9 Eylül 1922-2022

Ali Rıza Avcan

Bugün 9 Eylül 2022…

9 Eylül 1922 tarihinde İzmir’in emperyalist ülkelerindeki emrindeki Yunan Ordusu’nun işgalinden kurtuluşunun 100. yılı…

Aynı zamanda da, Ankara‘da doğup uzun yıllarını Ankara, İstanbul, Bursa ve İzmir‘de geçirmiş ve esaslı bir tarih eğitimi alıp 9 Eylül’ün ne anlama geldiğini gayet iyi bilen bir yurtseverin, 9 Eylül 1922’de kurtarılıp hafızasını yitiren İzmir‘e değer veren ve bu kente dair görüş, düşünce, öneri ve eleştirilerini dile getirmek amacıyla yazdığı/yazılan metinleri biriktirmek amacıyla oluşturup bugüne kadar sürdürdüğü Kent Stratejileri Merkezi isimli bloğun 6. yılı…

İzmir, 9 Eylül 1922

Ankara‘dayken Mustafa Kemal Paşa‘nın Ankara‘ya geldiği 27 Aralık 1919 ve Ankara‘nın başkent olduğu 13 Ekim 1923 tarihlerinin yıl dönümlerini önemser ve Ankara yerlisi olan eniştemle akrabalarının Seymen giysileri giyip gümüş kamalarını kuşaklarına sokup yürüyüşlerini ve Ankara oyunlarını oynamalarını severdim. Hele ki, bu oyunları gayet iyi oynayan eski Ankaralı bir komşumuz vardı ki; o büyüğümü, rahmetli Zeynel Balaban amcayı ve eşi İsmet Hanım Teyze‘yi bu nedenle hiç unutamam. O nedenle, meydanı boş bulup bir halk oyunu oynamaya kalktığımda, omuzlarımı kartal misali havaya kaldırıp kaldırıp efelenmeyi pek bir severim.

1981 sonrasında İstanbul’a yerleştiğimde de İstanbul’un fethinden çok müttefik ordularının işgalinden kurtulduğu 6 Ekim 1923’ü ve o nedenle düzenlenen etkinlikleri tercih ettiğimi hatırlıyorum. Sanırım hepimizde olan ezilenden, sömürülenden ve istismar edilenden yana olma, onun tarafını tutup hakça davranma refleksiyle…

İstanbul, 6 Ekim 1923…

1997-1998 döneminde İzmir‘e yerleşmeye karar verdiğim tarihlerde ise, kuruluşunda büyük emeğim olan Türkiye Toplumsal ve Ekonomik Tarih Vakfı tarafından yönetilen Cumhuriyet’in 75. Yılı İzmir Kutlamaları organizasyonuna katılıp Prof. Dr. Oğuz Makal, Kayhan Kırmızıgül, Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği İzmir Şubesi Başkanı Asuman Özçam-Boyacıgiller, İzmir Çağdaş Kültür Sanat Etkinlikleri Derneği (İZÇAKSED) Başkanı Aydın Bıçakçı ve opera sanatçısı bas Alpaslan Mater ile birlikte çalışmış; bu çerçevede Kemeraltı, İnönü Sokak‘taki İsmet İnönü‘nün doğduğu tarihi evin restorasyonunda emeğim geçmiş, Atlas Dergisi‘nin 1997 yılında çıkan İzmir özel sayısında okuduğum Yaşar Aksoy‘a ait “Karşıyaka: İzmir’in İçinde ve Ötesi’nde” başlıklı yazının teşvikiyle o tarihlerde İplikçizade Köşkü, şimdilerde de Kotzias Köşkü diye adlandırılan birbirinin eşi ikiz eski yapının yıkıldıktan sonra yerine yapılan 380 numaralı Çağlayan Apartmanı‘nın bahçesine, işgal günlerinde İzmir Yüksek Komiseri Aristidis Steryadis ve Mustafa Kemal Paşa tarafından karargâh olarak kullanıldığı halde 1970’li yıllarda yıkılan tarihi binada yaşanan olayları anlatan bir anı tabelasının konulmasına ve 9 Eylül’le ilgili bir sempozyumun düzenlenmesine ön ayak olmuştum. Hem de 9 Eylül 1999 tarihinde…

Ardından da bir Pazar gününe rastlaması nedeniyle 9 Eylül 2002 tarihinde PR Medya ile Ibexes Group Eğitim Danışmanlığı tarafından ortaklaşa düzenlenecek, içinde bisiklet ve orienteering yarışlarının da yer aldığı “Belkahve’den Kemeraltı’na Kurtuluş” isimli kutlama etkinliğine destek olması için İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Ahmet Piriştina‘yı ikna etmiş; ancak, aynı tarihlerde İzmir Körfezi‘nde “powerboat” adı verilen özel sürat teknelerinin katılacağı uluslararası Class 1 Dünya Offshore Şampiyonası‘nın Türkiye Grand Prix‘sinin yapılacak olması nedeniyle projeden vazgeçmek zorunda kalmıştık.

