Bu bir ihbar yazısıdır….

Ali Rıza Avcan

Evet, bu bir ihbar yazısıdır.

Hem de 2024 yılının ilk gününde içim sızlayarak yazdığım bir ihbar yazısı, bir feryat, bir isyan yazısıdır…

Ama alışıldığı üzere cumhuriyet savcılarına, CİMER‘e, HİM‘e ya da kendilerine devlet diyen kamu otoritelerine değil; tarihi ve kültürel değerlerin korunup sahiplenilmesine önem veren kamuoyuna, insanlığa ve 30 Mart 2024 tarihli yerel seçimlerde oy kullanacak seçmenlere, özellikle de İzmir Büyükşehir Belediye Başkanlığı ile Konak Belediye Başkanlığı için oy kullanacak seçmenlere yönelik bir ihbar yazısıdır.

Büyük Kardıçalı Han

1928 yılında yapılan ve Birinci Ulusal Mimarlık Dönemi‘nin tüm özelliklerini yansıtan İzmir‘in ilk, ülkemizin ikinci betonarme karkas yapısıdır. Birincisi ise İstanbul‘da 1923’de inşa edilmiş olan İstanbul Vakıflar Bölge Müdürlüğü binasıdır.

Büyük Kardıçalı Han

İzmir‘i, İzmir yapan, İzmir‘in mimari kimliğini belirleyen, her daim gözümüzün önündeki en önemli tarihi yapılardan biridir. Hemen önünde Osmanlı ve Selçuklu mimarisinin temel öğelerini öne çıkaran Birinci Ulusal Mimarlık Dönemi‘nin önemli temsilcisi Mimar Kemalettin Bey‘in heykeli bulunmaktadır.

Bina, batıda 2. Kordon olarak bildiğimiz Cumhuriyet Bulvarı, kuzeyde Mimar Kemalettin Caddesi, doğuda ise Şehit Fethi Bey Caddesi ile çevrelenen ve tapunun Konak ilçesi, Akdeniz mahallesi 77 pafta, 951 ada, 2 parselindeki 1.718 metrekarelik bir arsa üzerinde bulunmaktadır. 2024 yılı itibariyle 96 yaşına giren bu muhteşem bina, Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü‘nün Parsel Sorgulama Uygulaması verilerine göre 119, İzmir Büyükşehir Belediyesi Üç Boyutlu Kent Rehberi verilerine göre kat mülkiyetinin geçerli olduğu 132 bağımsız bölümden oluşmaktadır.

Büyük Kardiçalı Han Kuzey cephe kesiti.
Büyük Kardiçalı Han planı.

1. derece kültürel varlık olarak koruma altına alınan yapı, tescil fişindeki bilgilere göre zemin + iki katlı, iç avlusu olan bir yapıdır. Şehit Fethi Bey Caddesi‘nden 15, 17 (han girişi) ve 19, Mimar Kemalettin Caddesi‘nden 16-A, 16, 14, 10, 8, 6 ve 4, Cumhuriyet Bulvarı‘ndan 56, 54 (han girişi), 52, 50, 48 ve 48/A kapı numaralarını almıştır.

1927-1928 yıllarında yapılan yapının sahibi, Yunanistan‘ın Batı Teselya bölgesindeki Kardiçe (Καρδίτσα Karditsa) kentinden önce Manisa, Akhisar‘a, daha sonra İzmir‘e gelip yerleşen tütün tüccarı Kardıçalı İbrahim Bey (1880-1958)’dir. Hakkındaki bazı iddialar, İbrahim Kardıçalı‘nın Sabetay Sevi‘yi Mesih olarak tanıyıp din değiştirenlerin Karakaş kolu ile ilişkili olduğu ile ilgilidir. Tütün ticaretiyle kısa zamanda zenginleşen Kardıçalı İbrahim Bey‘in bu binayı, abartılı bir söylemle demiri Almanya‘dan, çimentoyu Romanya‘dan, keresteyi de İtalya‘dan getirmek suretiyle apartman olarak yaptırdığı söylenmekle birlikte Cumhuriyet‘in ilk yıllarında demir, çimento ve kereste gibi inşaat malzemelerini üretemeyen bir ülke ve kentte, bu malzemelerin ülke dışından getirilmesi kadar normal bir şey olmayacağı da dikkate alınmalıdır.

Bu muhteşem yapıyı yapan mimarın ismi, çoğu araştırma, makale ve doktora tezinde herhangi bir kaynak gösterilmeksizin Mehmet Fesci olarak gösterilirken, İzmir Kent Ansiklopedisi‘nin mimarlıkla ilgili 2. cildindeki “Özel Yönetim ve İş Merkezi Yapıları Mimarisi” başlıklı bölümünü kaleme alan Doç. Dr. İnci Uzun ise ortalama bir yol izleyerek ve yine hiçbir kaynak göstermeden yapının o dönemde yapılan İzmir Ticaret Odası (1927) ve “Elhamra İdaresinde Milli Kütüphane Sineması” inşaatlarında birlikte çalışan mühendisler Fesçizade İbrahim Galip (İbrahim Galip Fesçi) ile Mehmet Galip (Galip Sinap) tarafından inşa edilmiş olabileceğini ifade etmektedir. (1) 2005 tarihli İzmir Mimarlık Rehberi‘ni hazırlayan Deniz Güner yapının mimarının Mehmet Fesçi olduğunu söylerken, Şeref Etker Büyük Kardiçalı Han‘a ait betonarme projesinin, Paris‘teki École Nationale des Ponts et Chaussées (Ulusal Köprüler ve Yollar Okulu)’den mezun olduktan sonra 1919-1922 yılları arasında Mühendis Mekteb-i Alîsi ile Sanayi-i Nefise Mektebi‘nde betonarme muallimliği yapan Muallim Mühendis Mehmet Galip Bey (Sinap) (1888-1962)’e ait olduğunu söylemektedir. (2, 3) Diğer yandan da Büyük Kardiçalı Hanı‘nın kuzey-batı köşesindeki kubbe rüzgarlığında bulunan çini kitabede ise “1927, İbrahim Mustafa” ismi bulunmaktadır.

Kardıçalı İbrahim, Tütün Tüccarı ilanı, Ticari ve İktisadi İzmir Rehberi 1926 – s.53.
Kardıçalı İbrahim Bey’in, 1936 Eylül ayından sonra Kültür Koleji olarak kullanılan Kemeraltı, Numanzade (847) Sokak’taki konağı.
Kardıçalı İbrahim Bey (1880-1958).

Büyük Kardiçalı Han‘ın en büyük paya sahip mülk sahiplerinin ise, Yeni Asır gazetesinin 22 Aralık 2023 tarihli nüshasında yayınlanan “Büyük Kardiçalı Hanı’nda büyük talan” başlıklı haberle, ülkemizin ve kentimizin tanınmış sermayedarlarından ve Migros‘un sahibi Tuncay Özilhan‘ın eşi ve İbrahim Kardıçalı‘nın torunu olan Emine Özilhan ile Macit Erzel ve Cemal Çiftçiler olduğunu öğreniyoruz.

Bina ile ilgili ilginç bir bilgi, “Taçsız Kral” adıyla ünlenen futbolcu Metin Oktay‘ın, 12 Mayıs 1965 tarihinde hanın sahibi İbrahim Kardıçalı‘nın kızı Servet Kardıçalı ile aileye haber vermeden ikinci evliliğini yapması nedeniyle, benim de bir kez gittiğim bu hanın altındaki “Gol Pub” isimli birahaneyi işletmesidir.

Büyük Kardıçalı Han‘la ilgili diğer ilginç bir tesadüf de, “Büyük Kardiçalı Han Pasajı” isminin geçtiği bir tabelaya ünlü Fransız çizgi roman yazarı Pierre Christin‘in yarattığı ve ünlü Fransız illüstratörü Andre Juillard‘ın çizdiği 2020 tarihli Lena’s Odyssey isimli çizgi roman albümünde karşılaşmamız oldu…

Binasının üzerindeki bakır tabelaya göre Adnan Beyamoğlu ithalatçı-ihracatçıydı. Ne olduğu hakkında hiçbir fikrim yoktu; ama, önemli değildi.

Asansörü olmakla birlikte uzun yıllardır kullanılmayan bu binanın sahibi olarak, şu an itibariyle 20 hissedarı bulunmaktadır. Bina 2019 yılında geçirdiği yangından sonra 2003 yılında ciddi bir tadilat geçirmiş; ancak, 30 Ekim 2020 tarihli Sisam Depremi sonucunda ağır bir hasar almıştır. Nitekim bu durum, Prof. Dr. Eti Akyüz Levi ile Dr. Umut Devrim Tunca‘nın birlikte kaleme aldıkları 2023 tarihli “Afetlerin Tarihi Kentlere Etkisinin Koruma Bağlamında Değerlendirilmesi: İzmir Örneği” başlıklı makalede “Kardiçalı Han’da düşey taşıyıcılarda ciddi kesme hasarları saptanmıştır” şeklinde ifade edilmektedir. (4)

İmar sahasında Banka Osmani. Kardıçalı İbrahim Bey inşaatı“.
Büyük Kardıçalı Han inşaatı devam ediyor…
Faytonların gezindiği bir İzmir coğrafyasında inşaatı bitmiş Büyük Kardıçalı Han…
Faytonların at arabalarıyla birlikte 2. Kordon’a çıkabildiği zamanların Büyük Kardıçalı Han’ı…

Bunun üzerine hanın mülk sahipleri özel bir firmaya deprem performans analiz raporu düzenletirler ve bu raporu Konak Belediyesi‘ne sunarlar. Konak Belediyesi Koruma Uygulama ve Denetim Bürosu (KUDEB) ise bu raporu, taşınmazın tescilli olması nedeniyle görüşünü almak üzere İzmir 1 Numaralı Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu Müdürlüğü‘ne iletir. Hazırlanan raporda çatı alın duvarında öteleme olması ve her an kendiliğinden yıkılabileceğinden hanın ışıklandırmasının bulunduğu koridorun kapatılarak kullanılmaması gerektiği belirtilir.

Yakın zamanların Büyük Kardıçalı Han’ı…
Büyük Kardıçalı Han.
Büyük Kardıçalı Han merdivenleri.
Büyük Kardıçalı Han koridorları ve muhteşem döşeme karoları…
Büyük Kardıçalı Han koridorları ve muhteşem döşeme karoları…

Koruma Kurulu ise ivedi olarak yapısal güçlendirme yöntemlerini önerecek bir statik raporla birlikte taşıyıcı sistem sorunlarının giderilmesiyle ilgili bir sanat tarihi raporunun; ayrıca, yapı rölöve ve restitüsyon etüdüyle restorasyon projesinin hazırlanması gerektiği şeklinde bir karar alarak, bu süreçte can ve mal güvenliğini sağlamaya yönelik gerekli önlemlerin ilgili kurumlarca alınması gerektiğini belirterek yapının mühürlenerek kullanımına kapatılmasının yasa kapsamında sakıncalı olmadığını belirtir. Kararda, konunun imar mevzuatı açısından Konak Belediyesi tarafından değerlendirilmesi gerektiğinin de altı çizilir.

Konak Belediyesi İmar ve Şehircilik Müdürlüğü‘nün 4 Mayıs 2023 tarihinde gönderdiği yazıda, tüm mülkiyet sahipleriyle kiracıların bilgilendirilerek, 3194 sayılı İmar Kanunu‘nun 39. maddesi gereği, handaki eşya ve insanların 30 gün içerisinde tahliye edilmesi istenip; tescilli taşınmaza inşaat anlamında müdahalede bulunulmadan taşınmaz ve çevresinde can ve mal güvenliğini sağlayacak emniyet tedbirlerinin mülkiyet sahipleri tarafından alınmasının talep edilmesi üzerine handaki kiracılar, bu kararın yasal olmadığını savunup, İzmir İdare Mahkemesi‘nde ‘yürütmeyi durdurma‘ talebiyle dava açarlar.

Böylelikle bu tarihi tescilli binayı yıkmaktan çok onu restore ederek kurtarmakla görevli olan belediye yöneticilerine de, -her zaman yaptıkları gibi- “biz mevzuatın bizden istediğini yerine getirerek görevimizi yaptık. Şimdi mahkemeden karar alınmasını bekliyoruz” diyerek hem işi yokuşa sürmenin, hem de yağmacılara yol açmanın bahanesi de çıkmış oldu…

Bina cephesindeki tehlikeli radyal çatlaklar…
Bina cephesindeki tehlikeli düşey çatlaklar…
Bina cephesindeki tehlikeli düşey çatlaklar…
Bina cephesindeki tehlikeli düşey çatlaklar…
Bina cephesindeki düşey çatlaklar…
Binanın Cumhuriyet Bulvarı (2. Kordon) cephesindeki balkon konsollarının ve zeminlerinin yıpranmış içler acısı hali…

Bu gelişmeler İzmir‘deki yerel gazeteler ve ajanslar tarafından gündeme taşınmakla birlikte (5) tahliye edilen yapı içinde ve çevresinde gerekli önlemler alınmadığı için bir süre sonra yapının yağmalanmaya başladığı ile ilgili haberleri okumaya başladık. Önce 24 Ekim ve 1 Kasım 2023 tarihlerinde Egepostası gazetesi, “Hırsızlar Asırlık hanı mesken tuttu: Göz göre göre yağmalanıyor!” ve “Egepostası Asırlık Han’ın yağmalanmasını gündeme getirmişti: Yetkililer önlem aldı“, ardından 21 Kasım 2023 tarihinde İlkses gazetesi “Kardiçalı Han ‘tehlike’ saçıyor: Yeterli önlem yok!“, en sonunda da 22 Aralık 2023 tarihinde Yeni Asır gazetesi “Büyük Kardiçalı Hanı’nda büyük talan” başlıklı haberleri gündeme getirerek bu değerli yapıdaki hırsızlık, soygun ve talanı fotoğraflayıp bu konuda görevli, sorumlu ve yetkili olan kamu görevlilerinin dikkatini çekmeye çalışırlar. (6, 7, 8,9)

Yaklaşmak can ve mal güvenliği açısından tehlikeli ama binanın yanından geçmek ne ölçüde tehlikeli?
Bine girişlerini saç tabakalarla örtüp gitmek ne ölçüde etkili?
Yağmacılar, yerleştirilen saç tabakaları kesip binaya girerlerse, ne olur?

Bu resmi yazışma ve gazete haberlerinden anlaşıldığı kadarıyla, İzmir 1 Numaralı Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu bu değerli yapının restorasyonu için gerekli olan raporların hazırlanmasını ve bu raporların hazırlandığı süreçte binada herhangi bir inşaat faaliyetinin yapılmaması koşuluyla binanın içinde ve çevresinde can ve mal güvenliğini sağlamak amacıyla -“ilgili kurumlarca” ifadesiyle Konak Belediyesi‘ni işaret ederek- önlem alınmasını istediği halde Konak Belediyesi İmar ve Şehircilik Müdürlüğü‘nün binayı İmar Kanunu‘nun 39. maddesinde tanımı yapılan “yıkılacak derecede tehlikeli yapılar” sınıfına sokarak binayı tahliye ettirdikten sonra bina girişlerini saç levhalarla kapatarak; ama bina çevresinde alınması gereken can ve mal güvenliği ile ilgili önlemleri mal sahiplerine bırakarak görevini yapmadığı ya da savsakladığı görülmektedir. Zira bina sahiplerinin bina çevresi olarak tanımlanan; ancak, Konak Belediyesi ile İzmir Büyükşehir Belediyesi‘ne ait olan bu bulvar, cadde, kaldırım ve yaya alanlarında mal ve can güvenliğini, bu iki belediyeye rağmen nasıl sağlayacağı konusunun anlamsızlığı bir yanda dururken, bina girişlerini saç levhalarla kapatıp gittikten sonra o saç levhaların eğrilip bükülerek, kesilerek ya da yok edilerek başlatılan yağma süreçlerinde bu yöntemin can ve mal güvenliğini sağlama açısından yeterli bir önlem olmadığı ne yazık ki anlaşılmamış ya da anlaşılmakla birlikte bu konularda görevli, yetkili ve sorumlu olan hiçbir belediye yetkilisinin kılı bile kıpırdamamıştır.

Kısacası, başta Konak Belediye Başkanı Abdül Batur olmak üzere hiçbir belediye yetkilisi görevini yapmamış, o binanın önünden gelip geçen başta İzmir Valisi, İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı olmak üzere İzmir İl Emniyet Müdürü, İzmir İl Kültür ve Turizm Müdürü ve UNESCO İzmir Tarihli Liman Kenti Alan Başkanı, bizim sade bir yurttaş olarak sorduğumuz “burada ne oluyor?” sorusunu sormamış, sahip oldukları yetkileri kullanarak bu soygun ve yağmaya müdahale etmemiştir.

Oysa Kültür Bakanlığı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulu‘nun Taşınmaz Kültür Varlıklarının Gruplandırılması, Bakım ve Onarımları başlıklı 5 Kasım 1999 tarih, 660 nolu ilke kararının “Esaslı Onarım İlkeleri” başlıklı kısmının (b) maddesinde, korunması gereken taşınmaz kültür varlığı olarak tescil edilen yapıların yıkılmadan korunmalarının esas olduğu, yıkılacak şekilde tehlike yaratan (mail-i inhidam) korunması gerekli taşınmaz kültür varlıklarının yıkılması ilgili kararların ancak koruma kurullarınca alınacağı, anılan taşınmaz kültür varlıklarının belediyeler veya valiliklerce boşaltılacağı, gerekli fiziki ve güvenlik önlemlerinin ilgili valilik ve belediyesince alındıktan sonra konunun koruma kuruluna iletilerek alınacak karara göre işlem yapılacağı hüküm altına alınması gerektiği hüküm altına alındığı; ayrıca, Danıştay 6. Dairesi‘nin 22.12.2006 tarih, E.2004/8089, K. 2006/6505 sayılı emsal kararında gerekli fiziki ve güvenlik önlemlerin belediye ya da valilikçe alınması gerektiği kesin bir şekilde belirtildiği halde; Büyük Kardıçalı Hanı‘nın çevresindeki fiziki ve güvenlik önlemlerinin Konak Belediyesi‘nce yerinde getirilmeyerek bunun mal sahiplerinden istendiği, sonuç olarak Konak Belediyesi‘nin binanın dış yüzeyine astığı tabelalarda her an yıkılabileceği belirtilen binanın çevresinden geçenler tesadüflerin insafına bırakılmış, kamu görevlisi yapması gereken kamu görevini yerine getirmemiştir.

Üstüne üstlük 24 Temmuz 2007 tarihinde çekilerek Vikipedi‘nin “Kardiçali Han” maddesine eklenen fotoğrafta gördüğümüz yapının kuzeybatı köşesindeki kubbenin üstündeki 1927 tarihli tarihi kitabe ya rüzgarda düşerek ya da çalınarak kaybolmuş ve kimseler bunun farkına varmamıştır.

Yapının zemin katında rahatlıkla ulaşabildiğimiz işyerlerinin son durumu.
Yapının çalınan yağmur suyu oluklarının son durumu.
Yapının çatısındaki son manzara, Fotoğraf: Yeni Asır Gazetesi, 23.12.2023.
   Uzun bir süredir mevcut olmayan 1927 tarihli kitabe, Kaynak: Vikipedi, “Kardiçalı Han”, https://tr.wikipedia.org/wiki/Kardi%C3%A7al%C4%B1_Han#/media/Dosya:Kardi%C3%A7al%C4%B1_Han_20070724.jpg
Kaynak: Orhan Beşikçi, 30.12.2023.

Oysa İmar Kanunu‘nun 39. maddesinin 2. fıkrası hükmüne göre yapı sahibinin tahliye tebligatını izleyen 30 gün içinde yapıdaki tehlikeyi ortadan kaldırmaması halinde, İzmir 1 Numaralı Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu aldığı kararda yıkımdan değil, restorasyondan söz ettiği için binadaki tehlikenin bizatihi Konak Belediyesi tarafından giderilmesi; yani restorasyonun Konak Belediyesi tarafından yapılarak, yine aynı fıkra hükmüne göre masrafının % 20 fazlası ile yapı sahiplerinden tahsil edilmesi gerekiyor.

Şimdi ise yapı sahiplerinin, alınan tahliye kararının yürütmesinin durdurulması talebiyle idare mahkemesine gitmesine neden olunarak sorunun çözümlenmek yerine dondurulması; böylelikle hem binanın girişlere yerleştirilen saç levhaların eğrilip bükülmesi suretiyle yağma edilmesinin yolu açılmış, hem de binanın çevresinden gelip geçen insanların mal ve can güvenliği göz ardı edilmiştir.

Oysa başında mimar bir belediye başkanının bulunduğu ve o mimar belediye başkanının İzmir Büyükşehir Belediye Başkanlığına aday olduğu bir süreçte belediye mülk sahipleri ile oturup onlara durumu anlatıp onların restorasyonla ilgili raporları hazırlayamadığı ve restorasyon masraflarını karşılayamadığı bir koşullarda, işin içine İzmir Valiliği Yatırımları İzleme ve Koordinasyon Başkanlığı (YİKOB) emrindeki emlak vergisi fonunu, (İZKA) İzmir Kalkınma Ajansı‘nın yaptığı yardımları ya da olası sponsor katkılarını da dahil ederek bu sorunu çözmesi, böylelikle hem binanın yağmasını engellemesi hem de bina çevresindeki mal ve can güvenliğini sağlaması beklenirdi. Unutmayalım ki, Konak Belediyesi geçmişte kendisine ait olmayan birçok yeri, örneğin Basmane Çukuru yakınındaki Maliye Hazinesi‘ne ait TEKEL binasını restore ederek İzmir İl Emniyet Müdürlüğü‘ne teslim etmişti. O nedenle, buna benzer bir yöntem niye Büyük Kardiçalı Han için tercih edilmemiş ve mülk sahiplerinin mahkemeye gitmesi sağlanmıştır, işte bunu anlamak gerçekten mümkün değildir…

Hele ki bu binayı yıllarca kullanan, bu binanın iç mekanlarında sergiler, festivaller, toplantılar düzenleyip bu işin rantını yiyen sanat merkezi sahiplerinin ve sanatçılarının herkesi gözü önünde sergilenen bu yağma, talan ve hırsızlık sürecine tepkisiz kalmalarını, tek bir ses çıkarmamalarına da şaşırmamamız gerekiyor… Belli olmaz, belki bir gün bu çirkinliği bile sanatsal bir etkinlik, örneğin bir enstalasyon olarak bizlere sunmaya kalkabilirler…

Ama tabii ki, 30 Ekim 2020 Sisam Depremi sonrasında kullanılamaz hale gelmiş olan kendi binasını bile bugüne kadar yapamayan bir belediyenin ve o belediyenin başkanı olan bir mimarın şimdi çıkıp bu binayı sahiplenmesini, bırakın onu bir aday adayı olarak seçildiğinde İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı sıfatıyla İzmir‘e sahip çıkmasını beklemenin bir hayal olduğunu biliyor ve başta Konak Belediye Başkanı Abdül Batur olmak üzere bu sürecin seyirciliğini yapan İzmir Valisi Dr. Süleyman Elban‘ı, İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer‘i, İzmir İl Kültür ve Turizm Müdürü‘nü, İzmir İl Emniyet Müdürü Celal Sel‘i, UNESCO İzmir Tarihi Liman Kenti Alan Başkanı Abdülaziz Ediz‘i ve geçmişimize sahip çıkmayan tüm görevli, yetkili ve sorumlu zevatı kamuoyuna, halka; daha doğrusu 30 Mart 2024 seçimlerinde oy kullanacak İzmirli seçmenlere ihbar ediyorum… Çünkü onların, o tarihi değeri yağmalayanlardan daha çok suçlu olduklarına, bu yağmayı izleyerek görevlerini kötüye kullandıklarına inanıyorum…

Büyük Kardıçalı Hanı‘nın bu derece ihmal edilip yağmacıların insafına terk edilmesi ile ilgili akla gelen diğer bir kötü ihtimal de, mülk sahiplerinin bu soygun, hırsızlık ya da yağma neticesinde binanın yok olup çökeceği bir süreçte burayı kurtarmak bahanesiyle bu hanı yıldızlı bir otel yapma ihtimalidir ki, Özilhanlar olarak adlandırılan bu sermaye grubunun Ankara‘daki ve Çeşme‘deki otellerini dikkate aldığımızda bu şüphenin pek de yabana atılmayacak bir ihtimal olması kuvvetle muhtemeldir…

…………………………………………………………………………………………………………….

(1) Uzun, İ., “Özel Yönetim ve İş Merkezi Yapıları Mimarisi“, İzmir Kent Ansiklopedisi, Mimarlık, Cilt 2, İzmir Büyükşehir Belediyesi yayını, 2013, İzmir, sh. 31-32.

(2) Güner, D. İzmir Mimarlık Rehberi, TMMOB Mimarlar Odası İzmir Şubesi Yayını, 2005, sh. 120.

(3) Etker, Ş., “Türk Mühendis ve Mimar Birliği Nizamname-i Esasisi (İzmir, 1924), Osmanlı Bilim Araştırmaları Dergisi, Cilt XIII, Sayı I, 2011, s. 109-116.

(4) Akyüz Levi, E., Tunca, U. D., “Afetlerin Tarihi Kentlere Etkisinin Koruma Bağlamında Değerlendirilmesi: İzmir Örneği, IV. Kentsel Morfoloji Sempozyumu, Konya, 2023, sh. 268-281.

(5) “İzmir’deki tarihi Büyük Kardiçalı Han’da tahliye kararına karşı yürütmeyi durdurma davası, DHA – Demirören Haber Ajansı, 23 Mayıs, 2023, https://www.dha.com.tr/foto-galeri/izmirdeki-tarihi-buyuk-kardicali-handa-tahliye-kararina-karsi-yurutmeyi-durdurma-davasi-2255046, Erişim Tarihi: 29.12.2023.

(6) “Hırsızlar Asırlık Han’ı mesken tuttu: Göz göre göre yağmalanıyor!, Egepostası gazetesi, 24.10.2023, https://www.egepostasi.com/haber/Hirsizlar-Asirlik-Han-i-mesken-tuttu-Goz-gore-gore-yagmalaniyor/317474

(7) “Egepostası Asırlık Han’ın yağmalanmasını gündeme getirmişti: Yetkililer önlem aldı!, Ege Postası, 01.11.2023, https://www.egepostasi.com/haber/Egepostasi-Asirlik-Hanin-yagmalanmasini-gundeme-getirmisti-Yetkililer-onlem-aldi/318127, Erişim Tarihi: 29.12.2023.

(8) “Kardiçalı Han ‘tehlike’ saçıyor: Yeterli önlem yok!, İlkses gazetesi, 21.11.2023, Erişim Tarihi: 29.12.2023, https://www.ilksesgazetesi.com/guncel/kardicali-hani-tehlike-saciyor-yeterli-onlem-yok-200625.

(9) “Büyük Kardiçalı Hanı’nda büyük talan, Yeni Asır gazetesi, 22.12.2023, Erişim Tarihi: 29.12.2023, https://www.yeniasir.com.tr/izmir/2023/12/22/buyuk-kardicali-haninda-buyuk-talan

İzmir’in kültür mirasını, Binali Yıldırım’ın ekibine teslim etmek…

Ali Rıza Avcan

İnsanoğlunun her türlü beraberliği, bunu oluşturan kişi, örgüt ya da grupların birbirlerine karşılıklı güveni üzerinde gelişen bir düşünce ve duygu birliğini gerektirir. Bu koşulların oluştuğu o ilk an’da, sözünü ettiğimiz beraberlik ya da birlik hali kendiliğinden ortaya çıkar ve bu koşulların varlığı süresince devam edip, azalması ya da yok olması durumunda tüm taraflara zarar verip ortadan kaybolur.

O nedenle ister ticari, ister duygusal ya da ister siyasal olsun her türlü beraberliğin maddi ve manevi anlamda sağlam temeller üzerinde yükselmesi gerekir ve bu temellere bir zarar gelmediği sürece o beraberlik, işbirliği hali devam eder gider. Arkadaş, sevgili, eş ya da ticari anlamda ortak olma halleri hep bu özellikleri taşır, hep bu süreçleri yaşar.

