymaya, hem de bu üç büyükşehir belediyesini birbirleriyle mukayese ederek CHP ile AKP‘nin bu konudaki politika ve uygulamalarındaki benzerlik ve farklılıkları ortaya koymaya çalıştım:

İstanbul, Ankara ve İzmir büyükşehir belediyelerinin 2009-2020 döneminde çalıştırdığı kadın çalışan sayısı nedir ve bu sayılardaki değişimin kadın mücadelesi ile ilişkisi var mıdır ya da bu gelişimin ülkemizdeki kadın mücadelesine etkisi ne olmuştur?

Ama ondan önce bu üç büyükşehir belediyesinin 2020 yılı itibariyle hizmet verdiği nüfusu, hizmet alanının büyüklüğünü ve çalıştırdığı personel sayılarını ortaya koyup, bu sayılara İstanbul‘da İSKİ ve İETT, Ankara‘da ASKİ ve EGO, İzmir‘de İZSU ve ESHOT gibi belediyeye bağlı kurumların dahil odluğunu, belediye şirketlerinde çalışanların sayısı, genellikle “ticari sır” gerekçesiyle açıklanmadığı için İstanbul Büyükşehir Belediyesi‘ne ait 28, Ankara Büyükşehir Belediyesi‘ne ait 16 ve İzmir Büyükşehir Belediyesi‘ne ait 23 şirket personelinin bu verilere dahil olmadığını belirtelim.

İstanbul Büyükşehir Belediyesi (2020) – Nüfus: 15.462.452, Yüzölçümü: 5.461 Km2, Personel Sayısı: 28.307

Ankara Büyükşehir Belediyesi (2020) – Nüfus: 5.663.322, Yüzölçümü: 25.632 Km2, Personel Sayısı: 15.129

İzmir Büyükşehir Belediyesi (2020) – Nüfus: 4.394.694, Yüzölçümü: 11.891 Km2, Personel Sayısı: 14.985

Bu verilerin biraz daha anlam kazanması için hizmet verilen nüfus ile belediye personel sayılarını birbiri ile mukayese etmeye kalktığımızda; nüfusu en fazla olan İstanbul‘da çalıştırılan personel başına 546, nüfusu İzmir‘e göre daha fazla olup, kapsadığı alan dikkate alındığında daha az personel çalıştıran Ankara‘da çalıştırılan personel başına 374, nüfusu ve hizmet ettiği alan Ankara‘ya göre daha az olan İzmir‘de çalıştırılan personel başına 399 kişi düştüğünü söyleyebiliriz.

Üç büyükşehir belediyesi ile bağlı kurumlarında çalışan personel sayısının 2009-2020 dönemindeki gelişimi ise aşağıdaki çizelgede gösterilmiştir.

Grafikten de göreceğiniz gibi İzmir’e göre daha fazla nüfus ve hizmet alanına sahip Ankara Büyükşehir Belediyesi‘nin çalıştırdığı personel sayısı geçtiğimiz yıllarda neredeyse İzmir‘in yarısına yakın olmakla birlikte sayı son yıllarda, özellikle de 2020 yılında büyük oranda artmış ve 2020 yılı itibariyle neredeyse İzmir‘e yaklaşmıştır.

2009-2020 döneminde İstanbul, Ankara ve İzmir büyükşehir belediyeleri ile bu belediyelere bağlı İETT, İSKİ, EGO, ASKİ, İZSU ve ESHOT genel müdürlükleri gibi kurumlarda memur, sözleşmeli personel, kadrolu işçi, geçici işçi, taşeron işçisi ve sözleşmeli sanatçı gibi değişik statülerde çalışanların sayıları ile bunların cinsiyetler arasındaki dağılımını ve yıllar itibariyle gelişimini aşağıdaki üç ayrı tabloda görebilirsiniz:

İSTANBUL: En iyi durumda olan kadın memur ve sanatçılar bile üretim sürecinin içinde yer almamaktadır.

Büyükşehir Belediye Meclisindeki kadın üye oranının % 17,05, AKP‘li kadın üyelerin kendi grupları içindeki oranının % 19,32, CHP‘li kadın üyelerin kendi grupları içindeki oranının % 15,97 olduğu İstanbul Büyükşehir Belediyesi ile bağlı iki genel müdürlükte (İSKİ, İETT) çalışan kadınların toplam sayısı 2011 yılı endeksi 100 (21.141 çalışan) olarak kabul edildiği takdirde, 2020 yılı itibariyle 134 endeks değeri (28.307) olarak artmış, bu sayı ve değer içindeki kadın çalışan oranının 2010 yılında % 16 iken 2011 yılında % 17, 2012 yılında % 19, 2013 yılında % 19, 2014ve 2015 yıllarında % 18, 2016 yılında % 19, 2017 yılında % 13, 2018 yılında % 19, 2019 ve 2020 yıllarında % 13 olduğu belirlenmiştir.

Kadın çalışanların İstanbul Büyükşehir Belediyesi ile İETT ve İSKİ genel müdürlüklerindeki durumuna ayrı ayrı baktığımızda ise, İstanbul Büyükşehir Belediyesi‘nde memur olarak çalışan kadınların 2010-2020 döneminde % 18 ile % 23 arasında bir paya sahip olduğu, 11 yıllık ortalamanın % 21,28 düzeyinde gerçekleştiği, İETT Genel Müdürlüğü‘nde çalışan kadın memurların 2017-2020 döneminde % 25 oranında bir paya sahip olduğu, İSKİ Genel Müdürlüğü‘nde çalışan kadın memurlara ait oranların 2010-2020 döneminde % 27-32 arasında değiştiği, 11 yıllık ortalamanın ise % 30,19 düzeyinde gerçekleştiği görülmüştür.

İstanbul Büyükşehir Belediyesi açısından ilginç olan bir diğer durum ise ‘Sözleşmeli Sanatçı” olarak istihdam edilen ve çoğu İstanbul Şehir Tiyatroları‘nda çalışan tiyatrocular arasındaki kadın oranının 2011-2020 dönemi itibariyle % 36-43 arasında değişmesi ve 10 yıllık ortalamanın % 38,8 olarak hesaplanmasıdır.

Bu tabloda İstanbul Büyükşehir Belediyesi açısından en olumsuz durum ise gerek belediyede gerekse iki ayrı genel müdürlükte ‘kadrolu işçi‘ ya da ‘geçici işçi‘ olarak çalıştırılanlar arasındaki kadın oranının son derece düşük çıkmasıdır. Bu oranların 2010-2020 dönemindeki ortalamasının ‘kadrolu işçiler‘ için % 9,28, ‘geçici/taşeron işçiler’ için % 14,20 olarak hesaplanması bu durumun en iyi örneğidir.

ANKARA: Kadın her ad ve düzey itibariyle üretim sürecinin dışındadır.

Büyükşehir Belediye Meclisindeki kadın üye oranının % 8,85, AKP‘li kadın üyelerin kendi grupları içindeki oranının % 11,37, tek bir CHP‘li kadın üyenin kendi grubu içindeki oranının % 3,58 olduğu Ankara Büyükşehir Belediyesi ile bağlı iki genel müdürlükte (ASKİ, İETT) çalışanların toplam sayısı 2010 yılı endeksi 100 (4.250 çalışan) olarak kabul edildiği takdirde 2020 yılı itibariyle 356 endeks değeri (15.129) olarak artmış, bu sayı ve değer içindeki kadın çalışan oranının 2011 yılında % 19 iken 2012 yılında % 20, 2013 ve 2014 yıllarında % 18, 2015 ve 2016 yıllarında % 21, 2017 yılında % 17, 2018 ve 2019 yıllarında % 16, çalışan sayısının bir önceki yıla göre % 164,77 oranında arttığı 2020 yılında da % 14 olduğu belirlenmiştir.

Kadın çalışanların Ankara Büyükşehir Belediyesi ile ASKİ ve EGO genel müdürlüklerindeki durumuna ayrı ayrı baktığımızda ise, Ankara Büyükşehir Belediyesi‘nde memur olarak çalışan kadınların 2011-2020 döneminde % 21 ile % 24 arasında değişen bir paya sahip olduğu, 10 yıllık ortalamanın % 22,8 düzeyinde gerçekleştiği, ‘sözleşmeli personel‘ olarak çalışan kadınların devlet memuru kadınlara göre daha fazla oranda olduğu belirlenmiştir. Buna göre, 2011-2020 döneminde ‘sözleşmeli personel‘ olarak çalışan kadınların oranı % 32 ile % 53 arasında değişmiş ve 2011-2020 dönemindeki ortalama değer % 40 olarak bulunmuştur. Ayrıca tablo üzerinde yapılan incelemeler sonucunda, ASKİ Genel Müdürlüğü‘nde çalışan kadın memurların 2017-2020 döneminde % 18, EGO Genel Müdürlüğü‘nde çalışan kadın memurların faaliyet raporlarının yayınlandığı 2018-2020 döneminde % 14 oranında bir paya sahip olduğu, ASKİ‘de ve EGO‘da ‘sözleşmeli personel” statüsünde çalışan kadınların ise faaliyet raporlarının yayınlandığı 2013, 2017, 2018, 2019 ve 2020 yıllarında % 16 ila % 44’e yaklaşan oranlarda istihdam edildiği görülmüştür.

2009-2020 döneminde Ankara Büyükşehir Belediyesi ile ASKİ ve EGO genel müdürlüklerinde çalışanların cinsiyetlerine göre dağılım ve gelişimi gösteren aşağıdaki tabloda, aynen İstanbul ile ilgili tabloda karşımıza çıktığı gibi; yani, ‘kadrolu işçi‘ ve ‘taşeron işçisi‘ olarak tanımlananlar arasındaki kadın çalışan sayısının azlığıdır ve bu durum kadın hakları açısından önemli bir sorundur. Bu oranın 2011-2020 döneminde Ankara Büyükşehir Belediyesi‘nde % 7-11 aralığında, ASKİ Genel Müdürlüğü‘nde % 4-5 aralığında, EGO Genel Müdürlüğü‘nde de % 4 düzeyinde gerçekleşmesi, kadının üretim içindeki yerini geliştirmek açısından üzerinde ciddi ciddi düşünülüp çözümlenmesi gereken önemli bir sorundur.

İZMİR: Çalışan kadın oranı diğer belediyelere göre daha iyi olsa da kadın, üretim sürecinin dışında tutulmaktadır.

Büyükşehir Belediye Meclisindeki kadın üye oranının % 17,15, AKP‘li kadın üyelerin kendi grupları içindeki oranının % 17,40, CHP‘li kadın üyelerin kendi grupları içindeki oranının % 18,59 olduğu İzmir Büyükşehir Belediyesi ile bağlı iki genel müdürlükte (İZSU, ESHOT) çalışanların toplam sayısı 2009 yılı endeksi 100 (8,700 çalışan) olarak kabul edildiği takdirde 2020 yılı itibariyle 172 endeks değeri (15.129) düzeyinde artmış, 2009-2019 döneminde makul düzeyde olan çalışan sayısı artışı 2020 yılında 209 yılına göre % 72,25, bir önceki yıla göre % 39,87 oranında artarak 14.985’e ulaşmıştır. Bu sayı ve değer içindeki kadın çalışan oranının 2009 yılında % 16 iken 2010 yılında % 20, 2011 yılında % % 18, 2012 yılında % 19, 2013 yılında % 20, 2014 yılında % 19, 2015 yılında % 22, 2016, 2017 ve 2018 yıllarında % 16, 2019 yılında % 17, 2020 yılında da yine % 16 oranında olduğu belirlenmiştir.

Kadın çalışanların İzmir Büyükşehir Belediyesi ile İZSU ve ESHOT genel müdürlüklerindeki durumuna ayrı ayrı baktığımızda ise, İzmir Büyükşehir Belediyesi‘nde memur olarak çalışan kadınların 2009-2020 döneminde % 24 ile % 30 gibi diğer iki büyükşehir belediyesinde görülmeyen düzeyde bir paya sahip olduğu, 11 yıllık ortalamanın % 30 düzeyinde gerçekleştiği, ‘sözleşmeli personel‘ olarak çalışan kadınlar da aynı durumun, hatta kadın-erkek eşitliğini yansıtacak ideal durumu yansıtırcasına % 50-51 düzeyinde tekrarlandığı (11 yıllık ortalama 51,55) belirlenmiştir.

