Esmer Yakalılar: Kent-Sınıf-Kimlik ve Kürt Emeği

Esmer Yakalılar: Kent-Sınıf-Kimlik ve Kürt Emeği, Polat S. Alpman

İletişim Yayınları, 1. BASKI 2016, İstanbul
EDİTÖR Tanıl Bora
DİZİ KAPAK TASARIMI Ümit Kıvanç
KAPAK Suat Aysu
KAPAK FOTOĞRAFI Adem Erkoçak
UYGULAMA Hüsnü Abbas
DÜZELTİ Remzi Abbas
DİZİN Emre Bayın

Polat S. Alpman, “en alttakiler” olarak Kürt emekçilerin dünyasını anlatıyor bu kitapta. Onların yoğunlaştıkları İstanbul-Tarlabaşı’ndaki emek ve hayat pratiklerine bakıyor. Kürt mâdunların deneyiminde sınıf ve etnik kimlikle ilgili algıların nasıl bir ilişki içinde kurulduğunu inceliyor.

Emek süreçlerindeki tahakküm mekanizmalarının, prekarizasyonun en haşin örneklerini gözler önüne seren bir çalışma bu aynı zamanda. Tahakkümle birlikte, direniş mekanizmalarını da… Alpman, “Direnmenin gözle görülmeyen ve ezilenlerin bedenlerine, dillerine, duygu ve düşüncelerine sinmiş olan” yanlarına dikkat çekiyor. Mâdun çalışmalarına özgün ve capcanlı bir katkı.

POLAT S. ALPMAN İstanbul, Kocamustafapaşa’da doğdu. İlk, orta, lise eğitimini burada tamamladı. 2005 yılında Selçuk Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nden dereceyle mezun oldu. Eğitim Bilimleri ve Genel Sosyoloji ve Metodoloji Anabilim Dalı’nda yüksek lisans derecesi aldı. 2015 yılında Ankara Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Sosyoloji Anabilim Dalı’nda doktora öğrenimini tamamladı. Yalova Üniversitesi’nde öğretim üyesi olarak görev yapmaktadır.

fft1_mf25459

İÇİNDEKİLER

KISALTMALAR 

ÖNSÖZ 

GİRİŞ

BİRİNCİ BÖLÜM

Eşitsizlik herkesi eşitlerken… 
Sınıf versus kimlik ve etnisite 
Emek gücü, kimin gücü? 
Birikim rejimi ve prekarizasyon 
İkilikleri deşifre ederek aşmak 
Tahakküm mekanizmaları ve direnme taktikleri
Kentsel mekan ve farklılaşma ekseni
Beyoğlu: Muhayyer kürdi makamının rast perdesi
Tarlabaşı: Kimsesizler çatısı

İKİNCİ BÖLÜM 
ÖNSÖZ 
Sınıf, tahakküm ve kimlik
Kimliği “yeniden” kurmak
Kürt kimliğinin yeniden inşasında uğraklar ve süreçler
Ulusun okulu

Sosyo-politik süreçler ve gerilimler
“Bizim oralar”: Yerlilik, yabancılık ve göç

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM 
…burası kimin evi”: Barınma ekonomisi ve kimlik
Beyoğlu’nun Atlas’ı: Tarlabaşı Kürtleri
Enformel kimlik: Bir ekmek masalı

DÖRDÜNCÜ BÖLÜM 
Direnmenin siyasallaşması 
Kimlik ve siyasal katılım 
Hanede örgütlenme 
İş yerinde örgütlenme
Sokakta örgütlenme 

BEŞİNCİ BÖLÜM 
İdare-i maslahatın gündelik tezahürleri
Zorunlu karşılaşmalar, bölünmüş yansımalar
Gözün ardına düşmek
Kimliğin müşterek parçalarına tutunamayanlar

