Nazım Hikmet’in 1 Mayıs Konuşması (1959)

1mayıs

“Türkiye işçileri kardeşlerim. 1 Mayıs bayramınız kutlu olsun.

Bu bayram en büyük bayramlarımızdan biri.

Bu bayramı siz Türkiye’de bugün çok ağır şartlar altında kutluyorsunuz, biliyorum. Ve siz de benden iyi biliyorsunuz tabi… Hayat pahalılığı, grev hakkınızın olmaması, sendika haklarınızın gayet dar bir halde bulunması…

Bütün bunlar Türkiye’de işçi sınıfının yaptığı savaşı, daha iyi günler görmek için yaptığı mücadeleyi zorlaştırıyor.

Lakin savaşa devam etmek lazım. Ben şuna kaniyim ki, Türkiye işçi sınıfı yalnız kendi sınıfi menfaatleri için değil, fakat Türkiye halkının büyük kurtuluşu için, milli bağımsızlığı için de yapılan savaşta ön safta olmaya devam edecektir.

Bir kere daha kardeşlerim, bir kere daha yoldaşlarım bayramınız kutlu olsun.”

Şiir Atlası…

KİMLİK KARTI

Kütükte kayıtlıyım.

Arabım.

Kartımın numarası elli bin.

Sekiz çocuğum var.

Dokuzuncusu yolda.

Yazdan sonra burda.

Kızıyor musun?

 

Kütükte kayıtlıyım.

Arabım.

Bir işim var, çalışıyorum.

Arkadaşlarım var, acı çeken,

sekiz de çocuğum.

Taştan çıkarıyorum ekmeklerini,

üstlerini başlarını, defterlerini

taştan çıkarıyorum.

Dilenmiyorum kapı kapı,

olmuyorum iki büklüm

eşiğinde senin

Kızıyor musun?

 

Kütükte kayıtlıyım.

Arabım.

Halktan biriyim.

Sabırlıyım.

Öfkeyle kaynayan topraklara

salmışım köklerimi.

Çağlardan çok uzaklara bağlı

babam benim,

yüzyılları doğuşundan çok uzaklara,

selvilerden, zeytinlerden, çok uzaklara,

bütün bitkilerden çok uzaklara bağlı.

Nujub efendilerinden değil,

kara saban sürenlerden.

Büyük babam da köylüydü,

yoktu soy ağacı.

Başımızı sokacak bir kulübe

benim yuvam,

kamışlardan, dallardan.

Hoşnut musun benim bu halimden?

Halkım ben.

 

Kütükte kayıtlıyım.

Arabım.

Saçları: Kara.

Gözler: Kahve rengi.

Özel belirtiler:

Alnında bir çatkı.

El ayası deniz kabuğunun içi gibi kırmızı.

Uyuşturur tuttuğu eli bu eller.

Ayrıca zeytin yağını,

bir de kekiği severim çok.

Arayan bulsun beni

bir yitik köyde,

adsız yollarda unutulmuş.

Tarlalarda ter döker insanları,

taş ocaklarında ter döker.

Özlüyor insanlar

insan gibi yaşamayı.

 

Kütükte kayıtlıyım.

Arabım.

Atalarımın üzüm bağlarını sen aldın elimden,

çocuklarımla ektiğim toprağı

sen aldın.

Bıraktın bu taşları

bize, çocuklarımıza.

Alacakmışsınız

elimizden bu taşları da

doğru mu?

 

Bir daha diyorum!

Bir daha!

Kütükte kayıtlıyım

Birinci sayfanın ta başına.

Nefret etmem insanlardan

saldırmam hiç kimseye.

Ama aç korlarsa beni,

korlarsa çırılçıplak,

yerim etini beni soyanın,

hem de yerim çiğ çiğ.

Açlığımı kolla benim

ve öfkemi.

 

Damarıma basma.