Ayrıca tablo üzerinde yapılan incelemeler sonucunda, İZSU ve ESHOT genel müdürlüklerinde çalışan kadın memur oranı ile ‘sözleşmeli personel‘ statüsündeki kadınların, İzmir Büyükşehir Belediyesi‘nde çalışan kadın memurlar ile ‘sözleşmeli personel‘ statüsündeki kadınlar gibi aynı düzeyde (İZSU kadın memur oranı % 27, İZSU sözleşmeli personel’ statüsündeki kadın oranı % 46, ESHOT kadın memur oranı % 22, ESHOT sözleşmeli personel statüsündeki kadın oranı % 38) olduğu görülmüştür.

2009-2020 döneminde İzmir Büyükşehir Belediyesi ile İZSU ve ESHOT genel müdürlüklerinde çalışanların cinsiyetlerine göre dağılım ve gelişimi gösteren aşağıdaki tabloda, aynen İstanbul ve Ankara ile ilgili tablolarda karşımıza çıktığı gibi; yani, ‘kadrolu işçi‘ kategorisi içindeki kadın çalışan oranının hem belediye hem her iki genel müdürlük düzleminde % 0-8 arasında değişen oldukça yetersiz oranı ile “taşeron/şirket işçisi” adıyla çalıştırılan çok fazla sayıdaki işçi kitlesi içindeki kadınların sayı ve oranlarının düzenlenen faaliyet raporlarında belirtilmemiş olması kadın hakları mücadelesi açısından büyük ve önemli bir sorundur.

İstanbul, Ankara ve İzmir büyükşehir belediyelerinde 2009-2021 döneminde çalıştırılan kadın personelin tüm personele oranını ve yıllık gelişimini gösteren yukarıdaki grafikten de anlaşılacağı üzere kadınların belediye içindeki istihdamı İstanbul‘da % 13-19, Ankara‘da % 14-21, İzmir‘de de % 16-22 aralığında olup; çalışan kadın oranı, İstanbul‘un CHP yönetimine geçtiği 2019 yılından sonra % 19’lar düzeyinden % 13’ler düzeyine, Ankara‘nın CHP yönetimine geçtiği 2019 yılından sonra % 17-16’lar düzeyinden % 14 düzeyine indiği, İzmir‘de ise 2015’de sahip olduğu % 22 düzeyinden % 16’lar düzeyine indiği görülecektir. Bu durum, hem kadın çalışanlar hem de kadın haklarını savunduğunu söyleyen CHP açısından ilginç ve vahim bir gelişmeyi ortaya koymaktadır. Böylelikle kadınlar açısından zaten yetersiz olan durum daha da yetersiz hale gelmektedir…

CHP’li belediyeler, kendi parti örgütleri içinde bile % 30 cinsiyet (kadın) kotasına ulaşamadıklarını dikkate aldığımızda, gerçekte % 13-16 aralığında dolaşan kadın çalışan oranını kamuoyunun dikkatinden kaçırmak için zaman zaman üst yönetimde olan ya da belediye meclislerinde görev yapan kadınların daha yüksek olan oranlarını öne çıkarıp bundan kendilerine bir fayda sağlamaya çalışsalar da, % 13-16 düzeyinde dolaşan bu oranlar kadının ekonomik özgürlük ve istihdamına önem verdiği iddialarının ne kadar boş olduğunu ortaya koymaktadır.

‘İçeride’ çalışmak niyeti….

Aslında üst ya da orta düzeyde yönetici kadın sayısının daha fazla olması ve bunun olması gereken bir durummuş gibi öne çıkarılması, yukarıda da sözünü ettiğimiz başka bir sorunlu alanın varlığına işaret etmektedir: Yöneticilerin ya da bizzat kadınların veya onların aile çevresinin ‘içerideki‘ masa başı işleri onlar için daha uygun görmesi… Kadınların dış mekanda yapılan hizmetler yerine iç mekandaki büro işlerine uygun olduklarını varsayan bu anlayış aslında kadın-erkek eşitliğine aykırı korumacı bir zihniyeti yansıtmakta olup; kadının iç mekandaki bürolarda çalıştırılması suretiyle erkekler tarafından sahiplenilip korunması olgusunu ön plana çıkarmaktadır. Hele ki, büroda çalışmak koşulu ya da özlemi ile işe başlayanlar, kent siyasetinde ya da yönetiminde önde gelenlerin karısı, kızı, oğlu, gelini ya da kongre seçimlerinde marjinal değeri olan kıymetli delegeler ise ve bunlar önce işe girmek, işe girdikten sonra da ‘içeride‘ çalışmakla ilgili taleplerini ifade etmişlerse….

Evet, yukarıdaki tablo ve çizelgelerin de ortaya koyduğu gibi, kadınların dış mekan hizmetleri içindeki oranı, iç mekanda çalışan memur, sözleşmeli personel ve sanatçılara göre daha az durumdadır. Her ne kadar park ve bahçe, otobüs, metro, tramvay hizmetlerine alınan bir iki kadın işçi ya da emekçi belediyelerle ilgili reklam ve tanıtımlarda öne çıkarılıp bu hizmetlerde de kadın çalıştırılıyormuş gibi bir algı yaratılmak isteniyorsa da gerçek hiç de öyle değildir.

O nedenle, İstanbul, Ankara ve İzmir büyükşehir belediyelerinin, gerçekleştirdikleri hizmetlerle kent, bölge ve ülke düzlemindeki kadın hakları mücadelesine destek verirken önce kendi çalışanları arasındaki kadın oranlarını arttırmak için çaba göstermesi gerektiğini, bunu başaramadıkları, diğer kişi ve kurumlara iyi bir örnek olamadıkları sürece inandırıcı ve başarılı olamayacaklarını düşünüyorum.

Önce belediyelerdeki kadın çalışan sayısını arttırmak…

Evet, devlet memurları ile ilgili mevzuatta daha fazla kadın memur çalıştırılmasını engelleyen ya da zorlaştıran hükümler olduğunu biliyorum. Ama çoğu açık alanda çalışan kadrolu ya da geçici işçi istihdamında daha fazla kadın işçi çalıştırılmasını, kadınlara pozitif ayrımcılık yapılmasını engelleyen bir hüküm ya da yasal bir düzenleme olmadığı için; ayrıca bu alanlarda zaten memur ve sözleşmeli personelle ilgili alanlardan daha az kadının istihdam edildiği ortada olduğu için bundan sonraki süreçte tüm hizmet alanlarındaki kadın çalışan sayısının arttırılması için özel politika ve stratejiler geliştirilmesini, stratejik planlarla performans programlarına bu durumu net bir şekilde ortaya koyacak hedefler konulmasını, bu hedeflere ulaşılıp ulaşılmadığı ile ilgili izleme, değerlendirme ve müdahale çalışmalarına önem verilmesini öneriyor ve bu hususların takipçisi olacağımızı ifade ediyoruz.

Açık mı, yoksa kapalı mı? (2)

Ali Rıza Avcan

Geçtiğimiz günlerde İzmir Büyükşehir Belediyesi‘nin hizmete sunduğu Açık Veri Portali nedeniyle kaleme aldığımız iki bölümlük araştırma yazısının ilk bölümünde, İzmir Büyükşehir Belediyesi‘ne ait bilgi/veri, belge ve haberlerin paylaşıldığı toplam 74 iletişim kanalından söz ederek; “Açık veri” ya da “Open data” kavramının ne anlama geldiğini, dünyada bu amaçla yapılan çalışmaların gelişme süreci ve kapsamıyla uygulama karşılaşılan temel zorlukları ele alarak Türkiye’nin bu konudaki yerini belirlemeye çalışmıştık.

Bugünkü yazımızda ise dünyada ve Türkiye’de “Açık veri” uygulamalarını ele alarak yerel yönetimlerin yönettikleri kentler adına neler yaptığını, uygulamakta oldukları açık veri portallerinin neleri kapsadığını değerlendirmeye çalışacağız.

Yazımızın bir önceki bölümünde adını verdiğimiz 68 ülke ile 56 yerel üyenin üye olduğu Açık Devlet Ortaklığı (Open Government Partnership), Açık Bilgi Vakfı (Open Knowledge Foundation) ve Open Knowledge International gibi kaynaklardan dünyadaki birçok ülke, bölge ve yerel yönetimin “Açık Veri” konusu ile ilgili çalışmalar yaptığını ve bu amaçla bir kısmı oldukça gelişmiş açık veri platformları oluşturduğunu, bu konuda bilgiler vererek toplumu eğitmeye çalıştıklarını, bu platformları diğer interaktif ortamlarla buluşturarak bilginin kitleselleşmesi için çaba harcadıklarını, kullanılan ya da yeniden üretilen verilerin standart olması için çaba gösterdiklerini ve ellerindeki verileri düzenli olarak güncelleyip zenginleştirdiklerini öğreniyoruz.

Biz de bu kent yönetimlerinin; bunlara özellikle de İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer tarafından 2019 yılının Nisan ayında Akdeniz kentleri arasında bir iletişim ağı kurmak amacıyla davet mektupları gönderilen Barcelona, Marsilya, İskenderiye, Venedik, Beyrut ve Selanik gibi Akdeniz kentlerini dahil ederek, bugüne kadar açık veri konusunda ne yaptıklarını araştırarak ortaya koymak ve bu bilgiler ışığında ülkemizdeki uygulamalarla mukayese etmek için aşağıdaki tabloyu hazırladık:

Tablonun 24 dünya kentini kapsayan ilk iki bölümüne baktığımızda Berlin, New York ve Milano gibi dünya kentlerine ait açık veri portallerinde çok fazla kategorideki çok fazla sayıdaki açık veri setinin kullanımda olduğu, bu verilerin düzenli olarak güncellendiği, bu portaller içinde kent içinde kullanılabilecek mobil uygulamaların tanıtılıp onlarla bağlantılar kurulduğu, açık veriyi analiz etme yöntem ve teknolojileri hakkında ayrıntılı bilgi ve eğitimler verildiği, portallere binlerce; hatta milyonlarca kullanıcının üye olduğu ve bunlar arasında özel ağlar oluşturulduğu, bu üyelerin açık verileri kullanarak ürettiği yeni verilerin portal kapsamında değerlendirildiği, portaldeki açık verilerin büyük bir kısmının görselleştirildiği, web sitesi hizmet kalitesinin ölçülmesi ve iyileştirilmesi için sürekli çevrimiçi anketler yapıldığı, verilerin BS7911:2003, ISO 9110 ve ISO 20252 gibi kalite yönetim sistemleriyle standart hale getirildiği anlaşılmakta; çok katmanlı bu zenginlik içinde verinin ve yeni veri üretiminin bu ülke ve kentler için ne ölçüde önemli ve değerli olduğu bir kez daha ortaya çıkmaktadır.

Aynı durumun, İzmir‘in Akdeniz’e kıyısı olduğu için özel ilişkiler kurmak istediği 6 kent için de geçerli olduğu anlaşılmaktadır. Bu kentler arasında yer alan Beyrut‘a ait veriler ilk başta diğerlerine göre daha azmış gibi görülse de, bu özel durumun Beyrut‘un ülkesi Lübnan‘la ilgili çok fazla sayıdaki açık veriyi kapsayan açık veri portali içinde ele alınmasından kaynakladığını söylememiz gerekir. İskenderiye ise 2003 yılında oluşturduğu portalde (610) açık veri setini barındıran 5.200.000 nüfuslu bir kent olarak İzmir’in çok ötesindeki bir yerde durmaktadır. 1.603.000 nüfuslu Marsilya‘nın 16 kategoride (1.608), 637.000 nüfuslu Venedik‘in 9 kategoride (330) veri setini oluşturup kullanıcıların hizmetine sunmuş olması, bu kentlerin büyük ölçüde bilgiye ve bilgi üretimine önem veren Avrupa kentleri olması ile ilgilidir.

