Mahmud Derviş’in Filistin’i…

Mahmud Derviş, 1941’de Filistin’de Celile kentinin bir köyünde, Nasar’a bağlı el-Barva ’da doğdu. Doğduğu köy 1948’de İsrail’in eline geçince ailesiyle birlikte Lübnan’a göç etti. İlk şiirlerini yayınladığı dönemde el-Arz (Toprak) cephesinde çalışmaya başladı. 1960’larda el-Ittihad gazetesi ve el-Cedid dergisinin yazıişleri müdürlüğünü yaptı. Şiirleri ve yazıları yüzünden pek çok kez tutuklanarak hapiste yattı. Samih el-Kasım ve Tevfîk el-Zeyyad gibi şairlerle birlikte, Filistin direniş şiiri olarak bilinen hareketin en önemli adlarından biri oldu. Şiirlerinde Filistin halkının direnişini, çektiği acıları ve umutlarını lirik bir dille anlattı. Filistin Kurtuluş Orgütü’nün yürütme kurulunda yer aldı. Yirmiden fazla şiir ve düzyazı kitabı yayınlanan Derviş’in en ünlü şiirleri arasında, “Filistinli Sevgili” (l974) Tel Zaatar kampının Lübnan İç Savaşı sırasında kuşatılmasını konu alan “Ahmed Zaatar” (1979) adlı destanı ile Sabra ve Şatila kamplarındaki katliamı anlatan “Beyrut Kasidesi” (1980) sayılabilir. 1984’te Lenin Barış Ödülü’ne, 2004’te Türkiye’de Nâzım Hikmet Şiir Ödülü’ne değer görülen Derviş, Ağustos 2008’de ABD’nin Houston kentinde geçirdiği bir açık kalp ameliyatı sonrasında öldü.

20140202_203956_0

ÖLÜMÜN GÖZLERİ KAPILARDA
Hurmanın fidanlarını taşırken kalbimin çölünden geçtiler,
Hurmaları ziyaret ederken kırmızı karanfilin üstünden geçtiler
Ve bekleyen kadının yakınlarının gözlerini çizdiler
Köy evlerinin pencerelerine.
Sözden sonra değiştirdiler
Acıyı ve sevgiyi.
Yaban güvercinlerinin çoğalan ağıtlarından ve
Kafataslarından başka.
Kefir Kasım’a on mumun ışığını neden taşıdın ?
O ne ister, ne döner,
Kurbanlık koç gibi, o öylece tek başına dolaşır.
Karşı koyduğu yerde kan yağmura döner.

Gece kapıyı vurdular
Her kapıyı, her kapıyı, tek tek.
Toprakta uğuldayan kana ulaştılar.
Kadın;
Sönen dehlizi gözleri yakar dedi:
Köstebeklerle durup yürüyen,
Ağıtlarla gömmeyin beni
Ben yeni ışığın tomurcuklarını biriktirirken.
Ey Kefir Kasım!

Tabutlardan kurbanlıklar için kalkar bıçaklar.
Bilenin dediği gibi: ensesinden! Ensesinden!
Bekleyin!
Hayır: yavaşça, acıtmadan!
Din fırtınasını tıkayana kadar sen,
Günün gölgesi.
Ey Kefir Kasım! Uyuyacağız… sendeki mezarlarda ve gecende.
Kanın vasiyeti alıp başını gitme derken
Direnişimizle yağmur gibi yağacak kanın vasiyeti.
Direnirsek…

darwish

VATAN
Hurmaların örgülü dallarına astılar beni,
Kestiler beni… hurmalarla kardeş yaparak!

Bu toprak benim ve burada çok eskiyim,
inananların istediği gibi içyağını süzdüm.
Hikâyeden bir bağı yoktur vatanımın,
Anısı yoktur, akrabalarının ekini değil.
Binlerce yıl dönüp dolaşan ışık değil.
Vatanım garip bir hüznün öfkesinde,
Vatanım bayram ve kabul ister.

