Doğan Kuban: Toplumu yaratan mimar

Kendisinden öğrendiklerimiz, hayatımıza yön verdi. Eğer bütün öğrencilerin, onun gibi öğretmenleri olsaydı, Türkiye bambaşka bir yerde olurdu. Yazısında bahsettiği ‘toplumsal sorumluluk duygusu‘ içimde öyle yer etmiş ki, bazılarının tüm yadırgamalarına ve engellemelerine rağmen, bu duyguyu sürdürmeye çalışıyorum. Yaşadığım sürece de onun izinde giderek, toplumun sağlıklı gelişimi ve bilinçlenmesi için çalışacağıma söz veriyorum.

Değerli hocam Doğan Kuban’ın Nisan 2016 tarihinde, 90. Yaş günü için kaleme aldığı ve çok etkilendiğim yazısını, sizlerin de okuması için aşağıda paylaşıyorum.

Mihriban YANIK

cats

Sevgili Dostlarım,

Bu yemekli toplantıyı sizleri görmek ve bir arada eski günleri, daha doğrusu, 1926’dan bu yana süren bir yaşamı(90 yıl olmuş!) hiç unutmak istemediğim aktörleriyle birlikte geçirmek için düzenledim. Sınıf arkadaşlarımın çoğu öldü. Öğrencilerimden ölen de çok oldu. Yaşlandıkça insanların yalnız kaldığını biliyorum. Fakat çalışmaya devam edenlerin yaşamdan tümüyle soyutlanmadığını da öğrendim. Bu dostluk mesajı vasiyet falan değil. Bu ülkeyi kurmak için genç yaşta çalışanların arasına genç yaşta katılmış biri olarak, artık boyutlarını bilmediğim, fakat anlamaktan vazgeçmediğim dünyada, geleceğe hala umutla bakmamı ve bir bakıma genç kalmamı sağlayan düşüncelerini sevdiğim insanlara anlatmak istedim.

İnsanlık tarihinin bana öğrettiği şu gerçeğe inanıyorum: Aklı olduğu için, insan canlıların en gelişmişi ve egemenidir. Fakat akıl iki tarafı keskin bir kılıç olarak çalışıyor. Yüceltici, iyilik ve güzellik dolu tarafı insan denilen süzme hayvanı yaratmış, uygarlık yolunu açmıştır. Aklın kötüye dönük yanı, insanı en tehlikeli hayvan türünden daha fazla kötülük yapan bir yaratığa çevirebiliyor. Dünyada sürüp giden cinayetler, açlık, eziyet, işkence, acımasızlık hayvanlarda olmayan, insan özellikleridir. İnsanı kendinden umutsuzluğa düşüren de budur.

Fakat tarihin öğrettiği bir süreç daha var: Akılın iyi yönü, uygarlık denilen düşünce ve yaratıların gelişmesini sağlamıştır. Haksızlığa ve yalana başkaldırışı ve yaratıcılığı ile bilim, felsefe, etik, edebiyat, sanat, musiki, tiyatro, opera, film üretmiş; insanlığı ilkelden uygara, toplumları despotluktan demokrasiye götüren yolda bu güne ulaştırmıştır. Bunun adı, çok yaygın olmasa da, uygarlık. Akıl sadece organik bir mekanizmadır. Tarih, aklın iyilikten yana çalıştığını kanıtlıyor. Fakat her zaman kötülük planlayabileceğini de gösteriyor. Bugünkü halimize bakarsak uzun sürede iyilik ağır bastı diyebiliriz.

Kapitalizmin ve savaşın devam etmesine karşın en uygar ve demokrat toplumların en zengin toplumlar olması önemlidir. Gerçi bunun arkasında zengini fakiri sömürme mekanizması işlemeye devam eder. Kanımca bunun temel nedeni yaygın olan cehaletin bazı toplumlarda olan egemenliğinin sürmesidir. Bu da daha iyi yetişmiş toplumların cahilleri sömürmesini kolaylaştırıyor.

İslam, dünyanın cahil toplumlarının 1,5 milyarlık en büyük bölümünü de barındırıyor. Dolayısıyla kaderi kölelik. Öte yandan Batı yani Avrupa ve bir oranda ABD, tarihin Rönesans’tan bu yana tanımladığı ve orada yoğunlaşan uygar ortam, bütün sömürü tarihine karşın, insanlık için birinci umut kaynağı olarak kalıyor. İkinci umut kaynağı birincinin sağladığı bu geçmiş perspektifi üzerinde Batı tarihinin sunduğu pozitif değişim potansiyelini göstererek insanların umutlarını ayakta tutuyor.

Fakat bu gelişmişliğe ulaşmak için İslam’da, Türkiye’de genel bilgi düzeyinin yükselmesi, bu bağlamda bilinçlenmiş bir politik irade ve yoğun entelektüel çaba gerekiyor. Fakat sıradan insanlar geçmişi tarihçi gözüyle göremezler. Günümüz büyük umutsuzluğa düşmüş milyarlık insan topluluklarıyla dolu. Fakir İslam toplumlarından kaçanlar Avrupa ve Amerika kapılarında kuyrukta.

Eğer umut varsa nasıl gerçekleşecek? Soru bu. İnsanlığın dünyaya bilimsel değil, mitos bulutları içinden baktığı çağlarda kimse umudunu yitirmemişti. Büyük destanlar, büyük dinler, ütopyalar bu umutları sergilerler. Bu bağlamda akıl kılıcının iyi tarafı her zaman insanın hizmetindedir.

