Türkiye’de Kent ve Çevre Yönetimi

Ali Rıza Avcan

Sevgili hocam Prof. Dr. Ruşen Keleş ile Hikmet Kuran‘ın editörlüğünde çevre, kent, imar planlama, orman, su, biyoçeşitlilik, kültür ve tabiat varlıkları, kıyılar, hava, toprak, gıda, iklim, atık, nükleer, mer’a, kentsel dönüşüm, enerji ve afet yönetimi konularında bir araya gelen toplam 21 bilim insanı ve onlara ait 18 ayrı bilimsel makale ile karşı karşıyayız. Makalelerin konuları ve yazarları şu şekilde bir dağılım gösteriyor.

1) Türkiye’de Çevre Yönetimi,  Ruşen Keleş

2) Türkiye’de Kent Yönetimi, Tayfun Çınar

3) Türkiye’de Belediyelerin Kent Planlaması Sürecindeki Yeri: Katılım, Nesnellik İlkesi ve Kamu Yararı Açısından Bir Değerlendirme, Ayşegül Mengi

4) “Bizim” Ormanlarımız ve Ormancılığımız, Yücel Çağlar

5) Büyükşehir Su ve Kanalizasyon İdareleri Üzerinden Su Yönetimindeki Yapısal Değişimin Değerlendirilmesi, Nilgün Görer Tamer

6) Biyolojik Çeşitliği Koruma Peşinde Sürdürülebilir Mimarlık, Halil Semih Eryıldız ve Demet Irklı Eryıldız

7) Türkiye’de Kültür ve Tabiat Varlıklarının Korunması, Mehmet Tunçer

8) Kıyı ve Kıyı Yönetimi, Aygül Akkuş

9) Hava Kirliliği ve Denetimi, Nuray Şahin

10) Toprak ve Arazi Kaynakları, Harun Tanrıvermiş ve Yeşim Tanrıvermiş

11) Türkiye’de Tarım: Kurumsal ve Hukuksal Yapıya İlişkin Tarihsel Bir Çerçeve, Sabriye Ak Kuran

12) Kurumsal ve Tüzel Boyutlarıyla Türkiye’de Kent ve Çevre Yönetimi, İklim Ceren Gürseler

13) Türkiye’de Atık Yönetimi, Sinem Atay

14) Sınıraşan Nükleer Zararlar: Çernobil ve Fukuşima Örnek Olayları, Arda Özkan ve Levent Ürer

15) Türkiye’de Mer’a Yönetimi: Mevcut Yapı, Sorunlar ve Çözüm Önerileri, Hikmet Kuran ve Mehmet Ozan Özbek

16) Türkiye’de Kentsel Dönüşüm, Yusuf Erbay

17) Büyükşehir Belediyelerinin Yenilenebilir Enerji Alanındaki Çalışmaları, Asmin Kavas Bilgiç

18) Türkiye’de Afet Yönetimi, Hayriye Şengün

Adeta kent ve çevre konusuyla ilgilenen herkes için özel olarak hazırlanmış bir destegül… Dışarıda kalacak, unutulacak konu, yazar ve okuyucu bırakılmamış gibi…

Tabii ki bu yazılar arasında herkes için değişecek öncelikli bir yazı var… Benim için ilk sırada yer alan makale, haliyle değerli hocam Ruşen Keleş‘e ait “Türkiye’de Çevre Yönetimi” yazısı. Çünkü çevre ve çevre sorunlarıyla tanışmamı sağlayan, 1980 yılında beni alıp Türkiye Çevre Vakfı‘na götürüp vakfın değerli genel sekreteri rahmetli Engin Ural‘la tanıştıran ve çevre/çevre koruma olgusunun 1981 Anayasası’na girmesi için 1980 yılında, yani CHP-MSP hükümetinin önemli bir bakanlığı olan ve benim de çalıştığım Yerel Yönetim Bakanlığı‘nın 2. MC Hükümeti tarafından kapatılması üzerine bürokrasi ve hukuk düzleminde başlattığımız mücadele günlerinde, bu uğurda davalar açıp kazanmamıza rağmen mahkeme kararlarının uygulanmadığı ve devlet memuriyetinden “müstafi” sayıldığımız o zor günlerde Türk Çevre Mevzuatı isimli 2 ciltlik ilk tarama ve değerlendirme çalışmasını (1) yapmamı sağlayarak bana omuz veren ve çevre mücadelesi konusunda yol açan kişi, bizatihi Ruşen Keleş hocamın kendisidir… Onun sayesinde ilk kez bilimsel bir tarama çalışmasının nasıl yapılacağını öğrenmiş ve bu nedenle de birçok kişi ve kurumun o tarihlerde haberdar olmadığı çevre ve çevre koruma olgusuyla tanışmış, bu alanda emek veren ilk isimlerden biri olmuştum… O nedenle benim için, babam kadar değerli olan bu değerli bilim insanına ne kadar teşekkür etsem azdır…

Okumayı planladığım diğer makaleler ise, kendisini tanımasam da uzun yıllardır Ruşen Keleş hocamla birlikte araştırmalar yapıp kitaplar yazan Prof. Dr. Ayşegül Mengi ile Nilgün Görer Tamer‘in suyun 2000-2023 döneminde büyükşehir belediyelerine bağlı SKİ’ler tarafından uygulanan özelleştirmeler sayesinde nasıl ticari bir meta haline geldiğini gösteren makalesini okuyacağım. Tabii ki orman mühendisi rahmetli eniştem İslam Ersoy‘un çalışma arkadaşı Yücel Çağlar‘ın yazısı ile Mehmet Tunçer‘in kültür ve tabiat varlıklarının korunması ile ilgili yazısını unutmadan…