SONUÇ 

KAYNAKÇA

DİZİN

ÖNSÖZ

Türkiye 21. yüzyıla, geçen yüzyılın sorunlarını taşıyarak ve tartışarak girdi. Sorunların tartışılmaya başlanması küçümsenecek bir adım değildi ancak çok kısa zamanda bu tartışmaların yerini farklı gündemler aldı. Bu nedenle hâlâ geçen yüzyılın sorunlarını taşımaya devam ediyoruz. Bir türlü tamamlanmayan bir 20. yüzyıl… Bu sorunlar arasında ekonomik ve toplumsal gelişme sorunları olduğu kadar kadınlar, Ermeniler, Aleviler ve toplumsal yaşamda eşitsizliğe maruz kalan birçok kesime dair sorunlar olduğunu bilmeyen yok. Gittikçe yaralayıcı hale gelen ve herkesin bildiği bu sorunlardan biri de Kürt meselesi. Siyaset bilimciler, tarihçiler, sosyologlar, hukukçular, halk bilimciler, özetle sosyal bilimciler için Kürt meselesi zor bir konudur. Bunun en büyük nedeni Kürt meselesi üzerindeki hegemonik söylemlerdir. Aslında bu tür bir durum araştırmacının bilimsel ilgisini ve merakını cezbeder. Bir olgu üzerinde bu kadar zıt ve kutuplaşmış söylemin bulunması bile başlı başına bir ilgi konusudur. Ancak sahanın gerçekliğiyle bir kez karşılaştıktan sonra konu cazibesini yitirebilmekte ve araştırmacıyı büyük bir çaresizlik duygusuyla baş başa bırakabilmektedir. Türkiye’deki mevcut politik durum bu ilginin sürdürülebilmesini teşvik etmekten uzak bir yerde ve bundan daha kötüsü, Kürt meselesinin büyük bir hoyratlıkla siyasetin, hukukun ya da güvenlik güçlerinin sorunu olarak sunulması ve bu nedenle kendi bağlamından kopartılması, çözümünün daha da zor hale gelmesidir. Bu nedenle Kürt meselesi kadar Kürtlerin meselelerine de kulak kesilen bir sosyal bilim pratiğine olan ihtiyaç her geçen gün artmaktadır.

Bu çalışma kendi içerisinde birçok macerayı barındıran bir sürecin sonucunda ortaya çıktı. Çalışmanın gerçekleştirildiği dönemde Türkiye’de “Çözüm Süreci” adı altında yürütülen politikaların çok değerli olduğu düşünülüyor ve kalıcı barış umudundan söz ediliyordu. Diyarbakır, Nevruz Meydanı’nda Abdullah Öcalan’ın Nevruz mektubu okunduğunda (21 Mart 2013) görüşmelerin yarısından biraz fazlası tamamlanmıştı. Henüz Suriye’deki iç savaş Türkiye’yi bugünkü kadar etkilememiş, Suriyeli mülteci sorunu ortaya çıkmamış, IŞİD gündem olmamış, Kobâne olayları yaşanmamış ve Rojava gibi yerler coğrafi dağarcığımıza yerleşmemişti. Gezi isyanları başlamamış, 17 ve 25 Aralık Operasyonları olmamış, Cumhurbaşkanlığı seçimi yapılmamış, Dolmabahçe Mutabakatı (28 Şubat 2015), 7 Haziran seçimleri gerçekleşmemiş, HDP yüzde 13,2 oy almamış, Suruç’ta 34 genç (20 Temmuz) ve Urfa’da 2 polis memuru evinde katledilmemiş (22 Temmuz), Güneydoğu’da “sokağa çıkma yasakları”, “hendekler” gibi kelimelerle anlatılan bir dönem başlamamış, Ankara Barış Mitingi’nde (10 Ekim 2015) 109 insan katledilmemiş, 1 Kasım’da yeniden yapılan seçimlerde AKP yüzde 49,5 oy alarak yeniden tek başına hükümet kurmamış, yine Ankara’ya ve bu kez “hassas bölge”ye yapılan terör saldırısında (17 Şubat 2016) 29 insan katledilmemişti.

Bu olayların arasında gerçekleşen daha nice trajik olay var ama burada bir kronolojiden söz etmiyorum. Anlatmak istediğim bu çalışma yapılırken yukarıdaki gelişmelerin hiçbiri yaşanmamıştı ve toplumun çoğunluğu tarafından desteklenen Çözüm Süreci diye bir şey vardı. Çözüm Süreci, kısa süreli de olsa, Türkiye’de farklı bir iklimin oluşmasını sağladı. Hatta toplumu korkuyla yönetmeye alışkın olan siyasal bürokrasinin etkisini yitirmeye başladığı bir dönem olarak bile yorumlanabilirdi. Kişisel bir gözlem olarak kendi yakın çevremin, bütün milliyetçi kodlarına rağmen, kötümserliklerini kontrol altına alıp süreci içtenlikle desteklediklerini ifade edebilirim. Buna “endişeli iyimserlik” denebilirdi. En önemlisi de “silahlar sussun, analar ağlamasın” içerikli siyasal propagandanın toplumda gerçekten karşılık bulmasıydı.

Bu çalışma böylesi bir iklim içerisinde ve sıkı bir iyimserlikle başlayan sürecin ürünüdür. Çalışmanın gerçekleşmesini sağlayan akademik motivasyon, siyasi ve hukuki süreçlerle çözülmesi mümkün hale gelen Kürt meselesinin sosyal boyutunu açıklamak olarak ifade edilebilir. Bu motivasyon sayesinde örneklemin dikkatli seçilmesi ve marjinal olan kesimin belirlenmesi gerekliydi. Böylelikle Çözüm Süreci kapsamında gerçekleştirilmesi muhtemel sosyal müdahaleler ve projeler için mütevazı bir katkı sunmak amaçlanmıştı. Ancak sahaya çıkıp Kürtlerle görüşmeye başladığımda onlardaki karamsarlık, güvensizlik, kırılganlık, neredeyse herkese ve her şeye yönelik itimatsızlık beni hem şaşırttı hem de saha sürecinin planlanandan daha uzun sürmesine neden oldu.