Olasılıkla insan yaradılışının en büyük özelliği umutlu olmaktır. Buna yaşam iradesi de diyebilirsiniz. Neye inanırsanız inanın, yaratma yaşatmayı da içerir. Evrim, kişi temelinde olmasa da, insan türü bağlamında bunun pozitif sonucudur. Monoteist din geleneğinde de Tanrı insanlara bunu vadeder. Çağdaş insan geleceği bilimin olanakları içerisinde tanımlar.

Biraz da benim gibilerin hala bir temel görev olarak gördükleri “toplumu geleceğe hazırlama” konulu bir sorumluluktan söz etmek istiyorum. İnsanlar bugüne böyle bir sorumluluk bilinci içerisinde ulaştılar. Dünyanın her köşesinde gelecek için çalışan milyonlar var. Umudunu yitirmeyenlerden biri olarak, kiminizin ütopya olarak göreceği bazı düşüncelerimi size anlatmak istiyorum. Umut yitirmek, ‘Ne olacak halimiz?’ deyip, her gün yakınmak, ‘Gözlerimi kaparım, vazifemi yaparım’ diye emir eri gibi düşünmek, ‘Ellen gelen düğün bayram’ diyerek vurdumduymaz olmak, ya da kafası çalışmadığı ve azla yetindiği için sadaka ile yaşamak, çağdaş insana yakışmıyor. Cumhuriyetle doğmuş ve yetişmiş olmanın anıları ve etkisiyle, hala insanları aydınlatmakla görevli olduğumu düşünüyorum.

Sevgili Dostlar,

Benim yaşımda olanlar için bu dünya çok yeni ve farklı… Ne kadar gayret etsem, değişikliklerin farkında olsam da değişiklikleri izlemem, bu hıza, kalabalığa, insanların hoyratlığına alışmam olası değil.

İstanbulluyum. İstanbul’un tarihini yazdım. Ama bu kenti, eskiden yaşadığım mahalleler de dahil, tanımıyorum. Bana İstanbul’dan donuk hayaller ve şimdi yaşadığım Anadolu Hisarı ve Boğaziçi’nde görünce hala tanıyabildiğim birkaç yapı kaldı. İstanbul, bildiğimiz ya da uzman olarak tanımladığımız kent özelliklerini taşımıyor. Evrensel bir spekülasyon pazarı olarak görünüyor. Pazarın satıcıları bütün dünyadan. Alıcıları içinde de bütün dünya var.

Anadolu pek çok köşesinde yaşadığım ve her yöresini gezmiş bir mimarlık tarihçisi olarak, çok iyi bildiğim bir ülkeydi. Şimdi tanımıyorum. Hiçbir Anadolu kentini büyük bir kent olarak anımsamıyorum. Ankara, İzmir, Adana dışında. Bu bir tür yabancılaşma ve dışlanmış olma, toplumsal değişmenin doğal sonucu; dünya da böyle değişiyor.

‘Alienation’ ‘Yabancılaşma’ önemini hiç yitirmeyen bir deyimdir. Teknolojik iletişim, bilişimin değişme parametreleri, insanların izleyemeyecekleri kadar hızlı. Yüzyıl önce her yere eşeksırtında giden Anadolu köylüsü şimdi lüks otobüsler ve uçaklara özeniyor.

Türkiye’nin temel sorunlarından biri, köylü halkın kentlere göçü ve kentlileşememesidir. Bunun tarihi Cumhuriyet’ten bu yana, 1980’e kadar ilk aşama, 1980’den sonra ikinci aşama olarak değerlendirilebilir. Tabii ivmeler giderek çok hızlanıyor.

Kurtuluş Savaşı’nda fakir, kırsal, okuma yazması olmayan 10 milyon insan vardı. 1938’de Mustafa Kemal Türkiye’si idealleri, 100.000 kişilik bir Ankara’sı, yeni kurulmakta olan kurumlarıyla gelişmeye başlayan fakir bir köylü ülkesiydi. İkinci Dünya Savaşı’ndan paçasını zor kurtardıktan sonra, geriye bakmaya başlayan bu toplum, Amerika’nın eline düştü. Daha doğrusu 1945’ten sonra Amerika, kapitalist batılı dostlarıyla, kendine göre bir dünya planladı.

Benim kuşağım, bunlardan önce, devrimlerle birlikte, kırsal Anadolu’da yetişti.

1950’den sonra dışarıda kurgulu bir demokrasi bozuntusu ile Ordu arasında oynanan ve 1980 darbesine kadar süren bir süreçten geçtik. Sonra zorbalık, yeni kapitalizm ve kentleşme-kırsallaşma, sanayileşme karışımı bir az gelişmiş toplum sürecine girerek bugüne ulaştık.

Kent nüfusunun artması, yapı alanına indirgenmiş az yoğun bir sanayileşme, eğitilmemiş kırsal milyonlar aşamasından, on milyonlarca öğrenciye öğretim veren megalapois aşamasında bir toplum olduk. Son aşamada Türk toplumunun dünyanın önde gelen cahil toplumlarından olduğunu öğrendik. Uluslararası kapitalizmin zorunlu ortağı olarak, evrensel ekonomi piyonu görevini yerine getirmeye başladık. Dışarıdan güdülen yarı sömürge sisteminin sonuçlarını da her gün saklanmaya çalışılan cinayet listeleriyle birlikte okuyoruz.