Mahmut Derviş, Çeviren: A.Kadir – Afşar Timuçin

6111229511_da568b7081_o

BİR ŞEHİR

Birkaç yokuş tırmandım bir iki dönemeç döndüm ve yürüdüm

burnumun doğrusuna yürüdüm yürüdüm

                                                           bir kapı açıldı girdim

                                                                  yitrdim kendimi kendi içinde

bilmediğim bir şehir

görmediğim biçimde evleri

kimi karınca yuvası gibi bomboş

kimi baştan aşağı pencere kimi kör duvar

bir sokağı saptım çamurlu dar eğri büğrü

dönüp dolaştırdı getirdi beni eski yere

asfalt bir caddeyi çıktım bulvar ortası

uzayıp gidiyor tanyerine kadar dosdoğru geniş

bir mahallede yağmur yağıyor

                                                        bitişiğinde güneş

                                                                            üçüncüsünde ayışığı

bir köprü geçtim

yarısında fenerler pırıl pırıl

                                    yarısı kapkaranlıktı

yan yana iki ağaç gördüm

yaprak kımıldamıyor birinde

öbürü kıvrana kıvrana inleyip haykırıyor

bir şehirde birbirine benzemiyor hiçbir şey

                                                               insanları bir yana

onların hepsi ikizdi üçüzdü beşizdi onuzdu milyonuzdu

hepsi korkak

       hepsi yiğit

              hepsi aptal

                     hepsi akıllıydı

                             hepsi domuzdu

                                    hepsi melekti

Nazım Hikmet, Son Şiirleri, 7 Eylül 1961, Laypzig

www-02-Augustusplatz

ERKEN TRENLERDE

Bu yıl Moskova’nın dışındaydım,

Ama karda, ayazda, fırtınada,

Zorunlu olduğu zaman daima

İşlerim için kente uğruyordum.

 

Sokakların henüz zifiri gece

Olduğu sıra yola koyuluyordum

Ve orman karanlığı boyunca

Serpiyordum gıcırdayan adımlarımı.

 

Kavşaklarda beni karşılıyordu

Yerinden kalkıp aksöğütleri boşluğun.

Dünya üzerinde yükseliyordu takım yıldızlar

Ocak ayının soğuk çukurunda.

 

Çokluk avluların gerisinde

Geçmek için bana özeniyordu

Kırk numara ya da posta treni,

Ama ben altı yirmi beşe yürüyordum.

 

Birden ışığın hünerli buruşukları

Çimdiklerin tutamıyla toplaşıyordu bir küreye.

Tüm azametiyle projektör geçiyordu

Sağırlaşmış viyadükün üzerine.

 

Vagonun sıcak bunaltısında

Kapılıp gidiyordum bütünüyle

Doğuştan bir zaafın akışına

Ve edinilmiş olana ana sütüyle.

 

Geçmişin ani karmaşaları

Ve savaş yılları ve yoksunluklar içinden

Ben susarak tanıyordum Rusya’nın

Eşi bulunmaz çizgilerini.

 

Zapt ediyordum da bir tapınmayı

Ben tanrılaştırarak gözlüyordum.

Burada köy kadınları vardı, kasabalılar,

Okullular, çilingirler.

 

Onlarda yoksulluğun yerleştiği

Uşaklanmadan yoktu hiçbir iz,

Yetersizlikleri ve yenilikleri

Beyler olarak taşıyorlardı onlar.

 

Atlı arabalarda gibi yerleşip topluca,

Bütün çeşitliliği içinde pozların,

Okuyorlardı yeni yetmeler ve çocuklar,

Düzenlenmişler gibi sağlamca.

 

Moskova bizi karşılıyordu

Gümüşe dönüşen karanlıkta,

Ve, terkederek ikili ışığı

Çıkıyorduk dışarıya metrodan.

 

Genç kuşak tranzanlarda sıkışıp ilerliyordu

Ve kaplanıyordu yürüyüş halinde

Taze kuşkirazı köpüğüyle

Ve ballı pryanik’lerle.¹

1. Rusya’ya özgü tatlı ve bahartlı bir bisküvi.

Boris Pasternak

 

Banaz Oturak 56523 Makina, 1987

Şehitler, Kuvâyi Milliye şehitleri

nazımŞEHİTLER

Şehitler, Kuvâyi Milliye şehitleri,

                 mezardan çıkmanın vaktidir!

Şehitler, Kuvâyi Milliye şehitleri,

                 Sakarya’da, İnönü’de, Afyon’dakiler

                 Dumlupınar’dakiler de elbet

                  ve de Aydın’da, Antep’te vurulup düşenler,

siz toprak altında ulu köklerimizsiniz

                  yatarsınız al kanlar içinde.

Şehitler, Kuvâyi Milliye şehitleri,

                 siz toprak altında derin uykudayken

                            düşmanı çağırdılar,

                                           satıldık, uyanın!

Biz toprak üstünde derin uykulardayız.

                 kalkıp uyandırın bizi!

