Yağma devam ediyor!

Ali Rıza Avcan

İzmir Büyükşehir Belediyesi‘nin 27 şirketini, eskisi ve yenisiyle CHP‘li bir belediyenin şirketlerindeki koltukların, 31 Mart 2024 tarihli seçimler sonrasında, o koltuklarda oturan eskilerin çöp sepetine atılıp yeni misafirlere de “siz daha önceleri neredeydiniz? Sizi sabırsızlıkla bekliyorduk” dercesine; adeta, fethedilen düşman kalesinden ele geçirilmiş ganimet gibi nasıl yağmalandığını ortaya koyduğum 8 Temmuz 2024 tarihli “Ganimetler galibindir” başlıklı yazımdan bu yana, tamı tamamına 4 ay 10 gün geçmiş…

Yağma, yolsuzluk, hırsızlık, ganimet vb… vb… vb…

Bu kadar kısa bir sürede, yakın zamanda yayınlanıp herkesin merakla okuduğu İzmir Büyükşehir Belediyesi ile İZFAŞ ve İZDOĞA şirketlerinin 2024 yılı denetim raporları sayesinde hiç bilmediğimiz, haberdar olmadığımız yeni bilgilerle karşılaştık; kıyıda köşede kalmış gizli kuytularda % 49 hisselerle ve özel amaçlarla kurulmuş birtakım hibrit şirketler sayesinde belediye hizmetlerinden başka işlerin “özel” ya da kamuoyunca bilinip tanınmayan kişilerle birlikte nasıl kotarıldığını öğrendik.

AKP iktidarı süresince, o eski bildiğimiz mali denetim kurumu Sayıştay‘ın cemaat örgütlenmeleri nedeniyle Sayıştay olmaktan çıktığını ve yayınlanan denetim raporlarının sansürlenip yayınlandığını bilmekle birlikte; her yıl yayınlanan Sayıştay denetim raporlarını izleyip okumanın bize böyle sürprizler getirdiğini görmek de hoş, güzel bir şey…

İşte o nedenle, bize bir sürpriz gibi gelen bu yeni bilgilerle sayısının 27’den 33’e çıktığını öğrendiğimiz 16 belediye şirketiyle bu şirketlerin hissedarı olduğu 17 şirketi; daha doğrusu, koskocaman bir belediye holdingini yeniden masaya yatırıp incelemeye karar verdim.

Ancak bundan önce, çoğunluk hissesi İzmir Büyükşehir Belediyesi‘ne ait şirketlerle bu şirketlerin ortak olduğu toplam 33 şirketin adını, güncel sermaye miktarını, kayıtlı olduğu ticaret müdürlüğü bilgisiyle sicil numarasını, şirketle ilgili en son ilamın yayınlandığı Türkiye Ticaret Sicili Gazetesi (TTSG) yayın tarihini, yönetim kurulu üyelerini ve genel müdürle yardımcılarını gösteren en yeni listeyi sizlerle paylaşmak isterim.

Tabii ki bu arada, şirketlerden birini alıp yerine başka birini koymaya meraklı ve hevesli, bunu adeta bir oyuna ya da alışkanlığa dönüştüren yeni belediye başkanı Cemil Tugay boş durmayıp yeni görevlendirme yazılarının altına imzalar atmamışsa…

Ayrıca bu listenin, söz konusu şirketlerin İnternet sayfasındaki “Bilgi Toplumu Hizmetleri” bölümündeki bilgi ve belgelerle TTSG‘nde yayınlanan ilamlar dikkate alınarak hazırlandığını, son günlerde gündeme gelen İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu‘nun İzmir‘e yolladığı yeni genel sekreter Ramazan Ercan‘ın Cemil Tugay‘ın bu görevden ayrılmasından sonra İZFAŞ yönetim kurulu başkanı olduğuna dair haberlerde olduğu gibi, henüz TTSG‘nde yayınlanmamış olan yeni görevlendirmelerin bu listede yer almadığını ifade etmek isterim.

Ardından da bu yeni tablo üzerinden İzmir Büyükşehir Belediyesi‘nin 33 şirketindeki görevlendirmeler konusunda şu an itibariyle gördüğüm, görebildiğim yanlış, eksik ya da ilginç noktaları maddeler halinde özetleyerek sizlere yardımcı olmak isterim:

CHP‘li belediyeler ve belediye başkanları, çoğu kez Cumhuriyet‘in ilk yıllarında inşa edilen tüm fabrika, kurum ve kuruluşların 1980 yıllardaki Turgut Özal iktidarı sonrasında, özellikle de AKP döneminde özelleştirmeler yoluyla yok edildiğini söyleyip kendi yaptıklarını “sosyal belediyecilik” ya da “toplumcu belediyecilik” olarak takdim etseler de; asıl olarak, devraldıkları belediye şirketleriyle ve bunların faaliyet alanlarını zaman içinde genişletip sayılarını arttırarak o özelleştirme rüzgarını başka bir şekilde sürdürmüş, belediye eliyle belediyecilik yapmaktan vazgeçip kapitalizmin sömürü araçlarından biri olan şirketler eliyle belediyecilikle ilgisi olmayan işler yapıp, halkın aleyhine ve sermayenin yararına işler yapıyorlar…

Bunun en güzel örneklerini ise, İzmir büyükşehir belediye başkanlarının eş, dost, akrabalardan oluşan liyakatsiz kişilere terk ettiği, o nedenle kötü yöneticiliğin bir sonucu olarak her yıl artan miktarda zarar eden; buna rağmen, faaliyet alanları belediye hizmetlerini aşacak şekilde devamlı genişleyip sayıları sürekli artan 33 adet belediye şirketinde görebiliriz.

Gelin isterseniz bu belediye hizmetlerinin şirketler eliyle özelleştirip holdingleşme hikayesinin son ayrıntılarını hep birlikte izleyelim:

Evet, yazımızın başında da ifade ettiğimiz gibi belediye şirketlerinin sayısı, 8 Temmuz 2024 tarihinden sonra; daha doğrusu biz o şirketlerden haberdar olmadığımız, o yeni şirketlerin isimleri belediyeye ait hiçbir resmi belgede yazılı olmadığı için bizim cahilliğimiz çerçevesinde 27’den 33’e çıkmış. Neyse ki, İZDOĞA ve İZFAŞ Sayıştay denetim raporları sayesinde bu şirketlerden haberdar olduk… Tabii ki, iş işi geçtikten, atı alan Üsküdar’ı geçtikten sonra…

Tamı tamamına 33 şirket… Nüfusu İzmir‘e göre daha fazla olan İstanbul ve Ankara büyükşehir belediyelerindeki şirketlerden daha fazla sayıda şirketimiz, şirket sermayemiz, şirket yöneticimiz ve daha çok şirket yolsuzluğumuz varmış… Bu yolsuzluk, hırsızlık, kamu zararı ve israfın vahim sonuçları ise bunlardan sadece ikisini oluşturan İZFAŞ ve İZDOĞA 2024 yılı Sayıştay denetim raporlarında yazılı… Birisi çıksın da, “biz bunları yapmadık” desin!

İzmir Büyükşehir Belediyesi son zamanlarda İZENERJİ, İZDOĞA ve İZFAŞ gibi şirketleri eliyle % 49 hissesi kendisine, geriye kalan % 51 hissesi birtakım şahıs ya da kişilere ait ilginç, tuhaf şirketler kuruyor. Bizim daha önceden bildiğimiz İZGÜNEŞ A.Ş. ile Sayıştay denetçisinin ortaya çıkardığı İZMAVİ ve İZHABİTAT şirketleri böylesine kurulmuş şirketler. Bu % 49 + % 51’in nedeni şu ana kadar anlaşılmış değil. Muhtemelen belediye hissesinin % 50’yi aşması durumunda Sayıştay denetimine giriliyor olması nedeniyle bu şirketlerin, Sayıştay denetiminden kaçırmak amacıyla bu şekilde kurulduğu anlaşılıyor.

Şirketlerin % 51 payına sahip tek ortaklı şirketler de ya kamuoyunca bilinip tanınmayan ya da kötü şöhretleriyle tanınıp bilinen isimler… Örneğin İZGÜNEŞ‘teki % 51’lik hisseye sahip olan Barteş Enerji Sanayi ve Ticaret Limited Şirketi‘nin İnternet, sosyal medya ve kamuoyu ölçeğinde bilinmeyen tek ortağı Osman Barlas Kuşçu, İZMAVİ‘nin % 51’lik hissesine sahip olan Atlas Atık Yönetimi ve İnşaat Sanayi Ticaret Limited Şirketi‘nin tek ortağı Ender Haberdar ile Ber Çevre ve Lojistik Anonim Şirketi‘nin tek ortağı Serdar Göktürk ve onlarla birlikte çalışan Güldenir Kurtar, İZHABİTAT‘ın yine aynı şekilde % 51 ortağı olan Bitkisan Ziraat Peyzaj İthalat İhracat Sanayi ve Ticaret Anonim Şirketi‘nin pek tanınıp bilinmeyen tek ortağı Ercan Kahveci… Ne hikmetse kurulan şirketlere % 51 oranıyla hissedar yapılan isimler hep tek ortaklı şirketlerin sahibi…

Diğer yandan bu isimler arasında yer alan Erzincan, Refahiyeli Ender Haberdar ismi diğerlerinden farklı olarak kamuoyu tarafından fazlasıyla bilinip tanınıyor; ama o da hiç ummadığınız bir şekilde… Bunu en iyi şekilde sevgili dostum gazeteci Serdar Öztürk‘ün henüz dumanı üstünde tüten 16 Kasım 2024 tarihli en son yazısından öğrenebilirsiniz…

Aşağıya eklediğim tablodan göreceğiniz gibi, devamlı zarar eden İzmir Büyükşehir Belediyesi şirketlerinin sermayesi, belediye bütçesinden; yani, kamu kaynaklarından yapılan aktarmalarla devamlı büyümekte ve bu büyük sermaye tutarları bir israf konusu olarak hepimizin cebini, cüzdanını, hepimizin bütçesini olumsuz yönde etkiliyor… Bu büyüklük gördüğünüz gibi, 30 Temmuz 2023 tarihinde 7,5 milyar düzeyinde iken 22 Ocak 2024 tarihinde 8,8 milyara, 7 Ekim 2024 tarihinde 11,5 milyara ve son olarak 18 Kasım 2024 tarihi; bugün itibariyle 12 milyar liraya yükselmiş durumda… Tablodaki yeşille boyanmış hücreler sermayenin azaltıldığı şirketleri, kırmızıyla boyanmış hücreler ise arttırılan şirketleri gösteriyor.

Sermayesi bugünkü tarih itibariyle 1.836.550.000.- lira olan İZBETON‘un, geçmiş yıllar zararı bağımsız denetim şirketinin raporuna göre 31 Aralık 2023 tarihi itibariyle 5.595.361.681.- lira, 2023 yılına ait faaliyet ve net dönem zararı 482.140.311.- lira olduğu ve bu rakamlar toplam dönen varlıklarını 984.637.457.- lira düzeyinde aşmış olmasına karşın; bugün itibariyle iflas etmiş olan bu şirketin yönetim kurulu koltuklarını işgal edenlere herhangi bir şekilde hesap sorulmaksızın halen belediye bütçesinden kaynak aktarılıyor olması, bu şirketlerin İzmir’in ve bizlerin refahını nasıl bir sülük ya da kene gibi nasıl sömürdüğünün en iyi örneğidir. (1)

31 Mart 2024 tarihli seçimlerin kazananı Cemil Tugay, başkanlık koltuğuna oturduğu günlerde bazı belediye şirketlerini kapatıp yönetim kurulu üyelerinin sayısını azaltacağını belirtmekle birlikte; aradan geçen 7 ayın sonunda hiçbir şirket kapatılmamış, yönetim kurullarındaki üye sayısı ise vaat edileni doğrulayacak düzeyde azalmamıştır.