esmer-yakalilar (1)

Son olarak, yaptığım görüşmeler sayesinde kendi kimliği ile baş etmek zorunda kalmanın ne tür bir serüven ve mücadele olduğunu anlamamı sağlayan; yaşamlarına, hatıralarına, kederlerine, gayretlerine, mücadelelerine tanık olma bahtiyarlığına eriştiğim tüm arkadaşlara ve kendine özgü yükleri olan böylesi bir çalışmanın duygusal sürecine de eşlik etme nezaketi gösteren, yol arkadaşım Damla Eroğlu’na çok teşekkürler…

Kişisel bir not: 2012 yılında televizyondaki bir haberde, çalışmak için Diyarbakır’dan İstanbul’a geldikleri gün Beyoğlu’nda kiraladıkları dairede çıkan yangında yaşamlarını kaybeden Abdullah (23), Şahin (19), İbrahim (18) ve Murat’ın (15) hikâyesi geçti, İstanbul’a çalışmak için geldikleri gün ölmüşlerdi. Yaklaşık 1 dakika kadar süren bu haberin anlatmadığı, anlatamayacağı gerçek hikâye, bu çalışmanın önsözü olarak kabul edilsin.

Kişisel bir not daha eklemek istiyorum. Enes Dursun ve ben yakın zamanlarda Kürt meselesiyle uğraşmaya başladık. Enes lisans bitirme tezi için ben ise doktora düzeyinde… Dostumuz Enes Dursun “Sivil Cumalar” eylemlerini araştırmak için gittiği Güneydoğu’dan bir daha geri gelmedi. Bu çalışmanın son halini görememiş olması, bu yarayı daha da sızlatıyor.

Ruhları şad olsun…

 

Türkiye’de Yahudi Olmak: Bir Deneyim Sözlüğü

Türkiye’de Yahudi Olmak: Bir Deneyim Sözlüğü

Derleyenler: Raşel Meseri – Aylin Kuryel

İletişim Yayınları, 1. Baskı 2017, İsyanbul

Fiyatı: 24 Lira

Türkiye’de Yahudi Olmak: Bir Deneyim Sözlüğü Türkiye’de Yahudi olmanın yerleşik ve egemen anlamlarını sorgularken bir yandan da kelimeler, kavramlar, anlar, anılar ve anekdotlarla bu hali anlamlandırmayı amaçlıyor.


Raşel Meseri

İzmir’de doğdu. E.Ü. Güzel Sanatlar Fakültesi Sinema-TV Bölümü’nü bitirdi, çeşitli belgeseller ve kısa filmler yaptı. Tiyatro oyunları, öykü ve çocuk kitapları yazmaktadır. Can’lı ve Işıltı’lı Maceralar çocuk kitapları serisinin şimdiye kadar altı kitabı yayımlandı (Enerji İmparatorluğu, Yumurtanın Sırrı, Dikkat Hayalleriniz Çalınabilir, Kâğıtların Çığlığı, Kayıp Kukla, Yeryüzü Okulu). Ayrıca Türkiye’de üç, Hollanda’da iki dilli basılan Pen Parkta isimli bir “direniş masalı” bulunmaktadır.

Aylin Kuryel

Boğaziçi Üniversitesi Psikoloji Bölümü’nde lisansını tamamladı. Yüksek lisans ve doktorasını Amsterdam Üniversitesi Kültürel Analiz (ASCA) programında, milliyetçilik(ler) ve imaj politikaları üzerine yaptı. Cultural Activism: Practices, Dilemmas and Possibilities (Rodopi Press, 2011) ve Küresel Ayaklanmalar Çağında Direniş ve Estetik (İletişim Yayınları, 2015) kitaplarının derleyenlerindendir. Amsterdam Üniversitesi’nde akademisyen olarak çalışıyor. Aynı zamanda belgesel ve kısa filmler yapıyor.


“…farklı kombinasyonlarla bir araya geldiklerinde kaleydoskop gibi şekil değiştiren, böylelikle Türkiye’de Yahudi olmak konusunda düşünmek için farklı zeminler sunan kısa metinler.”

Türkiye’de Yahudi Olmak: Bir Deneyim Sözlüğü Türkiye’de Yahudi olmanın yerleşik ve egemen anlamlarını sorgularken bir yandan da kelimeler, kavramlar, anlar, anılar ve anekdotlarla bu hali anlamlandırmayı amaçlıyor. Fakat asla resmî bir sözlük veya ansiklopedi gibi değil: Genç bir Yahudi kadının Türkçesindeki Yahudi aksanından kurtulma gayretlerinden azınlık kimliğini görünmez kılma girişimlerine, ilk kez bir Yahudi ile tanışan insanların ilk izlenimlerinin yarattığı etkiden Yahudi mahallelerinin renkli dünyasına, bir süre İstanbul’da sürgün olan Rus Yahudisi Troçki’den Yahudi karikatürlerinin prototipi haline gelen Salamon karakterine, çok çeşitli öznellikleri ve tarihsel vakayı, bilgiyi kayıt altına alıyor bu sözlük.

