Doğan Kuban: Toplumu yaratan mimar

Kendisinden öğrendiklerimiz, hayatımıza yön verdi. Eğer bütün öğrencilerin, onun gibi öğretmenleri olsaydı, Türkiye bambaşka bir yerde olurdu. Yazısında bahsettiği ‘toplumsal sorumluluk duygusu‘ içimde öyle yer etmiş ki, bazılarının tüm yadırgamalarına ve engellemelerine rağmen, bu duyguyu sürdürmeye çalışıyorum. Yaşadığım sürece de onun izinde giderek, toplumun sağlıklı gelişimi ve bilinçlenmesi için çalışacağıma söz veriyorum.

Değerli hocam Doğan Kuban’ın Nisan 2016 tarihinde, 90. Yaş günü için kaleme aldığı ve çok etkilendiğim yazısını, sizlerin de okuması için aşağıda paylaşıyorum.

Mihriban YANIK

cats

Sevgili Dostlarım,

Bu yemekli toplantıyı sizleri görmek ve bir arada eski günleri, daha doğrusu, 1926’dan bu yana süren bir yaşamı(90 yıl olmuş!) hiç unutmak istemediğim aktörleriyle birlikte geçirmek için düzenledim. Sınıf arkadaşlarımın çoğu öldü. Öğrencilerimden ölen de çok oldu. Yaşlandıkça insanların yalnız kaldığını biliyorum. Fakat çalışmaya devam edenlerin yaşamdan tümüyle soyutlanmadığını da öğrendim. Bu dostluk mesajı vasiyet falan değil. Bu ülkeyi kurmak için genç yaşta çalışanların arasına genç yaşta katılmış biri olarak, artık boyutlarını bilmediğim, fakat anlamaktan vazgeçmediğim dünyada, geleceğe hala umutla bakmamı ve bir bakıma genç kalmamı sağlayan düşüncelerini sevdiğim insanlara anlatmak istedim.

İnsanlık tarihinin bana öğrettiği şu gerçeğe inanıyorum: Aklı olduğu için, insan canlıların en gelişmişi ve egemenidir. Fakat akıl iki tarafı keskin bir kılıç olarak çalışıyor. Yüceltici, iyilik ve güzellik dolu tarafı insan denilen süzme hayvanı yaratmış, uygarlık yolunu açmıştır. Aklın kötüye dönük yanı, insanı en tehlikeli hayvan türünden daha fazla kötülük yapan bir yaratığa çevirebiliyor. Dünyada sürüp giden cinayetler, açlık, eziyet, işkence, acımasızlık hayvanlarda olmayan, insan özellikleridir. İnsanı kendinden umutsuzluğa düşüren de budur.

Fakat tarihin öğrettiği bir süreç daha var: Akılın iyi yönü, uygarlık denilen düşünce ve yaratıların gelişmesini sağlamıştır. Haksızlığa ve yalana başkaldırışı ve yaratıcılığı ile bilim, felsefe, etik, edebiyat, sanat, musiki, tiyatro, opera, film üretmiş; insanlığı ilkelden uygara, toplumları despotluktan demokrasiye götüren yolda bu güne ulaştırmıştır. Bunun adı, çok yaygın olmasa da, uygarlık. Akıl sadece organik bir mekanizmadır. Tarih, aklın iyilikten yana çalıştığını kanıtlıyor. Fakat her zaman kötülük planlayabileceğini de gösteriyor. Bugünkü halimize bakarsak uzun sürede iyilik ağır bastı diyebiliriz.

Kapitalizmin ve savaşın devam etmesine karşın en uygar ve demokrat toplumların en zengin toplumlar olması önemlidir. Gerçi bunun arkasında zengini fakiri sömürme mekanizması işlemeye devam eder. Kanımca bunun temel nedeni yaygın olan cehaletin bazı toplumlarda olan egemenliğinin sürmesidir. Bu da daha iyi yetişmiş toplumların cahilleri sömürmesini kolaylaştırıyor.