Derlemenin medyada kullanılan tanıtım metni ise şu şekilde:

İnsanlık ve doğa son yıllarda pek çok sorunla karşılaşmaktadır. Bu sorunların ortaya çıkışında kent ve çevre yönetiminde yaşanan aksaklıkların da dikkat çeken etkileri bulunmaktadır.  Afetler, orman yangınları, Pandemi, gıda güvensizliği, küresel ve yerel tedarik zincirlerindeki kopmalar, iklim değişikliği, küresel ısınma, atıklar, aşırı hava olayları, nükleer riskler, kirlilik, artan enerji ihtiyacı, çarpık kentleşme gibi sorunlar irdelendiğinde, bu gerçeklik daha da görünür hale gelmektedir. Bu kitap, söz konusu etkileri Türkiye özelinde ele alarak literatüre bu bağlamda katkı sunmayı amaçlamaktadır. Türkiye’de Kent ve Çevre Yönetimi kitabı, bu alanlarda çalışan akademisyenler, araştırmacılar ve öğrenciler için olduğu kadar, insanlığın ve doğanın karşı karşıya olduğu sorunlar ve bu sorunlara karşı geliştirilebilecek çözüm yollarıyla ilgilenen tüm okurlar için de kapsamlı ve bütüncül bir başucu kaynağıdır.

Söz konusu derleme ile ilgili künye bilgileri ise şu şekilde:

Nika Yayınevi – 206

1. Baskı: Nisan 2023

ISBN: 978-625-7653-86-2

Sertifika No: 48850

Kapak Resmi: Özge Uzun

Kapak Tasarımı: Aycan Kurt

Son Okuma: Özge Uzun

Sayfa Düzeni: İlhan Ulusoy

Son söz olarak da, aynen masal bitimlerinde olduğu gibi bu derleme kitaptan istedikleri makaleyi okumuşlar “ve sonsuza kadar mutlu yaşamışlar“.

(1) Türk Çevre Mevzuatı, 2 Cilt, Türkiye Çevre Vakfı, 1999, Ankara, 1204 s.

Sözlük’ten: Türkiye’de Kentleşme (1)*

Prof. Dr. Ruşen Keleş

Nüfus artışı, kentleşme ve ekonomik gelişme her ülkede gem geniş fırsatların yaratılmasına yol açar, hem de çözümü kolay olmayan ve pahalı sorunlar doğurur. Yerel kamu hizmetlerindeki tıkanıklıkların birçoğunun temelinde hızlı kentleşmeden doğan ya da kentleşmeyle birlikte çözümü zorlaşan sorunlar, bütün ülkeleri ilgilendirmekle birlikte, kaynakları kıt olan az gelişmiş ülkelerin bunlardan daha çok etkilenmekte olduğu açıktır. Bunun nedeni, hem iki kümede yer alan ülkeler arasında ekonomik olanaklar ve gelişme düzeyi açısından göze çarpan farklılıklarda, hem de nüfus artışı ve kentleşme hızlarının, gelişmiş ve sanayileşmiş olan ülkelerde bir dengeye ve dinginliğe varmış olmasında aranmalıdır. Bu yönden bakıldığında, acaba Türkiye’de nasıl bir görünüm karşısında kalırız? 1950’de % 18,5 olan kentsel nüfusumuz, 2010 yılında % 75’e varmıştır. Kentsel nüfusun % 80’i, nüfusu 100 binin üzerinde olan 61 kentte yaşıyor. 10 binden fazla nüfusu olan kentlerin sayısı 500’ü geçmiş durumda.

1332327277_1_7286

Bilindiği gibi, kentsel nüfus doğumlarla ölümler arasındaki farkın, yani doğal nüfus artışının miktarı ile kırsal alanlardan kentlere olan göçlerle artar. Artan kent nüfusu içinde doğal artışların ve göçün payları, sırasıyla % 40 ve % 60 dolaylarındadır. Ailelerin doğurganlık eğilimlerinin kentlerde de yüksek düzeyde seyretmesi göç etmeninin payını göreceli olarak azaltmaktadır. Ülkemizde kentleşmenin özellikleri yukarıda belirtilenlere ek olarak şu noktalarda toplanabilir:

1. Kentsel nüfusun artışı daha çok büyük kentler doğrultusundadır. Orta büyüklükteki kentlerin durumu ise durağandır.

2. Köylerden kentlere olan nüfus akınlarının dada çok ülkenin gelişmiş bölgelerine yöneldiği dikkat çekmektedir. Marmara, Ege, Güney Anadolu ve hatta İç Anadolu bölgeleri göçten çok daha büyük pay almaktadırlar. Karadeniz ve Doğu Anadolu kentleşmede geri kalan bölgelerdir. Güneydoğu’daki kimi büyük kentlerin daha da büyümesi ise, son on on beş yılda rastlanan yeni bir gelişmedir.

3. Kentleşme özellikle büyük kentlerimizin kendi iç bünyelerinde özümsenmesi gereken eşitsizlikler nedeniyle gerilimler yaratılmasına yol açmaktadır. Göreceli yoksunluğun bu türlü sorunların doğmasında önemli payı vardır.