İşte o nedenle, tüm meslek yaşamım süresince birlikte çalışmayı düşündüğüm kişi, örgüt ya da gruplar ne kadar bilgili, deneyimli, becerikli ve yetenekli olurlarsa olsunlar, onların dünya görüşleri, siyasetleri, dünyaya bakışları benimle aynı ya da benzer olmadığı, başka bir anlatımla “doku uyuşması” olmadığı sürece tek bir adım dahi atmadım, arada bir yanlışlıkla attıklarım olsa bile en kısa sürede geri giderek o işten sıyrılmaya çalıştım. Örneğin meslek hayatımın 1991 ila 2015 yıllarını kapsayan son döneminde sunduğum eğitim, yönetim, planlama, araştırma ve iletişim danışmanlığı hizmetlerinde hiçbir şekilde benimle aynı düşüncede olmayan MSP‘li, MHP‘li ya da AKP‘li belediyelerle, belediye başkanlarıyla ve siyasetçilerle çalışmadım. Çalıştığım ANAP‘lı ya da DYP‘li belediye başkanları ise esasen sol görüşlüydüler ve çoğu kez daha sonra CHP‘ye geçmişlerdi. MSP, MHP ve AKP gibi sağ partilerden ve siyasetçilerden gelen tek tük teklifi ise inandırıcı gerekçeler yaratarak kabul etmedim. Bu anlamda, İzmir Limanı davalarıyla ve oğlunun gemicikleri ile ünlenip 2015 seçimlerinde İzmir Büyükşehir Belediyesi başkan adayı olarak karşımıza çıkan İzmir milletvekili, eski Ulaştırma Bakanı ve Başbakan olan Binali Yıldırım‘ın seçim kampanyasını yönetme, kampanyaya katkıda bulunma ya da seçim projelerini hazırlama gibi bir işi yapmak hiçbir şekilde aklıma gelmedi, gelse bile bunu kendime yedirip kabul etmem mümkün olmazdı. Nitekim ANAP‘lı belediye başkanı olarak bir dönem danışmanlığını yaptığım Balçova Belediye Başkanı Mustafa Şentürk‘ün izleyen seçimlerde AKP aday adayı olması durumunda, ona yardımcı olmanın etik olarak doğru olmadığını düşünerek gelen teklifi kabul etmedim. Bu çerçevede bu gün AKP‘li olup yarın öbür gün bir çırpıda CHP‘li olan; hatta daha sol partilere geçen siyasetçilerin bu akıl dışı tercih ve tutumlarına ise aklım hiç ermedi.

Kısacası bana göre herkes düşünce, duygu, siyaset, dünya görüşü ve ideolojisiyle geçmişine uygun olan yerde yer almalı, ilkelerinden taviz vermemeliydi. Söz konusu olan iş, çoğu insanın “profesyonellik” olarak kabul ettiği para kazanmaya dayalı işler bile olsa…

Yol ayrımı… Kiminle birlikte ve nasıl?

Yanlış yolda yanlış yol arkadaşı seçmek…

İzmir’de yaşayan çoğu İzmirlinin bilip tanık olduğu gibi, geçtiğimiz günlerde İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin ortak, İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer‘in yönetim kurulu başkanı olduğu ve daha çok kısa adı TARKEM‘le tanınıp bilinen Tarihi Kemeraltı İnşaat Yatırım Ticaret Anonim Şirketi, 2012 yılından bu yana bir hedef olarak belirlediği İzmir Tarihi Kemeraltı Gayrimenkul Yatırım Fonu‘nu kurduğunu ve bu durumu düzenlediği bir kokteylle kutladığını duyurdu.

Böylelikle önce Kemeraltı ve Basmane semtlerindeki bazı bölgelerde, daha sonra UNESCO İzmir Tarihi Alan Yönetimi‘ni üstlenmesi nedeniyle Kemeraltı, Basmane, Kadifekale, Çankaya ve Pasaport gibi tarihi kent merkezinin önemli bölgelerinde görevli olan her arsa, her bina değerli birer kültürel değer olmaktan çıkarak söz konusu gayrimenkul yatırım fonunun alıp satabileceği, kiralayıp kullanabileceği bir gayrimenkul düzeyine indi. Arkeolojik, tarihi, kültürel olma gibi değerler ise sadece bu gayrimenkullerin değerini arttıran ayrıntıya dönüşmüş oldu.

Böylelikle, İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer‘in ifade ettiği şekliyle yurtdışı ve içi yatırım kaynaklarından elde edilecek toplam 1 milyar dolarlık fon geliri ile bu tarihi bölgenin kurtarılması mümkün olacaktı.

Bu durum, bu fonu yönetme görevi verilen Re-Pie Portföy Yönetimi Anonim Şirketi‘nin İnternet sayfasında (https://re-pie.com) şu şekilde açıklanıyor:

İzmir Tarihi Kent Merkezi’nin UNESCO Dünya Mirası olmasına katkı sağlayacak “İzmir Tarihi Kemeraltı Gayrimenkul Yatırım Fonu” kuruldu.

TARKEM ve Re-Pie Portföy iş birliğiyle kurulan fon, İzmir Tarihi Kemeraltı ve Çevresi adına kaynak yaratma ve ölçeklendirme amacı taşıyor. Fona, bölgenin gelecek vizyonunun bir parçası olmak isteyen kurumsal ve bireysel nitelikli yatırımcılar katılabilecek.

Etki Yatırımı Özelliği

Re-Pie Portföy Yönetimi A.Ş. İzmir Tarihi Kemeraltı Gayrimenkul Yatırım Fonu bir “Etki Yatırımı” olması sebebiyle de ayrı bir önem teşkil ediyor. Bölgedeki kültürel mirasın hak ettiği değeri görmesine katkıda bulunacak olan fon, finansal getiri sağlamanın yanı sıra sosyal ve çevresel etki de yaratacak.

Bu gelişme üzerine, konuyla ilgili tüm belgeleri incelemeye, bu işin İzmir’e kazandırabilecekleri ile kaybettirebileceklerini anlamaya çalıştım. Tabii ki, öncelikle TARKEM‘in ve İzmir Büyükşehir Belediyesi‘nin bu maceralı yolculuğu kimlerle birlikte ve hangi koşullarda yapacağını öğrenmeye, bu işi üstlendiği söylenen Re-Pie Portföy Yönetimi Anonim Şirketi‘nin sermaye yapısıyla ortaklarını, yönetim kurulu üyeleriyle başka hangi fonları yönettiğini; ayrıca bu şirketin Türkiye’deki diğer gayrimenkul yatırım fonu yöneten şirketler arasındaki durumunu öğrenmeye çalıştım.

Re-Pie Portföy Yönetimi A.Ş.

Kamuoyunu Aydınlatma Platformu (KAP) verilerine göre Türkiye’de toplam 143 gayrimenkul fonunu yöneten toplam 26 şirket bulunuyor. Bu bilgilere göre Re-Pie Portföy Yönetimi Anonim Şirketi bu şirketler arasında yönettiği 25 gayrimenkul yatırım fonu ile 1. sırayı işgal ediyor. İkinci, üçüncü ve dördüncü sıraları ise 19 GYF ile Albaraka Portföy Yönetimi A.Ş., 15 GYF ile Neo Portföy Yönetimi A.Ş. ile Nurol Portföy Yönetimi A.Ş. işgal etmekte.

Türkiye Ticaret Sicili Gazetesi verilerine göre ticaret sicili numarası İstanbul-935506 olan şirket 28 Ağustos 2014 tarih, 8641 sayılı Türkiye Ticaret Sicili Gazetesi‘nde yayınlanan ana sözleşmedeki bilgilere göre tek ortak Faruk Çemik tarafından “EYG Gayrimenkul Portföy Yönetimi Anonim Şirketi” adıyla kurularak 9 Mart 2016 tarih, 9028 sayılı Türkiye Ticaret Sicili Gazetesi‘nde yayınlanan sözleşme değişikliği ilamıyla “Re-Pie Gayrimenkul Portföy Anonim Şirketi” adını aldığı, taahhüt edilen ve ödenen sermaye miktarının 7.500.000.- TL., kayıtlı sermaye tavanının 20.000.000.- TL. olduğu belirlenmiştir.

Kamuoyu Aydınlatma Platformu (KAP) verileri incelendiğinde ise, şirket sermayesinin % 37,60’ının mimar Caner Bingöl‘e, % 37,60’ının ekonomist Mehmet Ali Ergin‘e, % 18.80’inin Dr. Mehmet Emre Çamlıbel‘e, % 3’ünün kendini “finans sektörü profesyoneli” olarak tanımlayan Alim Telci‘ye, % 3’ünün de Alt Capital Holding A.Ş.‘ne ait olduğu, Yıldız Teknik Üniversitesi mezunu Dr. Mehmet Emre Çamlıbel‘in şirketin yönetim kurulu başkanı, Mehmet Ali Ergin‘in yönetim kurulu başkan vekili, yine Yıldız Teknik Üniversitesi mezunu Caner Bingöl ile Alim Telci‘nin yönetim kurulu üyesi olduğu, denetim işlerinin de uzun yıllardır DRT Bağımsız Denetim ve Serbest Muhasebeci Müşavirlik A.Ş. tarafından yapıldığı, Dr. Mehmet Emre Çamlıbel‘in aynı zamanda GYODER, KONUTDER ve İNDER yönetim kurulu üyesi olduğu, Mehmet Ali Ergin‘le Caner Bingöl‘ün gayrimenkul yatırım danışmanlığı yaptığı görülmüştür.

Re-Pie Portföy Yönetimi A.Ş.‘nin 01.01.2023-31.03.2023 dönemine ait Yönetim Kurulu Faaliyet Raporu verilerine göre şirketin 31.03.2023 vergi öncesi faaliyet kârı 39.031.853.- TL’dir. Şirketin aktif toplamı 1.081.641.097.- TL., dönen varlıklar toplamı 146.099.231._TL., duran varlıklar toplamı 933.541.866.-TL. ve öz kaynaklar toplamı 826.249.256.-TL’dır.

Yine aynı raporun verdiği bilgilere göre;

Şirketin kendi adına oluşturulmuş toplam 25 adet gayrimenkul yatırım fonu (Atış İnvest-Downtown AVM GYF, İzmir Tarihi Kemeraltı GYF, Downtown Ofis GYF, Downtown Otel GYF, Efor GYF, Emlak Katılım Yeni Evim GYF, Göksu GYF, NEF GYF, Sampaş Holding Özel GYF, Avrupa Stratejik GYF, Avrasya Stratejik GYF, Anadolu Stratejik GYF, Neva GYF, Asya Stratejik GYF, Novada Urfa GYF, Yıldız GYF, Milenyum GYF, Trakya GYF, Levent GYF, Dicle GYF, Fırat GYF, Atar GYF, Fırsat GYF, Turesif GYF, Meriç GYF, ),

29 adet girişim sermayesi yatırım fonu [Birinci Karma Teknoloji GSYF, Perakende GSYF, Finberg Yıldız GSYF, İkinci Karma GSYF, IOT Tech GSYF, Getir GSYF, Teknoloji GSYF, Üçüncü Karma GSYF, Colendi GSYF, Altun Capital GSYF, Fiba Fırsat GSYF, Fibabanka Yıldız GSYF, Arf GSYF, Dokuzuncu Karma GSYF, Binbin GSYF, Anatolia GSYF, Turkcell Yeni Teknolojiler GSYF, Modanisa GSYF, Sekizinci Karma GSYF, Dördüncü Karma GSYF, Easycep GSYF, Smartgum GSYF, Startup-1 GSYF, Ace Games GSYF, Siber Güvenlik GSYF, Webrazzi Web3 GSYF, Payporter GSYF, Zincir Mağazacılık GSYF, Artnouve GSYF],

5 adet menkul kıymet yatırım fonu (Birinci Değişken Fon, Birinci Serbest Fon, Birinci Hisse Senedi Serbest Fon, Birinci Katılım Serbest Fon, İkinci Değişken Fon) bulunmakta; ayrıca, 1 adet emeklilik yatırım fonu ile 20 adet portföy şirketi ve 12 adet iş ortağı bulunmaktadır.

Şirket bütün bu sayılan gayrimenkul fonlarının nitelik ve niceliğine göre ilk kez İzmir Tarihi Kemeraltı Gayrimenkul Yatırım Fonu kapsamında oldukça büyük, önemli ve gelecek vaat eden bir fonu oluşturmuş; böylelikle, Türkiye‘nin üçüncü büyük metropolünün merkezindeki oldukça geniş tarihi bir alandaki gayrimenkullerin yönetimini üstlenmiştir.

Niye GYO değil de GYF?

Gelelim İzmir Tarihi Kemeraltı Gayrimenkul Yatırım Fonu‘nun kurulması ile ilgili tartışma ve değerlendirmelere…

TARKEM kurulduğu günden itibaren Borsa‘ya kote olup halka açılmak, halktan aldığı paralarla zenginleşmek derdindeydi. Özellikle de “altın hisse” adı verilen imtiyazlı hisseleri elinde bulunduran kurucu ortaklar için… Şirketin Borsa‘ya kote olması arzusunu en iyi şekilde gazeteci Gönül Soyoğul‘un TARKEM‘in kurucu ortaklarından Uğur Yüce ile yaptığı görüşmedeki şu ifadede buluruz:

Bir gayrimenkul ve alan iyileştirmeden bahsediyoruz. Dolayısıyla dünyanın neresinde başarılı bir şekilde yönetilmiş bir gayrimenkul şirketi zarar etmiş olsun? Mümkün değil. Ama kar dağıtmayacak. O zaman ne olacak? Onun da çaresi şu; Biz bu şirketi 3 yıl içinde halka açacağız. Borsaya kote edeceğiz. Zaten elindeki varlık gayrimenkullerden oluştuğu için, şirket değerlemesinde hisselerin belirlediği değer olacak. Diyelim ki 1 liralık hisse 220 kuruş, 230 kuruş. İsteyen satar çıkar, isteyen borsadan alır girer.” (1)

Görüldüğü gibi şirketin kuruluşundan bu yana ana hedef, Borsa‘ya kote olarak halktan para toplamak, bu suretle şirkette “altın hisse” sahibi olanların daha da zenginleşmesidir. Ama geçen yıllar içinde bu hedefe bir türlü varılamaz. Çünkü bir yandan ülke ekonomisi kötüye giderken, şirket de kötü bir performans gösterir, umduğu değerleri yaratamaz. Hatta “TARKEM 2021 Yılı Temmuz Ayı Yönetim Kurulu Toplantısı” başlıklı 54 sayfalık belgenin 8. sayfasındaki tablo ile 30.06.2021 tarihi itibariyle TARKEM nakit açığının eksi 1.352.275.-TL. olduğu üyelere duyurulur.

Bunun üzerine yeniden kaynak yaratma çalışmalarıyla yeni finans modellerinin görüşülmesine başlanır. TARKEM‘in 2021 Yılı Faaliyet Raporu‘nun “TARKEM Finansal Sürdürülebilirlik” bölümündeki değerlendirmelere baktığımızda, baştan beri hayal edilen Gayrimenkul Yatırım Ortaklığı (GYO) modelinin, Gayrimenkul Yatırım Fonu (GYF) modeline göre daha zor ve uzun sürede kurulması, mevzuat hükümleri ve operasyonel yük açısından daha ağır sorumluluklar getirmesi, kısa vadede herhangi bir getirisinin olmaması, şirket içindeki ortaklık paylarının korunamaması, ortaklar arası ilişkilerin sert şartlarla düzenlenmesi, halka arz öncesinde şirket ekibinin genişletilmesi gerekliliği, TARKEM‘in işletme şirketine en fazla % 10 oranında ortak olması zorunluluğu, ortaklardan yeni sermaye artış talebinde bulunmak zorunda kalınması, TARKEM boyutunun GYO’lar için nispeten küçük kalması gibi gerekçelerle GYO hedefinden vazgeçilerek GYF hedefi ile yetinilmiş; böylelikle TARKEM‘in proje geliştirme işlevinden vazgeçilerek sadece bitmiş mülklerin alınması ile yetinilmesi yoluna girilmiştir.

Ardından da bu fonu kuracak gayrimenkul yatırım fonu şirketi olarak seçilen Re-Pİe Portföy Anonim Şirketi ile görüşmelere başlanarak, Sermaye Piyasası Kurulu‘nun (SPK) 19.09.2021 tarih, 42/1262 sayılı onayı ile daha önce Re-Pie Portföy Yönetimi A.Ş. tarafından kurulup müşteri aradığı “Re-Pie Portföy Yönetimi A.Ş. Kolektif Gayrimenkul Yatırım Fonu” ile ilgili ihraç belgesi, kendilerine gelen TARKEM A.Ş. yetkilileriyle anlaşmaları üzerine SPK‘nın 16.01.2023 tarih, E-12233903-315.04-31386 sayılı izin doğrultusunda değiştirilerek mevcut fonun ismi ve içeriği “İzmir Tarihi Kemeraltı Gayrimenkul Yatırım Fonu” olarak değiştirilmiş; ancak, III-52.3 sayılı Gayrimenkul YAtırım Fonlarına İlişkin Esaslar Tebliği’nin 13. maddesinin, 20.12.2018 tarih, 306731 sayılı Resmi Gazete‘de yayınlanan tebliğle değişik 7. fıkrasında yazılı olan hükmün aksine, yeniden düzenlenen ihraç belgesinde fon katılma paylarının hangi tarihten itibaren yatırımcılara sunulacağı belirtilmemiştir. Ancak yine aynı fıkra hükmünde, “belirlenecek satış başlangıç tarihi, her durumda onaylı ihraç belgesinin Kurucu tarafından teslim alınmasını takip eden altı ayı geçemez” denildiği için, onay tarihini izleyen 6 aylık süre içinde pay satışına başlanmıştır.

Değiştirilen resmi belgelere göre, süresiz olarak kurulan fona ait katılma paylarının pazarlama ve dağıtımını gerçekleştirecek Re-Pie Portföy Yönetimi A.Ş. dışında Halk Yatırım Menkul Değerler A.Ş. ile Colendi Menkul Değerler A.Ş. alım satımına aracılık yapacak, fon katılma payları yurt içi ya da dışındaki yerleşik “nitelikli yatırımcılara” satılacak, katılma payına ilişkin asgari işlem limiti ise 50.000.-TL. olarak uygulanacaktır.

6362 sayılı Sermaye Piyasası Kanunu‘nun 54. maddesi kapsamında III-52.3 sayılı Gayrimenkul Yatırım Fonlarına İlişkin Esaslar Tebliği‘ne göre, katılma paylarının nitelikli yatırımcıya satışına başlandığı tarihi müteakip en geç bir yıl içinde fon portföy değerinin en az 10.000.000TL büyüklüğe ulaşması ve katılma payı sahiplerinden toplanan paraların Tebliğ’de belirtilen portföy sınırlamaları dahilinde yatırıma yönlendirilmesi zorunludur. (3)

Fondan herkes pay alabilecek mi?

Ancak bu konu ile ilgili mevzuat uyarınca “nitelikli yatırımcı“, Sermaye Piyasası Kurulu‘nun (SPK) yatırım kuruluşlarına ilişkin düzenlemelerinde tanımlanan ve talebe bağlı olarak sadece ve sadece profesyonel müşterilerdir. “Nitelikli yatırımcı” olmanın koşulu ise, “işlem yapılması istenen piyasalar üzerinden son bir sene içinde, her üç aylık dönemde asgari 500 bin TL hacminde ve minimum 10 adet işlem yapmış olmak ve sahip olunan bütün nakit mevduatların ve sermaye piyasası araçlarının finansal varlık bakımından toplam değerinin, halka arz tarihi itibariyle en az 1 milyon TL olması.” şeklinde belirlenmiştir.

Bu yeni durumda yeni bir varlık portföyü olarak kurulan İzmir Tarihi Kemeraltı Gayrimenkul Yatırım Fonu‘nun gayrimenkul portföyünü yönetecek yatırım komitesine Re-Pie Portföy Yönetimi Anonim Şirketi‘nden Dr. Mehmet Emre Çamlıbel, Mehmet Ali Ergin, Alim Telci, TARKEM Anonim Şirketi‘nden de Aydın Buğra İlter ve Serdar Dağıstan atanmış; ayrıca, TARKEM tarafından görevlendirilen 2 üyenin olumlu oyu olmadan karar alınmaması koşulu getirilmiştir.

Fonun muhtemel müşterileri Katar ve Kuveyt gibi Körfez ülkeleri olabilir mi?

Serbest piyasanın getirdiği koşullara göre, İzmir Tarihi Kemeraltı Gayrimenkul Yatırım Fonu‘ndan “nitelikli yatırımcı” özelliklerini taşıyan herkes; örneğin, Basra Körfezi‘ndeki Arap ülkelerinden, Kuveyt‘ten, Katar‘dan ya da Azerbaycan, Irak ve Suriye‘den gelen herkes pay alabilir. Bir anlamda Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından projelendirilen Çeşme Turizm Projesi‘nin olası misafirleri İzmir Tarihi Kemeraltı Gayrimenkul Yatırım Fonu‘na da yatırım yapıp yazlık niyetine Çeşme ve Alaçatı‘da, kışları da İzmir‘de, Kemeraltı ya da Basmane‘de karşımıza çıkacaklardır.

Nitekim, İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer‘in 8 Haziran Çevre Gününde Kültür ve Turizm Bakanlığı‘na hitaben “Çeşme Projesi yerine gelin size Kemeraltı’nı verelim” pazarlığının altında yatan düşünce de budur.

Fonu yönetecek isimler yoksa eski tanıdıklarımız mı?

İzmir Tarihi Kemeraltı Gayrimenkul Yatırım Ortaklığı‘nın yapılanması ve işleyişi ile ilgili diğer ayrıntılara girmeden önce bizim açımızdan; özellikle de işin siyasi boyutları açısından ilginç, ilginç olduğu kadar anlamlı ve vahim bir durumu gündeme getirmemiz gerekmektedir.

Çünkü aşağıda linkini verdiğimiz Emlakta Son Dakika İnternet Gazetesi‘nin 17 Mart 2014 tarihli “AKP’nin Hayat İzmir projesinin altından ENSpd’nin imzası çıktı” haberini incelediğimizde, 2014 tarihli Mahalli İdareler Genel Seçimlerinde AKP‘nin İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Adayı olarak karşımıza çıkan eski İzmir milletvekili, ulaştırma bakanı ve başbakan Binali Yıldırım‘a ait “Hayat İzmir” isimli 1414 adet projeyi hazırlayan ENSpd Project Development isimli şirketin 77 kişilik ekibinin başındaki Caner Bingöl‘le Mehmet Ali Ergin‘in; yani bugünkü Re-Pie Portföy Yönetimi Anonim Şirketi‘nin büyük ortak ve yöneticileri olduğunu görürüz.

https://www.emlaktasondakika.com/guncel/akp-nin-hayat-izmir-projesinin-altindan-enspd-nin-imzasi-cikti-79308.html

Ayrıca o tarihlerde AKP‘nin Konak Belediye Başkan Adayı, bugünse TARKEM ortağı ve yönetim Kurulu üyesi olan İlknur Denizli‘nin “Hayat İzmir Projeleri, Konak” isimli seçim broşürünü okuduğumuzda o tarihlerde Konak ve diğer ilçe belediyelerindeki AKP‘li adaylar için hazırlanan projelerle bugün İzmir Büyükşehir Belediyesi ve TARKEM A.Ş. tarafından seçilen Re-Pie Portföy Yönetimi Anonim Şirketi tarafından yönetilecek İzmir Tarihi Kemeraltı Gayrimenkul Yatırım Fonu kapsamında yapılacak toplam 77 yatırım ve işin neredeyse birebir aynı olduğunu görürüz:

Alsancak Kültür Endüstrileri Alanı-Kordon-Konak Meydanı-Kemeraltı-Agora-Kadifekale Arkeopark Projesi ile Kültür Turizm aksı olarak yerel ekonomiye katkı sağlayacağız. Proje kapsamında Kemeraltı’ndaki tarihi yapılarını restore ederek yerel ticareti geliştireceğiz.

Kentsel Hayat kapsamında İzmir turizminin dünyada markalaşması için Kemeraltı-Kadifekale Arkeopark Projesi ile kültür turizm aksını oluşturarak yerel ekonomiye katkı sağlayacağız.” (2)

Görüldüğü gibi, bugün yeni kurulmuş olan İzmir Tarihi Kemeraltı Gayrimenkul Yatırım Ortaklığı‘nı yönetecek isimler, bundan 9 yıl önce CHP’nin İzmir Büyükşehir Belediye Başkan Adayı Aziz Kocaoğlu‘nun rakibi adına bölgeyi öğrenip tıpkı bugünkü görevlerine benzeyen proje ve işleri, AKP‘nin İzmir Büyükşehir Belediye Başkan Adayı Binali Yıldırım ile Konak Belediye Başkan Adayı İlknur Denizli tarafından yapılacak işler olarak onların hanesine yazmıştır.

Şehir şehir dolaşan fon yöneticileri…

Ardından, yine linkini aşağıda göreceğiniz Gazete Merhaba‘nın 16 Şubat 2017 tarihli “Biçki: rant danışmanlığı mı yapıyorsunuz?” başlıklı haberini incelediğimizde de, CHP Balıkesir İl Başkanı Ender Biçki‘nin Balıkesir Büyükşehir Belediye Başkanı AKP’li A. Edip Uğur‘un danışmanlarından Mehmet Ali Ergin ve Caner Bingöl‘ün belediyenin gayrimenkul şirketinde üst düzey yöneticiler olduğunu, bu yöneticilerin 1/5000’lik planlar yapılmadan önce Kabaktepe bölgesinden 5 bin dönümlük arazi aldıklarını söyleyerek bu olayların araştırılmasını istemiş, ayrıca İstanbul merkezli ENSPD Project Development isimli şirketin Balıkesir Büyükşehir Belediyesi‘nin imar planlarını hazırladığını belirtmiştir.

Bu iddialara karşılık Balıkesir Büyükşehir Belediye Başkanı Ahmet Edip Uğur ile ENSPD Project Development isimli şirketin verdiği cevapları sayfasına taşıyan Bandırma’nın Sesi isimli İnternet gazetesinin 17 Şubat 2017 tarihli ve “ENSpd Firması Hakkındaki İddialara Cevap Verdi” başlıklı haberi ise, haber içeriğinde daha çok belediye başkanının verdiği bilgiler yer aldığı halde haberin başlığı ENSpd firmasını öne çıkaracak şekilde atılmış, belediye ile şirket arasındaki ilişkilerin hangi düzeylere taşındığını daha net bir şekilde ortaya koymuştur. Nitekim bu tür haber ve iddialarla beslenen siyasi ortam neticesinde 2019 seçimlerinde Balıkesir Büyükşehir Belediye Başkanlığı‘nı aynı partiden Yücel Yılmaz kazanmış, eski belediye başkanı ve danışmanları görevlerinden ayrılmak zorunda kalmıştır.

(https://www.emlaktasondakika.com/guncel/akp-nin-hayat-izmir-projesinin-altindan-enspd-nin-imzasi-cikti-79308.html)

(https://www.bandirmaninsesi.com/enspd-firmasi-hakkindaki-iddialara-cevap-verdi-17681.html)

Şimdi bu iki tekzip edilmeyen gazete haberini okuduktan sonra, İzmir‘de 1 Milyar Dolarlık yatırım beklendiği söylenen İzmir Tarihi Kemeraltı Gayrimenkul Yatırım Fonu‘nun 2014 yılında İzmir’de, 2017 yılında da Balıkesir‘de AKP‘ye hizmet etmiş bir ekibe teslim edilmiş olmasının hesabını sormamız gerekiyor…

Hele ki, İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer‘in 11 Haziran 2023 tarihinde TARKEM ve Re-Pie yöneticileriyle yaptığı görüşmede “…Buraya Kuveyt’ten, Katar’dan yatırımcı gelse ‘Kemeraltı’nı satın alıyorum’ dese, emin olun önünde yatar ve yaptırtmazdım. Ama bu hikaye başka bir şey. Burası sadece bir yatırım aracı değil, aynı zamanda yatırım alanı” dedikten sonra Re-Pie şirketini doğanın, hayatın akış ritmini değiştiren, hızlandıran bir lokomotif olarak tanımlamasının kendisi ve bizler için ne anlama geldiğini sormamız gerekiyor.

Mehmet Ali Ergin, Tunç Soyer, Caner Bingöl ve Sergenç İneler…

Hangi amaç için kimlerle ve ne şekilde?

