Belediyelerin kültür ve sanat politikaları

Ali Rıza Avcan

Geçtiğimiz günlerde İzmir Büyükşehir ve Konak belediyeleri ile Swissôtel Büyük Efes Oteli’nin birlikte düzenlediği Büyük Efes Sanat Günleri‘nin konuğu olduk. Organizasyon kapsamında düzenlenen panelleri izledik, sanat galerilerinin, müzelerin, üniversitelerin ve sanatçıların açtığı küçük sergileri, standları dolaştık. Organizasyonu düzenleyenlerle konuşarak hoşumuza giden şeylerle gördüğümüz eksiklikler konusundaki görüşlerimizi ileterek bu güzel organizasyon için kendilerini kutladık.

Bence bu organizasyonun en önemli etkinliklerinden biri, İzmir Kültür Platformu Girişimi adına Sarp Keskiner‘in, Konak Belediyesi adına Başkan Yardımcısı Eser Atak‘ın ve İzmir Büyükşehir Belediyesi adına Kültür ve Sanat Daire Başkanı Funda Erkal‘ın konuşmacı olarak katıldığı “Yerel Yönetimler ve Kültür/Sanat Politikaları” paneliydi. 

rachel-valdes-camejos-composicion-infinita_sonia-narang_crop

Yeterince duyuru yapılmayışı nedeniyle oldukça az sayıdaki katılımcı tarafından izlenen bu panelin konusu, başta İzmir ve Konak belediyeleri olmak üzere tüm belediyeler için oldukça önemli olmasına karşın katılımcılar arasında gerek İzmir ve Konak belediyelerinden gerekse diğer belediyelerden tanıdık, bildik yüzlere rastlayamadığımız için onların bu panelden haberdar olmadıklarını ya da önemsemediklerini düşündük. Oysa bu panel, verdiği süre itibariyle belediyelerde, özellikle İzmir’deki belediyelerde kültür ve sanat adına sürdürülen etkinlikleri tartışıp ortak bir akıl yaratma konusunda oldukça uygun bir ortam sağlıyabilirdi. O anlamda, panelde sadece İzmir Büyükşehir ve Konak belediyesi yetkililerinin var olup konuşmuş olması, geriye kalan diğer 28 belediyenin bu konuşmanın yapıldığı ortamda olmaması, aslında kültür ve sanata duydukları ilgiyi gösteriyordu diye de düşünebiliriz.

Çünkü, panelde ve özellikle de panelin soru-cevap kısmında belirtildiği gibi, başta İzmir Büyükşehir Belediyesi olmak üzere tüm belediyelerin kültür-sanat konusunda önceden belirlenmiş temel bir politika, strateji ve eylem planları bulunmamaktadır. O nedenle kültür ve sanatla ilgili her şeyi anın akışına göre, plansız, programsız yapıyorlar ve o nedenle de aynı anda birbirlerinden habersiz birbirine benzer etkinlikler düzenliyorlar. Çünkü çoğu kez de birbirlerini izlemedikleri için birbirlerinden haberleri olmuyor.

İkincisi, “kültür“, “sanat“, “zanaatkarlık“, “el sanatı“, “halk sanatı/folklor“, “sosyal işler“, “halkla ilişkiler“, “boş zaman/rekreasyon“, “sosyal etkinlik” ve “tanıtım” gibi kavram ve sözcükler konusunda kafaları fazlasıyla karışık olduğu ve çoğu kez bunları birbirlerine karıştırdıkları için belirli insan gruplarıyla yaptıkları tüm etkinliklerde bir şarkı ya da türkünün söylenmesini, bir oyunun oynanmasını, bir grafiğin çizilmesini bile kültür-sanat etkinliği olarak niteliyorlar. Nitekim Konak Belediye Başkan Yardımcısı Eser Atak‘ın yaptığı konuşma ve sunumda belediyenin düzenlediği kurslarda, etkinliklerde yaptıklarını bu kategori altında anlatması bile bunun en iyi örneğiydi.

