Barış şiirleri

ÇAĞCIL SÖYLEN
Akşam savaş alanına çöktüğünde
Düşmanlar yenilmişti
Telgraf tellerinin tınıları
Haberi uzaklara taşıdı
Dünyanın bir ucunda için için yandı
Bir haykırış, gökktıbbede parçalanarak
Bir çığlık, çılgın ağızlardan taşan
Ve esrik g ö ğü aşan.
Bin dudak ilençlc soldu
Bin yumruk, vahşi bir öfkeyle sıkıldı.
Dünyanın bir başka ucunda
Bir sevinç, gökkubbede parçalanarak
Büyük bir sevinç, bir eğlence , bir çılgınlık
Rahat bir soluklanma, gerinme
Bin dudak eski bir duayı söyledi
Bin el inançla birleşti.
Gecenin geç saatlerinde
Sayıyordu telgraf telleri
Savaş alanında kalan ölüleri –
O zaman dost ve düşman sessizleşti.
Yalnız analar ağladı
Her iki yanda.

Bertolt Brecht, Çeviren: Turgay Fişekçi
6025646703_bb577c0fbf_o

BARIŞ

Çocuğun gördüğü düştür barış.

Ananın gördüğü düştür barış.

Ağaçlar altında sevdalıların sevda sözleridir

barış.

 

Gözlerinin içinde uçsuz bucaksız bir gülümseme

elinde yemiş dolu bir zembil

ve alnında ter tomurcukları

-pencerede suyu soğutan testideki damlalar gibi—

akşamüstü eve dönen babadır

barış.

 

Dünyanın yüzünde yara izleri kapanırken

ağaçlar diktiğimizde havan mermilerinin kazdığı çukurlara

yangının kavurduğu yüreklerde ilk tomurcuklarını açarken umut

ve ölüler kanlarının boşa gitmediğini bilerek

yana dönüp içerlemeksizin uyuyabildiklerindedir

barış.

 

Barış yemek kokusudur tüten akşamleyin

arabanın yolda durmasının korkutmadığı

kapı çalınmasının dost demek olduğu

ve pencereyi saat başı açmanın,

renklerinin uzaktaki çanlarıyla

gözlerimizin bayram etmesini sağlayan

gökyüzü demek olduğu zamandır

barış.

 

Barış bir bardak sıcak süt ve bir kitaptır uyanan çocuk önünde.

Başaklar birbirlerine eğilip “İşte, ışık, ışık, ışık!” dedikleri

ve ufuk çemberi ışıkla dolup taştığı zamandır

barış.

 

Hapisaneler onarılıp kitaplıklar yapıldığı zaman

eşikten eşiğe bir türkü yükseldiği zaman geceleyin,

cumartesi akşamlan mahalle berberinden çıkan yeni tıraş olmuş

bir işçi gibi baharda ay buluttan çıktığı zamandır

barış.

 

Geçmiş gün

yitirilmiş bir gün olmadığı

sevinç yapraklarını akşamın içine salan bir kök

ve kazanılmış bir gün, hak edilen bir uyku olduğu zaman

acıyı kovmak için zamanın dört bir bucağından

güneşin hemen ayakkabılarını bağladığını duyduğun zamandır

barış.

 

Barış ışınlar demetidir yaz ovalarında

iyilik alfabesidir tanın dizlerinde.

“Kardeşim” dediğin – “Yarın kuracağız” dediğin zaman

kuracağız dediğimizi kurunca türkü çağırdığımız zamandır

barış.

 

Ölüm yüreklerde az yer kapladığı

ve güvenli parmaklarla mutluluğu gösterdiği zaman bacalar,

ikindi vaktinin büyük karanfilini

ozan ve proleter aynı şekilde kokladığı zamandır

barış.

 

İnsanların sıkışan elleridir barış

dünyanın masasındaki ekmektir

gülümsemesidir annenin.

Budur yalnızca.