Yanlış seçilen yol arkadaşları olarak, 2014’de CHP‘nin İzmir‘deki adayı Aziz Kocaoğlu‘na, ardından 2019’da CHP’nin İstanbul‘daki adayı Ekrem İmamoğlu‘na rakip olan Binali Yıldırım‘ın kazanıp İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı olması amacıyla yardımcı olan; ayrıca 2017’li yıllarda AKP‘li Balıkesir Büyükşehir Belediye Başkanı Ahmet Edip Uğur‘a emlak danışmanlığı yapan Caner Bingöl ile Mehmet Ali Ergin‘in şirketi Re-Pie Portföy Yönetimi Anonim Şirketi‘ni seçen Tunç Soyer‘le TARKEM yöneticilerinin İzmir‘in kaderini bu kişi ya da kurumlara teslim etmesinin nedeni nedir? Sermaye Piyasası Kurulu‘nun (SPK) verdiği resmi bilgilere göre, gayrimenkul yatırım fonlarının yönetimi konusunda Türkiye‘de faaliyet gösteren, Re-Pie dışında 25 şirket bulunduğu ve bunların bir kısmı, özellikle de Türkiye İş Bankası‘nın şirketi İş Portföy Yönetimi A.Ş., Oyak Portföy Yönetimi A.Ş. ya da Akbank‘ın şirketi Ak Portföy Yönetimi A.Ş. gibi daha büyük, daha bilinen gayrimenkul yatırım fonları tercih edilmeyerek, AKP destekçisi olarak bilinen bu şahısların bu şirketi niye seçilmiştir? Bu seçimi yapanların kulaklarına kim ya da kimler tarafından Re-Pie‘ın ismi fısıldanmış, kimler Re-Pie lehine çalışmıştır? Örneğin, farklı şirketlerden hangisinin tercih edileceği konusunda TARKEM ve İzmir Büyükşehir Belediyesi düzleminde mukayeseli bir değerlendirme ya da tartışma yapılmış mıdır? TARKEM ortağı ve yönetim kurulu üyesi olanların AKP‘li siyasetçilerin bu konuda bir etkisi ya da yönlendirmesi olmuş mudur?

Yoksa bir yurttaş, bir hemşeri, bir seçmen olarak bugüne kadar desteklediğimiz CHP‘li belediyelerin ve başkanlarının bu ilginç yol arkadaşlarıyla yaşayacakları maceraların nasıl olacağını, bu bilinçli tercihin sonucu olarak nelerle karşılaşacaklarını açıkçası merak ediyor ve yarın öbür gün aynı kafayla AKP‘nin önde gelen diğer ünlü profesyonelleri İbrahim Kalın, Yiğit Bulut, Özlem Zengin ve Mehmet Uçum gibi isimleri “ama biz ticaret yapıp para kazanıyoruz” bahanesiyle yol arkadaşı olarak kabul edip etmeyeceklerini sormak istiyorum. Aynen Ahmet Davutoğlu, Ali Babacan, Abdüllatif Şener, Savcı Sayan, Mehmet Ali Çelebi ve Ümit Özdağ gibi yanlış seçimlerin sizleri yanlış yerlere götürdüğünü ve fazlasıyla istismar edildiğinizi hatırlatarak… Seçim kampanyanız sırasında sık sık dile getirdiğiniz “merkezi hükümet ile İzmir vizyon ortaklığı kuracağız” sözü ve ondan sonraki Saray ziyaretinizdeki “o aşkla bakış” yoksa bu durumu ifade edip yeni ittifakları mı müjdeliyor?

Yarın öbür gün TARKEM ve onun oluşturduğu İzmir Tarihi Kemeraltı Gayrimenkul Yatırım Ortaklığı yanlış seçilen yol arkadaşları nedeniyle başta isimlerini saydığımız çok ortaklı Kipa, Tansaş, Hilton İzmir ya da Güçbirliği şirketleri gibi başarısız İzmir deneyimlerinin akıbetine benzer bir şey yaşandığında, ne yapacaksınız, nasıl hesap vereceksiniz?

Yazının birinci bölümü:

İzmir kültür mirasının yeni patronu: TARKEM…

—————————————————————————————————–

(1)TARKEM’in kurucularından Yüce: Muhalif başımın tacıdır“, Gönül Soyoğul ile görüşme, 16 Aralık 2019, Gerçek İzmir Gazetesi, http://www.gercekizmir.com/haber/TARKEM-in-kurucularindan-Yuce-Muhalif-basimin-tacidir/73213

(2)Hayat İzmir” Projeleri Konak, “İzmir Türkiye’ye Lazım”, AKP Seçim Broşürü.

(3) Gayrimenkul Yatırım Fonları, Sermaye Piyasası Kurulu Broşürü, 2022, s.2.

İzmir kültür mirasının yeni patronu: TARKEM…

Ali Rıza Avcan

19 Kasım 2012 tarihinde İzmir Büyükşehir ve Konak belediye şirketleriyle 114 İzmirli ortağın; yani,, toplam 116 kişi ya da şirketin 20’şer bin lira ödeyerek kurdukları çok ortaklı Tarihi Kemeraltı İnşaat Yatırım Ticaret Anonim Şirketi (TARKEM) geçtiğimiz günlerde yönetimi Re-Pie Portföy Yönetimi Anonim Şirketi tarafından yönetilecek İzmir Tarihi Kemeraltı Gayrimenkul Yatırım Fonu‘nu kurdu ve bunu EGİAD‘a ait Portekiz Havrası‘nda düzenlediği bir kokteylle kutladı.

Kurulduğu günden bu yana devamlı olarak halka açılmaktan bahseden şirket, anlaşılan o ki, hem şirketin geçen süre içindeki başarısız performansı hem de gayrimenkul ortaklığı işinin zorluğu, uzun sürmesi ve kendileri açısından daha riskli olması nedeniyle şirketin İstanbul Borsası eliyle halka açılması anlamına gelen gayrimenkul yatırım ortaklığı (GYO) hedefinden vazgeçerek, başka bir deyimle hedeflerini küçülterek daha kolay ve basit bir yatırım yöntemi olan gayrimenkul yatırım fonu aracılığıyla “nitelikli yatırımcılar“dan para toplamayı tercih etmiş…

Şirket sermayesi içinde % 40 oranında bir kamu payı olmakla birlikte; bilinçli bir şekilde “sivil toplum” olarak tanıtılan ve aslen sermaye kesimlerini temsil eden meslek odalarının % 10’luk payı ile “özel” olarak adlandırılan İzmir sermayesine ait % 50’lik payı dikkate aldığımızda TARKEM‘in yetkili olduğu alandaki İzmir kültür mirasının tümüyle özel sektöre teslim edilmesi ve buna ilişkin finansmanın da yine kamu dışındaki kaynaklardan sağlanması anlamına gelen bu vahim durumu daha iyi anlayabilmek amacıyla yazdığımız bu ilk yazıda TARKEM isimli soylulaştırma şirketinin 2012-2023 dönemindeki macerasını, önümüzdeki günlerde yayınlayacağımız ikinci yazımızda da İzmir Tarihi Kemeraltı Gayrimenkul Fonu‘nun kurulması ile ilgili süreci inceleyerek bunun İzmir, özellikle de İzmir Kültür Mirası için ne anlama geldiğini inceleyip tartışmaya çalışacağız.

TARKEM’in ortaklık yapısı…

İşe kısa adı TARKEM olan Tarihi Kemeraltı İnşaat Yatırım Ticaret Anonim Şirketi‘nin 11 yıllık geçmişinin köşe taşlarını 12 adımda hatırlamakla başlayalım:

Şirket ne zaman ve nasıl kuruldu?

1. TARKEM, 2009-2019 döneminde İzmir Büyükşehir Belediyesi Başkan Danışmanı olarak çalışan Prof. Dr. İlhan Tekeli‘nin “İzmir Tarih İzmirlilerin Tarih ile İlişkisini Güçlendirme Projesi” adlı tasarım stratejisi raporundaki tespit ve öneriler çerçevesinde 26 Kasım 2012 tarih, 8201 sayılı Türkiye Ticaret Sicili Gazetesi’nde yayınlanan ilama göre 2.320.000 hisseden 348’inin imtiyazlı (altın hisse), 2.319.652 tanesinin imtiyazsız olduğu 2.320.000.-TL sermayeli ve 116 ortaklı bir anonim şirket olarak kurulmuş, diğerlerine göre imtiyazlı “altın hisseler” 3 adet ortağa, imtiyazsız hisseler ise 113 ortağa tahsis edilmiştir.

Bu anlamda, İzmir Tarih Projesi‘nin müellifi Prof. Dr. İlhan Tekeli‘nin hazırladığı tasarım proje stratejisi belgesinde de belirttiği gibi, TARKEM İzmir’in tarihi kent merkezinde yoksullar, dar gelirliler, mevcut mahalle sakinleri, göçmenler ve mülteciler yerine gelir düzeyi yüksek İzmirli ya da İstanbullu zenginler, beyazyakalılar için, eski, tarihi yapıların restorasyonu suretiyle işyeri, konaklama tesisi ve öğrenci yurdu üretme iddiasında olan eğitim ve turizm odaklı bir “soylulaştırma” şirketidir. (1)

Başarısız bir İzmir geleneği: Çok ortaklı şirket yapısı

2. TARKEM‘in ortak sayısı kurulduğu 2012 yılı itibariyle 116 olduğu halde bu sayı 2017’de 120’ye, 2022 yılında da 173’e yükselmiş, çoğunluğunu İzmir sermayesinin oluşturduğu özel kesimin payı % 50’ye, kamu kesiminin payı % 40’a, genellikle özel sermayeye ait meslek odalarının payı da % 10’a ulaşmıştır. (2)

Bu anlamda bir belediye şirketi olmayışı nedeniyle Sayıştay tarafından denetlenmeyen TARKEM, bir İzmir geleneği olarak tanıtılan çok ortaklı şirket yapılanmasının bir sonucu olarak başarısızlığa; daha doğrusu Kemeraltı Platformu sözcüsü sevgili dostumuz Cem Ceylan‘ın da ifade ettiği şekilde, KİPA, Tansaş ve Güçbirliği girişimleri gibi diğer olumsuz örneklerinde gördüğümüze benzer şekilde; kaderi, İstanbul sermayesine ya da yurtdışındaki sermaye kuruluşlarına satılma ya da devredilme şeklinde yazılmış çok ortaklı bir şirkettir. (3)

Şirkete Kemeraltı esnafı olarak katılan kişilerin sayısı ise 116 kişi arasında sadece 3, oranı ise % 2,58’dir.

Gelecekte… Aynen Kipa, Tansaş, Piyale, Turyağ ve Güçbirliği gibi…

Şirketin kuruluş amacı: soylulaştırma

3. Şirket 2013 tarihli ilk faaliyet raporunda kendisini, toplam 1.470 tescilli binanın bulunduğu Kemeraltı, Basmane ve Kadifekale bölgelerinin “tarihi değerlerini yeniden canlandırmak, bu tarihi ve ticari bölgeyi önce İzmirlilere daha sonra da tüm Türkiye’ye kazandırmak” amacında olan “sosyal sorumluluk bilinci ile oluşturulan çok ortaklı bir anonim şirket” şeklinde tanıtmaktadır. (4)

Şirket sermayesinin kamu kaynaklı gelişimi

4. Şirketin başlangıçta, her bir ortağın 20.000 lira ödeyerek oluşturduğu 2.320.000.- liralık sermayesi, İzmir Büyükşehir Belediyesi‘nin yardımlarıyla 1 Eylül 2015 tarihinde 10 Milyon liraya, 2018 yılında 25 Milyon liraya ve 2022 yılında 35 Milyon liraya çıkarılmış olmakla birlikte; 2013-2021 dönemi faaliyet raporlarında düzenli olarak yazılan tek konu her yıl farklı tutarlarda karşımıza çıkan şirket zararıdır.

Yaşanan İlk Kaza: Şirketin Kayyuma Devri

5. Şirketin kurucuları, her kapının kendilerine açılıp yardımcı olması amacıyla her boy ve soydan, her siyasi görüşten kişi ya da kurumu ayrım gözetmeksizin şirkete ortak edip bazılarını “yanlış yol arkadaşı” olarak seçtiği için bunun cezasını, FETÖ terör örgütüne mensup bir ortağın ağır ceza mahkemelerinde yargılanması sonucunda şirketin, Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu‘nun (TMSF) 28 Ekim 2016 tarihli kararına istinaden 9 Kasım 2016 tarih, 9194 tarihli Türkiye Ticaret Sicili Gazetesi’nde yayınlanan ilama göre kayyum heyetine teslim etmekle çekmiş ve 4 yıl 9 ay 7 gün süren bu kayyum dönemi TMSF yönetiminin 5 Ağustos 2021 tarihli kararına kadar devam etmiştir. Ancak bu olumsuz durumun titiz bir şekilde kamuoyundan; hatta bazı üst düzey kamu yöneticilerinden saklanması nedeniyle, bugün birçok İzmirli TARKEM‘in 5 yıla yaklaşan bir süreyle kayyum eliyle yönetildiğini bilmez.

Şirketin kayyuma devredildiğine ilişkin gazete haberleri…

AKP İktidar güçlerinin direksiyona geçmesi..

6. TARKEM, kuruluşu itibariyle CHP’li büyükşehir belediyesinin şirketi olarak kurulmakla birlikte; kayyuma devredildiği 14 Kasım 2016 ile İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer‘in bir hamle yaparak yönetim kurulu başkanlığı görevini üstlendiği 15 Temmuz 2020 tarihi arasındaki dönemde, tümüyle İzmir Valiliği eliyle AKP iktidarının emrine girmiş, bu dönemde yapılan işler artık İzmir Tarih Projesi yerine Bakanlar Kurulu’nun 1 Ekim 2007 tarih, 2007/12668 sayılı kararı ile kabul edilen “İzmir Konak Kemeraltı ve Çevresi Yenileme Alanı” kapsamında sürdürülmeye başlanmıştır.

İzmir Valiliği, kayyum yönetimindeki şirkette daha fazla etkili olmak amacıyla ilk toplantısını 30 Kasım 2016’da yapan İzmir Konak Kemeraltı ve Çevresi Yenileme Alanı İcra Kurulu‘nu kurmuş, bu kurulun çalışmasını düzenlemek amacıyla bir yönerge hazırlamış, İzmir Büyükşehir Belediyesi‘nin de bu çalışmalara dahil olmasını sağlamak amacıyla 13 Ocak 2020 tarihinde İzmir Büyükşehir Belediyesi Kemeraltı İcra ve Üst kurulları oluşturulmasını sağlamıştır.

Bu arada tabii ki, şirketin tüm sermaye artırımları İzmir Büyükşehir Belediyesi’nce sağlanmış, valiliğin eline geçen gücün kalıcı ve sürdürülebilir olabilmesi için Kültür ve Turizm Bakanlığı ile İzmir Valiliği‘nin yanında iktidara yakınlığıyla bilinen İzmir Ticaret Odası, Ege Bölgesi Sanayi Odası, İzmir Ticaret Borsası, İzmir Esnaf ve Sanatkarlar Odaları Birliği, Ege İhracatçı Birlikleri ve İMEAK Deniz Ticaret Odası gibi meslek kuruluşlarının çok küçük oranlarda ortak olup şirket üzerindeki iktidar gücünü desteklemeleri sağlanmıştır.

TARKEM konusunda tutulmayan sözler…

7. 2019 yerel yönetim seçimlerinde İzmir Emek ve Demokrasi Güçleri ile İzmir’e Sahip Çık Platformu tarafından İzmir Mimarlık Merkezi‘nde düzenlenen “Yerel Yönetim Politikalarına Yeni Bir Bakış: Demokrasi ve Sosyal Adaletin İnşası” toplantısında tarihi kent merkezinde yaptığı soylulaştırma çalışmaları nedeniyle TARKEM‘e dikkat çekilip gereğinin yapılmasının talep edilmesi üzerine; TARKEM‘i seçim sonrası masaya yatırıp onun yerine esnafın kooperatifleşmesi için çaba göstereceğini söyleyen; ayrıca, İzmir Büyükşehir Belediyesi‘nin 2020-2024 dönemini kapsayan Stratejik Planı’na soylulaştırma projelerine destek verilmeyeceğine dair bir hükmünün konulmasını sağlayan İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer seçim sonrasında verdiği hiçbir sözü hatırlamadığı gibi, bir şirket patronu gibi TARKEM‘e belediye kasasından yeni ödemeler yapılmasına, belediyece restore edilen birçok yerin TARKEM‘e verilmesine ön ayak olmuş, söylemlerinin aksine “soylulaştırma dostu” bir belediye başkanı olmuştur.

Tunç Soyer’in TARKEM’e dair söz verdiği toplantının afişi…

Kültürel mirasın bir gayrimenkul yatırım şirketine teslim edilen UNESCO alan yönetimi eliyle özelleştirilmesi…

8. TARKEM‘in, 2018 yılının Aralık ayında; yani yerel iktidarla ilgili belirsizliklerin ve iktidar yokluğunun egemen olduğu 2019 tarihli yerel seçimler öncesinde İzmir Valiliği ile İzmir Kalkınma Ajansı‘nın desteğini alarak hazırlattığı “İzmir Tarihi Liman Kenti” isimli dosyayla yaptığı başvurunun UNESCO Dünya Mirası Komitesi‘nce 14 Nisan 2020 tarihinde kabul edilmesi ve UNESCO Dünya Mirası Geçici Listesi‘ne giren alan ile ilgili yönetim yetkisinin Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından İzmir Büyükşehir Belediyesi yerine bir inşaat ve yatırım şirketi olan TARKEM‘e verilmesi üzerine, TARKEM‘in görevli, yetkili ve sorumlu olduğu alan daha da büyümüş; böylelikle Kemeraltı, Basmane ve Kadifekale bölgelerinin yanında kentin Çankaya, Pasaport gibi tarihi kent merkeziyle kent çevresindeki önemli arkeolojik kazı alanlarının yönetimi TARKEM‘e verilmiş, Alan Yönetim Başkanlığı TARKEM gölgesinde iş yapar hale gelmiştir.

AKP iktidarının şirket üzerindeki egemenliği

9. Son olarak UNESCO Alan Yönetimi görevinin, Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından gerçekleştirilen bir ilk uygulama olarak, yine aynı bakanlığa ait Çeşme Turizm Projesi‘nin desteklemesi koşuluyla İzmir Büyükşehir Belediyesi yerine TARKEM‘e verilmesi üzerine (5), hem TARKEM üzerindeki AKP iktidarının hakimiyeti daha fazla artmasına hem de TARKEM yönetim kurulu üyesi yapılan eski orman bakanı Bekir Pakdemirli, Necip Kalkan ve İlknur Denizli gibi AKP‘li popüler isimlerin yardımıyla bu kentin kendisine teslim edilen alan üzerindeki egemenliğinin pekişmesine yaramıştır. Bundan böyle, şirketin AKP ile bağlantısını sağlayan kurucuların, yönetim kurulu başkanı dahi olsa Tunç Soyer üzerindeki etkisi artmış, bunun farkında olan Soyer ise zaten müsait olan düşünce yapısı nedeniyle AKP iktidarı ile birlikte çalışmayı içine sindirmiş, iktidar aracılığıyla ya da onun temsilcileri eliyle verilen imkanları, sanki kendisinin bir başarısıymış gibi lanse etmeye çalışmıştır.

TARKEM: Direksiyonun birinde AKP, diğerinde CHP’li İzmir Büyükşehir Belediyesi

Soyer’in hamlesi: “Dikensiz bir gül bahçesi” yaratmak…

10. İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer‘in talebi üzerine 2020 yılında kentin tarihi merkezindeki kültürel mirası yönetmek amacıyla kurulan Kent Tarihi ve Tanıtımı Daire Başkanlığı yine aynı belediye başkanı tarafından 2023 yılının başında hiçbir gerekçe göstermeksizin kaldırılmış ve bu birimin yöneticileri farklı birim ve konumlarda pasifize edilerek meydan “dikensiz bir gül bahçesi” olarak TARKEM’e bırakılmıştır.

Bir “ahlaksız teklif” olarak Çeşme Turizm Projesi karşılığında Kemeraltı pazarlığı yapmak…

11. İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer başlangıçta Kültür ve Turizm Bakanlığı‘nın Çeşme Turizm Projesi‘ne yandaş olmakla birlikte, kentte yükselen demokratik karşı çıkış ve CHP’nin konuyu gündemine alması üzerine belediye eliyle güdük bir iki miting düzenleyerek sanki bu konuda itiraz eden kendisiymiş gibi bir algı yaratmaya çalışmış, bu uğurda TMMOB İzmir Koordinasyon Kurulu ile köprüleri atmış olmasına rağmen; 5 Haziran 2023 tarihinde TMMOB, İzmir Barosu, İzmir Yaşam Alanları, EGEÇEP ve Doğa Derneği gibi kuruluşlar, davanın avukatları ve sivil yurttaşlar tarafından İzmir Mimarlık Merkezi‘nde düzenlenen basın toplantısına, bu projeye karşı dava açanları “vatan hainleri” olarak suçlayan Çeşme Belediye Başkanı Ekrem Oran ile birlikte gelerek iktidarla pazarlığa oturmaya çalışmış, Kültür ve Turizm Bakanlığı‘nın Çeşme Turizm Projesi‘nden vazgeçerek Kemeraltı‘na gelmesini, Çeşme‘de yapmak istediklerini Kemeraltı‘nda yapmalarını istemiştir.

“İzmir Vizyon Ortaklığı”: AKP iktidarı ile işbirliği yapmak

12. Bu bağlamda, İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer‘in iktidarın yardımları çerçevesinde yine iktidara yakın, onlarla birlikte iş yapan şirketler eliyle oluşturulup önüne konulan İzmir Tarihi Kemeraltı Gayrimenkul Yatırım Fonu‘nun oluşumuna bu kadar çok sevinmesi ve bunu sanki kendi başarısıymış gibi lanse etmeye çalışması, bu işin arka planında kalan ve 2019 tarihli seçim kampanyasında sık sık dile getirdiği ve Cumhurbaşikanı’na bakışlarında saklı olan “merkezi hükümet ile ‘İzmir Vizyon Ortaklığı’ kuracağız” şeklindeki niyet ve söyleminin etkili olduğunu göstermektedir.

“İzmir Vizyon Ortaklığı”nın somut hali…

Sonuç olarak;

İzmir‘in tarihi kent merkezindeki Kemeraltı, Basmane ve Kadifekale bölgelerinin soylulaştırılması amacıyla 2012 yılında İzmir Büyükşehir ve Konak belediyelerinin dahil olduğu 116 ortak olarak kurduğu Tarihi Kemeraltı İnşaat Yatırım Ticaret Anonim Şirketi‘nin (TARKEM) 11 yıllık faaliyeti sonucunda geldiğimiz noktada, başlangıçta belirtilen bölgeler dışında kalan çok daha geniş bir alanı kapsayan UNESCO koruma alanındaki kültürel mirasın kamu kurumları tarafından korunması ilke ve anlayışının dışına çıkarılarak ticari kaygıları olan bir gayrimenkul yatırım şirketine ve fonuna teslim edildiğini görüyoruz.

Bu gelişme ise kültürel mirasın kamu kurumları yerine arkasına kamu kurumlarının kamusal yardımlarını alan özel bir şirket eliyle farklı bir şekilde özelleştirildiği anlamına gelmektedir.

Gelecek yazımızda ise, TARKEM‘in anlaşıp bundan sonra birlikte yürümeye karar verdiği Re-Pie Portföy Yönetimi Anonim Şirketi‘ni ve bu şirketin kurduğu İzmir Tarihi Kemeraltı Gayrimenkul Yatırım Fonu‘nu ele alıp bu konuda bize göre yapılan yanlışları ; özellikle de bu fonun yönetiminin verildiği şirketle ilgili olarak İzmirlinin gözünden kaçırılan vahim siyasi skandalları ortaya koymaya çalışacağız.

——————————————————————————————-

(1) Tekeli, İ. (2015), İzmir Tarih, İzmirlilerin Tarih İle İlişkisini Güçlendirme Projesi, 3. Basım, İzmir, 2015, sh. 71.

(2)Kemeraltı Platformu Sözcüsü Cem Ceylan: Ya TARKEM, Kipa olursa?“, Gönül Soyoğul Söyleşisi, http://www.gercekizmir.com/haber/Kemeralti-Platformu-Sozcusu-Ceylan-Ya-TARKEM-KIPA-olursa/70891

(3) Tarihi Kemeraltı İnşaat Yatırım Ticaret Anonim Şirketi 2021 yılı Faaliyet Raporu, sh.14.

(4) Tarihi Kemeraltı İnşaat Yatırım Ticaret Anonim Şirketi 2013 Yılı Faaliyet Raporu, sh. 5-6.

(5)Bakan Ersoy’dan Kemeraltı ve Agora müjdesi: Çeşme Projesi’nden elde edilen gelirin büyük bir kısmı Kemeraltı ve Agora’ya“, https://www.haberturk.com/izmir-haberleri/78715042-bakan-ersoydan-kemeralti-ve-agora-mujdesicesme-projesinden-elde-edilen-gelirin-buyuk-bir

Ciddi bir girişimin, geçen zaman içinde trajediden komediye dönüşmesi….

Ali Rıza Avcan

Fabrika ayarım” olarak niteleyebileceğim kişisel yaratılışımın temel özelliklerinden biri de, bilgi ya da ilgi alanıma giren her şeyi ciddiye alma huyumdur.

O nedenle de çoğu kez, ciddiye alıp kendime iş ya da sorun edindiğim çoğu şeyin aslında hiç de ciddiye alınmaması gereken işler olduğunu anlayıp hayal kırıklığına uğrarım. İşte o nedenle de kurduğum her arkadaşlık, dostluk, ya da yoldaşlık ilişkisinde, üstlendiğim görevde, odaklandığım sorumlulukta, kendimi adadığım her davada tedbirli olmaya, o işi ciddiye alma konusunda kendimi frenlemeye çalışırım; ama -huyum kurusun diyeceğim- o işi, o sorunu, o davayı ciddiye almaktan da bir türlü kendimi alamam.

Ciddiye aldığım için kendi kendimi kandırdığım çoğu durumda hayal kırıklığına uğrar, fazlasıyla üzülürüm. Ama arada bir nadiren karşıma çıkan öyle bir durum vardır ki, o durumda da o işin zaten ciddiyetini kaybedip bir trajediye, hatta komediye dönüşmesi nedeniyle keyiflenir, bu yeni durumdan zevk almaya başlarım.

İşte size bugün bir zamanlar ciddi bir iş olduğunu sandığım halde zaman içinde önce trajediye, sonrasında da komediye dönüşüp beni hayal kırıklığına uğratmak yerine keyiflendiren bir durumdan söz açıp, 2022 Ağustos’unda başlayıp 2023 Mart’ında sonuçlanan bir süreçte kara komediye dönüşen bir organizasyondan, İzmir Büyükşehir Belediyesi‘nin 17 Şubat-4 Mart 1923 tarihlerinde yapılan Türkiye (İzmir) İktisat Kongresi‘nin 100. yılı münasebetiyle 15-21 Mart 2023 tarihlerinde yapacağı “İkinci Yüzyılın İktisat Kongresi” organizasyonunun serencamından söz edeceğim.

Hatırlayacağınız gibi 5, 12, 19 ve 26 Aralık 2022 tarihli yazılarımla bu organizasyonu ciddiye alıp bir bölüm değerlendirmeler yapmış, benim için önemli olan bu tarihi olayın 100. yılında, o olayı daha etkili, daha kalıcı ve anlamlı bir şekilde anmak amacıyla çeşitli önerilerde bulunmuştum.

İzmir Büyükşehir Belediyesi sözünü ettiğim bu etkinlik için birbirini izleyen tarihlerde değişik adlarda birçok toplantı düzenlemiş olmakla birlikte 6 Şubat 2023 tarihinde ve sonrasında 11 ili kapsayan bölgede yaşanan büyük deprem felaketi üzerine 15-21 Şubat 2023 tarihlerinde yapılması planlanan kongreyi 15-21 Mart 2023 tarihlerine ertelemişti.

Şimdi aylardır harıl harıl hazırlanan bu büyük kongre, bu hafta Çarşamba günü başlayıp önümüzdeki hafta Salı günü bitecek komedi ağırlıklı büyük bir gösteriye dönüşmüş durumda.

Böylelikle İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer, 9 Eylül’ün 100 yılı kutlamaları ile depremzedelere yardım amacıyla 22 Şubat 2023 gecesi Halk TV ile işbirliği içinde düzenlenen “Bir Kira Bir Yuva Destek Gecesi” sonrasında bir kez daha gündeme gelip puan toplayacak.