Üçüncüsü, çoğu belediye “kültür-sanat etkinliği “olarak gerçekleştirdiği; aslında her biri bir “sosyal etkinlik” olan bu çalışmalarda kültür ve sanatın alanına giren birçok konuyu unutmakta ya da ihmal etmektedir. Bunun en iyi örneği ise kültürel değerlerin yönetimi ile ilgili faaliyetler; özellikle de müzecilik ve sergileme etkinlikleridir. Konak Belediye Başkan Yardımcısı Eser Atak‘ın gerçekleştirdikleri kültür-sanat etkinlikleriyle ilgili sunumda belediyeye ait müzelerin, belediyenin restore ettiği, koruyup kolladığı kültürel değerlerin gündeme getirilmemesi, bunlarla ilgili çalışmaların anlatılmamış olması bu anlamda büyük bir eksikliktir.

Dördüncü bir husus ise, büyükşehir belediyesi ile ilçe belediyeleri arasında kültür ve sanat alanında birlikte çalışma düşünce ve kültürünün olmayışıdır. İşte o anlamda, bugüne kadar hiçbir belediyenin bir kültür ya da sanat hizmetini diğerleriyle birlikte yaptığını bilmez, her birinin diğerinden farklı aynı şeyleri tekrarladığına tanık olur dururuz. Oysa her bir belediyenin bu konularda birbirinden habersiz bir gayretkeşlikle harcadığı bütçelerin büyüklüğünü ve bunların bir araya gelişlerinde yaratacağı o müthiş sinerjiyi düşündüğümüzde; “işbirliği“, “stratejik ortaklık“, “stratejik işbirliği”  ve “iş ortaklığı” (workshare) gibi beraberliklerle hem birbiriyle uyumlu ve birbirini tamamlayıp bütünleyen hem de daha kalıcı, sürdürülebilir ve kurumsallaşan kültür ve sanat hizmetleri üretebilecekleri düşünülmeli, tasarlanmalı ve hayata geçirilmelidir. 

art_n_culture_masthead_1200x645

Sonuç olarak, 

  • Başta İzmir Büyükşehir Belediyesi olmak tüm ilçe belediyelerinin kişisel ve kurumsal egoları aşarak ve birlikte iş yapmak niyetiyle kültür ve sanat alanında bir araya gelerek,
  • İzmir ve ilçelerinde uygulayacakları kültür-sanat politika ve stratejilerini belirleyerek, ortak eylem planlarını hazırlayarak daha kalıcı, sürdürülebilir bir hizmet üretmelerini,
  • Kültür ve sanat alanındaki hizmetlerde birlikte iş yapma düşüncesini “stratejik ortaklık“, “stratejik işbirliği“, “işbirliği” ve “iş ortaklığı” (workshare) gibi yöntemlerle yaşama geçirmelerini;
  • Böylelikle kurumsallaşan hizmetlerle Türkiye ve Dünya ölçeğinde ses getirebileceklerini düşünüyor ve bütün bunları büyük bir samimiyetle kendilerine öneriyorum.

Belediyelerde proje yönetimi.

Türk Dil Kurumu’nun 1981 yılı baskılı Türkçe Sözlüğü, “proje” sözcüğünü Fransızca ile olan kök ilişkisine işaret ederek, “tasarı” olarak açıklıyor.

İnternetin “Özgür Ansiklopedisi” Vikipedi ise, “bir probleme çözüm bulma ya da beliren bir fırsatı değerlendirmeye yönelik, bir ekibin, başlangıcı ve bitişi belirli bir süre ve sınırlı bir finansman dahilinde, birtakım kaynaklar kullanarak, müşteri memnuniyetini ve kaliteyi göz önünde bulundururken olası riskleri yönetmek şartıyla, tanımlanmış bir kapsama uygun amaç ve hedefler doğrultusunda özgün bir planı başlatma, yürütme, kontrol etme ve sonuca bağlama süreci” olarak tanımlıyor.

Gördüğünüz gibi Vikipedi daha çağdaş ve güncel bir tanım yaparak uzun bir sözcük içinde projenin aşamalarını sıralayarak daha tatmin edici bir yanıt veriyor. Yararlandığım sözlüğün bu kadar kısa bir yanıt vermesinin nedeni, “proje” sözcüğünün muhtemelen o tarihlerde bugünkü kadar rağbet görmemesinden ve “proje yönetimi” kavramının o tarihlerde henüz ortaya atılmamış olmasından kaynaklanıyor olabilir.