İslam, dünyanın cahil toplumlarının 1,5 milyarlık en büyük bölümünü de barındırıyor. Dolayısıyla kaderi kölelik. Öte yandan Batı yani Avrupa ve bir oranda ABD, tarihin Rönesans’tan bu yana tanımladığı ve orada yoğunlaşan uygar ortam, bütün sömürü tarihine karşın, insanlık için birinci umut kaynağı olarak kalıyor. İkinci umut kaynağı birincinin sağladığı bu geçmiş perspektifi üzerinde Batı tarihinin sunduğu pozitif değişim potansiyelini göstererek insanların umutlarını ayakta tutuyor.

Fakat bu gelişmişliğe ulaşmak için İslam’da, Türkiye’de genel bilgi düzeyinin yükselmesi, bu bağlamda bilinçlenmiş bir politik irade ve yoğun entelektüel çaba gerekiyor. Fakat sıradan insanlar geçmişi tarihçi gözüyle göremezler. Günümüz büyük umutsuzluğa düşmüş milyarlık insan topluluklarıyla dolu. Fakir İslam toplumlarından kaçanlar Avrupa ve Amerika kapılarında kuyrukta.

Eğer umut varsa nasıl gerçekleşecek? Soru bu. İnsanlığın dünyaya bilimsel değil, mitos bulutları içinden baktığı çağlarda kimse umudunu yitirmemişti. Büyük destanlar, büyük dinler, ütopyalar bu umutları sergilerler. Bu bağlamda akıl kılıcının iyi tarafı her zaman insanın hizmetindedir.

Olasılıkla insan yaradılışının en büyük özelliği umutlu olmaktır. Buna yaşam iradesi de diyebilirsiniz. Neye inanırsanız inanın, yaratma yaşatmayı da içerir. Evrim, kişi temelinde olmasa da, insan türü bağlamında bunun pozitif sonucudur. Monoteist din geleneğinde de Tanrı insanlara bunu vadeder. Çağdaş insan geleceği bilimin olanakları içerisinde tanımlar.

Biraz da benim gibilerin hala bir temel görev olarak gördükleri “toplumu geleceğe hazırlama” konulu bir sorumluluktan söz etmek istiyorum. İnsanlar bugüne böyle bir sorumluluk bilinci içerisinde ulaştılar. Dünyanın her köşesinde gelecek için çalışan milyonlar var. Umudunu yitirmeyenlerden biri olarak, kiminizin ütopya olarak göreceği bazı düşüncelerimi size anlatmak istiyorum. Umut yitirmek, ‘Ne olacak halimiz?’ deyip, her gün yakınmak, ‘Gözlerimi kaparım, vazifemi yaparım’ diye emir eri gibi düşünmek, ‘Ellen gelen düğün bayram’ diyerek vurdumduymaz olmak, ya da kafası çalışmadığı ve azla yetindiği için sadaka ile yaşamak, çağdaş insana yakışmıyor. Cumhuriyetle doğmuş ve yetişmiş olmanın anıları ve etkisiyle, hala insanları aydınlatmakla görevli olduğumu düşünüyorum.

Sevgili Dostlar,

Benim yaşımda olanlar için bu dünya çok yeni ve farklı… Ne kadar gayret etsem, değişikliklerin farkında olsam da değişiklikleri izlemem, bu hıza, kalabalığa, insanların hoyratlığına alışmam olası değil.

İstanbulluyum. İstanbul’un tarihini yazdım. Ama bu kenti, eskiden yaşadığım mahalleler de dahil, tanımıyorum. Bana İstanbul’dan donuk hayaller ve şimdi yaşadığım Anadolu Hisarı ve Boğaziçi’nde görünce hala tanıyabildiğim birkaç yapı kaldı. İstanbul, bildiğimiz ya da uzman olarak tanımladığımız kent özelliklerini taşımıyor. Evrensel bir spekülasyon pazarı olarak görünüyor. Pazarın satıcıları bütün dünyadan. Alıcıları içinde de bütün dünya var.