Yemekleriyle, âdetleriyle, deyimleriyle, dilleriyle Türkiye’deki Yahudilerin gündelik hayatlarına da ışık tutan Türkiye’de Yahudi Olmak: Bir Deneyim Sözlüğü kayıt tutan, hafıza tazeleyen bir kolaj…


Kitaptan Bir Bölüm

“Yahudi olmak”, sınırları kolayca çizilemeyen, çerçevesi ve içeriği sabit olmayan, tarihsel, coğrafi ve kişisel olarak çok çeşitli anlamlar kazanabilen bir tanım. Bu iki kelime bir araya geldiğinde, sabit bir kimlik göstereni olmaktan ziyade belli hafıza biçimlerine, kültürel kodlara, ilişkilenme veya kopuş hallerine işaret ediyor. Anlamı, ulus-devlet içinde azınlık olma, azınlığın kendi içinde azınlık olma, topluluğun içinde ve dışında benimsenen veya dayatılan kodlara dair alınan pozisyonlara göre değişen, bulanan, yeniden kurulan bir tanım. Kimisi için nüfus cüzdanının üzerindeki birkaç harften ibaretken, bir başkası için sonsuz bir sürgün anlamına gelebiliyor bu yüzden. Türkiye’de Yahudi olma deneyimi de, bulunduğu coğrafyadaki din ve dillerle olan ilişkisi, algılama ve algılanma biçimleri, gitme-kalma ve aidiyet sorularıyla hemhal, yerel ve yerel ötesi dinamiklerle bağlantılı. Türkiye’de Yahudi Olmak: Bir Deneyim Sözlüğü işte bu tanımın yerleşik ve egemen anlamlarını deşip sorgularken, bir yandan da onu anlar, anılar ve anekdotlarla yeniden doldurmayı amaçlıyor. Resmî bir sözlük veya ansiklopedinin yapmaktan itinayla kaçınacağı bir şekilde gerçekçilik, bütünsellik ve kapsayıcılık iddiası olmadan.

Kaydı tutulamayan onca hikâyenin yok olmasından duyulan kişisel endişeyle bu hikâyelerin işaret ettiği ve yeterince deşilmemiş olan toplumsallığın ilişkisine biraz daha yakından bakma isteği bu çalışmanın başlangıç noktası oldu. Bu nedenle, deneyimleri toplama fikrinin tetikleyicisinin, bu kitabı derleyenler olarak birimizin annesi, birimizinse anneannesi olan kişinin, ölümüne yakınken, sanki gitmeden önce geride olabildiğince çok hikâye bırakmaya çalışırcasına anlatmaya giriştiği ve bizim de aceleyle kaydettiğimiz göç anıları olması tesadüf olmasa gerek. Deneyim, hem bilgiye ulaşmanın hem de onu aktarmanın bir biçimi olarak, daha büyük izlekleri takip eden tarih yazımına dahil olmayan öğeleri, gündelik hayat içinden damıtma potansiyeline sahip. Buna hafızanın çarpıtmaları ve deneyimleri bugüne taşırken oynadığı oyunlar da dahil. Bu yüzden, “deneyim sözlüğü” ifadesi, deneyimlerin, sözlük maddelerinin aksine sabit olmamalarına yaptığı ironik referansla sınırlı değil; arşivlenen deneyimlerin tarihsel bilgi birikimi yaratma gücüne de işaret ediyor.

İzmirli genç bir Yahudi kadının 70’li yıllarda düzenli olarak aynanın karşısına geçip Türkçesindeki Yahudi aksanından kurtulma çabalarından, azınlık kimliğini görünmez kılmak için Yahudi ismini geride bırakıp yeni bir isim kuşanan veya iki dil arasında sıkışıp kalanların kendilerini içinde bulduğu durumlara; fabrikada çalışmaya başladığı zaman patronu veya üniversiteye girdiği zaman sınıf arkadaşı olarak hayatta ilk kez bir Yahudi ile tanışan insanların ilk izlenimlerinden, Yahudi arkadaşlarının gittiği yerlere gidemediği için içerleyen genç kıza çok çeşitli öznellik hallerini kayıt altına alıyor bu sözlük. Bu esnada, hatırlayan kişinin, belleğinde kalan bazı noktaları birleştirerek yeniden kurduğu birçok farklı portre de beliriyor, bazıları bilinen figürler, bazıları ise komşular, unutulmayan eski arkadaşlar veya unutulmak istenen öğretmenler… Renkli bir mahalle hayatının parçası olan ve genç yaşta ölen Ceki; en büyük hayranları İzmir Yahudileri olan, danslı çay partilerinin unutulmaz sesi Celal İnce; bir süre İstanbul’da sürgün olan Rus Yahudisi Leon Troçki; kendisi gibi nicelerini anımsatan tarih hocası Fikret Hanım; siyah taftadan tören elbisesi ve kirli tırnaklarıyla Madam Gravyer; Yahudi karikatürlerinin unutulmaz karakteri Salamon; salatalık satan yoksul Yahudi Yako…