İhtiyaç; sorun ya da fırsat…

Vikipedi’nin yaptığı tanımdan da görüldüğü gibi proje için ortada önce bir problemin ya da fırsatın varlığı; yani ihtiyacın olması gerekiyor. Bu anlamda o sorunu çözme ya da fırsatı değerlendirme ihtiyacı olmadığı sürece yapacağımız işi projeye dönüştürmemiz mümkün gözükmüyor. Örneğin Karşıyaka, Bostanlı’daki “Balıkçı Parkı” o parktan yararlananlar açısından oturulamaz, yararlanılamaz duruma gelmedikçe, halktan “parkı yeniden yapın, onarın, daha iyi hale getirin” talepleri gelmedikçe; yani yapılan iş bir talebi, bir ihtiyacı karşılamakdıkça herkesin kullandığı ve memnun olduğu bir parkı durup dururken yıkıp yeniden yapmak bu anlamda “proje” olma koşullarının işine girmiyor. Çünkü ortada bu parkı yeniden yapmayı gerektiren bir ihtiyaç yok. Olsa olsa yeni bir müteahhite ya da taşerona yeni bir iş verme ihtiyacı olabilir...

ksk4
Gereksiz, gerçek bir ihtiyaca dayanmayan bir parkın yeniden yapımı

Uzman, işten anlayan iyi bir proje ekibi

İkinci olarak bir projeyi yapmak için bir ekibe ihtiyaç var. Biz buna “proje ekibi” diyoruz. Yapılacak iş konusunda bilgili ve deneyimli kişilerden, uzmanlardan oluşması gerekiyor bu ekibin. Örneğin Kültürpark Kaskatlı Havuz kenarındaki “Genç Kız Heykelleri“ni onarmanız gerektiğinde ve bu işi bir projeye dönüştürdüğünüzde bu proje için oluşturduğunuz ekipte heykelden, sanattan anlayan, bu konularda doğru kararlar verebilecek ve yapılan işi layıkıyla denetleyebilecek uzmanların, sanatkarların yer alması gerekiyor. Aksi takdirde, gerçekte olduğu gibi dekorasyon firmalarına yaptırılan ve heykellerin estetiğini, sanatsal bütünlüğünü bozan işlerle karşılaşmanız mümkün olabiliyor.

Proje süresi…

Üçüncü bir unsur olarak, Vikipedi’nin tanımına göre bir projenin proje olması için ne zaman başlayacağının ve ne zaman biteceğinin; yani proje süresinin bilinmesi gerekiyor. Projenin yapıldığı süre başlı başına bir maliyet unsuru olduğuna göre bu maliyeti arttırmamak adına başlangıç ve bitiş tarihlerinin doğru bir şekilde belirlenerek mümkün olduğu kadar uzatılmaması gerekiyor. Aksi takdirde, çoğu İzmirli’nin bildiği gibi karşımıza ne zaman biteceği bilinmeyen metro, tramvay, İzmir-Tarih ve İzmir-Deniz projeleri gibi yıllanan projeler çıkabiliyor. İşte o nedenle, ilan edilen her yeni projenin daha başlangıcında o projenin ne zaman biteceğinin sorgulandığı ya da “projemiz şu tarihte bitecek” diyen belediye başkanlarının sözlerinin şüpheyle karşılandığı  durumlarla karşılaşabiliyoruz. İşte o nedenle, İzmir deyince aklınıza ne geliyor sorusuna verilen “denizi“, “kızları, “gevreği” gibi klasik yanıtlara son yıllarda eklenen bir diğeri de “işini geç yapan belediyesi” olsa gerek…

11893821_1115186608510858_8922454894651660317_o
Çevreyi, yayaları ve ulaşımda sıkıntı çeken İzmirliler’i dikkate almayan bir yatırım…