                                      uyandırın bizi!

Şehitler, Kuvâyi Milliye şehitleri,

                 mezardan çıkmanın vaktidir!

NAZIM HİKMET, 1959

kuvayi-milliye_0

İzmir şiirleri (2)

İZMİR SEVGİLİM 
Ne zaman özlesem o İzmir 
saçlarında nice aşklara tanık olur imbat 
Gözlerinde gece yaldız yağıyor denize 
Ve elinde nergisleriyle gelen 

Belki de adı İzmir bir sevgilidir 
Rüzgarıyla deniziyle nergisleriyle gelen 
Belki de sevgilim işte bu şehir 
En eski şarabını sunar ince elleri 
yaşarım gür sularla soylu coğrafyasıyla 
Esrik öpücükleri 

Aşklar ve kentler birlikte yaşar 
Birlikte soluk alır eski fotoğraflar da bile 
İkiye bölebilir misiniz hasreti 
Bir şarkıyı maviye sevinci 
Ayrı koyarsanız İzmir’le İzmirliyi 
Kırılır tuz-buz olurlar billurlar gibi 

Ey Dinçer doğdun gezdin sevdin ne güzel 
Sen Homer’den beri İzmirliydin 
Yüzün güneşiyle yanık için nergisiyle serin 
Hani el ele koşmuştunuz ya vapura bir gün 
Kazı duvarına teşekkür ederim diye 
Pasaport’ daki taş iskelenin. 

DİNÇER SÜMER 

bir-dus-muydu-o-izmird10970955473570bdd65e2ab3b5d5b46 (1)

941’DE İZMİR

941’de izmir, bela çiçeği
sahil boyu karanlık
sevdalı bulutların hali
yağmur da ne kadar tembel yağıyor
kendimizi akan suya bıraktık
serseriler misali

941’de izmir
izmir şehrinin ışıkları yanıyor
çıktı şair namzedi attilâ ilhan
çıktı yelken gibi sokaktan
banyolar’a doğru şöyle uzanıyor
bir cebinde kiralık ihtiyar bir kitap
bir cebinde kehribar kuru üzüm ve incir
sahilde iki ahbap

kardeşim ihsan ahmed
izmir şehri yağmurlu bir şehirdir
yağmur çilerken çocuk gibi içlenir
yum gözlerini hele bir tahayyül et
hani – derd-üt gam içre perişan – yıldızlar gökte
hani her akşam bostanlı’dan öte

kardeşim cemşid hun
hoş geldin hayırlı akşamlar
gözlerinden mi yaktın söyle cigaranı
tütün değil ya dünyalar dağıtamaz efkârını
hem sabahtan çarşıda yoktun
ekmek alabildin mi fırından
yine galiba kıyamet kopmuş
yine pîr aşkına kırılmış camlar

941’de izmir
her şey nasıl geçmiş nasıl kaybolmuş
rüyada gibi hiç farkına varmadan
şimdi ben burdayım sen izmir’de o bağdat’ta
ve daha başımızdan neler geçer kimbilir
kimbilir kardeşim hayatta

ATİLLA İLHAN

47-3-Atilla-ilhan

 

 

İZMİRLİ TEĞMEN

kışlamız gömülünce karanlığa 
îneceğim sokağa pencereden. 
bir saat içinde varırım dağa. 
gel dağa çıkalım izmirli teğmen. karışıyor bir yezit her şeyime, 
dolara satılıp ölmek neyime? 
bir çift te sözüm var adnan beyime, 
gel dağa çıkalım izmirli teğmen, kuvayı milliye kanı damarda, 
asker ocağının şanı damarda, 
bekler bizi yüzbin yiğit dağlarda, 
gel dağa çıkalım izmirli teğmen.

NAZIM HİKMET, 1959

nazc4b1m-hikmet

HADİ İZMİR’E

yorgunsun hoşgelmişsin
kara gece nöbetinden hoşgelmişsin
yat uyu yerin hazır
hak etmişsin uykuyu
helal olsun uykun bahtiyar sağlığın
ama bir uzak iskelede başka olurken deniz
sakla uykunu biraz o uzak iskeleye

bak sakın telaşlanma
bitiverdi iki aylık bir çocuğun kendisi
bir şey değil bir çocuğun iki aylık tanrısı
bitiverdi iki aylık bir çocuğun kendisi
haydi kalk, sakla biraz haydi kalk haydi dedim
açıp sonsuz bir camı bir uzak iskeleye
şimdi tam sırasıdır her şey hazırken böyle
şimdi bunu gömelim