4. Son olarak, Türkiye’de kentleşme, birçok az gelişmiş ülkede olduğuna benzer biçimde, ekonomik anlamda da sağlıksız ve çarpık bir nitelik taşıyor. Bir başka deyişle, köyünden kalkıp kente gelenler işsiz ya da gizli işsiz olarak kalmakta: kentle ve ekonomiyle bütünleşme şansını elde edememektedirler. Günümüzde oranı % 15’e yaklaşmış olan açık işsizlerin büyük çoğunluğunun kentlerde yaşamakta olduğunu biliyoruz. Çalışıyor gibi görünüp, gerçekte az ya da eksik çalışan gizli işsizlerin de eklenmesiyle bu oran çok daha yükselebilir.

carpik-kentlesme-1500x750

Bütün bu nedenler kentleşme ve göçten kaynaklanan ekonomik ve toplumsal sorunların, esas olarak kentleşmenin yukarıda belirtmeye çalıştığımız özelliklerinden doğduğunu göstermeye yeter. Kırsal alanların yoksulluğunu ve o yörelerdeki işsizliği kentlere taşımakta olan bir sağlıksız kentleşme, kentlerde karşılaşılan ekonomik ve toplumsal sorunların başlıca kaynağıdır. Öte yandan, unutmamak gerekir ki, ekonomik, toplumsal, kültürel, yönetimsel ve çevreyle ilgili sorunlar birbirlerinden kesin çizgilerle ayrılamazlar. Bu sorunlar iç içe olan sorunlardır. Tek bir bağımsız değişken değil, fakat kentleşmenin tüm özelliklerinin bileşiminden oluşan bir “bileşik bağımsız değişkenler demeti” tüm kentleşme sorunlarının ortaya çıkmasına katkıda bulunur ve boyutlarının büyümesine yol açar. Dolayısıyla, kentleşmenin ve göçün yarattığı sorunların nedenleri aranırken tek boyutlu bakış açılarından uzakta durmakta yarar vardır.

Türkiye’de kentleşmenin nedenleri, doğurduğu sorunların niteliği ve uygulanan kentleşme politikaları kentleşmenin özelliklerinden ayrı olarak düşünülemez. Tüm bu boyutlar göz önünde tutulduğunda, ülkemizde kentleşmenin kime ne kazandırmakta olduğu sorusu haklı olarak sorulabilir. Hızlı bir sanayileşmeyi ulusal kalkınma politikasının hedefi yapmış olan ülkelerde köyden kente göç kentlerde yaratılan iş olanakları yardımıyla özümsenir ve beslenir. Böylesi bir kentleşmeyi sağlıklı bir gelişmenin sonucu olarak değerlendirmek yanlış olmaz.

Dd2ELRdV4AAYosd

Ne yazık ki, ülkemizin kentleşmesi bu özelliğe sahip değil. Uluslararası işbölümünün gerekli kıldığı ve uluslararası sermayenin belirlediği doğrultuda, ulusal kalkınma politikamızın öncelikli hedefi artık ciddi bir sanayileşmeyi gerçekleştirmek değil. Ekonominin büyümesi geniş ölçüde mali araçlardan yararlanarak birtakım piyasa oyunları oynanmasına, bir başka deyişle para hareketlerine bağlı duruma getirilmiş bulunuyor. İşgücünün kesimler arasındaki dağılımında dikkat çeken belirgin değişme, artışın imalat sanayinde değil, hizmet kesimlerinde olmasıdır. Buna karşın, büyük kent merkezlerinde bile açık işsizlik oranlarının yüksekliği, sağlıklı bir ekonomik temele dayanmayan, ulusal ekonomiye yük olan bir kentleşme biçimiyle karşı karşıya olduğumuzu gösteriyor. Kuşkusuz, böyle bir kentleşme, kırsal alanların yoksulluğunu kentlere taşıyan, maliyeti yüksek, yapay ve sağlıksız bir kentleşmedir.

Devam Edecek…

Melih Ersoy (Derleyen), Kentsel Planlama, Ansiklopedik Sözlük, Ninova Yayıncılık, Nisan 2016 (2. Baskı), s. 447-449

 

 

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı Tanıtma Genel Müdürlüğü 4. Ulusal Fotoğraf Yarışması

Kültür ve Turizm Bakanlığı Tanıtma Genel Müdürlüğü’nün ülkemizi yurtdışında tanıtmak amacıyla düzenlediği ulusal fotoğraf yarışmalarının dördüncüsünde dereceye giren ve sergilemeye değer bulunan toplam 38 güzel fotoğrafı paylaşmak isteriz.

001
Birincilik – Özgür Bilgili – Akvaryum Gezisi

002
İkincilik Ödülü – Gökalp Bilici – Kızkalesi

003
Üçüncülük Ödülü – Hasan Savaş Saka – Atlantis’ten gelen aile

004
Mansiyon – Fikret Özkaplan – Demre’de mola

005
Mansiyon – Sebahattin Özveren – Tophane çesmesi

006
Mansiyon – Veysel Kaya – Piknik

007
Sergileme – Fikret Özkaplan – Marmaris gezisi

008
Sergileme – Aytül Akbaş – Kartepe

009
Sergileme – Sümeyye Gökçen Özkaplan – Köprüçay rafting

010
Sergileme – Murat ibranoğlu – Kızak keyfi

011
Sergileme – Kemal Özkılıç – Sultanahmet

 

 

012
Sergileme – Salim Şimşek – Xantos Muğla

013
Sergileme – Uğur Sağıroğlu – Kızak

014
Sergileme – Kahraman Savaş – Gökçeada sörf

015
Sergileme – Muhammet Ceylan  – Yaylada kamp

016
Sergileme – Mehmet Öztürk – Plaj

017
Sergileme – Ragıp  Sarı – Ailece deniz keyfi

018
Sergileme – Fedai Coşkun – Fırtına Deresi aile

019
Sergileme – Abdurrahman Çetin – Baba

020
Sergileme – Orhan Bektaş – Kardeşler

021
Sergileme – Kenan Talas – Anne kız

022
Sergileme – Emre Bostanoğlu – Sahil

023
Sergileme – Emre Bostanoğlu – Müze

024
Sergileme – İbrahim Aysündü – Serenderde aile

025
Sergileme – İsmet Danyeli – Pansiyon

026
Sergileme – İsmet Danyeli – Asos

027
Sergileme – Tarık Kara – Çocuklar

028
Sergileme – Tayip Başak – Turizm ve aile

029
Sergileme – Ahmet Aslan – Aile

030
Sergileme – İpek Yılmaz – Karda keyif

031
Sergileme – Melek Kaya – Akvaryum

032
Sergileme – İsmail Hasan Bodur – Celsus

033
Sergileme – İlhan Uzunismail – Yayla göçü

 

