Bugün yine de umutluyuz…

İnsanların haksız yere işten çıkarıldığı, çalışmalarına izin verilmediği, sudan sebeplerle hapse atıldığı, haksız yere yıllarca hapiste tutulduğu, ölüme mahkum edildiği, kurşunlandığı ya da bombalanıp öldürüldüğü, cenazelerini kaldırmalarına bile izin verilmediği, ölülerin mezardan çıkarıldığı, bütün bu olaylar olurken bazı insanların, siyasetçilerin,belediye başkanlarının ülkesine ve yönetiminden sorumlu olduğu kentteki insanlara, bu kötü gelişmelere ilgisiz kalıp kendi şahsi ikballeri peşinde koştuğu, gelecekteki makamları için delege oyunları oynadıkları ve faşizmin her geçen gün, her geçen an ülke zeminine yavaş yavaş yerleştiği bu ortamda kentlerden ve onların stratejik yönetimlerinden söz etmek ne ölçüde mümkün?

O nedenle biz bugün kent, strateji, kent hakkı ya da kentsel yaşam demek yerine insanlık, hak, hukuk, adalet, özgürlük ve barış diyeceğiz…

DFazTMOXkAAzZnQ

Çizgilerdeki Nazım Hikmet

Barışın, sevdanın ve özgürlüklerin şairi Nazım Hikmet Ran 15 Ocak 1902 tarihinde doğmuş ve bundan tam 54 yıl önce, 3 Haziran 1963 tarihinde vefat etmiş… O nedenle, bugün onu barışa, demokrasiye ve özgürlüğe daha fazla muhtaç olduğumuz günümüz koşullarında büyük bir özlem ve saygıyla anıyoruz….

001-nikola-listes-hirvatistan
Nikola Listes – Hırvatistan
002-filipe-libas-brezilya
Filibe Libas – Brezilya
003-damir-novak-hirvatistan
Damir Novak – Hırvatistan
004-darko-drljevic-karadag
Darko Drljevic – Karadağ
005
S. Bulca
006-kursat-zaman
Kürşat Zaman
007
.
008
.
009
.
010
.
011
.
012
.
013
.
014-halil-ibrahim-yildirim
Halil İbrahim Yıldırım
015-saadet-demir-yalcin
Saadet Demir Yalçın
015-vahit-akca
Vahit Akça
016-hakan-sumer
Hakan Sümer
017-cemalettin-guzeloglu
Cemalettin Güzeloğlu
018-bulent-karakose
Bülent Karaköse
019-ahmet-umit-akkoca
Ahmet Ümit Akkoca
020-musa-kart
Musa Kart
021-ahmet-ozturklevent
Ahmet Öztürklevent
022-hayati-boyacioglu
Hayati Boyacıoğlu
023-seyit-saatci
Seyit Saatçi
024-ercan-sert
Ercan Sert
025-refik-tinis
Refik Tiniş
026-ramazan-ozcelik
Ramazan Özçelik
027-mesut-yavuz
Mesut Yavuz
028-kadir-dogruer
Kadir Doğruer
029-musa-gumus
Musa Gümüş
030-cumhur-gazioglu
Cumhur Gazioğlu
031-kamil-yavuz
Kamil Yavuz
032-bulent-karakose
Bülent Karaköse
033-halil-ibrahim-yildirim
Halil İbrahim Yıldırım
034-kemal-urgenc
Kemal Urgenç
035-kemal-bulus
Kemal Buluş
036-mustafa-bilgin
Mustafa Bilgin
037-muzaffer-ozden
Muzaffer Özden
038-raif-gokkus
Raif Gökkuş
039-ergul-aktas
Ergül Aktaş
040-huseyin-tanyeli
Hüseyin Tanyeli
041-keziban-ozkol
Keziban Özkol
042-sezer-odabasioglu
Sezer Odabaşıoğlu
043-mehmet-kahraman
Mehmet Kahraman
044-ercan-baysal
Ercan Baysal
045-eray-ozbek
Eray Özbek

Devam Edecek…

Ama…

Ali Rıza Avcan

Yaşadığımız kentler her geçen gün adeta bir sağanak gibi üzerimize boşaltılan çağdaş teknolojinin son örnekleri ile tanışıyor.

Artık sabah işe giderken ya da akşam eve dönerken daha çağdaş, daha modern taşıt araçlarını kullanıyoruz. Bindiğimiz bu araçlar mevsim kışsa daha sıcak, yazsa daha serin oluyor ve biz bundan hoşlanıyoruz.