Bunun en iyi kanıtı ise, Tunç Soyer döneminin son aylarına isabet eden 22 Ocak 2024 tarihinde tüm şirketlerde belediye başkanınca görevlendirilmiş 132 adet yönetim kurulu üyesi bulunduğu halde 18 Kasım 2024 tarihinde % 15,91 oranındaki bir azalmayla 111 adet yönetim kurulu üyesinin bulunmuş olmasıdır.

Karşımızda ilginç bir belediye başkanı var… Adeta okullardaki sınıf mümessilleri gibi bir zamanlar yanaştığı Özgür Özel ya da şimdilerde yanaştığı yeni limanı Ekrem İmamoğlu adına sınıfta konuşanı yazıp tek ayak üstünde cezalandırır gibi şirket yöneticisi yaptıklarını büyük bir dikkatle izliyor, herhangi bir yanlış hareketini gördüklerini cezalandırmak amacıyla anında görevden alıyor, kendisine biat edenleri ise koruyup kolluyor… Bir anlamda Karşıyaka‘dayken yaptıklarını aynen devam ettiriyor… Bunu da daha çok kendisinin güvenip seçtiği, özellikle de belediyede danışman, daire başkanı ve şube müdürü olarak çalışırken verdiği payeyle şirket yöneticisi olarak görevlendirdikleri için yapıyor… Bu tür liyakatsiz insanları şirket yöneticisi yapıp daha sonra beğenmediği bir davranışları olduğunda; örneğin kendisine muhalif bir hareketin içinde girdiklerinde ya da adları Sayıştay denetim raporunda geçtiğinde isimlerinin üstünü çizip hemen görevden alıyor…

Sınıf mümessilinin marifetleri: Tek ayak üstünde ceza almak… 🙂

Bunun en yeni örneği ise, İZBETON‘un iflas aşamasına geldiği ilk günlerde, “ben size yurtdışından finansman kaynağı bulurum” diyerek yerini korumaya çalışan ve Tunç Soyer‘in “dışişleri bakanı” olarak tanınan Onur Kadir Eryüce‘yi İZDOĞA‘nın başına getirip yine aynı şekilde dış ilişkilerden sorumlu başkan danışmanı olarak görevlendirmesine; böylelikle Tunç Soyer‘in sağ kolu olarak tanınan bu şahsın “kral öldü, yaşasın kral” şeklinde ortaya çıkan tercihine rağmen onu Sayıştay‘ın son İZFAŞ denetim raporunda adının geçmiş olması ya da yine aynı gerekçeyle İZFAŞ genel müdürü Canan Karaosmanoğlu‘nu hemen görevden alması olarak gösterilebilir.

Sanırım bu nedenle, şirket yönetimlerinde yer alan bu şahısların tümü sabah akşam Cemil Tugay‘ın ya da İzmir Büyükşehir Belediyesi‘nin sosyal medya paylaşımlarını ❤️ işareti koyarak beğenmek, hitap ederken de mutlak bir itaatle onun gözlerine minnetle bakıp “başkanım” ya da “başkanım öyle uygun gördü” demeyi vazife biliyorlar… Adeta büyük usta Nazım Hikmet‘in “Davet” isimli şiirinde söylediği şu sözleri hatırlatırcasına;

Tunç Soyer‘in İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı olduğu dönemde belediye ve şirketlerin yönetiminde Bornova Anadolu Lisesi (BAL) mezunlarının oluşturduğu bir grubun ağırlığı vardı ve bu durum çoğu kez eleştiri konusu oluyordu. Şimdi de, yeni belediye başkanı Cemil Tugay‘ın belediyeye beraberinde getireceği kadro konusunda büyük sıkıntıları olduğu için el attığı ilk grup Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi‘nde birlikte okuduğu sınıf arkadaşları ve onların oluşturduğu “Sınıf arkadaşları grubu” olmaya başladı. Daha önce hiçbir belediye tecrübesi olmayan genel sekreter yardımcısı hekim Pınar Okyay, Grand Plaza yönetim kurulu üyesi yapıp eşiyle birlikte APİKAM‘ı teslim ettiği Nejat Yentürk ve Eşrefpaşa Hastanesi‘nde yönetici olmadığı halde şirket yönetim kurullarına yerleştirilen hekimler bu grubun oluşmaya başladığının en önemli işaretleri… Belli olmaz, belki bu gruptakiler Cemil Tugay‘ın Karşıyaka belediye başkan adayı olduğunda onunla birlikte Karşıyaka Spor Kulübü formalarını giyerek Cemil Tugay lehine propaganda çalışması yapan hekimler arasındaki şahıslar bile olabilir…. (2)

Cemil Tugay’ın sınıf arkadaşı hekimler propaganda çalışmasında; “Kaz gelecek yerden tavuk esirgenmezmiş…” 🙂

İzmir Büyükşehir Belediyesi‘nde yönetici konumunda çalışan bazı şube müdürü ve daire başkanları; özellikle de ESHOT ve İZSU‘daki yöneticiler ağırlıklı olarak şirket yönetim kurulu üyesi yapılırken bu yeni dönemde bazı daire başkanlarının bu imkandan yararlanamadığı görülmekte… Tunç Soyer döneminde bu şekilde yönetim kurulu üyesi olan Kültür ve Sosyal İşler, İtfaiye, Mezarlıklar, Kent Tarihi ve Tanıtımı, Strateji Geliştirme, Basın Yayın ve Halkla İlişkiler, Sosyal Hizmetler, Sağlık İşleri, Kentsel Dönüşüm, Muhtarlık İşleri, Emlak Yönetimi ve Afet İşleri dairesi başkanlarının şirket yöneticisi yapılmaması, şube müdürü ve daire başkanları arasında ayrımcılık yapıldığını gösteren oldukça dikkat çekici bir durum…

İzmir Büyükşehir Belediyesi ile ilgili 2024 yılı Sayıştay denetim raporunda da belirtildiği üzere, belediyede yönetici pozisyonunda olmayan danışman, hekim gibi kişilerin belediye şirketlerinde yönetici olarak görevlendirildiği görülmekte…

Başkan danışmanları Elif Demirci İşleyen‘in İZDOĞA‘da, Ali Suha Sabuktay‘ın İZTARIM‘da yönetim kurulu üyesi, APİKAM‘da “kurum danışmanı” adıyla adeta APİKAM‘ın asıl yöneticisiymiş gibi istihdam edilen Aybala Yentürk‘ün buna ek olarak İZELMAN yönetim kurulu başkanı, Eşrefpaşa Hastanesi başhekim yardımcılarından Filiz Dağ‘ın İzmir İnovasyon‘da, Bayram Köse‘nin İZELMAN‘da, doktor Gaffar Karadoğan‘ın İzmir İnovasyon‘da ve Yavuz Uçar‘ın Grand Plaza‘da yönetim kurulu üyesi yapılması bu hukuksuzluk ve yağma düzeninin en iyi örnekleridir.

İzmir Büyükşehir Belediyesi‘nin 2024 yılı Sayıştay denetim raporunda da belirtildiği gibi, asıl görevi karar ve uygulama birimlerinden bağımsız bir şekilde belediye içi faaliyetleri denetlemek olan İç Denetim Birim Başkanı Cahit Kurtalan‘ın kurulduğu günden bu yana yaptığı faaliyetlerle tartışmalara konu olup; işte bu nedenle, yeni belediye başkanı Cemil Tugay tarafından temkinle yaklaşılan İZTARIM A.Ş.‘nde yönetim kurulu üyesi yapılması ve kendisinin bunu kabul etmiş olması, belediyenin iç yapısındaki karar, yürütme ve denetim birimlerinin ayrılığı ilkesine ve kamu etik değerlerine, daha doğrusu ülke düzlemindeki dengeler bozulduğu için CHP ve diğer muhalefet partileri tarafından sık sık gündeme getirilen yasama, yürütme ve yargı güçleri arasındaki “Güçler Ayrılığı İlkesi” uyarınca doğru ve hukuki değildir.

Yine aynı şekilde, asıl görevi belediye şirketleri hakkında karar verip bunların faaliyetlerini denetlemek olan İzmir Büyükşehir Belediye Meclisi‘nin bazı ayrıcalıklı üyeleri şirketlerin yönetim kurullarında görevlendirilmiştir.

İzmir Büyükşehir Belediye Meclisi‘nin CHP‘li üyeleri Zafer Levent Yıldır‘ın İZBETON‘da, Saadet Çağlın‘ın ÇEŞTAŞ, İZENERJİ ve İZETAŞ‘ta, Nilüfer Bakoğlu Aşık‘ın EGEŞEHİR‘de, Mustafa Özuslu‘nun İZFAŞ ve İZMİR DOĞALGAZ‘da yönetim kurulu üyesi olarak görevlendirilmiş olması bu durumun en iyi örneğidir.

Cumhuriyet Halk Partisi ve hatta adı geçen belediye meclisi üyeleri, şayet ülkemizdeki yasama, yürütme ve yargı arasındaki Güçler Ayrılığı İlkesiyle bu güçler arasındaki karşılıklı dengeyi gerçekten samimi bir şekilde savunuyorsa; bunu önce kendi belediyelerinde uygulamalı ve Kamu Etik Değerleri’ne de aykırı bu durumdan bir an önce vazgeçmelidir.

İzmir Büyükşehir Belediyesi şirketleri ile bu şirketlerin hissedar olduğu toplam 33 şirkette yönetim kurulu üyesi olarak görev yapan isimleri gösteren aşağıdaki listeye baktığımız takdirde, bu şirketlerde doğrudan doğruya İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Cemil Tugay tarafından görevlendirilen 112 yönetim kurulu üyesi arasından bazılarının aile ölçeğinde ya da başka nedenlerle diğer üyelerden daha ayrıcalıklı olduğu görülmektedir.

(Tabloda sarıyla renklendirilen isimlerin şirketlerle ilgili görevlendirilmeleri bizzat İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Cemil Tugay tarafından yapılıyor.)

Karı-koca kategorisinden yönetim kurulu üyesi ve yönetim kurulu başkanı yapılarak ayrı bir aile saadetinin konusu yapılan Grand Plaza yönetim kurulu üyesi Nejat Yentürk ile İZELMAN yönetim kurulu başkanı yapılan Aybala Yentürk,

a) 3 ayrı şirkette (İZARITMA, İZENEJİ, İZETAŞ) yönetim kurulu başkanı, 1 şirkette de (İZMİR JEOTERMAL) yönetim kurulu üyesi yapılan Erhan Uzunoğlu,

b) 1 şirkette (İZDOĞA) yönetim kurulu başkanı, 1 ayrı şirkette (İZARITMA) yönetim kurulu başkan vekili, 2 ayrı şirkette (İZHABİTAT, İZMAVİ) yönetim kurulu üyesi yapılan başkan danışmanı Onur Kadir Eryüce,

a) 1 şirkette (İZENERJİ) yönetim kurulu başkan vekili, 2 ayrı şirkette (ÇEŞTAŞ, İZETAŞ) yönetim kurulu üyesi yapılan İBB meclis üyesi Saadet Çağlın

a) 2 ayrı şirkette (İZMİR İNOVASYON, İZULAŞ) yönetim kurulu üyesi yapılan İnsan Kaynakları ve Eğitim Dairesi Başkanı Ahsen Düşenkalkan,

b) 2 ayrı şirkette (İZBETON, İZQ) yönetim kurulu başkan vekili yapılan İBB eski genel sekreter Barış Karcı,

c) 2 ayrı şirkette (İZFAŞ, İZMİR DOĞALGAZ) yönetim kurulu üyesi yapılan İBB belediye meclisi üyesi Mustafa Özuslu,

d) 2 ayrı şirkette (İZMİR METRO, İZBAN) yönetim kurulu başkan vekili yapılan Raif Canbek,

e) 1 şirkette (TETUSA) yönetim kurulu başkanı, 1 şirkette (İZMAVİ) yönetim kurulu üyesi yapılan Konak Belediyesi eski başkanı ve Kemeraltı Koordinatörü Erdal İzgi,

f) 1 şirkette (İZMİR METRO) yönetim kurulu üyesi, 1 şirkette (İZBAN) yönetim kurulu üyesi yapılan İBB Raylı Sistemler Daire Başkanı Alpaslan Kara,

g) 1 şirkette (İZFAŞ) yönetim kurulu başkan vekili, 1 şirkette (İZKÜLTÜR) yönetim kurulu üyesi yapılan Canan Karaosmanoğlu Alıcı,

h) 1 şirkette (İZTARIM) yönetim kurulu başkan vekili, 1 şirkette (İZDENİZ) yönetim kurulu üyesi yapılan İBB Mali Hizmetler Dairesi Başkanı Pınar Çalışkan,

bu ayrıcalıklı olma halinin prens ve prenseslerini göstermek açısından en iyi örneklerdir.