034
Sergileme – Emiali  Kokal – Çesme Pırlanta Plajı

035
Sergileme – Sezgin Arıcan – Seyir

036
Sergileme – Burak Orta – Rafting

037
Sergileme – Levent Ateş – Köprü

038
Sergileme – Fetiye Ebru Gökben Çağlar – Heraklia

Geleneksel Türkiye (1)

Yeni Yüksektepe Kültür Derneği, Anadolu toprakları üzerinde mevcut ve kaybolmaya yüz tutan değerlerin, kültürel miras adına korunması ve belgesel fotoğrafçılığına katkı sağlaması amacıyla 1991 yılından bu yana “Geleneksel Türkiye” temasıyla fotoğraf yarışmaları düzenliyor. 

Gelenek, birikmiş tecrübenin, şekil içerisinde yansımasıdır ve gelecek kuşakların daha güzel yaşamaları için olanaklar sunar. Elbette ki geçmişteki her şey gelenek değildir. Bu anlamda hızlı gelişen Türkiye’de kaybolmaya yüz tutan değerlerin belgelenmesi, yeni ile yer değiştirirken değerli olanın en azından kültürel belleğimiz içinde kalması gerekmektedir.

Yeni Yüksektepe Derneği’nin “Geleneklerimiz” konusu ile başlattığı fotoğraf yarışmaları, “Kıyafetlerimiz”, “Tarımsal Yaşantı”, “El Sanatlarımız”, “Mimari ve İç Mekan”, “Alışveriş”, “Oyunlarımız”, “Şenliklerimiz”, “Ulaşım”, “Düğün ve Törenlerimiz”, “Çevre”, “İnançlarımız”, “Müzik ve Yaşam”, “Esnaf”, “Sofralarımız”, “Denizlerimiz ve Göllerimiz”, “Orman ve İnsan” alt konuları ile Türkiye’de mevcut olmayan bir envanterin oluşmasına neden olmuştur.

Kaybolmaya yüz tutan gelenekleri fotoğraflarla belgelemeyi, arşivlemeyi, tanıtmayı ve fotoğraf sanatına katkıda bulunmayı amaç edinen “Geleneksel Türkiye” yarışmalarına bu güne kadar 1.000’den fazla fotoğraf sanatçısı, 7.000’den fazla eseriyle katılmıştır.

GT1FY-SB-1.-SEMERCI-IBRAHIM-USTA-ERDAL-YAZISI-681x1024GT2FY-R-1.-RENK-VE-ILMIK-A.-VAHAP-AKSEN-658x1024GT2FY-R-2.-DUGUNDE-AGA-CADIRI-A.-VAHAP-AKSEN-679x1024GT2FY-R-MAN.-BABA-YADIGARI-BULENT-ERDOGAN-692x1024GT2FY-R-MAN.-FENGERE-DOGANAY-SEVINDIK-678x1024GT2FY-SAYDAM-1.-KUCUK-USTA-KEREM-SALTUK-683x1024GT2FY-SB-1.-FAYTONCU-CEM-TURGAY-675x1024GT2FY-SB-2.-ISMAIL-USTA-CEM-TURGAY-790x1024GT2FY-SB-3.-DEMIRCILER-GUNEY-EROL-667x1024GT3FY-AFSAD-BERBER-A.-VAHAP-AKSEN-761x1024GT3FY-R-2.-ISIMSIZ-TUGRUL-CAKAR-672x1024GT3FY-R-3.-TURK-HAMAMI-VEYSI-SOYER-760x1024GT3FY-R-MAN.-ISIMSIZ-OSMAN-EREL-693x1024GT3FY-R-MAN.-PAZARDA-KADINLAR-Mehmet-H.-HIDAYETOGLU-669x1024GT3FY-SAY.-1.-HALICI-ADNAN-VELI-KUVANLIK-666x1024GT3FY-SAY.-2.-BERGAMA-KAZIM-SAHBUDAK-668x1024GT3FY-SAY.-MAN.-BONCUK-SATICISI-ADNAN-VELI-KUVANLIK-674x1024GT3FY-SAY.-MAN.-TAVLA-TOLGA-ERSOY-677x1024GT3FY-SB-MAN.-EL-ISLER-ELLER-OVUNUR-MEHMET-BALTACI-749x1024GT3FY-SB-MAN.-NALBANT-HARUN-TOPAL-763x1024GT3FY-SB-MAN.-SIMITCI-YAKUP-KUTUK-878x1024GT4FY-R-2.-MASUM-CEMAL-AGACIKOGLU-660x1024GT4FY-R-SER.-SEPETÇİ-VEYSI-SOYER-717x1024GT4FY-SAY.-3.-HAYRIYE-ANA-SEZGIN-GUZEL-683x1024GT4FY-SAY.-MAN.-SEPET-MEHMET-ERHAN-GÜRKAN-667x1024GT4FY-SB-1.-TOSYA-AMCA-CEMAL-AGACIKOGLU-685x1024GT4FY-SB-2.-ISIMSIZ-HUSAM-PEKHAS-678x1024GT4FY-SB-AFSAD-URFALI-AILE-KORAY-OLSEN-752x1024GT4FY-SB-FDCK-ANA-DOGAN-YASAR-764x1024GT4FY-SB-SER.-PORTRE-DOGAN-YASAR-749x1024

Türkiye’de Yahudi Olmak: Bir Deneyim Sözlüğü

Türkiye’de Yahudi Olmak: Bir Deneyim Sözlüğü

Derleyenler: Raşel Meseri – Aylin Kuryel

İletişim Yayınları, 1. Baskı 2017, İsyanbul

Fiyatı: 24 Lira

Türkiye’de Yahudi Olmak: Bir Deneyim Sözlüğü Türkiye’de Yahudi olmanın yerleşik ve egemen anlamlarını sorgularken bir yandan da kelimeler, kavramlar, anlar, anılar ve anekdotlarla bu hali anlamlandırmayı amaçlıyor.