Bir konserve kutusuna benzetsek de bindiğimiz gemiler daha hızlı, daha konforlu koşullarda bize hizmet ediyor.

kent-079

Sık aktarmalar nedeniyle zaman kaybedip homurdansak da bindiğimiz otobüsler, trenler, tramvaylar eskilerinden daha iyi, daha kaliteli…

Bize hizmet etmekle yükümlü belediyeler ulaşım filolarını yeniledikçe, sayılarını arttırdıkça sanki bunu yapmak görevleri değilmiş gibi, bunu yüce gönüllerinden kopan bir lütufmuş gibi sunup törenler düzenliyorlar. Biz de gelen her gemi, otobüs ya da yapılan her yeni içme suyu ya da atık tesisi için seviniyor, mutlu oluyoruz…

Kimimiz bu yeni gökdelenleri, akıllı binaları, yeşil teknoloji ile donanmış yapıları sevmese de o yapılara uzaktan bakıp kentimizin köy ya da kasaba olmaktan çıkışına seviniyor, adeta birer mezar taşını andıran bu binaların fotoğraflarını çekerek çağımızın son hallerini belgelemeye çalışıyoruz…

Hem de savaşlarda yakıp yıktığımız kentleri, uygarlıkları unutarak…

Oysa çoğumuzun aklına bu modern, çağdaş mekanlarda yaşayanların hem birey hem de toplum olarak mutlu ve özgür olup olmadığını, demokratik hak ve hürriyetlerini kullanıp kullanmadığını sormak gelmiyor…

O büyük, ihtişamlı meydan, cadde ve sokaklarda istediğimiz gibi yaşayabiliyor muyuz?

Aklımıza gelen ya da gelmeyen her yere, köşe başına yerleştirilen kameralarla izlendiğimizi bile bile kendimizi gerçekten özgür hissediyor musunuz?

İstediğimizde, kentin meydan, cadde ve sokaklarında tek başına ya da başkalarıyla birlikte ve emniyet güçlerinin müdalesi olmaksızın yürümek, oturmak, konuşmak, bağırmak; bir şeyleri desteklemek, karşı çıkmak ya da protesto etmek amacıyla eylemler yapabiliyor muyuz?

Kent yaşamındaki özgürlüğün, gerektiğinde “ipleri koparma” anlamına geldiği eski günleri anımsıyor muyuz?

O büyük, uzun, akıllı ve “yeşil” denilen binalarda geleceğimizden emin hayaller kurabiliyor muyuz? Yine o binalarda, çevreyi dikenli tellerle, güvenlik elemanlarıyla donatmadan kendimizi emniyette hissediyor muyuz?

Adeta her il ve ilçede açılan üniversite kampüslerinde özgürce bilim yapabiliyor muyuz? Değer verdiğimiz hocalarımıza, öğrencilerimize sahip çıkabiliyor muyuz? Bilimin o mekânlarını aynı zamanda özgürlüğün mekânlarına dönüştürebiliyor muyuz?

O bindiğimiz çağdaş metroda, tramvayda ya da diğer toplu taşıt araçlarında çalışanların çalışma koşullarını, taşeron işçisi olup olmadıklarını merak ediyor muyuz? Yarın  ya da öbür gün grev yapsalar, direnseler ne yapacağımızı düşünüyor muyuz?

Yabancı isimlerle adlandırılan şık kahve, bar, eğlence yeri ve benzerlerinde oturup dinlenirken, yiyip içerken ya da eğlenirken perde arkasındaki göremediğimiz vahşi çalışma düzenini hiç aklımıza getiriyor muyuz?

AVM’leri “tavaf ederken” marka bağımlılığının ve tüketim çılgınlığının bizi ne hale getirdiğini hiç düşünüyor muyuz?

Oy verip seçtiğiniz yerel yöneticiler, alışıldık yol, su, kanalizasyon, ulaşım, kültür ve sanat hizmetleri dışında bizim bireysel ve toplumsal hak ve özgürlüklerimize ilgi duyup bunun için gerçekten bir şeyler yapıyorlar mı? En azından çıkıp bizim adımıza ya da kamu yararı adına konuşup hak ve özgürlüklerimizi savunuyorlar mı? 

Kısacası, biz gerçekten kendimizi özgür hissettiğimiz demokratik kentlerde mi yaşıyoruz?