Sevgili Dostlar,

Doksan yaşında bir adam dosyalarını dolaplara kaldırabilir. Kitaplarını okumaz. Oturduğu yerden dünyanı seyredebilir. Fakat bizim kuşak İslam dünyasında eşi olmayan bir Cumhuriyet Devrimi’nin içinde yetişip ona omuz veren bir kuşaktır. Bizi yabancı emperyalizmler değil, ona karşı çıkanlar yetiştirdi. Gerçi hiçbir ülkenin adamları tümüyle sütten çıkan kaşık değildir. İyisi de olur, kötüsü de. Ama sadece Türkiye Yirminci Yüzyıl İslam Dünyası’nda, hatta dünyada 1950’ye kadar örnek gelişme gösteren bir ülke idi. Bunu sonradan reddedenlerin kime ve neye uşaklık ettiklerini merak etmedim. Ama kendi ülkelerine çok zarar verdiler. Ülkenin geldiği durum bunu anlatmıyorsa, o tiplere davul zurna da az gelir.

Fakat ülkenin geleceği beni hala ilgilendiriyor. ‘Bu durum nasıl analiz edilebilir? Öncelikler ve yöntemler iyi niyetli aydınlar için ne olmalı?’ diye yıllardır düşünüyorum. Bunun sonucunda uymaya çalıştığım birkaç ilke geliştirdim. Umarım üzerinde düşünmeye değer. Kimi uzman ve aydınların sokaktaki adam gibi vurdumduymaz olmalarına, çaresizlik ve suçluluk hisleri duymalarına engel olabilir.

1. Geri kalmış toplumların üyesi ile olsalar, o toplumun yetiştirdiği, orada yaşayan, onun ekmeğini yiyen ve kendilerini uygar olarak görenlerin sadece kendi işleriyle ilgilenmeleri ve sürüp giden toplumsal haksızlıklardan kendilerini soyutlamaları insanlık onuruna aykırıdır. Bu tavır Osmanlı kul toplumunu batıran ve bugünkü yarı sömürge durumunu devam ettiren ilkel bir tutumdur.

2. Her düşünen insanın, toplumsal konumu, eğitimi, bilgisi ve duyarlılığı oranında çevresine doğru bildiğini anlatması önce akıl sonra vatandaşlık sonra da geleceğin yolunu aydınlatacak basit bir uygar insan çabasıdır.

3. Bu küçük aydınlık odakları toplum sinerjisini, insanların kendilerine ve geleceğe umutlarını korumaya yardım edecektir.

4. Kimse kendini yalnız hissetmemelidir. Bunun parti, dernek, çalışma grubundan öte ve onun üstünde bir insani dayanışma örneği olması gerekir.

5. Bu kanlı bir dayanışma formülü değil, bir insan hatta hayvan grubu da dayanışmasının çağdaş koşullar ve iletişim teknolojileri ortamında uygulaması olarak düşünülmelidir.

6. Ekonomik ve toplumsal rahatsızlıklar ve sayısız insanın sürekli yaşamına mal olan tehlikeler bütün ülkelerin kapısında ve Türkiye’nin içinde olduğu için hem korkup, hem tepki göstermemek haysiyetsiz bir tutumdur.

7. Dayanışma, geçmiş politik ideolojilerden, var olan örgütlerden değil, gerçek bir insan sevgisinden kaynaklanmalıdır.

8. Böyle bir davranışın yaşamınıza kazandıracağı yeni boyut, dışarıdan gelen bir işaretten değil, kendi insanlık bilincinizin kişiliğinizi ve varlığınızı zorlayan enerjisinden kaynaklanmalıdır.

9. Bu enerji tanımı güç bir insanlık ve sorumluluk duygusuna dayanıyor. Bu yaşımda buna sahip olmak mutluluk verici. Dostlarıma da tavsiye ediyorum.

Son Bir Gözlem

Hepsinden temel, sade Türkiye için değil, fakat her devlet için olmazsa olmaz iki çağdaşlık ölçütü var: Biri bilimsel düşüncede çağdaşlık, ikincisi öncül teknoloji üretiminde yeterlilik. Bunların müşterisi olarak kaldıkça büyük üreticilerin müşterisi yani kölesi kalacaksınız. Şimdilik müşterisiyiz. Bu, herkesin çok merak ettiği Osmanlılıktır.

Doğan Kuban

Nisan 2016, İstanbul

dogan-kuban-icerik

http://mimarist.org/gundem/4696-degerli-hocamiz-dogan-kuban-in-90-dogumgunu-vesilesiyle-kaleme-aldigi-yazi.html

Toplumsal Zararlarda Bireyin Rolü ve Bilinçlenme

Mihriban Yanık

Toplumsal yaşantımızda bizi mutsuz eden, maddi-manevi zararlara uğratan ama neden olduğunu ve neden düzeltilemediğini bir türlü çözemediğimiz üzücü olaylarla sürekli karşılaşırız. Bu olayların büyük çoğunluğu, liyakatsiz olduğuna bakılmaksızın atanan, üstlendiği görevi doğru ve dürüst yapmayan bireylerden kaynaklanıyor. Toplumların yapı taşları olan bireyler, zincirin halkası gibidir. Bu halkaların biri bağlayıcı görevini aksattığında, halkanın dayanımı azalır, şekli bozulur veya kopar. O nedenle bireyler, üzerlerine düşen görev ve sorumlulukları tam anlamıyla yerine getirmedikleri takdirde, istenmeyen durumlarla karşılaşmak kaçınılmazdır.

Bu konuyu sizlere, bu durumun en iyi örneklerinden biri olan deprem sonrasında yıkılan veya hasar gören kamu yapıları üzerinden anlatmaya çalışacağım. 