Ülkemizdeki 5 ayrı kente faaliyet gösteren yerel yönetimlere ait açık veri portalleri ise ülkemizin dünya ligindeki durumunu ve düzeyini yansıtmaktadır. Gaziantep/Şahinbey Açık Veri Portali 2015, İstanbul, Balıkesir ve İstanbul/Küçükçekmece Açık Veri Portalleri 2020, İzmir Açık Veri Portali de 2021 yılında oluşturulmuş ve her biri de bugünkü yapısıyla büyük ölçüde “kurulmuş olmak için kurulan” portallerdir. Büyük duyurularla kurulan Gaziantep/Şahinbey Açık Veri Portali‘nin araştırmayı yaptığımız tarihlerde aktif olmaması bu dağınıklığın ve içler acısı yoksunluğun en iyi örneğidir.

Gelelim ülkemizdeki açık veri portallerinin yapılanmasıyla uygulamalarını değerlendirmeye… Bu kapsamdaki değerlendirmeyi ise sadece İstanbul ve İzmir büyükşehir belediyelerine ait açık veri portalleri üzerinden yapacağımı belirtmek isterim…

2020 yılının Ocak ayında oluşturulan İstanbul Açık Veri Portali‘nde 8 kategoride (150), 2021 yılının Ocak ayında oluşturulan İzmir Açık Veri Portali‘nde de 10 kategoride (120) açık veri setinin kullanımda olduğu söylenmekle birlikte; bu rakamların her ikisi için de doğru olmadığını söylemek zorundayız.

Çünkü;

A. İstanbul’da (150) veri seti içinde yer aldığı söylenen “Toplu Taşıma Bilet Fiyatları”, “Muhtarlık Adres Bilgileri”, “İstanbul Güneş Enerjisi Santralleri Üretim Miktarları”, “Hal Ürünleri ve Fiyatları Web Sayfası”, “İtfaiye İstasyonları Konum Bilgileri”, “İstanbul Sağlık Kurumları ve Kuruluşları Verisi”, “İtfai İstatistikler”, “Rehabilite Edilip Alındığı Ortama Bırakılan Hayvanlar”, “Sahiplendirilen Hayvanlar”, “Muayene Edilen Hayvanlar”, “1. Sınıf Gayrisıhhi Müessese Kapsamındaki İşletme Sayısı ile Akaryakıt ve/veya Otogaz İstasyonu Sayısı”, “Ücretsiz ibbWİFİ Hizmeti Sunulan Lokasyonlar”, “ibbWİFİ Lokasyon Grubuna Göre Veri Kullanımı”, “İstanbul Baraj Doluluk Oranları Verisi”, “Parklar ve Yeşil Alanlar”, “İstanbul’a Verilen Temiz Su Miktarları”, “2019 Yılı Park Bahçe ve Yeşil Alan Verileri”, “İstanbul Genel Yeşil Alan Bilgileri 2004-2019” ve “Hava Kalitesi İstasyon Ölçüm Sonuçları Web Servisi” başlıklı (19) veri seti, değişik veri kategorileri içinde birden fazla yer aldığı,

B. 150 adet olduğu söylenen veri setleri arasında, “Belediye Nüfusları Veri Seti“, “İlçe Bazlı Ortalama Hane Halkı Büyüklüğü“, “Nüfus Bilgileri” ve “Meteoroloji Gözlem İstasyonu Veri Seti” gibi asıl olarak veri toplama yetkisi yasal olarak (TÜİK) Türkiye İstatistik Kurumu‘na ya da (DMİ) Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü‘ne ait olup belediye hizmetlerinin gerçekleştirilmesinden kaynaklanmayan veri setlerine yer verilmesi,

C. “Ekonomi” kategorisinde yer alan (3), “Afet Yönetimi” kategorisinde yer alan (3), “Enerji” kategorisinde yer alan (11), “Yaşam” kategorisinde yer alan (20), “Yönetişim” kategorisinde yer alan (12), “İnsan” kategorisinde yer alan (16), “Çevre” kategorisinde yer alan (20) ve “Bilgi ve İletişim Teknolojileri” kategorisinde yer alan (1) veri setleri dışında, veri seti sayısını 150’ye tamamlayacak başka veri setlerine rastlanmadığı için aktif olarak kullanılan toplam veri seti sayısının gerçekte (150) değil, (83) olduğu belirlenmiştir.

Bu (83) veri setinin kaynak olarak temin edildiği belediye hizmet birimlerinin ise 1 hukuk müşavirliği, 12 daire başkanlığı, 2 adet müdürlük, 2 bağlı genel müdürlük, 4 belediye şirketi ve İstanbul İstatistik Ofisi şeklinde dağılım gösterdiği, belediye dışındaki diğer resmi kurumların da TÜİK ve İstanbul Üniversitesi olduğu belirlenmiştir.

İlk kez 2020 yılının Ocak ayında oluşturulduğu anlaşılan veri setlerini izleyen takipçi sayısının 11 Şubat 2021 tarihi itibariyle topu topu (29) olması ise, dünyadaki diğer kent açık veri portalleriyle kıyasladığımızda, İstanbul gibi 15-16 milyon nüfusa sahip bir dünya kenti açısından son derece yetersiz kaldığını ve bunun için özel bir çaba gösterilmediğini göstermektedir.

Genellikle 2020 yılı Ocak ayı içinde ve 8 adet farklı formatta (PDF, HTML, XLSL, API, CSV, OGC, WMS, XML) oluşturulmuş veri setlerinin düzensiz aralıklarla; özellikle de bazı verilerde aradan bir yıl geçtikten sonra güncellendiği ya da aradan 1 yıldan fazla süre geçmiş olmasına karşın “izcilik faaliyetlerinden faydalanan kişi sayısı“, “Belnet şube ve üye sayısı“, “İş sağlığı ve güvenliği eğitimi alan İBB personeli“, “deprem farkındalık ve güvenli yaşam eğitimi alan kişi sayısı” gibi verilerin hiç güncellenmediği belirlenmiştir.

İstanbul Veri Portali‘nde yer alan veri kategori ve setleri ile bunların hangi formattaki dosyalarda bulunduğunu, veri setleriyle ilgili takipçi ve görüntülenme sayılarını, veri setinin kaynağı ile oluşturulma ve son güncellenme tarihlerini gösteren dosyayı, yazımızın sonundaki linkten indirip inceleyebilirsiniz.

İzmir Açık Veri Portali ise…

10 ayrı kategoride (afet ve acil durum yönetimi, hareketlilik, çevre, enerji, yaşam, sosyal belediyecilik, yönetişim, ekonomi, tarım, kriz belediyeciliği) toplam 120 veri setini kapsayan İzmir Açık Veri Portali, belediyeye bağlı 14 daire başkanlığı (Sosyal Hizmetler Daire Başkanlığı 6, Sosyal Projeler Daire Başkanlığı 7, Harita ve CBS Dairesi Başkanlığı 15, Kültür ve Sanat Dairesi Başkanlığı 3, İtfaiye Dairesi Başkanlığı 3, Bilgi İşlem Dairesi Başkanlığı 5, Ulaşım Dairesi Başkanlığı 5, İklim Değişikliği ve Çevre Koruma Kontrol Dairesi Başkanlığı 9, Atık Yönetimi Dairesi Başkanlığı 6, Dış İlişkiler ve Turizm Dairesi Başkanlığı 1, İşletme ve Destek Hizmetleri Dairesi Başkanlığı 2, Tarımsal Hizmetler Dairesi Başkanlığı 4, Muhtarlık İşleri Dairesi Başkanlığı 1, Park ve Bahçeler Dairesi Başkanlığı 1), 2 bağlı (İZSU 13, ESHOT 18) genel müdürlük, 1 başhekimlik, 6 belediye şirketi (İZELMAN 2, Grand Plaza 2, İZDENİZ 4, İZBAN 3, İzmir Metro 8, İZULAŞ 1) olmak üzere belediye içi toplam 23 kaynaktan beslenmektedir.

Askıda İzmirim Kart”, “İzmir Büyükşehir Belediyesi’ne Sosyal Yardım Başvuruları”, “Sosyal Yardım Talebinde Bulunan Hemşehrilerimize Yapılan Yardımlar”, “Afet ve Acil Durum Toplanma Alanları”, “CO2 Emisyon Değerleri ve Bir Milyon Yolcu Başına CO2 Miktarı”, “Harmandalı Elektrik Üretim Verileri”, “İzmir Elektrikli Otobüs Projesinin Ürettiği Çevresel Değerler”, “Metro ve Tramvay Enerji Tüketimi”, “Arıcılık Desteği”, “Küçükbaş Hayvan Desteği”, “Sebze ve Meyve Hal Fiyatları”, “Çocuk Keşif Atölyeleri Merkezi”, “Semt Pazarı Yerleri”, “Kısırlaştırılan Sokak Hayvanlarına Ait Veriler”, “Muayene Edilen Sokak Hayvanlarına Ait Veriler”, “Müdahale Edilen Sokak Hayvanlarına Ait Veriler”, “Sahiplendirilen Sokak Hayvanlarına Ait Veriler” ve “Sokak Hayvanlarına Dağıtılan Mama Miktarı” başlıklı toplam 18 veri setinin iki ayrı kategoride, “Güneş Enerjisi Santrali (GES) Projesi Kapsamında Elde Edilen Sonuçlar” başlıklı veri setinin de üç ayrı kategoride yer aldığı belirlenmiştir.

Toplam 120 veri setinde ise 9 ayrı dosya türü (CSV, XLSX, API, PDF, ZIP, GeoJSON, HTML, JPEG, TXT) kullanılmakta, açık veri portalinin henüz çok yeni olması nedeniyle her bir veri setinde 0-2 arasında değişen takipçi sayısı sadece “barajların doluluk oranı” setinde 4’ü bulmaktadır.

Aynı durum veri setlerinin görüntülenme istatistiklerinde de karşımıza çıkmakta, en fazla görüntülenen veri seti 12 Şubat 2021 tarihi itibariyle ve yine aynı şekilde “barajların doluluk oranı” setinde (222) görüntülenme olarak gözükmektedir.

120 veri setinden 17’si (% 14,16) sürekli, 18’i (% 15) günlük, 3’ü (% 2,50) haftalık, 20’si (% 16,66) düzensiz, 28’i (% 23,33) aylık, 1’i (% 0,83) altı aylık, 22’si (18,33) yıllık, 11’i de (% 9,19) nihai olup; “nihai” olarak nitelenen veri setleri arasındaki “baraj listesi“, “Havaalanları (iç ve dış hat)“, “İZBAN (banliyö) istasyonları“, “Metro istasyonları“, “Trafik kameraları“, “Tramvay hatları ve bağlı istasyonların bilgileri“, “Tren garları“, “Vapur iskeleleri” ve “Vapur teknik ve kullanım özellikleri” gibi paylaşılması halinde herhangi bir değer üretmeyecek sabit veriler olması; ayrıca İzmir Büyükşehir Belediyesi’ne ait İnternet (İZDENİZ; İZBAN, TRAM İZMİR, İZMİR METRO) sayfalarıyla mobil uygulamalarında (İBB, İZUM) yer alması nedeniyle bu veri setleri arasına niye dahil edildiği anlaşılamamıştır.

İzmir Büyükşehir Belediyesi tarafından hazırlanan İzmir Açık Veri Portali‘nin menüsünde yer alan iki ayrı bölüm, zaman içinde bu bölümlerde yer alacak taleplerin sayısı ve içeriği ile paylaşılacak geri bildirimler açısından oldukça ilginç olacağa benzemektedir. Bu bölümlerden “Veri isteği” başlıklı ilk bölüm kullanıcıların yeni veri seti talepleri ile ilgili olup; 13 Şubat 2021 tarihi itibariyle farklı kullanıcılar tarafından iletilen “Meteoroloji istasyonu verileri“, “İzmir Mimarlık Sergisi ve Ödülleri“, “İzmir Gürültü Haritaları” ve “Hat bazında günlük sefer başarım verileri” taleplerinden hangilerinin kabul görüp yayına alınacağı önümüzdeki günlerde ortaya çıkacaktır.