Adeta, İzmir Büyükşehir Belediyesi şirketlerinin daha iyi yönetilip hizmet üretmek ve kâra geçmek için sabırsızlıkla beklediği bu isimlerin, belediye başkanı tarafından “ayrıcalıklılar” kategorisinden birden fazla görevlendirilmiş olması, sık sık iktidar cenahı itibariyle gündeme getirilen kirlenme ve çürüyüp kokma halinin bir CHP belediyesi itibariyle hayat bulan ve utanılması gereken örnekleridir.

Hele ki, bu yazının 14. maddesinde gündeme getireceğimiz yüksek huzur haklarıyla murahhas üye ücretlerini dikkate aldığımızda…

Evet, bu konuda iktidar belediyeleri de, muhalefet belediyeleri de aynı noktada… Hiç kimse, hiçbir belediye başkanı görevlendirdiği şahısların kariyeri ile görevlendirdiği şirketin ne yaptığına, faaliyet alanı ve konularına bakmıyor…

Hep söylemişimdir; belediye şirketlerini kendilerine ait İnternet sayfalarında yöneticilerinin özgeçmişlerini, bugüne kadar görevlendirildikleri şirketle aralarındaki bağlantıyı kurabilmek için o şirketin faaliyet alanı ve konusu ile ilgili olarak hangi bilgiye, tecrübeye, deneyime, birikim ve beceriye sahip olduklarını göstermek için bunu kendileri ile ilgili bölümde açıklasınlar diye… Aynen büyük kurumsal holding ve şirket İnternet sayfalarında olduğu gibi…

Ama sakın bunu, yakın zamanda İZENERJİ şirketinin yaptığı gibi yapmasınlar… Özellikle de yönetim kurulu üyesi Yusuf İncili‘nin sayfasındaki gibi bizi gereksiz ayrıntılarla uğraştırmasınlar… Zira orada o yöneticinin şirketin iştigal alanıyla ilgili bilgilere rastlamak yerine o şirketle hiç alakası olmayan bilgilere rastlıyoruz… Örneğin Yusuf İncili‘nin polis ya da güvenlik görevlisi olarak nerelerde çalıştığını öğreniyoruz; ama kendisi dışındaki Bornova Anadolu Lisesi (BAL), TMMOB ve Hukuk Fakültesi kökenli diğer üyelerin şirketi temsil etmek anlamında hangi yabancı dilleri konuşabildiğini, İZENERJi şirketinin faaliyet alanına giren hangi yayınları yaptığını, hangi ulusal ve uluslararası toplantıda hangi bildirileri sunduğunu, şirket yönetimi anlamında hangi düzeyde ticari bilgiye sahip olduğunu ve benzeri bilgileri göremiyoruz.

Oysa bu tür kamu şirketlerinin İnternet sayfalarında yer alan yönetici bilgileri ve “Bilgi Toplumu Hizmetleri” bölümüne konulması gereken bilançolar, kâr-zarar tabloları, genel kurul tutanakları o yöneticilerin liyakat düzeyini ortaya koyan, o şirketin hangi düzeyde kurumsal ve güvenilir olduğunu kanıtlayan; ayrıca, o şirketin ne derecede şeffaf olduğunu gösteren kurumsal saygınlık belgeleridir.

2024 yılına ait İzmir Büyükşehir Belediyesi Sayıştay Denetim Raporu‘nu okuduğumuzda, belediye şirketlerinin yönetim kurulu üyelerinin, huzur hakkı yanında ayrıca murahhas üye ücretleri de aldığını ve bu ödemelerle ilgili miktarların genel kurul kararı yerine genel kurulun verdiği yetkiye dayanılarak bizzat yönetim kurulu üyelerince belirlendiğini; yani, yönetim kurulu üyelerinin alacağı huzur hakkı ve murahhas üye ücretlerini bizzat kendilerinin belirlediğini; ayrıca yönetim kurulu toplantılarına katılmayan üyelere de huzur hakkı ödendiğini gördük.

Ardından da İZBETON, İZDENİZ ve İZENERJİ‘ye ait İnternet sayfalarının “Bilgi Toplumu Hizmetleri” bölümlerinde yer alan 8 Mayıs 2024, 26 Mayıs 2024, ve 31 Mayıs 2024 tarihli genel kurul kararlarından her iki şirketin her bir yönetim kurulu üyesine huzur hakkı karşılığı olarak her ay net 20.000 lira ödenmesine; ayrıca, yönetim kurulu içinde atanacak murahhas üyelere aylık net 140.000 liraya kadar ödeme yapılması konusunda yönetim kuruluna yetki verildiğini okuyarak bu soygunun somut kanıtlarını edindik. Hele ki bu kararı verenler arasında 3 ya da 4 ayrı şirkette görevli olanların yer aldığını fark edince bu yağmanın nasıl büyük bir boyuta ulaştığını görerek belediye meclisi üyeliği ile şirket yöneticiliğinin hiç bir ahlaki kaygı duyulmaksızın bir kazanç kapısına, bir mesleğe dönüştürüldüğünü anladık.

Belediyelerin kendi bütçelerinden; yani bizlerin ödediği vergi, resim ve harçlarla oluşan kamu kaynaklarından ayırdıkları mali kaynaklarla kurulan ya da ortak olunan şirketler… İşte tam da bu nedenle bu şirketlerin her biri kamu kaynaklarıyla kurulmuş kamu şirketleri olduğu halde; bunlara 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu çerçevesinde kurulmuş diğer piyasa şirketleri gibi davranılıyor ve bunun doğal bir sonucu olarak kendileri ile ilgili her şeyi bu kanunun değişik maddeleriyle düzenlenmiş “ticari sır” perdesinin arkasına saklıyorlar. Oysa yine aynı kanunun gerekçesine göre “ticari sır” şirketlerin piyasadaki rakipleri ile yaşadıkları rekabet açısından önemli olmakla birlikte; İZBAN, İZDENİZ, İZMİR METRO ve İZBETON gibi belediye şirketleri belediye hizmetleri kapsamında faaliyette bulunmak üzere kurulmuş ve piyasa dışında faaliyetleri nedeniyle herhangi bir haksız rekabet durumunu yaşaması mümkün olmayan şirketler.

Durum bu şekilde olmakla birlikte, belediye şirketleri, bir derin ve karanlık yolsuzluk kuyusu olarak kendi içlerinde gerçekleştirdikleri yolsuzluk, usulsüzlük, hırsızlık ve yağmayı gizlemek için sık sık “ticari sır” gerekçesini kullanarak kendileriyle ilgili birçok bilgiyi kamuoyundan gizliyorlar. Hatta şimdilerde CHP‘nin “gölge içişleri bakanı” olarak tanınan CHP Genel Başkan Yardımcısı ve İzmir milletvekili Murat Bakan‘ın, bu gizliliğin, bu usulsüzlüğün daha da artmasını sağlayacak olan bir kanun teklifini, 2016 yılında “Belediye şirketlerinin Kamu İhale Kanunu dışına çıkarılması için hazırladığım kanun teklifini TBMM’ye sundum.” diyerek Twitter’da duyuran bir siyasetçi olduğunu hatırlıyorum… (3)

Bundan öte ne diyeyim bilmiyorum; ama bu durumun iktidar ve muhalefet cephesindeki durumu bu!

Diğer yandan 31 Mayıs 2013 tarih, 28663 sayılı Resmi Gazetede yayınlanan “Sermaye Şirketlerinin Açacakları İnternet Sitelerine Dair Yönetmelik” hükümleriyle 30 Kasım 2022 tarih, 6434 sayılı Cumhurbaşkanlığı kararı uyarınca, 2024 yılında aktif toplamı 60 milyon lirayı veya yıllık net satış hasılatı 40 milyon lirayı aşan ya da en az 50 işçi çalıştırma koşullarından birini taşıyan bu şirketlerin (İZELMAN, İZDENİZ, İZULAŞ, İZMİR METRO, İZBAN ve diğerleri) İnternet sayfalarında “Bilgi Toplumu Hizmetleri” bölümü ile bu bölümlerde şirketin mali durumunu ortaya koyan genel kurul tutanakları, bilançoları ve kâr-zarar tablolarının yer alması gerektiği halde; bazı şirketlerin İnternet sayfalarında, “Bilgi Toplumu Hizmetleri” bölümünün bulunmadığı, bulunanlarda ise bu bölüme eklenmesi gereken belgelerin yer almadığı ya da yer alan belgelerin son yılları kapsayacak şekilde güncellenmediği görülmektedir.

Anlaşılan o ki, İZBETON, GRAND PLAZA, İZMİR İNOVASYON, İZELMAN, İZULAŞ, İZFAŞ, İZDENİZ, İZMİR METRO ve İZENERJİ şirketlerinin mali denetimleri, yapılan bağımsız denetim ihale süresinin henüz dolmaması nedeniyle Tunç Soyer‘in yakın dostu ve onun yeniden aday olması için destek veren; ayrıca, Cemil Tugay‘ın göreve başlamasıyla birlikte İzmir Ekonomik Kalkınma ve Koordinasyon Kurulu (İEKKK)’nun dönem sözcülüğünden alınan Sıtkı Şükürer‘in ortağı olduğu PKF İzmir Sun Bağımsız Denetim ve YMM A.Ş. şirketinin elinde; yani, bu şirketlerin girdisini çıktısını, kamuoyu ya da İzmirliler olarak bizler bilmezken, o tüm ayrıntılarıyla yakından biliyor, belki de Sayıştay denetimindeki uyarılara konu olan birçok uygulamanın hayata geçmesinde onun görüş, öneri ve denetimleri etkili oluyor… Bilinmez… Bilinmeyen diğer bir şey de, bağımsız denetim adına kurulan bu beraberliğin Cemil Tugay döneminde nereye kadar gideceği ve ne zaman biteceği ya da bu ikili arasında “kral öldü, yaşasın yeni kral!” anlayışıyla yeni bir dostluğun başlayıp başlamayacağı…

(1) https://belgex.s3.amazonaws.com/uploads/file_name/372/ff6e742d71d00d5710f35271fd8d7740.pdf

(2) https://www.ntv.com.tr/video/2019-yerel-secim/doktorlar-karsiyakada-baskan-adayi-arkadaslari-icin-bir-araya-geldi,0G2ciL8n30O7pR5fXcYASg

(3) https://kentstratejileri.com/2016/10/16/bir-chp-milletvekili-belediye-sirketlerinin-ihalesiz-is-yapabilmesi-icin-kanun-teklifi-verirse/

Dünü, bugünü ve geleceği ile Salepçioğlu Hanı… (2)

Ali Rıza Avcan

İki bölümden oluşan yazı dizimizin ilk bölümünde İzmir‘deki tarihi kent merkezinin temel yapılarından biri olan Salepçioğlu Han‘ın yerine yapılan Salepçioğlu Çarşısı‘nın geçmişini ele almış, bu hanı 19. yüzyılın sonunda iyilik yapmak niyetle bağışlayan Ahmet Ağa‘dan, onun vakıf şartnamesinden söz etmiş ve bugün buranın sahibi olan İzmir Vakıflar Bölge Müdürlüğü‘nün, bu çarşıda çalışan işyeri sahipleri ile esnafların durumunu ve geleceğini düşünmeksizin; yani, burayı söz konusu vakıf şartnamesine aykırı olarak “yapım ve onarım karşılığı kiralama” yöntemiyle 30 yıllığına başka birilerine vermek istediğinden bahsetmiştik.