Başka bir şey değildir barış.

 

Ve toprakta derin karıklar açan sabahlar

tek bir sözcük yazarlar:

Barış. Başka bir şey değil. Barış.

 

Dizelerimin rayları üzerinde

buğday ve güller yüklenmiş

geleceğe doğru yol alan trendir barış.

 

Kardeşlerim,

barış içinde derin derin soluk alıyor

tüm dünya bütün düşleriyle.

Verin elinizi kardeşlerim,

işte budur barış.

YANNIS RITSOS / Γιάννης Ρίτσος

Yunanca aslından çevirenler:  İoanna Kuçuradi – Özdemir İnce
4b1208ff6da4f3589bc00ebaa36eb6f2

SAVAŞTA ÖLENLER
Her yer tıklım tıklım ölü
Acı boğacak beni boğacak beni
Otlar yalnızlıktan kupkuru
Ama suçlu ben değilim ben değilim
Katillerle bir olmadım olmayacağım da
Özgür kalacağım işte böyle bir başıma
Ve insanoğluna bundan sonra da
Ne ölüm dokuncak ne dirim.

Paul Eluard, Çeviren: Asım BezirciPaul_Eluard_1

“Öğrenmenin övgüsü” – Bertolt Brecht

ERiK AGACI
Bir erik ağacı durur avluda
Öyle cılız, inanmak zor.
Çevresinde bir çit var da
Kimse ezmiyor neyse.
Bizim küçük boy atamaz.
Oysa gönülden ister bunu.
Ama nerde, sözü olmaz
Güneş gördüğü yok ki.
Erik ağacı olduğuna inanmak zor
Hiç erik vermez çünkü
Ama yine de erik ağacı işte
Yapraklarından belli.

plumgarden

ÖĞRENMENlN ÖVGÜSÜ
En basil olanı öğren! Hani şu
Vakti saati gelenler için
Hiçbir zaman geç değildir bu!
Abc’yi öğren, yeterli değilse de, yine
Öğren sen! Şevkin kırılmasın!
Giriş işe! Her şeyi bilmek zorundasın!
Yönetimi kendi eline almak zorundasın.
Yoksullar yurdundaki adam, öğren!
Hapishanedeki adam, öğren!
Mutfaktaki kadın, öğren!
Babalık, öğren!
Yönetimi kendi eline almak zorundasın.
Yersiz yurtsuz avare, ara bul okulu!
Soğuktan buz kesen, bilgi edin kendine!
At pençeni kitaba, açlıktan ölen: Bir silahtır o.
Yönetimi kendi eline almak zorundasın.
Sormaktan utanma, yoldaş!
Etki altında kalma
Kendin araştır!
Sen kendin bilmiyorsan bir şeyi
Bitti bilmiyorsun demektir.
Güzden geçir hesabı
Kendin ödeyeceksin.
Her kaleme parmak bas
Sor bakalım: Nasıl çıkmış?. ,
Yönetimi kendi eline almak zorundasın.

Mücadele 001

OKUYAN BİR İŞÇİNİN SORULARI
Yedi kapılı Teb şehrini kim kurdu?
Kitaplarda kralların adı yazılı.
Krallar mı sürükledi kaya parçalarını?
Ya kaç kere yıkılan Babil –
Kim yaptı onu boyuna yeni baştan? Hangi evlerinde
Altın pırıltılı Li.ma’nın otururdu yapı işçileri?
Nereye gittiler Çin Duvarı bittiği gece
Duvarcılar? Ulu Roma’da
Geçilmez zafer anıtından. Kim dikti hunları? Kimleri
yenerek
Zaferler kazandı Sezar’lar? O üstüne türküler yakılmış
Bizans’da
Yalnız saraylar mı vardı oturacak? Masal ülkesi
Atlantis’de bile
Haykırarak gece yarısı, deniz her şeyi yutarken,
Kölelerine seslendi boğulanlar.