nasılsa girdi bu karaşafak aramıza
haydi şimdi ölüm vakti değil aramızda
ölüm ki bir olağan acının anısıdır
şimdi anıya yer yok aramızda

ne güzel uyurduk biz kavgasız gürültüsüz
bir yara bile olsa şuramızda buramızda
sular gibi karışık olan uykumuzda
senin kara gecen paslı benim çocuğum ölü
bir uzun yaşamayı beygirler gibi koştuğumuzda
hatırlarsın uzakta koştuğumuzda
sayılara vurdular bizi haydi kalk

haydi kalk yoruldum bir patlıcan nasıl büzülürse
bostanda durup da olmayı beklerken haydi kalk
haydi kalk dedim senden aldım kendimden
ölümü bir güzel ezberledim
anladım yorgunsun kara gece nöbetinden
çocuk öldü ben yoruldum ölüm nöbetinden
saatimi kurdum, saatini de kurdum haydi kalk haydi kalk
şimdi bunu gömelim.

neden öldü ben burdaydım sen ordaydın
belki de bahar filan vardır erzincanda ne bilelim
haydi kalk trenler kalkıyor duyuyorum
biliyorum
yorgunsun her geceden, biriken her geceden
haydi kalk şimdi bunu gömelim
haydi kalk bitiverdi
haydi kalk yorgun güzelim haydi kalk
hadi artık öldüm biliyor musun
hadi kalk
İzmirlere filan gidelim

TURGUT UYAR

Tomris & Turgut Uyar

 

1 Eylül’ün Sorusu: Barış İçin Ne Yapabilirim?

tumblr_nlsg06VXCe1sua6ivo1_500Naziler ona çok soru sordu. Tek bir soruya cevap verdi. O da adının ne olduğu sorusu idi. “Benim adım Tanya” dedi.

Nazım Hikmet’in yıllar sonra “… ve karların üstünde muzaffer gülümseyişi onun” diyerek uzunca “Tanya” şiirini yazdığı kadın.

Yakalandıktan sonra tecavüz edildi. Aşağılandı ve sistematik işkence olarak ne varsa hepsi uygulandı ama o hiçbir şey söylemedi. Tek bir sır vermedi. Onu dar ağacına götürdüklerinde hayatının son cümlesini söyledi:

“Hepimizi, 190 milyon kişiyi asamazsınız!”

Ve astılar…

Adım Nadya demişti ama değildi. Bu kadının gerçek adı “Zoya Kosmodemyanskaya” idi. Bir partizandı.

Öldükten sonra Rusların en saygın kahramanlarından biri sayıldı.

maxresdefault (1)

TANYA (ZOE)

Ve granit kabrinde Lenin.
Ve karların üstünde muzaffer gülümseyişi onun.

Düşman ulaştı Moskova kuzeyinde Yakroma’ya 
ve güneyinde Tula şehrine. 

Ve kasımın sonu 
ve aralık ayının ilk günlerinde 
harcamış bulunuyordu ihtiyatlarını
bütün cephe üzerinde. 
Ve aralık ayının ilk günlerinde, 
en nazik safhasındaydı durum.

Ve aralık ayının ilk günlerinde, 
Petrişçevo’da Vereiya şehri dolaylarında, 
kar gibi mavi bir gökyüzünün üzerinde 
Alamanlar 18 yaşında bir kız astılar. 
18 yaşındaki kızlar belki nişanlanır 
astılar onu.

Moskova’dandı. 
Genç komünistti, partizandı. 
Sevdi, anladı, inandı
ve geçti harekete. 
İpin ucunda ince uzun boynundan sallanan çocuk
bütün azametiyle insandı.

Çevirir gibi yapraklarını “Harp ve Sulh” romanının 
dolaştı karlı karanlıkta bir genç kızın elleri. 
Kesildi Petrişçevo’da telefon telleri, 
sonra Alaman ordusundan 17 beygirli bir ahır yandı. 
Ertesi gün partizan yakalandı.