15-21 Mart 2023 tarihleri arasındaki bir haftalık sürede beş ayrı mekanda (Ahmet Adnan Saygun Sanat Merkezi, Bıçakçı Han, Swissotel Konferans Salonu, Fuar İzmir ve İsmet İnönü Kültür Merkezi) toplam 67 ayrı konuşmacının, 25-30 dakikalık sunum süresiyle düşüncelerini paylaşacağı “açılış“, “vicdana davet“, “yürüyüşe davet“, “doğamıza davet“, “değişime davet” ve “sadakate davet” adıyla tanımlanan 6 adet, deprem konusuna tahsis edilen 1 adet olmak üzere gün boyu devam eden toplam 7 ayrı sunum toplantısı yapılırken, diğer yandan da Millet İttifakı üyesi siyasi parti genel başkanı ile bir moderatörün katılacağı bir toplantı ile bu ittifakın ortak politikalar metninin ele alınıp tartışılacağı 6 konuşmacısı olan bir panel, Millet İttifakı belediye başkanlarının katıldığı bir forum, bir adet gençlik forumu, bir adet paydaş grupları toplantısı, bir adet performans (Karsu), üç adet konser (Melike Şahin, Evgeny Grinko, Kardeş Türküler) ve bir adet Yüksek İstişare Kurulu toplantısı yapılarak şimdiye kadar İzmir’de gerçekleştirilen hazırlık çalışmaları ile Millet İttifakı‘nın Ankara’da üzerinde çalışıp uzlaştığı politikalar arasında bağlantı kurulacağı anlaşılmaktadır.

Söz konusu etkinliğin konu ve konuşmacılarından da anlaşılacağı üzere, İzmir‘de İzmir Büyükşehir Belediyesi eliyle ortaya konulan cüretkar çıkışın, CHP’nin ve dolayısıyla Millet İttifakı‘nın iktisat politikalarıyla uyum içinde olmasına çalışıldığı; böylelikle, İzmir toplantısının sonucunda ortaya çıkacak bildirgenin CHP‘nin Vizyon Belgesi ile Millet İttifakı‘nın Ortak Politikalar Metni‘nden farklı olmaması için çaba gösterildiği; ayrıca, Millet İttifakı Cumhurbaşkanı adayı Kemal Kılıçdaroğlu‘nun İzmir‘de gövde gösterisi yapmasının arzulandığı anlaşılmaktadır.

Önümüzdeki haftalar içinde İzmir’de oynanacak böylesi bir oyunun senaryosu bu şekilde tasarlanmakla birlikte Büyük Britanya İmparatorluğu’nca “sir” unvanı verilerek ödüllendirilen iyilik meleği müzisyen Bob Geldof ile (The End of History and the Last Man) ‘Tarihin Sonu ve Son İnsan‘ adlı teziyle Batı Liberal düşüncesinin insanlığın ulaşabileceği son aşama olduğunu iddia eden Francis Fukuyama‘nın çevrimiçi olarak toplantılara katılıyor olması, Türkiye’nin 2. yüzyıldaki iktisat politikalarının, Cumhuriyet’in kurucu değerlerine aykırı olarak neoliberal kapitalist bir yol izlemesi için özel bir çaba gösterildiğini ortaya koymaktadır.

Ayrıca kongreye katılacak 20 siyasetçiye ek olarak, gelecek yüzyıldaki iktisat politikalarını belirlemek amacıyla İzmir‘deki üniversitelerde görev yapan akademisyenler yerine yurtdışında ya da yurt içinde faaliyet gösteren Oxford, New York, Stanford, Bielefeld, Bilkent, Boğaziçi, Koç, TED ve Kadir Has Üniversitesi gibi özel vakıf üniversitelerinden, kendi patronlarının çanağına tükürmeyecek 30 akademisyenin davet edilmiş olması da, 100. yıl sonra yapılan bu kongrenin ilkinde söylenen ekonomik bağımsızlıktan söz etme cesaretini gösteremeyeceğini ortaya koymaktadır.

Söz konusu toplantılar dizisinin senaryosu tasarlanırken kamuoyunda tanınıp popüler bir şöhrete sahip ne kadar isim varsa onların arasından “biraz ondan, biraz bundan” anlayışıyla seçildiği anlaşılan ve aynen eski fuar zamanlarındaki baş solist ile alt kadroyu gösteren gazino afişlerini hatırlatan bir ‘gösteri nesnesi‘ olarak kullanılacağı anlaşılan konuşmacıların bu bir haftalık gösteri sırasında Türkiye‘nin gelecek 100 yıldaki iktisat politikaları adına ne söyleyip neye karar vereceği de bellidir: CHP‘nin geçtiğimiz aylarda büyük bir gösteri ile sunduğu Ekonomi Vizyon Belgesi ile 6’lı masa ortağı siyasi partilerin geçtiğimiz günlerde ortaya koyduğu Millet İttifakı Mutabakat Belgesi‘nde yazılı olan konular, Kemal Derviş politikalarının izleyicisi CHP İzmir Milletvekili ve Genel Sekreteri Selin Sayek Böke tarafından “temiz” olduğu söylenen Batı sermayesinin vereceği kredi, yardım ve hibeler eşliğinde küresel kapitalist sisteme tam anlamıyla eklemlenmiş bir Türkiye…

O nedenle, kongreyi izleyen ya da seyreden hiç kimse, bu topraklarda 100 yıl önce çok zor koşullar altında yapılan bir kongrede gür bir sesle dile getirilen ekonomik, siyasi ve kültürel anlamda “Bağımsız Türkiye” talebinin bu kongrede dile getirilmesini beklemesin….

O nedenle, ayıp olmasın diye bir iki konuşmacıyı dışarda bırakarak bu toplantıda konuşup karar alacak ya da o kararların altına imza atacak bu kadar çok “şan şöhret sahibi” zevatın, “Bağımsız Türkiye” talebinde bulunarak kapitalist sistem eleştirisinde bulunacağını sanmasın…

Karşımızdaki toplantılar dizisi, o nedenle Kapitalizmin “ahir zaman peygamberiFukuyama önderliğinde neoliberal kapitalist sisteme methiyeler düzülüp ilahi adına bildirilerin sunulacağı bir ayine dönüşecek; böylelikle, organizasyonu destekleyip sponsorluk yapan ulusal ve uluslararası sermayenin kutsanıp yüreğinin hoş edilmesi sağlanacaktır…

Francis Fukuyama

Böylelikle, İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer adına yazılıp 7 aylık hazırlık süreci içinde büyük deprem felaketi, CHP Vizyon Belgesi ve Millet İttifakı Ortak Mutabakat Belgesi‘nin sunumu gibi neler yaşanmışsa hepsinin bu senaryonun içine boca edildiği, bu nedenle de geçen zaman içinde trajediden komediye dönüşen bir sahne eseri, dünyanın ve ülkemizin neoliberal kanaat önderlerinin yardımıyla oynanacak ve yaklaşan seçimler özelinde, seçmenin tercihleri Batı sermayesinin vizyon ve misyonu ile şekillendirilmeye çalışılacak, Türkiye’ye de bu misyon ve vizyon içinde bir yer verilecektir.

Bu arada çağrılmış olmalarına karşın kapitalizmin değirmenine su taşıyan bu organizasyona katılmayan değerli hocalarım Prof. Dr. Korkut Boratav ile Prof. Dr. Taner Timur‘a teşekkür etmeyi de bir borç bilirim….

İzmir İktisat Kongresi’nin 100. Yılı kutlamaları ile ilgili diğer yazılarım:

http://www.kentstratejileri.com/2022/12/5/izmir-iktisat-kongresi-1/

http://www.kentstratejileri.com/2022/12/12/izmir-iktisat-kongresi-2/

http://www.kentstratejileri.com/2022/12/19/izmir-iktisat-kongresi-3/

http://www.kentstratejileri.com/2022/12/26/izmir-iktisat-kongresi-4/

http://www.kentstratejileri.com/2022/12/15/izmir-iktisat-kongresi-1923-ve-isciler/

İyi yönetim / kötü yönetim

Ali Rıza Avcan

whoever fights monsters should see to it that in the process he does not become a monster. and when you look long into the abyss, the abyss looks into you” Friedrich Nietzche, İyinin ve Kötünün Ötesinde, Bir Gelecek Felsefesini Açış, Say Yayınları, 2015, Sh.90, 146. Aforizma.

Türkçesi: “canavarlarla savaşan kişi, bu süreçte bir canavara dönüşmediğinden emin olmalıdır. ve uçuruma uzun uzun baktığında, uçurum da sana bakar.

Son iki üç gündür yerel gazetelerde çıkan yeni haberlerle karşı karşıyayız: İzmir Büyükşehir Belediyesi‘ndeki birçok daire başkanı ve şube müdürünün yeri, genel sekreter yardımcısı Barış Karcı‘nın önce genel sekreter vekili, yakın zamanda da genel sekreter olarak atanması nedeniyle yıl başında değiştirilip 9 Ocak 2023 tarihinde; yani bugün yapılacak belediye meclisi toplantısında meclisin onayına sunulacakmış.

Her ne kadar bu tür değişikliklerle ilgili belediye meclis kararlarında, “5216 sayılı Büyükşehir Belediyesi Kanununun 21’inci maddesinde “Büyükşehir Belediyesi Teşkilatı; norm kadro esaslarına uygun olarak Genel Sekreterlik, Daire Başkanlıkları ve Müdürlüklerden oluşur. Birimlerin kurulması, kaldırılması veya birleştirilmesi Büyükşehir Belediyesi Meclisinin kararı ile olur.” hükmü yer almaktadır. Bu nedenle; birimlerimiz arasında yeni bir düzenlemeye gereksinim duyulduğundan, yukarıda bahsi geçen Kanunun 21’inci maddesi gereğince Sayın Meclisimizce karar alınması hususunu onayınıza arz ederim.” şeklindeki kalıp bir ifade ile meclise sunulup karar alınmakla birlikte; böyle bir önerinin gerekliliği, geçerliliği ve doğruluğu görüşülüp tartışılmadan alınan bu kararlarda belediye içinde hangi birimlerin kurulduğu, kaldırıldığı veya birleştirildiği, bu operasyonların kapsamına hangi dairelerin ve görevlilerin girdiği ile bunun gerekçeleri -ne yazık ki- belirtilmemektedir.

Diğer yandan bir büyükşehir belediye başkanının hangi danışman, daire başkanı ve şube müdürü ile çalışacağını, kendisine ait “takdir hakkı” çerçevesinde kendi özgür iradesi ile belirlemesi doğru ve geçerli bir tutum olmakla birlikte, bu hakkın belirli bir süre içinde defalarca kullanılması da orada, o örgütte sağlıksız bir durumun var olduğuna, en azından elinden malzemeyi ne yapacağını bilemeyen kararsız bir yöneticinin varlığına işaret etmektedir. 

Hele ki İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Tunç Soyer‘in göreve başladığı 1 Nisan 2019 tarihinden bu yana geçen 1.370 günlük sürenin sonunda 24. kez yapmaya kalktığı böylesi bir operasyon gündeme gelince….

Anlaşılan o ki, bu seferki operasyonla birlikte birçok daire başkanı görevlerinden alınıp alakasız başka dairelere atanacak, herhangi bir disiplin cezası almadıkları halde adeta cezalandırılırcasına kazanılmış haklarının altındaki kadrolarda görevlendirilecek; hatta emekliliğe zorlanacak, böylesi bir hukuk sisteminde “Hak-Hukuk-Adalet” diyerek mahkemelerin ve avukatların kapısını aşındıracak ve bazı daireler kaldırılacak.

Ama bunun karşılığında bütün bu operasyonların mimarlığını yapan İnsan Kaynakları ve Eğitim Dairesi Başkanı, yine aynı gazete haberlerine göre adeta ödüllendirilircesine genel sekreter yardımcısı yapılıp bilgili olmadığı konularda kendisine bağlı daire başkanlıklarına amirlik yapacak…

Bu haberleri analiz edip örnekleri vermeden önce resmi belgelere göre İzmir Büyükşehir Belediyesi’nde hangi adlarla kaç hizmet birimi olduğunu ve birimlerde toplam olarak kaç kişinin çalıştığını hatırlatmakta yarar var: İzmir Büyükşehir Belediyesi‘nin İnternet sayfasındaki “Birimlerimiz” başlıklı bölümdeki bilgilere göre 1 Ocak 2023 tarihli göre belediyede 1 başkan, 1 özel kalem müdürü, 4 genel sekreter yardımcısı, 36 daire başkanı, 173 şube müdürü, 1 Eşrefpaşa Hastanesi Başhekimliği, 1 Teftiş Kurulu Başkanlığı, 1 İç Denetim Birimi Başkanlığı ve 1. Hukuk Müşavirliği bulunuyor ve 2021 Mali Sayıştay Denetim Raporu verilerine göre 3.683’ü memur, 434’ü sözleşmeli personel, 447’si kadrolu işçi ve 9.074’ü 696 saylı KHK uyarınca çalıştırılan personel olmak üzere toplam olarak 13.638 kişi çalışmaktadır.

Sayıştay Başkanlığı’nın 2012, 2016, 2018, 2020 ve 2021 yılları denetim raporlarındaki bilgilere göre daire başkanlığı ile şube müdürlüğü sayılarındaki artışlar ise şu şekilde ortaya konulabilir:

2012 yılında 22 daire başkanlığı, 91 şube müdürlüğü,

2016 yılında 38 daire başkanlığı, 162 şube müdürlüğü,

2018 yılında 38 daire başkanlığı, 163 şube müdürlüğü,

2020 yılında 36 daire başkanlığı, 162 şube müdürlüğü,

2021 yılında 35 daire başkanlığı, (şube müdürlüğü sayısı yazılmamış).

31 Aralık 2022 tarihi itibariyle 36 daire başkanlığı, 173 şube müdürlüğü.

Bu rakamların gelişimden de görüleceği gibi 16 Eylül 2020-31 Aralık 2022 tarihleri arasındaki dönemde daire başkanlıklarının sayısı aşağı yukarı aynı kalırken, şube müdürlükleri sayısında belirgin bir artışın ortaya çıktığı, genellikle eskiden tek bir şube müdürlüğü tarafından yapılan işlerin artan personel sayısına paralel olarak ikiye üçe bölündüğü görülmektedir.

Gazetelere yansıyan bilgilerle geçtiğimiz aylarda tanık olduğumuz bazı atama örneklerine göre;

1) Bütün büyükşehir belediyelerinde kültür ve sanat daire başkanlıklarına bağlı olduğunu gördüğümüz Kütüphaneler Müdürlüğü‘nün, yeni yeni birçok kütüphane açma sözü ortada iken kaldırılarak, belediyelere ait genel kütüphanelerle ilgisi olmayan ve olmaması gereken Ahmet Piriştina Kent Arşivi ve Müzesi (APİKAM) Şube Müdürlüğü‘nün kütüphanecilik hizmetleriyle görevlendirilmesi ve ilgili şube müdürlüğünün o tarihten bu yana kütüphanecilik hizmetleriyle ilgilidir düşüncesiyle, aslen kent arşivi ve müzesi olduğunu unutarak şiir akşamları, karikatür yarışması ve edebiyat günleri gibi aslında kendisiyle ilgisi olmayan birtakım etkinlikleri yapması,

2) Kent Tanıtımı ve Dairesi Başkanlığı‘na bağlı Ahmet Piriştina Kent Arşivi ve Müzesi (APİKAM) Şube Müdürlüğü‘nün bu daire başkanlığından alınıp doğrudan doğruya Genel Sekreter Yardımcılığına bağlanması ya da yeni kurulan Şehir Tiyatroları Şube Müdürlüğü‘nün işin doğası gereği Kültür ve Sanat Dairesi Başkanlığı‘na bağlanması gerektiği halde, hiçbir alakası olmayan Sosyal Projeler Dairesi Başkanlığı‘na bağlanması,

3) Daha önce Makine İkmal, Bakım ve Onarım Dairesi Başkanı iken hiçbir mesleki ve uzmanlık kariyeri aranmaksızın Kültür ve Sanat Dairesi Başkanı yapılan ve görev yaptığı süre içinde canını dişine katarak Tunç Soyer‘in renkli gösteri dünyasına hizmet eden; bu arada “Türkiye’nin En İyi Kültür-Sanat Dairesi Başkanı” gibi garip bir ödüle sahip olan Kadir Efe Oruç‘un Kültür ve Sanat Daire Başkanlığı‘ndan alınarak yine mesleği ve uzmanlığı ile hiç bir ilgisinin bulunmadığı Ulaşım Dairesi Başkanlığı‘na atanıyor olması,

4) İzmir‘in UNESCO‘nun daimi listesine girmesinin gündemde olduğu ve İzmir‘i Akdeniz‘in öncü kent yapacağı iddiasıyla kurulan İzmir Akdeniz Akademisi‘nin yeniden yapılanmasının tartışıldığı şu günlerde, İzmir‘in kültürel mirasının korunması ve tanıtılması amacıyla 2021 yılının Ocak ayında kurulup çalışma esas ve usulleri yönetmeliği bir ay önce kabul edilen Kent Tarihi ve Tanıtımı Dairesi Başkanlığı‘nın aradan iki yıl bile geçmeden hiçbir gerekçe göstermeksizin kaldırılıp bağlı şube müdürlüklerinin, kültürel mirasın korunması konusunda geçmişteki başarısızlıklarıyla anılan daire başkanlıklarına bağlanıyor olması,

5) Linkedin isimli insan kaynakları portaline yazdığı bilgilere göre, Bornova Anadolu Lisesi (BAL) ve Bilkent Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü‘nden mezun olup 2 ay süreyle Madrid Büyükelçiliği‘nde stajyer, 4 yıl 11 ay süreyle Ticaret Bakanlığı‘nda gümrük memuru ve AB uzman Yardımcısı, 4 yıl 7 ay süreyle Basketbol Federasyonu‘nda yarı zamanlı masa görevlisi, 2019 seçimler sonrasında Bornova Anadolu Lisesi (BAL) Vakfı‘ndaki eski yönetici abilerinin, ablalarının elini tutması nedeniyle İzmir Büyükşehir Belediyesi‘ne girip başlayıp 2 yıl 2 ay süreyle veri hazırlama ve kontrol yönetmeni, 1 yıl 8 ay süreyle Kent Ekonomisi ve Yenilikçi Endüstriler Şube Müdürü olarak görev yapan; ayrıca DEÜ Güzel Sanatlar Fakültesi‘nde 2018 Eylül ayında başladığı “Film Tasarımı” eğitimini 2024 yılının Haziran ayında bitirecek olması nedeniyle “halen öğrenci” olan Ceren Umay‘ın; yani bütün meslek hayatı boyunca adeta daldan dala uçup ne yapacağını bilememiş, gelecekle ilgili kariyer planını önüne çıkan fırsatlara göre çizmeye kalkmış birinin Kültür ve Sanat Dairesi Başkanlığı‘na atanması… Bu bilgilerin dışında diğer önemli bir bilgi de Ceren Umay‘ın eski soyadının -muhtemelen aileden gelen soyadı- Ünsever olduğu ve bu soyadı ile birlikte kısa adıyla SODEM diye bilinen Sosyal Demokrat Belediyeler Derneği‘nde halen koordinatör olarak çalışıyor olması…

İşte örnek olarak aldığımız bütün bu atama ve işlemler, kamu görevlilerinin hiçbir geçerli gerekçeye dayanmaksızın, sahip oldukları mesleki bilgi, birikim, deneyim, yetenek ve becerileri; yani liyakatleri dikkate alınmadan atandığını, dün kurulan daire başkanlıklarının hiçbir gerekçeye dayanılmaksızın bugün kaldırıldığını ve atamalarda “şahsi yakınlık“, “zevceye yakınlık“, “TARKEM’e yakın olma“, “Başkan Danışmanı Güven Eken’e yakın olma” ve arkalarında proje peşinde koşan bir takım akademisyenin sıraya girdiği belediye içi “iktidar odaklarına yakın olma” olma gibi birtakım nedenlerin yattığı anlaşılmaktadır.

Aynen büyük insan kaynağı ve emeği ile kurulan ‘iskambil evlerin‘ en ufacık bir rüzgarda tesadüfen yıkılmasında ya da yaptığını beğenmeyenlerin veya yanlış yaptığını deneye deneye öğrenenlerin bilerek ve isteyerek yıkmasında olduğu gibi… 

Belediyedeki daire başkanları ile şube müdürlerinin yer değiştirmesi, bir kısmının göreve yeni atanması ya da görevden alınması nedeniyle teşkilat şemasındaki değişimleri belediye meclisi kararları incelediğimiz takdirde bunun için 15 Nisan 2019 tarih, 268 sayılı, 14 Haziran 2019 tarih, 491 sayılı, 15 Ağustos 2019 tarih, 629 sayılı, 14 Ekim 2019 tarih, 818 sayılı, 27 Kasım 2019 tarih, 1055 sayılı, 15 Ocak 2020 tarih, 62 sayılı, 10 Şubat 2020 tarih, 109 sayılı, 11 Mart 2020 tarih, 298 sayılı, 17 Temmuz 2020 tarih, 460 sayılı, 10 Ağustos 2020 tarih, 503 sayılı, 14 Eylül 2020 tarih, 680 sayılı, 16 Ekim 2020 tarih, 867 sayılı, 15 Ocak 2021 tarih, 73 sayılı, 24 Mayıs 2021 tarih, 481 sayılı, 18 Haziran 2020 tarih, 697 sayılı, 9 Ağustos 2021 tarih, 850 sayılı, 13 Eylül 2021 tarih, 956 sayılı, 14 Ekim 2021 tarih, 1156 sayılı 10.01.2022 tarih, 5 sayılı, 13 Haziran 2022 tarih, 641 sayılı, 8 Ağustos 2022 tarih, 749 sayılı, 12 Eylül 2022 tarih, 972 sayılı ve 14 Eylül 2022 tarih, 1040 sayılı toplam 23 toplam karar alındığını ve aynı işlemin 2023 yılının Ocak ayında 24. kez tekrarlanacağını görürüz. 2019’da 5, 2020’da 7, 2021’de 6 ve 2022’de 5 kez olmak üzere… Hem de 2020 yılında Covit-19 Pandemisi nedeniyle kamu kurumları uzun süreler kapalı kaldığı ya da çalışmalarını en az düzeye indirdiği halde…

Diğer bir anlatımla 1 Nisan 2019 ile 31 Aralık 2022 arasındaki toplam 1.370 günlük sürede 59-60 günde bir daire başkanlıkları ve şube müdürlükleriyle ilgili bu tür personel operasyonları yaparak…. Aynen aklına geldikçe çocuk oyuncağı ile oynamak gibi…

Oysa 25 Kasım 2022 tarihinde 155. yaşını dolduran İzmir Büyükşehir Belediyesi‘nde kurumsallaşmış olmanın bir gereği olarak örgütlenme biçimi ve insan kaynağının kullanımı ile ilgili temel politikaların önceden belirlenmesi ve bu politikaların başta çalışanlar olmak üzere tüm kamuoyu tarafından bilinmesi, yapılacak tüm işlemlerde bu politikalar doğrultusunda belirlenen strateji, ilke ve değerlere uyulması; hatta örgütsel değişimlerle insan kaynağının yeniden belirlenmesi çalışmalarında “iç paydaş” olarak nitelenen çalışanlarla onların örgütsel gücü olan sendikaların da karar sürecine ortak edilmesi gerekir. Bu tür konularda atadan, babadan görme yöntemler değil; bu tür demokratik, katılımcı, çoğulcu ve yenilikçi yöntemlerin uygulanması gerekir diye düşünüyorum…

Ayrıca belediye teşkilatı içinde kaç adet daire başkanlığı ve şube müdürlüğü bulunacağı, bunlardan hangilerinin kaldırılıp hangilerinin birleştirileceği ve hangi dairelerin kurulması gerektiği konularıyla bunların gerekçelerinin, sadece belediye başkanı ile bürokratlarını değil, belediye meclisini de ilgilendirdiğini düşünüyor ve belediye yapılanması bakımından oldukça önemli olan bu konuların, bir değişiklik talebi geldiğinde görüşülerek tartışılması gerektiğini düşünüyorum…

Öte yandan daire başkanlıklarının kaldırılması, birleştirilmesi ve yenilerinin kurulması dışında bu dairelerle daire başkanlıklarına bağlı şube müdürlüklerine kimlerin atanacağı konusunda performans programlarıyla belirlenen performans göstergelerine bakılması, başarının ya da başarısızlığın önceden belirlenmiş bu göstergelere göre belirlenmesi, performans göstergesi belirlenmemiş daire başkanlığı ya da daire başkanı hakkında karar verilmemesi, başarısız bulunduğu söylenen daire başkanlarıyla şube müdürlerine ayrıca bir disiplin cezası verilmediği sürece diğer bir daire başkanlığında ya da şube müdürlüğünde aynı düzeyde ikinci bir şans verilmesi çağdaş yönetim anlayışının gerekleridir…

Bu bağlamda daire başkanlıklarıyla şube müdürlüklerinin bu kadar sık kurulup kaldırılması, birleştirilmesi ya da bağlantılarının akılcı gerekçeler bir köşeye bırakılarak değiştirilmesi; ayrıca bu makamlara yapılan atamaların liyakat ilkesi dikkate alınmaksızın yapılması nedeniyle ‘örgüt iklimi‘ dediğimiz ortamda çalışanların moralleri, çalışma hevesleri üzerinde ne ölçüde tahribat yaratıldığının, bu tür olumsuz müdahalelerin kurum kültürüne ne ölçüde zarar verdiğinin bilinmesi gerekir. Kendisinin ya da çalışma arkadaşının haksız bir şekilde ya da hiçbir gerekçe gösterilmeksizin işinden alınarak onun yerine o işi bilmeyen, o konuda hiçbir deneyimi bulunmayanların atanmasının belediye çalışanlarında yarattığı travmaların, oluşan güvensizlik duygusunun; ama asıl önemlisi tükenmişlik sendromunun nasıl giderileceği de düşünülmeli, örgütün üstünden bir silindir gibi geçen bu darbelerin yarattığı olumsuz etkilerin hangi yöntemlerle nasıl giderileceği de hesaplanmalıdır.

Ama tabii ki, her şeyin başı olan İzmir Büyükşehir Belediyesi‘ndeki kurumsal, kalıcı ve sürdürülebilir personel politikalarının bu tür zorbalıklara fırsat vermeden, en kısa sürede ‘katılımcı‘, ‘demokratik‘, ‘çoğulcu‘ ve ‘yenilikçi‘ yöntemlerle nasıl değiştirilebileceği, anadan babadan görülen bu tür geleneksel “yetki bende değil mi; o halde alırım, getiririm, değiştiririm” anlayışının, “yaparım, bozarım, tekrar yaparım” yaklaşımının yetkili memur ve işçi sendikalarının demokratik mücadelesiyle nasıl gerçekleştirileceği konuşulup tartışılmalı ve çalışanların bir talebi olarak belediye yönetiminden talep edilmelidir.

İzmir İktisat Kongresi (3)

Ali Rıza Avcan

17 Şubat-4 Mart 1923 tarihleri arasında yapılan Türkiye (İzmir) İktisat Kongresi ile bu kongrenin 100. yılına isabet eden tarihlerde İzmir Büyükşehir Belediyesi tarafından yapılacak kongre arasındaki benzerlik ve farklılıklara; ayrıca, İzmir Büyükşehir Belediyesi tarafından yapılan hazırlık çalışmalarındaki yanlışlık ve eksiklikleri tartışıp değerlendirmeye devam ediyoruz.

Bu amaçla başladığımız dört bölümlük seri yazımızın ilk bölümünde, 1923 tarihli Türkiye (İzmir) İktisat Kongresi ile bu kongrenin 100. yıl kutlaması için yapılan hazırlık çalışmaları hakkında bilgi vermiş, ikinci yazıda ise 1923 tarihli kongrede, İzmir‘in ve tüm bir Ege Bölgesi’nin ayanı, derebeyi ya da toprak ağası olan Karaosmanzade Kani Bey‘in başkanlığıyla şekillenen “Çiftçi Grubunun İktisat Esasları” üzerinde durarak, 2023 yılında bunun bir benzeri olarak tasarlanıp kamuoyuna açıklanan “Çiftçi Grubu Deklarasyonu“ndaki vaatlerin, ülkemiz tarımıyla topraksız köylülerin ve küçük çiftçilerin sorun ve taleplerinden ne ölçüde uzak olduğunu, kendi içinde önemli yanlışlık ve eksiklikler barındırdığını göstermeye çalışmıştık.

Bugünkü yazımızda ise, 1923 tarihli kongrede -Vikipedi’nin yazar, gazeteci ve siyasetçi olarak tanımlamasına karşın- “amele” kimliğiyle “İşçi Grubu Reisi” seçilen Aka Gündüz‘ün başkanlığında, “İşçi Grubunun İktisat Esasları” olarak karara bağlanan 34 karardan esinlenerek İzmir Büyükşehir Belediyesi‘nce davet edilen sendika temsilcilerinden oluşan bir grubun katıldığı 5 Ekim 2022 tarihli İşçi Grubu Teknik Çalıştayı ile 17 Kasım 2022 tarihli İşçi Buluşması‘nda yaptığı görüşmeler sonrasında kamuoyuna açıklanan 14 temel ilke üzerinde durarak, bu ilkelerin ne ölçüde gerçeğe uygun olduğunu, ne ölçüde işçi sınıfının sorun ve taleplerini karşıladığını görüp anlamaya çalışacağız.