Genç İskender Hindistan’ı aldı.
Bir başına mı?
Sezar Galyalılar’ı yendi.
Hiç olmadı bir ahçı da mı yoktu yanında?
İspanyalı Filip ağladı, filosu
Battığında. Başka ağlıyan olmadı mı?
II. Frederik Yedi Yıl Savaşı’nı kazandı. Kim
Kazandı ondan başka.
Her sayfada bir zafer.
Zafer yemeğini kim pişirdi?
Her on yılda bir büyük adam.
Masrafları kim yüklendi?
Bunca olay.
Bunca soru.

Protesto 200

YENİ KUŞAGA
I
Gerçekten, karanlık günlerde yaşıyorum!
Saflık sayılıyor dürüst söz. Kırışıksız bir alın
Duygusuzluğa yomluyor. Gülen
Korkunç haberi
Almamış daha.
Ne biçim günler bunlar, şöyle
Ağaçlar üstüne iki söz etmek nerdeyse cinayet
        sayılmada
Çünkü sayısız yolsuzluğun üstü bir susuşla örtülü!
Şurda kendi halinde yolunda yürüyene
Yaklaşamıyacak .mı dostları artık
Başları darda kaldı mı?
Doğru: Hayatımı kazanıyorum daha.
Ama inanın bana: Sırf bir raslantı bu. Hiçbiri
Yaptıklarunın tıka basa doymamı haklı gösteremez.
Zarar görmemiş olmam bir raslantı. (Şansım bir ters
         gitti mi işim tamam demektir.)
Diyorlar ki: Yemene içmene bak sen! Dua et
         bulduğuna!
Ama nasıl yiyebilir, içebilirim,
Açların önünden çekip alarak yiyeceğimi, ya
İçtiğim bir bardak suyu susuzlar bulamazken?
Yine de yiyorum işte, içiyorum.
İsterdim ben de bilge olayım.
Bilgelik nedir yazar eski kitaplarda:
Yeryüzünün kavgasından uzak durmak, bu kısa zamanı
Gün etmek korkusuzca
Hem de güc kullanmadan başarmak bir işi
Kötülüğe iyilikle karşılık vermek
Kendi isteklerini yapmamak, hepten unutmak,
Bunlar bilgelik sayılıyor.
Ama yapamıyorum ben:
Gerçekten, karanlık günlerde yaşıyorum!
II
Kargaşalık günlerinde geldim şehirleri
Açlık kol gezerken.
Ayaklanma günlerinde katıldım arasına insanların
Onlarla birlikte karşı koydum.
Böylece geçti günlerim
Yeryüzünde bana verilmiş olan.
Boğazlaşmalar arasında yedim yemeğimi
Uykuya katiller arasında yattım
Sevgiyi hiç önemsemedim
Sabırsızca baktım doğaya.
Böylece geçti günlerim
Yeryüzünde bana verilmiş olan.
Yollar bataklığa çıkardı benim zamanımda.
Dilimin belası düştüm kasapların eline.
Öyle güclü biri de değildim. Yine de baştakiler
Bensiz daha güven duyacaklardı yerlerinde sandım;
Böylece geçti günlerim
Yeryüzünde bana verilmiş olan.
Kuvvetler pek sayılıydı. Hedef
Uzaktaydı çok
İyice seçiliyordu, benim için ulaşması
Pek zor da olsa.
Böylece geçti günlerim
Yeryüzünde bana verilmiş olan.
III
Sizler, yüzüne çıkıp da kurtulan
Bizim içinde boğulduğumuz selin
Çıkarmayın aklınızdan
Zayıflıklarımızın sözünü ederken
O karanlık günleri de
İçinden kaçıp kurtulduğunuz.
Durmadan yürüdük ayakkabıdan çok ülke değiştirerek
Sınıf kavgalarının arasından, şaşa kaldık
Ortada hep haksızlık, hiç karşı koyan yok.
Biliyoruz da üstelik:
Alçaklığa karşı duyulsa da nt>fret
Burar yüzünü insanın.
Haksızlığa karşı olsa da öfke
Kabalaştırır sesini insanın. Ah,
Dostluk tohumunu atmıya kalkan bizler
Dost olamadık biz kendimiz.
Ama sizler, her şey düzelince
1 nsan insana yardım edecek kadar
Hoşgörürlükle
Getirin bizi aklınıza.
TH_Alienation Effect_Brecht glasses