Yaşadığımız kentler, sizin ona layık gördüğünüz adı ve kimliği ne olursa olsun gerçekten demokratik kentler mi?

kent-103

Yoksa her geçen gün özgürlüklerimizden vazgeçtiğimiz ve adına “kent” denilen mekanlarda mı yaşamaya mı başlıyoruz?

Yoksa her geçen gün daha kolay ve daha düzenli yaşamak, daha kolay satın almak, daha kolay ulaşmak adına, fark ederek ya da fark etmeksizin, sırf insan olduğumuz için sahip olduğumuz hak ve özgürlüklerimizden vazgeçtiğimiz, her an ve her yerde izlenip gözlendiğimiz, adına “kent” denilen mekanlarda mı yaşıyoruz; daha doğrusu yaşadığımızı mı sanıyoruz?

Nedir, bizi ve yaşadığımız kenti özgür kılan?

OHAL, Ele Alacağımız Konuları da Kısıtlar!

Seniye Nazik Işık

Ben bu yazıda kent mekânının ve kent hizmetlerinin cinsiyetli olduğundan söz etmek istiyordum.

Çünkü yaşamlarımız farklı patikalardan yürüyor. Örneğin, gün aynı saatte doğsa bile, sabah hepimiz için aynı zamanda ve aynı işlerle başlamıyor. Hele de kadınlarla erkekler için. Annelerle babalar için. Çünkü yaşamımız cinsiyetimize göre farklılaşmış işlerle dolu.

Ve, hal buysa, yaşadığımız yerin de bu farklılıklarımızı görerek ve gözeterek yönetilmesi gerekir.

Tabii kente ve kamusal alana, kamu mekanına, kamu hizmetlerine insana duyarlı ve eşitlikçi bir bakış açısıyla bakıyorsak; insana hizmeti “insan dediğimiz kimdir?” diye sorarak cevaplayarak üretiyor ve sunuyorsak.

ozgurluk-002

Ben de bu bağlamda cinsiyete dayalı farklılıkları dikkate alarak yerel hizmet üretmekten söz edecektim. Kente dair stratejiler hemşehrilerin hizmet ihtiyaçlarının cinsiyete göre farklılaştığını dikkate alarak hazırlanmalı ve uygulanmalı diye yazacaktım.

Hatta, pratik ve stratejik ihtiyaçlar var, diyecektim. Pratik ihtiyaçlar, yani cinsiyete göre farklılaşmış günlük işlerin kimler tarafından yapıldığı hususunda bir değişiklik yapmayan ama işleri kolaylaştırarak mesela kadınlara düşen iş yükünün fiziki ağırlığını, tükettirdiği zamanı azaltan hizmetlerden; stratejik, yani kadınların eşit insan olmasına katkıda bulunan, bir başka deyişle eşitleyici gelişme sağlayan hizmetlerden söz edecektim.

Buradan yerel eşitlik eylem planları, stratejik planlar bahsine geçecektim.

Sonra da yerel eşitlik eylem planı nedir? sorusunu cevaplayacaktım. Önerileri, stratejik hedef ve eylemleri mükemmel bile olsa, bütçesi ve işin kim tarafından, ne kadar zamanda, hangi miktarda yapılacağı belli değilse, o planın göstermelik olacağını vurgulayacaktım.

Hatta daha da ileri gidip siyasi irade eşitlikçi değişimden yana olmadıkça, en güzel eylem planlarının bile kötü performans raporlarıyla biteceğini belirtecektim.

Ama ne mümkün! Üst üste gelen gelişmeler insanda ne plan bırakıyor, ne fikri takip.

Mesela, Batman’daki gibi, atanan kayyumun en az seçilmiş siyasiler kadar cüretkâr siyasi açıklamalarla gazetelerde boy göstermesi hukukun ve teamüllerin devre dışı kaldığını gösteriyor.

Uzun uzun örneklerle sayıp dökmeye gerek yok; hepimiz gerginiz, hepimiz üzgün. Belirsizlik havada asılı duruyor. Her birimiz “ya bizimlesin, ya düşman” testine tabi tutulmaktayız. Tam da bu günlerde, mekânın ve hizmetlerin cinsiyete duyarlı olduğundan falan söz etmeye kalkışmak insanın kendisine bile fantezi gibi geliyor.