Bugün ise bu işi yani, İzmir Vakıflar Bölge Müdürlüğü‘nün bu yapının depreme karşı dayanıksız olduğu gerekçesiyle, “yapım ve onarım karşılığı kiralama” adı verilen; aslında gizli bir “özelleştirme” ya da Osmanlı‘nın çöküşüne yol açan vergi gelirleri tahsilatının mültezimlere verilmesi işine benzer bir şekilde, özel kişi ya da şirketlere bir imtiyaz olarak vermek istemesinden söz edeceğiz…

Ama ondan önce bu oyunun oynanacağı sahneyi; yani, böylesi bir girişimin kolaylıkla icra edileceği İzmir ve Kemeraltı ortamını tarif etmeye çalışalım:

Oyunumuzun başrolündeki aktör, tek adam sistemine geçilmeden önce başbakanlığa, geçildikten sonra Kültür ve Turizm Bakanlığı‘na bağlanan İzmir Vakıflar Bölge Müdürlüğü ve onun bu işlerden pek de anlamayan müdürü. Çoğunluğunu tescilli tarihi eserlerin oluşturduğu vakıf mallarının korunması konusunda görevli, yetkili ve sorumlu olan Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulları ile İzmir Müze Müdürlüğü de aynı bakanlığa bağlı vaziyette. Ayrıca bu oyunun “şüphelisi” konumundaki TARKEM‘e UNESCO sorumluluğunu veren de Kültür ve Turizm Bakanlığı‘nın ta kendisi.

Bu başrol oyuncusunun İzmir temsilcisi ise, 2023 Genel Seçimlerinde AKP‘den Uşak milletvekili aday adayı olarak başvurmasına rağmen seçilemeyen 40 yaşındaki eski bir siyasetçi, yeni bir bürokrat: Tahir Emre Can.

Tahir Emre Can, 1984 yılında Uşak‘ta doğmuş, yüksek öğrenimini Uşak Eğitim Fakültesi‘nde tamamladıktan sonra ilkokullarda öğretmenlik yapmış, 2015 Aralık ayında Kredi Yurtlar Kurumu Uşak Erkek Yurdu müdürü, Kredi Yurtlar Kurumu‘nun il müdürlüğünün kurulması ile birlikte Kredi Yurtlar Kurumu Uşak il müdürü, 2021 Aralık ayında da Kütahya Gençlik ve Spor İl müdürü olmuş, 2023 genel seçimlerinde seçilmediği için 2023 Ağustos ayında teselli ödülü olarak İzmir Vakıflar Bölge Müdürlüğü görevine atanmış bir siyasetçi/bürokrat. Hem de hiç bir şekilde vakıflar bilgi, tecrübe ve kültürü; daha doğrusu liyakati olmadığı halde, Vakıflar Genel Müdürlüğü açısından çok önemli olan İzmir‘e bölge müdürü olarak atanmış; daha doğrusu kararnamesi Saray‘da ikamet eden Tayyip Erdoğan tarafından imzalandığı için ayrıcalıklı bir siyasetçi. O nedenle de, büyük rantların gündeme geleceği Salepçioğlu Çarşısı gibi önemli ve büyük ticaret merkezlerine el atarak başarılı olmak ve birilerine yaranmak istiyor olabilir… Bu gayreti ise, İzmir‘e gelir gelmez AKP il başkanı Bilal Saygılı ile MÜSİAD‘ı ziyaret etmesinden anlaşılıyor…

Vakıflar İzmir Bölge Müdürü Tahir Emre Can ve AKP İl Başkanı Bilal Saygılı…

Tahir Emre Can bu gayretinde o kadar ileri gidebiliyor ki , yakın zaman önce paylaştığı sosyal medya (X) mesajlarında;

I- 21 Mart-17 Eylül 2013 tarihleri arasında “Konak Salepçioğlu, Konak Kaptan Mustafa Paşa, Karşıyaka Vakıf İşhanları ile Karabağlar Karaosmanoğlu Apartmanının Deprem Dayanımlarının Belirlenmesi ve Gerektiğinde Güçlendirme Yapılması Projelerinin Hazırlanması” işi, İzmir Vakıflar Bölge Müdürlüğü tarafından 4734 sayılı Kamu İhale Kanunu‘nun 19. maddesine göre açık ihale usulü ile ve 225.750.- TL bedelle Küçükcan Mimarlık İnşaat Taahhüt Ticaret ve Sanayi Limited Şirketi‘ne verilerek herhangi bir deprem olması ihtimali karşısında önceden araştırma yapılıp rapor düzenlendiği,

II- Depremin olduğu 30 Ekim 2020 tarihinden önce ve sonra hazırlanan bu rapora göre İzmir Vakıflar Bölge Müdürlüğü tarafından, aralarında Salepçioğlu Çarşısı‘nın da bulunduğu bu binaların deprem dayanıklılıklarını arttırmak amacıyla yeni bir ihale açılmadığı,

III- 30 Ekim 2020 tarihli Sisam Depremi sonrasında İzmir‘deki hasarlı binaları belirleyip duyurmak amacıyla Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği İzmir İl Müdürlüğü tarafından düzenlenen listelerde G7B3G bina kodlu Salepçioğlu İşhanı, “hasarsız” olarak gösterildiği,

IV- Deprem sonrasında, özellikle de 2024 yılını da kapsayan son yıllarda İzmir Vakıflar Bölge Müdürlüğü tarafından Salepçioğlu Çarşısı için herhangi bir deprem dayanıklılık testi yapılmadığı, daha doğrusu, 2013-2024 döneminde bu çarşıda çalışan işyeri sahipleriyle esnafları ve bu binaya girip çıkan binlerce İzmirlinin hayatını korumak amacıyla herhangi bir önlem alınmadığı halde;

Binanın onarım ve bakım adıyla ihaleye çıkarıp akabinde ihalenin iptal edildiği 2024 yılında Salepçioğlu Çarşı‘nın hasarlı olduğunu iddia edebiliyor, çarşı esnafınca sosyal medyada paylaşılan mesajlar için, bozuk bir Türkçe ile “yalan algı çalışması” diyebiliyor… Oysa kendisi sınıf öğretmenliği konusunda eğitim almış, ilkokul öğrencilerine dilimiz Türkçe’yi doğru kullanmayı öğretecek bir öğretmen ve Vakıflar Genel Müdürlüğü gibi önemli bir kurumun bölge müdürü, “yalan” sözcüğü ile “algı” sözcüğünün yan yana gelmemesi, olsa olsa “negatif algı” ya da “olumsuz algı” denilmesi gerektiğini bilmesi gereken bir eğitimci!

Neyse ki, çarşı esnafının yaptığı paylaşımlar için devreye henüz Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı’na bağlı Dezenformasyonla Mücadele Merkezi girmemiş ve kendisine yardımcı olmaya kalkmamış durumda diye kendimizi teselli etmemiz de mümkün! 🙂

Ancak çiçeği burnunda yeni bölge müdürü Tahir Emre Can‘ın üzerinde, bir önceki bölge müdürü Muzaffer Ataseven döneminden gelen ve halen çözümlenmemiş olan büyük bir yük var ve muhtemelen kendisi bu yükten ya bihaber ya da böylesi bir yükü görmemezlikten gelmeyi tercih ediyor… Bu yük, “devlette devamlılık ilkesi“nin bir sonucu olarak yine Kemeraltı Çarşısı‘nın girişinde, Salepçioğlu Çarşısı‘na takriben 100 metre uzaklıktaki Kaplan Mustafa Paşa İşhanı ile ilgili ihaleler ve halen sonuçlanmamış olan inşaat işi olarak karşımıza çıkıyor…

Kaplan Mustafa Paşa İşhanı’nın eski hali…
Kaplan Mustafa Paşa İşhanı’nın İzmir Vakıflar Bölge Müdürlüğü’nce tahayyül edilen hali…

Mülkiyeti, tarihi kayıtlara göre Enderun‘da yetişip Silahtar-ı şehriyâri olan, 1650’de vezirlik unvanıyla 1666’ya kadar sırasıyla Bağdat, Van, Karaman ve Şam beylerbeyliği yapan ve Kaptan-ı Deryalığını yaptığı Osmanlı Donanması‘nın Akdeniz seferi dönüşünde 5 Aralık 1680’de İzmir‘de öldüğü bilinen Osmanlı devlet adamı Kaplan Mustafa Paşa‘nın kurduğu vakfa ait Kemeraltı, Mucibur Rahman sokak ile 853 sokak köşesindeki Kaplan Mustafa Paşa İşhanı‘nın, yine aynı yöntemle; yani, “restorasyon veya onarım karşılığı kiralama” yöntemiyle yeniden yapılması işinde yaşanan rezalet! Özellikle bu arsada ortaya çıkan Antik Dönem kalıntılarının araştırılması sonrasında; yani, 2020 sonrasında yaşanıp halen devam eden, bu nedenle ülkemizle İzmir ve Kemeraltı ekonomisini büyük zararlara uğratıp Vakıflar Genel Müdürlüğü’nü milyonlarca lira gelirden ederek büyük kamu zararına yol açan bir rezalet!

Bilindiği üzere, Vakıflar Meclisi‘nin 24 Kasım 2014 tarih, 572/450 sayılı kararı ve 28 Mart 2014 tarih, 993 sayılı Başbakanlık oluru ile tapunun Konak ilçesi, Ahmetağa Mahallesi, 214 ada, 1 parselindeki 3.700 m2 yüzölçümündeki arsa üzerindeki Kaplan Mustafa Paşa İşhanı‘nın 2886 Sayılı Devlet İhale Kanunu‘nun 35/a maddesi gereği, kapalı teklif usulü ile yapılacak ihale çerçevesinde yıkılıp yerine “Yapım Karşılığı Kiralama” usulüyle ve 18.196.527,92 TL. muhammen bedelle “iş merkezi, otel, yurt, sağlık tesisi, eğitim fonksiyonları çerçevesinde” bir bina yapılmasına karar verilir ve buna ilişkin ihalenin 28 Mayıs 2015 tarihinde yapılacağı, 4 Mayıs 2015 tarih, 29345 sayılı Resmi Gazete ilanıyla duyurulur.

Belirtilen tarihte ihale yapılıp iş verilmekle birlikte iş hanının yıkılıp zemindeki kazıların başlanması üzerine karşımıza İzmir‘in Roma Dönemi‘ne isabet eden tarihi kalıntıların çıkması üzerine kazı durdurulur ve bu parseldeki kazı işi İzmir Müze Müdürlüğü yapılarak 19. yüzyılda “Sulu mezarlık” olarak anılan bu bölgede ortaya çıkan M.S. 2. yüzyıla ait anıtsal Roma Hamamı ve Gymnasium kompleksinin ortaya çıkar. İşi üstlenen firma ise 2020 yılında sözleşmenin feshedilmesi nedeniyle işi bırakmak zorunda kalır. Çünkü bu işle ilgili ihale şartnamesinde zeminde buna benzer tarihi bir kalıntı çıkması durumunda ne yapılacağı belirtilmemiş, böylesine tarih dolu bir bölgede karşımıza çıkması kuvvetle muhtemel bir tarihi kalıntı akla bile getirilmemiştir.

İzmir Vakıflar Bölge Müdürlüğü‘nün 2022 yılında yaptığı basın açıklamasına göre bunun arkasından Covid19 salgını zamanında yapılan iki ayrı ihaleye giren olmayınca 2021 yılında üçüncü bir ihale açılır.