Doğru ve yeterli bir bütçe, sağlam finansal kaynaklar…

Dördüncü bir unsur olarak bir projenin “sınırlı bir finansman” içinde; yani kaynakları önceden belirlenmiş yeterli ve sağlam bir bütçe içinde hazırlanması ve uygulanması gerekiyor. O nedenle olası tüm harcamaların, olağansütü durumlar dışında harcama bütçesine dahil edilmesi gerekiyor. Aksi takdirde, İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin yaptığı gibi Mustafa Kemal Sahil Yolu’nun denizin doldurularak yer altına alınması işinde yeterli olmayacağı baştan belli olan bir bütçenin daha işin başında yeni bir proje bütçesi ile ikiye katlandığı durumlarla karşılaşmanız mümkün olabiliyor.

Kalite ve memnuniyet

Beşinci bir unsur olarak tasarlayıp uyguladığınız tüm projelerde müşteri; yani belediyelerde hemşeri memnuniyetini ve kaliteyi gözetmeniz gerekiyor. Yani yaptığınız iş, vatandaşın işine yarıyor mu ya da vatandaş o hizmetten ve kalitesinden memnun kalıyor mu? sorusunun sorulup buna olumlu yanıt alınması gerekiyor. Aksi takdirde o proje gereksiz ve memnun etmeyen bir işe dönüşüyor. Aynen İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin vatandaşa bile bile arsenikli içmesuyu verip, bu durumun başka bir büyükşehir belediye başkanı tarafından gündeme getirilmesi üzerine belediye başkanının halktan özür dilemesinde olduğu gibi … 

Riskin yönetimi

Altıncı bir proje gereği ise o işte karşılaşılabilecek riskleri belirleyerek onların gündeme gelmesi durumunda ortaya çıkacak sorunun nasıl yönetileceğini ortaya koyan bir plan ve programın hazırlanması gereğidir. Böylelikle riskin ortaya çıkmasını izleyen çok kısa bir sürede adeta bir “refleks” gibi doğru yanıtın verilmesi mümkün olabilecektir. Ama o proje konusunda gereken tüm araştırmaları, analizleri yapmamışsanız, işi yapacağınız alanı iyi incelememişseniz; aynen İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin Fevzipaşa Bulvarı ya da Üçyol-Üçkuyular hattı metro inşaatlarında yapamadığı gibi yeraltı sondajlarıyla kolaylıkla öğrenilebilecek yeraltı sularını ve diğer sorunları projenin başlangıcında öğrenip bilir ve önlemini önceden düşünürseniz oradaki inşaatlarınız yıllar süren bir gecikmeye ve ek maliyetlere neden olmaz.

Projenin genel bir amaç ve hedefle ilişkisi

Yedinci olarak, hazırlayacağınız proje şayet “tanımlanmış bir kapsama uygun amaç ve hedefler doğrultusunda özgün bir planı” öngörmüyorsa; yani hazırladığınız projenin öngördüğünüz bir kapsam içinde sizin temel amaç ve hedeflerinizle bağlantısı yoksa o proje size özgü bir proje olmayacaktır. Örneğin İzmir Ulaşım Ana Planı’nın temel hedef ve amaçları arasında körfezin, Karşıyaka Tramvay Hattı-İzmir Körfez Geçişi Köprüsü-Konak Tramvay Hattı şeklinde hafif raylı hatlarla çevrelenmesi gibi bir amaç ve hedefiniz yoksa yaptığınız Karşıyaka ve Konak Tramvayı projeleri birden sizin olmaktan çıkıp bu amaç ve hedefle İzmir Körfez Geçişi Projesi’ni hazırlayıp uygulamaya koyan merkezi yönetimin projesi olur.

proje-kapak
İzmir Körfezi’nin ortasına AKP’nin ampulü gibi yapılacak yapay bir ada…

Proje süreci, tasarım, uygulama, izleme ve değerlendirme olarak bir bütündür.