Hapishanenin duvarına vurur rüzgâr,
İçinde yaşlıların ve ekinlerin ağladığı
Bu toprak kemiğimin derisidir.
Ve kalbimin…
Çayırında hurma ağaçları gibi uçarım.

Hurmaların örgülü dallarına astılar beni,
Kestiler beni hurmalarla kardeş yaparak!

f489e8229fda205a27fc5b4f1900613f

DÖRTLÜKLER
1
Ekinlerde görmek istemediğimi… şimdi görüyorum
Rüzgârı tarıyor buğdayın sapları, gözlerimi kapıyorum:
Bu kaynak beni çağlayana götürüyor,
Bu sessizlik beni örülmüş zırha götürüyor.
2
Denizde görmek istemediğimi… şimdi görüyorum ,
Günbatımının yanında martıların kanatları, gözlerimi
                                                                                 kapıyorum:
Bu kayıplık beni Endülüs’e götürüyor
Bu yol güvercinleri üstüme salıyor…
3
Gecede görmek istemediğimi… şimdi görüyorum .
Sonuçta bu geçit hiç kimsenin kapısına çıkmaz.
Kahvehanenin kaldırımında düşünceye dalıyorum,
tozlar içinde oturuyorum
Hiç kim senin olmayan bu geminin iskelesinde.
4
Ruhta görmek istemediğimi: taşta buluyorum
Parlaklığını kazıyınca, ey toprağın yeşili… ey ruhumun
                                                                              yeşil toprağı
Ama bir gölgeydim kuyunun kenarında oynayan.
Oyundan uzaklaşmadan… bu mesafeler meydanım ve
                                                                             taşlar ruhum .
5
Selamda görmek istemediğimi… şimdi görüyorum :
Geyik, ot, suyun yatağı… gözlerimi kapadığımda:
Bu geyik dizlerimde uyur,
Avcısı uyur, yavrularının yakınında, ihanetin
                                                                                mekânında.
6
Savaşta görmek istemediğimi… şimdi görüyorum
Yeşil taşın içindeki kaynağı atalarımız dirsekleriyle
Sıkar ve babalarımız suyu miras alır, onlara miras
Kalmadan, gözlerimi kapadığımda: o şehir avucumun
                                                              çizgileri arasında akar.
7
Hapiste görmek istemediğimi: çiçekli günlerin
içinde iki garibe kılavuz olan bu bahçenin ,
içindeki iskemleye uzanarak, gözlerimi kapadığımda
                                                                                görüyorum :
Ne bu yer genişler! Ne de ip iğnenin deliğinde
                                                                                 güzelleşir.
8
Parlaklıkta görmek istemediğimi… şimdi görüyorum ,
Ekinler zenginliğini bitkilere öğüten, değirmen!
Zenginlik beyaz bir çelik, bu köyün dumanı üstüne iner,
Yaban güvercinleri… yaban güvercinleri çocuklarımızın
                                                                         gücünü bölüşür.
9
Aşkta görmek istemediğimi… şimdi görüyorum .
Kolaylıkla etrafımızda dans eder, elli gitar çalınır,
Kaynak doğadan uzanır, ayrılıklar ölür, gözlerimi
                                                                            kapadığımda:
Bu kovulan mekânın ardında bile gölgemizi
                                                                                görüyorum .
10
Ölümde görmek istemediğimi: şimdi aşkımla, yarılır
Bağrım ve içinden at sıçrar başı beyaz bulutun üstünde ,
Diz çöker, sonu olmayan bulutlarla uçar, başlangıç ve
Maviyle… ölümde beni bekletmez, topraktan yıldızlara
                                                                beni geri getirmez.
11
Kanda görmek istemediğimi… şimdi katili görüyorum,
Katledeceğiyle konuşuyor, onca kin ve kalpteki mermi:
                                                                            sen bugünden
Uzaklaşma ve benden başkasını anma.
Kolaylıkla seni öldürdüm çünkü,
Bugünden uzaklaşacaksan benden başkasını anarak …
baharın güllerini taşıyarak uzaklaş.
12
Savsözün sahnesinde görmek istemediğim: vahşet
Mahkemelerin yargıçları, imparatorluğun tacı, çağın
                                                                                      maskesi,
Gökyüzünün mavi rengi, sarayın dansözü, ordunun
                                                                                       saldırısı
Unutulan her şey, perdenin ardında ne büyür ne de
                                                                                        anılır …
13
Şiirde görmek istemediğimi: şiirin tanıklığında eskir
İki kokuyla ayırt ederim , sonra iki barış şiiriyle
                                                                                      dönerim
Ancak zamanın içinde güzellik ve sinema tınlayıp
toprağa düşer iki gülenin üstüne …
Kapımda iki bekçiyle yaşlanırım döndüğüm zaman.