Sonrasında da, İzmir’in vefakâr ve tarihi değeri 9 Eylül Vapuru‘nun 30 Nisan 2016 tarihinde balık yuvası olması amacıyla Karaburun‘un Küçükada açıklarında batırılması üzerine kentin Cumhuriyet dönemi hafızasını yok edip o suçunu işleyen belediye yöneticilerini ve yitirdiğimiz 9 Eylül Vapuru‘nu hatırlamak amacıyla, 9 Eylül 2016 tarihinde 21 arkadaşımla birlikte Kent Stratejileri Merkezi isimli kişisel bloğu kurmuş ve bu bloğun kapak resmi olarak da 9 Eylül Vapuru‘nun resmini seçmiştim. O resim o tarihten bu yana oradaki varlığını koruyarak bize 9 Eylül Vapuru ile özdeşleşmiş eski bir tarihi hatırlatır….

Bilgi vermek gerekirse, Kent Stratejileri Merkezi isimli blogda bugüne kadar toplam 838 adet yazı yayınlandı. Bu yazıların büyük bir kısmı bana ait olmakla birlikte arkadaşlarım ve hocalarım Aslı Menekşe Odabaş Kırar, Çağrı Gruşçu, Burcu Taner, Serdar Kesken, Ertuğrul Barka, Göker Yarkın Yaraşlı, Güven Eken, Hakan Kazım Taşkıran, Levent Tuna, Mihriban Yanık, Nizamettin Muhtar Karaca, Nurşin Altunay, Ruşen Keleş, Salim Çetin, Süleyman Gençel, Seniye Nazik Işık ve Tanzer Kantık yazılarıyla destek verip katkıda bulundular. Kendilerine bu vesileyle değerli yazıları için teşekkür etmek isterim.

Bu yıl yaşadığım, kentin Yunan Ordusu‘nun işgalinden kurtuluşunun 100. yılı nedeniyle sıkça “barış“, “kardeşlik“, “milliyetçilik“, “yurtseverlik“, “şovenizm“, “ırkçılık“, “bir arada yaşama” gibi olgu ve kavramlar üzerine düşünme, okuma ve yazma fırsatım oldu. “Balkan Savaşları“, “Ulusal Kurtuluş Savaşı“, “İzmir’in işgali“, “işgal altındaki İzmir’deki yaşam” konularında çok farklı okumalar yapıp, 1911-1912 yıllardan başlayan Balkan macerasını, bu macera sonucunda göç edip İzmir‘e ve Ege Bölgesi‘ne gelip yerleşen göçmenleri, onların beraberlerinde getirdikleri öfke, hesaplaşma ve intikam dolu milliyetçilik anlayışı, kaçıp terk ettikleri toprakların yeni efendilerinin bu sefer de onları adeta takip edip buralarda yakaladığı işgal döneminde İzmir‘de ve Ege‘de yaşananları, zulüm, eziyet, yangın ve ölüm dolu yıkımın ortasındaki işbirliklerini, ticaret ya da para kazanmak adına yapılan ihanetleri, emperyalist bir işgali, savaşı kazanan ülkelerin verdiği görevi ifa etme şeklinde takdim edip nasıl gizlemeye çalıştıklarını, milliyetçilik rüzgarına kapılıp birbirinden ayrılmış grup ve insanların gerektiğinde menfaat uğruna nasıl bir araya geldiğini, işgal dönemindeki ihanetlerle yeterince yüzleşip hesaplaşılmadığını, toplumu ayrıştırmak için dinin ve dini duyguların nasıl kullanılıp istismar edildiğini, kendilerini dini anlamda “cemaat lideri” ilan etmeye kalkanların bir arada yaşama çabasına nasıl dinamit koyduğunu, bu amaçla yabancı ülke servisleriyle nasıl işbirliği içine girdiklerini, İzmir‘deki bazı çevre, grup ve kişilerin işgal dönemi de dahil olmak üzere ve her şeye rağmen gemilerini nasıl yüzdürmeye devam ettiğini, bu kentteki sermayenin temelinde yatan yağma, yıkma, yakma ve el koyma alışkanlığını daha yakından görüp öğrenme, anlayıp tartışma fırsatını yakaladım.