Sekizinci ve son unsur olarak proje yönetimi tasarım + uygulama + izleme + değerlendirme aşamalarını kapsayan bir yönetim sürecidir. O nedenle başarılı, iyi bir proje sadece tasarlanıp uygulama ile bitmez. O proje ile ortaya konulan iş ya da hizmetin kullanıcılarla olan ilişkisinin izlenmesini ve bu izlemeden kaynaklanan geri bildirimlerin değerlendirilip test edilmesini de içeren uzun bir süreçtir. Bu durum aynen belediyelerin bir mimarlık, mühendislik projesi olarak yaptıkları parkların ve diğer alanların hemşehrilerin tercihlerini ve kullanım alışkanlıklarını dikkate almadan yapılması, o nedenle de büyük bütçeler harcanarak yapılan yatırımların çok kısa bir süre kullanılamaz hale gelmesi durumunda ortaya çıkar. Bu durum aynen İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin yeni satın aldığı gemilerde, açık havada bir yandan çay, kahve içerken bir yandan da denizin serin havasını solumaya,  kenti ya da güzel körfez manzarasını seyretmeye alışmış İzmirliler’in geleneksel tutum ve davranışlarını dikkate almayan proje tasarım ve yöneticilerinin yaptığına benzer.

Bütün bu değerlendirme ve yorumlardan sonra “proje” ve “proje yönetimi” konusunda sonuç olarak şunu söyleyebiliriz:

İyi, başarılı bir proje aynen tüm aktörleri, olayları ve aktörlerle olaylar arasındaki ilişkileri doğru yorumlayan bir film senaryosu gibidir. Şayet senaryonuz kötü ve onun yorumu da berbatsa kimse sizin filminizi seyretmek istemez… Ama her şeyi, iyi bir senaryo ve oyunculuk içinde çözmüşseniz hem filminizin gişedeki kuyrukları uzar hem de filminiz sanat ödüllerine boğulur…

Tabii ki her zaman için tercih size ait…

Bir CHP Milletvekili, Belediye Şirketlerinin İhalesiz İş Yapabilmesi İçin Kanun Teklifi Verirse…

Ali Rıza Avcan

Geçen akşam Twitter’daki mesajlarıma bakarken, tanıdık bir ismin; Cumhuriyet Halk Partisi İzmir Milletvekili Murat Bakan’ın ilginç bir tivitine rastladım.

Murat Bakan bu tivitinde aynen şöyle söylüyor ve tivit ekinde de üç sayfadan oluşan kanun teklifini ekliyordu:

Belediye şirketlerinin Kamu İhale Kanunu dışına çıkarılması için hazırladığım kanun teklifini TBMM’ye sundum.”

Murat Bakan’ın bu tiviti üzerine görüşlerimi özetleyen aşağıdaki dört ayrı tiviti kendisine göndererek yaptığının yanlış olduğunu ifade etmeye çalıştım:

1 – “Bir hilkat garibesi olan belediye şirketlerinin işlevini sorgulamadan Kamu İhale Kanunu dışına çıkarılmasını istemek ne işe yarayacaktır?

2 – “Belediye şirketlerini Kamu İhale Kanunu dışına çıkarmak AKP’nin yaptıklarını tekrarlamaktan başka bir şey değildir…

3 – “Belediye şirketlerinin Kamu İhale Kanunu kapsamı dışında tutulması, CHP’nin 2014 yerel yönetim seçim beyannamesine aykırıdır.

4 – “Belediye şirketlerinin Kamu İhale Kanunu dışında tutulmasını istemek neoliberal özellleştirmeci anlayışın başka bir tezahürüdür…

Bugün ise gönderdiğim bu tivitler karşılığında kendisinin konuyu belediye şirketlerinin Kamu İhale Kanunu kapsamından çıkarılması talebi olmaktan çıkararak taşeronluk sorununa yönlendirdiği altı ayrı tiviti paylaştığını gördüm. Bu tivitler ise kelimesi kelimesine şu şekildeydi:

1) AKP, 1 Kasım seçimlerinde işçiye taşeronu kaldırma sözü verdi. Seçim sonrası dönemin Başbakanı çıktı, “Kamuda taşeronu kaldırdık” dedi.

2-Ancak işçiler ‘özel sözleşmeli personel’ adında yine iş güvencesi olmadan, eşit işe eşit ücret olmadan kadrosuz çalışmaya mahkûm edildi.