14
Gündoğumuyla doğanı görmek istemediğimi… şimdi
                                                                               görüyorum .
Bu halk ekmeğini halkların ekmeği arasında arar,
O ekmek, uyuyan ipekte soyumuz olur, düşümüzün
Pamuğunda, hayatın doğuşunda, yarılan ekinde kim
                                         sevdi… ya savaşların doğuşunda?
15
İnsanlarda görmek istemediğimi: arzuyla mücadele
Hangi şeyle… işlerine giderken duvarları delerler
Ve yakınları dönerken çalarlar…
Eşyaları sabahla açığa çıkar…

b69f2471c4d09d26bb88106cc90b0ddf

 

Şiir Atlası…

KİMLİK KARTI

Kütükte kayıtlıyım.

Arabım.

Kartımın numarası elli bin.

Sekiz çocuğum var.

Dokuzuncusu yolda.

Yazdan sonra burda.

Kızıyor musun?

 

Kütükte kayıtlıyım.

Arabım.

Bir işim var, çalışıyorum.

Arkadaşlarım var, acı çeken,

sekiz de çocuğum.

Taştan çıkarıyorum ekmeklerini,

üstlerini başlarını, defterlerini

taştan çıkarıyorum.

Dilenmiyorum kapı kapı,

olmuyorum iki büklüm

eşiğinde senin

Kızıyor musun?

 

Kütükte kayıtlıyım.

Arabım.

Halktan biriyim.

Sabırlıyım.

Öfkeyle kaynayan topraklara

salmışım köklerimi.

Çağlardan çok uzaklara bağlı

babam benim,

yüzyılları doğuşundan çok uzaklara,

selvilerden, zeytinlerden, çok uzaklara,

bütün bitkilerden çok uzaklara bağlı.

Nujub efendilerinden değil,

kara saban sürenlerden.

Büyük babam da köylüydü,

yoktu soy ağacı.

Başımızı sokacak bir kulübe

benim yuvam,

kamışlardan, dallardan.

Hoşnut musun benim bu halimden?

Halkım ben.

 

Kütükte kayıtlıyım.

Arabım.

Saçları: Kara.

Gözler: Kahve rengi.

Özel belirtiler:

Alnında bir çatkı.

El ayası deniz kabuğunun içi gibi kırmızı.

Uyuşturur tuttuğu eli bu eller.

Ayrıca zeytin yağını,

bir de kekiği severim çok.

Arayan bulsun beni

bir yitik köyde,

adsız yollarda unutulmuş.

Tarlalarda ter döker insanları,

taş ocaklarında ter döker.

Özlüyor insanlar

insan gibi yaşamayı.

 

Kütükte kayıtlıyım.

Arabım.

Atalarımın üzüm bağlarını sen aldın elimden,

çocuklarımla ektiğim toprağı

sen aldın.

Bıraktın bu taşları

bize, çocuklarımıza.

Alacakmışsınız

elimizden bu taşları da

doğru mu?

 

Bir daha diyorum!

Bir daha!

Kütükte kayıtlıyım

Birinci sayfanın ta başına.

Nefret etmem insanlardan

saldırmam hiç kimseye.

Ama aç korlarsa beni,

korlarsa çırılçıplak,

yerim etini beni soyanın,

hem de yerim çiğ çiğ.

Açlığımı kolla benim

ve öfkemi.

 

Damarıma basma.