Her deprem olayından sonra toplumda en çok tartışılan konu, yapıların, özellikle de kamu yapılarının depreme dayanıksız olduğu konusudur. Hepimizi üzen bu olayların neden tekrarlanıp durduğu, neden düzeltilemediği uzun zamandır kafamı kurcalamış ve bu konuda bildiklerimi sizlerle paylaşma isteği doğurmuştur. Ayrıca, yaşadığımız çevredeki kamu inşaatlarının yürütülmesi sırasında birçok insanın bu çalışmalarla ilgili şikâyetlerine ve üzüntülerine şahit olduğum için konuyu değerlendirmek üzere, öncelikle kamu yapılarının nasıl denetlenmesi gerektiğinin kabaca bilinmesinde yarar görüyorum.

Kamu Kuruluşlarına ait İnşaatlar Nasıl Denetlenir?

Kamu kurumları, gereksinim duydukları yapıların veya kamuya hizmet edecek altyapı ve üstyapıların, imar planı ve imar durumuyla zemin etütlerine uygun olarak hazırlattıkları tüm mimarlık ve mühendislik proje ve hesaplarıyla zemin etüdü dosyalarını, belediyenin ilgili birimlerine bir dilekçe ekinde iletir. Dosyada proje müelliflerinin belgeleri ile birlikte, kontrollük yapacak teknik elemanlarının isimleri branşlarıyla birlikte bildirilir. Belediyenin ilgili müdürlüğündeki teknik elemanlarca bu projeler; imar yönetmeliği, yangın yönetmeliği, deprem yönetmeliği, sığınak ve otopark yönetmeliği gibi hukuki düzenlemeler dikkate alınarak incelenir ve uygun bulunması durumunda inşaata başlama izni verilir.

Yani ilk iş doğru proje yapılması, doğru onay verilmesidir…

Daha sonra proje sahibi kurum, işi ihale ettiği inşaat firması ile inşaat yapım sözleşmesi imzalar ve firma faaliyetine başlar. Bu sözleşme konu ile ilgili yönetmeliklere uygun olarak yapılır ve tarafların görev ve sorumlulukları ile cezai maddeleri ayrıntılı olarak belirtilir. 

yasadigimiz-toplumsal-sikintilari-azaltmak-icin_-3
Betonarmesi sağlam kaldığı halde temelin uygun olmaması ve zeminin sağlamlaştırılmaması nedeniyle yapının yat yatması örneği

İkinci önemli iş, uygulama aşamasıdır. Yapılacak yapının projeye göre arsaya aplike edilmesi (yerleştirilmesi) ve zeminin sağlamlaştırılması veya kazık temel varsa, bu konuda uzman denetçilerin, firmanın yaptığı işlemleri anında ve sıkı bir ölçümle kontrol ederek onaylaması gerekir. Çünkü gevşek zeminlerde sıkılaştırma işi tekniğine uygun yapılmaz veya kazık temel sağlam zemine kadar inilemez ve/veya  eksik malzeme kullanılırsa, bina sağlam yapılsa bile,  zamanla ufak depremlerde bu yapılar aşağı doğru çökmeye veya eğilmeye başlar, biraz kuvvetli bir depremde de zemin sıvılaşması sonucu aşağıya doğru batar veya kullanılamayacak derecede yan yatar. Ülkemiz ve kentimiz ne yazık ki bunun örnekleri ile doludur.

Binamızın temel altını iyi bir denetimle sağlam şekilde yaptık diyelim. Temelin, yeraltı ve yağmur sularından kaynaklanan rutubetten korunması için mutlaka, sıkıştırılmış mıcır

unnamed
Kolon kiriş birleşimindeki etriye yetersizliği nedeniyle oluşan hasarın bina dışından görünümü

üzerine atılan temel altı düzeltme betonu üzerine, çift katlı bohçalama yöntemi ile membran (rulo şeklinde sarılmış olarak satılan, petrol esaslı, su geçirmez bir yapı malzemesi) serilerek temel betonunun sudan yalıtılması gereklidir. Su yalıtımı süreklilik gerektiren bir imalat olduğundan membran, bindirme usulü yapıştırılarak ve ucu subasman seviyesine döndürülerek kullanılmak üzere, temelden taşırarak serilir ve delinmemesi için korunmasına itina gösterilir. Temel betonunda tesisatla ilgili imalatlar var ise, mühendislerin de bu imalatların yeri, genişliği ve yüksekliklerinin doğru yapıldığını denetlemesi gerekir. Su yalıtımı üzerine temel altı betonu atılır ve düz bir satıh yaratılır. Projeye göre varsa, temelde ısı yalıtımı için de gerekli çalışmalar yapılır. Sıra, binanın temel demirinin projesine uygun konulup konulmadığını ve etriye (Kolon ve kirişlerden geçen demirleri enine saran gereç) sıklığı, demir kalınlığı ve sayılarının doğruluğunu denetlemek, varsa eksiklerini tamamlatmaya gelir. Tabii ki denetçinin bu işi doğru denetleyebilmesi için iyi bilmesi gereklidir. Kalıpla demir arasındaki boşlukları sağlayan çiroz denilen parçaları, kolon ve kiriş demir filizlerini kelepçe gibi saran etriyeleri ve kolon-kiriş birleşimleri yakınındaki etriye sıklaştırmalarını kontrol eder. Ardından kalıbın ölçüleri ve sağlamlığını da inceleyip onay veren denetçi, beton dökümüne izin verir. Beton dökümü sırasında da, işin başında durmalıdır. Çünkü beton dökümü sırasında vibratör (beton vibratörü; beton içindeki malzemelerin homojen yayılması ve hava boşluğu kalmaması için kullanılan bir el makinesi) tutulup tutulmadığını ve doğru kullanılıp kullanılmadığını görmesi gerekir. Beton dökümünde vibratör kullanımı da

yasadigimiz-toplumsal-sikintilari-azaltmak-icin_-1
Etriyelerin doğru bağlanmayışı nedeniyle etriye sıyrılmaları ve bir araya toplanmaları da benzer hasarı oluşturur.