3-Yalan rüzgârına dönen ‘taşeron’ konusu, hükümetin geçtiğimiz gün açıkladığı orta vadeli programında dahi yer almadı.

4-Hükümet, verdiği sözün arkasında durmamıştır.

5-Hükümet, yüzbinlerce insanı kandırmış, umutlarını sömürmüştür.

6-‘Çağdaş kölelik’ haline gelen bu sistemi topyekûn ortadan kaldırmak zorundayız. Bu zulüm bitene dek peşini bırakmayacağız.

Bu yazışmalardan da gördüğünüz gibi konu birden bire belediyelerin Kamu İhale Kanunu kapsamından çıkarılması talebi olmaktan çıkıp taşeron sisteminin kaldırılması talebine dönüşmüş; ancak TBMM Başkanlığı’na verilen belediyelerin Kamu İhale Kanunu kapsamından çıkarılması talebi aynen yerinde kalmış, belki de TMBB Başkanlığı tarafından işleme bile konulmuştur.

000153-copy

Cumhuriyet Halk Partisi’nin “Yaşanacak Bir Türkiye” sloganıyla yayınlanan 2015 tarihli Seçim Bildirgesi’nin “Taşeronlaşma” başlığını taşıyan bölümünde “Taşeronlaşmanın sona erdirilmesi için kamu kurumlarından başlayarak etkili bir eylem planı uygulayacağız. Kamuda taşeron işçiliğine, alt-işveren ve rödovans uygulamasına, özel kesime de örnek olacak biçimde son vereceğiz” denmektedir. (1)

Ayrıca yine aynı seçim bildirgesinin Kamu İhale Yasasını ele alan “Kamu Yönetiminde Etkin Denetim” başlıklı bölümünde belediye şirketlerinin Kamu İhale Yasası kapsamı dışında tutulacağına ilişkin hiçbir düzenlemeye yer verilmediği gibi “Yerel Yönetimler” başlıklı bölümünde belediye iktisadi teşebbüslerinin (BİT) üretim ve istihdama katkı sağlayacak şekilde güçlendirileceği, BİT’lerin faaliyetlerinin şeffaflaştırılacağı ve etkin şekilde denetlemesinin sağlanacağı belirtilmektedir. (2)

İzmir Milletvekili Murat Bakan ise verdiği kanun teklifinde taşeronlaşmanın ortadan kaldırılması için partisinin öngördüğü bir eylem planı önermemekte; ayrıca CHP’nin belediye iktisadi teşebbüslerinin şeffaflaştırılması ve daha etkin denetlenmesi hedefini göz ardı ederek belediye şirketlerinde ihalesiz iş yapılmasını sağlayacak bir kanun değişikliğinin yapılmasını istemekte; buna gerekçe olarak da Sayıştay, Maliye ve İçişleri Bakanlığı tarafından yapılan denetimlerle son yıllarda gelişen iç denetim uygulamaları nedeniyle Kamu İhale Kanunu eliyle yapılan denetime artık gerek kalmadığını ifade etmektedir.

Evet, belediye şirketleri maliye ve içişleri bakanlıklarıyla Sayıştay tarafından, ayrıca bazı belediyelerde oluşturulmuş iç denetim sistemiyle denetlenmekle birlikte; yapılan ihalelerin Kamu İhale Kurumu tarafından denetlenmesi ya da ihaleleri bu kurum tarafından izin verilmesi olası suçları önleyici bir özelliğe sahiptir. Oysa maliye ve içişleri bakanlıklarıyla Sayıştay tarafından yapılan denetimler çoğu kez suçun işlendiği tarihten sonra yapılan denetimlerdir. O nedenle suçu önleyici değil, suçun işlendikten sonra şikâyet ya da doğrudan tespit yöntemiyle öğrenilip soruşturulmasına yol açan bir işleve sahiptirler. O nedenle Kamu İhale Kanunu ve Kurumu eliyle yapılan denetimle bakanlıklar ya da Sayıştay tarafından yapılan farklı özellikteki denetimleri birbirine karıştırmamak, her ikisinin de farklı durum ve düzeylerde yararlı olduğunu kabul etmek gerekir.