BU iYi iŞTE
Kimseyi kötülüğe sürmemek, hem de kendini
Herkesi mutlu yapmak, kendini de, bu
İyi işte.

Öğrenmenin Övgüsü, Bertolt Brecht, Türkçesi: Hasan Kuruyazıcı, Uğrak Kitabevi Yayınları, Şubat 1966

 

Kent şiirleri…

BİR KENTİN DIŞARDAN GÖRÜNÜŞÜ

Bütün bir gün derin suları kolladı şunun için
Bir çoban mevsimini geçirmek için saçının billûrundan
Üç kulesi altı şairi sayısız minareleri
Ve yer yer uçuklamış kıyılarıyla
Bu kent bütün bir gün. Hadi gidelim.

O senin bir türlü belleyemediğin
Kuştur. Bir türkünün hallacında dağılmış
Keçedir. Onu Doğuda nehirlerin kaynaklarına
basıyorlar
Balkondur. En bencil sarmaşığa çekilidir tetiği
Lekedir. Eski Frikya üzümünden inansız menekşeden
Taştır. Bizansın yıkılışını kibirle sürdürmektedir
Çocuktur. Babasınınkine benzer annesinin yüzü
Çünkü mutlu İstanbul kadını alır erkeğinin yüzünü
Çünkü daha dün dört tarafından çekiştirilmiş
utancınla
Şiirime güvenli bir barınak aramıştın

İnce parmaklarıyla
Aralamaya çalışırken kederini
Sen yitip giden aşkta

Senin kahkahanın boğumunda
Söz temiz değil

İklim. Devrik tezgahı güneşin
Sokaklardan kadınsı bir seccade gibi akıyor iklim
Gözlerimiz bozuluyor kanımızın gürültüsünden
Kırmızılar bitişiyor hiçbir şey kesin değil
Tenteler gökyüzüne bir folklor kazandırıyor
Yeni yapıların kekemeliği ve akasya
Ve çınar. Yelesinin içinde tükenmiş bir aslan
Ve sütunlar başıbozuk devriyeleri
Ne kuşatmalar ne dostluklar pahasına
Büyük bir mutfak yaratmış bir imparatorluğun,
Yalnız sütunlar savunuyor serinliği

Saatler uzun günler kısa

Fenikelileşememek. Ben bu sözü söylüyorum
Bu sözü sana söylüyorum bir gün gerekir nasıl olsa
Serhas’ın askerlerine gümüş zincirlerle döğdürdüğü
Öbür ucuna da gittim ben bu suyun,
Buradan taa peygamberler kıyısına kadar
Büyük suları sadece karpuz soğutmada kullanıyorlar
Fatih Sultan Mehmed gemilerini karadan yürüttü ya
Deniz kaçkını bir ulusun çocuklarıyız biz o gün bugün
Toprakçıl bir çapadır Denizyollarının arması bile,
Ama dilimizde yine de en ürpertili kelime deniz
Yine de sokaklarda bir kanal eğilimi
Dondurmacılarda bir ikinci kaptan tavrı
Teneşirlerde bir tekne beğenisi
Bir kazazede takısı bulunur sarhoşların yüzlerinde