bilgi ister. Bilmeyen bir kişi yanlış kullandığında, betonun içindeki çimento, su ve mıcır taşlarını ayrıştırır ve beton özelliğini kaybeder. Ayrıca kontrol, döküm sırasında betondan numuneler alıp laboratuvarlara götürecek, kırdıracak ve beton sınıfının projedeki sınıfa uygunluğunu görecektir. Beton sınıfı uygun çıkmazsa bu çok büyük sorundur ve binanın geleceği için tehlikedir. O nedenle bir sonraki katın yapılmasına izin verilmez ve o kat betonu yıktırılır. Beton sınıfı uygun çıktı ve beton da uygun şekilde döküldü diyelim, ardından perde betonu ve subasman betonları dökülür. Daha sonra, betonun cinsine göre, beklenmesi gereken sürenin sonunda diğer katlara ait kolon, kiriş ve döşeme imalat işlemleri de bu şekilde yapılır ve denetlenir. Yeni çıkan malzemelerle, bekleme süresi minimuma indirilmiştir. 

Kontrolün işi, beton dökülmesi ile bitmez. İnşaatın sağlığı için -özellikle yaz aylarında ve sıcak bir iklimde ise çok daha önem kazanır-, betonun sulanması gerekir. Yoksa yeni dökülen beton yanar ve dayanımı çok azalır. 

yasadigimiz-toplumsal-sikintilari-azaltmak-icin_
Kolon-kiriş bağlantısında etriye sıklaştırılmasının yapılmayışı

yasadigimiz-toplumsal-sikintilari-azaltmak-icin_-6

Demir donatı yetersizliği, etriye bağlama hatası görünüyor. Beton kalitesizliği ise kolonun parçalanıp dağılmasından anlaşılıyor.

Temel ve subasmanı tamamlanan inşaatın tüm kat betonları da çevrede gerekli güvenlik önlemleri alınarak aynı şekilde denetlenir. Dış duvar, çatı veya terasın ısı yalıtımı ve su yalıtımları da tekniğine ve projesine uygun olarak yapılır. Böylece yapının, temelden itibaren çatıya kadar su sızdırmayacak şekilde inşa edilip edildiği denetlenerek kaba inşaat tamamlanmış olur. 

Yukarıda anlatılan bütün bu işler, sözleşmeye göre elbette ki müteahhit firmanın sorumluluğundadır ve kontrol görevlisinin betonun sulanmasına kadar başında durması mümkün olmaz. Ancak, birçok firma az maaşla tecrübesiz eleman çalıştırdığı veya bir elemana kapasitesinin üstünde iş  verdikleri için firma teknik elemanı bu işleri atlayabilir. Denetlediğim yapıların çoğu Kiraz, Çeşme, Kemalpaşa, Gümüldür gibi ilçelerin merkezinde veya köylerinde olduğundan, sulama konusunda benim yöntemim; inşaatın çevresindeki binalarda oturanlarla temas kurup, telefonla onlara sormak ve sulanmadıysa firmayı uyarıp sulanmasını sağlamak şeklindeydi.

Bir yapının zemini ve temeli sağlam yapıldıktan ve kat demirleri ile betonu yukarıdaki yöntemlerle denetlendikten sonra gerisi ayrıntıdır. Beton imalatlar bitirildikten sonra duvar imalatları, tesisat borulama ve kablo imalatları yapılır. Elektrik tesisatı elektrik mühendisince, ısıtma ve sıhhi tesisatlar makine mühendislerince denetlenir ve onaylanır. Asansör için hem elektrik hem de makine mühendisi denetim yapar. Asansörün işletilebilmesi için ayrı bir işletme ruhsatı gereklidir

Bu işleri denetleyen teknik elemanlar, kamunun parası ile çalıştıklarının ve görevlerini tam ve doğru yapmaları gerektiğinin bilincinde olmalıdır. Asla uzaktan bakarak veya gitmeden inşaatı kabul edip hakedişini ödememeli ama gereksiz yere, firmaya güç gösterisi ve kapris yapmamalı, ondan kendisi için hiç bir şey istememeli, verilse bile almamalıdır.

Bunlar, işin doğru yürütülebilmesi için en temel kurallardır. 

Yapılarda betonarmenin sağlamlığı çok önemlidir. Tuğla duvarın eğriliği düzeltilebilir ancak bir kolondaki, kirişteki eğrilik, çatlaklık öldürücü olabilir.  

unnamed-1
Depremde zarar gören bir okul yapısı

Depremlerden sonra görev aldığım eğitim yapılarındaki hasar tespit incelemelerim sırasında en fazla karşılaştığım inşaat hataları; kolon kiriş birleşimlerindeki etriye sıklaştırmalarının yetersizliği, kolon veya kiriş betonlarının içinde kalan hava boşlukları, betonun kalitesiz oluşu ve demirlerin eksik konulmasıydı. Birçok eğitim binası bu hatalar yüzünden yıkılmış veya hasar görmüştü. Yukarıda anlattığım inşaat imalatları ve denetim işleri doğru şekilde yapılsaydı, bu yapıların çoğu ayakta kalabilirdi. Çok daha önemlisi, özenle büyüttüğümüz çocuklarımızın canı tehlikeye atılmaz ve defalarca yüreğimiz yanmazdı.   

