Turgay Gönenç ve şiirleri

Turgay Gönenç: Şair, yazar ve ressam. 1939, Tokat doğumlu. Haydarpaşa Lisesi (1959), Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi (1963) mezunu. İzmir İstatistik Bölge Müdürlüğü yaptı ve bu görevden ayrıldıktan sonra (1968) sonra Ege ve Dokuz Eylül üniversitelerinde öğretim üyesi olarak çalıştı. Resim çalışmaları yaptı ve ilk sergisini 1955’te İzmir’de açtı. Özel dersler verdi, TRT İzmir Radyosu’nda “Ege’den” (1955) ve “Şiir Tadında” (1998) adlı programları hazırladı.

1955’te Gece Postası gazetesinde haftalık yazılar yazmaya başladı. Şiir ve yazıları 1968’den itibaren Yelken, Pazar Postası, Seçilmiş Hikayeler, Dost, Papirüs, Sanat Olayı, Gergedan, Gösteri, Değişim, Adam Sanat, Türk Dili, Yazko Edebiyat ve Hürriyet Gösteri gibi dergilerde yer aldı. 1996’dan itibaren Yeni Yüzyıl gazetesinde yazdı. İngilizceden şiir kitapları çevirdi. Bazı şiirleri Arapçaya çevrildi. Yüzün Senin adlı kitabı Natıroğlu Yazın Ödülü birinciliğini (1984), 1998’de TÜYAP İzmir Kitap Fuarı Eleştiri Onur Ödülünü kazandı.

“Gönenç’in denemelerinde çocukluk yıllarının anımsamaları, duyumsamaları, esintileri görülmektedir. Uçurtma ve bisiklet, her zaman belleğindedir. (…) İzmir’de dolaşırken, bazen, düşlerine giren eski sokakları da buluverir, içinde bir sevinç kıpraşır. Böylece, eski bayramların sevincini, güzel sokakların güzelliğini anımsar. ‘Bıçak’ adlı denemede, annesiyle geçen günlerdeki bir durumu dile getirmiştir. Kasap oyununun yarattığı korkuyu annesine anlatmış, onun güzel sözleriyle teselli bulmuştur.” (Muzaffer Uyguner)

Eserleri

Şiir: Bozgunda (1962), Ben Severek Büyürüm (1973), Yüzün Senin (1983), Gece ve Genç Kız (1994), Kuşların Göçerken Çizdikleri (Toplu Şiirleri, 1994)

Deneme-Eleştiri: Zamanın Sularında-Tarihsiz Günlükler (1989), Beni Irmak Boylarına Götür Anne (1998), Taşın İçinde Gizlenen (2000), İskelenin Altındaki Deniz (2004).

Monografi: Nedim Gündür (1993).

Yıllık: İzmir İl Yıllığı (1969).

Antoloji: İkinci Yeni Şiir Antolojisi (Mehmet H. Doğan ile, 1969), Hoşbulduk Selim Dede.

Çeviri: Öfke (J. Osborn’dan), Oza (A. Voznesenski’den, Mehmet H. Doğan ile), Şiirler (Abdülvahap el-Beyati’den), Baile Kıyılarında (W. B. Yeats’den)

Hakkında: Mücellidoğlu, Ali Çankaya / Yeni Mülkiye Tarihi ve Mülkiyeliler (C.VII, 1970), Yurt Ansiklopedisi (C. X, 1984), Vitrindekiler (Cumhuriyet Kitap, 19.11.1998), Muzaffer Uyguner / Lirik Esintili Denemeler (Cumhuriyet Kitap, 1.4.1999), Behçet Necatigil / Edebiyatımızda İsimler Sözlüğü (18. Bas. 1999), ŞÜkran Kudakul / Şairler ve Yazarlar Sözlüğü (6. Bas. 1999), TBE Ansiklopedisi (2001), Saime Ercan / Turgay Gönenç’ten Yeni Denemeler: İskelenin Altındaki Deniz (Cumhuriyet Kitap, 20.1.2005)

13) 4-2-1951

Turgay Gönenç, Annesi Sırrıye Hanım, Ablası Mübeccel Hanım

DAĞLARDA O KENTLER

Güneşin gitmesiyle gizlenen yollarından

Çağsız görünüşlü o dağ yapılarının

Geceden kaçırılmış yalınç odalarında

Gülerek duvarlara yaslanıp kadınların

Suskun tutkularından arta kalan bir suyu

Bölüşüp, alışkın adamlarla.

Yadsınan dünlerime uğrak olan bu kentte

Kanat vurup düşünce eskil soluk bir anı

Vurduğu bir kuş olan avcının bakışıyla

Nasıl tutar vurmadan çok severse kuşları

Her sevgiye varışta bir ölümdür kutlanan

Alışıp, ölüme sevgilerle

Gecenin inmesiyle yolları gizlense de

Çözülen buzullardan arta kalan taşları

izleyince varılır dağlardaki o kentler

Sularının dınmayıp ırmakların aktığı

o günlerden, yaşamış bir avcı gülüşüyle,

Ve “hüzün, dinmiş bir coşkudur der”

03

KUYULU GEÇİT

Sızan isli sularla çok kirli duvarlardan

Usul incelir boynu öpmeye yosunları

Çoğaltan adamların ve hiç korkmadıkları

Çocuklar geçitlerde büyür unutmaktan

Çocuklar Geçitlerde büyür unutulmaktan

Bir ağıt öpüşüyle dönüşen yosunları

Yağmurdur sokakların sönünce yangınları

Acısıyla bir tayın hep taşlarda koşmaktan

Ölüm bir çocuktur kuyulu geçitlerde

Usul incelir boynu içmeğe sularından

Unutulmuş bir sokak ve koştukça daralan

Kaçırılmış gözleri ağan tay sesleriyle

Yükselince suları kuyuların yüzüne

Gün sonu çocukların birlikte ağıtları

Belirtir yüzü sular ıslanır ağızları

Ölüm bir çocukken kuyulu geçitlerde

DSC_0193

SUR

Bir dalgın alın bizi ansızın ortalıkta

Ağışıyla birlikte rüzgar hortumlarının

Bırakır sevmelerin hüzünlü kıyısına

Korkusuyla gecede yol kesen adamların

Korkusuyla gecede yol kesen adamların

N’olur bırakılsak o yalınç ormanlara

Duyarlar devrimini o suskun kadınların

Belirgin bir seviyi anlatmaz anlatışla

Belirgin bir seviyi anlatmaz anlatışla

Bırakıp bir kuytuya öpülmüş ekmek gibi

Hüzünlerle adamış yaşamını bir SUR’a

Dokununca ansızın dışta kalan bir sevi

Dokununca ansızın dışta kalan bir sevi

İşliyorken usulca yağmur gibi surlara

Dökülmüş bir sıvayla simgeler ikimizi

Güç benzeyen bir yüze bir muma karanlığa

DSC_0208

Oruç Aruoba şiirleri

DÖNÜŞ
Caddede karşıma birden dolunay çıktı
Yavaşça yürüdüm yukarı, gökyüzü açıktı
Giineş tam arkamda yitmişti, biliyordum
Meydana varınca mavilik de gidecekti.