İzmir Büyükşehir Belediyesi Açık Veri Platformu üzerinde yayımlanan verileri kullanarak hayata geçirilmiş projelerin tanıtıldığı sayfamız sizlere ilham verecek ve motivasyon sağlayacaktır” açıklamasının yer aldığı “Başarı örnekleri” bölümü ise portaldeki veri setlerinin kullanılması suretiyle gerçekleştirilen projeler hakkında bilgiler vererek portalin geçerliliği, etkinliği ve sürdürülebilirliği konusunda geri bildirimler edinmemizi sağlayacaktır.

Bence İzmir Açık Veri Portali‘nin en büyük eksikliği sunulan veri setlerinin nasıl kullanılacağı ve geliştirileceği konusunda eğitim amaçlı bölümlerle kullanıcılar arasında geniş bir bilgi/iletişim ağı oluşturulmasına ilişkin yetersizlikleridir. Bu amaçla oluşmuş akademik, profesyonel, amatör ve sivil gruplarla; özellikle de birey ya da grup olarak öğrencilerle ilişki kurmayı kolaylaştıran girişimlerde bulunulmaması şimdilik portalin en büyük eksikliğidir.

Sonuç olarak, İzmir Büyükşehir Belediyesi tarafından oluşturulan İzmir Açık Veri Portali‘nin geleceği, İzmir Büyükşehir Belediyesi ile bağlı birim ve şirketlerinin hangi bilgileri paylaşıma hazır olduğu, hangilerini de paylaşmak istemediği noktasında belirlenecektir. İşin daha başında paylaştığı birçok veri setinin gerek kendi iletişim kanalları gerekse diğer kamusal kanalları tarafından yapılan duyurularla zaten biliniyor olmasını da dikkate aldığımızda paylaşacağı yeni veri kaynaklarının fazla olmadığını söyleyebiliriz.

Örneğin 16 gün önce Onurcan Çakır isimli bir yurttaşın, “Belediyenizin internet sayfasında belirtildiği üzere (https://www.izmir.bel.tr/tr/KorfezHavaVeGurultuDenetimi/22/99 ) “İzmir İlinin stratejik gürültü haritasının hazırlanması 30.12.2015 tarihinde tamamlanmıştır”. Gürültü haritalarının vatandaşların erişimine açık olması gerektiği ilkesine bağlı olarak; gündüz-akşam-gece (Lgag) İzmir Gürültü Haritaları’nın tarafıma gönderilmelerini (veya erişebileceğim bir internet bağlantısının linkini) rica ederim.” ifadesiyle talep ettiği 2015 tarihli İzmir Stratejik Gürültü Haritası verileriyle buna ilişkin güncellenmiş verilerin ya da benim 14 Şubat 2021 tarihinde bir kullanıcı olarak “İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin 8 Şubat 2008 tarihinde yaptığı duyuruda (https://www.izmir.bel.tr/tr/Haberler/asbestli-borular-tarih-oluyor/3403/156),İZSU sorumluluğundaki içme suyu şebekesinde; özellikle de Aliağa, Torbalı, Menemen, Yeni Foça ve Kemalpaşa ilçeleriyle bağlı yerleşimlerinde 15-20 yıl önce döşendiği belirtilen Asbestli Çimento Boruların (AÇB) bulunduğu belirtildiğinden hem bu kanserojen boruların kaldırılıp kaldırılmadığını öğrenmek hem de dağıtım şebekesinde % 30’lara varan içme suyu kaybının gelişimini görebilmek için İZSU’nun sorumlu olduğu her bir ilçe itibariyle içme suyu şebekesinde kullanılan boruların teknik özelliklerini (çelik, yüksek yoğunluklu polietilen/HDPE, cam elyaf takviyeli polyester/CTP, asbestli çimento boru/AÇB vb.) gösteren veri setlerinin yayınlanmasını talep ediyorum.” şeklinde yaptığım “İçme suyu Şebekesi Borularının Teknik Özellikleri” ile ilgili veri setinin yayınlanıp yayınlanmayacağı; şayet yayınlanacaksa ne zaman ne şekilde yayınlanacağı da bu işin Turnusol kağıdı olarak kabul edilebilir…

İzmir Veri Portali‘nde yer alan veri kategori ve setleri ile bunların hangi formattaki dosyalarda bulunduğunu, veri setleriyle ilgili takipçi ve görüntülenme sayılarını, veri setinin kaynağı ile oluşturulma ve son güncellenme tarihlerini gösteren dosyayı, yazımızın sonundaki linkten indirip inceleyebilirsiniz.

Açık mı, yoksa kapalı mı? (1)

Ali Rıza Avcan

İzmir Büyükşehir Belediyesi 26 Ocak 2021 tarihinde ekonomik kalkınma ve demokratik yönetim anlayışıyla kentle ilgili 10 kategori ve 120 set içinde yer alan verilerini ücretsiz olarak erişime açtığı, bundan böyle bu verilere http://acikveri.bizizmir.com adresinden ulaşılabileceğini duyurdu. Ardından da 28 Ocak 2021 tarihinde buna ilişkin bir tanıtım toplantısı yapıldı.

Bu düzenlemeye göre bundan böyle araştırmacılar, iş insanları, girişimciler, sivil toplum örgütleri ve benzerleri belediyenin yayınlandığı verilere rahatlıkla ulaşabilecek.

İzmir Büyükşehir Belediyesi tarafından düzenlenen açık veri (open data) uygulamasını ele alıp değerlendireceğimiz bu yazıda öncelikle İzmir Büyükşehir Belediyesi‘nin kentle ya da kendi çalışmaları ile ilgili bilgi, belge ve haberleri İnternet üzerinden kamuoyu ile paylaştığı iletişim kanalları hakkında bilgi vermemiz gerekiyor.

İnternet ve sosyal medya üzerinde yaptığımız kısa bir araştırma sonucunda İzmir Büyükşehir Belediyesi‘nin bu iş için 53’ü web sitesi, 11’i sosyal medya kanalı, 4’ü uygulama (Application) ve 5’i basılı dergi olmak üzere toplam 73 iletişim kanalını kullandığını söyleyebiliriz.

İzmir Büyükşehir Belediyesi örneğinden hareketle bir büyükşehir belediyesinin farklı hedef kitlelere yönelik birden fazla iletişim kanalına sahip olması gerekliliği stratejik iletişim anlayışı açısından doğru olmakla birlikte; bu kanallar arasındaki optimizasyonun nasıl sağlandığı, verilen mesajlar arasındaki bütünleşik iletişimin ne ölçüde hangi iletişim deseni ile sağlandığı, aynı ya da benzer mesajların farklı mecralarda kaç kez farklı biçimlerde birbirlerini bütünleyerek verildiği, bu iletişim kanalları ile hangi bilgi, belge ve haberlerin paylaşıldığı, paylaşılan mesajlarla ilgili geribildirimlerin ne ölçüde izlendiği, bu kadar fazla mecra üzerinden gerçekleştirilen iletişimin ne düzeyde ölçülüp değerlendirildiği de kamuoyunca bilinmeyen hususlardır.

Bu konuda ortada bir bilinmezlik durumu olmakla birlikte; geçtiğimiz aylarda İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin bir yayını olarak paylaşılan “Biz Varız, Biz Yaparız, İlk 500 Gün” isimli e-kitapta yer alan İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer‘in ilk 500 günde attığı 500 tweet ile ilgili geri bildirimlerin dikkate alınmaması, yine Tunç Soyer‘in bir belediye görevlisine kullandırdığı kendi hesabından yanlışlıkla atılan kendi övgüsü ile ilgili tweetin tespit edildiği tarihlerde bu yanlışlığı yapan görevliyi işten çıkaracağını dair beyanatı ya da Tunç Soyer‘le ilgili bir sosyal medya hesabında yaptığı bir paylaşıma övgü ya da eleştiri anlamında çok fazla sayıda yanıt verilmesine karşın dönüp hiçbirine cevap verilmemiş olması gibi örnekler yapılan paylaşımların sonrasında izlenmediğini ortaya koymaktadır.

Ancak kabul etmek gerekir ki, İzmir Büyükşehir Belediyesi kendisine ait bu iletişim kanalları ile kendi kurumsal yapısı, hizmetleri ve kentle ilgili birçok bilgi, belge ve haberi paylaşmakta, bu şekilde kamuoyunu bilgilendirmeye çalışmaktadır. Ancak stratejik anlamda açıklanmasını uygun görmediği, ticari sır olarak nitelediği ve kamuoyunu ilgilendirmez dediği bilgileri bilgi edinme mevzuatı ile kendisine verilmiş yetkileri kötüye kullanarak paylaşmamakta; böylelikle bilgi edinme hakkı, şeffaflık ve hesap verebilirlik gibi temel ilkelere aykırı uygulamalar içine girmektedir.

Gelelim açık veri (open data) kavramına ve İzmir Büyükşehir Belediyesi‘nin 74. iletişim kanalı olarak yeni oluşturulan açık veri portaline….

Bilindiği üzere kamu kurumları sundukları hizmetler sonucunda oldukça büyük miktarda bilgiye sahip olmakta; ancak, birçok bilgi herhangi bir sakıncası olmadığı halde erişime açılmamakta ve kamuoyunun bu bilgilerden yararlanması mümkün olmamaktadır. Oysa bilgi teknolojileri alanındaki gelişmeler bu bilgilerin diğer bilgilerle ilişkilendirilerek zenginleştirilmesini, bu bilgilerden yeni bilgilerin üretilmesini kolaylaştırmaktadır. İşte bu nedenle bilgiye ve bilgi üretimine önem veren toplumlarda birçok devlet kamu sektörü verisini paylaşıma açarak internet üzerinden direkt olarak vatandaşlarının erişimine açmıştır. Şeffaflık, bilgi edinme hakkı, katılım, hesap verebilirlik, erişilebilirlik, işbirliği ve yenilikçi uygulamalar açısından yararlı olan bu uygulamalar aynı zamanda kullanıcı ve yararlanıcılara farklı alanlarda birçok fırsat sağlamaktadır. Ancak her ne kadar bu tarz bir girişimin yaygınlaşmasını engelleyen bir takım hususlar söz konusu olsa da devletler bu hususlara yönelik önlemler almakta, ellerindeki bilginin güvenliğini sağlamaktadır. Tüm bunların sonucunda yurttaşlar, araştırmacılar, sivil toplum örgütleri, girişimciler, sivil uzmanlar ve diğer tüm kullanıcılar açık devlet verisini kullanarak topluma fayda sağlayabilecek yeni uygulamalar oluşturmaktadır.

Açık Bilgi Vakfı (Open Knowledge Foundation) açık veriyi, “Herhangi bir telif hakkı, patent ya da diğer kontrol mekanizmalarına tabi olmaksızın herkes tarafından ücretsiz ve özgürce kullanılan veri” olarak tanımlamaktadır. Söz konusu vakfın kurucularından Rufus Pollock’a göre; verinin yararlı uygulamalar ve hizmetler oluşturmak için şirketler, bireyler ve kar amacı gütmeyen sektörlere açılması, aynı zamanda demokrasinin teşvikini, hükümetin katılımını, şeffaflık ve hesap verilebilirliği de sağlar. Açık Bilgi Vakfı tarafından yürütülen bir başka proje olan Open Data Handbook, verinin açılması ile elde edilebilecek değer ve kazanımları şu şekilde ifade etmiştir: Şeffaflık ve demokratik kontrol, katılım, kendiliğinden güçlenme, geliştirilmiş ya da yeni, özel ürün ve hizmetler, inovasyon, devlet hizmetlerinin verimlilik ve etkinliğinin arttırılması, uygulanan politikaların etkisinin ölçülüp belirlenmesi, kombine veri kaynakları ve büyük hacimli veri desenlerinden yeni bilgi çıkarımı.