Anadolu pek çok köşesinde yaşadığım ve her yöresini gezmiş bir mimarlık tarihçisi olarak, çok iyi bildiğim bir ülkeydi. Şimdi tanımıyorum. Hiçbir Anadolu kentini büyük bir kent olarak anımsamıyorum. Ankara, İzmir, Adana dışında. Bu bir tür yabancılaşma ve dışlanmış olma, toplumsal değişmenin doğal sonucu; dünya da böyle değişiyor.

‘Alienation’ ‘Yabancılaşma’ önemini hiç yitirmeyen bir deyimdir. Teknolojik iletişim, bilişimin değişme parametreleri, insanların izleyemeyecekleri kadar hızlı. Yüzyıl önce her yere eşeksırtında giden Anadolu köylüsü şimdi lüks otobüsler ve uçaklara özeniyor.

Türkiye’nin temel sorunlarından biri, köylü halkın kentlere göçü ve kentlileşememesidir. Bunun tarihi Cumhuriyet’ten bu yana, 1980’e kadar ilk aşama, 1980’den sonra ikinci aşama olarak değerlendirilebilir. Tabii ivmeler giderek çok hızlanıyor.

Kurtuluş Savaşı’nda fakir, kırsal, okuma yazması olmayan 10 milyon insan vardı. 1938’de Mustafa Kemal Türkiye’si idealleri, 100.000 kişilik bir Ankara’sı, yeni kurulmakta olan kurumlarıyla gelişmeye başlayan fakir bir köylü ülkesiydi. İkinci Dünya Savaşı’ndan paçasını zor kurtardıktan sonra, geriye bakmaya başlayan bu toplum, Amerika’nın eline düştü. Daha doğrusu 1945’ten sonra Amerika, kapitalist batılı dostlarıyla, kendine göre bir dünya planladı.

Benim kuşağım, bunlardan önce, devrimlerle birlikte, kırsal Anadolu’da yetişti.

1950’den sonra dışarıda kurgulu bir demokrasi bozuntusu ile Ordu arasında oynanan ve 1980 darbesine kadar süren bir süreçten geçtik. Sonra zorbalık, yeni kapitalizm ve kentleşme-kırsallaşma, sanayileşme karışımı bir az gelişmiş toplum sürecine girerek bugüne ulaştık.

Kent nüfusunun artması, yapı alanına indirgenmiş az yoğun bir sanayileşme, eğitilmemiş kırsal milyonlar aşamasından, on milyonlarca öğrenciye öğretim veren megalapois aşamasında bir toplum olduk. Son aşamada Türk toplumunun dünyanın önde gelen cahil toplumlarından olduğunu öğrendik. Uluslararası kapitalizmin zorunlu ortağı olarak, evrensel ekonomi piyonu görevini yerine getirmeye başladık. Dışarıdan güdülen yarı sömürge sisteminin sonuçlarını da her gün saklanmaya çalışılan cinayet listeleriyle birlikte okuyoruz.

Sevgili Dostlar,

Doksan yaşında bir adam dosyalarını dolaplara kaldırabilir. Kitaplarını okumaz. Oturduğu yerden dünyanı seyredebilir. Fakat bizim kuşak İslam dünyasında eşi olmayan bir Cumhuriyet Devrimi’nin içinde yetişip ona omuz veren bir kuşaktır. Bizi yabancı emperyalizmler değil, ona karşı çıkanlar yetiştirdi. Gerçi hiçbir ülkenin adamları tümüyle sütten çıkan kaşık değildir. İyisi de olur, kötüsü de. Ama sadece Türkiye Yirminci Yüzyıl İslam Dünyası’nda, hatta dünyada 1950’ye kadar örnek gelişme gösteren bir ülke idi. Bunu sonradan reddedenlerin kime ve neye uşaklık ettiklerini merak etmedim. Ama kendi ülkelerine çok zarar verdiler. Ülkenin geldiği durum bunu anlatmıyorsa, o tiplere davul zurna da az gelir.