Azınlık olma durumunun getirdiği kimlik, isim, dil ve vatana dair sorgulamalar, azınlığa mensup olan kişinin çevresi tarafından görünür kılınma biçimleri ve kendi görünürlüğüyle kurduğu ilişki, sözlükte sıklıkla tekrarlanan temalar. Devlet politikaları, savaş, yeni bir ülkenin kurulması gibi tarihsel travmalar ve dönemeçler çerçevesinde yaşanan göç ve gel-gitler şekillendiriyor bu temaları. Yine sıklıkla tekrarlanan ayrımcılık hikâyeleri, bu durumlara muazzam bir süreklilik içerisinde zemin hazırlayan iktidar politikalarının gündelik olana nasıl sinsice sızdığını gösteriyor. Öte yandan gündelik hayatın kodları ve dönüşümüne dair ayrıntılar da çıkıyor ortaya: Aile dinamikleri, alışkanlıklar, karşılaşmalar, yemekler, deyimler, nostaljik öğeler, bir dilin peşinden koşarken başka bir dilin ayağa takılması, gündelik ilişkilerin egemen algıları barındırma ve dönüştürme şekilleri.

Bu sözlüğü var eden elbette ona madde yazarak katkıda bulunan yetmiş bir kişi ve onlara teşekkürümüz sonsuz. Bu yüzden üsluplar da çok çeşitli. Açık çağrıyla ve kendi kısıtlı çevremiz üzerinden ulaştığımız değerli katılımcılar hangi konuda yazacaklarını kendileri seçti. Yazarların isimlerinin yazdıkları maddelerin altında yer almaması ve maddelerin anonim kalması tercihinin sebebi, yazanın kişisel deneyiminden ziyade, tüm deneyimlerin bir araya gelerek ortaya çıkardıkları harita ve örüntülere vurgu yapma isteğimiz. Bu tercihin bir başka sebebiyse bazı deneyimlerin anonim olarak daha rahat aktarılabileceği düşüncesi. Birçok maddenin altına başka maddelere gönderme yapan referanslar ekleyerek, ilgi duyulan herhangi bir konunun kolaylıkla izinin sürülebilmesini de hedefledik.

Bazen, bir sözlükte bir kelimenin anlamına baktığımızda o kelimenin günlük hayatta bulduğu karşılıklar ve deneyimlere sirayet etme şekilleri aklımıza gelir ve bunlar sözlükte sabitlenmiş olan anlamın üzerine oynaşan gölgeler düşürür sanki. Bu anlamda, buradaki madde başlıklarının altında yer alan Türk Dil Kurumu (TDK) tanımları da, dikkatini o yöne çevirmek isteyen okuyucu için, bir kelimenin sözlük tanımıyla deneyimlenme biçimleri arasındaki örtüşme ve makaslara kısa bir bakış atmaya yarayabilir. Madde isminin TDK Sözlüğü’nde yer almadığı durumlardaysa yalnızca Türkçe olmayan kelimelere kendimiz kısa, açıklayıcı tanımlar ekledik.

Madde başlıklarında, önemli tarihsel dönemeç ve olayların isimlerinin genelde bire bir yer almaması, Türkiye’de Yahudi olma konusuna eğilen bir sözlük için en başta şaşırtıcı görünebilir. Fakat bu kitabın amacı, doğrudan bilgi vermektense, birbirleriyle konuşan deneyimleri bir araya getirerek bu olaylara dair kısmi ama anlamlı bir algı ortaya çıkarabilmek. Yapılan birçok başka kapsamlı ve esin verici çalışmayı kaynak göstermektense, tarihsel kesitlerin çoğunlukla anı formunda yer alması bu yüzden. Öte yandan, tarihsel olayların bazılarını kendi deneyimleri üzerinden bugün anlatacak kimse kalmadığı için bunlara kısa ve bilgi verici maddeler olarak yer açtık. Bazılarıysa hiç yer almadı. Tüm bunlar göz önüne alındığında buna yeni deneyimler ya da ansızın üşüşen hatıralarla zihinde çeşitlendirilebilecek ve tamamlanmamış bir sözlük olarak bakmak doğru olacaktır. Bu anlamda Türkiye’de Yahudi Olmak: Bir Deneyim Sözlüğü kayıt tutan, hafıza tazeleyen, kesip biçilebilecek, girip çıkılabilecek bir kolaj olarak düşünülebilir.