Bir önceki İzmir Vakıflar Bölge Müdürü Muzaffer Ataseven’in proje takdimi…
Kaplan Mustafa Paşa İşhanı yerine yapılacağı vaat edilip yapılamayan bina çizimleri…

İzmir Müze Müdürlüğü‘nce yapılan kazılar bitince, buradaki tarihi kalıntıların bir zamanlar Şair Eşref Bulvarı No.15 adresindeki İhsan Kayın Plaza inşaatını sırasında ortaya çıkan tarihi kalıntıların üstünün cam bir tabaka ile kapatılıp görünür hale gelmesi gibi bir yöntemle (1), “Restorasyon veya Onarım Karşılığı Kiralama” amaçlı bir ihale açılmasına karar verilerek 3.700 m2 büyüklüğündeki parselin 3.547,11 m2’sinde, arkeolojik kalıntıların üzerine denk gelmeyecek şekilde kısmi yapılaşma koşuluyla yapılacak binanın, Vakıflar Meclisi‘nin 22.10.2021 tarih, 426/406 sayılı kararı doğrultusunda 2 yılı inşaat süresi olmak üzere toplam 35 yıl süreyle kiralanması işinin, 5 Temmuz 2021 tarihinde açık ihale usulüyle ihale edileceği 22 Haziran 2021 tarih, 31519 sayılı Resmi Gazete‘de yayınlanan ilan ile duyurulur. Ancak Resmi Gazete ile duyurulan bu ilanda yazılı olan muhammen/tahmin edilen bedel 14.966.052.- TL. olarak gösterildiği halde; bu işe ait ihale şartnamesindeki bedelin 22.490.310,41 TL. olarak yazılı olduğu da gözlerden kaçmamaktadır.

Sevgili dostumuzu avukat Arif Ali Cangı‘nın, burasının İzmir‘in “İzmir Tarihi Liman Kenti” adıyla UNESCO Dünya Mirası Geçici Listesi‘ne girmesi nedeniyle bir liman yapısı olarak Arkeoparka dönüştürülmesi önerisinin dikkate alınmadığı bu süreçte, kazı alanına asılan tabeladan öğrendiğimize göre; ihale sonucunda bu işin 22.124.106,41 TL. bedelle Ayşa Turizm Gıda ve İnşaat Sanayi Ticaret Limited Şirketi‘ne verildiğini, sözleşmenin 17 Ekim 2024 tarihinde imzalandığını, yer tesliminin 27 Ekim 2022 tarihinde yapıldığını, iş bitim tarihinin ise 17 Ekim 2024 olduğunu, proje yöneticisi olarak da inşaat mühendisi Göksel Günel‘in görevlendirildiğini öğreniyoruz. (2)

15 Şubat 2023 tarihinde inşaat mahallinde çektiğimiz inşaat tabelası.

İşi üstlenen Ayşa Turizm Gıda ve İnşaat Sanayi Ticaret Limited Şirketi‘nin Türkiye Ticaret Sicili Gazetesi (TTSG)‘nde yayınlanan mevcut 6 adet ilamına (25.11.2013/8450, sh.370-371, 25.12.2017/9480, sh.411, 25.02.2019/9774, sh.160, 13.03.2019/9786, sh.1398, 15.03.2019/9788, sh.640, 19.03.2021/10291, Sh.944) baktığımızda ise;

Söz konusu şirketin 18.11.2013 tarihinde Ayşe Araç tarafından otel, lokanta ve eğlence yerleri, turizm ve seyahat acentalığı, uluslararası ve şehirlerarası yolcu taşımacılığı, gıda, emlak müşavirliği ve inşaat işleri yapmak üzere 1.250.000.-TL. sermaye ile İstanbul‘da kurulduğunu, şirket yönetiminin başlangıçta Ayşe Araç‘a ait olduğunu, şirketin 18.2.2019 tarihinde İzmir ve İstanbul/Kartal’da şube açtığını, Ayşe Araç‘ın 7 Mart 2019 tarihinde tüm hisselerini Metin Araç‘a devrettiğini, 11 Mart 2019 tarihinde merkez ve İstanbul/Kartal şube yetkisinin Ayşe Amaç‘tan Metin Amaç‘a geçtiğini, 12 Mart 2021 tarihinde ise şirket ana sözleşmesinin “Amaç ve Konu” başlıklı 3. maddesinde değişiklik ve eklemeler yapıldığını görürüz.

Görüldüğü gibi, hem Türkiye Ticaret Sicili Gazetesi, hem de söz konusu şirkete ait İnternet sayfaları düzeyinde yaptığımız araştırmalar sonucunda, Ayşa Turizm Gıda ve İnşaat Sanayi Ticaret Limited Şirketi, “Ayşa Tur” adıyla asıl olarak turizm sektöründe uluslararası ve ulusal alanda turizm acentalığı faaliyetleri yürüten ve merkezi İstanbul‘da bulunan bir turizm şirketidir. Gerek ticaret sicili kayıtlarında, gerekse İnternet kaynaklarında (https://aysatur.com/, https://aysaturizm.com.tr/) şimdiye kadar yaptığı ya da yaptırdığı bir büyük inşaat işi bulunmamakta olup; o nedenle de, bu düzeydeki bir inşaatı yapıp bitirme anlamında yeterli olmadığı görülmektedir.

Ancak Kemeraltı‘nın girişindeki koskocaman bir vakıf işhanı inşaatı, 22.124.106,41 TL bedel, 17 Ekim 2022 tarihli sözleşme ve işin 17 Ekim 2024 tarihinde bitmesi koşuluyla sermayesi 1.250.000.-TL. olan bu şirkete verilmiş ve işin bitim tarihinden bu yana tamı tamamına 24 gün geçmesine rağmen, inşaat mahallindeki bir iki baraka dışında tek bir çivi çakılmamış, 2021 yılından bu yana “vakfet, yaşat, yaşa!” diyen Vakıflar Genel Müdürlüğü adına, vakıf malları ile kamu yararı aleyhine başarısız bir iş yapılmıştır.

O nedenle, göreve geldiği 2023 Ağustos ayından bu yana Kaplan Mustafa Paşa İşhanı inşaatı ile ilgili olarak kılını kıpırdatmayan İzmir Vakıflar Bölge Müdürü Tahir Emre Can, Salepçioğlu Çarşısı ihalesinden önce 2021 yılından bu yana ortada duran bu enkazın hesabını vererek “kamu hizmetinin sürekliliği ilkesi” uyarınca eski bölge müdüründen devraldığı bu enkazı niye ayağa kaldırmadığını, her geçen gün artan kamu zararını azaltmak için neler yaptığını, 2016 yılından bu yana tahsil edilemeyen gelirleri nasıl telafi edeceğini izah etmelidir… Buradan anlaşılan o ki, İzmir Vakıflar Bölge Müdürlüğü yöneticileri, şu sıralar arkalarına aldıkları Saray‘ın gücüyle Vakıflar Genel Müdürlüğü İnternet sayfasında yazılı olan “Vakfet, yaşat, yaşa!” sloganının sadece “yaşat, yaşa!” bölümünü tercih edip, hayır niyetine vakfedilen gayrimenkuller sayesinde sadece kendi cenahındakilerle kendilerini yaşatıp yaşamak hevesine düşmüşlerdir…

Salepçioğlu Çarşısı esnafları…

Gelelim bu tür sorun ve kamu zararlarına yol açan “yapım veya onarım karşılığı kiralama” ya da “restorasyon veya onarım karşılığı kiralama” yönteminin kötü kullanıma ne ölçüde açık olduğu hususuna…

Vakıflar Genel Müdürlüğü, 5737 sayılı Vakıflar Kanunu‘nun 20. maddesi ile 10 Eylül 2008 tarih, 26993 sayılı Resmi Gazete‘de yayınlanan “Vakıf Kültür Varlıklarının Restorasyon veya Onarım Karşılığı Kiraya Verilmesi İşlemlerinin Usul ve Esasları Hakkında Yönetmelik” uyarınca 2002 yılından bu yana elindeki vakıf mallarını kendi bütçesinden herhangi bir harcama yapmadan, restorasyon, onarım ya da yapım karşılığı 20, 30, 35 gibi; hatta maksimum 49 yıla kadar uzanan sürelerle, bu süreyi kapsayan dönemdeki kiraları yıllar itibariyle tahsil etmek üzere kiralayana verip kendi bütçesinden para harcamaktan kaçınıyor.

Aynı genel müdürlüğün verdiği bilgilere göre, 1 Ocak 2002-31 Aralık 2021 tarihleri arasında bu şekilde toplam 110 ticaret, 54 turizm, 118 sosyal-kültürel, 2 sağlık, 7 idari, 8 eğitim ve 6 diğer yapıyı, 1 ibadethaneyi, 83 daire ya da villayı, koruma kurulunca fonksiyon verilecek 3 yapıyı uzun süreli kiralama karşılığında onarım, yapım ya da restorasyon karşılığı şahıs ya da kurumlara verdiği anlaşılıyor. Bu verilerin arasında yer alan ibadethanenin hangi ibadethane olduğunu ve kime, kaç para karşılığında kiralandığını merak etmekle birlikte; bu veriler arasında yer alan bilgilere göre İstanbul‘da 2005 yılından bu yana sadece dokuz yarışta kullanılan o ünlü Formula-1 Yarış Pisti’nin bile bu şekilde TOBB ve İstanbul Ticaret Odası ortaklığında yönetim kurulu başkanlığını İstanbul Ticaret Odası Başkanı Şekib Avdagiç‘in yaptığı Formula İstanbul Yatırım Anonim Şirketi (FİYAŞ)‘ne kiralandığını, tesisin işletme haklarının bu şirket tarafından 2007 yılında Formula-1‘in eski başkanı ve CEO‘su İngiliz işadamı Bernie Eccestone‘a, 2012 yılında Intercity şirketine, 2004 yılında da 30 yıllığına Can Holding’e kiralandığını; böylelikle iyilik niyetine bağışlanmış bir gayrimenkulün nasıl uluslararası otomotiv tekelleriyle holdinglerin emrine tahsis edildiğini söyleyebilirim.

Resmi Gazete‘nin 2024 yılı nüshalarıyla http://www.ihaleciler.com adresindeki kayıtlara göre de İzmir Vakıflar Bölge Müdürlüğü 2024 yılı içinde Çeşme, Bergama, Buca ve Konak ilçelerinde toplam 8 adet restorasyon, yapım ve onarım ihalesi açmış ve bunlardan Salepçioğlu Çarşısı için yapılacak ihaleyi iptal etmiş, Çeşme ve Bergama‘daki 4 ihaleyi talep çıkmadığı için pazarlık usulüyle kiralamaya dönüştürmüş durumda.

Osmanoğulları Hanedanı‘nın çöküşünün en önemli nedenlerinden biri olan devlete ait vergilerin toplanması işinin mültezim adı verilen kişilere bir imtiyaz olarak verilmesinde olduğu gibi, “ecdād yadigarı” vakıf mallarının, cepten para harcamadan yine aynı şekilde 49 yıla kadar uzanan uzun sürelerle, vakıf mallarının kirasını toplama karşılığında, çoğu ehliyetsiz ve liyakatsiz şirketlere bir imtiyaz olarak verilmesi… Bir çöküşün, bir yok oluşun, bir iflasın manzarası aslında… Vakfedenin niyeti, arzusu, iyilik yapma amacı dikkate alınmayacak bir şekilde… Vakıf mallarının gizli bir şekilde özelleştirilmesi anlamında… Özellikle de tescilli kültürel miras olarak kabul edilen vakıf mallarının kötü restorasyonlar sonucunda bozulup yok edilmesi karşılığında…

Bunu da en iyi şekilde vakıf kültürü almamış olup bu makama kendisinde hiçbir meziyet aranmaksızın siyasi nedenlerle getirilen, o nedenle de en kısa sürede onun diyetini ödeme telaşı içinde olan Tahir Emre Can gibiler yapabilir, yapabiliyor ve yapıyor…

Salepçioğlu Çarşısı‘ndaki işyeri sahipleriyle esnafın örgütlü mücadelesi, görülen o ki İzmir Vakıflar Bölge Müdürü Tahir Emre Can‘ın bu kez de, binanın 1973’de yapılması nedeniyle depreme dayanaksız olduğu gerekçesiyle ortaya çıkıp binanın depreme karşı güçlendirileceği iddiasıyla işyeri sahiplerine yazılar gönderip 2024 yılı sonu itibariyle işyerlerini boşaltmalarını istemesine neden olmuş gözüküyor. Elimdeki 4 Kasım 2024 tarihli bir yazı ile binanın ekonomik ömrünün tamamlandığı, deprem performans analizi hesap raporuna göre olası bir depremde can güvenliği performans düzeyini sağlamadığı iddia ediliyor.