Bu arada, bu kentin nasıl vefasız bir kent olduğunu, Tarkan ve Bülent Ersoy gibi popüler kültürün zamane ikonlarını baş köşeye koyarak bir sığlık sergilerken, İzmir Vilayet Konağı’na 9 Eylül 1922 günü ilk bayrağı diken Yüzbaşı Şerafettin ile İzmir‘in bilim dünyasına armağan ettiği ve benim “İzmir’in bilim amazonları” olarak adlandırdığım Prof. Nermin Abadan Unat, Prof. Dr. Mübeccel Belik Kıray, Prof. Dr. Zeynep Korkmaz ve Prof. Dr. Mübahat Kütükoğlu‘nu nasıl unutup onlara vefa borcunu ödemediğini, Cumhuriyet Dönemi‘nin hafızasını oluşturan tarihi bina ve mekanların nasıl hunharca yok edildiğini bir kez daha anladım.

Ama yine de yaşadığı toprakları ve bu topraklarda yaşamış ve yaşamakta olan insanları seven, onlara sahip çıkan bir yurtsever olarak hangi din, dil, inanç, ırk ve etnik kökenden gelirse gelsin herkesin, başka bir yere göç etmek zorunda kalmadan barış içinde bir arada yaşaması gerektiğine inanan, insanları birbirinden ayıran savaşların, işgallerin, tehcir, pogrom, sürgün ve soykırımların büyük bir insanlık suçu olduğunu bilen gerçek bir barışsever olarak, 9 Eylül 1922 ile simgelenen büyük zaferin 100. yılının, tüm insanlığın barış, demokrasi, kardeşlik, eşitlik ve adalet içinde yaşayacağı yeni bir dünyanın kapısı olmasını ve barışsever kisvesi altındaki tüm savaş ve işgal yanlılarının iyi tanınmasını diliyorum.

Kent Stratejileri Merkezi, bu düşünce, amaç ve hedefler doğrultusunda 2016 yılından bu yana katettiği doğru yolda yürümeye devam edecek, üzerine düşen görevi yapmaya çalışacaktır.

Sonu zaferle bitip savaşa, işgale, sömürüye, ezilmeye, acıya ve yıkıma son verecek nice 9 Eylül’lerde buluşmak üzere…

işgal ve savaşlar şehrin, uygarlığın ve insanlığın düşmanıdır…

Ali Rıza Avcan

İtaatkar oğul, babasını öldürür.
İffetli adam, komşularıyla zina yapar.
Zampara, saf bir insana dönüşür.
Cimri, altınları pencereden avuç avuç atar.
Savaşçı kahraman, bir zamanlar kurtarmak için
canını tehlikeye attığı şehri
ateşe verir.

Tiyatro & Veba, Antonin Artaud, (*) 1933

İnternet ansiklopedisi Vikipedi, Arapça kökenli ‘işgal‘ sözcüğünü, “bir yerin, ülkenin veya bir bölgenin düşman tarafından ele geçirilmesi” olarak tanımlayıp; bunun ülke ve şehir işgali olmak üzere iki çeşidi olduğunu söylüyor.

Savaş‘ sözcüğünü ise, “ülkeler, bloklar ve büyük rakip/düşman gruplar arasında yapılan silahlı mücadele” olarak tanımlayıp, ‘işgal‘in savaş türlerinden sadece biri olduğunu belirtiyor.

Bu iki sözcük tanımından da anlaşılacağı üzere, birbirine düşman iki ya da daha fazla taraf arasında silahların kullanımı suretiyle yapılan savaşlar ve bu savaşların bir çeşidi olan işgaller savaşın ya da işgalin yaşandığı topraklarda yarattığı ekonomik, ekolojik, toplumsal ve kültürel yıkımlarla başta insan olmak üzere tüm canlıların yaşam hakkını ortadan kaldırdığı için uygarlığın ve o uygarlığı yaratan insanlığın en büyük düşmanıdır.

Şehre gelen seyyah ya da turist (!)

Şehir‘ ya da aynı anlama gelen ‘kent‘ sözcüğü ise birçok dilde ‘uygarlık‘ anlamına gelen sözcüklerle ifade edilmiştir. Farsça ‘şehr sözcüğü, ticaret, sanayi ve yönetim gibi toplumsal faaliyetlerin bütünlüğünü oluşturan büyük yerleşim merkezlerini ifade eder. Diğer yandan bu sözcük Yunanca’da ‘polis’, Arapça’da ‘medine‘, Fransızca’da ‘cite‘, İtalyanca’da ‘citta‘, Almanca’da ‘stad‘ ve Saksonya’dan İskandinavya’ya kadar kale ya da oturma alanı anlamında ‘burgh‘, Latince’de ise yurttaşlık anlamındaki ‘urbs‘ ve ‘civitas‘ sözcükleriyle tanımlanır.