Türkiye’nin içinde olduğu ahval ve şerait nedeniyle istediğim gibi ele alamasam da, cinsiyet boyutu dikkat çeken yakın zamanda yaşanmış 1-2 gelişmeden söz etmeden bu yazıyı bitirmek istemiyorum.

ozgurluk-001

Birinci örnek, Cizre’den. Belediyeye kayyum atandı, kayyum gelir gelmez belediyenin tüm bilgisayarlarını Emniyet’e verdi. Yani kayyum, kadın danışma merkezine başvurmuş kadınların mahrem bilgilerini de Emniyet’e vermiş bulunuyor. Şimdi bilmiyoruz, bu sorumsuz yaklaşım kim bilir kaç kadının zaten çok ince bir çizgide süren yaşamla ölüm arasındaki yerini değiştirecek. Onları kayıtlara OHAL kazası olarak mı geçecek?

İkinci örnek: CHP’nin, OHAL şartlarına rağmen, 4-5 Kasım’da İzmir’de yaptığı Belediye Başkanları Toplantısı. Bu toplantıda yapılan sunumlar arasında ‘belediyecilik, kalkınma ve kırsal kalkınma’nın yer alması benim açımdan memnuniyet verici. Fakat ‘belediyelerde mor bayrak’ politikası ve uygulaması bulunan CHP’nin bu programda cinsiyet eşitliği, eşit ve eşitleyici hizmet konusuna yer vermemiş olması üzücü değil midir?

Son söz yerine:

Hayat olağan haliyle devam etseydi de, bu konuları doğru düzgün ele alabilseydik. Değmez miydi?

Dur ve dinle: Sokağı müzik güzelleştirir

Burcu Taner Karatay

Kalabalık bir caddede yürüyorsunuz. Kulaklıkla yanınızdan geçen biri arkadan gelen motosikleti görmüyor, onun yerine siz panik yapıyorsunuz. Onlara bakacağım derken biri omzunuza çarpıyor. Azarı yedikten sonra sessiz yola devam ediyorsunuz. O sırada önünüze bir kişi daha çıkıyor ve yürümenizi engelleyerek, “Kot lazım mı abla, içerde modellerimiz var” diyor. Eğer o köprüdeki daha inatçı keçiyseniz, satıcıyı atlatmayı başarıyorsunuz.

Ya sabır” çekip yürümeye devam ediyorsunuz. Tabii kaldırımları işgal etmiş otomobiller ve masa-sandalyelerden fırsat bulabilirseniz.

ucunculuk-odulu-osman-maasoglu-sayisal-01
2016 Aydın Köymen Fotoğraf Yarışması Üçüncülük Ödülü, Osman Maaşoğlu

Sonra fark ediyorsunuz ki ileride bir kalabalık birikmiş. Hayatınızda ilk kez göreceğiniz bir enstrümanın önce sesi çalınıyor kulağınıza. Merak ve hayranlık karışımı duygularla durup dinlemeye başlıyorsunuz. Az önceki gerginliğinizden eser yok. Koşmayı bırakıp, şöyle bir duruyorsunuz.

Bir başka gün büyülü bir ses bütün gün içinizde biriken hıçkırığı çıkarıveriyor dışarı. Rahatlıyorsunuz. Bazen de Roman müzisyenlerin neşeli ezgileri etrafında toplanmış insanlar görüyorsunuz. Daha az önce asık suratla yürüyen insanlar dans eden insanları alkışlarken buluyor kendini. Yetişeceğiniz yer çok da mühim değil, siz de durup alkışlayanlara katılıyorsunuz.

Metroya balık istifi doluşup, serin ve taze havaya ulaşma umuduyla merdivenlere koştuğunuzda duyduğunuz yan flüt sesi de en az o temiz hava kadar değerli oluyor. Tırmanılacak merdivenler bekleyedursun, o akustiğin tadını çıkararak derin bir nefes alıyorsunuz.

***

Sonra başka bir gün yolunuzu uzatsanız da o müzikli caddeden geçmek istiyorsunuz. Akordeoncunun yerini hatırlamaya çalışırken bu kez huzursuz bir kalabalık görüyorsunuz. Bu kez mikrofonda belediye zabıtaları. Ellerinde kırık bir gitar ve yüksek perdeden hiç de hoşlanılmayacak bağırtıları. Yerde kırık bir gitar ve bir o kadar kırgın müzisyenler… Ve maalesef dün klarneti eşliğinde sosyal medya şovu yaptığı müzisyeni görmezden gelen semt sakinleri…

***

Balkonlarından rengârenk sardunyalar sarkan bir kent insana nasıl nedensiz bir umut ve mutluluk verirse, sokak müzisyenleri de stres içinde koştururken durup insan olduğumuzu hatırlatarak derin bir huzur verirler. Bu, hepimizin ihtiyacı olan beş dakikalık sorgulamalar için fırsattır aslında.