DÜN
ERKEN
Akşam kızıllığı çok kısa sürdü
Daha o gitmeden ışıklar goriindü
Koyu döndü vapur sürüklenerek
Bütün olup bitenler sanki dündü

Oruç Aruoba 004

SOKAKTA
Buradayım:
Yüzyıl oldu.
Önümden geçen yol
tıkandı
Çevremdeki bahçeler
daraldı
içimde yaşayan insanlar
azaldı
Yalnızlaştım.

Buradayım:
Yüzyıl önce başladım
beklemeğe.
Yavaş geçip gitme zamanı:
Dumanlar
isler puslar
yağmurlar
sıcaklar soğuklar
rüzgarlar
kemirdi her yanımı
Tahtaları birer birer çürüdü
boyalarım
parça parça döküldü
payandalarım
teker teker çöktü:
Yiizyıl oldu.

Yüzyıl önce:
Pırıl pırıl, yemyeşil
bahçem
bembeyaz, tertemiz
duvarlarım
cıvıl cıvıl, şen
odalarım
buradaydım.
Yaşıyordum –
yaşıyordu insanlarım.
Yüzırl oldu:
Karanlık, küf rengi
çevrem
kararmış, yıkık dökük
duvarlarım
kasvetli, kir-pas içinde
odaları
buradayım.
Yaşamıyorum –
yaşamıyor insanlarım.

Buradayım.
Yiizyıl oldu.
Bekliyorum.
Yalmzım
burada.

Bekliyorum –
ilk çocuğun attığı
ilk taştan beri
bekliyorum.
Ne zaman gelecekler –
baltalarla, balyozlarla, keserlerle –
Yalnızım
burada
bekliyorum.
Ne zaman
gelecekler?

Oruç Aruoba 001

UNDER
GROUND
Biz gene buradayız.
Sense oradaymışsın.
Sözlerimiz seni aradı
ama duvarda bir yazı vardı.
Giineşten düştü bir ışın, karardı.
Bir kapı çarpıldı karanlıkta, kapandı.
Gözlerimiz bulandı.
Sevgimiz
kala
kal
dı.
Yanaklarımız ıslak
ellerimiz kaypak
alınlanmız çıplaktı.
Sen
hep bizimken
biz gelmeden
hiç; bilmeden
gitmiştin.
Anılarımız
utandı.

Bizim canı bağımızdın sen
Yiireklerimiz coşkuyla çağlarken
Yavaş adımlarınla yaklaşır
Tutkumuzu okurdun gözlerimizden.
Biz yokken burada olurdun
Solmayan anılarımızı korurdun
Geri geldiğimizde hep sevgimize
Soyleyecek bir duru soz bulurdun.
Şimdi bir acılı özlemde yaşayacaksın
Orada ne kadar yağmur yağarsa yağsın
Silik yüzünde gülümseme ıslanmayacak
Burada iki sevgili yürek arasıdasın.

Artık utanmayacak
parlak anılarımız
senin için paylaştığımız
son kadeh şarap
taşıdığımız iki yitik yaş
senin içindi
senin kalacak.

Oruç Aruoba 003

HAVADA
Burada
duvar ile direk
arasında asılı,
sallanıyorum.
Kenarlarım yırtık
parçalarım sarkık
içim patlak.

Burada
geçmiş ile gelecek
arasında gerili,
sallanıyorum.
Saatlerim çarpık
günlerim çatlak
yılım yitik.
Sözcükler gelip geçiyor içimden
anlamsızlığa doğru,
eylemler geçip gidiyor elimden
çaresizliğe doğru.
Bocalıyorum
burada
hiçlik ile yokluk

 

Behçet Necatigil şiirleri

tumblr_ozmea96t6x1u5jw44o1_1280

BAŞKA TÜRLÜ
Başka türlü sokaklarda gezenler,
Başka türlü kitaplarda yazanlar.
Yer kalmadı bakmadığım:
Hayatta çeşitli sahne,
Sinemada pek çok filim,
Hepsini seyrettim,
Hiçbiri bana benzemiyor

Değirmen, 5 Şubat 1943

 

UYANMAK
Düşsem
Kan ter içinde
Düşsem uçurumlara
Hemen unutulsam
Uyandıklarında.
Kalkıp size gelsem
İçeri alsanız
Bakmadan yüzünüze
Gene aynı ocakta
Isınsam.
Sonra gene dışarda
O tepeye çıksam
Uyurgezer
Fırtına kar
Düşsem.

Yazko Edebiyat, 5 Ekim 1974

tumblr_oi49mg4y2N1rlhvpdo1_1280

İKİ ÇAPRAZ ÇİZGİ
Adam sen de
Tatlı cana eziyet Öyle, hem de yok yere.
Bu yaşıma gelinceye
Sanki az mı denedim
Bir şey gayet ufak
Kendi ölçünüzde
Sen gel de şu bahta bak
Ellerin gözünde
Bir matah olur, büyür
Yalnız siz isteyince.
Bari bir şeye yarasa
İnsan üzüldüğüyle kalıyor
Yırtın, çırpın boşuna
İş olacağına varıyor.

a0115940e937cf7083d6d28778a06f55

YOLLAR VE EVLER
Herkes kendi işinde,
Kadın yemek yaptı gündüz
Ocağının başında.
Erkek çalıştı durdu,
Akşam üstü yoruldu.
Eve ekmek götürdü.
Şehir kapılan kapandı
Yollar kaldı sur dışında.
Kim alır onları evine
Nereye gider onlar;
Gece ayazında
Üşümez mi yollar? ..
Işıklar yandı söndü
Yaşamak durdu evlerde.
Sokaklar tenha,
Sinema dönüşü
Bütün merakım bu evlerde.

ŞEHRE BAGLI
Vapurlara koşarım
Geç kalmışım
Trenleri sorarım
Kalkmışlar.
Akşam olunca
Bulutlara bakarım
Onlar da bensiz gider.

GEMİLER
Limandan kalkıp yer yer
Gemiler dolu gider
Bomboş gelir gemiler
Kalır bu yükler nerde?
Kayıp denizde olsa
Kıyıya atar dalga
Hangi kervan acaba
Onu sürükler nerde?