Bu konu ile ilgili http://www.iktisatkongresi.org isimli İnternet sitesindeki yazılı bilgi ve görsellere göre, 5 Ekim 2022 tarihinde Tarihi Havagazı Fabrikası Kültür Merkezi‘nde yapılan “İşçi Grubu Teknik Çalıştayı“na 35’i şahsen, 9’u da çevrim içi olmak üzere toplam 44 sendika temsilcisi ve uzmanı, 17 Kasım 2022 tarihinde yine aynı mekanda gerçekleştirilen “İşçi Buluşması“na ise Birleşik Kamu-İş, DİSK, HAK-İŞ, KESK ve TÜRK-İŞ konfederasyonlarının bileşeni 50’den çok sendika ile iki bağımsız sendika temsilcisi katılmış. Ancak her iki toplantıya hangi sendika adına hangi yetkilinin katıldığı isim isim bildirilmediği için katılımcıların ülkede tüm işçiler açısından ne ölçüde temsil kabiliyetine sahip olduklarını bilmiyoruz.

İşçiler adına karar alanlar, işçilerin küçük bir bölümünü temsil etmektedir…

1. 12 Eylül faşist dikta yönetiminin bir ürünü olan mevcut yasal düzenleme ve yasaklamaların sonucu olarak, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı‘nın 22 Temmuz 2022 tarihli Resmi Gazete’de yayınlanan en son tebliğine göre, ülkemizde tüm işkollarında örgütlü olan toplam 218 sendika toplam 2.280.285 işçiyi; yani, 15.987.428 olan toplam işçi sayısının sadece % 14,26’sını temsil etmektedir. Bu durum, henüz hiçbir sendikaya üye olmayan toplam 13.707.143 adet işçinin; yani, tüm işçilerin 85,74’ünün toplantıya katılan sendikalar tarafından temsil edilmediğini göstermektedir.

Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı‘nın Çalışma Hayatı İstatistiklerine göre Türkiye’deki sendikalaşmanın oranı 1984 yılında % 55,89 iken, her yıl düzenli olarak azalarak 2022 Temmuz ayı itibariyle % 14,26 düzeyine inmesi de bu durumun en somut örneklerinden biridir. (1)

O nedenle, bu kararların alınma sürecindeki sendika temsilcilerinin, her şeyden önce kendi faaliyet alanlarındaki baskı, yasak ve engellemeleri dile getirerek, bir anlamda kendi eksiklik ya da yetersizliklerini, geçtiğimiz yılların antidemokratik iktisat politikalarının sonuçlarını gündeme getirerek önümüzdeki 100 yıl içinde tüm işçileri kendi çatıları altında toplayarak ülke iktisat politikalarına nasıl yön vereceklerine dair vaatlerde bulunmamış olmaları, bir araya gelme gerekçeleri açısından büyük bir eksiklik olmuştur.

Bu anlamda, önümüzdeki 100 yıl içinde tüm işçilerin sendikalarda örgütlenerek elde edecekleri gücün, toplumdan ve işçi sınıfından yana iktisat politikalarının geleceği açısından büyük bir güvence olacağı unutulmamalı, bu hayati eksiklik sonraki çalışmalarda telafi edilmelidir.

2023 ve sonrasındaki iktisat politikalarının aktörü korporatist meslek grupları değil, işçi sınıfıdır...

2. İzmir Büyükşehir Belediyesi‘nce düzenlenen toplantılara işçileri temsil ettikleri iddiasıyla katılan işçi sendikalarının, Türkiye (İzmir) İktisat Kongresi‘nin 100. yılı ile ilgili kutlamaların, 1923’de olduğu gibi “korporatist” bir yaklaşımla “işçi grubu“, “çiftçi grubu” ve “sanayi-tüccar-esnaf grubu” olarak belirlenen üç meslek grubu üzerinden kurgulanması konusunda hiçbir itirazlarının olmadığı, bu meslek grupları dışında toplumda başka grup, kesim, toplum ve sınıfların; özellikle de sayıları milyonları bulmasına karşın temsili akla bile getirilmeyen işsizlerin bulunduğu hususunu kutlamayı düzenleyen belediye yöneticilerine hatırlatmadıkları ya da uyarmadıkları anlaşılıyor.

İktisat politikaları ile ilgili tarafların, 1923 gibi Ulusal Kurtuluş Savaşı‘nın henüz barışla neticelenmediği, bu nedenle toplumdaki milliyetçi heyecanın dorukta olduğu tarihlerde “korporatist” bir yaklaşımla sadece mesleklerle sınırlı tutulması, o dönemin özellikleri itibariyle anlayışla karşılansa bile, 2023 yılı Türkiye‘sinde toplumu sadece bu gruplarla sınırlı tutmak aynı zamanda ülke gerçeklerinden habersiz olmak anlamına da gelir.

Şayet düzenlenen toplantılar sonucunda tüm toplumu temsil eden kararların alınması ve bu kararların ülke geleceği açısından etkili ve sürdürülebilir olması isteniyorsa, temsil edilmeyen diğer grup, kesim, topluluk ve sınıfların da karar alma süreçlerine dahil edilmesi gerekmektedir.

CHP parti programının gerisinde kalmak…

3. 1923 tarihli Türkiye (İzmir) İktisat Kongresi‘nin 100. yıl kutlamaları çerçevesinde Türkiye’nin gelecek 100 yıldaki iktisat politikalarını belirlemek amacıyla yapılan bu toplantılar CHP’li bir büyükşehir belediyesi tarafından örgütlenmekle birlikte, yazılı hale getirilip kamuoyuna açıklanan taleplerin arasında Cumhuriyet Halk Partisi‘nin genel başkan Deniz Baykal döneminde (2008) kabul edilmesi nedeniyle günümüz yer yer gerçeklerini karşılamayan CHP Parti Programı‘ndaki hedef ve vaatlerin bile çok gerisinde kalan vaatlere yer verildiği ya da parti programında yazılı olan vaatlerin dikkate alınmadığı belirlenmiştir.

CHP Parti Programı‘nın “Çalışma Hakkı Kutsaldır, Emek En Yüce Değerdir” başlıklı bölümünde, çalışma sürelerinin azaltılması konusunda “Çalışma süreleri kısaltılarak, aşamalı olarak AB ülkeleri düzeyine indirilecektir.” ya da eşit işe-eşit ücret ilkesine aykırı uygulamalar için gündeme getirilen “Ücretli çalışanların farklı statülerde istihdamından dolayı hak kaybına son verilecek, eşit değerde işe eşit ücret ilkesinin uygulanması sağlanacaktır.” vaatleri yer almasına karşın, düzenlenen “İşçi Grubu Sonuç Bildirgesi“ne bu konuda tek bir vaadin yazılmamış olması bu tespitin en önemli örnekleridir. (2)

Emeklilerin, özellikle de işçi emeklilerinin sosyal güvenlik sistemi ile ilgili herhangi bir talepte bulunmamak, büyük eksikliktir…

4. Bilindiği üzere ülkemizde üç kurum arasında bölünmüş (Emekli Sandığı, SSK ve Bağ-Kur) sosyal güvenlik sistemi kağıt üzerinde SGK adı altında birleşmiş gibi gözükse de, emeklilik mevzuatı ve işlemleri pratikte birbirinden farklı uygulamalara konu olmakta; bu nedenle, sayıları milyonlara varan emekliler sahip oldukları ekonomik ve sosyal haklar açısından üç farklı gruba ayrılmakta, Emekli Sandığı emeklilerine göre daha az ekonomik ve sosyal haklara sahip SSK ve Bağ-Kur emeklileri, memur emeklilerinden farklı olarak açlık ve yoksulluk sınırının altında bir hayat sürdürmektedir.

İzmir Büyükşehir Belediyesi‘nce düzenlenen iki ayrı toplantıya davet edilen işçi ve memur sendikası temsilcilerinin işçi ve emekçilerin sadece fiili çalışma süresi içindeki haklarıyla değil; aynı zamanda, bu sürenin bitimiyle ortaya çıkan emeklilik durumlarında da ikinci bir iş aramaya gerek duymaksızın ve yoksullaşmadan yaşayabilmeleri için tüm emeklilerin, en azından Emekli Sandığı emeklileri düzeyinde ekonomik ve sosyal haklara sahip olması için talepte bulunmaları gerekmektedir.

Çünkü gerçek işçi ve emekçi dostu olmak demek, emeklilik nedeniyle sendika üyeliği bitenleri yalnız bırakmak değil, onlara sahip çıkıp haklarını korumak anlamına gelir…

Kamu kaynaklarının kullanımı…

5. Hazırlanan “İşçi Grubu Sonuç Bildirgesi“nde, kamu kurum ve kaynaklarının yağmalanmasını önleyecek vaatlere yer verilmediği görülmüştür.

Bu bağlamda, kamu kaynakları ve kurumlarının iktidara yakın sermaye gruplarına devri anlamına gelen özelleştirmeleri önlemek amacıyla; özellikle de, arkeolojik, tarihi, kültürel ve doğal değerlerin yağmalanıp özelleştirilmesinden, kent rantının iktidarın emrindeki beşli çetelere teslim edilmesinden ve kamusal denetimin yok edilmesinden en fazla etkilenip zarar gören işçi sınıfının ve onların temsilcisi işçi ve emekçi sendikalarının gelecek yüzyılın iktisat politikaları çerçevesinde kamu kaynaklarının verimli, adil, yerinde ve etkin kullanımıyla kamusal denetimin yeniden güçlendirilmesi konusunda ciddi taleplerde bulunması gerekmektedir.

“Bütün ülkelerin işçileri….”

6. Söze “bütün ülkelerin işçileri” diyerek başlaması gereken işçi ve emekçi sendikalarının; özellikle de memur sendikaları arasında yer alan KESK‘in altına imza attığı bu bildirgedeki iki ayrı maddenin “Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı” tanımıyla başlamasının nedeni anlaşılamamıştır.

Bildirgenin ikinci ve üçüncü maddelerinde yer alan bu koşul ile çalışma hakkı ile bazı temel haklar sadece “Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı” olan işçiler için talep edilirken bunun dışında kalıp vatandaşlık bağı ile hiçbir ilgisi olmayan “göçmen emeği“, “emek göçü“, “küresel insan hareketliliği ile emek göçü arasındaki ilişkiler“, ucuz emek sömürüsünün yabancı sermaye yatırımı adı altında teşvik edilmesi ve küresel sermayenin ulusal hükümetlerden talep ettiği imtiyazlı korunmuş özel statülü organize sanayi üsleriyle serbest bölgelerden söz edilmemiş olması da, ikiyüzlülük kokan büyük bir çelişkidir.

Evet, 1923 tarihli “İşçi Grubunun İktisat Esasları” başlıklı eski bildirinin 2. maddesinde salgın hastalıkların ırkın özünü mahvettiğine, 26. maddesinde de “memlekette açılacak tüm işlerin Türk işçi ve çalışanlarına tahsis edilmesine” ilişkin ifadelere yer verilmiş olmakla birlikte; Ulusal Kurtuluş Savaşı‘nın henüz devam ediyor olması nedeniyle milliyetçilik duygusunun tavan yaptığı o günlerde, o günlerin heyecan, coşku ve öfkesi içinde bu tür kararların alınmasını “zamanın ruhu” nedeniyle anlayışla karşılamak mümkün görülmekle birlikte; aradan 100 yıl geçtikten sonra, işçiler arasında böylesine ayrımcılık yapmanın evrensel hukuk kurallarına aykırı olduğu bir dönemde CHP’li bir büyükşehir belediyesi eliyle hazırlanan bir bildirinin 2 ve 3. maddelerinde çalışma hakkı ile “maddi ve manevi varlığını geliştirme, insan onuruna yaraşır bir yaşam sürme, yetenek ve tecrübelerine uygun bir işte çalışma, çalışma saatleri içinde veya dışında kendi kabiliyetlerini geliştirme” gibi hak ve özgürlükleri sadece “Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı” olanlara vermek, onların dışında kalanları; örneğin doğal yıkım, siyasi baskı, ekonomik neden ve savaşlar nedeniyle ülkemize gelmek zorunda kalan göçmen, mülteci ve sığınmacıları, yurtdışından getirilen uzman işgücünü başta İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi olmak üzere ülkemizin imzaladığı tüm uluslararası anlaşmalara; ayrıca, aynı bildirgenin 5. maddesinde yazılı olanlara aykırı olarak bu haklardan mahrum etmeye kalkmak, -bırakın başka gerekçeleri- başta hiçbir insani gerekçe ile açıklanamaz. Hele ki, böyle bir vaadin 2008 tarihli CHP Programı‘nda bile olmadığını hatırladığımızda…

Konu sermayenin dünya çapındaki dolaşımına gelince Türk sermayesi ile yabancı sermaye arasında ayrım dahi yapamayan ve içlerinde, temsil ettikleri işçi ve emekçilerin dünya çapındaki kardeşlik ve birlik ruhundan tek bir iz taşımayan, o nedenle de açık bir şekilde faşizan duygularını ortaya koyan bu tür sendika temsilcilerinin, altına imza attıkları bu vaatler için işçi ve emekçilerden özür dileyerek en kısa sürede görevlerinden ayrılması en uygun ve doğru yol olacaktır.

İşçinin diline yakışmayan bir talep: “Paylaşım iktisadı”

7. Evet, daha bildirgenin 1. maddesinde ve o maddenin de ilk cümlesinde yer alan bir “paylaşım iktisadı” kavramı… Belki içinde “paylaşım” sözcüğü geçtiği için ilk okuyuşta hepimize sempatik gelmiş de olabilir…

Ama kapitalizmin son hali dediğimiz neoliberal yaklaşımın dilinde, genellikle solcu, devrimci, sosyalist ve komünistlerin ve son olarak da çevrecilerin/ekolojistlerin kullandığı “dayanışma“, “paylaşım“, “imece” gibi sözcüklerin o eski saflığını yitirerek pek de iyi olmayan şeylere hizmet eder hale getirildiğini görüyor ve bu sözcüklerin kullanıldığı alanlarda kendimizi daha bir dikkatli olmak zorunda hissediyoruz. Bakalım hangi amaçla bu sözcüğü kullanıp neyi gizlemek, neyi şirin hale, neleri kabul görür hale getiriyorlar diye şüphelenip sözcüğün arkasındaki yeni anlamını çözmeye çalışıyoruz. Çünkü kapitalizmin en masum sözcüğü bile kendisine hizmet eder hale getirmekte oldukça becerikli ve maharetli…

Hele ki, daha geçen günlerde arkasında Fransız Renault-Mais Grubu’nun bulunduğu Paylaşım Ekonomisi Derneği (PAYDER), bu kentte İzmir Büyükşehir Belediyesi ile birlikte; hatta onun desteği ile 1. Uluslararası Paylaşım Ekonomisi Zirvesi adıyla bir toplantı düzenleyerek İzmir‘de İzmir Büyükşehir Belediyesi eliyle dernek üyelerine yeni pazarlar aramışsa…

Anlaşılan o ki, bu sözcük de o zirveden arta kalıp dilimize yerleşmiş ve bazı şahıs ya da kişileri etkileyip ikna edecek kuvvette bir kelime olarak seçilip bu bildirgeye konulmuş…

Ve yine, anlaşılan o ki, o koskocaman sendika, konfederasyon başkanları, temsilcileri bile bu “paylaşım iktisadı” kavramıyla ne demek istendiğini anlamamışlar, tek bir sözcük ya da kavramla dünyanın değiştirilebileceği gerçeğini unutmuşlar…

Oysa bu “paylaşım iktisadı” kavramının kapitalizm için anlamını bilmiş olsalar, bu kavramı kullanarak, tüketime konu olmayıp kenarda duran, iktisatçıların deyimiyle atıl durumdaki malların başkaları tarafından kullanılmasına dayanan ve daha fazla tüketmeyi esas alan “inovatif” (!!!) bir satış-pazarlama yönteminin taraftarı olduklarını, o nedenle bundan böyle çoğunlukla büyük sermaye grupları tarafından yönetilen “Huber“, “Zipcar” ya da “Balplacar” benzeri kent içi ya da dışı ulaşım sistemlerine, boş yazlıkların ya da evde kullanılmayan odaların kiralanmasına yönelik benzeri uygulamalara taraftar olup işçiler ve emekçiler için bundan medet umduklarını anlayacaklar.

Ama yine de belli olmaz, belki de halen bildirgenin birinci madde ve cümlesinde yazılı olan bu “paylaşım iktisadı” kavramının, üretilenin emek ve sermaye kesimlerince eşit oranlarda paylaşımını ifade eden bir kavram olduğuna, geleceğin Türkiyesi’nin üretim yanında bu kavram üzerinde yükseleceğine inanıyor da olabilirler…. Bilinmez ki…

Adını koyamamak: “Kontrolsüz ekonomik büyüme”

8. Hazırlanan “İşçi Grubu Sonuç Bildirgesi“nin 12. maddesinde, işçilerin de yaşam standartlarını kısıtlayan ekolojik yıkımların “kontrolsüz ekonomik büyüme” sonucunda ortaya çıktığı belirtilmektedir. Sanki ekonomi kontrolsüz büyümese, kapitalist sistem içinde ekolojik yıkımlar olmayacak gibi…. Sanki kapitalizm kendini kontrol etse kontrollü büyüyecek ya da kapitalist sistem içinde kontrollü bir ekonomik büyüme mümkünmüş gibi….

Hele ki kapitalizmin kendi doğasında olmayan gerekçelerle dolu bu tür anlatımların ya da gerekçelerin altı kendilerine, sol, sosyalist, devrimci, komünist diyen sendika, konfederasyon temsilcileri tarafından imzalanmışsa… Diyecek bir şey kalmıyor…

İşçilerin, işsizliği ve eksik istihdamın azaltılması diye bir vaadi olabilir mi?

9. Kapitalist sistem içinde geçerli olacak işçiden yana iktisat politikalarının belirlenmesi ile ilgili bir bildirgede, altına imza atılan diğer bir gaf da, “işsizlik ve eksik istihdamın azatılması” konusunun kamuya verilen temel bir görev olarak tanımlanmasıdır.

İşçiden yana iktisat politikalarının belirlenmesi amacıyla yapılan görüşme ve tartışmaların sonucunda ortaya çıkan vaatlerin, emek ve sermaye çelişkisi temelindeki bir ekonomik sistem içinde gerçekleşmesinin mümkün olmayacağı ya da bir yere kadar mümkün olacağı dikkate alınmadan “işsizliğin azaltılması” vaadi yerine “işsizliğe son verilmesi” vaadinin yapılmaması ya da Cumhuriyet Halk Partisi‘nin 2008 tarihli Parti Programı‘ndaki gibi “işsizlik sorununu aşmak” gibi daha açık ve net ifadelerin kullanılmaması (3), bu sorunun çözümünü bu şekilde dile getirememek körlüğe yol açan nasıl bir ideolojik maluliyetinin sonucudur, bunu da okuyucuya bırakmak isterim…

Temel insan hakları mı; yoksa, sınıf eksenindeki hak mücadelesi mi?

10. Tam bir sayfa ve 387 sözcükten oluşan “İşçi Grubu Sonuç Bildirgesi“nde, 17 kez temel insan hakları anlamında “hak” sözcüğü kullanılırken, sadece 11 kez “işçi“, 2 kez de “emek” sözcüğünün kullanıldığı görülmektedir. Bu ise, işçilerin Türkiye‘nin gelecek 100 yıldaki iktisat politikaları içindeki yerinin emek-sermaye çelişkisi üzerinden değil, temel insan hakları boyutunda ele alındığının önemli işaretlerinden biridir.

Bu nedenle, “işçilerin” ya da daha doğru bir tanımlamayla “işçi sınıfının” toplum içindeki varlığı ve bu var oluşun geleceği ile ilgili iktisat politikaları belirlenirken bu işin odağına, “insan hakları” ve dolayısıyla “insan hakları mücadelesi” kavramını mı; yoksa, başka bir kavramı mı koymamız doğru olacaktır? Böyle bir durumda, örneğin işçi ve emekçilerin ekonomik ve siyasi mücadele bütünlüğünü ifade eden ve sınıf mücadelesi ile ilişkisini ortaya koyan sınıf eksenindeki bir hak mücadelesi kavramını mı kullanmamız gerekmektedir?

1923’den bu yana geçen 100 yıllık süre sonunda, dün bir yazar, gazeteci ve siyasetçinin reisliğinde bir “meslek grubu” olarak temsil edilen işçiler, bugün sendika ve siyasi partileriyle bir “sınıf olarak” orada olduklarına göre, 1923’den 100 yıl sonra sınıfları adına katıldıkları görüşme ve pazarlıkları, neoliberal yaklaşımın emek ile sermaye arasındaki mücadele yerine koymaya çalıştığı “insan hakları mücadelesi” anlayışından uzaklaştırarak sınıf eksenindeki bir hak mücadelesi boyutunda yürütmenin daha doğru olacağını düşünüyorum.

Tarım işçilerini unutmamak…

11. 16 Kasım 2022 tarihli haberlere baktığımızda yeni kurulan Tarım-Sen isimli sendikanın başkanı sevgili arkadaşım Umut Kocagöz‘ün “Türkiye’de bugün 5-6 milyon tarım emekçisi var. Bu tarım emekçilerinin büyük bir kısmı güvencesiz ve kayıt dışı çalışıyor. Tarımı da kapsayan 1 No’lu avcılık, balıkçılık, tarım ve ormancılık işkolunda kayıtlı 180 bin işçi görünüyor. Bu, 6 milyon tarım emekçisini ifade etmeyen bir işkolu… Türkiye’de özellikle tarım işçilerinin örgütlendiği bir mecra yok. Mevcut 6356 sayılı Sendikalar Kanunu’nu, patronlar lehine bir kanun. Birkaç tanesini dışarıda tutarsak mevcuttaki ziraat odaları, kooperatifler, örgütlenme hakları ve tarımdaki piyasalaşma eğilimlerine bir karşı duruş sergilemiyorlar. Özellikle kendi üyelerinin, tarım emekçilerinin haklarını savunacak bir yapı oluşturmamışlar. Bütün tarım emekçilerinin haklarını savunacak bir yapıya ihtiyaç var. Biz, bu anlamda tabandan örgütlenen bir odak sendikacılığı inşa edeceğiz.” dediğini okuyoruz. (4)

Böylesi bir ihtiyaç, özellikle de hiçbir temel insan hakkı ile açıklanamayacak zor, insanlık dışı koşullarda çalıştırılan, bu yetmezmiş gibi zaman zaman ve yer yer ayrımcılığa maruz kalan mevsimlik tarım işçilerinin bu içler acısı hali “Çiftçi Grubu” ile ilgili deklarasyonda unutulmuş ya da yazılmamış olsa bile, Arzu Çerkezoğlu gibi koskocaman devrimci bir işçi konfederasyonu başkanının ya da bu konularda hassas olduğunu söyleyen KESK‘li sendikacıların bulunduğu işçi grubunda dile getirilip yeni bir talep olarak yazılamaz mıydı? Bunu yapmak o kadar zor muydu ya da o kadar önemsiz miydi?

Yasaklama ve engellemelerden uzak bir grev hakkı…

12. Bildirgenin 7. maddesinde tüm ücretli çalışanların grev hakkına sahip olduğu belirtilmekle birlikte; bu grevlerin hükümetler ya da bozuk adalet sisteminin olumsuz etkilediği mahkemeler tarafından haksız bir şekilde sık sık yasaklanması ya da ertelenmesi gibi temel bir sorunda çözüm geliştirilip vaatte bulunulmadığı görülmektedir. Aynen 2008 tarihli Cumhuriyet Halk Partisi Parti Programı‘nda yazıldığı gibi….

Yeni ve ilginç bir gelişme…

İzmir Büyükşehir Belediyesi tarafından Türkiye (İzmir) İktisat Kongresi‘nin 100. yılını kutlama etkinlikleri ile ilgili olarak önceden duyurulan programda yer almayan ve “Yüksek İstişare Kurulu” adı verilen yeni bir grup toplantısı da Ocak ayı içinde yapılacak uzman toplantılarının içeriği ile kongre programını belirlemek amacıyla 10Aralık 2022 tarihinde İstanbul’da yapılmıştır.

Verilen bilgiye göre, 41 kişinin davet edildiği “Yüksek İstişare Kurulu” denilen grup aşağıdaki isimlerden oluşmaktadır:

01. Ali Rıza Ersoy, ION Akademi, Yatırımcı,

02. Ali Yaycıoğlu, Prof. Dr., Tarihçi, Stanford Üniversitesi,

03. Alp Erinç Yeldan, Prof. Dr., Kadir Has Üniversitesi,

04. Alphan Manas, İş İnsanı, Fütürist,

05. Arzu Çerkezoğlu, DİSK Genel Başkanı,

06. Ayşe Buğra, Prof. Dr., Boğaziçi Üniversitesi,

07. Bekir Ağırdır, Araştırmacı, TESEV, TÜSES, Konda Araştırma (İBB anketlerini yapıyor),

08. Bilsay Kuruç, Prof. Dr., DPT Eski Müsteşarı,

09. Bülent Gültekin, Prof. Dr., Eski Merkez Bankası Başkanı, Koç Üniversitesi,

10. Çağlar Keyder, Prof. Dr., Boğaziçi Üniversitesi,

11. Faik Öztrak, CHP Genel Başkan Yardımcısı, CHP Sözcüsü,

12. Feyyaz Ünal, Türk Sanayicileri ve İş İnsanları Derneği (TÜSİAD), TÜRKONFED,

13. Fikret Bila, Gazeteci,

14. Gülfem Saydan Sanver, Dr., Siyasal İletişimci, İBB Şirketi İzenerji A.Ş. Yönetim Kurulu Üyesi,

15. Güven Sak, Prof. Dr., Türkiye Ekonomi Politikaları Araştırma Vakfı (TEPAV), CEO,

16. İlber Ortaylı, Prof. Dr.,

17. İzlem Erdem, Türkiye İş Bankası Genel Müdür Yardımcısı,

18. Korkut Boratav, Prof. Dr.,

19. M. Salim Kadıbeşegil, Orsa Stratejik İletişim Danışmanlığı,

20. Mehmet Aktaş, Dr., Yaşar Holding CEO,

21. Murat Karayalçın, Siyasetçi,

22. Murat Kubilay, Dr., Finans Danışmanı,

23. Mustafa Tanyeri, Prof. Dr., İzmir Ticaret Odası Genel Sekreteri,

24. Nur Batur, Gazeteci,

25. Önder Türkkanı, Arkas Holding CEO,

26. Refet Gürkaynak, Prof. Dr., Bilkent Üniversitesi,

27. Selçuk Sarıyar, İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisi Üyesi,

28. Serdar Şahinkaya, Dr., İktisat Tarihçisi,

29. Sıtkı Şükürer, Yeminli Mali Müşavir, Sun Bağımsız Denetim (İBB şirketlerinin yeminli şirketi),

30. Soli Özel, Prof., Kadir Has Üniversitesi,

31. Süleyman Sönmez, TÜRKONFED,

32. Şenol Köksal, Kamu Emekçileri Sendikası Konfederasyonu Başkanı,

33. Şevket Pamuk, Dr., İktisat Tarihçisi,

34. Şükrü Ünlütürk, Sun Holding, TÜRKONFED,

35. Taner Timur, Prof. Dr. Tarihçi, Yazar,

36. Taşansu Türker, Prof. Dr. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi,

37. Tuncay Özilhan, Anadolu Endüstri Holding, TÜSİAD Yüksek İstişare Konseyi Başkanı,

38. Ufuk Akçiğit, Prof. Dr., Chicago Üniversitesi,

39. Uğur Gürses, Finansçı, Köşe Yazarı,

40. Yusuf Işık, CHP Genel Başkanlığı Ekonomi Danışmanı,

41. Yusuf Kanlı, Gazeteci, Gazeteciler Cemiyeti Başkan Yardımcısı,

Ayrıca 17 Aralık 2022 tarihli T24 İnternet Gazetesi‘ndeki “Ertuğrul Özkök: Soyer’le görüşeceğim gün Ankara’dan gelen bir telefonla öğrendiği şey” başlıklı yazıdan öğrendiğimize göre bu sürece bundan sonraki toplantılarla asıl kongrenin İstanbul basını ile uluslararası basındaki tanıtım ve reklamı için Ertuğrul Özkök‘ün de dahil edildiği anlaşılmaktadır. (5)

Evet, hem sağdan hem de soldan, üniversiteden ya da üniversite dışından, belediyeden nemalanan veya nemalanmayan, iş dünyasının para babalarıyla şovmenlerinden ve sponsor olan firmaların yöneticilerine kadar uzanan geniş, uzun bir liste… Anlaşılan birileri bu isimleri bir araya getirebilmek için bayağı iyi bir çalışma yapmış… Yapılan çalışmalara itibar kazandırmak adına, her bir bilim insanının, gazetecinin değeri ve itibarı, hangi çevrede kimleri etkileyebileceği tek tek hesaplanmış… Akla kim gelirse düşünülüp davet edilmiş… Bu anlamda yok, yok… Davet edilenlere de, gelecek 100 yılın iktisat politikalarını belirleme fırsatı gibi bir armağan paketi sunulmuş… Bu paketin içeriğini ve programını siz hazırlayacaksınız denilmiş… Aynen 100 yıl önce toprak ağası Karaosmanzade Kani Bey‘e ya da gazeteci Aka Gündüz‘e sunulduğu gibi…

Anlaşılan o ki, İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer, 1923 tarihli Türkiye (İzmir) İktisat Kongresi‘nin 100. yılını bahane ederek kendisi için ya da kendisini destekleyen bir başkası/başkaları için büyük bir işe soyunmuş durumda… Türkiye’nin gelecek yüzyıldaki iktisat politikalarını konu edinerek çevresine her soy ve boydan isim yapmış, yer edinmiş akademisyenleri, gazetecileri, sermaye temsilcilerini, CHP üst yöneticilerini ve CHP‘nin ortağı olduğu Türkiye İş Bankası‘nın yöneticilerini alarak büyük, etkileyici, insanları ve toplumu sarsan bir çıkış yapmak istiyor… Hele ki CHP‘nin yakın tarihli ve ışıltılı vizyon toplantısıyla İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu‘nun geçtiğimiz haftaki çıkışından sonra, bütün bunları unutturacak, hem kendisinin hem de parti içindeki birtakım güç odaklarının önünü açacak bir hamle yapmak istiyor… Bunun için Osmanlı idealinin peşindeki İlber Hoca‘nın varlığına bile razı… Belediyenin mali kaynaklarıyla sermayenin fon, bağış ve sponsor katkıları da emrinde… Kongreye bir de CHP‘nin yeni akıl hocası Jeremy Rifkin‘i getirebilirse, “her şey daha iyi olacak” ya da “geliyor gelmekte olan” diyebilecek ve böylelikle iktidarın saray, sultan ve kahramanlık dolu tarihi dizi filmlerinden beklediği rantın hasadını, İzmir İktisat Kongresi kutlamaları üzerinden yapabilecek…

Tunç Soyer‘in, gazetelere verdiği demeçlerde aynı tarihlerde AKP iktidarı tarafından İzmir‘de yapılacak kutlama etkinliklerinin etrafından dolanarak belaya bulaşmak istemediği anlaşılsa da, bir büyükşehir belediyesinin Türkiye‘nin gelecek yüzyıldaki iktisat politikalarını belirleme iddiasının iktidarı açık bir şekilde rahatsız ettiği de ortada ve bu durumun, önümüzdeki Ocak ve Şubat aylarında Cumhurbaşkanlığı düzeyine kadar ulaşan bir kapışma gündemi oluşturacağı da anlaşılıyor…

Bizim dileğimiz ise, CHP içindeki bazı şahıs ya da grupların seçimler yaklaştıkça ortaya çıkan gelecek planları için ortaya çıktığını düşündüğümüz, o nedenle de İzmir’in ve İzmirlinin gündeminde yer bulmayan bu yeni kapışmaların, içinde yaşayıp çalıştığımız kente ve ülkeye zarar vermemesidir…

Seri yazımızın gelecek son bölümünde “Sanayici-Tüccar-Esnaf Bildirgesi“ni analiz edip değerlendirmeye çalışacağız.