Yine de faizcinin sesindeki hasır
Yelken olmaya özeniyor

Şoför edebiyatına önsöz olarak geçse yeridir
Yeni Cami’nin caddeye dadanmış dirsekleri
Ve
Bitişiğindeki gri gökkuşağının altından
Agop’un ülkesine bir anda geçilir
Orada işte orada
Kibrit bilekli kızların anahtar burunlu sekreterlerin
Lastik mühürle para basanların eğeyle tabanca
üretenlerin
Cüzamlı işhanlarının çiçekbozuğu basımevlerinin
Önlerinden dalgın dalgın yürüyorsun

Sen ki bu şehrin eski tutarsızlarındansın
Kök bitkilerin heterogüllerin Çin yakılarının arasından
Bir güz sonu duygusunu ancak bir kez duyulabilecek
bir sığınma eğilimini
Kuytulardan aldığın bir çiçek gibi yukarı semtlere
doğru sürüklüyorsun

Sen ki
Ayı Hugo’dan zararsız Mallarme’ye, kaçık Artaud’ya kadar
Bir şeyler okudun biraz. İyi.
İngilizlerden de saymayı öğrendin biraz. O da iyi.
Ağzında bir tatil gevezeliği
Alnında bir ayazma serinliği taşıyan
Bir kadını sevdin çok. O belki daha da iyi.
Ama ne yap biliyor musun?
Şu eski adresini değiştir artık
On yıldır bilgeliğini tüketti.

Saatler uzun, günler…

CEMAL SÜREYA

36329069126_e31e1499be_o

BÜYÜK ŞEHİRLERİ TAKDİM EDERİM

sana büyük şehirlerden bahsedecegim;

en büyük camiler orda kurulur

en küçük mezarlar orda kazılır

en kara yazılar orda dizilir

yüksek minarelerde sela verilir

civar hanelerde zina edilir

büyük şehirlerde yalan söylenir tosunum

halbuki küçük köylerin

mezarlığı bile yoktur

büyük şehirlere bağlanma mehmedim

öyle bir şehre yerleş ki

küçük fakat bizim olsun

sokaklarında tanımadığın yüz

ensesine şamar atamayacağın kimse dolaşmasın

her ağacına elin

her karış toprağına terin değsin

ve kuytu evlerden birinde

senden habersiz ölenler olmasın

BEDRİ RAHMİ EYÜBOĞLU

 

34921204394_679560cb4e_o

GIRNATA’YA HİÇ GİTMEMİŞ BİRİNİN BALADI

                                            Federico Garcia Lorca’ya

Ah ne kadar da uzak denizler, ovalar, dağlar!

Ağarmış saçlarımı başkaları görüyor şimdi.

Gitmedim hiç Gırnata’ya.

Saçlarım ağarmış, yıllarım yok olmuş.

Eski silinmiş patikaları bulurdum da.

Görmedim hiç Gırnata’yı.

Uzatın yeşil bir ışık dalı bana.

Doludizgin adımlar verin, ah dizginler kısa.

Gitmedim hiç Gırnata’ya.

Hangi düşman tutmuş bütün surları?

Rüzgârda kimdir toplayan özgürlüğü?

Gitmedim hiç Gırnata’ya.

Bahçelerine kilit vuran kim bugün?

Kim zincir vurmuş çeşmelerinin akışına?

Gitmedim hiç Gırnata’ya.

Gelin, hiç gitmemiş olanlar Gırnata’ya.

Orada dökülen kan var, beni çağıran kan.

Gitmedim hiç Gırnata’ya.

En güzel kardeşin döktüğü kan.

Avluya yayılmış, mersinlere sıçramış.

Gitmedim hiç Gırnata’ya.

Kanı var mersinler üstünde en iyi dostumun.

Darro’daki kan, Genil’deki kan.

Görmedim hiç Gırnata’yı.

Surlar yükseliğince azmimiz pek.

Dağlardan denizlerden ovalardan gelin.

Gideceğim Gırnata’ya.