Raşel Meseri

İzmir’de doğdu. E.Ü. Güzel Sanatlar Fakültesi Sinema-TV Bölümü’nü bitirdi, çeşitli belgeseller ve kısa filmler yaptı. Tiyatro oyunları, öykü ve çocuk kitapları yazmaktadır. Can’lı ve Işıltı’lı Maceralar çocuk kitapları serisinin şimdiye kadar altı kitabı yayımlandı (Enerji İmparatorluğu, Yumurtanın Sırrı, Dikkat Hayalleriniz Çalınabilir, Kâğıtların Çığlığı, Kayıp Kukla, Yeryüzü Okulu). Ayrıca Türkiye’de üç, Hollanda’da iki dilli basılan Pen Parkta isimli bir “direniş masalı” bulunmaktadır.

Aylin Kuryel

Boğaziçi Üniversitesi Psikoloji Bölümü’nde lisansını tamamladı. Yüksek lisans ve doktorasını Amsterdam Üniversitesi Kültürel Analiz (ASCA) programında, milliyetçilik(ler) ve imaj politikaları üzerine yaptı. Cultural Activism: Practices, Dilemmas and Possibilities (Rodopi Press, 2011) ve Küresel Ayaklanmalar Çağında Direniş ve Estetik (İletişim Yayınları, 2015) kitaplarının derleyenlerindendir. Amsterdam Üniversitesi’nde akademisyen olarak çalışıyor. Aynı zamanda belgesel ve kısa filmler yapıyor.


“…farklı kombinasyonlarla bir araya geldiklerinde kaleydoskop gibi şekil değiştiren, böylelikle Türkiye’de Yahudi olmak konusunda düşünmek için farklı zeminler sunan kısa metinler.”

Türkiye’de Yahudi Olmak: Bir Deneyim Sözlüğü Türkiye’de Yahudi olmanın yerleşik ve egemen anlamlarını sorgularken bir yandan da kelimeler, kavramlar, anlar, anılar ve anekdotlarla bu hali anlamlandırmayı amaçlıyor. Fakat asla resmî bir sözlük veya ansiklopedi gibi değil: Genç bir Yahudi kadının Türkçesindeki Yahudi aksanından kurtulma gayretlerinden azınlık kimliğini görünmez kılma girişimlerine, ilk kez bir Yahudi ile tanışan insanların ilk izlenimlerinin yarattığı etkiden Yahudi mahallelerinin renkli dünyasına, bir süre İstanbul’da sürgün olan Rus Yahudisi Troçki’den Yahudi karikatürlerinin prototipi haline gelen Salamon karakterine, çok çeşitli öznellikleri ve tarihsel vakayı, bilgiyi kayıt altına alıyor bu sözlük.

Yemekleriyle, âdetleriyle, deyimleriyle, dilleriyle Türkiye’deki Yahudilerin gündelik hayatlarına da ışık tutan Türkiye’de Yahudi Olmak: Bir Deneyim Sözlüğü kayıt tutan, hafıza tazeleyen bir kolaj…


Kitaptan Bir Bölüm

“Yahudi olmak”, sınırları kolayca çizilemeyen, çerçevesi ve içeriği sabit olmayan, tarihsel, coğrafi ve kişisel olarak çok çeşitli anlamlar kazanabilen bir tanım. Bu iki kelime bir araya geldiğinde, sabit bir kimlik göstereni olmaktan ziyade belli hafıza biçimlerine, kültürel kodlara, ilişkilenme veya kopuş hallerine işaret ediyor. Anlamı, ulus-devlet içinde azınlık olma, azınlığın kendi içinde azınlık olma, topluluğun içinde ve dışında benimsenen veya dayatılan kodlara dair alınan pozisyonlara göre değişen, bulanan, yeniden kurulan bir tanım. Kimisi için nüfus cüzdanının üzerindeki birkaç harften ibaretken, bir başkası için sonsuz bir sürgün anlamına gelebiliyor bu yüzden. Türkiye’de Yahudi olma deneyimi de, bulunduğu coğrafyadaki din ve dillerle olan ilişkisi, algılama ve algılanma biçimleri, gitme-kalma ve aidiyet sorularıyla hemhal, yerel ve yerel ötesi dinamiklerle bağlantılı. Türkiye’de Yahudi Olmak: Bir Deneyim Sözlüğü işte bu tanımın yerleşik ve egemen anlamlarını deşip sorgularken, bir yandan da onu anlar, anılar ve anekdotlarla yeniden doldurmayı amaçlıyor. Resmî bir sözlük veya ansiklopedinin yapmaktan itinayla kaçınacağı bir şekilde gerçekçilik, bütünsellik ve kapsayıcılık iddiası olmadan.