Aralık 1935 (Varlık, 74, 1 Ağustos 1936)

OSM_3826

GÜNDÖNÜMÜ
Dönem dönem
Aynı yere gelirem
Çapraşık sokaklar eğleniyor benimle.
Yerinde rahat uyu, gerisini görme
Diye birden çekilir
Bizden yana bir perde.
(Varlık, 856, Ocak 1979)

EŞYA
Koparırlar hayattan,
Çekerler hayata gene
Ellerinde oyuncağız,
Evire çevire.
Yaşayacak gibi sonsuz
Edini:heler – –
Bir dönem soğuruz
Azalırlar eskidiklerinden.
Önce umursanmazken
Başlanırsa toplanmaya eşya,
Umutlusunuz
Uzun yaşamalardan.
Çocuklara kalması
Çocuklar – –
Hızlı değişme
Alaylı bakışları.
Bir yaştan sonra
Eşyalara düşmeniz – –
Bu demek ki
Gönlünce yaşamadınız.
Alaylı bakışları.
Bir yaştan sonra
Eşyalara düşmeniz – –

 

SINIF DEĞİŞTİRMEK
Önemli mi geçmemiz
Kalalım.
Sınıfımızı seviyoruz,
Yeter ki çalışalım.
Üste – –
Burada duralım
Çıkan çıksın
Yeter ki

Behçet Necatigil - Tüm Şiirleri

Yunan Dosyası: Constantine Manos fotoğraflarına Ali Cengizkan şiirleri…

“Yunan Dosyası şiirlerinin uzun bir serüveni var. Constantine Manos’un “A Greek Portfolio” albümündeki fotoğrafları şiirleştirmeye karar verdiğimde yıl 1979’du. Fotoğraf ve şiirleri, müzik eşliğinde bir dia göstermeyi düşünüyordum. Çoğunluğu Yunan adalarında çekilen bu fotoğraflar Türk halkının kültürüne çok yakın bir kültürü yansıtıyordu; böylece şiirler, yorumlarıyla, evrensel olabilme olanağını kazanıyorlardı.

Bu çalışma, sanatların birleşik kullanılması yönünde, bir yaşama sanatının kurulması doğrultusundaki girişimin bir parçası olarak yorumlanmalı.”

                                                                                                                         Ali Cengizkan

01
Girit, Sfakia 1964, “Çoban

Başkaları su gibi aktı denize

Araya dağlar girdi, ağardı saçlar,

Dut dalı baston işe yaramasa da

Kayalıkta çınlayan suyun sesi var.

02
Yunanistan, Mani 1964, “Denizdeki çocuk

Gözün yaşlı değil, sular durgun.

Sular durgun ve orda bir kayık var.

Büyüdüğümüzde alışkın olalım diye.

Küçükken bizim de başımızı kazıdılar.

03
Yunanistan, Karpathos 1964, “Balıkçı kayığı Denizler Kurdu

Sessiz ve derin kumsalda hazırlanır

Taşların üstünde geçmişin birikimi.

Göz nuru, alın teri, bir şişe şarap

Ve işte bir kayık: Denizler Kurdu.

07
Yunanistan, Pelopennesus 1964, “Buğdayın temizlenmesi

 

İşte kumsalda duruyorum, solumda deniz

Arkamda dağıyla, eviyle, incir ağacıyla

Önümde toplanan buğday, emeğiyle, gücüyle

İşte dünya, diye düşünmüştür eşek

10
Yunanistan, Girit Elounta 1964, “Kare içinde oynamak

İkisi anlaşmış, ikisi anlaşmak üzere

Bir ağaç yığınıdır köy uzakta,

Bir yürek kabartısı, dünya havada:

Ufaklık topu yakalayacak mı acaba?

11
Yunanistan, Karpathos, Olympos 1964, “Çatıda seksek

Toprak onun için ekilir, fabrika onun için

Taşlar onun için yontulur, evler onun için

Kızlar onun için sevilir, erkekler onun için var

Çocuklar bu dünyada seksek oynasınlar.

15
Skyros, 1967, “Büyükanne ve torunu

Bazen beyaz bir çizgidir yaşam

On yılları andırır kesikli uzanışı,

Ama kireç badanalı taş duvar üstünde

Ninem oturuyor işte, umut dolu bakışı.

17

O serinlik, sadece o serinlik.

Güzelliğin, doğruluğun, iyiliğin serinliği.

Kardeşliğin, candaşlığın, yoldaşlığın serinliği.

0 serinlik, sadece o serinlik.

MAC64009W00003/41
Yunanistan, Girit, Gerolimena 1964, “Kahvenin sahibi

Masaları temiz tutmalı, parlatmalı

Üstünde çiçekten bir saksı

Elinde parmaktan bir sigara

Masayı daraltmak, kahveyi genişletmeli, saçı ağartmak.

34
Yunanistan, Karpathos 1964, “Balıkçı kayığını çekmek

Sekizbuçuk kişiydiler: Sekiz yürek, onaltı el

Onaltı göz, sekiz dudak, dört sevdalı

Omuz veriyorlardı “Medar-ı Maişet Motoru”na.

Buçuğuncu, elinde deniz kestanesi tutan çocuk.

37
Yunanistan, Trikeri 1964, “Balıkçı ve ailesi

Kim besleyebilir insanı böyle

Elleriyle konuşan bir baba,

Ayaklarıyla anlayan bir anne

Ve gözleriyle gülen çocuktan başka?

 

Ahmet Erhan – Öteki Şiirler

Kendimi Bağışlıyorum Sonra

2.
Ayaklarımı bir denize salıyorum
Dalgalar.. ve binlerce yıllık deprem yıkıntıları
Arkadaşlıklar ve inançlar örselendi artık
Acımasızca kondurup da kuşkuları
Herhangi bir dar sokağında
Herhangi bir şehrin,
Korkular biçimlendi
Verilen her adresten sonra
Bir hücrenin daha kapısı açıldı
Güz çiçekleriyle birlikte ağladı kalbim
Fakat cesaretin
Ve kitapların boyunduruğu sürüyor hala
Ve sürüyor tüm saflığıyla dolmuş kuyruklarında
                                                                                    hayat
Sabahın ilk güvercinleriyle dolu kalbim
Nefes alıyor yeni şarkılarda ..

Ey, bir çocuğun en içten gülüşünde kalan güneş
Kitapları içinde sessizce göveren
Ve bir işçiye ellerinin anlamını öğreten aydınlık
Kalbimi sana uyarlıyorum
Akla beni!