Bütün bunların yapılabilmesi için de devlete; yani merkezi yönetim kurumlarıyla yerel yönetimlere ait verilerin kendi hizmetlerinde ortaya çıkmış, kendilerine ait veriler olması, belirli kategoriler itibariyle sınıflanıp tanımlanması, standart olması ve yeni veri üretimine uygun, anlaşılabilir, anlamlı, geçerli ve güvenilir veriler olması gerekmektedir. Bu anlamda örneğin merkezi yönetimin istatistik otoritesi olan Türkiye İstatistik Kurumu’na ait nüfus, demografi, eğitim ve genel sağlık gibi hizmetlere verilerin belediyelere ait olarak gösterilmemesi gerekmektedir.

Ayrıca verinin “açık” olarak nitelendirilebilmesi için bazı temel özellikleri taşıması gerekmektedir. Sivil toplum gruplarının sosyal sorunlarla ilgili eylemlerde bulunmak için verilere erişmesine ve bunları kullanmasına yardımcı olmak amacıyla açık verilerin topluma yönelik değerini gerçekleştirmeye odaklanan, kar amacı gütmeyen küresel bir kuruluş olan Open Knowledge International‘ın projesi olan Açık Tanım (The Open Definition) bu gereklilikleri 11 madde halinde, Dünya Bankası ise 3 madde halinde ele almıştır.

Açık Tanı (The Open Definition) projesi açısından bu koşullar; 1) Erişim, 2) Yeniden dağıtım, 3) Yeniden kullanım, 4) Teknolojik sınırlamaların yokluğu, 5) Atıfta bulunma, 6) Dürüstlük, 7) Kişiler veya gruplara ayrımcılık yapılmaması, 8) Verinin kullanım alanlarına karşı ayrımcılık yapılmaması, 9) Lisansın adil dağıtımı, 10) Lisansın bir pakete ait olmaması, 11) Verilen lisansın diğer çalışmaların dağıtımını sınırlandırmaması.

Dünya Bankası‘nın koşulları ise 1) Etkileşimli yayıncılık, 2) Makine okunabilirliği ve 3) Tekrar kullanım iznidir.

Açık verinin bulunması ve kullanılması açısından karşılaşılan zorluklar ise;

1) Teknolojik zorluklar: yetersiz BT yapısı, karmaşıklık, veri yönetimi, mevcut BT sistemleriyle entegrasyon,

2) Sosyolojik zorluklar: yetersiz insan kaynağı, yetersiz finansal kaynak, yetersiz üst yönetim desteği, örgüt kültürü, mevzuat eksikliği, veri paylaşımına yönelik güven eksikliği, gizlilik ve güç kaybı korkusu) olarak sıralanabilir.

Ülkelerin açık devlet verisi konusunda farklı düzeylerde farklı uygulamalar yürüttüğü ve özellikle bilgi üretiminde önde gelen Batılı ülkelerin bu konuda büyük mesafeler aldığı söylenebilir. Türkiye’deki açık devlet uygulamalarının politik ve yasal altyapısına yönelik uygulamalar değerlendirildiğinde ise, konuya yönelik genel bir politik sahiplenme olmamasına karşın atılmış adımlar, açık devlet süreçlerine altyapı oluşturabilecek politika belgelerinin hazırlandığı, yasal düzenlemeler yapıldığı ve az da olsa uygulama içine girildiği görülmektedir. Devlet verisinin yeniden kullanımı ve paylaşımı anlamında yapılandırılmış genel bir yasal düzenleme bulunmamakla birlikte 2003 yılında yürürlüğe giren 4982 sayılı Bilgi Edinme Hakkı Kanunu ile 2016 yılında yürürlüğe giren 6698 sayılı Kişisel Verilerin Korunması Kanunu bu gelişmenin en önemli adımları olmuştur. Bilgi Edinme Kanunu’nun yanı sıra 2006 yılından bu yana uygulanıp önce Başbakanlık İletişim Merkezi Projesi (BİMER), daha sonra Cumhurbaşkanlığı İletişim Merkezi Projesi (CİMER) adını alan uygulama vatandaşlar tarafından yapılan yazılı veya sözlü bilgi başvuruların, ortak bir platformda yürütmesi açısından açık devlet ilkelerine uygun bir yapılanma olarak düşünülebilir. Kamu hizmetlerinin elektronik platformda verilmesini sağlayan e-Devlet Kapısı ise 2008 yılından beri hizmet vermektedir. Açık devlet verisi kapsamında değerlendirilebilecek http://dijitaldonusum.gov.tr adresi üzerinden çalışmalar zaman içine Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı Dijital Dönüşüm Ofisi (www.cbddo.gov.tr) olarak aralarında “Açık Veri Projesi“nin de olduğu 13 proje ile çalışmalarına devam etmektedir.

Açık devlet süreçlerine yönelik altyapı oluşturabilecek, stratejiler incelendiğinde ise Kalkınma Bakanlığı 2006-2010 Bilgi Toplumu Stratejisi ve Eylem Planı, 2015-2018 Bilgi Toplu Stratejisi ve Eylem Planı; Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı tarafından hazırlanan Ulusal e-Devlet Strateji ve Eylem Planı çalışmalarında açık veri, açık devlet verisi ve kamu verisi paylaşımına yönelik hedefler ve stratejilerin temel düzeyde bulunduğunu söylemek mümkündür. Belirtilen strateji dokümanlarının yanı sıra Türkiye’nin uluslararası bir açık devlet örgütlenmesi olan Açık Devlet Ortaklığı’na (Open Government Partnership) 2012 yılında bir eylem planı sunmuş olduğu bilinmekle birlikte gerekli kriterleri yerine getirmediği için 27 Haziran 2017 tarihi itibariyle, 68 ülke ile 56 yerel üyeyi kapsayan Açık Devlet Ortaklığı‘ndan çıkmış durumdadır. Türkiye bu durumda Macaristan, Trinidad Tobago ve Tanzanya ile birlikte ortaklık dışına çıkarılmış dört ülkeden biridir.

Türkiye’de belirtilen strateji planlarında (Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı, 2016) açık veri paylaşım portalının oluşturulması (veri.gov.tr) hükmü bulunmasına rağmen; günümüzde bu adres kullanılarak yapılan İnternet aramasında karşımıza çıkan Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı Dijital Dönüşüm Ofisi (www.cbddo.gov.tr) sayfasında söz konusu Ofis tarafından yürütülen 13 projeden biri olarak “Açık Veri Projesi“nin genel açıklaması olarak karşımıza çıkmakta, bu sayfadan proje uygulaması denilebilecek hiçbir veri setine ulaşmak mümkün olmamaktadır.

Nitekim 2019-2023 dönemini kapsayan 11. Kalkınma Planı hazırlıkları için düzenlenen E-Devlet Çalışma Grubu Raporu‘nun 68. sayfasında “11. Kalkınma Planı döneminde kamu sektörü verisinin açık veri olarak değerlendirildiği farklı sektörlerden bir veya birkaç pilot proje üzerinden güncel, doğru ve güvenliği sağlanmış verilerin kamuoyu ile paylaşılması faydalı olacaktır.” ifadesine yer verilmiş olması bile Türkiye’nin içinde bulunduğu durumu gayet iyi özetlemektedir.

Açık Devlet Ortaklığı‘nın 11 Mayıs 2020 tarihli bildirisine, Covit 19 salgını nedeniyle hükümetlerin salgınla ilgili doğru verileri kamuoyundan sakladıklarına dair ülke listesine Macaristan, Amerika Birleşik Devletleri, Filipinler, Kongo Cumhuriyeti ile birlikte Türkiye‘yi dahil etmeleri, ülkemizin “Açık veri” liginde nerede durduğunu net bir şekilde göstermektedir.

Devam Edecek: Gelecek yazımızın konusu, Dünya’da ve Türkiye’de; özellikle İzmir Büyükşehir Belediyesi Açık Veri Portali‘nde yer alan ya da alması gereken veriler olacaktır…

Yararlanılan Kaynaklar

Akdamar, E. (2017) “Akıllı Kent İdealine Ulaşmada Açık Verinin Rolü“, Social Sciences Research Journal, Volume 6, Issue 1, 45-52 (March 2017).

Çaldağ, M.T., Gökalp, M.O., Gökalp, E. (2019) Açık Yönetim Verisi – Fayda ve Zorluk Analizi, IEEE 978-1-7281-3992

Eroğlu, Ş. (2018) “Açık Devlet ve Açık Devlet Uygulamaları – Türkiye’de Kamu Kurumlarına Yönelik Bir Değerlendirme“, DTCF Dergisi 58.1 (2018): 462-495.

Eroğlu, Ş.,Açık Devlet Verisinin Sosyo-Ekonomik Değeri ve Kullanım Engelleri – Uluslararası Göstergelerde Türkiye“, Bilgi Yönetimi ve Bilgi Güvenliği, e-Belge, – e-Arşiv, e-Devlet, Bulut Bilişim, Büyük Veri, Yapay Zekâ, s.432-449.

Topçu, A.E. – Işık, A. (2019) “Açık Devlet Verisi Süreçlerine Dair Bir Model Önerisi“, Avrupa Bilim ve Teknoloji Dergisi ,Sayı 17, S. 833-843, Aralık 2019.

Açık Veri, Türkiye Bilişim Vakfı, Blockchain Türkiye, Ağustos 209.

Açık Veri, Vikipedia, Erişim Tarihi: 10.02.2021

11. Kalkınma Planı E-Devlet Çalışma Grubu Raporu, Kalkınma Bakanlığı, Ankara 2018.

Bulutlarda Yaşanmazmış

Kitabın Adı: Bulutlarda Yaşanmazmış, Deniz Lisesi’nden TKP’ye 1967-1994

Yazarı: Reşit Sermet Elçi

Yayınlayan: Verita Yayınları

2. Baskı, İstanbul, Mart 2018, 358 sayfa

r_sermet_elci_bakirkoyluler_derneginde_imza_gununde_h201911_fce38

Yazarı Hakkında: Reşit Sermet Elçi, 1953’te Malatya’da doğdu, İzmir Karşıyaka’da büyüdü. 1967’de Deniz Lisesi’ne girdi, 1970’te disiplin kurulu kararı ile okuldan atıldı.. 1971’de İzmir Atatürk Lisesi’ni bitirdikten sonra 1976’da Ege Üniversitesi Mimarlık Bölümü’nden mimarlık diploması aldı. 1979’da TKP ile tanıştı. Mimarlar Odası İzmir Şube Sekreterliği, TBKP İstanbul Teknik Elemanlar Üst Komitesi üyeliği ve Üsküdar İlçe Başkanlığı’na seçildi. 1994’de dünyaya, ülkeye ve olaylara siyasetler üstü bakmak gerektiğine karar verdi.

Mimarlık mesleğine 40 yılı aşkın süredir devam ediyor.


Kitabın Tanıtımından:

Sınıf arkadaşım 7148 Sermet Elçi;

Yeni ve gelecek nesilleri, eski ve ağır bedeller ödenmiş derslerden yararlandırmak amacında iken, siyasi anılarda pek görülmeyen bir üslup ile içinde yer aldığı ailesini de yazarak, aslında aileden kopuk anıların olamayacağını gözler önüne seriyor.

Ayrıca bu anılarda, yakın zamanlarda adı konup tanımlanmış ‘mahalle baskısı’ndan önce, ülkemiz- de ayrışmanın en can alıcı şekilde yaşandığı 70’li yıllarda bile aslında mahalle dayanışmasının var olduğuna ve yaşandığına tanık olacaksınız.

İnsanlar çeşitli zamanlarda bilerek veya bilmeyerek, isteyerek veya istemeyerek bir yol ayrımına geliyorlar. Bunların başta gelenlerinden biri, belki de birincisi; büyüdükleri aile ortamı, anne, baba ve sevdikleri büyüklerinin öğrettikleri veya öğretemedikleri, sevdikleri veya sev(e)medikleri ilk öğretmenleri nedeniyle geldikleri; okur yazar olma ya da olmadan yaşamak yol ayrımıdır. Sermet Elçi’nin nasıl bir tercihte bulunduğunu, çok zor yaşanır ve yazılır anılarını okuyarak göreceksiniz.”