Kaydı tutulamayan onca hikâyenin yok olmasından duyulan kişisel endişeyle bu hikâyelerin işaret ettiği ve yeterince deşilmemiş olan toplumsallığın ilişkisine biraz daha yakından bakma isteği bu çalışmanın başlangıç noktası oldu. Bu nedenle, deneyimleri toplama fikrinin tetikleyicisinin, bu kitabı derleyenler olarak birimizin annesi, birimizinse anneannesi olan kişinin, ölümüne yakınken, sanki gitmeden önce geride olabildiğince çok hikâye bırakmaya çalışırcasına anlatmaya giriştiği ve bizim de aceleyle kaydettiğimiz göç anıları olması tesadüf olmasa gerek. Deneyim, hem bilgiye ulaşmanın hem de onu aktarmanın bir biçimi olarak, daha büyük izlekleri takip eden tarih yazımına dahil olmayan öğeleri, gündelik hayat içinden damıtma potansiyeline sahip. Buna hafızanın çarpıtmaları ve deneyimleri bugüne taşırken oynadığı oyunlar da dahil. Bu yüzden, “deneyim sözlüğü” ifadesi, deneyimlerin, sözlük maddelerinin aksine sabit olmamalarına yaptığı ironik referansla sınırlı değil; arşivlenen deneyimlerin tarihsel bilgi birikimi yaratma gücüne de işaret ediyor.

İzmirli genç bir Yahudi kadının 70’li yıllarda düzenli olarak aynanın karşısına geçip Türkçesindeki Yahudi aksanından kurtulma çabalarından, azınlık kimliğini görünmez kılmak için Yahudi ismini geride bırakıp yeni bir isim kuşanan veya iki dil arasında sıkışıp kalanların kendilerini içinde bulduğu durumlara; fabrikada çalışmaya başladığı zaman patronu veya üniversiteye girdiği zaman sınıf arkadaşı olarak hayatta ilk kez bir Yahudi ile tanışan insanların ilk izlenimlerinden, Yahudi arkadaşlarının gittiği yerlere gidemediği için içerleyen genç kıza çok çeşitli öznellik hallerini kayıt altına alıyor bu sözlük. Bu esnada, hatırlayan kişinin, belleğinde kalan bazı noktaları birleştirerek yeniden kurduğu birçok farklı portre de beliriyor, bazıları bilinen figürler, bazıları ise komşular, unutulmayan eski arkadaşlar veya unutulmak istenen öğretmenler… Renkli bir mahalle hayatının parçası olan ve genç yaşta ölen Ceki; en büyük hayranları İzmir Yahudileri olan, danslı çay partilerinin unutulmaz sesi Celal İnce; bir süre İstanbul’da sürgün olan Rus Yahudisi Leon Troçki; kendisi gibi nicelerini anımsatan tarih hocası Fikret Hanım; siyah taftadan tören elbisesi ve kirli tırnaklarıyla Madam Gravyer; Yahudi karikatürlerinin unutulmaz karakteri Salamon; salatalık satan yoksul Yahudi Yako…

Azınlık olma durumunun getirdiği kimlik, isim, dil ve vatana dair sorgulamalar, azınlığa mensup olan kişinin çevresi tarafından görünür kılınma biçimleri ve kendi görünürlüğüyle kurduğu ilişki, sözlükte sıklıkla tekrarlanan temalar. Devlet politikaları, savaş, yeni bir ülkenin kurulması gibi tarihsel travmalar ve dönemeçler çerçevesinde yaşanan göç ve gel-gitler şekillendiriyor bu temaları. Yine sıklıkla tekrarlanan ayrımcılık hikâyeleri, bu durumlara muazzam bir süreklilik içerisinde zemin hazırlayan iktidar politikalarının gündelik olana nasıl sinsice sızdığını gösteriyor. Öte yandan gündelik hayatın kodları ve dönüşümüne dair ayrıntılar da çıkıyor ortaya: Aile dinamikleri, alışkanlıklar, karşılaşmalar, yemekler, deyimler, nostaljik öğeler, bir dilin peşinden koşarken başka bir dilin ayağa takılması, gündelik ilişkilerin egemen algıları barındırma ve dönüştürme şekilleri.

Bu sözlüğü var eden elbette ona madde yazarak katkıda bulunan yetmiş bir kişi ve onlara teşekkürümüz sonsuz. Bu yüzden üsluplar da çok çeşitli. Açık çağrıyla ve kendi kısıtlı çevremiz üzerinden ulaştığımız değerli katılımcılar hangi konuda yazacaklarını kendileri seçti. Yazarların isimlerinin yazdıkları maddelerin altında yer almaması ve maddelerin anonim kalması tercihinin sebebi, yazanın kişisel deneyiminden ziyade, tüm deneyimlerin bir araya gelerek ortaya çıkardıkları harita ve örüntülere vurgu yapma isteğimiz. Bu tercihin bir başka sebebiyse bazı deneyimlerin anonim olarak daha rahat aktarılabileceği düşüncesi. Birçok maddenin altına başka maddelere gönderme yapan referanslar ekleyerek, ilgi duyulan herhangi bir konunun kolaylıkla izinin sürülebilmesini de hedefledik.

Bazen, bir sözlükte bir kelimenin anlamına baktığımızda o kelimenin günlük hayatta bulduğu karşılıklar ve deneyimlere sirayet etme şekilleri aklımıza gelir ve bunlar sözlükte sabitlenmiş olan anlamın üzerine oynaşan gölgeler düşürür sanki. Bu anlamda, buradaki madde başlıklarının altında yer alan Türk Dil Kurumu (TDK) tanımları da, dikkatini o yöne çevirmek isteyen okuyucu için, bir kelimenin sözlük tanımıyla deneyimlenme biçimleri arasındaki örtüşme ve makaslara kısa bir bakış atmaya yarayabilir. Madde isminin TDK Sözlüğü’nde yer almadığı durumlardaysa yalnızca Türkçe olmayan kelimelere kendimiz kısa, açıklayıcı tanımlar ekledik.