Yeni hedefin önünde yakalandı partizan,
birdenbire, kıskıvrak, arkadan. 
Gökyüzü yıldızla, 
yürek hızla, 
bilek nabızla, 
şişe benzinle dolu 
ve kibrit çakılmak üzereydi. 
Ve kibrit çakılamadı fakat.
Tabancaya davranmak istedi. 
Çullandılar. 
Alıp götürdüler. 
Alıp getirdiler.
Odanın ortasında dimdik durdu partizan: 
torbası omuzunda,
başında kürk şapkası, sırtında gocuk, 
bacaklarında pamuklu külot pantolon ve keçe çizmeler. 
Subaylar baktılar partizana yakından: 
badem nasıl kabuğunun içindeyse 
filiz gibi bir kızdı kürkün, keçenin ve pamuklunun içindeki.

Kaynıyor masada semaver.
Satrançlı örtüde bir tabanca, beş kayış kemer,
ve yeşil bir şişe konyak.
Tabakta domuz sucuğu ve ekmek artıkları.

Ev sahipleri mutfağa gönderildiler.
Lamba sönmüştü.
Ocağın ateşiyle kızılca karanlıktı mutfak.
Ve ezilmiş hamam böceği kokuyordu.
Ev sahipleri: bir çocuk, bir kadın, bir ihtiyar,
sokuldular birbirlerine:
dünyadan uzak
ıssız bir dağ başında kurda kuşa karşı yapyalnız kalmıştılar.

Sesler geldi bitişikten :
Soruyorlar:
“- Bilmiyorum,” diyor.
Soruyorlar:
“- Hayır,” diyor.
Soruyorlar:
“- Söylemem,” diyor.
Soruyorlar :
“- Bilmiyorum,” diyor, “- Hayır,” diyor, “- Söylemem,” diyor.
Ve yeryüzünde bu üç sözden başkasını unutan ses
sıhhatli bir çocuk teni gibi pürüzsüz
ve iki nokta arasındaki en kısa yol gibi düz.

Bir kayış sakladı bitişikte :
Partizan sustu.
Çıplak bir insan eti ses verdi. 
Kayışlar şaklıyor arka arkaya.
Yılanlar güneşe doğru sıçrayıp düşerken ıslık çalıyorlar. 
Genç bir Alaman subayı geldi mutfağa. 
İskemleye çöktü. 
Kapadı avuçlarıyla kulaklarını. 
Ve gözleri sımsıkı yumulu
ve öylece kaldı orda kımıldamadan sorgunun sonuna kadar. 
Kayışlar saklıyor bitişikte. 
Saydılar ev sahipleri :
200… 
Sorgu tekrar başladı : 
Soruyorlar : “- Bilmiyorum,” diyor, 
Soruyorlar : “- Hayır,” diyor, 
Soruyorlar : “- Söylemem,” diyor. 
Ses kibirli 
fakat artık pürüzsüz değil
kanayan bir yumruk gibi boğuktu.

Partizanı dışarı çıkardılar.
Başında kürk şapkası, sırtında gocuk,
bacaklarında pamuklu külot pantolon ve keçe çizmeler
yoktu. 
Bir don bir gömlekti.
Beyaz, genç dişleriyle ısırılmaktan şişmiş dudakları. 
Bacaklarında, boynunda, alnında kan. 
Kolları iple bağlı arkadan, 
çıplak ayakları karda, 
iki yanda süngülüler, 
yürüdü partizan.

Soktular partizanı Vasili Klulik’in izbasına.
Oturdu tahta sıranın üstüne.
Çatık bir dalgınlık içindeydi.
Su istedi.
Nöbetçi verdirmedi suyu.
Alaman askerleri geldiler.
Böcekler gibi üşüştüler başına,
çekiştirdiler, tartakladılar.
Birisi art arda kibrit yakıp tuttu altında çenesinin,
bir bıçkı sürttü sırtına bir başkası
dişli demir kanlanıncaya kadar. 
Sonra gittiler uyumaya. 
Nöbetçi süngünün ucunda çıkardı partizanı sokağa.

Mavi gözleri yuvarlak bir çocuk bakıyor camdan: 
dünya buzların içinde, 
karın altında yapyalnız sokak 
yıldızların içinde.

Mavi gözleri yuvarlak
bir çocuk bakıyor camdan.
Gördüklerini unutacak,
büyüyecek, evlenecek,
ve bir yaz gecesinde
bir öğle uykusunda yahut
rüyasına girecek ansızın
karda yıldızlara basan çıplak ayakları bir genç kızın.