Bütün bu tanımlar çerçevesinde, tarihteki ve günümüzdeki tüm savaşlar, bir ülkeyi ya da o ülkeyi yöneten ve uygarlığın merkezi olarak kabul edilen şehirleri güç edinmek arzusundan ya da milliyetçilikle beslenen emperyalist politikalardan kaynaklanan dürtülerle silah gücüyle işgal edip esir almayı, onu maddi ve manevi anlamda sömürüp yıkmayı, yok etmeyi, bir başkasına ait olmaktan çıkarıp kendisinin yapmaya çalışır. Hele ki Üçüncü Reich‘ın “Lebensraum“u, Helenler’in “Megali İdea“sı ve Turancılar‘ın “Kızıl Elma“sı gibi yayılmacı ideolojileri gündemdeyse. O nedenle işgal altındaki Paris‘in, Berlin‘in, Atina‘nın ya da İzmir‘in birbirinden farkı olmayacaktır. Hepsinde o kenti ya da ülkeyi elinde bulundurmayan taraf, orayı ya kendi gücüyle ya da destekçilerinin gücüyle zapt edip ele geçirmeye çalışır, oradaki zenginliklere sahip olup kendi egemenliğini geliştirip güçlendirmeye çalışır.

İşgal edilen ya da işgal tehdidi altındaki şehir Bağdat, İstanbul, İdlib ya da Rojava da olsa, artık orada, o kentte yaşayanların hiçbir söz hakkı olmadığı bilinen bir gerçektir. Çünkü onlar işgal ya da zapt edilmiş bir toprağın ele geçirilerek susturulan, pasifize edilen esir alınmış halkıdır. Şayet işgale hayır deyip itiraz eden olursa zor kullanımıyla en kısa yoldan susturulur ya da eldeki silahların kullanılması suretiyle uluorta yok edilir. Artık bundan böyle tek güç, şehre ve insanlara çevrilmiş top namluları, füzeler, roketler, eldeki otomatik silahlar ve havada ya da denizde dolaşan uçak ve gemilerdir.

Şehirde yaşayanların bir kısmının şehri işgal edenlerle işbirliği yapması, onun işini kolaylaştırması her zaman için mümkün ve beklenen bir şeydir. İşgal edilen ya da savaştan etkilenen şehir, işgal ya da savaş öncesinde ne kadar güzel, iyi, yaşanabilir ve barış dolu ise de, işgalin ya da savaşın başladığı andan itibaren gündelik hayatın tüm güzelliği, iyi diye nitelenen özellikler, o kentte barış içinde yaşayabilir olma hali yok edilerek kent bir savaş ya da işgal şehri haline dönüştürülür. O andan itibaren o kente korku, terör ve güvensizlik gelir yerleşir, şehirde yaşayanlar korktukları için güvenli bölgelere göç etmeye başlar, şehre işgalcilerin himayesindeki yeni göçmenler gelmeye başlar, şehir bu yeni gelenlerce yağmalanır, gelenler gidenlerin evlerine, mallarına mülklerine el koyar, bazı insanlar da ellerindekini korumak amacıyla yer yer ya da zaman zaman direnmeye başlarlar. O nedenle de, gündelik yaşam her an patlayacak bir gerilim içine girer. Kabullenme, ilgisizlik, işbirliği ya da isyan edip direnme o şehrin egemen ruh hali olmaya başlar. O şehrin binaları, yolları, meydanları, kaldırımları, kıyıları ve diğer yapıları ne kadar güzel olursa olsun, işgal ya da savaş ortamında o binalarda yaşayan, o yollarda, meydanlarda, kaldırımlarda ve kıyılarda dolaşan üniformalı askerler, namluları halka çevrilmiş tanklar, toplar, elde sergilenen otomatik tüfekler, diğer askeri araçlar o şehri eski güzelliğinden, iyiliğinden, güvenilir ve barış dolu halinden çıkarıp bir cehenneme dönmesini sağlar. Bu durum işgalin ya da savaşın ilk anında başlayıp işgalin kalkışına ya da savaşın bitmesine dek sürer. Artık ikna, uzlaşı, barış gibi değerler ölmüş, yerini zor, tehdit, saldırı, yıkım, yangın, yok ediş ve ölüm gibi uygarlık düşmanı değerler almıştır.

İkinci paylaşım savaşı sonrasındaki dünyanın haline bigane kalıp yiyip içmek ve alışveriş yapmak amacıyla işgal altındaki bir kenti ziyaret eden bir grup insan, deniz yoluyla Sancak Kale‘yi geçip şehre gelmişlerse ve savaş nedeniyle ağzına kadar dolu hastaneleri merhamet gibi insani kaygılarla ziyaret etmeyi ve savaşın şehirde yarattığı tahribatı gözleyip çare aramayı unutmuşlarsa, böyle bir duyarlılık yerine Fellini‘nin 1960 yılı yapımı ünlü “La Dolce Vita” filmini anımsatırcasına incik boncuğun satıldığı mağazalara girip alışveriş yapmışlar, bar ve kafelerde oturup içki içmişler, mağazalardan beğendikleri kaşmir kumaşları almışlarsa, o şehirde yaşayanlar muhakkak ki kentteki askeri terör nedeniyle evlerinden çıkmaya korkmuşlar, sokağa çıktıklarında başlarına ne geleceğini bilememişler, yakınlarını, sevdiklerini herhangi bir şekilde kaybetmekten korkup adeta göze görünmeyen gölgeler gibi endişe içinde yaşamışlardır. Çünkü hayal edilen cennet yerine ziyaret edilip eğlenilen kentte korku, terör ve savaş egemen durumdadır.