İzmir Milletvekili Murat Bakan verdiği kanun teklifinin, Sayıştay tarafından denetlenen % 99’u yerel yönetimlere –yani kamuya- ait belediye şirketlerinde çalışan işçilerin iş güvencesinin sağlanmasını düzenleyeceğini iddia etmekle birlikte; belediye şirketlerinde çalışanların iş güvenliğini Kamu İhale Kurumu değil, istihdamı ve iş yaşamını düzenleyen İş mevzuatı düzenlemektedir. Bu nedenle bu kanun teklifinin hazırlanmasında bizce elmalarla armutlar birbirine karıştırılmış, belediye şirketlerindeki ihalesiz işlemleri ve bunun doğal sonucu olarak devamlı şikâyet ettiğimiz yolsuzluk ve hırsızlıkları arttıracak bir teklif, taşeronlaşmanın ilacı gibi takdim edilmeye çalışılmıştır. Oysa kamu kurumlarında ihalesiz iş yapılmasını, Kamu İhale Kanununun devre dışı bırakılmasını isteyen ve gerçekleştiren CHP değil, çoğu kez AKP olmuştur.

kor-fener

Sayın milletvekili söz konusu kanun teklifini büyük bir olasılıkla İzmir Büyükşehir Belediyesi ile diğer ilçe belediyelerine ait şirketlerin ihtiyaçlarını karşılamak, taşeron alımı ile ilgili ihalelerde yaşadıkları sorunları aşmak amacıyla hazırlamıştır. Kanun teklifi şayet böyle bir gereksinim nedeniyle hazırlanmışsa siz artık gerisini düşünün; yönetim kurulu üyeliklerinin rüşvet olarak dağıtıldığı, yapılan sponsor anlaşmalarının “ticari sır” gerekçesiyle açıklanmadığı, İzfaş gibi büyük ve önemli bir şirketin şeffaflığını kanıtlayan “Bilgi Toplumu Hizmetleri” sayfasının aylardır çalışmadığı, belediyede ihalesi yapılmak zorunda kalan birçok işin daha kolay yapılabilmesi, istenilen şirket ya da kişiye verilebilmesi için şirketlere havale edildiği günümüz koşullarında taşeron işçi alımlarının istenen yerden istendiği şekilde ihalesiz alındığını, yolsuzlukların arş-ı aleme yükseldiğini, belediye şirketlerinin daha fazla borç batağına sürüklendiğini, belediyeden transfer edilen sermaye paylarının daha da arttığını…

İzmir milletvekili Murat Bakan, sanırım Koca Ragıp Paşa’nın sözüyle “Şecaat arz ederken merd-i kıpti sirkatin söyler”; yani doğruyu söyler gibi yaparken belediye şirketlerinin daha da bozulmasına, yozlaşmasına neden olabilecek yeni ve yanlış bir açık kapının yaratılmasını önerir duruma düşmektedir…

(1) “Yaşanacak Bir Türkiye”, Seçim Bildirgesi 2015, CHP, sh.77

(2) “Yaşanacak Bir Türkiye”, Seçim Bildirgesi 2015, CHP, sh. 107-109

Belediyelerde Yeni Dönem: Demokrasisiz Merkeziyetçilik

OHAL’le birlikte yeni bir sayfa açıldı: Ülke Kanun Hükmünde Kararnameler (KHK) ile yönetiliyor. Meclis’e bomba geldi ama OHAL gelmedi. Meclis tatilde. Yani, KHK’ler 30 gün içinde Meclis’te görüşülmeleri gerekirken görüşülmüyor. Fakat hukuki sonuçlar doğuyor. Özeti, atı alan Üsküdar’ı geçti, Cumhurbaşkanı ve Hükümet, OHAL’in sınırlarını da aşarak çıkardıkları KHK’lerle ilerliyorlar. Yasalar değişiyor, devlet yeniden yapılandırılıyor. Fiili başkanlık en kötü haliyle yürürlükte.

Arada televizyon izliyorum: Demokrasinin rafa kalktığını söylemeyen, en azından kabul etmeyen yok. Ama durumdan utanan da yok. 15 Temmuz darbe girişimi nasıl bir süpürgeyse, demokrasi-dışı olmanın utancını da sildi süpürdü.