1976

12802774_1285240658159590_2000709164241866348_n

Özlediğimiz Şeyler

A.Kadir’e

En çok özlediğimiz şeyler yarına kaldı
Gökyüzünü de boğduk nefeslerimizle
Kapalıydı perdeler, sokaklar karanlıktı
Dilsiz bir adam kurtuluşu sordu bize
En çok özlediğimiz şeyler yarına kaldı
Çocuklar soğudu her geçen gün oyunlarından
Tekmeleyerek yürüdüler okul kitaplarını
Aldılar nasiplerini kısa pantolon giyerek
                                                                   yaşlanmaktan
En çok özlediğimiz şeyler yarına kaldı
Denizin karnını karıştırırken bir rüzgar
Ekerken sulara çiçek kokularını
Yalnızca gökyüzü durulanınca mı gelir bahar
Bir çocuğun gülümsemesi kuşları uyandırmaz mı
En çok özlediğimiz şeyler yarına kaldı
Getiremedik Nazım’ı Moskova’dan
Yatıramadık bir köyüne yurdunun…
Başında bir salkımsöğüt ağlayacaktı.
1977

theodorakis

Pencereme Dolanma Ayışığı

Pencereme dolanma ayışığı
Rüzgarın soluğuyla titreye titreye
Ağaçların hatırını sor
-Yoksul ve kimsesizdirler
Denizlerin dibinde oynaşıp duran
Balıkların sırtlarını işit
Pencereme dolanma ayışığı
Gözlerimle sokaklara abandığımda
Yalnızlığı bulursam
Öksüz ve dağınık kitaplarımı bulursam
Odalarda, evlerde
Her radyoda yürek tellerini titreten
Bir türkü bağırırsa
Pencereme dolanma ayışığı
Rüzgarda el çırpan nehirleri anımsarım
Teninde keklik hoplatan kırları
Dallarında yeni gelinler gibi
istekle kıvranan
Erikleri
Eski bir pikapta Theodorakis çalıyor
Bir gemi açılıyor Pire limanından
çarpa çarpa dalgalarına
Dostluğun ve sevginin
Eski bir pikapta kardeşlik çalışıyor
iç çekmeler ve bağırmalarla
Titriyor teller
Pencereme dolanma ayışığı
Özlerim bir dostu kucaklama duygusunu
Onunla ağlamayı, sessizce
Özlerim bir çiçeği öperken
Toprağı öpiiyormuşcasına sevinmeyi
Pencereme dolanma ayışığı
Yorgunum
Pencereme dolanma bu gece
1977

Joan_Baez_Hamburg_1973_2811730005

Joan Baez’i Dinliyorum
Joan Baez’i dinliyorum
ipekten bir örtü geriliyor beynime
Kuşlarım kalkıyor bir aydınlıktan
Başka bir aydınlığa,
Pikabın düğmesini kıvırınca
Beni o yaz günlerine
0 dardağan ağaçlarının altına
iten ne?
Joan Baez’i dinliyorum
Uykularımı bölebilirim şimdi
Yakamdan silker gibi bir tozu
Gereksiz bir ayrıntıyı
Şiirimden çıkarır gibi
Kim sorar bir gelinciği
Yitip gitmiştir bir dağ başında
Onun şarkısını kim söyler
Kim gözler kuruyuşunu
Uçup gidişini rüzgarda
Joan Baez’i dinliyorum
Bölük pörçük anladığım sözcükler
-Vietnam. Che
Joan Baez’i dinliyorum
ipekten bir örtü geriliyor beynime
1977

Resim1

Şükrü Erbaş şiirleri…

ÜÇ NOKTA
Büyük konuşanlar
Alınlarında eğri olmayanlar
Yalnız yükseği görenler
Herkesin ortasında yürüyenler
Bütün ışıkları yananlar
Sesi menevişsizler
Güzü küçümseyenler
Gözyaşına arkasını dönenler
Kendini mutluluk bilenler
Sessizlikten korkanlar
Yalnız eşyalarına gülümseyenler
Öyküsünde öteki olmayanlar
Kederle kirlenenler
Aynası buğusuzlar
Kışa yolu düşmeyenler
Kalbi ölüm mühürlüler
Penceresi dışa açılmayanlar
Aşktan utananlar
Güzelliği kimsesizler
Dili şiddet olanlar
Gövdesi sözünden önce gelenler
Dünyaya dokunmayanlar
Unutanlar unutanlar
Ey tek heceli darlık…
O mevsimim ki herkesten yapılmış
Üç noktayla biten bir cümleyim artık…

Şükrü Erbaş 001

Uslandı zannetme Dervişli Cemal’i
Üç nokta beş harfin budalasıdır.
Derviş Cemal

SUYUM, UNUM, BU⁄DAYIM
Ben bir iyiliğim, diyorum
yitiklik duygusundan doğan.
Çoğalmak istedikçe azalmaktan alırım
güzelliğimi.
Seçilmiş bir yalnızlığın içinden
seslenirim, mahcup ve özgür;
sevdiği herkesi bir kedere
dönüştüren kalbimle.
-Karlı bir boşuğa inen gece
çocuk kalır odamın yanında-
Kalabalığı kanıt gösteririm
kalabalığın kendine:
Hiçbir yakınlık hiçbir hayale
su taşımaz
buğday olmaz
un vermez…

Kendini sevmeni süsleme
diyor, kitaba bakan dostum;
bencil bir acısın sen.
Kimseye sezdirmeden gülümsüyorum
kalbimdeki kalabalığa.
Öyleyse neden odama düşüyor
çekilen her perdenin yalnızlığı?
Ağzının pasını
topuklarından aldığım çocuk…
-Suyum, unum, buğdayım-
Herkesin başkasını konuştuğu
bu aynalar pazarında
seni kimselere
söylemeden öleceğim.
Ocak 2000

Şükrü Erbaş 005

BİR GÜN BU SÖZLER DE

Senin o gözlerinin gamzelendiği

Çay bahçesi gökyüzüne karıştı çoktan

Bahçe değil zülüflerinden bir salıncaktı

Kedilere çınarlardan dökülür dökülürdü

Bir baş dönmesiyle evler hayaldi

Bir baş dönmesiyle dünya hatıra

Alanlarının ortasında bir saat kulesi

İnsanlar sonsuzluğa bakıyor hâlâ

Ceplerde bir avuç çakıl taşı

Hangi denizi ne kadar ısıtırsa

Sönmüş ateşlerde bir pervane

Masadan masaya yakıyor kanatlarını

Herkesin kalbinde bir Şehrazat masalı

Sabaha çıkmıyor kimsenin gecesi

Ölüm izin verdikçe gider otururdum

Bozkır izin verdikçe görünürdü deniz

Sonra o parmaklarda halkalanan rüzgar

Dünyanın bütün acılarıyla tıkanırdı

Bir gün bu sözler de gök bahçelerinde

Bir nar masalı biliyorum

Ey gövdede çiçeklenen zaman

Kendini sevmeden kimseyi sevmezmiş insan

Pervane, 2014

Şükrü Erbaş 003

KAPILAR BİZDEN ÖNCE

Kapının hızlı ya da yavaş kapatılmasıyla,

az ya da çok bir öfke geride bırakılır.