Çünkü artık o şehir bir işgal kenti, bir savaş kenti, bir tabut kenti olmuştur.

Çünkü işgalin ya da savaşın başlaması ile birlikte o şehir de diğer şehirler gibi insansız, insanlar da şehirsiz kalmıştır.

Cepheden gelen yaralılar hastaneleri, ölüler ise mezarlıkları doldurur. Resmi kayıtlara göre işgal amacıyla gelen ordudaki asker sayısı ölümler, yaralanmalar ve esir alınmalar nedeniyle büyük ölçüde azalmıştır. Bu nedenle işgal edilen topraklardaki işbirlikçiler arasındaki çocuk yaşındaki gençler orduya çağrılır. Geldikleri ülkeden getirdikleri yeni asker ve malzemelerle işgal ettikleri toprakların işbirlikçileri arasından devşirdikleri çocuk yaşındaki bu gençler şehrin rıhtım, meydan ve sokaklarında büyük kalabalıklar oluşturur. Çünkü şehirde emperyalizmin ve militarizmin körüklediği ölüm rüzgarları esmeye başlamıştır.

Hele ki yaşanan işgal ya da vahşi savaş, V. İ. Lenin‘in nitelediği şekilde toplumsal mücadeleler tarihinde ilk kez karşılaştığımız bir ulusal kurtuluş savaşı ise ve bu haklı ulusal savaş, bu kenti ve ülkeyi işgal ettiren emperyalist güçlere karşı yapılıyorsa; ayrıca, bu saldırı, işgal ya da savaştan o topraklarda yaşayan tüm halklar etkilenip zarar görüyorsa, işte tam da o durumda, saldırganı defedip işgali kaldırmak için mücadele edenin arkasında durmak, dünyadaki diğer sömürülen mazlum ülke halklarına örnek olan bu ulusal kurtuluş mücadelesini desteklemek hepimiz için evrensel bir göreve dönüşmüşse…

İşgalin hazin sonu ve askerlerin kaçışı: Çeşme Limanı, Eylül 1922

İşte bu anlamda, halklar arasındaki barış ve kardeşlik mücadelesi için yola çıktığını söyleyip modern çağdaki göçlerin nedenini İngiltere, Fransa gibi emperyalist ülkelerin saldırgan politikalarına, ‘öyle isteyen yöneticiler‘ gibi muğlak bir nedene bağlayanların, bu mücadeleler arasından istediğini cımbızla seçip diğerlerini görmemezlikten gelmesi ne ölçüde samimiyetsiz olduklarını gösterir. Sahte değil, gerçek barışseverler ve halkların kardeşliğini savunanlar, dünyadaki tüm barış ve kardeşlik mücadelelerini kucaklayıp tüm işgal ve savaşlara karşı çıkarlar. Tatlısularda gezinip kardeşlik ve barıştan söz edenler ise kendi sınıfsal konum ya da kimliklerine denk düşenleri seçip kendileri için tehlikeli buldukları barış ve kardeşlik mücadelelerinden uzak dururlar. Gerçek barışseverler ise hem Kiev, İzmir ve Saraybosna‘daki ya da Kabil, Dağlık Karabağ ve Mozambik‘teki işgal ve savaşlara karşı çıkarken, oturduğumuz koltuktan bir televizyon programı gibi izlenen Bağdat, Şam, Rojova, İdlip ya da Cizre‘deki işgal, operasyon ve onca güzelim kenti yok edip ortadan kaldıran savaşlara karşı çıkıp tüm dünyadaki halklar arasındaki barış ve kardeşlik için mücadele ederler.

Çünkü, savaşta verilen ilk kayıp, gerçekliktir ve Mevlana Celaleddin-i Rumi‘nin o ünlü sözüyle, “kargalar gülistanı işgal ettiğinde, bülbüller siner ve susar.