Ancak biz biliyoruz ki, ellerindeki deprem performans analizi hesap raporu, yazımızın ilk bölümünde de belirttiğimiz gibi 21 Mart-17 Eylül 2013 tarihleri arasında Gaziantep merkezli Küçükcan Mimarlık İnşaat Taahhüt Ticaret ve Sanayi Limited Şirketi tarafından düzenlenmiş eski bir rapor… Üzerinden tamı tamamına 11 yıl geçmiş, üstelik bu arada Sisam Adası açıklarındaki 6,6 büyüklüğündeki 30 Ekim 2020 tarihli deprem İzmir‘de büyük hasarlara neden olmakla birlikte Salepçioğlu Çarşısı‘nda herhangi bir hasara rastlanmamış ve bu durum İzmir Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği İl Müdürlüğü‘nün deprem sonrası hazırladığı listelerde açık bir şekilde belirtilmiş… Ayrıca 16 Mayıs 2016 tarih, 6306 sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun‘un 3. maddesine göre riskli yapıların tespiti, Kentsel Dönüşüm Başkanlığı‘nca hazırlanacak yönetmelikte belirlenen usul ve esaslar çerçevesinde Çevre Şehircilik ve İklim Bakanlığı‘na bağlı Kentsel Dönüşüm Başkanlığı‘nca lisanslandırılan kurum ve kuruluşlara yaptırılması gerekiyor. 11 Kasım 2024 tarihi itibariyle bakanlığın ve söz konusu başkanlığın İnternetteki web sayfasına baktığımızda ise, riskli yapıları tespit edecek kurum ve kuruluşlar arasında, Gaziantep Ticaret Siciline 14860 sicil numarasıyla kayıtlı Küçükcan Mimarlık İnşaat Taahhüt Ticaret ve Sanayi Limited Şirketi‘nin böyle bir yetkiye sahip olmadığını; o nedenle de, İzmir Vakıflar Genel Müdürü Tahir Emre Can‘ın elindeki 2013 tarihli o eskimiş raporun artık “yok hükmünde” olduğunu anlıyoruz. (3)

O nedenle, Salepçioğlu Çarşısı‘nda faaliyet gösterip tahliye yazısı almış olan tüm işyeri sahipleriyle esnafların tahliye amaçlı bu yazılar nedeniyle bir an önce dava açarak, bu yazılar öncesinde İzmir Vakıflar Bölge Müdürlüğü tarafından yetki sahibi kurum ve kuruluşlara hazırlattırılan yeni raporu -şayet varsa- talep etmeleri; eğer böylesi bir rapor yoksa ve yetkili kurum ve kuruluşların hazırladığı herhangi bir rapora dayanılmaksızın böylesine bir tahliye talebinde bulunulmuşsa, bu kumpas durumunun hazırlanacak dava dilekçelerinde kötü niyetin somut bir örneği olarak gösterilmesi uygun olacaktır…

Salepçioğlu Çarşısı‘ndaki işyeri sahipleriyle esnafların örgütlü mücadelesinin başarıya ulaşması dileğiyle…

Tabii ki bu arada üyeleri esnaf olan hangi meslek odası ve derneklerin esnaftan yana, “esnaf dostu” olup olmadığının fark edilip tarihe not düşülmesi ve hesabının sorulması dileğiyle…

………………………………………………………………………………….

(1) Şair Eşref Bulvarı No.15 adresindeki İhsan Kayın Plaza’nın zemin katındaki kalıntılar, bugün o dükkanın Gürmar Market ve Şok Market tarafından kullanılıyor olması nedeniyle, ne yazık ki ziyaret edilememekte ve dükkana girilse bile zemindeki kalıntılar görülememektedir.

(2) “Tarihi hamam ve imparatorluk salonu için tarihi karar!”, Sonkale Gazetesi, 1 Kasım 2022, (Erişim Tarihi: 06.11.2024) https://www.sonkale.com/haber/Tarihi-hamam-ve-imparatorluk-salonu-icin-flas-karar-/122669

(3) https://altyapi.csb.gov.tr/riskli-yapi-tespiti-ile-ilgili-kuruluslar/arama

Dünü, bugünü ve geleceği ile Salepçioğlu Hanı… (1)

Ali Rıza Avcan

Tarihi Kemeraltı Çarşısı‘nın belkemiğini oluşturan eski bir han, yeni bir çarşının ya da İzmir ili, Konak İlçesi, Konak Mahallesi Anafartalar Caddesi No. 96 adresi ile tapunun Ahmetağa Mahallesi, 187 ada, 75 parsel kaydında bulunan 1.869 metrekarelik arsadaki Salepçioğlu Çarşısı‘nın dünü, bugünü ve geleceğini ele alacağımız iki ayrı bölümden oluşan yazı dizimizin bugünkü ilk bölümünde, Salepçioğlu Çarşısı‘nı; daha doğru ve eski bir adlandırmayla Salepçioğlu Hanı‘nı bize emanet edenlerin bu hanla ilgili vasiyetini ele alıp hanın özellikleriyle tarihi geçmişini, önümüzdeki hafta yayınlayacağımız ikinci ve son bölümünde ise bu hanın/çarşının 1970’lerden bu yana nasıl bir rant kapısı haline getirildiğini, şimdilerde ise “yeniden yapım ya da onarım” adı verilen gizli özelleştirme yöntemiyle 30 yıllığına hatırlı birilerine verilmek üzere neler yapıldığını ve kapının önüne konulmak istenen işyeri sahipleriyle esnafın nasıl bir mücadele içinde olduğunu anlatmaya çalışacağım.

İzmir‘de, kentin deniz kıyısındaki merkezi Konak‘ta, arkanıza İzmir Saat Kulesi‘ni alıp valilik binasının hemen yanındaki Anafartalar Caddesi‘ne girip o yoğun kalabalık arasında yürümeye başladığınızda, bir süre sonra karşınıza bir dört yol ağzı çıkar: geldiğiniz yöndeki Anafartalar Caddesi‘nden sola dönmeye kalktığınızda Kemeraltı Camisi‘nin sizi karşıladığı 853 sokağa, sola dönmeyip hafif sağa döndüğünüzde ise 852 sokağa ve 852 sokakla Anafartalar Caddesi köşesindeki koskocaman beton bir yapının yer aldığı ufak bir meydana çıkarsınız… Bu meydan, sağdaki eski tarihi Büyük Salepçioğlu Han‘ın yıkılarak yerine yapılan o devasa beton binanın altındaki Vakıflar Bankası şubesi ve onun önünde bekleyen polislerle; ayrıca, sol taraftaki tarihli Kemahlı Han ile tanınıp bilinir… Kemeraltı‘nın tarihi yapısına uygun olmayan bu beton binanın önündeki merdivenlerden inip Dr. Faik Muhittin Adam Caddesi‘ne açılan arka taraftaki merdivenlerinden çıktığınızda ise, aslında bir zamanlar bir bütünün parçası olarak yapılmış; ancak, bugün o bütünlük bozulduğu için yalnızlaşan muhteşem Salepçioğlu Camii ile karşılaşırsınız. Kapıdan çıkıp caddenin karşı kıyısındaki o muhteşem camiye ulaşmaya niyetlendiğinizde ise, otopark mafyasının eline geçtiği söylenen otoparkta dip dibe park etmiş araçların arasından slalom yaparak geçmek zorunda kalırsınız…

İzmir’in 1913 tarihli Ernest Bon haritasında Salepçioğlu Hanı…
Büyük ve küçük Salepçioğlu hanların kat planları…

Dört ayrı bloktaki kat yükseklikleri 15 ila 21 metre arasında değişen ve Salepçioğlu Çarşısı olarak bilinen bu bina, 1967 yılında Konak Meydanı‘na kondurulan SSK blokları gibi, 1970-1972 döneminde mimar Vedat Özsan‘ın projesi çerçevesinde İzmir Vakıflar Bölge Müdürlüğü tarafından, 45.186.000.- TL. (22.593.000 USD) karşılığında müteahhit Cemil Özgür‘e, Kemeraltı Çarşısı‘nın tarihi dokusu ve çevre-kütle ilişkisi dikkate alınmaksızın, adeta “modern mimarinin Kemeraltı’ndaki temsilcisi” olarak yaptırılmış, bu nedenle de bu kentte işlenmiş en önemli kent suçlarından birisinin öznesidir… Bu bina belki kendi bütünlüğü içinde mimari açıdan çok iyi, çok değerli olabilir; ama, içinde bulunduğu tarihi çevre itibariyle tam bir felakettir… Üstüne üstlük Salepçioğlu Vakfı kurucusu Hacı Ahmet Ağa‘nın 1895 tarihli vakıf şartnamesi gereği, 1897-1905 döneminde Büyük Salepçioğlu Han‘ın avlusunda yaptırılan Salepçioğlu Camii‘nin dini ve tarihi değerini dikkate almadan, o camiyi kendi içindeki bütünlük, perspektif ve estetik değerlerden koparıp Anafartalar Caddesi‘nden görünmeyecek bir şekilde, daha çok işyeri, daha çok kira kaygısıyla yapılmış bir binadır… Hele ki, dini inançları güçlü kesimlerin “ecdad yadigarı” olarak nitelediği bağışlanan dünya nimetlerini, “Allah-u Teâlâ ve kutlu Peygamber adına” hayır niyetiyle vakfeden şahsın amaç ve felsefesini dikkate almadan, (H. 1311) M. 1895 tarihli vakıf senedindeki hükümleri açık bir şekilde çiğneyerek…

19. yüzyılın son yıllarında bu bölgedeki birçok mülkün, başka bir deyişle adeta bu mahalledeki her mülkün sahibi olup mahalleye adını veren; hatta, bugün İzmir Büyükşehir Belediyesi Kent Tarihi ve Tanıtımı Dairesi Başkanlığı‘nın kullandığı 863 sokak, No. 69 adresindeki konağın sahibi olan Salepçizade Hacı Mehmet Ağa oğlu Hacı Ahmet Efendi‘nin çevredeki ve Kemeraltı‘ndaki onlarca mülkle birlikte hayır niyetine bağışladığı bu tarihi han, şimdilerde kentin; özellikle de Kemeraltı Çarşısı‘nın tarihi, kültürel, toplumsal ve ticari dokusu dikkate alınmaksızın sırf birilerine yeni rant ya da kazanç kapısı açmak amacıyla, içindeki yüzlerce işyeri ve esnaf dikkate bile alınmaksızın, mezardaki vakfedenin kemiklerini sızlatırcasına onlar buradan çıkarıldığında nereye gidip ne yapacakları düşünülmeden ve bunun için sonuç alıcı bir çözüm üretilmeden depreme dayanaksız olduğu gerekçesiyle ve 30 yıllığına “yapım veya onarım karşılığı kiralanmak” suretiyle birilerine ikram edilmek, belki de Salepçioğlu Camisi‘nin hemen yanı başında her türlü turistik faaliyet ve eğlencenin yapılacağı yıldızlı bir turistik otele dönüştürülmek isteniyor.