Bilindiği üzere, insanların çoğu inşaatlardaki son malzemeleri görerek karar verir. Zaten herkesin bu ayrıntıları bilmesi mümkün değildir ve gerek de yoktur. Çünkü bu işlerin doğru şekilde yapılması için, yüklenici firma kadar, hepimizin vergileri ile görevlendirilen teknik denetçilerin bu işlerini hakkıyla yapmış olması gereklidir. Düzgün ahlak yapısına ve etik kurallara sahip toplumlarda bu böyledir.    

yasadigimiz-toplumsal-sikintilari-azaltmak-icin_-2
Depremin üzücü etkileri ve kurtarma çalışmaları

Ama özellikle, denetleyici teknik personeli atayanlar, atadıkları kişinin bilgisini, sorumluluk sahibi olup olmadığını, görevini layıkıyla yapıp yapmadığını araştırmak, denetlemek ve kişiler bilgisiz ise önce onlara pratik eğitimi vermek ve daha sonra atamak, görevinde yanlış yapanları da denetlemek ve gerekli cezaları vermek zorundadırlar. Onun adamı, bunun tanıdığı veya arkası güçlü vb. diye liyakatsiz kişiler işe atanır ve yapılan yanlış işlemlere göz yumulup cezalandırma mekanizmaları da çalıştırılmazsa, üzücü olaylar artarak devam eder. Ne yazık ki,  ülkemizde bu durum oldukça fazladır ve gün geçtikçe artarak devam etmektedir. 

yasadigimiz-toplumsal-sikintilari-azaltmak-icin_-4

Denetim görevini gereği gibi yapmayanlar aslında, toplumun tümünü maddi ve manevi zararlara sokarlar. Çünkü yeniden yapılan her hatalı yapı, her iş, her işçilik  para ve zaman kaybı olduğu gibi, insanları da strese sokar. Bugüne kadar, değişik birçok yerde keyfi atamalar, bilgisizlik ve ihmal sonucu oluşan (maddi) kamu zararının ülkemize getirdiği toplam bedelin hesabının yapıldığını hiç görmedim. Eminim bu rakam çok büyük miktarlara ulaşmaktadır. Bunu söylerken manevi zararları da gözardı etmiyorum. Görevini iyi yapmayan bu kişilere ciddi cezai yaptırımlar uygulanmaz, işini iyi yapanla yapmayan bir tutulur, hatta yapmayanlar çeşitli ilişkiler ağı içine girip koruma altına alınır ve görevinde yükseltilirlerse, o toplumda doğru ve güzel işler yapılmasını beklemek saflık olur

VAN’DA KENTSEL DÖNÜÞÜM YIKIMLARI DEVAM EDÝYOR ÝL EMNÝYET MÜDÜRLÜÐÜ BÝNASI DA YAKILMAYA BAÞLANDI

Liyakatsiz Kişilere Verilen Yetkilere “Hayır!”

Kamuya ait inşatların denetimi üzerinden, bilgisiz yetkililerin ve liyakatsiz görevlilerin yaptığı yanlışların sonuçlarının toplumda nelere mal olduğunu hatırlatmaya çalıştım. Bu konuları kabaca da olsa bilirsek; yaşadığımız üzücü olayların nasıl zincirleme geliştiğini, her şeyin birbirine nasıl bağlı olduğunu, toplumsal değerlerin önemini ve en üstte de etik değerler, adalet, liyakat ve ‘bilim’in bulunduğunu daha iyi algılarız. Böylece her üzücü olayda tekrar tekrar üzülüp dövünmek yerine; neleri, niçin sorgulamak, neleri acilen düzeltmek ve nelere artık “Hayır!” demek zorunda olduğumuzu hiç unutmayız.

Bilimin yaygınlaştığı, liyakatin önemsendiği, aklın ve  vicdanların doğru çalıştığı, güvenli ve huzurlu bir dünyada, mutlu toplum zincirinin sağlam birer halkası olmamız dileği ile sevgi dolu güzel günlere…

Kapıları Çalan Benim, Kapıları Birer Birer…

Mihriban Yanık

Son günlerde hepimizin içini sızlatan kız öğrenci yurdu yangınında kaybettiğimiz (aslında yetkililerin cehaleti, kötü ahlakı ve sorumsuzluğu yüzünden ölen) masum kızlarımız için, bir daha aynı şeyleri yaşamayacağımız bir toplum olabilmemiz umuduyla, konuyla ilgili bir kaç şey yazmak istedim. 

Kamusal yapıların denetim ve izinleri genellikle kamuda çalışan elemanlar tarafından veya eleman yetersiz ise hizmet alımı yolu ile kamu adına denetim yapan kuruluşların elemanları tarafından yapılır. Bu görev, konu ile ilgili kanun, yönetmelik, genelge vb. Yasal mevzuat kurallarına göre yerine getirilir. 

Yürürlükteki kanun ve kurallar, bazı eksiklerine ve sürekli değiştirilen maddelerine rağmen tam ve doğru uygulanabilseydi, karşılaştığımız bütün bu acı olaylar bu kadar sık yaşanmazdı.

Adana’daki kız yurdu her ne kadar kamu tarafından inşa edilmemişse de, sevgili çocuklarımızın topluca bir binanın içinde barınmasına izin vermeye yetkili olan sadece devlet kurumudur. Bir cemaat, bir kişi, dernek, her ne ise, kendi kendine o kadar çocuğu izin almadan, sağlıksız bir binaya sokmuşsa ve bu durumu o yerin ilçe milli eğitim müdürü, ilçe kaymakamı, belediye başkanı, ildeki özel öğretim yurtlarından sorumlu kişiler, yani bizim vergilerimizle maaş alıp, o görevi bizim adımıza yapmakla yükümlü olan tüm kişiler görmemişlerse, kör mü olmuşlar? Görüp de, siyasi baskılar nedeni ile görmezden mi gelmişler. Ya da bile isteye tüm kanun ve yönetmelikleri hiçe sayarak, birilerinin gözüne girmek ve çıkar sağlamak için izin mi vermişler? Her biri de birbirinden kötü.. O zaman vergilerimizi yiyerek bize, tüm topluma, ama en önemlisi, kaybettiğimiz masum kızlarımıza ve çaresiz ailelerine ihanet etmişler demektir..