Şayet işgal altındaki bir savaş şehrine bir turist kimliğiyle gelip, işgalin ve savaşın yarattığı uygarlık ve insanlık ayıplarını görmeden ya da görmek istemeden çılgıncasına alışveriş yapıp, ünlü lokantalarda yemekler yiyip tiyatrolara ve eğlence yerlerine gidiyorsanız, sizin insani duygularla barıştan ve halkların kardeşliğinden söz etmeniz mümkün olmaz. Siz o anlamda, düpedüz işgal ve savaştan yana, işgal eden ve onları destekleyenlerden yana bir yerde duruyorsunuz demektir… Her ne kadar işgalden ve savaştan zarar gören halkları, etnik grupları ve işbirlikçileri milliyetçi; hatta şoven duygularla kandırıp arkanıza alarak haklı çıkmak isteseniz bile…

(*) Antoine Marie Joseph Artaud ya da bilinen adıyla Antonin Artaud (4 Eylül 1896, Marsilya-4 Mart 1948, Paris), Fransız oyun yazarı, oyuncu, yönetmen ve şair. Anneannesi Mariette Chile, İzmir‘de büyümüş ve burada yerel bir gemi levazımatçısı olan Louis Nalpas ile evlenmişti.

Barış şiirleri

ÇAĞCIL SÖYLEN
Akşam savaş alanına çöktüğünde
Düşmanlar yenilmişti
Telgraf tellerinin tınıları
Haberi uzaklara taşıdı
Dünyanın bir ucunda için için yandı
Bir haykırış, gökktıbbede parçalanarak
Bir çığlık, çılgın ağızlardan taşan
Ve esrik g ö ğü aşan.
Bin dudak ilençlc soldu
Bin yumruk, vahşi bir öfkeyle sıkıldı.
Dünyanın bir başka ucunda
Bir sevinç, gökkubbede parçalanarak
Büyük bir sevinç, bir eğlence , bir çılgınlık
Rahat bir soluklanma, gerinme
Bin dudak eski bir duayı söyledi
Bin el inançla birleşti.
Gecenin geç saatlerinde
Sayıyordu telgraf telleri
Savaş alanında kalan ölüleri –
O zaman dost ve düşman sessizleşti.
Yalnız analar ağladı
Her iki yanda.

Bertolt Brecht, Çeviren: Turgay Fişekçi
6025646703_bb577c0fbf_o

BARIŞ

Çocuğun gördüğü düştür barış.

Ananın gördüğü düştür barış.

Ağaçlar altında sevdalıların sevda sözleridir

barış.

 

Gözlerinin içinde uçsuz bucaksız bir gülümseme

elinde yemiş dolu bir zembil

ve alnında ter tomurcukları

-pencerede suyu soğutan testideki damlalar gibi—

akşamüstü eve dönen babadır

barış.

 

Dünyanın yüzünde yara izleri kapanırken

ağaçlar diktiğimizde havan mermilerinin kazdığı çukurlara

yangının kavurduğu yüreklerde ilk tomurcuklarını açarken umut

ve ölüler kanlarının boşa gitmediğini bilerek

yana dönüp içerlemeksizin uyuyabildiklerindedir

barış.

 

Barış yemek kokusudur tüten akşamleyin

arabanın yolda durmasının korkutmadığı

kapı çalınmasının dost demek olduğu

ve pencereyi saat başı açmanın,

renklerinin uzaktaki çanlarıyla

gözlerimizin bayram etmesini sağlayan

gökyüzü demek olduğu zamandır

barış.

 

Barış bir bardak sıcak süt ve bir kitaptır uyanan çocuk önünde.

Başaklar birbirlerine eğilip “İşte, ışık, ışık, ışık!” dedikleri

ve ufuk çemberi ışıkla dolup taştığı zamandır

barış.

 

Hapisaneler onarılıp kitaplıklar yapıldığı zaman

eşikten eşiğe bir türkü yükseldiği zaman geceleyin,

cumartesi akşamlan mahalle berberinden çıkan yeni tıraş olmuş

bir işçi gibi baharda ay buluttan çıktığı zamandır

barış.

 

Geçmiş gün

yitirilmiş bir gün olmadığı

sevinç yapraklarını akşamın içine salan bir kök

ve kazanılmış bir gün, hak edilen bir uyku olduğu zaman

acıyı kovmak için zamanın dört bir bucağından

güneşin hemen ayakkabılarını bağladığını duyduğun zamandır

barış.

 

Barış ışınlar demetidir yaz ovalarında

iyilik alfabesidir tanın dizlerinde.

“Kardeşim” dediğin – “Yarın kuracağız” dediğin zaman

kuracağız dediğimizi kurunca türkü çağırdığımız zamandır

barış.

 

Ölüm yüreklerde az yer kapladığı

ve güvenli parmaklarla mutluluğu gösterdiği zaman bacalar,

ikindi vaktinin büyük karanfilini

ozan ve proleter aynı şekilde kokladığı zamandır

barış.

 

İnsanların sıkışan elleridir barış

dünyanın masasındaki ekmektir

gülümsemesidir annenin.

Budur yalnızca.

Başka bir şey değildir barış.

 

Ve toprakta derin karıklar açan sabahlar

tek bir sözcük yazarlar:

Barış. Başka bir şey değil. Barış.

 

Dizelerimin rayları üzerinde

buğday ve güller yüklenmiş

geleceğe doğru yol alan trendir barış.