Devam edecek…

(1) Adnan Mahiroğulları, Yrd. Doç. Dr. (2001) “Türkiye’de 1980 Sonrası Sendikalaşma ve Sendikalaşmayı Etkileyen Unsurlar“, İ.Ü. İktisat Fakültesi Maliye Araştırmaları Merkezi Konferansları, s.123-144.

(2) Cumhuriyet Halk Partisi Programı, sh.59

(3) Cumhuriyet Halk Partisi Programı, sh.59

(4) https://www.cumhuriyet.com.tr/ekonomi/tarim-iscileri-sendikasi-kuruldu-baska-bir-yol-arayacagiz-2003280

(5) https://www.t24.com.tr/haber/ertugrul-ozkok-soyer-le-gorusecegim-gun-ankara-dan-gelen-bir-telefonla-ogrendigim-sey,1079550

İzmir Ekonomik Kalkınma ve Koordinasyon Kurulu (İEKKK), İzmir’in kalkınmasında ne ölçüde etkili ve başarılı?

Ali Rıza Avcan

Belediye Başkan Danışmanı Prof. Dr. İlhan Tekeli‘nin çabasıyla oluşturulan “İzmir Yönetişim Ağı“nın önemli bir parçası olarak, İzmir Büyükşehir Belediyesi eski başkanı Aziz Kocaoğlu tarafından 6 Temmuz 2009 tarihinde kurulan İzmir Ekonomik Kalkınma ve Koordinasyon Kurulu (İEKKK), kuruluşundan bu yana geçen 13 yıl 5 aylık çalışma süresi sonrasında şu an itibariyle nerede? Kuruluşunda ifade edilen amacına ulaştı mı ve bugünkü durumu itibariyle İzmir‘in kalkınmasında ve bu kalkınmanın koordine edilmesinde başarılı mı; yoksa, başarısız mı oldu?

Bu tür can alıcı sorulara doğru cevaplar verebilmek için, İzmir Ekonomik Kalkınma ve Koordinasyon Kurulu‘nun çalışabilmesi için İzmir Büyükşehir Belediyesi tarafından düzenlenen “İzmir Ekonomik Koordinasyon Kurulu Çalışma Esasları” başlıklı düzenlemeye bakmamız gerekiyor.

Söz konusu düzenlemenin “Amaç” başlığını taşıyan 1. maddesine göre, İzmir Ekonomik Kalkınma ve Koordinasyon Kurulu, İzmir‘in ekonomik yönden kalkınmasına, ulusal ve uluslararası düzeyde etkinliğinin artırılmasına yönelik ortak akıl geliştirmek ve kentin icra kuruluşu olan İzmir Büyükşehir Belediyesi‘ne istişari düzeyde katkıda bulunmak amacıyla kurulmuş.

Aynı düzenlemenin 4 ve 5. maddelerine göre, İzmir Büyükşehir Belediye Başkanlığı‘nın koordinatörlüğünde; İzmir Büyükşehir Belediyesi‘nin (Başkan ve Genel Sekreteri), İzmir ilindeki kamu kurumlarının, üniversitelerin , özel sektör ve sivil toplum kuruluşlarının temsilcilerinden ve İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı tarafından belirlenmiş kişilerden oluşan İzmir Ekonomik Kalkınma ve Koordinasyon Kurulu‘nun görev ve çalışma alanları şu şekilde belirlenmiş:

1. İzmir’in ekonomik yönden kalkınmasına katkıda bulunacak, ulusal ve uluslararası düzeyde etkinliğinin artırılmasına yönelik fikir, plan ve proje önerilerinde bulunmak, İzmir’in güncel öncelikleri ve sürdürülebilir kalkınmasına ilişkin konularda ortak akıl geliştirmek,

2. İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin mevcut ve planlanan proje ve uygulamalarının geliştirilmesine yönelik önerilerde bulunmak,

3. İl düzeyinde yürütülen projelerin öncelikler doğrultusunda uygulanması ve koordineli bir şekilde yürütülmesi konusunda görüş ve önerilerde bulunmak, destek olmak,

4. Kurulu yönetmek üzere iki yılda bir “Kurul Başkanı” seçmek,

5. Genel görüşülecek konulara ilişkin gerekli hazırlıkları yapmak ve alınan kararların yürütülmesini ve takibini sağlamak üzere Kurul Başkanı’nın önerisi ve Büyükşehir Belediye Başkanı’nın ön onayı ile oluşturulacak çalışma grubu üyelerini seçmek,

6. Belirlenmiş olan esaslara göre yeni üye katılımlarına karar vermek.

Ancak bu kurulun resmi bir kurul değil, tamamıyla İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı’nın inisiyatifi ila kurulmuş sivil bir oluşum, daha doğrusu platform olduğunu belirtmemiz gerekiyor. Ancak yapısı resmi olmamakla birlikte, yüzlerce kişiyi bir araya getiren bu sivil platformun, kuruluş amacını ortaya koyan duyurusunda da belirtildiği gibi İzmir’e, İzmirliye ve İzmir kamuoyuna 2009 yılından bu yana verilmiş bir sözü var: İzmir’in ekonomik/sürdürülebilir kalkınmasına katkıda bulunmak.

Çünkü diğer yandan İzmir’in bölgesel ve ulusal düzeyde kalkınmasından sorumlu olan asıl resmi kuruluş olarak bir İzmir Kalkınma Ajansı (İZKA) var ve bu ajans içinde görev yapan kamu görevlileri, kamu kurulları var. 2006 yılında kurulan ve o tarihten bu yana 16 yıldır hizmet veren İzmir Kalkınma Ajansı‘nın içinde bir kurul başkanı, sekiz kişilik bir yönetim kurulu ve elli kişilik bir kalkınma kurulu bulunmakta.

İzmir Kalkınma Ajansı, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı’na bağlı böylesi bir yapılanma ile İzmir’in kalkınmasından yerel düzlemde görevli, sorumlu ve yetkili tek resmi kuruluştur.

İzmir Ekonomik Kalkınma ve Koordinasyon Kurulu ise, İzmir’in kalkınmasından sorumlu İzmir Kalkınma Ajansı‘na ve diğer resmi kuruluşlara yardımcı olmak üzere kurulup gönüllüğü kabul etmiş sivil bir oluşum.

İzmir Ekonomik Kalkınma ve Koordinasyon Kurulu, Devlet-Sivil Toplum-Özel Sektör üçlemesi olarak anlatılan “iyi yönetişim” zihniyetinin, bu ilişki ve işbirliğinden koparılmış bir parçası olarak İzmir Kent Konseyi içinde yer alması gerektiği halde, barındırdığı üniversiteler ve özel sektör kuruluşları ile İzmir’deki “iyi yönetişim” kurallarını bozan, ondan ayrı düşen bir yapılanma karakterini taşıyor. O nedenle de, sadece belediye cephesi ile bazı sivil toplum örgütlerini barındıran İzmir Kent Konseyi‘nden koparılarak özel sektör kurum, kuruluş ve kişilerinden oluşan ayrı bir grup yaratılmış olması, kentle ilgili büyük ve önemli projelerin ortak akıl amacıyla İzmir Kent Konseyi yerine İzmir Ekonomik Kalkınma ve Koordinasyon Kurulu‘na getirilip tartışılması nedenleriyle kamuoyu algısında yaratılan şekliyle bir “patronlar kulübü” olarak eleştiriliyor, asıl yerinin “iyi yönetişim” anlayışı çerçevesinde İzmir Kent Konseyi olduğu ifade ediliyor.

İzmir Ekonomik Kalkınma ve Koordinasyon Kurulu faaliyette bulunduğu 13 yıl 5 aylık süre içinde ve çalışma süreleri birbirinden farklı 11 kurul başkanı zamanında her ay toplam 109 toplantı yapmış ve 2022 yılı Nisan ayından bu yana toplanmamış gözüküyor.

İzmir Ekonomik Kalkınma ve Koordinasyon Kurulu‘nu, kuruluşundan bu yana titizlikle takip eden biri olarak, bu kurulda ilk günden bugüne başkan ve üye olarak toplam 250 kişinin görev yaptığını, 20 Haziran 2022 tarihli toplam 143 kişilik üye listesinin yakın zamanda İzmir Büyükşehir Belediye Başkanlığı‘nca listeye yeni kişilerin eklenmesi suretiyle değiştirilmesi sonrasında çoğu üyenin liste dışında bırakıldığını ve böylelikle toplam üye sayısının 82’ye indirildiği görülmektedir.

İzmir Ekonomik Kalkınma ve Koordinasyon Kurulu‘nda baştan bu yana iş insanları, şirket ve holding sahipleri ve bunların kurdukları dernekler çoğunlukta olmakta, kurulda diğer sendika, meslek odası, kooperatif ve üniversite temsilcilerine de yer verilmekle birlikte temel ağırlığın sermayeden yana olduğu, belediyenin bu temsilcilerle İzmir Kent Konseyi bünyesinde muhatap olmak yerine onları teker teker seçerek oluşturduğu böylesi bir “patronlar kulübü” ile çalışmayı tercih ettiği, tüm kurul başkanlarının onlardan seçildiği görülmektedir.

Bu anlamda söz konusu kurulda 2 adet işçi sendikası konfederasyon temsilcisiyle 2 adet TMMOB‘ne bağlı oda temsilcisinin bulunması, “bulunmuş olmak için bulundurulan“, temsil ettikleri geniş kitle ile kalkınma içindeki yerlerini dikkate almayan bir anlayışa dayanmaktadır. Nitekim yeni düzenlenen 82 kişilik listede kendisi, şirketi, holdingi ya da yöneticisi olduğu iş dünyası derneği düzeyinde üye olanların sayısı en iyiniyetli tespitle 45’e; yani katılımcıların % 54,88’e ulaşmaktadır. Diğer katılımcıların dahil oldukları gruplara göre dağılımı ise şu şekildedir: Belediyeciler: 5 kişi, % 6,10 – Üniversite rektörleri: 9 kişi – % 10,98 – Kamu görevlileri: 1 kişi, % 1,22 – Meslek Odası temsilcileri 5 kişi, % 6,10 – Sendikacılar: 2 kişi, % 2,28, Kooperatifçiler: 3 kişi, % 3,66 – Dernek ve vakıf yöneticileri: 6 kişi, % 7,32 – Spor kulübü başkanları: 4 kişi, % 4,88, Akademisyenler: 1 kişi, % 1,22 ve Danışmanlar: 1 kişi, % 1,22.

Şimdi bu durumda İzmir‘in, Ege Bölgesi‘nin ve ülkemizin ulusal kalkınması anlamında sahip oldukları güç, önem ve öncelik itibariyle doğru, dengeli ve adil bir dağılım yapılmadan oluşturulan bir kurulun nasıl olup da “ortak akıl” yaratacağı, nasıl olup da toplumun tümü adına kalkınmadan yana fikir ve proje geliştireceği, mevcut projeler için düşünceler üreteceği sorulabilir.

Hele ki, Kurul’a şimdiye katılmış 250, şu an üye olan 82 kişi arasında yer alan 6 kişinin (Prof. Dr. Bedriye Tunçsiper, Zekeriya Mutlu, Prof. Dr. Saffet Köse, Yusuf Baran, Kamil Porsuk ve Osman Öztürk) aynı zamanda İzmir Kalkınma Ajansı‘nın Kalkınma Kurulu üyesi olduklarını bildiğimizde…

Ama bütün bunlardan önce, 6 Temmuz 2009 tarihinde kurulup faaliyette olduğu 13 yıl 5 aylık süre içinde toplam 250 kişinin katılımıyla 109 kez bir araya gelen İzmir Ekonomik Kalkınma ve Koordinasyon Kurulu‘nun İzmir’in kalkınması adına, kalkınma için ortak akıl geliştirme adına, İzmir’in kalkınmasının asıl sorumlusu İzmir Kalkınma Ajansı ile arasında etkili bir koordinasyon geliştirmek adına neler yaptığı, İzmir’in kalkınmasında nasıl bir paya sahip olduğudur? Türk Silahlı Kuvvetleri’nin 2018 yılında gerçekleştirdiği Zeytin Dalı Harekatı‘nı bile destekleyen Kurul’un bunun dışında asıl görevi ile ilgili olarak neler yaptığı bilinmelidir. Daha kısa ve net bir soruyla, bu kurul İzmir’in kalkınması ve koordinasyonunda ne işe yaramaktadır? İzmir bu kurul olmadan kalkınamamakta mıdır? Birinin ya da birilerinin çıkıp bize bu konularda doğru, sağlam, inandırıcı bilgiler vermesi, “biz bu konuda şunu, şunu, şunu yaparak şu ölçüde yararlı olduk, biz olmasaydık bu gelişme olmazdı, işte o nedenle bize gerek var” diye beni ya da bizleri inandırması gerekiyor. Yoksa oraya toplaşan bu beyler, bayanlar başka bir şeye mi yarıyor, örneğin yerel iktidarı yönetip yönlendirmede bu görev mi üstleniyorlar? onu anlatması gerekiyor…

Örneğin, hazırladığı veriler doğru ya da yanlış da olsa, Türkiye İstatistik Kurumu‘nun 2010-2019 döneminde, Birleşmiş Milletler Örgütü‘nün sürdürülebilir denilen kalkınma hareketinin ölçülebilmesi için geliştirdiği “Sürdürülebilir Kalkınma Göstergeleri“ni kullanarak bize Türkiye’nin kalkınması ya da kalkınmaması konusunda bir fikir verdiğini görüyor ve bu verilerin Ege Bölgesi ya da İzmir özelinde de geçerli olup olmadığını, örneğin bu kurul sayesinde tarımın daha fazla geliştiğini, İzmir’de yaşayan nüfusun yaşam kalitesinin arttığını, insanların daha iyi beslenmeye başladığını hazırlanan verilerle kanıtlanmasını istiyorum.

İşte tam da bu noktada, İzmir’deki her topluluk ya da etkinlikte var olmak için çırpınan, kapıdan kovsan bile bacadan girmeye çalışan birinin çıkıp bana yine öküz altında buzağı arıyor diyeceğini tahmin ediyorum. Oysa öküz altında buzağı aramak bence iyi, hayırlı bir şeydir… Hele ki kimin elinin kimin cebinde olduğunun bilinemediği İzmir gibi bir kentte… Bence şimdiye kadar bir öküz ya da buzağıyı elleyememiş kişiler; öküz, iğdiş edilmiş bir erkek sığır olarak buzağı sahibi olamasa da bolluğu, bereketi ve geleceği simgeleyen buzağının anlamını, temsil ettiği şeyleri bilmezler, bilemezler. Ben kendilerine bu konuda da şans diliyor ve İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer‘in onu da -mahzun bırakıp üzmemesi için- İzmir Ekonomik Kalkınma ve Koordinasyon Kurulu‘na üye yapmasını rica ediyorum.

Evet, öküz altında buzağı arayıp 2009’dan bu yana şehirlerin anası İzmir’de doğup anasını arayan bir buzağının, yani onu besleyip büyütecek bir kalkınma hamlesinin olup olmadığını ve şayet böylesi bir hamle, böylesi olumlu bir gelişme varsa, İzmir Ekonomik Kalkınma ve Koordinasyon Kurulu‘nun bu güzel gelişmedeki payını, etkisini, rolünü öğrenmek istiyorum. Böylelikle İzmir Ekonomik Kalkınma ve Koordinasyon Kurulu‘nun aradan geçen 13 yıl 5 aylık süre içinde varlık nedeninin oluşup oluşmadığını ortaya koyup bir müjde olarak İzmirlilerle paylaşmak istiyorum.

Unutmayalım ki, kurduğumuz her örgüt, her kurum ya da kuruluş ortaya atılmış ciddi bir iddianın somut örnekleridir. Bu anlamda, şayet kalkınmadan ve onun koordinasyonundan söz edip bunun için, bize anlatılan tüm “iyi yönetişim” kurallarını dikkate almadan özel bir “patronlar kulübü” kurup “kabul günü” mantığıyla suya sabuna dokunmayan işler yapmayı sürdürmek istiyorsak, bu hareketimizin yararlı olduğunu, başarılı olduğunu, etkili olduğunu göstermek zorunda kalırız. Aksi takdirde kendimizi ve kentimizi, yalıçapkınları yerine kargaların bile güldüğü bir durumda bulur, İzmir’e en büyük kötülüğü yaparız.

Bedava sirke baldan tatlıdır…

Ali Rıza Avcan

Seyahat etmek güzel şeydir… Hele ki bedava olanı, parası bir başkasının ya da bir resmi, özel ya da sivil kurumun, kuruluşun cebinden çıkanı, daha da bir güzeldir…

Bugünkü yazımız da, bu tür bedavaya gelen, parası başkasının cebinden çıkan yurtdışı yolculuklarla ilgili olacak… Bilgi, görgü edinmek, iş görüşmesi yapmak, bilimsel, teknik araştırma ve uygulamalar yapmak, toplantılara katılmak amacıyla yapılan seyahatler…

Bu tür yurtdışı seyahatleri ele alıp mercek altına koyacağımız kurum ise İzmir Büyükşehir Belediyesi olacak…

Çünkü 31 Mart 2019 tarihinden bu yana İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı olarak görev yapan Tunç Soyer, 2009-2019 döneminde yaptığı Seferihisar Belediye Başkanlığı sırasında oldukça fazla sayıda yurtdışı yolculuk yapan, Seferihisar‘da kalmayı pek sevmeyen bir belediye başkanı olarak tanınıyor, biliniyor…

Şimdi şu sıralarda da, İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı olarak sürdürdüğü görevi nedeniyle aynı alışkanlığını devam ettirdiği, çoğu görevini bu merakı nedeniyle süresi içinde layıkıyla yapmadığı, temel belediye hizmeti olarak kabul edilen görevleri yapmadığı söyleniyor… İşte o nedenle, gerek kendisinin, gerekse çevresindeki belediye görevlilerinin 1 Nisan 2019-21 Kasım 2022 hizmet döneminde hangi nedenle yurtdışındaki hangi ülke ve şehirlere gittiklerini belirlemeye çalıştık ve o nedenle de, aynı dönemde yurtdışı seyahatlere onay veren toplam 4.924 adet belediye meclisi karar özetini tek tek inceleyerek bir veri seti oluşturmaya çalıştık.

Ama ondan önce, sizlere belediyelerdeki yurtdışı seyahatlerle ilgili olarak tanık olduğum iki örnek olayı anlatarak konuya giriş yapmak isterim.

İlk olay, 1991 yılında İstanbul‘daki Marmara ve Boğazları Belediyeleri Birliği‘nde eğitim danışmanı olarak çalıştığım dönemle ilgili. O dönem birliğe üye olan ya da olmayan belediye başkanlarını bir hafta süre ile Kuzey Kıbrıs‘ın Girne kentine götürmek için hazırlıklar yapıyoruz. Ben eğitime katılacak olanların sayısını, eğitimi yapacağımız Asil Nadir‘e ait yeni açılan Jasmine Court Hotel‘in eğitim salonundaki koltukların sayısına göre ayarlamaya çalışırken, birliğin müdürlük görevini yapan Devlet Konakçı‘nın, daha önceki eğitimlerden edindiği tecrübe çerçevesinde, gelenlerin büyük bir bir kısmının eğitimine katılmayıp başka işlerle uğraşacağını söylemesi üzerine kontenjanı arttırarak gerçek durumdan yavaş yavaş haberdar olmaya başlıyorum. Bunun üzerine Girne‘ye ülkemizdeki tüm büyükşehir, il, ilçe ve belde belediyelerinden gelen toplam 67 belediye başkanını götürüyoruz.

Uçakla yapılan yolculuk sırasında her bir belediye başkanının, cüzdanındaki deste deste dolarları bir diğerini göstermeye başladığında durumu daha net bir şekilde anlamaya başlıyorum. Nitekim eğitimdeki en kalabalık katılımı, Kuzey Kıbrıs Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş‘la Türkiye’nin Kıbrıs Büyükelçisi Cahit Bayar‘ın katıldığı açılış oturumunda sağlıyoruz ve ondan sonraki tüm oturumlarda katılım devamlı olarak düşüyor, salonlar sürekli olarak boşalıyor.

Çünkü çoğumuzun tanıdığı o anlı şanlı belediye başkanları cüzdanlarındaki dolarlarla Girne‘nin ünlü kumarhanelerinden, eğlence mekanlarından çıkmaz hale geliyorlar. Hatta Adana‘nın büyük bir ilçesinin belediye başkanlığını yapan tanınmış bir şahsı, sadece Kıbrıs‘a giderken ve Türkiye‘ye dönerken uçakta görüyorum. Söylenti, bu süre içinde Kuzey Kıbrıs‘taki ikinci karısını ziyaret ettiği şeklinde…

İşte o zaman anlamaya başlamıştım ki, eğitim amacıyla yapıldığı söylenen yurtiçi ve dışı seyahatlerin neden rağbet gördüğünü ve seyahat acentelerine dönüşen belediye birliklerinin bu konudaki misyonlarını…

Nitekim bu tür organizasyonları yapan kuruluşlar, götürdükleri belediye başkanları ile görevlilerinin zaaflarını dikkate alarak Paris‘e gidiliyorsa erotik kankan danslarının yapıldığı Moulin Rouge‘u, Amsterdam‘a ya da Hamburg‘a gidiliyorsa kırmızı fenerli sokakları, Los Angeles‘e gidiliyorsa kumarhaneleri, Moskova‘ya gidiliyorsa Kremlin Meydanı‘nı ve Nazım‘ın mezarını, Güneydoğu Asya ülkelerine, örneğin Tayvan’a ya da Kamboçya‘ya gidiliyorsa seks ticaretinin yapıldığı mekanları, saunaları ilave ederek gezdirdikleri konukların merak, heves ve ihtiyaçlarını gidermeye çalışırlar.

Size anlatacağım ikinci olay ise daha yakın tarihli… 2018 yılında kurucu başkanlığını yaptığım Yaya Derneği‘nin ilk genel kurulundayız. Genel kurul sonucunda oluşan yeni yönetim kuruluna giren ve İzmir Büyükşehir Belediyesi‘nin Ulaşım Planlama Dairesi‘ndeki görevi nedeniyle sık sık yurtdışı seyahatler yapan bir arkadaşımızın o seyahatlerin oluşturduğu alışkanlıkla sorduğu ilk sorusu şu olmuştu: “Yaya Derneği’nin yurtdışı seyahatleri hakkında da bir karar alalım mı?” Oysa o tarihlerde, Yaya Derneği‘nin bırakın yurtdışı seyahatleri finanse edecek bir bütçesi, bir sonraki dernek kirasını ödeyecek hali yoktu…

Gelelim İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer ile çevresindeki üst düzey belediye yönetici ve çalışanlarının, 1 Nisan 2019-22 Kasım 2022 dönemini kapsayan 1.331 günlük sürede yaptıkları yurtdışı seyahatlerin hacmine ve trafiğine…

Yasal düzenlemelere göre, bu tür yurtdışı seyahatleri, seyahat öncesinde ya da sonrasında belediye meclisinin gündemine getirilip onaylanmadığı takdirde yapılamıyor ve yolculuk masrafları ödenmiyor. O nedenle, belediye meclis kararlarının üst sıralarında bu onaya ilişkin kararları rahatlıkla görebiliyoruz. Yaptığımız ayrıntılı çalışmada toplam 4.924 adet belediye meclisi karar özetini ayrıntılı bir şekilde incelemekle birlikte; gözümüzden kaçan kararlar olabileceği kaygısıyla, verdiğimiz rakamların düşük bir olasılıkla maddi hata barındırabileceğini de baştan düşünüp ifade etmek isterim.

Ayrıca çoğu yurtdışı seyahatin masrafları, belediye bütçesinden karşılanmakla birlikte bazı seyahatlerle ilgili harcamaların, ihaleyi alan ya da alması muhtemel firmalarca karşılandığını görüyoruz. Bu çerçevede hiçbir firma, hayır amacıyla bir yurtdışı seyahatin maliyetini karşılamayıp bu maliyetleri yaptığı işin maliyetine dahil edeceği için bu tür seyahatlerle ilgili harcamaların da aslında, iş ya da fiyat artışı gibi yöntemlerle dolaylı bir şekilde belediye bütçesinden çıktığını da kabul etmemiz gerekiyor.

Yaptığımız ayrıntılı incelemeler sonucunda, 1 Nisan 2019-22 Kasım 2022 döneminde gerçekleştirilen yurtdışı seyahatlere katılan 273 kişinin, toplam 2.670 gün görevli olarak yurtdışında bulunduğunu belirledik.

Covit-19 Pandemisi ve Samos Depremi nedeniyle yurtdışı seyahatlerin hacmi ve trafiği azalıyor; ama, ya sonrası?