Rafael  ALBERTI – Çeviri: Oğuz Yaşar A.

rafael-alberti

DENİZDEKİ KENT

Bak! ölüm kendine bir taht kurdu

Loş batının aşağılarına doğru

Yapayalnız uzanan tuhaf bir şehirde,

İyinin, kötünün, en kötünün ve en iyinin bir de

Ebedi ve ezeli uykularına vardıkları yerde.

Bize ait hiç bir şeye benzemezler

Oradaki mabetler, saraylar ve kuleler.

(Zamanın kemirdiği kuleler ki titremezler)

Etraflarında, kasvetli sular,

Yükseltici rüzgarlarca unutulmuş, boyun

Eğmiş uzanırlar altında göğün.

Kutsal göklerden, uzun süren

Gecesine ışık dökülmez o şehrin;

Fakat korkunç denizden gelen nur

Sessizce kulelere vurur –

Aydınlatır bina doruklarını uzak ve özgür,

Kubbeleri, kule külahlarını, krali koridorları

Mabetçikleri, babilvari duvarları

Yontma sarmaşıkların ve taştan çiçeklerin

Çoktan unutulmuş belirsiz çardaklarını

Viyola, menekşe ve asmaları bir birine dolanmış

Frizlerle çelenklenmiş

Bir çok harikulade tapınakları.

Kasvetli sular eğip boyun

Uzanırlar altında göğün.

Kuleler ve gölgeler öyle karışmışlar ki orada

Hepsi asılı gibi görünürler havada,

Mağrur bir kulesinden şehrin

Ölüm aşağı bakarken devcileyin.

Orada açık mabetler ve aralanmış mezarlar

Işıldayan dalgaların seviyesince doluyorlar;

Fakat ne elmas gözlerinde yatan

Zenginlikler oradaki her bir putun –

Ne o göz alıcı mücevherleriyle ölü

Kandırıp yataklarından çeviriyor suyu;

Bu camdan ıssızlık boyunca, yazık!

Yok çünkü bükülen tek dalgacık –

Tek kabartı yok rüzgarların çok uzak daha şen

Bir deniz üzerinde olabileceğini söyleyen –

Yok korkunçluğu daha az dingin denizlerde

Rüzgarlar olduğunu ima eden tek yükselme.

Fakat bak, havada bir kıpırtı!

Bir dalga var orada, bir çalkantı!

Bellibelirsiz gömülerek duygusuz gel-gite,

Kuleler bir yana atılıyorlar adeta-

Uçlarına saydam tabakalı gökler içinde

Sanki hafifçe bir boşluk verilmişcesine.

Dalgalar şimdi daha kızıl bir kor gibi parlıyorlar –

Saatler donuk ve zayıf soluyorlar –

Dünyevi acılar arasında değil de, vakti geldiğinde,

Aşağıya, bu şehir aşağıya çökeldiğinde,

Cehennem, bin tane tahttan ayağa kalkarak,

Saygı ile onu selamlayacak.

EDGAR ALLAN POE – Çeviri: Dr. Osman TUĞLU

33215529654_ab71e79a44_o

KALEDONYA PAZARI 

Yedi kent yatar Troya’nın altında. 

Kazıp çıkartmışlar hepsini yeniden. 

Londra’nın altında da yedi kent yatar mı? 

En dipten çıkanları burada mı satarlar acaba?

Fosforlu balıkların durduğu şu tezgahın orda, 

çorapların arasında işte bir de şapka. 

Yedi şiline alamazsınız yenisini, saçma, 

buysa yalnız iki şilin, hem kötü değil o kadar, 

                                                                        tek bir deliği var.

Korkunç tanrı oturmuştu kalkmamacasına, 

                                                            tabanları dışarı dönük, 

sonra bir gün kırıldı burnu, düştü ayak parmaklarından biri 

                                                             ve gözdağı veren kolu, 

ama bronz bedeni ağırdı çok, yalnız el yürütülmüştü 

ve geçerek bir sürü canlı ellerden düşmüştü 

                                                                 Kaledonya pazarına.