Madde başlıklarında, önemli tarihsel dönemeç ve olayların isimlerinin genelde bire bir yer almaması, Türkiye’de Yahudi olma konusuna eğilen bir sözlük için en başta şaşırtıcı görünebilir. Fakat bu kitabın amacı, doğrudan bilgi vermektense, birbirleriyle konuşan deneyimleri bir araya getirerek bu olaylara dair kısmi ama anlamlı bir algı ortaya çıkarabilmek. Yapılan birçok başka kapsamlı ve esin verici çalışmayı kaynak göstermektense, tarihsel kesitlerin çoğunlukla anı formunda yer alması bu yüzden. Öte yandan, tarihsel olayların bazılarını kendi deneyimleri üzerinden bugün anlatacak kimse kalmadığı için bunlara kısa ve bilgi verici maddeler olarak yer açtık. Bazılarıysa hiç yer almadı. Tüm bunlar göz önüne alındığında buna yeni deneyimler ya da ansızın üşüşen hatıralarla zihinde çeşitlendirilebilecek ve tamamlanmamış bir sözlük olarak bakmak doğru olacaktır. Bu anlamda Türkiye’de Yahudi Olmak: Bir Deneyim Sözlüğü kayıt tutan, hafıza tazeleyen, kesip biçilebilecek, girip çıkılabilecek bir kolaj olarak düşünülebilir.

turkiyede-yahudi-olmak Nihayetinde, sözlükteki maddeler, tarihin tam şu döneminde icra edilmiş birer hatırlama/yeniden kurma eylemi olarak görülebilir. Birbirleriyle bazen uyumlu, bazen çelişen, farklı kombinasyonlarla bir araya geldiklerinde kaleydoskop gibi şekil değiştiren, böylelikle Türkiye’de Yahudi olmak konusunda düşünmek için farklı zeminler sunan kısa metinler. Yahudi olan ve olmayan, konunun farklı noktalarında duran, çeşitli deneyim ve fikirlere sahip kişiler tarafından yazılmış bu metinlerin, hem oyuncul bir okuma deneyimine, hem de bellek, kimlik ve gündelik hayat üzerine araştırma zemini olmaya açık olduğunu umuyoruz.

Bugün yine de umutluyuz…

İnsanların haksız yere işten çıkarıldığı, çalışmalarına izin verilmediği, sudan sebeplerle hapse atıldığı, haksız yere yıllarca hapiste tutulduğu, ölüme mahkum edildiği, kurşunlandığı ya da bombalanıp öldürüldüğü, cenazelerini kaldırmalarına bile izin verilmediği, ölülerin mezardan çıkarıldığı, bütün bu olaylar olurken bazı insanların, siyasetçilerin,belediye başkanlarının ülkesine ve yönetiminden sorumlu olduğu kentteki insanlara, bu kötü gelişmelere ilgisiz kalıp kendi şahsi ikballeri peşinde koştuğu, gelecekteki makamları için delege oyunları oynadıkları ve faşizmin her geçen gün, her geçen an ülke zeminine yavaş yavaş yerleştiği bu ortamda kentlerden ve onların stratejik yönetimlerinden söz etmek ne ölçüde mümkün?

O nedenle biz bugün kent, strateji, kent hakkı ya da kentsel yaşam demek yerine insanlık, hak, hukuk, adalet, özgürlük ve barış diyeceğiz…

DFazTMOXkAAzZnQ

Her derde deva sihirli bir sözcük: “Yönetişim” – 2

Ali Rıza Avcan

‘Yönetişim’ kavramını ele alan yazımızın ilk bölümünde, 1989 yılında eski ‘yönetim’ biçimininın alternatifi olarak Dünya Bankası tarafından ortaya atılan ve zaman içinde değişim geçiren bu siyasal iktidar modelinin özellikleriyle işlevlerini inceleyip irdelemeye çalışmıştık.

Bugün ise Dünya Bankası, Avrupa Birliği, Uluslararası Para Fonu, Birleşmiş Milletler, Birleşmiş Milletlerin bağlaşığı UNDP, FAO gibi uluslararası kuruluşlar tarafından Türkiye ve benzeri çevre ülkelere hararetle tavsiye edilen, bu ön kabul olmadığı sürece birçok yardım, bağış kaynağının verilmediği ya da kesildiği ‘yönetişim’in ülkemize transferini, ülkemizdeki somutlanma biçimini ele alacağız.

Yazımızın üçüncü ve son bölümünde de bu iktidarın İzmir özelinde nasıl oluşturulmaya çalışıldığını, nasıl bir ilişkiler ağı kurulduğunu göstermeye çalışacağız:

Ülkemizdeki ilk resmi ‘yönetişim’ çalışmaları, Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP) eliyle sağlanmış olup; 2000’li yılların başında ‘National Governance Project’ (Ulusal Yönetişim Projesi) adıyla başlatılan ilk proje, uluslararası ölçekte Dünya Bankası ile Avrupa Birliği, ulusal ölçekte de Türkiye Sanayici ve İşadamları Derneği’nin (TÜSİAD) katılım ve desteği ile Türkiye Ortadoğu Amme İdaresi Enstitüsü (TODAIE) tarafından üstlenilmiştir.

international-finance1

Birleşmiş Milletler (BM), Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP), Uluslararası Para Fonu (IMF), Dünya Bankası, OECD, Avrupa Birliği ve Uluslararası Af Örgütü gibi küresel aktörler düzleminde uygulamaya konu olan ‘yönetişim’ kavramının 2000’li yılların başından itibaren ortaya çıkmaya başlayan Türkiye ölçeğindeki ulusal aktörleri ve uygulama alanları ise;