Karın altında bir uçtan bir uca 
karın altında yapyalnız sokak. 
Karın üstünde partizan: 
ayakları çıplak, 
kollan bağlı arkadan, 
bir don bir gömlek, 
yürüyor önünde süngünün
bir uçtan bir uca gidip gelerek.

Üşüdü nöbetçi, döndüler izbaya.
Isındı nöbetçi çıktılar.
Bu böyle sürdü saat 22’den ikiye kadar.
İkide nöbetçi değişti
ve artık partizan kımıldanmadan kaldı tahta sıranın üzerinde.
Partizan
18 yaşında.
Partizan
öldürüleceğini biliyor.
Ölmek ve öldürülmek:
hıncının kızıltısında belli belirsizdi bu fark.
Ve ölümden korkmayacak
ve keder duymayacak kadar sıhhatli ve gençti.
Bakıyor çıplak ayaklarına:
Şişmiştiler,
çatlayıp donmuştular kıpkırmızı.
Fakat partizan
dışındaydı acının.
Ve nasıl derisinin içindeyse
öyle içindeydi öfkesinin ve inancının.
Zaman zaman annesi geliyor aklına.
Mektep kitapları geliyor aklına.
Cilalı toprak bir çanak geliyor aklına
İliç’in resmi önünde duran 
ve içinde masmavi çiçekler.
Çocukluğu geliyor aklına, 
bu o kadar yakın ki
kısacık entarilerin renkleri bile 
tutulacak gibi elle. 
İlk hava bombardımanı geliyor aklına. 
Cepheye giden işçi taburları geliyor aklına
sokaktan geçiyorlar şarkı söyleyerek 
ve çocuklar koşuyor peşlerinden. 
Zaman zaman bir tramvay durağı geliyor aklına;
annesiyle orda vedalaştılar. 
Bir gençlik toplantısı geliyor aklına, 
bu o kadar yakın ki 
kırmızı örtülü masada su bardağı
ve kesik kesik konuşan kendi sesi bile 
tutulacak gibi elle. 
Ve artık durup dinlenmeden kendi sesi geliyor aklına: 
düşmanın karşısında dimdik duran sesi, 
Hayır, diyen, 
Söylemem, diyen 
ve düşmana hiçbir şeyi doğru söylememek için
kendi adını bile gizleyen. 

ZOE’ydi adı, 
ismim TANYA, dedi onlara.

(Tanya,
Bursa Cezaevi’nde karşımda resmin. 
Bursa Cezaevi’nde.
Belki duymamışındır bile Bursa’nın adını. 
Bursa’m yeşil ve yumuşak bir memlekettir. 
Bursa Cezaevi’nde karşımda resmin. 
Sene 1941 değil artık 
sene 1945. 
Moskova kapılarında değil artık
Berlin kapılarında dövüşüyor seninkiler,
bizimkiler, 
bütün namuslu dünyanınkiler.

Tanya,
senin memleketini sevdiğin kadar
ben de seviyorum memleketimi,
Sen komsomolkaydın, genç komünisttin,
ben 42 yaşında ihtiyar komünist,
sen Rus, ben Türk,
ama ikimiz de komünistiz.
Seni astılar memleketini sevdiğin için,
ben memleketimi sevdiğim için hapisteyim.
Ama ben yaşıyorum,
ama sen öldün.
Sen çoktan dünyada yoksun,
zaten ne kadar az kaldın orda :
on sekiz senecik. 
Doyamadın güneşin sıcaklığına bile.

Tanya,
sen asılan partizan,
ben hapiste şair.
Sen kızım, sen yoldaşım.
Resminin üstüne eğiliyor başım:
kaşların incecik,
gözlerin badem gibi,
ama renklerini fotoğraftan anlamam mümkün değil.
Fakat yazıldığına göre
koyu kestaneymişler. 
Bu renkte gözler çok çıkar benim memleketimde de. 
Tanya,
saçların ne kadar kısa kesilmiş, 
oğlum Memet’inkilerden farkı yok. 
Alnın ne kadar geniş, 
ay ışığı gibi,
rahatlık, ve rüya veriyor insanın içine. 
Yüzün ince uzun, 
kulakların büyücek biraz. 
Henüz çocuk boynu boynun :
henüz hiçbir erkek kolu sarılmamış anlıyor insan. 
Ve püsküllü bir şey sarkıyor yakandan:
süsünü sevsinler mini mini kadın.