Kanunlarımıza göre, okul, yurt, hastane, belediye, vb. kamuya hizmet etmek üzere kullanılacak olan mevcut yapılar için kullanma izin verecek olan kurum önce, o binanın depreme dayanıklılık testini istemek zorundadır. Dayanıklı çıkması zor ama diyelim ki çıktı, bina planının ve inşaat malzemelerinin yangın ve depremde insanların kaçışına uygun olup olmadığı, yangın merdiveni imalatı ve malzemesinin yangın yönetmeliğine uygun olup olmadığına bakılır. Hatta kanunlarımıza göre, bu gibi kalabalıkları barındıran kamu yapılarında, savaş halinde insanların kaçabilmeleri için özel tasarlanmış sığınak ve yeterli WC zorunluluğu bile bulunmaktadır. Bütün bunların denetimsiz birçok özel okul ve öğrenci yurdunda olmadığı açıkça ortadadır. Peki, o halde kim vermiştir bu izni? Kanunlara aykırı olarak? 

unnamed

erhalde, bağımsız mahkemeler bunu kanun ve yönetmeliklere uygun olarak araştıracaktır ve sorumluları diğerlerine örnek olacak şekilde cezalandıracaktır!!!

Bu konuyu mesleği avukat veya hakim olanların takip etmesi ve bizleri bilgilendirmesi ne güzel olurdu. Böylece toplumsal bir denetim gerçekleştirerek vergilerimizle maaş alanların işlerini doğru yapmak zorunda olduklarını hatırlatır, konuyu sürekli gündemde tutarak, uyumadığımızı gösterirdik

Son olarak, bu olayda bana en acı gelen konuya değinmek istiyorum. 

Yurt yangınında, (herhalde kızlar kaçmasın diye) yangın çıkış kapılarının sıkıca kilitlenmiş olduğunu gördük. Kapı plastikmiş de genleşmişmiş de.. Gibi bir şeyler saçmaladı televizyondaki yetkililer. Plastikse niye denetlemedin? 

Yani kısacası, her şey kanunlara uygun yapılmış olsaydı dahi; örümcekli beyin zihniyetine sahip ve çözüm üretmezken aciz yöneticilerin kapıyı kilitlemesi yüzünden o masum yavrularımızı yine kaybedecektik. Bütün o güzel yavruların ailelerinin ahı, buna sebep olanların üzerinde olsun.. 

Nazım Hikmet’in, Hiroşima’da ölen kız çocukları için yazdığı bu şiir de bana, yangın sırasında kapıları zorlayıp da açamayan kızlarımızı anımsattı.  

KIZ ÇOCUĞU

Kapıları çalan benim,

Kapıları birer birer.                                      

Gözünüze görünemem,

Göze görünmez ölüler.

Hiroşima’da öleli,

Oluyor bir on yıl kadar.

Yedi yaşında bir kızım.

Büyümez ölü çocuklar.

Saçlarım tutuştu önce,

Gözlerim yandı kavruldu.

Bir avuç kül oluverdim,

Külüm havaya savruldu.

Benim sizden kendim için

Hiçbir şey istediğim yok.

Şeker bile yiyemez ki

Kaât gibi yanan çocuk.

 

Çalıyorum kapınızı,

Teyze, amca bir imza ver.

Çocuklar öldürülmesin

Şeker de yiyebilsinler.

Özel olup, kamu hizmeti veren tüm yapılar yurtlar ve okullar da hepimizin tüm işlerinde olduğu gibi, kanun ve yönetmeliklere uygun olmak zorundadır. Hiç kimse, sadece parası veya siyasi gücü olanın düdüğünün öttüğü bir ülkede yaşamak istemez. 

unnamed

Kanun önünde herkesin eşit olduğu, adil yönetilen bir ülkede yaşamak istediğimizi her fırsatta haykırmalıyız… 

Yetkililerin ‘birilerinin adamı‘ değil de,  bilgili ve sorumluluk sahibi olduğu, kızlarımızın, oğullarımızın neşeyle güldüğü, genç yaşlı el ele güzel günler için çalışan, üreten mutlu bir toplumda yaşamak dileği ile…

İstemezükçüyük… İsterdük… İstedük… İsterük…

Mihriban Yanık

Son günlerde aklım ‘istemezükçüler’ sözcüğüne takıldı.

Düşündüm, şu ‘istemezükçüler’ kimlerdir? Neleri istememişlerdir? Neden istememişlerdir?

Hemen birkaç örnek geldi aklıma.