Bu bölgede binlerce, bu çarşıda ise onlarca üyesi olan İzmir Ticaret Odası ile İzmir Esnaf ve Sanatkarlar Odaları Birliği‘nden ve bu birliğe bağlı onlarca meslek odasından, bir zamanlar bu çarşının hemen yanındaki işyerini ortağı ile mahkemelere düşen anlaşmazlıkları nedeniyle kapatmak zorunda kalan Kemeraltı Esnaf Derneği başkanı ve TARKEM ortağı, eski “esnaf“, yeni “yatırımcı/girişimciSemih Girgin‘den ve diğer dernek yöneticilerinden; ayrıca, UNESCO boyutunda bu bölge ve yapılaşmadan sorumlu İzmir Tarihi Liman Kenti Alan Başkanlığı‘ndan tek bir ses, tek bir itiraz gelmiyor… Hepsi hep birlikte, “görmem, duymam, konuşmam” diyen üç maymun rolünü oynayıp buradaki işyeri sahipleriyle esnafların çığlıklarına kulaklarını tıkayıp onlara yardımcı olmak için ellerini uzatmıyor… Yeri geldiğinde hatırladıkları; ama, şimdi unutmayı tercih ettikleri eskilerin ahilik ve lonca gelenekleriyle ya da modern zamanların sivil ve mesleki dayanışma anlayışıyla yürütmeleri gereken görev ve sorumluluklarına ihanet edercesine… Belli olmaz, belki de TARKEM‘e ortak olmanın getirdiği heveslerle bu yeni rant oyununun içinde ya da kıyısında kalıp oradan kendi paylarına düşecek lokmanın peşinde de olabilirler…

Bir zamanlarki Salepçioğlu Han…

O nedenle, şimdilerde üyesi oldukları meslek örgütleriyle Kemeraltı Esnaf Derneği‘ne güvenlerini kaybeden Salepçioğlu Çarşısı‘ndaki işyeri sahipleriyle esnaflar bu mücadeleyi kendi aralarında kurdukları ve merkezini bu çarşının zemin katında açtıkları Kemeraltı Esnaf Koruma Derneği eliyle yürütmeye çalışıyorlar…

Bize ise, bu dernekteki yöneticilerle üyelerin, Salepçioğlu Hanı‘ndaki 155 adet işyeri sahibiyle esnafın siyasi tutum ve yaklaşımları ne olursa olsun, hem hayır amaçlı vakıf mallarının bu şekildeki kötü kullanımına karşı çıkmak, hem Kemeraltı Çarşısı‘nın tarihi, kültürel, toplumsal ve ekonomik değerlerine korumak, hem de bu tarihi çarşıyı ayakta tutarak kültürel mirası koruması gereken ve yaşanmakta olan büyük ekonomik kriz nedeniyle her geçen gün dükkanlarına kilit vurmak zorunda kalan küçük esnafa sahip çıkmak amacıyla bu mücadelenin farkında olmak ve cümle aleme anlatmak düşüyor. Özellikle de 2004-2007 döneminde İzmir Tarihi Kemeraltı Esnaf Derneği‘nin koordinatörlüğü ve danışmanlığı görevlerini yapıp o dönemlerde buna benzer sorunlara daha duyarlı olan dernek yönetimi ile birlikte benzeri birçok mücadeleye katılmış, o nedenle yüzlerce Kemeraltı esnafı ile arkadaşlık ve dostluklar kurmuş, onların ayakta kalıp içinde bulundukları kültürel mirası koruması için çabalamış biri olarak…

Salepçioğlu Camii…

Gelelim Kemeraltı Çarşısı‘ndaki Salepçioğlu Hanı ile ticaret içindeki yerinin tarihsel köklerini incelemeye… Yazımızın başında da belirttiğimiz gibi, 19. yüzyıl İzmir‘inde Kemeraltı Çarşısı‘nda onlarca hana, hamama, dükkana ve konağa sahip olan Salepçizade Hacı Mehmet Ağa oğlu Hacı Ahmet Efendi tarafından hayır işlerine vakfedilen Salepçioğlu Hanı‘nın hazin hikayesini anlatmaya…

Ama ondan önce, Kemeraltı Çarşısı‘nda Salepçioğlu Han ismiyle anılan üç adet hanın bulunduğunu, bunlardan küçük ve büyük Salepçioğlu hanların Anafartalar Caddesi üzerinde yan yana olduğunu, üçüncü Salepçioğlu Hanı‘nın ise vilayet arkasında önceleri Salepçioğlu, daha sonra Whithall Hanı, şimdilerde ise Kapalıçarşı olarak anılan han olduğunu belirtmeliyim.

Bizim bugünkü ve gelecek haftaki yazımızın konusunu Anafartalar Caddesi üstündeki küçük ve büyük Salepçioğlu hanlar, o hanların geçmişi, bugünü ve geleceği oluşturduğu için size İzmir hanları üzerine araştırmalar yapmış iki değerli araştırmacının kitabından söz etmem gerekiyor: Değerli arkadaşım sanat tarihçisi Prof. Dr. Bozkurt Ersoy‘un 1991 yılında Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Atatürk Kültür Merkezi yayını olarak Ankara‘da yayınlanmış “İzmir Hanları” kitabı ile değerli araştırmacı şehir plancısı Prof. Dr. Çınar Atay‘ın 2003 yılında İzmir Büyükşehir Belediyesi Kent Kitaplığı dizisinden yayınlanmış “Kapanan Kapılar, İzmir Hanları” kitapları.

Bu kitapların küçük ve büyük Salepçioğlu hanları ile ilgili bölümlerini, konunun ayrıntılarını merak eden arkadaş ve dostlarım için yazıma ekleyerek onları bilgilendirmek, bu hanın geçmişini merak etmeyen okuyucular için de hanlarla ilgili temel bilgileri şu şekilde toparlamak isterim:

19. yüzyılın ilk çeyreğinde yaptırılan birbirine bitişik küçük ve büyük Salepçioğlu hanları aslında geniş bir alanda ortasındaki ağaçlı avluyu çevreleyen bir ya da iki katlı işyerlerinin bulunduğu ticari bir alandı. Ortasındaki büyük alana daha sonra Salepçioğlu Camii yaptırılarak avlu küçültülmüş, bu avlu bir süre sonra omnibüs garajı olarak kullanılmaya başlanmış, buradaki yapılar ise 1969 yılında İzmir Vakıflar İdaresi tarafından yıktırılarak 1971 yılında bugünkü 15 ila 21 metre yüksekliğindeki devasa dört blok ve 155 bölümden oluşan beton bina inşa edilmiş; böylelikle, son yıllarda cenaze kaldırma işlevi de kaldırılarak cemaati küçültülen arka taraftaki Salepçioğlu Camii, Anafartalar Caddesi‘nden görünmez hal gelmiştir.

Bütün bu gelişmeler göstermiştir ki, yaşadığı çağ itibariyle Kemeraltı Çarşısı‘nın içine dağılmış tüm servetini ailesini, önem verdiği eğitim kurumlarıyla öğretmenleri, camileri ve din görevlilerini, burada bir eğitim kurumu olarak medrese açılması hedefini, fakir ve fukara ile hastaları düşünerek bağışlayan hayırsever Salepçizade Hacı Mehmet Ağa oğlu Hacı Ahmet Efendi‘nin ölümünden sonrası için hayal ettiği dünya, “ecdad yadigarlarını koruma” iddiasındaki Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından 1969 yılından sonraki yanlış hamlelerle devamlı olarak bozulmuş, ondan kalanları restore edip korumak yerine yıkılıp yok edilmesi sağlanmış, farklı mimari yapısı ve tarihi özellikleriyle Salepçioğlu Camii‘nin bu alandaki merkezi konumu dikkate alınmadan onların yerine yapılan beton bloklar bizleri onun dünyasından alıp uzak yerlere götürmüş, bu beton blokların yapılmasından 53 yıl sonra ise “Salepçioğlu” adından başka bir şeyin kalmadığı bu beton binanın depreme dayanıksız olduğu gerekçesiyle ve çarşıdaki esnafların geleceği düşünülmeden; ayrıca, bu binanın yapım veya onarım sonrasında ne şekilde kullanılacağı açık bir şekilde belirtilmeden 30 yıllığına kimliği şimdilik gizli tutulan; ancak açık ihalenin pazarlığa dönüşmesi sayesinde ortaya çıkacak şanslı şirket ya da kişiler yararına rant dolu emlak piyasasına hediye edilmek istenmektedir.

Tabii ki, Kemeraltı Çarşısı‘nın başka bir köşesinde, İzmir Vakıflar Bölge Müdürlüğü‘nün 2021 yılında yine aynı “bakım ve onarım karşılığı kiralama” yöntemiyle yaptığı ihale neticesinde, 22.124.106,41 TL’lık sözleşme bedeli ve 17 Ekim 2022 tarihli sözleşme uyarınca 17.10.2024 tarihinde bitmesi gereken; ancak, kamu yararı ve vakfedenin amaçları düşünülmeden yapılan bu hesapsız kitapsız iş nedeniyle 4 Kasım 2024 tarihi itibariyle bırakın işi bitirmeyi, tek bir çivinin bile çakılmadığı Mucibur Rahman Caddesi ile 853 sokak köşesindeki Kaplan Mustafa Paşa İşhanı inşaatı nedeniyle ülke ve İzmir ekonomisiyle Kemeraltı Çarşısı‘nın ne ölçüde zarara uğradığını hatırlayıp bu şekilde bir kamu zararına yol açan ve halen bunun hesabını vermemiş olan İzmir Vakıflar Bölge Müdürlüğü yetkililerine hatırlatarak ve aynı akıbetin gelecek yıllarda Salepçioğlu Çarşısı‘nda da yaşanmaması dileğiyle…

Ülke, İzmir ve Kemeraltı ekonomisi açısından bir başarısızlık örneği olan Kaplan Mustafa Paşa İşhanı ihalesinin aradan koskocaman bir 2 yıl geçmiş olmasına karşın halen sonuca ulaşmamış olması örneğinden hareketle, 10 Eylül 2008 tarih, 26993 sayılı Resmi Gazete‘de yayınlanan “Vakıf Kültür Varlıklarının Restorasyon veya Onarım Karşılığı Kiraya Verilmesi İşlemlerinin Usul ve Esasları Hakkında Yönetmelik” uyarınca o tarihten bu yana restorasyon, bakım ve onarım bahanesiyle Vakıflar Genel Müdürlüğü bütçesinden tek bir kuruş harcamadan yapılan kiralama ihalelerinin Osmanlı‘nın son yıllarında devletin çöküşünü kolaylaştıran mültezim ya da ayanlara verilen iltizamlara benzer şekilde nasıl bir çağdaş imtiyaza, nasıl bir gizli özelleştirme çalışmasına dönüştüğünü gelecek haftaki yazımda ortaya koymak üzere iyi okumalar diliyorum…

Belediye meclis komisyonları ve “huzur hakkı demokrasisi” (2)

Ali Rıza Avcan

İzmir Büyükşehir Belediye Meclisi örneğinde, meclis üyelerinin hem büyükşehir hem de kendi ilçe belediye meclisi üyesi olmaları nedeniyle görev yaptıkları meclis başkan vekilliği, siyasi başkan yardımcılığı, encümen, ihtisas komisyonu ve şirket yönetim kurulu üyeliği nedeniyle ne kadar maaş ve huzur hakkı aldıkları konusunu araştırdığımız iki bölümden oluşan yazı dizimizin geçen haftaki bölümünde İzmir Büyükşehir Belediye Meclisi‘ndeki durumu ele almıştık.