 

Kardeşlerim,

barış içinde derin derin soluk alıyor

tüm dünya bütün düşleriyle.

Verin elinizi kardeşlerim,

işte budur barış.

YANNIS RITSOS / Γιάννης Ρίτσος

Yunanca aslından çevirenler:  İoanna Kuçuradi – Özdemir İnce
4b1208ff6da4f3589bc00ebaa36eb6f2

SAVAŞTA ÖLENLER
Her yer tıklım tıklım ölü
Acı boğacak beni boğacak beni
Otlar yalnızlıktan kupkuru
Ama suçlu ben değilim ben değilim
Katillerle bir olmadım olmayacağım da
Özgür kalacağım işte böyle bir başıma
Ve insanoğluna bundan sonra da
Ne ölüm dokuncak ne dirim.

Paul Eluard, Çeviren: Asım BezirciPaul_Eluard_1

Orada savaş olurken…

Ali Rıza Avcan

Evet, orada bombalar atılıp insanlar ölürken, yoksul, işsiz, hasta ve engellilerle çocuklar evsiz barksız kalırken burada kentlerden, stratejilerden, sorunlardan ve onların çözümlerinden söz etmek mümkün olabilir mi?

Kulakları, gözleri kapayıp dilleri susturarak, yanı başımızda olanları görmeyip duymayarak burada rahat rahat oturmak, akmayan sulardan, kesilen elektrikten, tahrip edilen doğadan söz etmek mümkün mü?

Savaş çığırtkanlığı yapan medyayı protesto ederek, savaşa destek veren iktidar ve muhalefet liderlerine söylenerek, bunun yanında sosyal medyaya güzel fotoğraflar, şiirler, gezi ve yemek fotoğrafları koyarak savaşı uzaktan seyretmek mümkün mü?

Tabii ki mümkün değil….

Çünkü savaş aslında hem orada hem de burada; daha doğrusu yanımızda, yakınımızda ve içimizde…

Çünkü o savaşı açan ve destekleyenler aynı zamanda kentlerde; onun cadde ve sokaklarında, kupon arazi ve arsalarda, müştereğimiz olan her yerde bir yağmacı kimliği ile karşımıza çıkan, Kültürpark ya da İzmir Körfez Geçişi projelerini hazırlayan ya da destekleyen; velhasıl kendilerini yakından ve çok iyi tanıdığımız iktidar sahipleri, daha fazla kazanmak isteyenler…

Merkezi ya da yerel iktidarın sahipleri  ve onların destekçileri…

Kentlerde bize ait olan ne varsa onları sahiplenip yok etmeye, yağmalamaya çalışan o iktidar sahipleri şimdi oralarda daha büyük bir lokmaların peşindeler…

dt_dzjoxuaefyn5

Yarın öbür gün caddelerini, binalarını, park ve fabrikalarını müteahhit kimliği ile yeniden yapacakları kentleri, o kentlerde oturanları şimdi bombalayıp tahrip ediyorlar.  Bir uygarlığı ve kültürü ortadan kaldırmaya; en azından güçsüz düşürmeye çalışıyorlar…

Ama yarın öbür gün aynen İzmir’e yaptıkları gibi o bombalayıp tahrip ettikleri kentlere gidip oraları yeniden ayağa kaldırmak adına ihale kapmaya çalışacaklar, ihaleleri kazanmak adına rüşvetler verip sıkışıp zor duruma düştüklerinde de arkalarındaki silahlı iktidar sahiplerini cepheye çağıracaklar… Kâr hırsıyla başlatıp devam ettirdikleri bu savaşları belki de tekrar tekrar devam ettirip sürdürecekler…

Belli olmaz, belki de o neoliberal anlayışla “sürdürülebilir savaş” diye bir sözcük icat edecekler…

Çünkü onlara göre savaşmak, tahrip ya da yok etmek oynadıkları oyunun temel, vazgeçilmez kuralı…

Aynen ticari rekabette yaptıkları gibi başka ülkelerin, kentlerin, evlerin, hastanelerin, spor salonlarının ve o kentlerde yaşayan kendi halindeki insanların yok olmasını, ölüp yaralanmasını istiyorlar…

Çünkü onlar ölmeyi, yaralanmayı, ölü gömmeyi, cenaze törenlerini ve mezarlıkları bile ticarete konu yapmaktan çekinmiyorlar…

Ama en çok para kazandıkları yer; yani “piyasa“, mermilerin, bombaların ve kendi kendilerine ürettikleri için böbürlendikleri diğer akıllı mühimmat ve teçhizatın kullanılıp denendiği savaş alanları…

190120182143355245451

Açın bakın son yıllarda hangi holdingler, hangi finans kuruluşları savaş sanayine yatırım yapmışlar?