Peki, ama bir gün demokrasiye döndüğümüzde kendimizi nasıl bir demokratik ortamda bulacağız? Geleceğimize OHAL’siz ama OHAL varmış gibi demokrasiden uzak bir çerçeve yazılıyor.

demokrasi-009Demokrasisiz merkeziyetçi muhafazakârlık günleri geliyor.

İşin belediyelerle ilgili kısmı tam da bu. Kendisi için “sandıktan çıkma”yı demokrasi sayan “milletin adamı”, iş belediyelere gelince adeta “sandıktan çıksan ne olur ki?” diyor.

674 sayılı KHK’nin Belediyeler Kanunu’nda yaptığı değişikliklerin başka adı, başka anlamı yok.

Değişen ne?

Örneğin, belediyelerde başkan, başkan vekili ve belediye meclisi üyeleri görevi sürdüremeyecek hale geldiklerinde, yerlerinin nasıl doldurulacağı bellidir. Onlarca yıldır, başkan ve vekili için meclis (öyle valinin falan değil meclisin içinden gelen başkan vekilinin, o da yoksa en yaşlı meclis üyesinin başkanlığında) toplanır, yeni başkanı veya vekilini meclis üyeleri kendi arasından seçer. Meclis üyeleri için de sırası gelen yedek göreve çağrılır. Bu, sandıktan çıkan iradenin dönem sonuna kadar devam ettirilmesidir. 2005’te yürürlüğe giren 5393 sayılı Belediye Kanunu da demokrasinin gereği olan bu kuralı aynen devam ettirmiştir.

Ama şimdi, teröre yardım ve yataklık hallerinde il ve büyükşehir belediyeleri için İçişleri Bakanı, diğer belediyeler için valiler yeni başkan, vekil veya meclis üyesini atayacak. Bu atamanın belediye meclisi içinden yapılması da gerekmiyor. Yani sandık demokrasisi Cumhurbaşkanı ve hükümeti “milletin adamı” yapar, fakat belediyelerde seçilenleri yapmazmış!

Beterin de beteri var. O da KHK’nin geçici 9. maddesiyle getirildi. KHK çıkmadan önce, başkan ya da meclis üyesi seçilmişler terör ve şiddet gerekçesiyle görevden uzaklaştırılmışsa, yerlerine yasal düzenlemeye uygun şekilde yeni insanlar belediye meclisi içinden seçilmiş, görevlerine başlamış olsalar bile, KHK çıktıktan sonraki 15 gün içinde bakan ya da vali yerlerine görevlendirme (atama) yapacak.

KHK’yi yazan eller demiş ki, hukukta lehte olmadıkça geriye yürümemek kuralı mı, geçiniz…

protesto674 sayılı KHK’de “bu da yetmemiş” dedirten yeni kurallar var. Anılan durumdaki belediyelerde;

Belediye meclisi başkan çağırmadıkça toplanamayacak;

Meclis, encümen ve komisyon çalışmaları olmayacak, bu işleri encümen üyesi belediye memuru iki kişi yerine getirecek;

Bütçe ve muhasebe işlemleri valinin onayı ile mal müdürlüğü veya defterdarlığa geçecek;

Terör veya şiddete doğrudan ya da destek olarak kullanılan veya kullanılabilir mal ve imkânlara vali ya da kaymakam (mülki amir) el koyacak.

Sanmayın ki bu düzenlemelerin uygulanması OHAL dönemiyle sınırlı.

Özetle, bundan böyle, belediyelerde demokrasi milletin seçtikleriyle değil merkezi yönetimin izin verdikleriyle.

Hukukun üstünlüğü mü, o da neymiş?” demek serbest, “Ama sandık, seçilmişler, hani milli irade… OHAL kuralları OHAL’le sınırlı… demokrasi…” diyecek olsanız, “Terörü mü destekliyorsun terörist!” naralarının tükürükleri suratınıza sıçrıyor.

Ne diyelim?

Bir: Demokrasi her eve, herkese lazım. Bugün değilse yarın!

İki: Bugün yerel demokrasiyi savunmak vatani bir hizmettir.