KAFKA

Sır kapısı. Kader kapısı. Ruh kapısı.

Eski Hayatlardan bir yorgun Hatıra

Yeni hayatlardan bir kanat heves

Odalarla sokakların bıçak ağzı

Giderek yüzümüze benzeyen yüzü hayatın

Dünyaya açılan alın yazımız

Erkeklerin bulutlara değen kaşları

Kızların kilitlere düğümlü kirpikleri

O gözyaşları mihrabımız

Duasını yalnız bizim duyduğumuz

Güneş geçirmeyen korku

Çatıların koltuk değneği

Yıldızlarla soluk alan yalnızlığımız

Rüyaların çifte sürgüsü

Açılır seviniriz, kapanır seviniriz

Çatık kaşımız. Aralık ağzımız.

           Gölgeli yüzümüz.

Yazmışım bir nazlı zamanda

Bir nazlı kağıda:

“Yanlış bir kapıyım ben

Önünde yanılmış bir çocuğun durduğu.”*

Tüter hâlâ canımın ocağında arzusu

Bir kanadı gökyüzüne uzanır

Bir kanadı kapanır gövdeme simsiyah…

* Yolculuk’tan

Pervane, 2014       

Şükrü Erbaş 004      

 

 

Birhan Keskin şiirleri: Fakir kene

KARGO
Sana buraya bazı şeyler koyuyorum. Yol boyunca aklında olsun.
Lazım olursa açar okursun. Olmazsa da olsun, bir zararı yok
burada dursun.
Şuraya bir cümle koydum. Bırak, acımızı birileri duysun. Hem
zaten şiir niye var? Dünyanın acısını başkaları da duysun!
Acı mıhlanıp bir kalpte durmasın. Ortada dursun. Olur ya biri
eline alır okşar, biri alnından öper. Az unutursun.
Buraya tabiatı koydum. Ağaçları, suyu, ovayı, dağı. Onlar bizim
kardeşimiz, çok canın sıkılırsa arada onlarla konuşursun.
Buraya, küçük mutlu güneşler koydum. Günlerimiz karanlık ve
çok soğuyor bazı akşamlar, ısınırsın.
Buraya, bir inanç bir inat koydum. Tut ki unuttun, tekrar bak,
o inat neyse sen osun.
Buraya yolun yokuşunu koydum. Bildiğim için yokuşu. Zorlanırsa
nefesin, unutma, ciğer kendini en çabuk onaran organ, valla bak,
aklında bulunsun.
Buraya umutlu günler koydum. Şimdilik uzak gibi görünüyor,
ama kimbilir, birazdan uzanıp dokunursun.
Buraya bir ayna koydum arada önüne geç bak; sen şahane bir
okursun. Mesai saatlerinde çaktırmadan şiir okursun. N’olcak ki,
bırak patronlar seni kovsun!
Burada bir tutam sabır var. Kendiminkinden kopardım bir parça,
(bende çok boldur) lazım oldukça ya sabır ya sabır, dokunursun.
Burada güzel çaylar var. Bu ar alar senin için çok önemli. Bitki
çayları, kış çayları, şuruplar, kompostolar. Demlersin, maksat
midene dostluk olsun.
Şuraya Youtube’dan müzikler, Bach dinle filan, koydum. Ama
müzik konusunda sen benden daha iyisin, koklayıp buluyorsun.
Buraya bir silkintiotu koydum. Kırk dert bir arada canına
yandığım, kırkına birden deva olsun.

Fakir kene, 2016

Birhan Keskin 001

İSKELEDE BİR ÇIRAK

Ne diyeyim allahım
ben sana biraz platoniğimdir biliyorsun.
Ben bu şüpheyi sırtıma yük edindim, öyle yürüdüm,
gocunmam da yükümden beni bilirsin.
Ama bunlar çok iştahlı allahım ve görüyorsun nasıl da dünyevi.
Bunlarmış senin kulların öyle diyorlar biz de kürenin üveyi.
Öyle mi?
Oysa allahım bilirsin ben en çok yeryüzünü,
ve başımı yatırınca toprağa, gökteki yıldızları da,
işte öyle allahım bilirsin çok güzel yapmıştın bu yeryüzünü.
Bizim köydeki gibi.
Allahım bunlar tokileri seviyor, betonları, hızlı trenleri.
Oysa ne acelemiz var, ben ki bunca agnostiğim yine de biliyorum
ordaysan nasılsa geleceğiz yanına geri.
Diyor ki, yasalar getirdim, gıcır gıcır, delik deşikti eskisi
Anlıyoruz ki yasalar dümdüz ediyor ciğerimizi
Diyor ki, yasaklar getirdim ama senin iyiliğine canımın içi
Diyor ki, üç beş ağacı kesmişim, indir bindir bütün yaz boyu,
keseriz tabii bunda ne var, diyor
Diyor, ben sana medeniyet getiriyorum tomar tomar.
İnsan önce bi minnet duyar.
Oysa allahım toprağa bassın ayaklarımız fena mı olur,
istiyoruz ki sokağımızda bir ağaç gölgesi.
Diyor ki, boynuzlu köprü yaptırdım gelip geçmeye
haliçin ortasına bak nası’ seksi.
Allahım sen bunlara akıl fikir ver diyeceğim ama
vardır senin bir bildiğin illa ki.
Allahım işte görüyorsun bunları, eyübün sabrı nedir,
rızanın fazladan şeftalisi ne?
Bilmiyor. Bilmiyor nedendir zeynebin yakarısı.
Ben ki sana bunca platoniğim ama canıma yetti artık
Yalla bak biz mi düşeceğiz hep iskelelerden
Başlarına yık şunların bu metropolleri.

Fakir kene, 2016

Birhan Keskin 002

KARDEŞ PAYI

Bana ekmeğin kabuğu
Sana steak sana fusion sana dünya mutfağı

Sana fitness sana ozon odalarında sağlık
Bana sokaklarda can havli bana biber gazı

Sana maldivler cote d’azur top ten holiday
Bana iş dönüşü nayrobi dolmuşu

Senin parmağına pırlanta, senin yüzüne tuscany ışığı
Alnıma kömür karası benim. Alnıma kara yazı

Sana sessiz sakin deniz orman manzarası şehrin içinde
Bana ev diye dört duvar çatı diye çınlayan bu ne

Sana şimdi, sana her gün, sana saturday night fever
Bana sonra bana sonra bana sonra

Demir beton cam çelik kafes senin
İçinde kardeşim bülbül benim

Bana sivri şeyler bu dünya, etimi delsin
Seni öldürmeyen allah hiç öldürmesin

Sana sunshine sana diamond göz alan
Bana her gece tepemde göz kırpan floresan

Bana demli bir çay, uzun efkar, geniş keder
Sana smoke sana malt viskiler sana rezerv

Sana dünya yetmez sana gökyüzüne merdiven
Bana ter için bu ten, bana bu can haybeden

Diyeceğim;
Tüm bedesten senin
olsa ne fayda benim

Fakir kene, 2016

Birhan Keskin 004

TAŞ

İlk benim yüzüme rastladınız, en eskisiyim buranın.