turkiyede-yahudi-olmak Nihayetinde, sözlükteki maddeler, tarihin tam şu döneminde icra edilmiş birer hatırlama/yeniden kurma eylemi olarak görülebilir. Birbirleriyle bazen uyumlu, bazen çelişen, farklı kombinasyonlarla bir araya geldiklerinde kaleydoskop gibi şekil değiştiren, böylelikle Türkiye’de Yahudi olmak konusunda düşünmek için farklı zeminler sunan kısa metinler. Yahudi olan ve olmayan, konunun farklı noktalarında duran, çeşitli deneyim ve fikirlere sahip kişiler tarafından yazılmış bu metinlerin, hem oyuncul bir okuma deneyimine, hem de bellek, kimlik ve gündelik hayat üzerine araştırma zemini olmaya açık olduğunu umuyoruz.

“Sokakta Siyaset”

Bugün tanıtımını yapacağımız kitap fırından yeni çıkmış gibi taptaze, yepyeni… Ayşen Uysal’ın 2017 yıl başında İletişim Yayınları’ndan çıkmış olan “Sokakta Siyaset, Türkiye’de Protesto Eylemleri, Protestocular ve Polis” isimli kitabı…

aysen2(2)Üstüne üstlük Ayşen Uysal da 1973 İzmir doğumlu; yani bizim hemşehrimiz… 1995 yılında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Kamu Yönetimi Bölümü’nde lisans eğitimini tamamladıktan sonra, aynı üniversitede Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Anabilim Dalı’nda “Türk Anayasa Mahkemesi Kararlarında Sosyal Devlet” isimli tezi ile yüksek lisans derecesi almış. 1999 yılında Milli Eğitim Bakanlığı bursuyla Paris’e giderek Paris I Panthéon – Sorbonne Üniversitesi’nde ikinci yüksek lisansını, 2005 yılında da aynı üniversiteden siyaset bilimi doktoru unvanını almış. Ardından da sırasıyla 2010’da doçent, 2015’te profesör olmuş. Tarihsel Sosyoloji, Stratejiler, Sorunsallar ve Paradigmalar (Ferdan Ergut ile birlikte, 2007), Siyasal İslam ve Liberalizm (2009) ile İsyan, Şiddet, Yas: 90’lar Türkiye’sine Bakmak (2016) başlıklı kitapları derlemiş. Particiler: Türkiye’de Partiler ve Toplumsal Ağların İnşası (Oğuz Toprak ile birlikte) kitabı 2010 yılında İletişim Yayınları’ndan çıkmış. Toplumsal hareketler, polis ve siyasal partiler alanlarında uluslararası ve ulusal dergi ve kitaplarda farklı dillerde yayınlanmış çok sayıda makalesi bulunan Uysal, halen Dokuz Eylül Üniversitesi Kamu Yönetimi Bölümü’nde görev yapmakta.

Eylem kendini sergilemektir” deyişi ile başlayan kitabın “Sokakta Siyaset” başlıklı giriş bölümünden sonra “Kuramsal Yaklaşım ve Yöntem” isimli ilk bölümünde kitaba konu olan toplumsal araştırma ile ilgili kuramsal yaklaşım ve kavramlar tanımlanarak araştırmanın sınır,  yöntem ve örneklem seçimi konusunda bilgi veriliyor.

Protesto Döngüleri, Eylemlerin Frekansı ve Niteliği” başlığını taşıyan ikinci bölümde basındaki ve polisin elindeki veriler çözümlenmekte, “Protestocular ve Örgütleri” başlıklı üçüncü bölümde ise eylemcilerin toplumsal ve siyasal profili belirlenerek eylemci örgütler ele alınmakta.

Protesto Eylemlerinin Talepleri” başlıklı dördüncü bölümde siyasal ajanda kapsamındaki protestolar, döngüsel eylemler, Kürt meselesi ve özgün gündemler çerçevesinde taleplerin içeriği analiz edilmekte.

Eylem Repertuvarı, Performanslar ve Epizotlar” başlığını taşıyan beşinci bölüm protesto eylemlerindeki ritüelleri ve araçlarıyla sembolik eylem biçimlerini, eldeki mevcut repertuvar ile mekânın ilişkisini ele alınarak İzmir ve Mersin’deki eylemlerin repertuvarı sergilemekte.

Eylemlerin ‘Diğer Tarafı’ Olan Polis” başlıklı altıncı bölümde ise polisin teşkilat yapısı, polis evreninin özellikleri, polisin denetim ve baskı için kullandığı araçların repertuvarı ele alınarak protesto eylemlerinin ‘diğer taraf’ı irdelenmekte.

Eylemcilerin Gözüyle Polis ve Eylemcilerin Karşı Stratejileri” başlıklı yedinci bölümde eylemcilerdeki polis algısı tanımlanarak eylemcilerin devlet şiddetine yanıtları ve geliştirdikleri karşı stratejiler ele alınmakta.

