Ali Rıza Avcan
Geçtiğimiz Cumartesi günü Seferihisar’daki Teos Yazarlar Evi’nde İzmir Dayanışma Akademisi üyesi Prof. Dr. Melek Göregenli’nin “Yerel Yönetim Politikalarında Sosyal Adaletin İnşası” başlıklı sunumunu dinledim, sorular sordum ve tartışmalara katıldım.
Bu sunum öncesi ve sonrasında bir kez daha gördüm ki, şu aralar herkes, özellikle böylesi önemli bir toplantıya gelmeyen belediye başkan aday adayları ve onları destekleyenler ya da yardım edenler, ‘ortak akıl’, ‘ekip çalışması’ ya da ‘katılım’ gibi bazı sihirli sözcükleri kullanıp, kendisinin ya da desteklediği adayın yönetime gelmesi durumunda herkesin, özellikle de meslek odalarıyla sivil toplum kuruluşlarının fikirlerini alarak yönetime ortak edeceklerini, böylelikle başarılı bir ekip çalışması çerçevesinde ortak aklı yaratacaklarını ifade ediyorlar.
Çünkü, bu sihirli sözcüklerin herkesi; özellikle de, sol, sosyal demokrat, sosyalist ya da komünist; kısacası, katılımcı demokrasi ve çoğulculuktan yana herkesi etkilediğini tahmin edip daha fazla oy alacaklarını düşünüyorlar.
Bense, yıllardır belediyelerin katılımcı süreç adı altında düzenlediği yüzlerce toplantı, çalıştay, atölye ve benzerine katılıp o etkinliklerin aktörü haline gelmiş biri olarak, bu söylenenlere artık inanmıyor ve ikna olmuyorum. O nedenle de, artık o tür etkinliklere; özellikle de o etkinliklerde “bir bilen” tarafından önceden hazırlanıp önümüze konulan ve bizim oradaki varlığımızla zımni bir şekilde onaylanıp meşrûlaşan “kuramsal çerçeve“lerin ve bunun gerçekleşmesi için düzenlenen “katılım ayinleri“nin kendisini fazlasıyla önemseyen bir unsuru olmak için değil,; katılıma olan inancını yitirmiş bir “katılım gazisi” olarak, sadece orada ne olup bittiğini, seçilip davet edilen konuklarla neler yapılmak istendiğini görüp öğrenmek için gidiyorum.
Çünkü, “Katılım Kabusu” isimli değerli kitabın yazarı Marcus Miessen’in de dediği gibi “Kararların alındığı masaya oturamıyoruz, ama otursak bile büyük mutabakatın dayattığı kararları onaylamamız bekleniyor. “Katılım” son yıllarda demokrasinin her kapıyı açan sihirli kelimesi. Kavramın eleştiriden yoksun, naif ve romantik kullanımı, kararlarının sonuçlarının sorumluluğundan kaçmak isteyen siyasetçilerin ekmeğine yağ sürüyor. “Katılım” yoluyla, nereye varacağı baştan belli olan kararlara katılmamız, çevre ve yaşamlarımızla ilgili yanlış politikaları onaylamamız ve meşrulaştırmamız bekleniyor.“
Ayrıca, bir zamanlar Kemalist, Atatürkçü, sosyal demokrat, seküler, ilerici ya da solcu olarak tanımlanan kesimlerin büyük bir heyecanla katıldığı miting, yürüyüş ve protesto gibi toplumsal etkinliklerde kitleleri coşturup herkesi tek bir amaç çevresinde birleştiren Türk bayrağı, İstiklal marşı ve Mustafa Kemal Atatürk’ün ad ya da resimleri gibi ulusal simgelerle Anıtkabir’i ziyaret etme gibi kitlesel eylemlerin sahip olduğu vurucu etkinin, şimdi bu muhalif kesimlerin dışındaki MHP ve AKP gibi iktidar kesimleri tarafından da bilinçli bir şekilde sıkça kullanılmasıyla birlikte o eski vurucu etkisini kaybetmesinde olduğu gibi; ‘ortak akıl’, ‘ekip çalışması’ ve ‘katılım’ gibi sözcüklerin de artık o sözcüklerin anlam ve uygulamasına inanmayan insan ve kesimler tarafından kullanılıyor olması nedeniyle çoğu insan için özel bir anlamının kalmadığını, etkisini yitirdiğini görüyor ve düşünüyorum.
Şimdi neredeyse herkes katılım, ekip çalışması ve ortak akıl gibi demokratik yöntemlere önem verdiğini, ne yapacaksa katılım süreci içinde oluşacak ortak akla göre hareket edeceğini ya da tüm çalışmalarını ekip halinde gerçekleştireceğini söyleyerek, bir başkasının söylediklerini tekrarlayarak birbirine benzemeye başlıyor.
Artık temsili demokrasinin yetersizliklerini gören geniş kitlelerin talepleriyle şekillenen zamanın ruhu bunu istiyor. Şimdinin moda olan sözcük, deyim ya da yöntemleri bundan böyle bunlar…
O nedenle, kimin gerçekten katılım, ekip çalışması ve ortak akıldan yana olduğunu bilmek, kimin samimi olduğunu kestirmek, bütün bu kavramları somut bir şekilde hayata geçirmediğimiz sürece mümkün değil.
O nedenle şimdi artık adayların ya da destekçilerinin seçim çalışmalarını iyi bir ekip çalışması ile yürütüp yürütmediklerine, farklı düşünceleri temsil edenlerden oluşturdukları iyi bir ekiple çalışıp çalışmadıklarına, seçmenin karşısına tek başına mı yoksa ekipleriyle birlikte mi çıktıklarına, büyükşehir ve ilçe belediye başkanı adayları arasında işbirliği olup olmadığına, aday olanların daha önce bu tür benzeri katılım süreçleri içinde yer alıp almadığına, çalıştığı örgüt ya da üyesi olduğu siyasal partinin görüşlerini eleştirel bir bakışla sorgulayıp sorgulamadığına bakmamız gerekiyor. Böylelikle söylediklerini yapma, hayata geçirme kapasitesine sahip olup olmadığını sorgulamamız gerekiyor.
Tabii ki bütün bunları yaparken, Marcus Miessen‘in de belirttiği gibi mutabakat temelli katılımın sınırlılıklarını ve tuzaklarını sergileyerek, mevcut protokollerle kendini bağlamayan, çelişkiden korkmayan, tam tersine çelişkiyi doğurgan gören, alana yaratıcı akıl ve değişim iradesi taşıyan, günümüzde yaygın bir davranış türü olan sinik normalliği bozmak adına bütün karar alma süreçlerinde ve bilgi alanlarında olayın dışında kalıp ‘dışarıdan düşünen’, huzur ve istikrar bozucu; daha doğrusu, oynanan oyunun kurallarını tartışıp değiştirmeye kalkan gerçek ‘oyunbozanların‘, çağrılmamış ve davetsiz yabancıların gerçek değişime yol açabileceğini de dikkate alarak…
O nedenle, artık herkesin diline pelesenk olan “gelin katılın, birlikte yönetelim” gibi şeyleri söyleyenlere, “tamam anladım; ama, bunu nasıl, kimlerle ve ne şekilde yapacaksın?” diye sorup bu konuları ciddi bir şekilde düşünüp düşünmediğini sorgulayıp samimiyetini anlayalım derim…