Arkadaşları çağırdım, bakıyorlar resmine :
-Tanya, 
senin yaşında bir kızım var.
-Tanya, 
kız kardeşim senin yaşında.
-Tanya, 
senin yaşında sevdiğim kız. 
Bizim memleket sıcaktır
bizde kızlar tez kadınlaşır.
-Tanya, 
senin yaşında kızlarla okulda, fabrikada, tarlada arkadaşız.
-Tanya, 
sen öldün,
ne kadar namuslu insanlar öldürüldü ve öldürülmektedir,
ama ben,
yedi yıldır kavgada hayatımı tehlikeye koyamadan
hapiste de olsa bal gibi yaşıyorum.)

Sabah oldu Tanya’yı giydirdiler, 
ama çizmeleri, şapkası, gocuğu yoktu,
iç etmişlerdi onları. 
Torbasını getirdiler :
torbada benzin şişeleri, kibrit, kurşun, tuz, şeker. 
Şişeleri boynuna astılar, 
torbasını verdiler sırtına. 
Göğsüne bir de yazı yazdılar :
“PARTİZAN”.
Köyün alanına kuruldu darağacı. 
Atlılar çekmiş kılıcı
halka olmuş piyade askeri. 
Zorla seyre getirdiler köylüleri.

İki sandık üst üste, 
iki makarna sandığı. 
Sandıkların üstüne
yağlı urgan sallanır,
urganın ucu ilmik.

Partizan kaldırılıp çıkarıldı tahtına.
Partizan
kolları bağlı arkadan
durdu urganın altında dimdik.

Nazlı, uzun boynuna ilmiği geçirdiler.

Bir subay fotoğrafa meraklı,
bir subay, elinde makina : Kodak,
bir subay resim alacak.
Tanya seslendi kolhozlulara ilmiğinin içinden
“- Kardeşler, üzülmeyin.
Gün yiğitlik günüdür.
Soluk aldırmayın faşistlere,
yakın, yıkın, öldürün…”

Bir Alaman vurdu ağzına partizanın, 
genç kızın beyaz, yumuk çenesine aktı kan. 
Fakat askerlere dönüp devam etti partizan : 
“- Biz iki yüz milyonuz.
İki yüz milyon asılır mı?
Gidebilirim ben.
Ama bizimkiler gelecekler.
Teslim olun, vakit varken…”

Kolhozlular ağlıyordu. Cellat çekti ipi.

Boğuluyor nazlı, boynu kuğu kuşunun. 
Fakat dikildi ayaklarının ucunda partizan 
ve hayata seslendi İNSAN: 
“- Kardeşler
hoşça kalın. 
Kardeşler
kavga sonuna kadar.
Duyuyorum nal seslerini
geliyor bizimkiler!”

Cellat bir tekme attı makarna sandıklarına.
Sandıklar yuvarlandılar.
Ve Tanya sallandı ipin ucunda


Nazım Hikmet

tumblr_mv1gondXAi1sqbq43o1_1280

Çizgilerdeki Nazım Hikmet

Barışın, sevdanın ve özgürlüklerin şairi Nazım Hikmet Ran 15 Ocak 1902 tarihinde doğmuş ve bundan tam 54 yıl önce, 3 Haziran 1963 tarihinde vefat etmiş… O nedenle, bugün onu barışa, demokrasiye ve özgürlüğe daha fazla muhtaç olduğumuz günümüz koşullarında büyük bir özlem ve saygıyla anıyoruz….