1) Ulus devlet örgütlenmesi dışındaki alanların egemeni olarak

          a) Merkez Bankası (MB),
          b) Hazine Müsteşarlığı,
          c) Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu (TMSF),
          d) Rekabet Kurumu,
          e) Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu (EPDK),
          f) Radyo ve Televizyon Üst Kurulu (RTUK),
          g) Sermaye Piyasası Kurulu (SPK),
          h) Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu (BDDK),
          ı) Kamu İhale Kurumu (KİK),
          i) Tütün, Tütün Mamulleri Alkollü İçkiler Piyasası Düzenleme Kurumu (TAPDK),
          j) Kamu Gözetimi, Muhasebe ve Denetim Standartları Kurumu (KGK),
          k) Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu (BTK),
          l) Özelleştirme İdaresi Başkanlığı (ÖİB) ve
          m) Şeker Kurumu

gibi sayıları şimdilik 14’e ulaşmış olan merkezi yönetimden bağımsız düzenleyici kuruluşlar,

2) Kapsayıcı kalkınma yerine bölgesel ölçekli stratejik kalkınma anlayışını yaşama geçirmek amacıyla 2005-2006’dan bu yana kurulmuş olan 26 adet bölgesel kalkınma ajansı,

3) Dünya Ticaret Örgütü’ne üyelik zorunluluğu üzerinden kabul ettirilen uluslararası tahkim kurumları (ICC Milletlerarası Ticaret Odası Türkiye Milli Komitesi vb.),

4) Geleneksel meslek odası örgütlenmesi dışında özel sektörde faaliyette bulunan işadamlarının, sanayicilerinin ve benzerlerinin son yıllarda bir araya gelip kurdukları sonu “SİAD”la biten TÜSİAD, MÜSİAD benzeri çok sayıdaki dernek ve vakıfla bunların yatay ya da dikey düzlemde ilişkilenmesi ile ortaya çıkan BASİFED, TÜRKONFED, İSİFED ve ESİDEF benzeri federasyon ve konfederasyonlar,

5) Sivil toplum kuruluşlarının yerel odağı olarak önerilen Gündem 21, Yerel Gündem 21 ve kent konseyleri eliyle yerel hizmetlerin sivilleştirilip ticarileştirilmesi gibi gelişmelere konu olan yerel yönetimler,

6) 5216 sayılı Büyükşehir Belediyesi Kanununun 6215 sayılı kanunla değişik 26. maddesine göre, büyükşehir belediyelerinin doğrudan doğruya kendilerinin sermaye şirketi kurması suretiyle ortaya çıkan yerel yönetim-özel sektör ortaklığına dayalı şirketler.

Türkiye Yönetişim Projesi’ kapsamındaki konferansların yapıldığı 2001 yılını, özellikle de kamu yönetimi ile ilgili mevzuatta birçok önemli değişikliğin yapıldığı 2005 yılını izleyen süreçte, Türkiye’de uygulama alanı bulan ‘yönetişim’ anlayışı ile oluşturulan ‘yönetişim’ aktörleri, uluslararası sermayenin ulus devlet örgütlenme ve yönetimi dışında yaratmak istediği özel bir alanda serbestçe hareket etmesini kolaylaştırmış; böylelikle ulusal piyasaların bu yönetişim aktör ve mekanizmalarıyla küresel sisteme daha kolay eklenmesini sağlayacak bir sürecin başlatılmasını sağlamıştır.

Ancak Türk yönetim sisteminin Osmanlı’nın son döneminde Fransız örneği üzerinden şekillenen, Cumhuriyet Dönemi ile birlikte son şeklini alan merkezi yönetim yapısının içine merkezin elindeki gücün azaltılıp bunun uluslararası kuruluşların etkisine bırakılmasını, katılımcı bir yönetim yapısının oluşturulmasını, devlet yönetimine sivil toplumun dahil edilmesini ve benzerlerini öneren ‘yönetişim’ adı verilen siyasi iktidar modelinin yerleştirilmesi hem yüzyıllık alışkanlık ve gelenekler hem de merkezi yönetimin elinde bulundurduğu gücü paylaşmak konusunda gösterdiği isteksizlik ve refleks tepkiler nedeniyle mümkün olmamıştır.

yonetisim

Merkezi yönetimin son yıllardaki güvenlik odaklı otoriterleşme eğilimleri, eldeki mevcut demokratik hakların bile kaybedilmesine yol açmış; bu nedenle mevcut ‘yönetim’ yapısının bırakın ‘yönetişim’ çerçevesinde bağımsızlaşıp kendi başına karar vermesini, yönetim organının elindeki nispi demokratik haklar bile tek merkezli bir yapının oluştuğu süreçte elinden alınmış, tüm devlet yapısı, -ki buna da yerel iktidarlar da dahildir- yasal ya da kayyum atama gibi yasa dışı antidemokratik yollarla, OHAL gibi olağanüstü yönetim biçimleriyle ellerinden alınmış, ülkedeki iktidar yapılanması tüm demokratik özelliklerinden soyutlanarak, hatta bu güce ‘başkomutanlık’ gibi militer bir unvanı da ekleyen tek bir merkezin emrine teslim edilmiştir.

O nedenle, Türk yönetim sisteminde ‘yönetim’den ‘yönetişim’e geçilmesini bize hararetle tavsiye edip önerenler de kaybolan motivasyonları nedeniyle artık bu isteklerinden vazgeçmiş, ‘yönetişim’ denilen şey artık eski unutulan bir hikayeye dönüşmüş, uluslararası emperyalizm ülke üzerindeki egemenlik ilişkilerini demokrasi soslu ‘yönetişim‘ gibi ince yöntemler yerine baskı, yıldırma ve otorite kokan ‘yönetim‘ denilen eski, bilindik yöntemlerle sürdürmeye devam etmektedirler.

Devam edecek…