7075, Ali Çubuk

Bulutlarda Yaşanmazmış

 

Hataylı bir ailenin erkek çocuğu olarak Malatya’da doğmak, “Karşıyakalı” bir çocuk olarak yetişmek, ele avuca gelmez bir Deniz Lisesi öğrencisi olmak, askerlikten vazgeçme niyetiyle eve ilk gelişte üniformaya gösterilen ilgi nedeniyle yola devam kararını almak, “devrimci olmayı öğrenmek“, okuldan atılmak, baba gözetiminde lise öğrencisi olmak, çizim yeteneğini fark etme sonrasında mimar olmaya karar vermek ve mimar olmak, inşaatlar yapmak, mimarlar odasıyla tanışmak, hem mimar hem oda yöneticisi olmayı birlikte yürütmek, TKP’li olup solda birliği savunmak, oda düzeyinde mücadele etmek, parti yöneticisi olmak, hayal kırıklıkları sonrasında sorgulamaya başlamak ve bulutlardan aşağılara inmek, “dünyaya, ülkeye ve olaylara siyasetler üstü bakmaya” niyet etmek…

Anlatımı son derece akıcı, bir çırpıda okunabilecek, bunu yaparken kendi yaşam öykünüzle mukayeseler yapabileceğiniz, İzmir ve İstanbul’da mimarlar odası düzleminde verilen ve halen devam eden bir yaşam ve siyaset mücadelesinin öyküsü…  

Hemen alınıp okunması ve 27 yıllık özel bir dönemi bir TKP’linin gözüyle anlatan bu güzel anı kitabının en yakın arkadaş ve dostlara önerilmesi dileğiyle…

 

Tutku, Değişim ve Zarafet – 1950’li Yıllarda İstanbul

Ali Rıza Avcan

“1955, Ankara” doğumlu biri olarak kendimi hem Ankaralı, hem baba memleketimin Şile olması nedeniyle İstanbullu, hem de son 20 yılımı İzmir’de yaşamış olmam nedeniyle İzmirli hissederim.

O nedenle, bu üç coğrafyanın bileşimi ile ortaya çıkan bir zenginliğe sahip olduğumu düşünürüm.

İstanbul’u çocukluğumun yaz tatilleri nedeniyle tanımaya başladım. Her sene en az bir ayın geçirildiği Heybeliada, Fatih, Eyüp ve Üsküdar’ın Kısıklı ve Fıstıkağacı semtleriyle Şile ve Ağva coğrafyası bende yoğun akrabalık ilişkilerinin zenginleştirdiği anılar bırakmıştır.

Heybeliada‘da Deniz Harp Lisesi‘nde öğretmenken lojmanlarda, emeklilik sonrasında da İnönü köşkünün hemen yanındaki kubbeli muhteşem köşkü alıp orada yaşayan Sabri amcam ve Neziha yengem, oğulları, gelinleri ve torunlarıyla bizi İstanbul’da karşılayan ilk akrabalarımız olurdu.

Ardından o tarihlerde İstanbul İtfaiye Müdürü olan ve Independenta tankerinin yandığı o meşhur İstanbul yangınında günlerce eve uğramayan Tarık Özavcı ve Nezihe halam bizi Fatih‘deki merkez itfaiye binasının üstündeki lojmanda ağırlardı. Geceleri uykumun arasına giren itfaiye sirenleri bu misafirliklerden hatırladığım şeylerdendir.

Eyüp Kırkmerdiven‘de Piyer Loti Kahvesi‘ne yakın oturan ve bana hep “soyum sopum” diye hitap eden Semiha Halise halam, eşi Fehmi enişte ve oğlu Metin abi ise beni hem Eyüp‘ün hem de Haliç‘in o büyüleyici atmosferine sokan akrabalarımdı.

Üsküdar‘ın Kısıklı semtinde oturan Saime halam, Emin eniştem, kuzenlerim Vecdi abi ve Şeyma abla ise o çevredeki ahşap evleri ve tarihi Üsküdar-Kısıklı tramvayını hatırlamama neden olurlar.

Net bir şekilde hatırladığım diğer bir anı ise, hangi yıl olduğunu bilmediğim bir tarihte Galata Köprüsü’nün Eminönü’ne yakın kısmında köprüye Haliç yönünde n bağlı ve etrafı brandalarla kaplı “Deniz Müzesi” adı verilen bir teknede sergilenen “Yaşar” isimli foka aittir. 

istanbul-un-1950-ve-1960-lardaki-nostaljik-710785_5014_9_bBabamın Şile‘deki, eski adı Heciz, yeni adı Yeşilvadi olan köyü ise bende unutulmaz anılar bırakmıştır. Aziz amcamın mandaları, mandaların çektiği arabalar, harmanda bindiğim düvenler, meşe ormanlarının içinde Güzin abla ile bana saldıran boğa, geceleri tüm bir köy halkının el birliği ile soyduğu mısır koçanı tepeleri, köy gençlerinin yaptığı mehtap yürüyüşleri, Pazar günleri köye gelen Migros kamyonu ve beraberinde getirdiği özlemle beklenen beyaz ekmek “francala“, Neriman yengemin benim için bahçedeki fırında yaptığı “esmer ekmek“, biz gelmeden önce babanemin özenle hazırladığı Çerkez peynirleri ve yoğurtlar, evin bahçesinde kilimlerle yaptığımız çadır-evler, hafta sonlarında Şile’den dönen Zeki Müren‘e el sallamak amacıyla evin önündeki uzun bekleyişlerimiz, çevredeki Darlık, Avcıkoruve Ömerli köylerine yaptığımız akraba ziyaretleri, çoğu kez hafta sonu gittiğimiz Şile‘nin Kumbaba plajı… 

Dönüşte de tüm haşmetiyle bizi karşılayan Haydarpaşa Garı ve Anadolu Ekspresi‘yle kompartımanının içinden seyrettiğim Erenköy, Suadiye, Göztepe civarındaki yeşillikler içindeki güzel köşkleri hatırlarım…

Bu yıllarda -ne yazık ki- hiçbir şekilde İstanbul’u bir bütün olarak öğrenemedim… Belleğimde hep bölük pörçük, sadece gidilen yerlere ilişkin anılar ve mekan kırıntıları oluştu…

Ama daha sonra 1981 yılında İstanbul’a yerleşince tüm bir İstanbul’u öğrenmek için özel çaba gösterdim. Yürüyüp seyrederek, fotoğraflayıp okuyarak; hatta aynı yere defalarca giderek, örneğin Arkeoloji Müzesi için dört ayrı hafta sonunu ayırarak öğrenmeye çalıştım İstanbul’u… Böylelikle hem ayrıntıları hem de bu ayrıntılar üzerinden tüm bir İstanbul’u öğrenmem, puzzle’ın parçalarını birleştirmem mümkün oldu…

O nedenle, daha sonraki yıllarda yurt içinden ya da dışından gelen birçok arkadaşımı, dostumu İstanbul’u gezdirme, anlatma ve öğretme fırsatını yakaladım.

1990’lı yıllarda ise, Bahçelievler Belediye Başkanı Saffet Bulut‘un danışmanlığını yaptığım dönemde inceleme amacıyla onlarca dosya içinde teslim edilen 1940-1970 dönemi Hilmi Şahenk fotoğrafları ile o dönem İstanbulu’nu tüm ayrıntılarıyla öğrenme fırsatını bulmuştum.

Bu hafta sonu, Güven Gürkan Öztan ve Serdar Korucu‘nun yakın zamanda yayınlanan “Tutku, Değişim ve Zarafet, 1950’li Yıllarda İstanbul” isimli kitabını İzmir’deki kitapçılarda zorlukla edindikten sonra sayfalarını karıştırmaya başladığım Basmane Garı’ndaki küçük çay bahçesinde, arka planda Zeki Müren’in “Geceler” isimli o ünlü şarkısını dinlerken yine aynı duyguları hissederek çocukluğumun ve yetişkinliğimin o eski İstanbulu’na gittim ve kitaba konu olan 1950’li yılların İstanbulu ile ilgili kıyısından köşesinden birçok anıya sahip olduğumu fark ederek yılbaşı tatilinde bu güzel kitabı okumaya karar verdim.

_210025

Tutku, Değişim ve Zarafet – 1950’li Yıllarda İstanbul

Yazarlar: Güven Gürkan Öztan – Serdar Korucu

Doğan Yayıncılık, Aralık 2017, 459 sayfa

Yazarlar Hakkında

Güven Gürkan Öztan
İstanbul’da doğdu. İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nü bitirdi. 2009 yılında “Türkiye’de Çocukluğun Politik İnşası” adlı doktora tezi ile İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü’nde doktorasını tamamladı. Tezi, 2011 yılında aynı adla kitaplaştı. Türkiye’de resmi ideoloji, milliyetçi akımlar, milliyetçilik-toplumsal cinsiyet ilişkisi, azınlıklar, çocukluk ve militarizm konuları başta olmak üzere makaleleri Toplum ve Bilim, Toplumsal Tarih, Doğu-Batı, Dipnot, Düşünen Siyaset, Eğitim-Bilim-Toplum, Praksis, Mülkiye Dergisi, Redaksiyon, Ayrıntı gibi dergilerde yayımlandı. İnci Ö. Kerestecioğlu’yla birlikte Türk Sağı: Mitler, Fetişler ve Düşman İmgeleri adlı derlemeye imza attı. 2014 baharında Türkiye’de Militarizm: Zihniyet, Pratik ve Propaganda adlı kitabı yayımlandı. Halen İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Siyaset Bilimi Anabilim Dalı’nda öğretim üyesi olarak çalışan Güven Gürkan Öztan, BirGün gazetesi köşe yazarı ve Tarih Vakfı Yönetim Kurulu üyesidir.

Serdar Korucu
İstanbul’da doğdu. İstanbul Üniversitesi’nde felsefe eğitimi aldı. TV8’de başladığı meslek hayatını Skyturk, Business Channel, 6News, Cem TV, TRT1, TRT2 ve A Haber’de haber merkezi ve haber program bölümlerinde editör-yapımcı-danışman olarak sürdürdü. Beş yıldır CNN Türk’te editör olarak çalışıyor. Radikal, Bianet, Agos, Avlaremoz ve BirGün’e dezavantajlı gruplar özelinde insan hakları haberleri ve röportajları yapan, Atlas dergisine dosyalar hazırlayan Serdar Korucu’nun yazıları Express, AltÜst, Taraf ve Milliyet Kitap ekinde de yayımlandı. Korucu’nun, 2009 yılında Yabancı Gazetecilerin Gözüyle Kürt Sorunu, 2013’te Suriye Yerle Bir Olduktan Sonra, 2014’te Aris Nalcı’yla birlikte hazırladığı 2015’ten 50 Yıl Önce, 1915’ten 50 Yıl Sonra: 1965, iki ciltlik Patriklik Fotoğrafçısı Dimitrios Kalumenos’un Objektifinden 6-7 Eylül 1955 ve 2016’da Misafir adlı kitapları yayımlandı.

Kitap Hakkında:

Tutku, Değişim ve Zarafet, İstanbul’un 1950’li yıllarına, Türkiye insanının mutlu hatıralarına dokunuyor. Değişimin başladığı, Osmanlı’nın hâlâ hatırlandığı, kentin hüznüne rağmen insanların kendini tatlı bir huzura bıraktığı zamanlar. Siyah beyaz fotoğraflarda kalmış unutulmaz yıllar… 

Elinizdeki kitap işte bu zamanın insanlarının ve gündelik hayatının izini sürüyor. İnsan hikâyelerini, gündeliğin ritmini, parıltılı yaşamlardan şehre tutunamayanlara uzanan geniş bir yelpazeyi konu alıyor. Kimi zaman İstanbul’un varsıl yüzünü anlatırken kimi zaman merceğini şehrin kuytu köşelerine çeviriyor. 

Adadaki görkemli konaklardan gecekondu mahallelerine, plaj eğlencelerinden iş cinayetlerine, modaevlerinden batakhanelere uzanıyor. İmar harekâtı ile değişen şehrin topografyasına yine dönemin İstanbullusunun gözlerinden bakıyor. Yeni gelen vapurlarla heyecanlanıyor, şehrin artan trafiğinde saç baş yoluyor, troleybüste gezip son kalan arnavut kaldırımlarını arşınlıyor. 