001-nikola-listes-hirvatistan
Nikola Listes – Hırvatistan
002-filipe-libas-brezilya
Filibe Libas – Brezilya
003-damir-novak-hirvatistan
Damir Novak – Hırvatistan
004-darko-drljevic-karadag
Darko Drljevic – Karadağ
005
S. Bulca
006-kursat-zaman
Kürşat Zaman
007
.
008
.
009
.
010
.
011
.
012
.
013
.
014-halil-ibrahim-yildirim
Halil İbrahim Yıldırım
015-saadet-demir-yalcin
Saadet Demir Yalçın
015-vahit-akca
Vahit Akça
016-hakan-sumer
Hakan Sümer
017-cemalettin-guzeloglu
Cemalettin Güzeloğlu
018-bulent-karakose
Bülent Karaköse
019-ahmet-umit-akkoca
Ahmet Ümit Akkoca
020-musa-kart
Musa Kart
021-ahmet-ozturklevent
Ahmet Öztürklevent
022-hayati-boyacioglu
Hayati Boyacıoğlu
023-seyit-saatci
Seyit Saatçi
024-ercan-sert
Ercan Sert
025-refik-tinis
Refik Tiniş
026-ramazan-ozcelik
Ramazan Özçelik
027-mesut-yavuz
Mesut Yavuz
028-kadir-dogruer
Kadir Doğruer
029-musa-gumus
Musa Gümüş
030-cumhur-gazioglu
Cumhur Gazioğlu
031-kamil-yavuz
Kamil Yavuz
032-bulent-karakose
Bülent Karaköse
033-halil-ibrahim-yildirim
Halil İbrahim Yıldırım
034-kemal-urgenc
Kemal Urgenç
035-kemal-bulus
Kemal Buluş
036-mustafa-bilgin
Mustafa Bilgin
037-muzaffer-ozden
Muzaffer Özden
038-raif-gokkus
Raif Gökkuş
039-ergul-aktas
Ergül Aktaş
040-huseyin-tanyeli
Hüseyin Tanyeli
041-keziban-ozkol
Keziban Özkol
042-sezer-odabasioglu
Sezer Odabaşıoğlu
043-mehmet-kahraman
Mehmet Kahraman
044-ercan-baysal
Ercan Baysal
045-eray-ozbek
Eray Özbek

Devam Edecek…

Nazım Hikmet Portre Karikatürleri – 1

Barışın, sevdanın ve özgürlüklerin şairi Nazım Hikmet Ran 15 Ocak 1902 tarihinde doğmuş ve 3 Haziran 1963 tarihinde vefat etmiş… O nedenle, dün onun 115. yaş gününü büyük bir özlemle okuduğumuz bilindik dizeleriyle kutladık….

Biz de bir gün gecikmiş olsak da bu doğum gününe onun portre karikatürlerini yapan yerli ve yabancı karikatüristlere ait toplam 86 portreyi sizlerle paylaşarak kutlamak istiyoruz… Tabii ki amacımız ilk gün bunlardan 46’sını, 1-2 gün sonra da geriye kalan 40’ını yayınlayıp elinizde iyi bir koleksiyon olmasını sağlamak…

001-nikola-listes-hirvatistan
Nikola Listes – Hırvatistan
002-filipe-libas-brezilya
Filibe Libas – Brezilya
003-damir-novak-hirvatistan
Damir Novak – Hırvatistan
004-darko-drljevic-karadag
Darko Drljevic – Karadağ
005
S. Bulca
006-kursat-zaman
Kürşat Zaman
007
.
008
.
009
.
010
.
011
.
012
.
013
.
014-halil-ibrahim-yildirim
Halil İbrahim Yıldırım
015-saadet-demir-yalcin
Saadet Demir Yalçın
015-vahit-akca
Vahit Akça
016-hakan-sumer
Hakan Sümer
017-cemalettin-guzeloglu
Cemalettin Güzeloğlu
018-bulent-karakose
Bülent Karaköse
019-ahmet-umit-akkoca
Ahmet Ümit Akkoca
020-musa-kart
Musa Kart
021-ahmet-ozturklevent
Ahmet Öztürklevent
022-hayati-boyacioglu
Hayati Boyacıoğlu
023-seyit-saatci
Seyit Saatçi
024-ercan-sert
Ercan Sert
025-refik-tinis
Refik Tiniş
026-ramazan-ozcelik
Ramazan Özçelik
027-mesut-yavuz
Mesut Yavuz
028-kadir-dogruer
Kadir Doğruer
029-musa-gumus
Musa Gümüş
030-cumhur-gazioglu
Cumhur Gazioğlu
031-kamil-yavuz
Kamil Yavuz
032-bulent-karakose
Bülent Karaköse
033-halil-ibrahim-yildirim
Halil İbrahim Yıldırım
034-kemal-urgenc
Kemal Urgenç
035-kemal-bulus
Kemal Buluş
036-mustafa-bilgin
Mustafa Bilgin
037-muzaffer-ozden
Muzaffer Özden
038-raif-gokkus
Raif Gökkuş
039-ergul-aktas
Ergül Aktaş
040-huseyin-tanyeli
Hüseyin Tanyeli
041-keziban-ozkol
Keziban Özkol
042-sezer-odabasioglu
Sezer Odabaşıoğlu
043-mehmet-kahraman
Mehmet Kahraman
044-ercan-baysal
Ercan Baysal
045-eray-ozbek
Eray Özbek

Devam Edecek…