Burcu Taner Karatay
Kalabalık bir caddede yürüyorsunuz. Kulaklıkla yanınızdan geçen biri arkadan gelen motosikleti görmüyor, onun yerine siz panik yapıyorsunuz. Onlara bakacağım derken biri omzunuza çarpıyor. Azarı yedikten sonra sessiz yola devam ediyorsunuz. O sırada önünüze bir kişi daha çıkıyor ve yürümenizi engelleyerek, “Kot lazım mı abla, içerde modellerimiz var” diyor. Eğer o köprüdeki daha inatçı keçiyseniz, satıcıyı atlatmayı başarıyorsunuz.
“Ya sabır” çekip yürümeye devam ediyorsunuz. Tabii kaldırımları işgal etmiş otomobiller ve masa-sandalyelerden fırsat bulabilirseniz.

Sonra fark ediyorsunuz ki ileride bir kalabalık birikmiş. Hayatınızda ilk kez göreceğiniz bir enstrümanın önce sesi çalınıyor kulağınıza. Merak ve hayranlık karışımı duygularla durup dinlemeye başlıyorsunuz. Az önceki gerginliğinizden eser yok. Koşmayı bırakıp, şöyle bir duruyorsunuz.
Bir başka gün büyülü bir ses bütün gün içinizde biriken hıçkırığı çıkarıveriyor dışarı. Rahatlıyorsunuz. Bazen de Roman müzisyenlerin neşeli ezgileri etrafında toplanmış insanlar görüyorsunuz. Daha az önce asık suratla yürüyen insanlar dans eden insanları alkışlarken buluyor kendini. Yetişeceğiniz yer çok da mühim değil, siz de durup alkışlayanlara katılıyorsunuz.
Metroya balık istifi doluşup, serin ve taze havaya ulaşma umuduyla merdivenlere koştuğunuzda duyduğunuz yan flüt sesi de en az o temiz hava kadar değerli oluyor. Tırmanılacak merdivenler bekleyedursun, o akustiğin tadını çıkararak derin bir nefes alıyorsunuz.
***
Sonra başka bir gün yolunuzu uzatsanız da o müzikli caddeden geçmek istiyorsunuz. Akordeoncunun yerini hatırlamaya çalışırken bu kez huzursuz bir kalabalık görüyorsunuz. Bu kez mikrofonda belediye zabıtaları. Ellerinde kırık bir gitar ve yüksek perdeden hiç de hoşlanılmayacak bağırtıları. Yerde kırık bir gitar ve bir o kadar kırgın müzisyenler… Ve maalesef dün klarneti eşliğinde sosyal medya şovu yaptığı müzisyeni görmezden gelen semt sakinleri…
***
Balkonlarından rengârenk sardunyalar sarkan bir kent insana nasıl nedensiz bir umut ve mutluluk verirse, sokak müzisyenleri de stres içinde koştururken durup insan olduğumuzu hatırlatarak derin bir huzur verirler. Bu, hepimizin ihtiyacı olan beş dakikalık sorgulamalar için fırsattır aslında.
***
Hayatın ritmini dinlemek, dinlerken gülümseyebilmek sokakta karşımıza çıkan bir şans ise neden yasaklansın değil mi? İşte bu noktada maalesef hemfikir olunamıyor. En başta “otorite baskısı” müzisyenlerin kâbusu niteliğinde. Çünkü yöneten, doğası gereği, yönettiklerinin bir araya toplanıp, aynı anda gülüp, aynı anda öfkelenmesini istemez.

Madalyonun diğer yüzü de var: Dinleyicinin kâbusu olan kötü müzik. İki tane akor bilen, akortsuz gitarıyla sokağa koşacaksa; iki şarkılık repertuarı kapan, sabahtan akşama kadar bunları döndürüp karşıdaki simitçiyi bezdirecekse, bu daha çok sokağın karmaşasına yenisini eklemek olacaktır. O yüzden sokak sanatçılığını savunmak için en meşru gerekçemiz sunulan sanatın kalitesi olmalı.
***
Bu “şerh”i koyup devam edecek olursak; çözüm önerilerini zaten bizzat müzisyenler ortaya koyuyorsa mutlaka dikkate alınmalı. Ek olarak dünyanın farklı şehirlerinde bu konunun nasıl halledildiği de göz önüne alınsa fena olmaz diye düşünüyorum. Çünkü belediyelerin buna ihtiyacı var. Örnek bir olay anlatayım. İzmir’de sokak müzisyenliği yapan bir arkadaşımla sohbet ederken zabıta konusuna değindi. Ben de bir gazete haberinde okuduklarımı anlattım. Buna göre; dünyada pek çok sokak sanatçısının yerel yönetimle bağlantı kurduğunu, hatta Avustralya Melbourne kentinde izin almak için sınav bile yapıldığını, çoğu kentte desibel sınırı konduğunu ve hoparlör, amfi gibi cihazların kullanımının özel izin gerektirdiğini aktardım.

Sohbet ilerledikçe anladım ki; müzisyenler zaten hangi kurum olursa olsun iletişime geçmeye hazır. Performans gösterdikleri ilçe belediyesinden bir arkadaşıma ulaştım. Durumu aktardım, bir görüşme gerçekleştirilmesi için büyük bir çabayla karşılaştım. Bu noktada umutlandım ancak o konuşma bir vahameti de gözler önüne serdi. Arkadaşımın anlattığına göre; bir grup müzisyenle bir etkinlik için anlaşma yapılmış. Etkinlik öncesi müzisyenler belediye yetkililerini karakoldan aramış. Sebep, belediyenin etkinliğinde yine belediyenin zabıtalarına durumu anlatamamaları ve maalesef şiddet görmeleri.
***
İşte tam da bu yüzden “kent kültürü” çok sihirli bir kelime haline geliyor. Kurallar, onay kartları, yer belirleme gibi pek çok çözüm müzisyenlerin de fikri alınarak ortaya konabilir. Ancak müzik ve kent kültürünü harmanlamakta yetersiz kalan bir toplumda yaşıyorsanız, kurallar kadar bu duruma da emek harcamanız gerekebiliyor. Bu emek, yeri gelince Karşıyaka Çarşı’da, Kıbrıs Şehitleri Caddesi’nde yahut Konak Vapur İskelesi’nde hırpalanan bir müzisyenin yanında dinleyici olarak yer alabilmeyi de kapsıyor. Çünkü sokağın sahibi, sokağın müziğine sahip çıkarsa “otorite” de kiminle “dans ettiğini” anlamak zorunda kalacaktır.
Söz konusu haber için bakınız: http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/sokak/253591/Ozgurluk_sehirlerinde_sokak_muzigi_nasil_yapiliyor_.html