Mahmut Derviş, Çeviren: A.Kadir – Afşar Timuçin

6111229511_da568b7081_o

BİR ŞEHİR

Birkaç yokuş tırmandım bir iki dönemeç döndüm ve yürüdüm

burnumun doğrusuna yürüdüm yürüdüm

                                                           bir kapı açıldı girdim

                                                                  yitrdim kendimi kendi içinde

bilmediğim bir şehir

görmediğim biçimde evleri

kimi karınca yuvası gibi bomboş

kimi baştan aşağı pencere kimi kör duvar

bir sokağı saptım çamurlu dar eğri büğrü

dönüp dolaştırdı getirdi beni eski yere

asfalt bir caddeyi çıktım bulvar ortası

uzayıp gidiyor tanyerine kadar dosdoğru geniş

bir mahallede yağmur yağıyor

                                                        bitişiğinde güneş

                                                                            üçüncüsünde ayışığı

bir köprü geçtim

yarısında fenerler pırıl pırıl

                                    yarısı kapkaranlıktı

yan yana iki ağaç gördüm

yaprak kımıldamıyor birinde

öbürü kıvrana kıvrana inleyip haykırıyor

bir şehirde birbirine benzemiyor hiçbir şey

                                                               insanları bir yana

onların hepsi ikizdi üçüzdü beşizdi onuzdu milyonuzdu

hepsi korkak

       hepsi yiğit

              hepsi aptal

                     hepsi akıllıydı

                             hepsi domuzdu

                                    hepsi melekti

Nazım Hikmet, Son Şiirleri, 7 Eylül 1961, Laypzig

www-02-Augustusplatz

ERKEN TRENLERDE

Bu yıl Moskova’nın dışındaydım,

Ama karda, ayazda, fırtınada,

Zorunlu olduğu zaman daima

İşlerim için kente uğruyordum.

 

Sokakların henüz zifiri gece

Olduğu sıra yola koyuluyordum

Ve orman karanlığı boyunca

Serpiyordum gıcırdayan adımlarımı.

 

Kavşaklarda beni karşılıyordu

Yerinden kalkıp aksöğütleri boşluğun.

Dünya üzerinde yükseliyordu takım yıldızlar

Ocak ayının soğuk çukurunda.

 

Çokluk avluların gerisinde

Geçmek için bana özeniyordu

Kırk numara ya da posta treni,

Ama ben altı yirmi beşe yürüyordum.

 

Birden ışığın hünerli buruşukları

Çimdiklerin tutamıyla toplaşıyordu bir küreye.

Tüm azametiyle projektör geçiyordu

Sağırlaşmış viyadükün üzerine.

 

Vagonun sıcak bunaltısında

Kapılıp gidiyordum bütünüyle

Doğuştan bir zaafın akışına

Ve edinilmiş olana ana sütüyle.

 

Geçmişin ani karmaşaları

Ve savaş yılları ve yoksunluklar içinden

Ben susarak tanıyordum Rusya’nın

Eşi bulunmaz çizgilerini.

 

Zapt ediyordum da bir tapınmayı

Ben tanrılaştırarak gözlüyordum.

Burada köy kadınları vardı, kasabalılar,

Okullular, çilingirler.

 

Onlarda yoksulluğun yerleştiği

Uşaklanmadan yoktu hiçbir iz,

Yetersizlikleri ve yenilikleri

Beyler olarak taşıyorlardı onlar.

 

Atlı arabalarda gibi yerleşip topluca,

Bütün çeşitliliği içinde pozların,

Okuyorlardı yeni yetmeler ve çocuklar,

Düzenlenmişler gibi sağlamca.

 

Moskova bizi karşılıyordu

Gümüşe dönüşen karanlıkta,

Ve, terkederek ikili ışığı

Çıkıyorduk dışarıya metrodan.

 

Genç kuşak tranzanlarda sıkışıp ilerliyordu

Ve kaplanıyordu yürüyüş halinde

Taze kuşkirazı köpüğüyle

Ve ballı pryanik’lerle.¹

1. Rusya’ya özgü tatlı ve bahartlı bir bisküvi.

Boris Pasternak

 

Banaz Oturak 56523 Makina, 1987