1950’lerde çocuk oluyor, genç kadın oluyor, hasta oluyor, işçi oluyor, patron oluyor. Her birinde zarafet ile tutkuyu değişim rüzgârlarına yelken yapıyor. 

Güven Gürkan Öztan ve Serdar Korucu, eski ile yeninin, yoksulluk ile zenginliğin, mütevazılık ile şatafatın çok kutupluluğu arasında adeta yeniden şekillenen İstanbul’un 1950’li yıllarının izini sürüyorlar; 

tutkunun, değişimin, zarafetin ve bolca hayal kırıklığının…

DR-GFWVX4AAeRNO

İçindekiler

Başlarken: Eski ile yeninin, zenginlik ile yoksulluğun bir aradalığı… Amerikanlaşma… Dönüşen kültürel kimlik… Hem vali hem belediye başkanı: Fahrettin Kerim Gökay… İmar operasyonları…

İstanbul’da yaz: Zevk ve kahır – İstanbul’un sayfiyeleri… Barakalar görkemli yazlıklara karşı… Artan bisiklet sorunu… İstanbul’un kuğu misali sayfiye vapurları… Plaj kültürünün dönüşümü… Susuzluk çilesi… Parklar ve bahçeler… UNutulmaz yaz kampları…

İstanbul’da eğlence ve sanat alemi – Rock’n roll… Gazinolar… Beyoğlu’nun olmazsa olmazları… Eğlence turizmi… Yılbaşı partileri… Ses yarışmaları, açılışlar, düğünler… “Orduya şükran1 konserleri… Sinemaya aşık şehir… İstanbul Sergisi…

Nadir zevkler, özel lezzetler – İçkiyle anılan semtler… Meyhanelere mühür… Demlenme kültürü… Şarap kalitesini yükseltme çabaları… Likör ikramı geleneği… Lokanta kültüründe değişim… Kulüp ve otel mutfakları…

İstanbul’da şıklık ve güzellik tutkusu –  Modada dönüm noktası… Marilyn Monroe gibi olmak… Menderes modası… Zeki Müren mağazası… Meşhur Beyoğlu terzihaneleri… Gazeteleri süsleyen krem reklamları… Kolonya tutkusu…

Hem zaruret hem marifet: İstanbul’da alışveriş – Günlük alışveriş… Balığın bol olduğu yıllar… Dar Gelirlinin dostu makarna… Mutfağın yeni baştacı margarin… Seyyar satıcılar… Marka rekabeti… Migros Türkiye’de… Geleneksel tatlardan yeni lezzetlere…

1950’lerde İstanbul’da çocuk olmak – Okuma zevki… Çocuk dergileri… Çocuklar ve sinema… İstanbul’da çocuk parkları… Toplu sünnet törenleri…

Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi: 1950’lerin İstanbulu’nda sağlık – Yeni hastaneler, yeni okullar… Veremle mücadele… İşçi hastaneleri… Süreyyapaşa İşçi Sanatoryumu… Ortadoğu’nun en büyük sivil hastanesi… Ailelerin korkusu rüyası çocuk felci…

İstanbul’un karanlık yüzü – Şehrin emniyet meselesi… Kadınlara yönelik şiddet ve taciz… Sarıyerli Sevim… Salacak canavarı… Zamane hırsızları… Çocuk hırsızlar… Esrar tekkesi… Karakol halleri… Batakhaneler ve randevuevleri…

Politik karşılaşmaların kenti İstanbul – Aşk-nefret ilişkisi: Türkiye-Yunanistan… YUnan kral ve kraliçesi İstanbul’da… Muhafazakarların “Ayasofya Camii” rüyası… İlk “fetih” filmi… Fetih kutlamaları… Devrim kanunlarına muhalefet… 50’li yıllarda İstanbul’da işçi hareketleri…

1950’lerde İstanbul’da gayrimüslim olmak – 6-7 Eylül… Korunmasız kalan İstanbullu gayrimüslimler… İmar hareketine kurban giden kiliseler… Neve Şalom… İstanbul’dan İsrail’e göç… “Vatandaş Türkçe konuş” yeniden… Olaylı Ermeni patriği seçimi… Türklüğü aşağılama…

1950’lerde Müslümanların İstanbulu – 1950’lerin gözde Müslüman ibadethanesi… Marmara Denizi’ne düşen Karaköy mescidi… Ramazan ayında İstanbul… Ramazan alışverişi… Kurban Bayramı macerası…

İstanbullunun çilesi: Yollar ah yollar – Tramvaylar gidiyor otobüsler geliyor… Toplu taşıma sorunu… Anadolu hattı ve hazin akıbeti… Arabalı vapurlar… Asma köprü sevdası… Banliyö hattı… Yerin altında seyahat denemeleri…

İkamet ve yeniden imar arasında yaman çelişki – Günah keçisi gecekondular… Gecekondu yıkımları… Ev sahipleri ile kiracılar arasında bitmeyen mücadele… Kapıcı ücretleri… Kabristanlarda peyzaj… İstanbul’da imar seferberliği… Yüksekkaldırım’ın kaybolan merdivenleri…

Kaynakça

 

İzmir, İstanbul olmasın !

Ali Rıza Avcan

İzmir kamuoyu bir süredir sosyal medyada yazarak ya da katıldığı toplantılarda sorular sorarak uyarı dolu bir itirazı dile getirmeye ve sesini her geçen gün yükseltmeye çalışıyor:

İzmir, İstanbul olmasın!

Bana göre, bir kentin geleceğine yönelik böylesi bir talebin, İstanbul gibi başka kötü bir örnek üzerinden ifade edilip bir haykırışa dönüşmesinin tek bir anlamı var.

Kent 085

İzmir’i İzmir yapan değerlerimiz yok edilmesin, vahşi kapitalizmin yıkıma ve yok etmeye odaklı rant hırsı bu kenti de, İstanbul’da olduğu gibi yok edip kaosa sürüklemesin… 

İzmir’i İzmir yapan Kadifekale, Konak’taki Saat Kulesi, Nesim Levi’nin Tarihi Asansörü, Behçet Uz’un kente armağan ettiği Kültürpark, Gediz Nehri’nin ortaya çıkardığı eşsiz Gediz Deltası ve Kuş Cenneti, kentin soluk aldığı tek yeşil alan İnciraltı, kenti çevreleyen diğer tepelerin aksine yeşillikler içindeki Yamanlar, İzmir Körfezi ve onun çocukları İmbat ya da Meltem rüzgarları, Gediz Deltası’nın sakini flamingolar ve diğer kuşlar gibi değerler yok edilmesin, Körfez’den Bornova’ya doğru esen rüzgarlar Bayraklı’daki gökdelenlerle kesilmesin, Basmane Çukuru’na yapılacak Folkart gökdeleni Kadifekale ile yarış etmesin demek isteniyor…

İzmir İstanbul olmasın!” denirken aslında bu kente İstanbul’dan ya da başka bir yerden kimse gelmesin denmek istenmiyor. Bu nedenle Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) verilerine göre 2008-2016 döneminde İstanbul’dan İzmir’e gelip yerleşmiş toplam 116.154 kişiye* (2008: 9.819, 2009: 10.574, 2010: 11.177, 2011: 11.339, 2012: 11.179, 2013: 12.355; 2014: 16.458, 2015: 16.129, 2016: 17.124) ve bundan sonra gelecek olanlara oturun oturduğunuz yerde, buraya gelmeyin denmiyor. İzmirli bu konuda da memleket şovenizmi yapmıyor, geleni geldiği yere göre ötekileştirip yabancılamıyor.

Çünkü İzmir, tarih boyunca yurt içinden ve dışından, karadan ya da denizden gelen göç dalgalarıyla beslenip güçlenmiş, bu nedenle çok kültürlü, çok dinli ve dilli olmayı becerebilmiş kadim bir kenttir. 

Dorların akınlarıyla dönüşüp gelişen bir İon kenti, Perslerin, Arapların, Selçukluların, ada Rumlarının, Avrupa kökenli Levantenlerin, Osmanoğulları’nın, İspanya’dan yola çıkan Yahudilerin, Balkan, Girit, en son Doğu ve Güneydoğu Anadolu; hatta Suriye halklarının göçleriyle dönüşüp gelişen, Ekrem Akurgal‘ın deyişiyle uygarlığın beşiği olan bir kenttir…

Yeter ki kendisinin tahammül edebileceği, kaldırabileceği, içine alıp özümleyebileceği kadar insanın gelmesi koşuluyla….

Aksi takdirde; yani haddinden fazla nüfusun göç edip gelmesi durumunda kendisine ait özellikleri koruyamayacak kadar narin, hassas bir kenttir…

Bu anlamda İzmir’in, “İstanbul” denilirken anladığı şey, bu kentte yaşayanlara ve onların yaşam tarzına saygı duymayan, büyük hırs ve rantların insanın gözünü döndürdüğü vahşi kapitalist kent anlayışı ve onun uygulamasıdır…

Kentte yaşayanların önem verdiği doğal, tarihi, kültürel, arkeolojik ve yaşamsal değerlere önem vermeyen, küreselleşme adına ya da marka kent olmak uğruna onları yok edip yerine dünyanın her kentinde karşımıza çıkan standartları koyan, toprağı, suyu, havayı ve her canlıyı sahiplenip mala dönüştürülecek meta gözüyle bakan anlayışa karşı çıkılıyor…

O nedenle “İzmir, İstanbul olmasın!” deniliyor….

O nedenle Bayraklı’da, “Basmane Çukuru“nda ya da kentin başka yerlerinde kente tepeden bakan gökdelenlerin yapılmasın deniliyor,

Kent halkının tercihleriyle hak, hukuk ve adalete aykırı tüm yapılaşmaların engellenmesi isteniyor….

Kent halkının özgürlüğüne, alışkanlıklarına, yaşam tarzına müdahale edecek hiç bir şey istenmiyor…

Ramsar Sözleşmesi ile korunan doğal alanlara, İnciraltı’na ve İzmir Körfezi’ne zarar verecek olan İzmir Körfez Geçişi Projesi yapılmasın deniliyor…

Belediyeler ve tüm kamu hizmetleri neoliberal politikalarla özelleştirilmesin ve ticarileştirilmesin deniliyor…

İzmir 143

Bu kentin ve halkının tarihin ilk çağlarından bu yana geliştirip hoşnut olduğu her şeye saygı gösterilsin, buradakiler değil; buraya gelenler buranın özelliklerine ve kurallarına uysun deniliyor…

Kısacası köy, kasaba ya da şehir; bu kenti ne şekilde algılarsanız algılayın; İzmir, İzmir gibi var olsun ve yaşasın isteniyor….


* Geçtiğimiz günlerde İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu, 2016 yılında toplam 16.000 beyaz yakalının İstanbul’dan İzmir’e göç ettiğini ifade ederek, artık İzmir’den İstanbul’a yönelik beyin göçünün ters döndüğünü iddia etti. Oysa Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TUİK) resmi verileri, 2016 yılında İstanbul’dan İzmir’e toplam 17.124 kişinin göç ettiğini ortaya koyuyor ve bu sayı içindeki beyaz ya da mavi yakalıların sayısını vermiyor. O nedenle ifade edilen rakamın hangi kaynağa dayanılarak ifade edildiği bilinmediği gibi; hepimizin güvendiği resmi kaynak, bunun yaşlısı, genci ve çocuğu, evlisi, bekarı, beyaz ya da mavi yakalısıyla toplam olarak 17.124 kişi olduğunu söylüyor. Tabii ki göç eden 17.164 kişiden 16.000’inin beyaz yakalı olduğunu iddia etmek gibi bir ciddiyetsizliğe düşmemek koşuluyla…

 

Göç, Kentleşme ve Aidiyet Ekseninde Esenler’i Anlamak

Bugün sizlerle İstanbul, Esenler Belediyesi‘ne bağlı Esenler Şehir Düşünce Merkezi‘ne ait bir yayını paylaşmak istiyorum. Bunu yaparken de, Esenler ilçesini göç, kentleşme ve aidiyet olguları üzerinden anlayıp çözümlemeyi hedefleyen bu “diğer mahalle” yayınının, amaç, içerik ve sonuçları itibariyle “bizim mahalle“deki belediyelere de örnek olmasını diliyorum.