Karnıyım dünyanın. Yeryüzünün ağrısı bendedir.

Kum ve kayaç benim.

Issızlık bilgisiyim ben, sessizlik bilgisi.

Durmanın ve kalmanın büyük planıyım.

Her şeyi gördüm, her şeyi. Suyun gidişini,  ağacın çiçeklenişini.

Tekrar tekrar gördüm ben daha da görürüm. Büyük zaman,
benim.

Denizler dalgalar dövdü beni, sert rüzgarlar yurt bildi
zirvelerimi.

Kırıldım, söküldüm, ufalandım;  döndüm bitiştim tekrar kendime

açsan, kırsan, baksan; bütün yeryüzü, her zerremde.

Taş taşıdım, içim kendimden yorgun benim, dilim çok uzun bir
yankı.

En eskisiyim ben buranın.

Fakir kene, 2016

Birhan Keskin 003

“Öğrenmenin övgüsü” – Bertolt Brecht

ERiK AGACI
Bir erik ağacı durur avluda
Öyle cılız, inanmak zor.
Çevresinde bir çit var da
Kimse ezmiyor neyse.
Bizim küçük boy atamaz.
Oysa gönülden ister bunu.
Ama nerde, sözü olmaz
Güneş gördüğü yok ki.
Erik ağacı olduğuna inanmak zor
Hiç erik vermez çünkü
Ama yine de erik ağacı işte
Yapraklarından belli.

plumgarden

ÖĞRENMENlN ÖVGÜSÜ
En basil olanı öğren! Hani şu
Vakti saati gelenler için
Hiçbir zaman geç değildir bu!
Abc’yi öğren, yeterli değilse de, yine
Öğren sen! Şevkin kırılmasın!
Giriş işe! Her şeyi bilmek zorundasın!
Yönetimi kendi eline almak zorundasın.
Yoksullar yurdundaki adam, öğren!
Hapishanedeki adam, öğren!
Mutfaktaki kadın, öğren!
Babalık, öğren!
Yönetimi kendi eline almak zorundasın.
Yersiz yurtsuz avare, ara bul okulu!
Soğuktan buz kesen, bilgi edin kendine!
At pençeni kitaba, açlıktan ölen: Bir silahtır o.
Yönetimi kendi eline almak zorundasın.
Sormaktan utanma, yoldaş!
Etki altında kalma
Kendin araştır!
Sen kendin bilmiyorsan bir şeyi
Bitti bilmiyorsun demektir.
Güzden geçir hesabı
Kendin ödeyeceksin.
Her kaleme parmak bas
Sor bakalım: Nasıl çıkmış?. ,
Yönetimi kendi eline almak zorundasın.

Mücadele 001

OKUYAN BİR İŞÇİNİN SORULARI
Yedi kapılı Teb şehrini kim kurdu?
Kitaplarda kralların adı yazılı.
Krallar mı sürükledi kaya parçalarını?
Ya kaç kere yıkılan Babil –
Kim yaptı onu boyuna yeni baştan? Hangi evlerinde
Altın pırıltılı Li.ma’nın otururdu yapı işçileri?
Nereye gittiler Çin Duvarı bittiği gece
Duvarcılar? Ulu Roma’da
Geçilmez zafer anıtından. Kim dikti hunları? Kimleri
yenerek
Zaferler kazandı Sezar’lar? O üstüne türküler yakılmış
Bizans’da
Yalnız saraylar mı vardı oturacak? Masal ülkesi
Atlantis’de bile
Haykırarak gece yarısı, deniz her şeyi yutarken,
Kölelerine seslendi boğulanlar.

Genç İskender Hindistan’ı aldı.
Bir başına mı?
Sezar Galyalılar’ı yendi.
Hiç olmadı bir ahçı da mı yoktu yanında?
İspanyalı Filip ağladı, filosu
Battığında. Başka ağlıyan olmadı mı?
II. Frederik Yedi Yıl Savaşı’nı kazandı. Kim
Kazandı ondan başka.
Her sayfada bir zafer.
Zafer yemeğini kim pişirdi?
Her on yılda bir büyük adam.
Masrafları kim yüklendi?
Bunca olay.
Bunca soru.

Protesto 200

YENİ KUŞAGA
I
Gerçekten, karanlık günlerde yaşıyorum!
Saflık sayılıyor dürüst söz. Kırışıksız bir alın
Duygusuzluğa yomluyor. Gülen
Korkunç haberi
Almamış daha.
Ne biçim günler bunlar, şöyle
Ağaçlar üstüne iki söz etmek nerdeyse cinayet
        sayılmada
Çünkü sayısız yolsuzluğun üstü bir susuşla örtülü!
Şurda kendi halinde yolunda yürüyene
Yaklaşamıyacak .mı dostları artık
Başları darda kaldı mı?
Doğru: Hayatımı kazanıyorum daha.
Ama inanın bana: Sırf bir raslantı bu. Hiçbiri
Yaptıklarunın tıka basa doymamı haklı gösteremez.
Zarar görmemiş olmam bir raslantı. (Şansım bir ters
         gitti mi işim tamam demektir.)
Diyorlar ki: Yemene içmene bak sen! Dua et
         bulduğuna!
Ama nasıl yiyebilir, içebilirim,
Açların önünden çekip alarak yiyeceğimi, ya
İçtiğim bir bardak suyu susuzlar bulamazken?
Yine de yiyorum işte, içiyorum.
İsterdim ben de bilge olayım.
Bilgelik nedir yazar eski kitaplarda:
Yeryüzünün kavgasından uzak durmak, bu kısa zamanı
Gün etmek korkusuzca
Hem de güc kullanmadan başarmak bir işi
Kötülüğe iyilikle karşılık vermek
Kendi isteklerini yapmamak, hepten unutmak,
Bunlar bilgelik sayılıyor.
Ama yapamıyorum ben:
Gerçekten, karanlık günlerde yaşıyorum!
II
Kargaşalık günlerinde geldim şehirleri
Açlık kol gezerken.
Ayaklanma günlerinde katıldım arasına insanların
Onlarla birlikte karşı koydum.
Böylece geçti günlerim
Yeryüzünde bana verilmiş olan.
Boğazlaşmalar arasında yedim yemeğimi
Uykuya katiller arasında yattım
Sevgiyi hiç önemsemedim
Sabırsızca baktım doğaya.
Böylece geçti günlerim
Yeryüzünde bana verilmiş olan.
Yollar bataklığa çıkardı benim zamanımda.
Dilimin belası düştüm kasapların eline.
Öyle güclü biri de değildim. Yine de baştakiler
Bensiz daha güven duyacaklardı yerlerinde sandım;
Böylece geçti günlerim
Yeryüzünde bana verilmiş olan.
Kuvvetler pek sayılıydı. Hedef
Uzaktaydı çok
İyice seçiliyordu, benim için ulaşması
Pek zor da olsa.
Böylece geçti günlerim
Yeryüzünde bana verilmiş olan.
III
Sizler, yüzüne çıkıp da kurtulan
Bizim içinde boğulduğumuz selin
Çıkarmayın aklınızdan
Zayıflıklarımızın sözünü ederken
O karanlık günleri de
İçinden kaçıp kurtulduğunuz.
Durmadan yürüdük ayakkabıdan çok ülke değiştirerek
Sınıf kavgalarının arasından, şaşa kaldık
Ortada hep haksızlık, hiç karşı koyan yok.
Biliyoruz da üstelik:
Alçaklığa karşı duyulsa da nt>fret
Burar yüzünü insanın.
Haksızlığa karşı olsa da öfke
Kabalaştırır sesini insanın. Ah,
Dostluk tohumunu atmıya kalkan bizler
Dost olamadık biz kendimiz.
Ama sizler, her şey düzelince
1 nsan insana yardım edecek kadar
Hoşgörürlükle
Getirin bizi aklınıza.
TH_Alienation Effect_Brecht glasses