Olağanlaşamayan Bir Siyaset Tarzı” başlığını taşıyan sonuç bölümünde ise geniş bir alanda yapılan araştırma sonucunda sokakta yapılan siyasete ilişkin genel çıkarımlar ele alınıp değerlendirilmektedir. Bu bölümde ele alınan çıkarım, düşünce ve değerlendirmeleri daha iyi anlayabilmek amacıyla kitabın tanıtımında kullanılan aşağıdaki metni ve kitabın ilk 16 sayfasını içeren İletişim Yayınları’na ait linki sizlerin ilgisine sunuyor, gündemimize yerleşen bu değerli kitabı sizlerle birlikte aynı zamanda okumayı teklif ediyoruz.

58aee91440201111e8b523b0“Sokak, çatışma, müzakere ve temsil alanıdır. Sokak, mevcut hakları korumanın, yeni hak taleplerinde bulunmanın, kamu politikalarına müdahale etmenin aracı ve mekânıdır. Sokak, siyasal düşünceyi dışa vurmanın, düşünceyi simgesel düzeyde açıklamanın aracıdır. Düşünceler sokakta pankartlar, dövizler, semboller, ritüeller, grafitiler, mizah, kılık kıyafetler, aksesuarlar aracılığıyla açıklanır. Temsili demokrasilerde seçimden seçime aktif hale gelen yurttaşın, iki seçim arası dönemde de etkin olmasını sağlayan kolektif eylemler, özelde de sokak eylemleri, demokrasinin yaygınlaştırılmasının ve derinleştirilmesinin yollarından biridir.”

Sokak gösterileri, kamusal alandaki protesto eylemleri son yıllarda bütün dünyada yaygın. Türkiye’de de bu küresel eğilime koşut bir gelişme varken, son yıllarda sokakta siyaset -özellikle muhalif siyaset- gitgide “tehlikeli” hale geldi. Hatta bu temel yurttaş hakkını kriminalize eden bir tutum hâkimiyet kazandı.

Elinizdeki kitap İstanbul, Ankara, İzmir, Diyarbakır, Adana, Mersin’den farklı saiklere ve taleplere dayanan deneyimleri gözleyerek, Türkiye’de sokak siyasetinin “doğasını” araştırıyor. Protestocuların toplumsal profili nasıl çizilebilir? Ne istiyorlar? Eylem repertuvarı nasıl biçimleniyor, nasıl çeşitleniyor?

Polisin eylemlere ve eylemcilere bakışını, zihniyet ve davranış kalıplarını da göz ardı etmiyor çalışma. Karşılıklı geliştirilen stratejileri sokak siyasetinin bir dinamiği olarak ele alıyor. Ayşen Uysal bu kapsamlı incelemesiyle sokak gösterilerini ve protestolarını hem anlamaya katkıda bulunuyor hem de onları meşru ve “normal” bir siyasal-toplumsal faaliyet olarak kabul etmeye…”

http://www.iletisim.com.tr/images/UserFiles/Documents/Gallery/sokakta-siyaset.pdf

İzmir Kültürpark’ın Anımsa(ma)dıkları

Yaşayıp deneyimlediğimiz her şey, bizi biz yapan; aklımızı, duyularımızı ve sezgilerimizi şekillendiren, geçmişle gelecek arasındaki kişisel maceramızı inşa eden yapı taşları gibidir…

Gençlikte heyecan, canlılık ya da umursamazlık gibi değişik nedenlerle onları pek fark etmeyip dikkate almasak da yeri gelir, zamanı gelir hepsi teker teker kendilerini hatırlatır ve görevlerini yaparlar…

Yaşananları hatırlama durumu, tüm bir yaşam boyu bizlerle birlikte olmakla birlikte; bunun alanı ve yoğunluğu yaşlanmakla birlikte artar… Bu durum, bazı anıları ya tümden unutma, ya daha iyi hatırlama ya da bunlar arasında çarpık bağlantılar kurulması şeklinde yaşanabilir…

Yaşanan an ile geçmiş arasındaki doğru bağlantıyı kurup hatırlama açısından en etkili olan unsurlardan biri, herkesin deneyip bildiği geçmişte yaşanan şeylerin gerçekleştiği mekânlardır. O nedenle hatırlamayı kolaylaştıran, tetikleyen bu yerler çoğu kez “hafıza mekânları” olarak da nitelenir…

İzmir Kültürpark ya da İzmir Fuarı da bu tür “hafıza mekânları“ndan sadece birisidir. Özellikle de çocukluğu, gençliği ya da tüm bir geçmişi bu mekânla ilişkisi açısından bir dantel gibi ilmek ilmek örülenler açısından…