Televizyonlardan, özellikle de CNNTürk’deki tartışma programlarından tanıdığımız iktidar yanlısı Prof. Dr. Mazhar Bağlı yönetimindeki Esenler Şehir Düşünce Merkezi tarafından 2012 yılında yayınlanan bu kitap toplam 250 sayfadan oluşuyor.

Editör Murat Şentürk tarafından düzenlenen bu kitapta sekiz akademisyen, gazeteci ve araştırmacıya ait sekiz bilimsel makalede bulunuyor. Kitapta yer alan makaleleri ve yazarlarını şu şekilde sırayabiliriz:

1.BÖLÜM – Kent ve Aidiyet

Şehir Dönüştürür, İhsan Aktaş

Yaralı Bellek: Kent ve Unutma, Dilaver Demirağ

Demokratik Bir Kent Kültürü İnşası, Ümit Kurt

Bir İstanbul Distopyası: İstanbul’un Sınıfsal ve Kimliksel Dönüşümü Bağlamında Karşı-Kentler, Folyo-Yaşamlar ve Yok Mekanlar, Ahmet Özcan

2.BÖLÜM – Göç ve Kentleşme

İstanbul’da Göç, Yoksulluk ve Kentsel Dönüşüm, Murat Şentürk

Göçün Mekanı: Esenler ve Mekanın Değişimi, Hasan Taşçı

Esenler’de Yaşamak, Memlekette Ölmek: Göç ve Kente Uyum Sürecinde Hemşehrilik, Yusuf Adıgüzel

Esenler’de Yoksul Gençlerin Mekanları: Hal, Tekstil Atölyeleri ve Kafeler, Ömer Miraç Yaman. 

Esenler Şehir Düşünce Merkezi‘nin bu yayın dışında “Kentsel Yaşam ve Sürdürülebilirlik“, “Herkes İçin Dost Kentler“, “Kentler ve Sosyal Politikalar“, “Teori ve Pratik Arasında Mekan“, “Modernite ve Mimari“, “Kamusal Alan ve Toplum“, “Sürdürülebilir Bir Şehir Kentsel Dönüşüm“, “Şehir Üzerine Düşünceler-1“, “Şehir Şiirleri Antolojisi“, “Geleceğin Şehri” gibi yayınlanmış kitapları, 10 sayı yayınlanmış Şehir ve Düşünce isimli bir dergisi ile 2012, 2013 ve 2014 yıllarda değişik konularda düzenlediği atölye çalışmaları da bulunuyor. 

Bugün burada tanıtımını yaptığımız “Göç, Kentleşme ve Aidiyet Ekseninde Esenler’i Anlamak” isimli yayınla diğer yayınları Esenler Şehir Düşünce Merkezi‘ne ait http://www.sehirdusunce.com isimli İnternet sitesinden indirmeniz mümkün.

***

Bugün birçok belediye, belediye başkanı ya da belediyeyi yönetmekle görevli, yetkili ve sorumlu olanlar genellikle yönetiminden sorumlu oldukları yerleri/mekânları edindikleri ezberler, görüp duydukları  bilgiler ve havayı soluyarak hissettikleri şeylerle yönetmeye, yönlendirmeye çalışıyor. 

Çoğu belediye başkanının aklına belediye olarak tek başına, üniversitelerle ya da özel araştırma kuruluşlarıyla birlikte yönettikleri kentin bugünü ve geleceği üzerine araştırmalar yapmak, kenti masanın üstüne koyarak onu anlamaya, kentteki gelişmeleri günü gününe öğrenmek gelmiyor. Çünkü onlar kenti bilip tanıdıklarını sanıyorlar ve o nedenle de çoğu kez sahip oldukları yanlış ya da yetersiz bilgilerle kötü yönetiyorlar.

İşte bu anlamda Esenler Belediyesi‘nin 2012 yılında Esenler’i anlamak, Esenler’i göç, kentleşme ve aidiyet üzerinden sorgulamak için yaptığı bu çalışmayı ve yayını önemsiyor ve bütün belediyelere örnek olmasını öneriyorum.

O belediye ya da bu belediye, o siyaset ya da bu siyaset önemli değil. Önemli olan bu ihtiyacı birinin fark etmiş ve yerine getirmiş olması. 

Bu anlamda belki birileri çıkabilir ve üniversiteler bu konuda araştırmalar yapıyor, yüksek lisans ya da doktora tezleri yaptırıyor, o nedenle kentle ilgili yeteri kadar araştırma yapılıyor  diyebilir. Ama bu konuyu da biraz araştırdığımızda bu tür çalışmaların da yetersiz olduğunu söyleyebilirim. Örneğin Yüksek Öğretim Kurumu’nun (YÖK) İnternet sayfasındaki Tez Merkezi’ne baktığımızda 1986-2017 dönemindeki 31 yıl içinde “Karşıyaka” adının geçtiği toplam 41 adet yüksek lisans ve doktora tezinin yazıldığını, 10’u doktora, 31’i yüksek lisans tezi olan bu çalışmaların 6’sının mimarlık, 6’sının şehircilik ve bölge planlama, 4’ünün eğitim ve öğretim, 3’ünün biyoloji, 3’ünün peyzaj mimarlığı, 2’sinin hemşirelik, 2’sinin halk sağlığı, 2’sinin sosyoloji, 2’sinin maden mühendisliği, 2’sinin jeoloji mühendisliği ile ilgili olduğu; geriye kalan 9’unun da her biri birer tane olmak üzere iç mimari ve dekorasyon, psikoloji, coğrafya, maden mühendisliği, ulaşım, jeofizik mühendisliği, endüstri mühendisliği, mikrobiyoloji, ziraat ve hukuk üzerine olduğu görülür. BU demektir ki sayıları şu an itibariyle beş olan İzmir üniversiteleriyle başka kentlerdeki üniversitelerin Karşıyaka ile ilgili yazdırdıkları tezlerin sayısı, yıl başına 1,32 tanedir. Bu durum tüm Karşıyaka ve özellikle de “yüksek lisans tezi” yazdığını söyleyen belediye başkanı için yüz karası bir durumdur.

KapakVelhasıl adı ne olursa olsun ya da kim, hangi parti ya da belediye yaparsa yapsın yaşadığımız kentlerin yöneticileri, belediyeleri, Esenler Belediyesi‘ne bağlı Esenler Şehir Düşünce Merkezi‘nin yaptığı gibi içinde yaşadığımız kentlerin mevcut durumu ve gelişimiyle ilgili araştırmalar yaparak ya da yaptırarak ve bunları yayınlayıp yurttaşları ile paylaşarak kentin bugününü ve geleceğini bilimsel kriterlere göre planlamalı, bütün politika, strateji, ve uygulamalarını bu çözümlemeler çerçevesinde düzenlemelidir.   

 

Ya bizim başımıza da gelseydi…

Ali Rıza Avcan

Dün ve bugün, okuduğumuz gazetelerde, seyrettiğimiz televizyonlarda ve takip ettiğimiz sosyal medya ortamında İstanbul’da meydana gelen aşırı yağışlar sonucunda oluşan ilginç manzaraları, metro merdivenlerinde oluşan şelaleleri, içinde insanların yüzdüğü büyük su birikintilerini, o birikintiler içindeki araçları, azgın suların aktığı otoyolları, kapanan tünelleri, sel sularının metroyu işgalini ve insanların çektiği büyük sıkıntıları görme fırsatımız oldu.

Bir kent için, o kentte yaşayan insanlar için oldukça kötü, acıklı ve düşündürücü olan bu görünümlere sosyal medyada, fırsat bu fırsattır diye siyaset üzerinden, çarpık kentleşme ve yapılaşma üzerinden, plansız ve programsız çalışılmış olması üzerinden eleştiriler yaptık ve bu eleştirilerinizi zeki, yaratıcı esprilerle süslemeye çalıştık. Böylelikle neredeyse gizliden gizliye “15 Temmuz Destanı“nın rövanşını almaya çalıştık… Hatta, “İstanbul’da olunca afet, İzmir’de olunca rezalet” diyen ironi dolu mesaj yazanlarımız bile oldu…

istanbul_sel

Bütün bu eleştirileri yazmamız, yaratıcı esprileri yapmamız bizim doğal bir hakkımızdı.

Çünkü ortaya çıkan bu kötü manzara, o kent ve orada yaşayanlar için bir yıkım olmakla birlikte; o kentin nasıl yönetildiğini, kentin doğasına, insanına ve gelişimine hangi açıdan ve hangi amaçla bakıldığını, yapılan onca yeni yol, köprü ve tünel üzerinden geliştirilen büyük bir propagandanın nasıl kof bir şey olduğunu ortaya koyuyor ve bizim muhalefetimizi güçlendiriyordu.

Velhasıl, İstanbul daha önceki yönetimlerde olduğu gibi, AKP’nin belediye yönetiminde olduğu son 20 yılda da kötü yönetilmiş, mevcut kötülüklere daha büyük boyutlu yeni kötülükler ilave edilmiş, koskoca bir doğa harikası yerleşimden insan aklı ve eliyle koskocaman bir dere, koskocaman bir göl, koskocaman bir kaos yaratılmıştı.

Ancak bu doğal yıkımı siyaset üzerinden okumaya, rant ve beton odaklı kentleşmeyi AKP’nin kötü yönetimi üzerinden değerlendirip eleştirmeye kalktığımızda bunun sadece AKP ile değil; aynı zamanda diğer partilerin yönetiminde olduğu belediyeler için de genelleştirmenin doğru olacağını düşünüyorum. 

Çünkü aldığımız haberlere göre, aşırı yağıştan kaynaklanan doğal yıkımın kötü sonuçları sadece AKP’li belediyelerin olduğu ilçelerde değil; CHP’nin uzun yıllardır yönetiminde olduğu Silivri, Kadıköy gibi yerlerde de ortaya çıkmış, tüm bir kent bu yağışla felç olmuş, yaşanabilir bir kent olmaktan çıkmıştır.

O nedenle bu sorun karşısında hemen belediyelerin hangi parti kadroları tarafından yönetildiğine değil; partilerin gün geçtikçe birbirine benzemeye başlayan çarpık, yanlış kentleşme politika ve stratejileri açısından bakmak gerektiğini düşünüyorum.

Örneğin, aynı ölçüdeki yağış dün İstanbul’a değil de, İzmir’e yağmış olsaydı acaba ne olurdu? diye sorsaydık eğer…

Bu soruya şayet, “İstanbul’dakinden farklı bir sonuç olurdu, insanlar bu doğal yıkımdan hiç etkilenmezlerdi, aynı manzaralar ortaya çıkmazdı” diyorsanız ben de size 3-4 Kasım 1995 tarihinde toplam 61 insanın öldüğü büyük sel yıkımını bir köşeye koyarak, 25 Kasım 2013 tarihinde İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin aşırı yağışlar nedeniyle taşan Yeşildere kenarındaki merkez itfaiye ve AKS 110 binasının sel suları altında kaldığını, Üçyol-Üçkuyular arasındaki metro hattının son duraklarında zaman zaman zeminden çıkan yer altı suyunu ve bu kentin kıyısında köşesinde bizi bekleyen benzeri sorunları hatırlatmak isterim.

izmir_sel_28742

İşte o nedenle, aynı yıkımın yarın öbür gün İzmir’i de tehdit edebileceğini, aynı manzaralarla İzmir’de de karşılaşabileceğimizi düşünerek buna neden olan çarpık ve plansız kentleşme, betona, talana ve ranta dayalı yapılaşmaya dur dememiz, yetersiz altyapıya sahip bölgelerde yüksek yapılara izin vermememiz, özellikle gevşek zeminlerde kurulu olan Mavişehir, Atakent, Bostanlı, Bayraklı ve Halkapınar yerleşimlerinde de aynı yıkımı yaşayabileceğimizi akıldan çıkarmamamız gerekiyor.

En azından tanık olup gördüğümüz kötü şeylerden ders çıkararak gerek önlemleri almamız dileğiyle…