Çok eskilere gidersek, birinci örnek olarak; paha biçilmez arkeolojik değerlerimizi, işlenmiş antik kent kalıntılarını, sanat harikası heykelleri işe yaramaz taş parçaları olarak gören dönemin padişahları, bu gün dünyanın her yerinden milyonlarca insanın hayranlıkla izlemeye koştuğu bu eserleri, ellerini ovuşturarak bekleyen dış ülkelere, hiç düşünmeden, yıllar boyunca hediye ediyorlar… O dönemde haddi olmadan (!)’neden veriyoruz?’ diye tedirgin ve cılız bir sesle soran, o nedenle de seslerini duyuramayan üç beş kişiydi ‘istemezükçüler’…

Peki, dönemin padişahları, bu eserlerin paha biçilmez değerde ve geçmişimizin kültürel zenginliği olduğunu bilselerdi verirler miydi? Elbette ki hayır…

Ama benim hala içim daralıyor, muhteşem ‘Knidos Aslanı‘ heykelinin nasıl götürüldüğünü gösteren fotoğrafı ve çizimi görünce…

izmir-099Cumhuriyetin ilk döneminde, ülkedeki her bir bireyin iyi bir eğitim almasını isteyen, bilim ve araştırmanın önemini kavramış yöneticiler tarafından köy enstitüleri kurulmuştu. Tam da, mezunları ülkenin dört bir yanına dağılmaya, ülke halkını eğitip bilinçlendirmeye başlamıştı ki; yine sömürü düzenini sürdürmek isteyen iç ve dış güçlerin yoğun baskı ve karalamaları ile bu okulların derhal kapatılması gerektiği (!) bildirildi… Ve gereği yapıldı…

Bu okulların kapatılmasını istemeyenler de dönemin ‘istemezükçü’leriydi…

Ama benim hala içim daralıyor, geçmişte yapılan bu hataları düşündükçe…

Sonra, savaş sonrası dönemin zorlukları içinde tam fabrikalarımızı, araştırma ve üretim tesislerimizi geliştirmeye girişmişken; birileri çıkıp o dönemin yöneticilerini ikna ederek, “neden uğraşıyorsunuz? Biz size yapılmışını hediye edelim” dediler. Ne kadar eski araç ve gereçleri varsa bize hibe (!) ederek, sık sık arızalanan bu eskilerin parçaları için bile dışa bağımlı olmamıza neden oldular. Tabii, araştırma, fabrika ve tesislere de elveda… Peki o zamanlar buna karşı çıkanlar kimlerdi?

Tabii ki, ‘İstemezükçü‘ler.

Ülkenin gelişimi yara almıştı. Ama olsun, zaten ülke böyle daha rahat yönetiliyordu…

Fazla uğraşmadan, kafa yormadan ülke yönetip (!) keyfine bakmak varken, nereden çıkmıştı bu ‘istemezükçüler’?

Tabii ki, derhal gereği yapılmıştı…

Ama benim hala içim daralıyor, üretimi unutup tüketim toplumu olmamıza, tohumumuzu ve buğdayımızı bile ithal eder hale geldiğimize bakıp…

Ülke genelindeki ‘istemezükçüler’i bırakıp, yaşadığımız kente bakalım biraz da;

Yıllar önce kent planları yapılırken ve uygulanırken, tarihi dokunun korunmasını isteyen ve güzelim hanların, köşklerin yıkılmasına karşı çıkanlar da, yol yapılmasını istemiyorlar diye ‘istemezükçü’ ilan edilmişlerdi…

Mezarlıkbaşı’ndaki katlı otopark bizzat dönemin belediyesi tarafından yapılmıştı Smyrna Antik Kenti Agora’sının dibine.

knidos-aslanc4b1
Knidos Aslanı

Başkan tarihi dokunun önemini bilseydi yaptırır mıydı hiç o çirkin binayı oraya? Tabii ki hayır…

Ve kalıntılar, sütunlar atılmıştı denize, oraya buraya, ‘istemezükçülere (!) aldırmadan…

Ama benim hala içim daralıyor, antik Agora’nın önünde dikilen o dev gibi beton otoparkı görünce…

Sonraları kentin kıyılarında, ormanlarında kaçak yapılara ve betonlaşmaya karşı çıkanlar da ‘istemezükçü’, körfeze dökülen akarsuların kıyılarındaki fabrikaların kaldırılmasını isteyenler de, güzel bir çabayla yıllardır büyütülen, geliştirilen kent ormanında yapılaşmaya karşı çıkanlar da ‘istemezükçü’ ilan edildiler.

Ama benim hala içim daralıyor, güzelim körfez kıyılarında beton kale gibi dizilen ve doğal hava dolaşımını engelleyip kenti boğan yapıları, 80’li yıllarda gücü elinde tutanların Balçova’daki ormanın içine yaptığı teras evleri, beni de görün diye bağıran tarihi Kervan Köprüsü’nün ve hızla yok olan eşsiz tarihi yapıların perişan halini görünce…

Konular çoğaltılabilir. Bunlar sadece birkaç örnek. Niyetim kimseyi kötülemek değil, olaylara genel olarak bakmak ve geçmişteki hatalarımızı görmek.

Bütün bunları düşünüp geriye doğru bakınca,

İstemezükçüler’ hiç de kötü şeyler istememişler,

Demek ki ‘istemezükçü‘ olmak kötü bir şey değilmiş…

O halde evet, ‘istemezükçüyük‘…

Ama sadece ‘istemezükçü’ değilük.

Geçmişteki tüm yöneticilerimizin bilgili ve bilinçli olmasını isterdük…

Evet, kentimiz için güzel şeylerin hepsini istedük…

Bu güzel şeylerin yapılmasını hala isterük…

Ve bunun için üstümüze düşen her görevi de yaparuk…

Ülkesini, halkını ve kentini iyi tanıyan, istek ve ihtiyaçları duyup görebilen, araştıran, bilimsel eğitim almış, kültürlü ve donanımlı, cesur, dürüst, eşitlikçi iktidarların, karar vericilerin, yönetimlerin çoğalması,

Halkımızın daha güvenli ortamlarda, araştırarak, sorgulayarak, öğrenerek, üreterek daha iyi, daha sağlıklı, daha mutlu, yaşaması, sevgi ve karşılıklı anlayışın artması dileği ile…