Eminim o araştırma sonrasında karşınıza Koç, Sabancı, Kale, Nurol, Kibar, Akbaş, Ekba gibi holdingler, BMC, DYO ve Vestel gibi bilip tanıdığınız iktidarı destekleyen büyük şirketler çıkacaktır…

Sosyal medya haberlerine göre daha şimdiden patronların kulübü olan TÜSİAD, yeni adıyla TÜSİİD açılan savaşı desteklediğini ilan etmiş….

Eeee, ne de olsa kendi üyeleri bu ticari faaliyetten para kazanacak, kârlarına yeni karlar eklenecek. Hem de oldukça külliyatlı miktarda…

Onlar var olanın yok olması için, “savunma sanayi” adı altında savaşı destekleyip para kazanır, inşaat firmaları ise savaş sonrası tahrip olanı yeniden var etmek adına işe girişip para kazanır…

Bedelli askerlik yapamadığı ya da kayrılmadığı için cepheye sürülen yoksul, garip askerlere düşen ise ya ölüp şehit ya da yaralanıp gazilik payesini almaktır…

O bombaların altında ölen siviller ise çoğu kez akla bile gelmez…. Onlar öldükleriyle kalırlar… Onlar sadece “etkisiz hale getirilenler” hanesinde bir rakam olarak kalırlar…

Çünkü savaş, kapitalizmin ve onun en son evresi olan emperyalizmin barış ortamında elde edemediği kârları toplayıp toparladığı; hatta daha da katlayıp zenginleştiği bir insanlık suçudur…

DUEaetBW4AEYT

O nedenle şimdi ve her zaman, o savaş ortamında ya da kentlerde, uygarlığın olduğu her yerde sesimizi çıkarıp “Savaşa HAYIR!” denilmesi ve savaşa destek verilmemesini gerektiğini; ayrıca kentlerde yaptığımız her düzeydeki toplumsal mücadelenin aynı zamanda barış talebimize de destek verip kolaylaştırdığını, yaşanabilir bir dünyanın oluşumuna yol açtığını düşünüyorum…

Çizgilerdeki Nazım Hikmet

Barışın, sevdanın ve özgürlüklerin şairi Nazım Hikmet Ran 15 Ocak 1902 tarihinde doğmuş ve bundan tam 54 yıl önce, 3 Haziran 1963 tarihinde vefat etmiş… O nedenle, bugün onu barışa, demokrasiye ve özgürlüğe daha fazla muhtaç olduğumuz günümüz koşullarında büyük bir özlem ve saygıyla anıyoruz….

001-nikola-listes-hirvatistan
Nikola Listes – Hırvatistan

002-filipe-libas-brezilya
Filibe Libas – Brezilya

003-damir-novak-hirvatistan
Damir Novak – Hırvatistan

004-darko-drljevic-karadag
Darko Drljevic – Karadağ

005
S. Bulca

006-kursat-zaman
Kürşat Zaman

007
.

008
.

009
.

010
.

011
.

012
.

013
.

014-halil-ibrahim-yildirim
Halil İbrahim Yıldırım

015-saadet-demir-yalcin
Saadet Demir Yalçın

015-vahit-akca
Vahit Akça

016-hakan-sumer
Hakan Sümer

017-cemalettin-guzeloglu
Cemalettin Güzeloğlu

018-bulent-karakose
Bülent Karaköse

019-ahmet-umit-akkoca
Ahmet Ümit Akkoca

020-musa-kart
Musa Kart

021-ahmet-ozturklevent
Ahmet Öztürklevent

022-hayati-boyacioglu
Hayati Boyacıoğlu

023-seyit-saatci
Seyit Saatçi

024-ercan-sert
Ercan Sert

025-refik-tinis
Refik Tiniş

026-ramazan-ozcelik
Ramazan Özçelik

027-mesut-yavuz
Mesut Yavuz

028-kadir-dogruer
Kadir Doğruer

029-musa-gumus
Musa Gümüş

030-cumhur-gazioglu
Cumhur Gazioğlu

031-kamil-yavuz
Kamil Yavuz

032-bulent-karakose
Bülent Karaköse

033-halil-ibrahim-yildirim
Halil İbrahim Yıldırım

034-kemal-urgenc
Kemal Urgenç

035-kemal-bulus
Kemal Buluş

036-mustafa-bilgin
Mustafa Bilgin

037-muzaffer-ozden
Muzaffer Özden

038-raif-gokkus
Raif Gökkuş

039-ergul-aktas
Ergül Aktaş

040-huseyin-tanyeli
Hüseyin Tanyeli

041-keziban-ozkol
Keziban Özkol

042-sezer-odabasioglu
Sezer Odabaşıoğlu

043-mehmet-kahraman
Mehmet Kahraman

044-ercan-baysal
Ercan Baysal

045-eray-ozbek
Eray Özbek

Devam Edecek…