“Köprü yoktur Doğu ile Batı arasında” 

diye haykırdı ücretli ozanları. 

Gözlerimle gördüm ben ama 

o büyük Okyanusun sırtındaki kocaman köprüleri. 

Ve doğuya taşınan koskoca silahları gördüm 

ve onları şarkılarla el üstünde tutan halkı. 

Bu ara, içinden kan damlayan çay geliyordu, 

savaş yaralıları ve altın geliyordu, Doğu’dan Batı’ya.

Ve Winsdor dulu, karalar içinde, 

parayı alır, sokar çorabına, 

pohpohlamadan sırıtır, 

gönderir onu Kaledonya pazarına. 

Nerde hani o eski çeviklik, 

bir sabah gelirler topallaya topallaya, 

ve bir tahta bacak satın alırlar, elden düşme, 

uysun diye tahta kafalarına. 

Bertolt BRECHT – Çeviri: A. KADİR – Gülen AKTAŞ

63711635_74258c95b4_o

DOĞUDA BİR KENT

Siirt, ağaçsız gömütlük

çocukluğu doğal kireç

bir kent, orda he rkuyu

bir ermiş kadar su bilir

hüzne kil, öfkeye kum

bir kent, orda duyguyu

doldurur boydan boya zakkum

Siirt, rüzgarı saralı

gençliği yolgeçen hanı

bir kent, korkunun pirinci

gibi ayıklar zamanı

dilencisi, kör nergis

bir kent, ölü bir balı

gömer arıya, peteksiz

Siirt, üzüm ayna

yaşlılığı beton laleden

bir kent, orda güz bile

kurur acıyla birlikte

çürür gurbetler yüklükte

ve ölüm, bir büyük aile

gibi dağılır konaklarında

HİLMİ YAVUZ

Hilmi Yavuz

BAKÜ  

Rüzgarlı bir şehir       

                    Tükürür     

                            Kumunu gözlere

Bakü 

            Yangınlı bir diyar    

                          Balahanı od saçar

Bakü  

              Histir yaprakları    

                          Tellerdir budakları

Bakü 

               Çayları    

                           Mürekkep gibi         

                                                    Petroldür akar

Bakü  

               Yassı damlı evdir her yan    

                         Kanbur burunlu adamlardır            

                                                               Nere baksan

Bakü 

                Hiç kimse geçmez         

                                                     Buraya eğlenmeye

Bakü 

                 Bu dünyanın elbiselerinde           

                                                                      Yağlı leke

Bakü  

                 Bir çamur anbarı

                                                       Ancak yine

Bir dervişi     

                         Kadim Tibet

Müslüman’ı     

                         Koca Mekke

Haçperesti     

                          Beytülkudüs        

                                         İbadete nasıl iştiyakla çekerse            

                                                                  Daha artık bir muhabbet         

                                                                                                        Çeker beni.

Senin için  

              Arabalar  nefesiyle         

                                                      Ahlar çeker

Senin için  

             Milyonlarla        

                                                      Piston,  teker

Hey okurlar                

                      Asla                       

                                 Sakinleşmeyerek                               

Yağla  

               Neftle    

                               Hem yavaşça        

                                                        Hem emerek     

                                                                     Hem öperek      

                                                                                  İradene tabi olan

Zincirlenmiş bedenler gibi   

                                         Sürünürler sana

Sarı hatta engerek gibi        

                                                     Kat kat kıvrılan

Petrol vagonları.

Eğer  

                    Geleceğe     

                                 Sağlam inansam

Onlar için  

            Taşa Taşa      

                                          Akar müdam

Payitahtların yüreğine          

                                                                    Kara      

                                                                                   Katı              

                                                                                                       Bakü kanı                                                               

VLADIMIR MAYAKOVSKİ, 1923  Çeviri: Mecid Quliyev

P1000844