BU iYi iŞTE
Kimseyi kötülüğe sürmemek, hem de kendini
Herkesi mutlu yapmak, kendini de, bu
İyi işte.

Öğrenmenin Övgüsü, Bertolt Brecht, Türkçesi: Hasan Kuruyazıcı, Uğrak Kitabevi Yayınları, Şubat 1966

 

Haydar Ergülen ve gazelleri…

TERZİ NEFES

nasipsiz bir terziyim, hatıram tenha
kim üşüse kuşkusu sırtımdaki gömlekten
ırmaklar akar gibi uzayıp her makasa
kesildi kumaşım, yolculuk keten

ustamı ben seçmedim, sınavım yakın
elim dönse dilim dönmez, boş bırakın
başım döndü bu gömleğin rengini
ayrılıktan bağışlayıp ipeğe kavuşturmaya

bu kaçıncı gömlek rüzgârı tamam
külleri ekim'dir, saçları nisan
diliyle yaralıyor geleceğin hatırasını
sessizliği, onarırdım çırağı dursam

sanki yoksulluğa ödünç vermişim aşkı
gömlek, tenler dolaşır: 'giyilmeye hazırım'
rüzgârsız bir terziyim, nasibim tenha
çıplak, canlar dolaşır: 'yenilmeye hazırım'

6f8ed8c0e525d82bcb19244e59db5af9
VEDALAR GAZELİ

veda şehri kimindir, geldi bizi yurt tuttu
evvel asûde göründü sonra şımarık durdu

ruh semtine kayıtsız çok talip çıktı aşka
merhametle çağrılan acıyarak unuttu

ıssızdık söylenmedik, suç iken işlenmedik
kimse küsmek bilmedi, şehre kelime doldu

peri bulduk gönlümüze kanatlandık bir fasıl
ne periymiş kalbimizde kırılacak taş buldu

gölge imiş yoldan çıkmış gövdenin gurbetinde
ötekine benzemeye çok anahtar uydurdu

'bense fakir derviş' gibi bilindik yoksulluğa
ten hırkadan uçtuysa bu şiir bir yokluktu

kimse gelmedi yokluğa, elimizde şu gazel
bu kadar çok mu kaldık, bizde kimler kayboldu

eksiği bende yitiren masum veda buyurdu

haydar-ergulen-ropartaji
ŞİKÂYETLER GAZELİ

yaşadığımız hayattan alacağı varsa yaşanmayanın
ne anlamı kalır yalnızca yaşadığımızı hatırlamanın

kimse taşınacak kadar uzak değilse birbirine
dur, yine senden yakınını bulamazsın kendine

şiirden daha siyah bir şey olmalı kelimelerde
yoksa küfür kafiyeli söylenecek şehirde

sesini gölgeden çek, kül gibi yoksul kalsan da
güneşin altında mırıldanacak şeyler bulunur hâlâ

bakmanın sonu yok gözlerin nereye yetişebilir
dünyada yalnızca körlerin gözleri temiz kalabilir

yeni doğanın kulağına fısıldayacak neyimiz var
vakitsiz gidenin ardından dökecek neyimiz var

hepimizin yerine balkondan düşeni hatırla
şiir bazen öyle de çarpabilir hayata

ne gam gazel olmuş olmamış, şikayet sayılsın da!

maxresdefault
İDİLLER GAZELİ

gözlerin yağmurdan yeni ayrılmış
gibi çocuk, gibi büyük, gibi sımsıcak

sen bir şehir olmalısın ya da nar
belki Granada, belki eylül, belki kırmızı

gövden ruhunun yaz gecesi mi ne
çok idil, çok deniz, çok rüzgâr

çocukluğun tutmuş da yine âşık olmuşsun
sanki bana, sanki ah, sanki olur a

aşk bile dolduramaz bazı âşıkların yerini
diye övgü, diye sana, diye haziran

heves uykudaysa ruh çıplak gezer
gazel bundan, keder bundan, sır bundan

gözlerin şehirden yeni ayrılmış
gibi dolu, gibi ürkek, gibi konuşkan

hadi git yeni şehirler yık kalbimize bir aşktan

23823825_849479018510710_2770737630906679296_n
İYİLİKLER GAZELİ

aşkın yerini iyilik aldığı zaman
inanırım beni sahiden sevdiğine

yağmurun yerini kuşlar doldurduğu zaman

az kuşlar onlar iyi kuşlar
kanatlarından büyük merhametleri var

şiirin yerini sakinlik aldığı zaman

ayrı ayrı daha mı yakışıyoruz birbirimize
siyah-beyaz resimlerde ahşap avuntu

sözlerin sokaklar gibi kavuştuğu zaman

soğuk devlet, soğuk gece, arkadaşlarım nerde
ah, ölüme mi indiler henüz hayata çıkmadan