Bu seyahatlerin yıllara dağılımı ise şu şekildeydi:

📌 1 Nisan-31 Aralık 2019 döneminde 64 seyahate katılan 105 kişi,

📌 2020 yılında 24 seyahate katılan 45 kişi,

📌 2021 yılında 15 seyahate katılan 37 kişi,

📌 1 Ocak-22 Kasım 2022 döneminde 67 seyahate katılan 86 kişi,

Görüldüğü gibi hizmetin ilk yılında 64 seyahate ulaşan sayı Covit-19 Pandemisi ve 30 Ekim 2020 tarihli Samos Depremi‘nin İzmir‘de yarattığı yıkım nedeniyle 2020 yılında 24’e, 2021 yılında da 15’e düşüyor.

Ancak hastalıkların ve deprem felaketinin öneminin azalması ile birlikte yurtdışı seyahatlerin sayısı ve katılımcı sayısı yeniden 2019 düzeyini yakalıyor. Anlaşılan o ki, bu sayılar 2023 ve 2024 yıllarında daha da artacak gibi gözüküyor…

Bu verilerin hemen arkasından iki ayrı konuda bilgi edinemediğimi belirtmek isterim.

Birincisi, İzmir Büyükşehir Belediyesi‘ne bağlı dışında ESHOT ve İZULAŞ genel müdürlükleri ile belediye şirketi olarak tanımlanan sermayesinin % 50’sinden fazlası belediyeye ait olan İZFAŞ, İzmir Metro A.Ş., Grand Plaza A.Ş. gibi belediye şirketleriyle belediye hissesinin % 50’den az olduğu TARKEM, TETUSA A.Ş. gibi şirketler üzerinden yapılan yurtdışı seyahatlerin, bu alandaki verilerin şeffaf olmayışı; hatta ticari sır sayılması nedeniyle bu sayılara dahil edilemeyişidir.

İkincisi ise 7-17 Eylül 2019 tarihleri arasında itfaiye personelinin Rusya‘nın Saratov kentinde katıldığı uluslararası yarışmalarla 8-15 Mayıs 2022 tarihleri arasında İzmir Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatrosu sanatçılarıyla görevlilerinin Kıbrıs Turnesi ile ilgili meclis kararlarında bu seyahatlere kaç kişinin katıldığı belirtilmediği için, onları bu verilere dahil edemeyişimizle ilgilidir.

Gelelim hangi makamlardaki kişilerin hangi sürelerle yurtdışı seyahat yaptığına:

İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer ile 70 belediye meclis üyesinin, genel sekreterin, 4 genel sekreter yardımcısının, 4 başkan danışmanının, 2 Cittaslow görevlisinin, “başkan asistanı” adı verilen bir görevlinin, Dış İlişkiler ve Turizm Dairesi Başkanı‘yla diğer belediye çalışanlarının bu süre içinde kaç kez seyahat yaptığını, bu seyahatlerde kaç günü yurtdışında geçirdiğini ve bunun toplam 2.670 günlük yurtdışı seyahat süresi içindeki oranını aşağıdaki tabloda görebilirsiniz.

Yukarıdaki tablonun incelenmesinden de anlaşılacağı üzere 01 Nisan 2019-22 Kasım 2022 dönemi içindeki toplam 1.331 günde;

✈️ Belediye Başkanı Tunç Soyer‘in toplam 144 günü; yani görev süresinin % 10,82’sini yurtdışında geçirdiği, İzmir Büyükşehir Belediyesi’ne ait 2.670 günlük toplam yurtdışı seyahat süresinin ise % 5,44’üne sahip olduğu görülmektedir.

Bu arada, kendisinin AKP iktidarı tarafından yurtiçi seyahatleri bile titizlikle izlenen ve bu seyahatler sırasında ne yapıp eylediği sıkı bir şekilde takip edilip raporlanan İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu‘na göre, takip edilmeyişi ve görüntülerinin kayıt altına alınmayışı ya da bu seyahatlerin basında İstanbul boyutunda dile getirilmeyişi nedeniyle şanslı olduğunu söyleyebilirim.

✈️Diğer 165 belediye meclis üyesine göre daha şanslı (!) oldukları anlaşılan 70 belediye meclisi üyesinin 2.670 günlük toplam yurtdışı seyahat süresinin % 16,70’i oranında yurtdışı seyahat yaptığı, Saadet Çağlın, Ayşegül Altuğ, Fırat Eroğlu, Murat Öncel, İzel Zenginobuz Derinsu, Burhan Suat Çağlayan, Çile Özkul, Onur Yiğit ve Hüsnü Boztepe gibi meclis üyelerinin birden fazla; hatta iki, üç kez yurtdışı seyahatler yaptığı, son zamanlarda bir görev nedeniyle yurtdışına çıkan belediye görevlilerine 3’er, 4’er kişilik gruplar halinde, gidiş amacıyla alakası olmaksızın belediye meclisi üyelerinin katılması suretiyle adeta dönem sonuna kadar tüm belediye meclisi üyelerinin en az bir kez yurtdışına çıkışını sağlayan bir programın uygulandığı anlaşılmaktadır.

İzmir Büyükşehir Belediye Meclisi üyelerinin yurtdışı seyahatlerini bu vesileyle ele alıp incelerken, İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer‘in 2022 yılının Temmuz ayında Bosna Hersek‘in Saraybosna kentinde gerçekleşmiş Srebrenitsa Katliamı‘nı anmak amacıyla tüm belediye meclisi üyelerinin 3-4 gün süreyle Saraybosna‘ya gitmesi için verdiği teklifin, önce belediye meclisince kabul edilmesine karşın; kamuoyundan gelen sert tepkiler nedeniyle geri çekilerek onun yerine 3-4 kişilik küçük bir heyetin gönderilmesi ile yetinildiğini de hatırlamamız gerekiyor.

✈️Eski Genel Sekreter Buğra Gökçe‘nin, Belediye Başkanı Tunç Soyer‘in sık sık yurtdışına çıkması nedeniyle 4 günlük yurtdışı seyahat süresi dışında İzmir‘de kaldığı için kendisine “en az yurtdışı seyahati yapan belediye bürokratı” unvanının verilebileceği,

✈️2.670 günlük toplam yurtdışı seyahat süresi içinde % 0,90’lık seyahat oranı ile yer alan dört genel sekreter yardımcısından Eser Atak‘ın diğer iki genel sekreter yardımcısına göre daha fazla yurtdışına çıktığı,

✈️Yurtdışı seyahat yapma hakkını en fazla kullananların ise başkan danışmanları olduğu, bunların içinde zirveyi gören danışmanın ise belediyenin “dışişleri bakanı” olarak nitelenen Onur Kadir Eryüce olduğu, bu görevlinin tek başına 2.670 günlük toplam seyahat süresi içinde yaptığı 25 seyahatle 164 gün yurtdışında kalarak en fazla dış seyahat yapan belediye görevlileri listesinde, Belediye Başkanı Tunç Soyer‘i ikinci sırada bırakarak zirveye yerleştiği görülmektedir. Diğer başkan danışmanlarının ise Onur Kadir Eryüce kadar şanslı olmadığı anlaşılmaktadır.

Ancak yine de, dört başkan danışmanının toplam seyahat süresinin, belediye başkanının seyahat süresini geçmesi gerçeğini dikkate aldığımızda; bu 4 danışmanının onca belediye çalışanının yurtdışı seyahat yaptığı bir kurumda toplam yurtdışı seyahat süresinin % 9,44’ü oranında bir ağırlığa sahip olması, bu danışmanların sahip oldukları bilgi, birikim, deneyim, beceri ve yetenek itibariyle “danışılan kişi” olmaktan çok, kendisinden iş beklenen ve bu nedenle yurt dışında iş takibi yapan, belediye başkanı için oradaki ortamı hazırlayan elçilik ya da konsolosluk görevlileri gibi çalıştırıldığını göstermektedir.

✈️Diğer bir grup ise, benzeri büyükşehir belediyelerinde görmediğimiz ve çoğu kez İZELMAN şirketinin ücretli elemanı olarak istihdam edilip belediyedeki ilgili ya da ilgisiz birimlerde “koordinatör” gibi yasal dayanağı olmayan unvanlarla çalıştırılan “Cittaslow görevlileri” ile resmi kayıtlarda ESHOT Özel Kalem Müdürü olarak gözükmekle birlikte kendini “Başkan Asistanı” olarak tanıtan görevliden oluşmaktadır. Bu bağlamda, “Başkan Asistanı” adıyla belediye başkanına oldukça yakın bir konumda çalışan Kerem Ziya Yangöz, son yıllarda devamlı olarak Tunç Soyer‘le yaptığı 70 günlük yurtdışı seyahati sayesinde, 2.450 günlük toplam yurtdışı seyahat süresi içinde tek başına % 2,63 gibi bir ağırlığa sahiptir.

✈️Daire başkanları arasındaki dağılım ise Dış İlişkiler ve Turizm Daire Başkanı lehine dengesiz bir durum göstermektedir. Bu durum bir yandan, “belediyenin dış ilişkileriyle turizmden sorumlu daire başkanının sık sık yurtdışı seyahat yapması beklenen, doğal bir şeydir” düşüncesini desteklemekle birlikte; belediyelerin yurtdışı ilişkileri, sadece bu birim üzerinden değil bunun dışında kalan diğer hizmet birimlerini ilgilendiren konuları da kapsadığından, 2.670 günlük toplam yurtdışı seyahat süresi içinde bir daire başkanı yaptığı yurtdışı seyahatleriyle % 2,10 oranında bir ağırlığa sahipken, geriye kalan daire başkanının çok daha yurt dışına çıkmış olması da ortada adaletli bir dağılımın olmadığını göstermektedir.

Nitekim 2020-2022 döneminde, İzmir Akdeniz Akademisi Şube Müdürlüğü ile UNESCO Dünya Mirası Daimi ve Geçici Listelerindeki yerlerle ilgili birçok görev, asıl olarak konuyla yakından ilgili daire başkanlıklarına verilmesi gerektiği halde, Dış İlişkiler ve Turizm Dairesi Başkanlığı‘na verilmiş olması nedeniyle, bu daire başkanlığı ile diğer daire başkanlığı arasında görev, yetki ve sorumluluk, bütçe ve stratejik plan kaynakları açısından bir adaletsizliğin yaratıldığı da görülmektedir.

✈️Şube Müdürleri, koordinatörler, uzmanlar, mühendisler, mimarlar, teknisyenler ve, teknikerlerden oluşan 210 kişilik belediye yönetici ve çalışanları grubunda ise her yıl düzenli olarak yurtdışı seyahat yapan; hatta, bu konuda üst yönetimdeki görevlilerin seyahat sürelerini aşan çalışanlara rastlanmaktadır. Bu görevlilerin kimler oldukları ise yazımıza eklediğimiz Excel dosyaların incelenmesi suretiyle anlaşılabilir. Böylesi bir durumun nedeni ise yurtdışı ile bağlantılı metro, tramvay ve hafif raylı sistem gibi büyük projelerde görevli olanların gerek belediye bütçesinden, gerekse işi yapan müteahhit firmaların davetiyle düzenli olarak yurtdışına gitme avantajını kullanmaları olarak yorumlanabilir.

Sonuç olarak;

İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer‘in yurtdışı seyahatleri konusunda kamuoyunda belirgin ve rahatsız edici bir durum olmakla birlikte; kendisine yardımcı olmak için sık sık yurtdışı seyahatlere çıkan başkan danışmanlarına, “başkan asistanı“na, Cittaslow görevlilerine ve Dış İlişkiler ve Turizm Dairesi Başkanı‘na ait seyahat sürelerini bu sürelere eklediğimizde, toplam 1.331 günlük hizmet süresi itibariyle ortaya çıkan ve bir yılı aşan toplam 548 günlük sürenin, 2.670 günlük toplam seyahat süresinin % 20,59’unu oluşturduğunu görürüz ve böylelikle Tunç Soyer‘in, İzmir Büyükşehir Belediyesi‘ndeki 1.331 günlük hizmet süresinde, her ne kadar Seferihisar Belediyesi‘ndeki seyahatlerine göre daha az seyahat etmekle birlikte, diğer büyükşehir belediye başkanlarına göre yurtdışı seyahat yapmayı daha fazla seven “gezgin” bir belediye başkanı olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.

Ayrıca, yakın zamanda yayınlanan İzmir Büyükşehir Belediyesi 2021 Yılı Sayıştay Denetim Raporu‘nda toplam 13.638 olarak verilen toplam personel sayısını dikkate aldığımızda, yurtdışı seyahat yapamayan binlerce görevlinin, bu şanslı azınlık karşısına eşit fırsata sahip olamadıklarını, bu azınlığa sağlanan ayrıcalığın onlara verilmediğini ve somut bir ayrımcılık kurbanı olduklarını söyleyebiliriz. Hele ki belediyenin yurtdışı seyahatlere kimlerin katılabileceğini gösteren hizmetin gereğini dikkate alan, adil ve eşitlikçi bir hukuki düzenlemeye sahip olmadığını fark ettiğimizde…

Son olarak söylenebilecek tek söz ise, yurtdışı seyahatlere gönderilenlerin gönderildikleri yer, süre ve görevler itibariyle kendilerine verilen bu fırsattan yararlanıp yararlanmadığını ortaya koyan; kısacası, gidenin belediyenin bu seyahatten beklediği faydayı alıp almadığını gösterecek, yine önceden hazırlanmış verimliliği, eşitliği ve işin gereğini dikkate alan kriterlerle belirlenmiş bir ölçme-değerlendirme sistemine sahip olmayışı nedeniyle; “verimlilik“, “etkinlik” ve “tasarruflu davranma” gibi ilkeler dikkate alınmaksızın bugüne kadar yapılan ve bundan sonra yapılacak yurtdışı seyahatlerin İzmir Büyükşehir Belediyesi ile İzmir‘e ve biz İzmirlilere ne ölçüde fayda sağladığının dikkate alınmayışıdır. İzmir Büyükşehir Belediyesi yönetimince şimdiye kadar böylesi bir ihtiyaç hissedilmemiş olsa da, elimizde olup kullanabileceğimiz tek koz, kayırarak ya da kayırmadan yurtdışına seyahatlere katılan, başta belediye başkanı olmak üzere tüm belediye personelinin bu seyahatler sonucunda edindikleri bilgi ve tecrübeleri, bu bilgi ve tecrübelerin bizlere sundukları belediye hizmetlerine ne ölçüde yansıdığını ya da yansımadığını ortaya koyacak ve bir sonraki mahalli seçimlerdeki tercihlerimizi belirleyecek olan bu konulardaki “memnuniyetimiz” ya da “memnuniyetsizliğimizdir“… Yeter ki, bu memnuniyeti ya da memnuniyetsizliği seçim günü geldiğinde unutmayıp hatırlayalım…

Bu değirmenin suyu nereden geliyor?

Ali Rıza Avcan

Ulusal ve yerel basının, kendilerine yakıştırdıkları “dördüncü güç” sıfatıyla diğer güçler; yani, yasama, yargı ve yürütme karşısındaki içler acısı hali, yaşadığımız tüm zamanların en güncel hali… O nedenle, hiçbir basın kuruluşu çıkıp siyasetçiler gibi güçler arası bağımsızlığı savunamıyor. O kurumların ve gazetelerin hali yasama, yargı ve yürütmeye yapışık, ondan yararlanıp nemalanma hali… Gazetenin, gazetecinin bağımsızlığı, özgürlüğü ve tarafsızlığı -ne yazık ki- onların gündeminde yok. Bu içler acısı hal, dün, bugün ve de yarın edecek bir “sürdürülebilirlik” hali… Çünkü gücü eline geçiren her merkezi ya da yerel iktidar odağı, kendisinden yana bir basın yaratma, onun etinden sütünden tüyünden yararlanıp daha da güçlenmek derdinde… Bu durum, Osmanlı’dan Cumhuriyet Dönemi’ne kadar uzanıp bugünlere kadar gelen bir vaka-i adiye hali…. Çünkü iktidar, elindeki büyük gücün etkisiyle düşüncesini ve kalemini satabilecek insanları bulmakta ve onları istediği şekilde kullanmakta hiç de zorlanmıyor. Hatta kendisini basın mensubu olarak tanımlayan bu tür insanlar, seve isteye bu işi yapma, iktidarı övüp yüceltme konusunda daha baştan gönüllü oldukları ve bu konuda sınır tanımadıkları için güç sahibi olan iktidar onlara değil, onlar iktidarın ayağına gidip hizmet etmek istediklerini söylüyorlar ve karşılığında da bunun bedelini istiyorlar… Bu gerçekleşmediği takdirde de, her fırsatta tehditlerle birlikte iktidarı yerden yere vurarak anlaşma yapmaya zorluyorlar… Kısacası, iktidarla bu tür “kirli” basın arasında karşılıklı çıkarlara dayalı çirkin, anti-demokratik bir mutabakat var… Bu nedenle, ortada böylesi bir mutabakatın olduğu her ortamda, iktidarı elinde tutan her yönetimin anti-demokratik olduğunu söylemek mümkün hale geliyor…

Ulusal ve yerel basının genel durumunu bu şekilde ortaya koymakla birlikte, aramızda düşüncesini ve kalemini satmayan, iktidara yaranmak için çabalamayan, bunun için direnen güzel gazeteciler de var… O nedenle, sanki bütün gazeteciler ve basın yukarıda anlattığım şekildeymiş gibi onların hakkını da yemek istemem… Ama onlar sayıları her geçen gün azalan; adeta nesilleri tükenen dinozorlar gibi azınlıkta kalıyorlar… Sesleri gür bir şekilde gerçeği, doğruyu ifade ediyor; ama, yine de sayıları ve etkileri az olduğu için tüm basın içindeki varlıkları her geçen gün daha da azalıyor…

Bugün bu namuslu, araştırmacı, dürüst gazetecilerin hakkını yememek, onların varlığını hatırlatmak amacıyla öğrendiğim bir bilgiyi, elime geçen bir dağıtım tablosunu sizlerle paylaşmak istiyorum. Ama ondan önce, AKP iktidarı ile birlikte daha da gelişen ve yandaş gazete ve televizyonların bir araya toplaşıp iktidar adına yaptıkları yayınlar karşılığında büyük mali kaynaklara ulaştığı, bizlerin de “iktidarın havuzu” olarak tanımladığı olgunun, İzmir örneğini ele alıp tarihi gelişimini ortaya koymak istiyorum.

Takvimler 2019 yılının Ağustos ayını gösteriyor. İzmir Büyükşehir Belediyesi‘nin çiçeği burnunda yeni başkanı Mustafa Tunç Soyer‘in icraatının beşinci ayı içindeyiz… İzmir Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Misket Dikmen‘in başkanlığındaki Yerel Basın Platformu adı verilen bir oluşum, 5 Ağustos 2019 tarihinde İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Tunç Soyer‘i ziyaret ederek görüşüyor. Görüşme sonrasında, “hayata geçirilmesi planlanan projeler ve önümüzdeki süreçte izlenecek yol haritası üzerinde fikir alışverişinde bulunduk. Yerel Basın Platformu tarafından hazırlanan 4 taslak projeyi de değerlendireceğiz.” diyerek açıklamada bulunan Soyer, “Şeffaf olacağız, ayrımcılık yapmayacağız. Ne yapıyorsak herkes bilecek. Şeffaf ve açık bir dönem yaşayacağız. İzmirliler daha fazla gazete okusun, kentine, gazetesine sahip çıksın istiyoruz. Mesele 50 tane fazla gazete dağıtmak değil. Farkındalığı büyütmek zorundayız. Türkiye’de medya bu kadar çökmüşken, tek nefes alacak yer yerel medyadır. Nefes dediğimiz aynı zamanda en temel haklarımızdan olan haber alma hürriyetidir. Vatandaş olarak şu anda bu hürriyetimizden mahrumuz. Bu mağduriyeti giderecek tek mecra aslında yerel basındır. Haber almak bir insan hakkıdır. Bu potansiyelin eninde sonunda gün ışığına çıkacağını düşünüyorum. O yüzden ne yapsak azdır. Daha fazlasını yapmaya gayret edeceğiz. Belediye olarak nasıl yol yapıyorsak, insanların daha özgür, rahat ve mutlu yaşaması için de basına bu yardımı yapıyoruz.” demiş. Soyer ayrıca bu kapsamda verecekleri desteğin, Basın İlan Kurumu’ndan resmi ilan alan yedi günlük yerel gazeteyle sınırlı olduğunun altını çizerken, meclis kararlarının yerel gazetelerde yayınlanmasının şeffaf yönetim ilkesine de büyük katkıları olacağını hatırlatmış.

Görüldüğü gibi bugün bizim “İzmir havuzu” olarak niteleyip Basın İlan Kurumu‘ndan resmi ilan alan yedi günlük gazete ile sınırlı olan yardımın belirli sayıda basılı gazete satın alma şeklinde gerçekleştirileceği, havuzda yer alan yedi gazeteye yapılacak yardımların resmi ilan yayınlama hakkı olan diğer yerel gazeteler arasında ayrımcılık yapmadan gerçekleştirileceği ve buna ilişkin bilgilerin şeffaf olacağı açık bir şekilde belirtilmiş.

Bu görüşmenin hemen sonrasında İzmir Büyükşehir Belediyesi‘nin 2019 Ağustos ayı olağan toplantısı gündemine eklenen dört meclis üyesine ait önergede, “yeni yargı paketinde, yazılı basını ayakta tutan en önemli gelir kaynağı olan icra ve iflas ilanlarının gazetelerde yayımlanma zorunluluğunun kaldırılmasının, yerel basının üzerinde oluşturacağı olumsuz ektinin giderilebilmesi, İzmir Büyükşehir Belediyesi olarak İzmir’e özgü bir ‘Yerel Yönetim-Yerel Basın İş Birliği Modeli’ ile yerel basınımıza katkı sunulabilmesi ve aynı zamanda 5393 sayılı Belediye Kanununun 14. maddesine göre Belediye hizmetlerinin, vatandaşlara en yakın yerlerde ve en uygun yöntemlerle sunulacağı Belediyenin görevleri arasında gösterildiğinden ve yine aynı Kanunun Meclis kararlarının kesinleşmesi başlıklı 23. maddesinin ‘Kesinleşen Meclis Kararlarının özetleri yedi gün içinde uygun araçlarla halka duyurulur.’ hükmü kapsamında, İzmir Büyükşehir Belediye Meclisinin almış olduğu kararların özetlerinin İzmir’de yayın yapan ve Başkanlık Makamı Olur’u ile uygun görülen yerel gazetelerde yayımlanması, söz konusu karar özetlerinin ilan giderlerinin Belediyemiz Basın Yayın Halkla İlişkiler ve Muhtarlıklar Dairesi Başkanlığına bağlı Basın Yayın Şube Müdürlüğünün 03.5.4.01 İlan Giderleri kaleminden karşılanması hususlarını Sayın Meclisin onaylarına arz ederiz” denilmesi nedeniyle öneriyi görüşen Plan ve Bütçe Komisyonu‘yla Hukuk Komisyonu‘nun birlikte formüle ettiği, “195 sayılı Basın İlan Kurumu Teşkiline Dair Kanunun 34. maddesinde belirtilen vasıflarda olan ve İzmir genelinde dağıtımı yapılan yerel gazetelerde Başkanlık Makamı Oluru aranmaksızın mevcut gazetelere bütçenin eşit şekilde dağıtılması ile birlikte kararların yayınlanması” şeklindeki 15 Ağustos 2019 tarih, 636 sayılı belediye meclisi kararı, oybirliği ile kabul edilerek uygulamaya konulmuştur.  

Bu kararda sözü edilip bir ön koşul olarak atıf yapılan 2 Ocak 1961 tarih, 195 sayılı Basın İlan Kurumu Teşkiline Dair Kanun‘un, “Gazetelerin vasıfları” başlıklı 34. maddesinde ise, resmi ilan verilecek gazetelerin, içerik, sayfa sayı ve ölçüsü, gazetede çalıştırılan kadrolu işçi sayısı, gazetenin fiili satış rakamı ve yayın süresi ile uygun görülecek diğer yönlerden Basın-İlan Kurumu Genel Kurulu‘nca belirleneceği belirtilmekte olup; 15 Ağustos 2019 tarih, 636 sayılı belediye meclisi kararı ile İzmir Büyükşehir Belediyesi‘nce yerel gazetelere yapılacak yardımların, resmi ilan yayınlamaya hak kazandığı Basın İlan Kurumu‘nca belirlenen gazeteler arasında dağıtılacağı kabul edilmiştir.

Bu kanun hükmü ve belediye meclisi kararından sonra Basın İlan Kurumu‘nun İnternet sayfasına baktığımızda ise, 2019 yılı Ağustos ayı itibariyle resmi ilan vermeye uygun İzmir gazeteleri için şöyle bir duyuru yapıldığını görüyoruz.

Basın İlan Kurumu‘nun İzmir‘de resmi ilan almaya hak kazanan yerel gazetelerin aylık listelerini Eylül 2019-Ağustos 2022 dönemi itibariyle incelediğimizde, listede yer alan yedi ayrı gazetenin varlığını sürekli olarak koruduğunu; ancak, 2022 yılı Eylül ayında bu gazetelere Yeni Asır gazetesinin eklenmesi suretiyle İzmir‘de resmi ilan almaya hak kazanan günlük gazete sayısının 8’e çıktığını görürüz.

2 Ocak 1961 tarih, 195 sayılı Basın İlan Kurumu Teşkiline Dair Kanun‘un 34. maddesi uyarınca Basın İlan Kurumu tarafından resmi ilan almaya uygun görülen yerel İzmir gazetelerinin 2019 yılı Ağustos ve 2022 yılı Eylül aylarındaki listesi, Yerel Basın Platformu‘nun 5 Ağustos 2019 tarihi ziyareti ve İzmir Büyükşehir Belediye Meclisi‘nin 15 Ağustos 2019 tarih, 636 tarihli kararı uyarınca Ağustos 2019-Ağustos 2022 döneminde yedi gazeteye (9 Eylül, Ege Telgraf, Haber Ekspres, İlkses, Ticaret, Yeni Bakış, Yenigün), Eylül 2022 ayında da bu gazetelerin arasına Yeni Asır gazetesinin eklenmesi suretiyle sekiz gazeteye yükselmiş olup; resmi ilan almaya hak kazanmış İzmir’deki yerel gazetelere yönelik yardımların, İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Tunç Soyer‘in ifadesiyle adaleti, şeffaflığı ve farkındalığı sağlamak amacıyla bu sekiz gazete arasında eşit şekilde dağıtılması gerekmektedir.

Ancak bu karar, haber ve kanun hükümlerine rağmen son günlerde elime geçen Turkuaz Dağıtım kaynaklı ve “İzmir Büyükşehir Belediyesi Günlük Gazete Alım Listesi” başlıklı bir tablo, İzmir Büyükşehir Belediyesi‘nin yardım yaparken, resmi ilan almayı hak eden gazeteler arasında pek de adil davranılmadığını, İzgazete isimli gazetenin henüz resmi ilan almaya hak kazanmadığı halde yardım alan gazeteler arasına dahil edilerek en büyük yardımı aldığını göstermektedir.

Kaynak: Turkuaz Dağıtım Pazarlama

İzmir‘deki yerel gazetelerin dağıtımını yapan Turkuaz Dağıtım Pazarlama‘nın dağıtım verilerine göre hazırlanan bu tablonun incelenmesinden de görüleceği gibi, 9 Eylül, Yenigün, Ege Telgraf, Haber Ekspres, İlkses, Ticaret ve Yeni Bakış Gazeteleri Basın İlan Kurumu tarafından resmi ilan alabilecek gazeteler olarak belirlendiği halde; bu tablonun ilk sırasında yer alan İzgazete, Basın İlan Kurumu tarafından resmi ilan alabilecek gazete olarak tanımlanmamıştır. Çünkü aşağıdaki tablolardan anlaşılacağı üzere, İzgazete, 2019 Ağustos ile 2022 Eylül arasındaki dönem itibariyle henüz “beklemede olan” ve bu nedenle de resmi ilan alamayıp sadece reklam alabilecek bir gazetedir.