***

Hayatın ritmini dinlemek, dinlerken gülümseyebilmek sokakta karşımıza çıkan bir şans ise neden yasaklansın değil mi? İşte bu noktada maalesef hemfikir olunamıyor. En başta “otorite baskısı” müzisyenlerin kâbusu niteliğinde. Çünkü yöneten, doğası gereği, yönettiklerinin bir araya toplanıp, aynı anda gülüp, aynı anda öfkelenmesini istemez.

melih-ersahin-02
2016 Aydın Köymen Fotoğraf Yarışması, Melih Erşahin

Madalyonun diğer yüzü de var: Dinleyicinin kâbusu olan kötü müzik. İki tane akor bilen, akortsuz gitarıyla sokağa koşacaksa; iki şarkılık repertuarı kapan, sabahtan akşama kadar bunları döndürüp karşıdaki simitçiyi bezdirecekse, bu daha çok sokağın karmaşasına yenisini eklemek olacaktır. O yüzden sokak sanatçılığını savunmak için en meşru gerekçemiz sunulan sanatın kalitesi olmalı.

***

Bu “şerh”i koyup devam edecek olursak; çözüm önerilerini zaten bizzat müzisyenler ortaya koyuyorsa mutlaka dikkate alınmalı. Ek olarak dünyanın farklı şehirlerinde bu konunun nasıl halledildiği de göz önüne alınsa fena olmaz diye düşünüyorum. Çünkü belediyelerin buna ihtiyacı var. Örnek bir olay anlatayım. İzmir’de sokak müzisyenliği yapan bir arkadaşımla sohbet ederken zabıta konusuna değindi. Ben de bir gazete haberinde okuduklarımı anlattım. Buna göre; dünyada pek çok sokak sanatçısının yerel yönetimle bağlantı kurduğunu, hatta Avustralya Melbourne kentinde izin almak için sınav bile yapıldığını, çoğu kentte desibel sınırı konduğunu ve hoparlör, amfi gibi cihazların kullanımının özel izin gerektirdiğini aktardım.

nevzat-altin-02
2016 Aydın Köymen Fotoğraf Yarışması,  Nevzat Altın

Sohbet ilerledikçe anladım ki; müzisyenler zaten hangi kurum olursa olsun iletişime geçmeye hazır. Performans gösterdikleri ilçe belediyesinden bir arkadaşıma ulaştım. Durumu aktardım, bir görüşme gerçekleştirilmesi için büyük bir çabayla karşılaştım. Bu noktada umutlandım ancak o konuşma bir vahameti de gözler önüne serdi. Arkadaşımın anlattığına göre; bir grup müzisyenle bir etkinlik için anlaşma yapılmış. Etkinlik öncesi müzisyenler belediye yetkililerini karakoldan aramış. Sebep, belediyenin etkinliğinde yine belediyenin zabıtalarına durumu anlatamamaları ve maalesef şiddet görmeleri.

***

İşte tam da bu yüzden “kent kültürü” çok sihirli bir kelime haline geliyor. Kurallar, onay kartları, yer belirleme gibi pek çok çözüm müzisyenlerin de fikri alınarak ortaya konabilir. Ancak müzik ve kent kültürünü harmanlamakta yetersiz kalan bir toplumda yaşıyorsanız, kurallar kadar bu duruma da emek harcamanız gerekebiliyor. Bu emek, yeri gelince Karşıyaka Çarşı’da, Kıbrıs Şehitleri Caddesi’nde yahut Konak Vapur İskelesi’nde hırpalanan bir müzisyenin yanında dinleyici olarak yer alabilmeyi de kapsıyor. Çünkü sokağın sahibi, sokağın müziğine sahip çıkarsa “otorite” de kiminle “dans ettiğini” anlamak zorunda kalacaktır.

Söz konusu haber için bakınız: http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/sokak/253591/Ozgurluk_sehirlerinde_sokak_muzigi_nasil_yapiliyor_.html