Fakat ülkenin geleceği beni hala ilgilendiriyor. ‘Bu durum nasıl analiz edilebilir? Öncelikler ve yöntemler iyi niyetli aydınlar için ne olmalı?’ diye yıllardır düşünüyorum. Bunun sonucunda uymaya çalıştığım birkaç ilke geliştirdim. Umarım üzerinde düşünmeye değer. Kimi uzman ve aydınların sokaktaki adam gibi vurdumduymaz olmalarına, çaresizlik ve suçluluk hisleri duymalarına engel olabilir.

1. Geri kalmış toplumların üyesi ile olsalar, o toplumun yetiştirdiği, orada yaşayan, onun ekmeğini yiyen ve kendilerini uygar olarak görenlerin sadece kendi işleriyle ilgilenmeleri ve sürüp giden toplumsal haksızlıklardan kendilerini soyutlamaları insanlık onuruna aykırıdır. Bu tavır Osmanlı kul toplumunu batıran ve bugünkü yarı sömürge durumunu devam ettiren ilkel bir tutumdur.

2. Her düşünen insanın, toplumsal konumu, eğitimi, bilgisi ve duyarlılığı oranında çevresine doğru bildiğini anlatması önce akıl sonra vatandaşlık sonra da geleceğin yolunu aydınlatacak basit bir uygar insan çabasıdır.

3. Bu küçük aydınlık odakları toplum sinerjisini, insanların kendilerine ve geleceğe umutlarını korumaya yardım edecektir.

4. Kimse kendini yalnız hissetmemelidir. Bunun parti, dernek, çalışma grubundan öte ve onun üstünde bir insani dayanışma örneği olması gerekir.

5. Bu kanlı bir dayanışma formülü değil, bir insan hatta hayvan grubu da dayanışmasının çağdaş koşullar ve iletişim teknolojileri ortamında uygulaması olarak düşünülmelidir.

6. Ekonomik ve toplumsal rahatsızlıklar ve sayısız insanın sürekli yaşamına mal olan tehlikeler bütün ülkelerin kapısında ve Türkiye’nin içinde olduğu için hem korkup, hem tepki göstermemek haysiyetsiz bir tutumdur.

7. Dayanışma, geçmiş politik ideolojilerden, var olan örgütlerden değil, gerçek bir insan sevgisinden kaynaklanmalıdır.

8. Böyle bir davranışın yaşamınıza kazandıracağı yeni boyut, dışarıdan gelen bir işaretten değil, kendi insanlık bilincinizin kişiliğinizi ve varlığınızı zorlayan enerjisinden kaynaklanmalıdır.

9. Bu enerji tanımı güç bir insanlık ve sorumluluk duygusuna dayanıyor. Bu yaşımda buna sahip olmak mutluluk verici. Dostlarıma da tavsiye ediyorum.

Son Bir Gözlem

Hepsinden temel, sade Türkiye için değil, fakat her devlet için olmazsa olmaz iki çağdaşlık ölçütü var: Biri bilimsel düşüncede çağdaşlık, ikincisi öncül teknoloji üretiminde yeterlilik. Bunların müşterisi olarak kaldıkça büyük üreticilerin müşterisi yani kölesi kalacaksınız. Şimdilik müşterisiyiz. Bu, herkesin çok merak ettiği Osmanlılıktır.

Doğan Kuban

Nisan 2016, İstanbul

dogan-kuban-icerik

http://mimarist.org/gundem/4696-degerli-hocamiz-dogan-kuban-in-90-dogumgunu-vesilesiyle-kaleme-aldigi-yazi.html

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s