Ömer'in adı Ali diye söylendiği zaman

yaprakların evi var, Allah'la komşu
rüyasız çıkıyoruz çok katlı mağaralardan

aynada bir çocuk, bir daha, ne zaman ne zaman

haydar-ergulen-3-1
ÜZGÜN KEDİLER GAZELİ

                 -Bu gazeli yerime yazan
                  sevgili kardeşim Engin Turgut'a-

Hüznün tüyleri dökülür, lirik bakar kedilerin 
                                   camdan gözleri
Çocukluğumun kelimeleriyle şımartsam da gurbet  
                                    gibi bakarlar

Kedilerde gördüğüm keder üşümüş sokaklar ve 
                                    akşam kokuyor
Peşime takılır tenha bir şiirden atılmış masum 
                                  yazlar ikindisi

Güz yüzlü bir kediniz olsun boşluğunuza tutunan, 
                                kalbinize taşınan
Odalar birbirinin rüyasına karışsın, gülümsesin 
                                  saflığın elleri

Kediler kasabasında çözülür yalnızlığın masaldan 
                                    ipleri
Kardeşliğin cömert bahçesinden pınar olur dostun 
                                   gönlüne akarız

Bir zarf gibi yırtılmasın kalbimiz, çıkarın beni 
                                 mektubun içinden
Kadilerin düşleriyle yıkansın şu yaralı ruhumdaki 
                                      sessiz mavi

Kayıp hatıralar gölgesinden dile sığmayan bir 
                                  hakikat geçiyor
Başkalarının kedileri de komşum olur, gözlerimizle 
                                     mırıldanırız

Kedim kendisini evin uysal şiiri sanıyor, şiirin 
                         aklı kısa tırnakları uzun
Kedim kendisini bilge sanıyor sokakların ve 
                            aşkın ısrarla özlediği

Mevsimlerin kumunu karıştırma, içinden sabah sesli 
                                     bir kedi çıkar
Kediler kadar yalnızım mor düşlerimden kuşlu parklar 
                                          havalanır

Hayallerimin toprağını eşele, ahşap kalbimi tırmala, 
                                 kımıldasın her şey
Çünkü bir kedi kadar gövdesi var kırılmış ve  
                                 yorgun heveslerin
Kedi mağrur, şehir zalim, nar küskün, kağıt paslı, 
                                hayat maskara olmuş
Bu yüzden mi şiirin üzerine kül yağdırıyorlar,  
                           hızla eskiyor kelimeler

Evsiz kedisiz yetim sokaklar kedisiz üvey sayılır, 
                             ben budalasıyım aşkın
Beni de boynu ıssız kedilerden sayın, nasılsa 
                               ağzım var dilim yok

Kedilerimin kardeşiyim, inceliği ve mahcubiyeti 
                                 onlardan öğrendim
Beni turnasız türkülerin beni solgun bir kedinin 
                                kalbinde unuttular

Resim1












 

 

Ahmet Telli şiirleri…

DİRENİŞ ŞİİRLERİ

Durmadan şehitler verdik

ama direndik sokak sokak

inatla taşıdık barikatlara umudu

dünyanın dörtbir yanına

selam uçurduk

ve sürdük namluların karnına

cehenneme dönmüş yüreklerimizi

 

ve içimizin yanan sularında

şahlanıp duran bir küheylan vardı

yeri tozuturken göğe küfrediyor

ve taşıyordu bunca kavganın

bir türlü kabuk bağlamayan yarasını

Barikatlar kanlı, gökyüzü dumanlıyken

kalbimizdi, cankuşumuzda parçalanan

 

Bulutlar geçerdi üstümüzden yağmursuz

kuşlar geçerdi her biri ölü kuşlar

umut bir küheylanın son bakışı

bir nehrin denize ulaşamadan kuruyuşu

Türküler kalırdı bize, türküler ve türküler

ve şimdi tarihin tekerleğini

öylece bağlıyorduk öfkenin yelesine

women-of-the-paris-commune

DÖVÜŞEN ANLATSIN 

Elimizde acının kehribar tesbihi

ki kayıp durmakta parmaklarımızdan

Ey şair

yine bölük pörçük anlattın

yine eksik bıraktın bir şeyleri

gün devrilmekte ama sen

tutmamışsın acımızın çetelesini

 

Sen sus artık, bize bundan sonrasını

dövüşen anlatsın

1830Delacroix_-_La_liberte_guidant_le_peuple

YOL AYRIMI

Bir yol ayrımına getirdi bizi zaman

ki daha kurtarılmış değil seher türküleri

dağları kuşatan çakal sesleri dinmiş değil

hala tütüp durmakta acılarımızın dumanı

konup göçmedeyiz mayınlı topraklarda

ama unutmayalım, bir yol ayrımındayız artık

bellidir geçmiş ile gelecek

 

Bellidir

geçmiş ile gelecek arasında kalan

Eylem-01-12-16-1

Yorgun bedenini toprağın soğuk karnında

nasıl dinlendirirse durgun bir göl

ve nasıl bırakırsa kendini gölün ortasında

suyun öpüşken dudaklarına bir netgiz

öylece vermişti sessizliğin ellerine kendini

sabrı demleyip duran bir derviş gibi gece

Sessizliğin ve bekleyişin

katran gibi yayıldığı

            ve yayılıp

                    bütün sokakları

                           caddeleri

                                  varoşları

                                   boğduğu bir suskunluktu bu

Yaprak kıpırdamıyor

soluk bile almıyordu kent

Tam bu anda

         birdenbire parçalandı

                  sessizliğin

                           billur fanusu

Birer masal canavarı gibi

          dörtbir yandan

                    ışıklar saçarak

                               çığlık çığlığa böldü geceyi

                                       panzer sesleri

ve dokuz on yaşlarında bir çocuk

çığlıklarla uyandı düşlerinden

“Zulüm ıslık mı çalıyor”

                                     dedi korkuyla

                       “zulüm ıslık mı çalışyor sokaklarda”

Ve tam o anda

                    grev davulcusu

                    vurdu ilk tokmağı

                     gerilmiş karnına

                            davulun

Sonra annesinin yumuşak

                     okşayışlarıyla çekildi çocuk

                     güvenliğin

                              dingin sularına

Grev çadırlarının kurulmakta olduğu fabrikayı

çelik zırhlı

          teneke yürekli

          şövalyeler gibi saran panzerler

          yaralı bir hayvan gibi

                    çığlık atıyordu

                              aralıksız

Sanki firavun saraylarının kubbelerinde

          göktanrı kırbaç sallıyor

                   vce köleler

                    pramitlere taş çekiyorlardı

Denilebilir ki

         bir kıvılcımla tutuşacaktı bütün orman

         başlayacaktı belki de o an

                   bir büyük yangın

Ve o gece annesinin kucağında

ilk tarih dersini dinledi çocuk

grev davulcusundan

be2a3bc9b8d1964f5dec39b0db12f118