Yukarıdaki tablonun da gösterdiği gibi, İzgazete henüz resmi ilan alabilecek bir gazete olmadığı halde, Basın İlan Kurumu Teşkiline Dair Kanun‘un 34. maddesi ile ilişkilendirilerek alınmış olan 15 Ağustos 2019 tarih, 636 sayılı İzmir Büyükşehir Belediye Meclisi kararına aykırı olarak yardım almaktadır. Hem de alım miktarı diğer gazetelere göre daha yüksek tutulmak suretiyle… Daha doğrusu İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı‘nın yaptığı görüşmede bu konuda adil ya da eşit olacağı sözüne rağmen…

Belediye meclisi kararında ve İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Tunç Soyer‘in 5 Ağustos 2019 tarihli görüşmede Yerel Basın Platformu mensuplarına söylediklerine aykırı olan bu durumun akla gelebilecek makul tek bir nedeni, İzmir Büyükşehir Belediyesi‘nin, İZSU ve ESHOT genel müdürlükleriyle belediye şirketlerinde çalışan işçiler için Türk-İş‘e bağlı Belediye-İş Sendikası ile, yine ayrı birimlerde çalışan devlet memurları için Tüm-Bel-Sen ile yaptığı toplu iş sözleşmelerinde işçi ve memurların okuması için alınacak olan gazetelerle ilgili hüküm ve uygulamalar olabilir.

Ancak Tüm-Bel-Sen‘in 2022 yılı için İzmir Büyükşehir Belediyesi, İZSU ve ESHOT genel müdürlüklerinde çalışan memurlar için imzaladığı toplu iş sözleşmesinin “Diğer Haklar ve Ücretli İzinler” başlığını taşıyan 23. maddesinin (i) fıkrası hükmünde, “işveren, çalışanların genel kültür bilgilerini artırmak, okuma alışkanlığı kazandırmak ve güncel gelişmeleri takip edebilmeleri amacıyla yemek molalarında ve ara dinlenmelerde tüm çalışanların okuyup yararlanacağı miktarda yerel ve ulusal gazete, dergi ve kitap bulundurur” hükmü yer aldığı için, bu gazetelerin tek tek memurların her biri için satın alınmadığını, alınacak ulusal ve yerel gazetelerin çalışanların yemek yedikleri ya da ara dinlenmesi yaptıkları yerlerde okuyup yararlanabilecekleri miktarda bulundurulacağını söyleyebiliriz.

İzmir Büyükşehir Belediyesi ile Türk İş‘e bağlı Belediye-İş Sendikası arasında 18 Haziran 2022 tarihinde imzalanan ve 5.250 işçiyi kapsayan toplu iş sözleşmesinin (bu sözleşmeyi incelemek amacıyla temin edemediğimiz için), işçilerin yararlanması amacıyla alınacak ulusal ve yerel gazetelerle ilgili düzenlemesinin sözleşmenin hangi maddesinde yer aldığını ve ne şekilde düzenlendiğini -ne yazık ki- bilmiyoruz. Ancak işçiler için imzalanan bir sözleşmede, memur sözleşmesindeki hükümlere benzer düzenlemelere yer verilebileceğini tahmin etmenin yanlış bir tahmin olmayacağını düşünüyorum. Çünkü İzmir Büyükşehir Belediyesi hizmet binasına her gidişimde, giriş kapısının hemen sonrasında gelip geçen herkesin alabileceği şekilde yüzlerce gazetenin, özellikle de Cumhuriyet gazetesinin istiflendiğini görmüş biri olarak bu şekilde alınan gazetelerin işçilerden çok belediye gelen yurttaşlara dağıtıldığını biliyorum

Ayrıca, imzalanan toplu iş sözleşmesi hükümlerine göre, İzmir Büyükşehir Belediyesi, İZSU ve ESHOT genel müdürlükleriyle diğer belediye şirketlerinde çalışan işçilere dağılacak ulusal ve yerel gazetelerin adları ve sayıları sendikalar tarafından belirlenip belediyeye bildiriliyorsa, o zaman da satın alınmayan diğer yerel gazete sahiplerinin yetkili sendika Belediye-İş Sendikası‘na bu hesabın nasıl yapıldığını, işçilerden tercihlerinin nasıl alındığını, bu tercihler sırasında diğer gazetelerin neden tercih edilmediğini ve gazete satışlarında haksız rekabete neden olay bu olayda hangi yetkiyle nasıl müdahale ettiklerini sorması gerektiğini düşünüyorum. Aksi takdirde gazetelerle ilgili yardımlara Belediye-İş Sendikası‘nın müdahil olduğu şeklinde bir usulsüzlükle daha karşı karşıya kalmamız mümkün olabilecektir.

İşte bütün bu nedenlerle, şaibeli gazete ve televizyon satışları, belirli sayıda kadrolu gazeteci çalıştırma zorunluluğuna uymama ve belediyelerle geliştirilen haksız ticari ilişkiler konusunda soruşturma ve cezalandırma haberlerini duyduğumuz şu günlerde, İzmir’deki bütün yerel gazete ve televizyon sahipleriyle yerel yöneticilerin hak, hukuk ve adalete, evrensel insan haklarına, demokrasi, tarafsızlık, basın ve ifade özgürlüğü gibi değerlere daha fazla önem ve öncelik vererek, AKP iktidarı cephesindeki muhaliflerine benzememesini diliyor, güçlü bir yerel basının doğruluk, tarafsızlık ve bağımsızlık gibi temel ilke ve değerler üzerinde daha da da gelişip güçleneceğine dair inancımı ifade etmek istiyorum.

(1) https://www.ticaretgazetesi.com.tr/ibbden-yerel-basina-destek

(2) https://www.izmir.bel.tr/tr/KararDetayi/27143

CHP’nin Aşil topuğu: oybirliği

Ali Rıza Avcan

Aşil (Akhilleus), Homeros’un M.Ö. 720’de yazdığı on altı bin dizelik İlyada (Iliás) destanının yarı tanrı kahramanlarından biridir. Annesi Thetis tanrı, babası da ölümlü bir kraldır. Söylencelere göre Aşil‘e ne ok ne de mızrak işler. Nedeni de annesinin onu ölümsüzlük nehri Styx‘de yıkamasıdır. Ancak Truva savaşının önemli kahramanlarından olan Aşil, bu savaşta, “ölümlü erkeklerin en güzeli” olarak bilinen Truvalı prens Paris‘in attığı zehirli okun topuğuna saplanması nedeniyle ölür. Çünkü annesi onu kutsal nehirde yıkarken topuğundan tutmuş, o nedenle de topuğuna su değmemiştir. O nedenle, bu söylenceden hareketle herkesin ya da her kurumun Aşil’in topuğu gibi en zayıf olduğu bir noktanın var olduğu ve önemli olanın o noktayı fark edip bilmek olduğu söylenir.

Diğer yandan da İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Tunç Soyer‘in 2019 Mart seçimlerinden bu yana dile getirdiği başka bir sözcük var: “İzmir Vizyon Ortaklığı

İzmir Vizyon Ortaklığı“, Mustafa Tunç Soyer‘in seçim broşürünün Demokrasi başlıklı bölümünde “Merkezi hükümet ile İzmir Vizyon Ortaklığı” kuracağız” şeklinde tanımlanıp bunun nasıl sağlanacağı belirtilmemekte. O nedenle, seçim döneminden bu yana bu “İzmir Vizyon Ortaklığı“, ortaklığın diğer tarafındaki merkezi yönetim istemediği sürece nasıl sağlanacak, şayet kurulursa nasıl yürütülecek, ilçe belediyeleri ile eşit paydaş olarak böylesi bir ortaklığı kuramayan İzmir Büyükşehir Belediyesi bunu merkezi yönetim düzeyinde nasıl sağlayacak şeklinde sorular sorup bu ortaklığın gelecek günlerde ne şekilde somutlanacağını merak edip durduk.

Çünkü İstanbul ve Ankara büyükşehir belediye başkanları merkezi hükümet ile; daha doğrusu partili Cumhurbaşkanı ile açık bir çatışmaya girerken bunun tam tersini yapan Mustafa Tunç Soyer bu ortaklığı böylesi bir çatışmaya girmeden ve kendini teslim etmeden nasıl kuracak ve sürdürecekti, hep bunu merak ettik.

Evet, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu, İstanbul halkını arkasına alıp açık ve net bir şekilde “Kanal İstanbul’a Hayır” derken bu proje için belediyenin de katılımıyla seçim öncesi kurulmuş oluşumlardan ayrılıyor, Kanal İstanbul‘un yapılamayacağını göstermek amacıyla toplantılar düzenleyip raporlar yayınlıyordu. Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Mansur Yavaş ise daha yavaştan ve derinden gidip, seçilmemesi için açılan davalarla uğraşıyor, adeta “yeniden belediyecilik” sloganına sahip çıkarcasına Ankara‘daki imar yolsuzlukları hakkında işlemler yapıyor, Melih Gökçek‘in israf projeleri hakkında bilgi veriyor ve iktidarla arasına mesafe koyuyordu.

İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Tunç Soyer ise büyükşehir belediye başkanlarının Cumhurbaşkanı ile yaptıkları ilk görüşmede, diğer belediye başkanlarından çok farklı davranışı ve manalı bakışlarıyla öne çıkıyor, basın uzun süre bu “aşk dolu” bakışı eleştiriyordu. Anlaşılan o ki, İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Tunç Soyer‘in iktidarla/Saray’la bir sorunu yoktu ve seçim döneminde adeta bir işbirliği mesajı gibi yinelediği “İzmir Vizyon Ortaklığı“nı oluşturmak derdindeydi.

İktidar cephesi ise, aynen Aziz Kocaoğlu‘nun Aşil topuğu olarak nitelenebilecek 397 yıllık dava dosyasının seçim öncesinde artık bundan böyle işe yaramayacağı düşüncesiyle kapatılması sonrasında yeni belediye başkanının zayıf olduğu Aşil topuğunu arıyordu. Kıbrıslı gazeteciyle yapılan görüşme, kayyuma bırakılan belediyeler, İzmir parası İZCOİN ve bayrağı iddiası, HDP ile yakın ilişkiler, belediye binasının gökkuşağının renklerine boyanması, Pagos ve Agamemnon gibi Grek kökenli eski yer isimlerinin kullanılması merakının didiklenişi hep bu arayışın ilk aşamalarıydı. Ama bir yandan da CHP üst yönetiminin büyük proje onayları için kendilerine gelip Saray ve bürokrasisi düzeyinde destek arayacaklarını, buna mahkum olduklarını da biliyorlardı. Bunun ilk denemesi Buca metrosunun onayı ile ortaya çıktı. Ardından da yabancı bankalardan alınacak kredilerin Hazine tarafından onaylanması olayları ile devam etti.

Bu arada, İzmir Büyükşehir Belediyesi‘nin projesi olan İzmir Tarih Projesi ve onun başrol oyuncusu TARKEM, önce kayyum operasyonu, ardından da İzmir Ticaret Odası, İzmir Borsası gibi iktidarın dümen suyundaki meslek odalarıyla İzmir Valiliği‘nin ve İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü‘nün şirkete ortak olması, TARKEM‘in UNESCO süreçleri üzerinden Kültür ve Turizm Bakanlığı‘nın ahlaksız teklifleriyle teslim alınması, alan başkanlığına eski bir bakanlık görevlisinin atanması suretiyle proje ve o projenin as oyuncusu TARKEM, belediyenin projesi ve şirketi olmaktan çıkarak iktidarın dümen suyuna girdi. İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Tunç Soyer‘in TARKEM yönetim kurulu başkanı olması bile bu fetihçi hareketin sonuç almasını engelleyemedi.

Ama bütün bunların yapılabilmesi için hem İzmir Büyükşehir Meclisi‘nde hem de ilçe belediye meclislerinde iktidardaki CHP ile muhalefetteki AKP arasında uyumlu bir çalışmanın olduğuna, çoğu kararın oybirliği ile alındığına dair bir algının yaratılması gerekiyordu. İzmir’de birbirleriyle iyi anlaşan, işi gerçek siyasi mücadeleye götürmeyen; o nedenle de belediye meclisi toplantıları sonrasında kol kola giren bu iki taraf arasındaki barış, işbirliği ve hatta uzlaşma havası, İzmir Büyükşehir Belediyesi‘nin Ankara‘daki işlerini kolaylaştırıyor, böylelikle usta bir şekilde oluşturulan bağlılık ilişkisi üzerinden belediye yönetiminin iktidarın dümen suyuna girmesi mümkün oluyordu.

Bu arada İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Tunç Soyer, sorun olarak tanımlanan birçok konuda iktidarı üzmemek için net bir tavır sergilemiyor; iktidar destekçisi Vestel Holding‘in Pasaport‘taki gökdelenine karşı çıkan meslek odalarıyla sivil toplum örgütleri ve sivil yurttaşlar için “istemezükçüler yatırımcıyı ürkütüyor” deyip topu Konak Belediye Başkanı Abdül Batur‘un üstüne atmaya çalışıyor, “Çeşmenin Kanal İstanbulu” olarak adlandırılan Çeşme Turizm Projesi hakkında olumsuz tek bir söz etmiyor, bir yandan kem küm ederken söylemek istediklerini kendisine yakın meslek odalarıyla kent konseylerine söyletmeye, kendisi de suret-i haktan görünmeye çalışıyordu.

Bu pasifist ve oportünist politikanın; daha doğrusu teslim olmuşluğun doruk noktası, 30 Ekim 2020 tarihli Sisam Depremi sonrasında İzmir’de yıkılan binalara imar mevzuatı ve planına aykırı olarak verilmek istenen ayrıcalıklar konusunda yaşandı. İzmir Büyükşehir Belediye Meclisi AKP Grubu’nun marifetiyle, hem merkezi hem de yerel yönetimlerin yıkılan binalarla ilgili sorumluluğunu unutturup gündeme getirmemek amacıyla Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ile İzmir Büyükşehir Belediye Başkanlığı arasında kurulan “Kutsal İttifak” sayesinde tüm ilçelerin belirli alanlarında oluşturulan (K) bölgelerinde yıkılan bina sahiplerine mevzuata ve imar planına aykırı ayrıcalıklar tanındı.

İzmir Büyükşehir Belediye Meclisi AKP Grubu, bu harika formülün kendileri tarafından önerilip tüm taraflar arasında uzlaşma sağladıklarını belirterek belediye meclisi salonundaki CHP‘li üyelere dönüp “Söyleyin odalarınıza, bu anlaşmayı mahkemeye giderek bozmasınlar” ya da “gelin bu mecliste odalara karşı bir duruş sergileyelim” diye bağırarak tüm üyelerin bu “kutsal ittifak“a bağlı kalmasını istediler. Böylelikle TMMOB‘ne bağlı Mimarlar Odası ile Şehir Plancıları Odası İzmir şubelerini, CHP‘li meclis üyeleri üzerinden teslim almaya çalıştılar. Çünkü İzmir Büyükşehir Belediye Meclisi‘nde Cumhur İttifakı ile Millet İttifakı‘na dahil siyasi partiler arasında kurulmuş bu sahte uzlaşma, artık bundan böyle ellerindeki en büyük güç, en büyük kozdu… Artık bundan böyle yereldeki iktidarın sahibi CHP‘yi zor duruma düştüğünde destekleyip esir alma ve yönetmenin zevkini yaşıyorlardı…

İzmir Büyükşehir Belediye Meclisi‘ndeki CHP‘li, AKP‘li, MHP‘li ve İyi Partili meclis üyeleri arasındaki bu “oybirliğine bağlı kalma” taktiği, en çarpıcı şekilde İzmir Ticaret Odası Başkanı Mahmut Özgener‘in ortak olduğu bir arsada tüm meclis üyelerinin oybirliği ile yapılan plan değişikliği ile ortaya çıkan “kent suçu” nedeniyle o oylamaya katılmayan CHP‘li meclis üyesi Taner Kazanoğlu‘nun önce o karara itiraz etmesi, ardından da itirazının kabul edilmemesi üzerine mahkemeye gitmesi üzerine yaşanmış, AKP‘li meclis üyeleri Taner Kazanoğlu‘nu adeta CHP‘li üyelere şikayet ederek onun da “oybirliği“ne bağlı kalmasını talep etmiştir. CHP Grubu ilk başta Taner Kazanoğlu‘nu meclis üyesinin özgür ve bağımsız iradesine saygı duyma gerekçesiyle savunmakla birlikte; itirazının reddedildiği daha sonraki toplantıya katılmayışı nedeniyle Grup Sözcüsü Nilay Kökkılınç tarafından kararın itirazı yapan Taner Kazanoğlu‘nun yokluğunda alındığı belirterek bir anlamda eleştirilmiştir. Böylelikle, CHP’yi teslim almakta kullanılan “oybirliğine bağlı kalma” taktiği, onun yokluğunda oybirliği ile alınmış kararla kendini bağlı hissetmeyip özgür iradesi ile hareket eden CHP‘li meclis üyesinin uyarılmasını talep etme noktasına kadar getirilmiştir.

Bu arada, uyum içinde çalışıp “oybirliği” ile karar alma taktiğinin etkili olup sonuç aldığı iki güzel örneği de geçtiğimiz günlerde yaşadık:

Bunlardan ilki, İzmir Büyükşehir Belediye Meclisi‘nin 12 Temmuz 2021 tarihli olağan Temmuz ayı toplantısı birinci birleşiminde konuşan CHP üyesi Şerif Sürücü‘nün;

Arkadaşlar, İzmir’de çıkarsınız, İzmir Büyükşehir Belediyesi’ni kazanırsınız. Nasıl yöneteceğinizi siz belirlersiniz. Şu an Sayın Tunç Bey, Büyükşehir Belediye Başkanı. Her yiğidin yoğurt yiyişi ayrıdır arkadaşlar. Her yiğidin yoğurt yiyişi ayrıdır. O açıdan Sayın Başkan’ın yoğurt yiyişi böyle. Yaptığı çok demokratik. Yani siz “oybirliği” ile geçiriyoruz diyorsunuz. Benim açımdan sizin oybirliği çok önemli değil ki. Biz bir Cumhuriyet Halk Partisi olarak, biz Millet İttifakı olarak, biz geçiriyoruz kardeşim, biz yapıyoruz. Ama Tunç Başkan, çok demokratik olduğu için size söz veriyor, size hak veriyor. Konuşmalarınızı öne alıyor. Ama ne olur yani biraz da siz de bunun önemini, bunun ehemmiyetini lütfen siz de anlayın…

şeklinde konuşup; belediye meclisinde her ne yapılıyorsa bunun iyilik ve güzelliğini Tunç Soyer‘e bağlayan, bu nedenle belediye meclisinde oybirliği yapmanın gereksiz olduğunu ifade eden, belediye meclisinin kurumsal kimliği ile muhalefetin gerekliliğini pek de dikkate almayan konuşmasıydı.

CHP’li meclis üyesi Şerif Sürücü‘nün bu konuşmasının, toplantıya başkanlık yapan Tunç Soyer tarafından dikkate alınıp uyarılmaması üzerine aynı meclisin 14 Temmuz 2021 tarihinde gerçekleşen ikinci birleşiminde söz alan AKP Grup Sözcüsü Hakan Yıldız‘ın, Şerif Sürücü‘nün konuşmasında yaptığı saygısızlığı, özellikle de oybirliği yapmanın gereksiz olduğunu ifade eden söylemi nedeniyle kendisini uyarmayan Tunç Soyer‘in bu tutumu nedeniyle, daha önce gündemin okunması yerine gündem madde başlıkları üzerinden görüşme yapılması ile ilgili uzlaşmadan vazgeçtiklerini belirtmesi üzerine, görüşmelere 15 dakika ara verilmiş ve bu ara sırasında CHP grubunun geri adım atması üzerine, verilen ara sonrasında hem Meclis Başkan Vekili Mustafa Özuslu, hem de İyi Parti Grup Başkan Vekili Kemal Sevinç‘in konuşmaları ile adeta Şerif Sürücü adına özür dilenmesi suretiyle gündemin madde başlıkları üzerinden görüşülmesi ile ilgili uzlaşmanın devamı sağlanmıştır.

Hakan Yıldız (AKP Grup Sözcüsü): Bu konuyu, usul noktasında geçtiğimiz aylarda tartışmıştık ve ilkesel olarak madde başlıkları noktasında bir anlaşmamız vardı; ancak geçtiğimiz mecliste yaşanan bir ifadeden dolayı Ak Parti Grubu ve Cumhur İttifakı olarak, biz, madde başlıkları halinde değil, gündemin okunarak oylanması noktasında, gündeme geldiği şekliyle okunarak oylanması ve meclisin devam etmesi noktasındaki irademize geri dönüyoruz. Çünkü sayın başkan, geçtiğimiz mecliste, grubumuzu ve ittifak ortağımızı, Milliyetçi Hareket Partisi’ni de katarak bir ifade kullanıldı. Bir meclis üyemiz, aynen şu ifadeyi kullandı, dedi ki; “Sayın Tunç Soyer, size söz vererek, demokratik olarak bir tavır ortaya koyuyor ve bizim açımızdan oybirliği yapmanızın hiçbir değeri yok, önemi yok. Biz, bütün bu kararları Millet İttifakı olarak zaten oyçokluğuyla alıyoruz ve alırız.” Doğal olarak bugün, bizim oyumuza ihtiyaç yoksa bu noktada da biz, bu konuya oybirliği yapmıyoruz. Bu şekilde ilkesel kararımızı geri çekiyoruz. Biz, o gün şunu beklerdik; sayın Şerif Bey’in bu ifadesini kullandığında, belki konuşmasının etkisiyle, hitabetin etkisiyle yapmış olabilirdi; ama sayın Tunç Soyer, meclisi yönetiyordu ve düzeltme yapabilirdi. Bu meclisin iradesini, hakkını teslim edebilirdi. Şimdi, genelge çok açık. Zaten söz hakkını da Tunç Soyer bize vermiyor. Tunç Soyer’in bize verdiği bütün söz hakkı yok. Meclisin 11. maddesi diyor ki; “Gündemle ilgili noktalarda, gruplar adına 10’ar dakika konuşulur. Gündeme esas döndüğünüzde, ihtisas komisyonu kararları ile ilgili de 20’şer dakika konuşma yapılır. Diğer üyeler de 10’ar dakikayı geçmemek kaydıyla konuşma yapar.” Yani iktidara ve muhalefete kaçar dakika bu anlamda konuşma hakkının verildiği, ilgili önergenin 11. maddesinde açık şekilde yazıyor. Biz, Ak Parti Grubu ve Cumhur İttifakı olarak, Milliyetçi Hareket Partisi’yle beraber kararların % 98’ini oybirliği yaptık, yapmaya devam etme irademizi bu güne kadar da sürdürdük. Bugün de esasında gündeme gelen maddenin büyük bir bölümünde oybirliği ile geliyoruz; ama madem bizim oyumuz kıymetsiz ve değersiz, madem demokratik olarak Tunç Soyer Bey, bize lütufta bulunup söz hakkı veriyor, bunu kabul etmemiz mümkün değil. O yüzden Sayın Cumhuriyet Halk Partisi grup sözcüsünün ortaya koyduğu önergeyi kabul etmiyoruz. Yasanın açık olan hükmü diyor ki… “Daha sonra gündem maddeleri sırasıyla okunur.” Biz, bu noktadaki tek tek okunarak oylanması noktasında irademize geri dönüyoruz. Teşekkür ederim.

Çarpıcı olayların ikincisi ise, İzmir Büyükşehir Belediye Meclisi‘nin olağan Ağustos ayı 3. toplantısında yaşanmış, AKP Grubu’nun ısrarla takip ettiği Bornova ve Urla‘daki iki ayrı imar değişikliği, ısrarın devam etmesi üzerine görüşmelere 15 dakika ara verilmesi ve yine bu ara sırasında CHP grubunun geri adım atması suretiyle AKP Grubu‘nun istediği şekilde oylanıp kabul edilmiştir.

Ardından da İzmir Büyükşehir Belediyesi‘nin 25 Haziran 2021 tarihli “Depremzedeler kredi sözleşmesinin onayını bekliyor” (https://www.izmir.bel.tr/tr/Haberler/depremzedeler-kredi-sozlesmesinin-onayini-bekliyor/45186/156) başlıklı haberinde İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Tunç Soyer‘in ifadeleri olarak yer verilen,

Dünya Bankası’yla 250 milyon dolarlık bir kredi ile ilgili 30 yıl vadeli 5 yıl ödemezsiz çok önemli yol aldık. 2 yılda yapılacak kredi müzakerelerini 4,5-5 ayda tamamladık. Bu rakamı da 330 milyon dolara çıkardık. 7 bin ila 10 bin konutu yapabilecek bir mali kaynağı yarattık. İki aydır Sayın Cumhurbaşkanımızın onayında bekliyor. Bir an önce bu kaynağın aktarılması lazım ki çalışmaya başlayalım.

söylemi ile 17 Ağustos 2021 tarihli Cumhuriyet gazetesinde yayınlanan CHP İzmir Milletvekili Mahir Polat‘ın “İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin depremzedeler için yarattığı 330 milyon dolarlık krediyi Cumhurbaşkanı onaylamıyor” iddiası üzerine 19 Ağustos 2021 tarihinde AKP İzmir İl Merkezi‘ndeki makamında AKP İl Başkanı Kerem Ali Sürekli, CHP İzmir İl Başkanı Deniz Yücel, İzmir Büyükşehir Belediyesi Başkan Vekili Mustafa Özuslu, İzmir Büyükşehir Belediye Meclisi AKP Grup Başkan Vekili Özgür Hızal, İzmir Büyükşehir Belediye Meclisi AKP Meclis Üyesi Hakan Yıldız, AKP İzmir İl Başkan Yardımcısı İsmail Çiftçioğlu ile bir araya gelip ortak bir görüşme yapan İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Tunç Soyer‘in toplantı sonrasında

Gündemimizde Dünya Bankası’ndan gelmesi beklenilen 340 milyon dolarlık kentsel dönüşüm kredisiyle ilgili çalışma vardı. Bunu tekrar gözden geçirdik. Bununla ilgili Dünya Bankası ile üç-dört aydır süren bir müzakere süreci vardı. Hazine Bakanlığı ve İller Bankası ile görüşmelerimiz de devam etti. Bir mutabakat söz konusu oldu ama henüz imzalanmış bir sözleşme yok. Dünya Bankası Türkiye temsilcisiyle mutabakata vardık ama Hazine Bakanlığı’nın onayı ve garantisi olması gerekiyor. Bu süreç devam ediyor… Bu süreci hızlandıracak adımları beraber atacağız. Hem İller Bankası hem Hazine Bakanlığı bürokratlarının Büyükşehir bürokratlarıyla birlikte çalışmasını ve bu süreci sonlandırmasını canı gönülden arzu ediyoruz. Vatandaşlarımızın yaşadığı mağduriyetleri gidermek için el birliğiyle çalışacağız ve bunu Sayın Cumhurbaşkanımıza da arz edeceğiz. Olumlu bir sonuç da alacağımızı düşünüyorum.” diyerek (https://www.izmir.bel.tr/tr/Haberler/dunya-bankasi-ndan-alinacak-kentsel-donusum-kredisi-icin-isbirligi-karari/45417/156)

geri adım attığı ve kredi onayının henüz Cumhurbaşkanlık makamına sunulmadığını itiraf ettiği görülmektedir.

Verdiğimiz bütün bu örneklerden de anlaşılacağı üzere, İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Tunç Soyer‘in merkezi yönetimle; daha doğrusu Cumhurbaşkanlığı ve bakanlıklar; daha doğrusu iktidar cephesindeki işler konusunda etkin, net, tutarlı, ön alan, atak, kararlı ve azimli bir tavrı, yaklaşımı bulunmamaktadır.

Çünkü siyasi anlamda zengin bir birikim ve deneyime sahip olmadığı gibi İzmir‘in sorunlarını etkin siyasi bir liderlik boyutunda takip edememekte, “İzmir Vizyon Ortaklığı” diyerek yola çıktığı merkezi yönetimle ilişkilerinde korkak, sinik ve her an geri çekilebilecek ya da suçu bir başkasının sırtına yükleyebilecek bir tutum sergilemektedir. Onun bu tavrı ise, işte tam da bu noktada CHP‘nin ya da Tunç Soyer‘in Aşil topuğu olarak algılanıp tüm ciddi sorunlarda belediye başkanını köşeye sıkıştırma, ezme, sindirme ve böylelikle dediğini yaptırma taktiği olarak kullanılmaktadır.

Oysa İzmirli, kentin çıkarları ve demokrasinin gerekleri doğrultusunda doğruları söyleyip savunan, tutarlı davranıp azimle mücadele eden bir belediye başkanı, aynen Ekrem İmamoğlu‘nun halkı örgütleyip arkasına alarak büyük bir cesaretle haykırdığı “Kanal İstanbul’a Hayır!” itirazında olduğu gibi, “Çeşme Turizm Projesi’ne Hayır” ya da “İzmir İstanbul Olmasın!” diyebilen cesaretli ve mücadeleci bir belediye başkanı istiyor….