Bu anlamda “Kültürpark” ya da “İzmir Fuarı”, kimi için çay bahçelerinde ya da gazinolarında ilk çalıştığı, ekmek parasını kazanmayı öğrendiği, bu nedenle her köşesini avucunun içi gibi bildiği yerdir… Kimi için ailesi ile birlikte gidip Ada Gazinosu’nda gelip geçeni seyrederken semaverde çay içtiği, kimi için de yaşamında ilk kez Ajda Pekkan’ı, Bülent Ersoy’u ya da İbrahim Tatlıses’i gördüğü, belki de imzalı resmini aldığı bir yerdir…

Benim için de, her sene Akçay’daki Devlet Demiryolları Kampındaki tatilden sonra, kamptaki tanıdıklarla birlikte Edremit Belediyesi’ne ait otobüslerle gelinip ziyaret edilen, bu nedenle de o gece ucuz Basmane otellerinde kalınan ve ertesi gün Basmane Garı’ndan trenle Ankara’ya gidilen keyifli ve yorucu bir maceranın bir gecelik konağıdır…

Yaş ilerledikçe, genel olarak tüm bir geçmişe, özel olarak da İzmir Fuarı’na ya da Kültürpark’a yönelik bu tür anıları derinleştirerek anlatmak, değişik ayrıntılarla süslemek, yıllar içinde değişen Fuar ziyaretleriyle zenginleştirmek mümkün olmakla birlikte sözü daha fazla dolandırmadan uzun bir süredir sizlerle paylaşmak istediğim bir kitaba getirerek sizlerin de okumasını arzuladığım bir kitabı tanıtmak istiyorum.

Kitabımızın adı, “İzmir Kültürpark’ın Anımsa(ma)dıkları, Temsiller, Mekânlar, Aktörler”

Ahenk Yılmaz, Kıvanç Kılınç ve Burkay Pasin tarafından derlenen kitap, Tanıl Bora‘nın editörlüğünde 2015 yılında İletişim Yayınları tarafından yayınlanmış. Şu andaki etiket fiyatı 30,5 TL.

Toplam 384 sayfadan oluşan bu derleme kitap, Kıvanç Kılınç, Ahenk Yılmaz ve Burkay Pasin‘in ortak kaleme aldıkları “Hatırlamanın ve unutmanın kentsel sahnesi olarak Kültürpark’ın belleği” isimli makale ile başlıyor.

Ardından kitabın “Yer, kimlik ve modernleşmenin temsilleri” başlığını taşıyan ilk bölümünde; sevgili arkadaşımız Emel Kayın‘ın “Anımsama ve unutmanın temsilleri: İzmir Enternasyonal Fuarı ve Kültürpark’ın hafıza katmanları“, geçtiğimiz yıllarda kaybettiğimiz tarihçi Vangelis Kechriotis sayesinde tanıma fırsatını bulduğum Kalliopi Amygdalou‘nun “Modern ve ulusal bir kimlik arayışında değişen formlar ve anlamlar: 1930’larda İzmir’in Kültürpark’ı ve çevresi“, Emre Gönlügür‘ün “Soğuk Savaş’ın ideolojik fay hattında bir modernlik sahnesi: 1950’lerde İzmir Enternasyonal Fuarı’nda Amerikan Sergileri“, Sezgi Durgun‘un “Apollo ve Sputnik’in Kültürpark macerası” makaleleri yer alıyor.

Kitabın “Sergileme ve eğlence kültürünün mekânları” başlığını taşıyan ikinci bölümünde T. Elvan Altan‘ın “İzmir Fuarı, Kültürpark ve Türkiye’nin inşası“, Yüksel Pöğün-Zander‘in “İzmir Enternasyonal Fuarı pavyonları (1936-1940)”, Meltem Gürel‘in “İzmir Fuarı’nda modernitenin mekânları, modernizmin çevirisi: Ada Gazinosu (1937-1958)” başlıklı makaleleri,

2202 IZMIRKULTURPARK.indd

Anımsama ve unutmanın aktörleri” başlığını taşıyan üçüncü bölümünde Nilay Ünsal Gülmez ile Emine Görgül‘ün “İç mimarlık mesleğinin gerçekleşme mecralarından biri olarak Kültürpark ve İzmir Fuarı“, Deniz Güner‘in “Kültürpark’ın bilinmeyen tasarımcısı Mesut Özok: Bir otobiyografik yapı-söküm ve biyografik yeniden-inşa denemesi“, S. Bahar Durmaz Drinkwater ile Işıl Can‘ın “Kolektif bellek ve kamusal alan: Kültürpark’ın anımsattıkları ve mekânsal dönüşümü” başlıklı makaleleri yer alıyor.

Kitabın “Sözsöz” başlıklı son bölümündeki tek makale ise Gülsüm Baydar‘ın “Karşı-tarihler, karşı-bellekler” başlıklı makaleden oluşuyor.

Bence, geçmişi bir şekilde Kültürpark ile ya da İzmir Enternasyonal Fuarı ile ilişkili olan; üstüne üstlük “Kültürpark’a Dokunma!” diyen herkesin alıp okuması gereken değerli bir kitap….

İyi okumalar dileğiyle…