Bugünkü ikinci ve son bölümde ise, yine aynı meclis üyelerinin kendi ilçe belediyeleriyle meclislerinde siyasi başkan yardımcılığı, meclis başkan vekilliği, encümen, ihtisas komisyonu ve şirket yönetim kurulu üyeliği görevleriyle ilçe belediyesinin üye olduğu birlik, kurum ve kuruluşlardaki huzur hakkına konu üyeliklerini araştırarak maaş ve huzur hakkı adı altında kendi ilçe belediyelerinden aldıkları ödemelerin sayı ve miktarını belirlemeye çalışacağız.

Tabii ki, hem 2972 sayılı Mahalli İdareler ile Mahalle Muhtarlıkları ve İhtiyar Seçimi Hakkında Kanun‘un antidemokratik düzenlemeleri, hem de üyesi oldukları siyasi partiler tarafından diğer adaylardan farklı bir şekilde öne yerleştirildikleri için seçilip İzmir Büyükşehir Belediye Meclisi‘ni oluşturan bu ayrıcalıklı siyasetçilerin, belediyelerin karar ve denetim organının üyesi olmalarına rağmen; hakkında karar verip denetleyecekleri belediyenin uygulama birimlerinin başına getirilerek; ayrıca, ihtisas sahibi olup olmadıklarına bakılmaksızın encümenlerde ve meclis ihtisas komisyonlarında görevlendirilerek kendilerine yapılan birden fazla huzur hakkı ve maaş ödemesi nedeniyle, asıl olarak gönüllü olarak yapılması gereken siyasi faaliyetleri, bir meslek ve kazanç kapısına dönüştürdüklerini net bir şekilde ortaya koymak ve bunun bir adım ötesinin “maaşlı meclis üyeliği” olacağını hatırlatarak…

Bir önceki yazımda da belirttiğim gibi, İzmir Büyükşehir Belediye Meclisi‘nin, büyükşehir ve ilçe belediye başkanları dışında ilçe belediye meclislerinden gelen toplam 153 üyesi bulunuyor ve bunlar kendi ilçe belediyelerinde belediye başkanlarının takdiriyle siyasi başkan yardımcısı ve şirket yönetim kurulu başkanı, başkan vekili ve üye olarak görev yapabildikleri gibi büyükşehir hem de ilçe belediye meclislerindeki 1. ve 2. meclis başkan vekillikleriyle oluşturulması zorunlu olan ya da olmayan ihtisas komisyonlarında, kendi partilerinden gelen meclis üyelerinin oyuyla görev alıyorlar ve bu seçimler yapılırken “plan ve bütçe” ya da “hukuk” komisyonu gibi zorunlu ve temel bazı komisyonlarda, partilerin oy oranlarına göre muhalif parti üyeleri de yer alabiliyor.

Konak Belediye Meclisi

Belediye ve şirketlerin İnternet sayfaları, Türkiye Ticaret Sicili Gazetesi (TTSG) web kayıtları, belediye yayınları ve Google taramalarıyla ilgili belediyelerle yaptığım telefon görüşmeleri çerçevesinde gerçekleştirdiğim uzun, yorucu ve zorlu araştırmalar sonucunda, İzmir Büyükşehir Meclisi üyelerinin aldıkları huzur haklarına esas olan büyükşehir ve ilçe belediye meclislerindeki meclis, meclis başkan vekilliği, encümen ve ihtisas komisyonu üyeliği ile belediyeyi temsilen görev yaptıkları birlik ve benzeri kurum ve kuruluşlardaki görevlerini; ayrıca, büyükşehir ve ilçe belediyesi şirketlerinde huzur hakkı aldıkları şirket yöneticilikleri ile kendi ilçe belediyelerinde belediye başkanlarının takdiri ile üstlenip başkan yardımcısı maaşı aldıkları siyasi başkan yardımcılığı görevlerini aşağıdaki listede bir araya getirmeye çalıştım.

Ancak bu araştırma sırasında bazı ilçe belediyelerine, özellikle de Çiğli, Kınık, Beydağ ve Foça gibi ilçe belediyelerinde siyasi başkan yardımcılığı, 1. ve 2. meclis başkan vekilliği, encümen ve ihtisas komisyonu üyeliğini üstlenenlerin kimliklerini belirlemenin mümkün olmadığını öncelikle belirtmem gerekiyor. O nedenle eksiği gediği ile aşağıdaki tablo bize İzmir Büyükşehir Belediye Meclisi üyesi 153 yerel siyasetçinin, İzmir Büyükşehir Belediye Meclisi‘ndeki 2 meclis başkan vekilliği, 153 meclis, 8 encümen, 216 ihtisas komisyonu üyeliği ve 5 şirket yöneticiliği dışında kendi ilçe belediyelerinde 7 siyasi başkan yardımcılığı, 18 meclis başkan vekilliği, 153 ilçe belediye meclisi üyeliği, 15 encümen, 230 ihtisas komisyonu ve 8 şirket yöneticiliği olmak üzere toplam 815 görevi üstlendiğini; böylelikle ortaya çıkan bu tablo sayesinde Onur Saatli, Esra Koçdemir, Gökalp Erhan Güzel, Günay Önder, Banu Ayhan, Ayhan Kaya, Ali Bor, Osman Selim Tok, Tamer İmal ve Ufuk Aykol gibi bazı meclis üyelerinin 2024 yılı itibariyle hem büyükşehir hem de ilçe belediyeleri boyutunda 8, 9, 10, 11 ve hatta 12 ayrı yerden siyasi başkan yardımcısı maaşı ya da huzur hakkı aldığını göstermektedir.

Bu ise, İzmir Büyükşehir Belediyesi ile ilçe belediyelerinde siyasi başkan yardımcısı, meclis başkan vekili, meclis, encümen ve ihtisas komisyonu üyesi olarak her birine ne miktarda maaş ya da huzur hakkı ödendiği; ayrıca, büyükşehir ve ilçe belediyelerinin üyesi olduğu birlik, kurum ve kuruluşlarla büyükşehir ve ilçe belediyesi şirketlerinin yönetim kurullarına başkan, başkan vekili ve üye olunması durumunda, bu siyasetçilere ne miktarda huzur hakkı ödendiği konularının adeta devlet sırrı gibi saklanması nedeniyle herkesin aklına gelen oldukça yüksek rakamlar değişik yerlerde, değişik nedenlerle dile getirilmektedir… Aynen eş zamanlı olarak AKP’li siyasetçiler ve yandaşlarının birden fazla görev üstlendiği durumlarda dile getirilen rakamlar gibi…

Karabağlar Belediye Meclisi

Gelelim uzun zamandır merak edip öğrenmek istediğim İzmir ilçe belediyelerinin şirketlerine…

Uzun ve yorucu araştırmalar sonucunda hazırladığım aşağıdaki tablodan da anlaşılacağı üzere, İzmir‘in 30 ilçe belediyesinde toplam 71 adet belediye şirketi bulunmakta olup; en fazla şirkete sahip ilçe belediyesi 8 şirket ile Çeşme Belediyesi, tek bir şirketi olan belediyeler ise sırasıyla Beydağ, Foça, Güzelbahçe, Kınık, Narlıdere ve Seferihisar belediyeleridir. En fazla şirket sahibi Çeşme Belediyesi‘ni ise 7 şirket ile Çiğli, 4 şirket ile Bergama belediyeleri izlemektedir. Diğer yandan, 30 ilçe belediyesi arasında şirketi bulunmayan herhangi bir belediye bulunmamaktadır.

30 ilçe belediyesinin 42 (% 59,16)’si anonim, 29 (% 40,84)’u limitet olan 71 adet sermaye şirketinin toplam sermayesi ise 3.569.670.293,04 TL olup; bu sermaye içindeki belediye hisselerinin karşılığı ise 1.973.214.814,76 TL.’dır.

Bu rakamlara İzmir Büyükşehir Belediyesi‘nin 27 şirketine ait güncel 11.574.724.676.-TL tutarındaki sermayesini ilave ettiğimizde İzmir‘de belediyeler eliyle kurulan ve sermayesinin yüzde yüzde yüzüne sahip belediyelere ait şirketlerle belediyelerin ortak olduğu toplam 98 şirketin toplam sermayesinin 15.144.394.969,04 TL.’ya ulaştığını görürüz.

Bu arada söz konusu belediye şirketleri yıllık cirolarıyla kar ve zarar tablolarını kamuoyundan titizlikle sakladıkları için, bu şirketlerin gerçek performansları hakkında bilgi sahibi olmanın mümkün olmadığını da hatırlatmam gerekiyor.

Bugüne kadar Sayıştay tarafından denetlenmeyen bu şirketlerin 46 (% 64,79)’sının sermayesinin yüzde yüzü belediyesine ait olup, 25 (% 35,21)’inin sermayesine de kendi belediyesi ile başka belediye, kuruluş ya da şahısların ortak olduğu anlaşılmaktadır.

30 ilçe belediyesine ait bu 71 sermaye şirketinde bizzat belediye başkanı tarafından belirlenen yönetim kurulu başkanı, üyesi ve “münferiden temsile yetkili” görevlilerin toplam sayısı 2024 yılı itibariyle 197’yi bulmakta olup; bu şirketlerden ücret alan binlerce belediye işçisinin gerçek sayısı -ne yazık ki- bilinememektedir.

Ayrıca şunu belirtmem gerekir ki, belediyelerle ilgili olan İçişleri Bakanlığı ile Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı‘na CİMER ya da başka kanallarla ilettiğim sorular karşılığında, bakanlıklar ve bağlı genel müdürlükler düzleminde ülkemizdeki belediye şirketleriyle ilgili hiçbir kaydın tutulmadığını, bu şirketlerin sermayesi, faaliyet alanları, yöneticileri, ciroları, kar-zarar tabloları ve çalıştırdıkları işçi sayıları vb. konularda hiçbir bilginin bu kurumlarda olmadığını, bakanlıkların bile şirketler konusundan bihaber olduğunu öğrenmiş durumdayım.

İzmir‘in 30 ilçe belediyesine ya da ortak olduğu şirketlere ait bilgileri daha ayrıntılı olarak incelediğimiz takdirde karşımıza oldukça ilginç bilgiler çıkmakta… Bu bilgileri ise şu şekilde özetleyebilirim:

1. 36 şirket yönetim kurulu başkanı ve üyeleri şeklinde belirli bir üst yönetime sahipken geriye kalan 35 şirket; özellikle de nüfus itibariyle küçük belediyelerin şirketleri, doğrudan doğruya belediye başkanına karşı sorumlu “münferiden temsile yetkili” bir ya da iki kişinin yönetimine bırakılmış durumda.

2. Karabağlar, Karaburun ve Menemen belediyelerine ait şirketlerde belediye başkanlarının doğrudan doğruya yönetim kurulu başkanlığı görevini üstlendiği, diğerlerinde ise aralarında belediye müdürlerinin ya da meclis üyelerinin yer aldığı belediye başkanınca “güvenilir” kişilerin yer aldığı, böylelikle bu kamu görevlilerine ya da siyasetçilere ek bir gelir kapısı yaratıldığı görülmekte.

3. İlçe belediyelerine ait 71 şirketten 15’inin isminde “personel” sözcüğü geçtiği için bu şirketlerin, belediye işçilerinin taşeron eliyle istihdam edilmesi işinde kullanıldığı ve bu durumun emeğin sömürüsü açısından oldukça sakıncalı olan taşeronlaşmanın sürecine katkıda bulunduğu görülmektedir.

4. İlçe belediye şirketleri arasındaki en ilginç özellik, 8 şirket ile en fazla şirkete sahip Çeşme Belediyesi‘nde karşımıza çıkmaktadır. Zira Sayıştay‘ın Çeşme Belediyesi 2022 yılı denetim raporu bilgilerine göre, bu şirketlerin sadece ikisinde belediye sermayenin % 100 ve % 99,98’ine sahipken; diğer 6’sında % 0,004 ila % 5 arasında değişen çok küçük oranlarda hisse sahibi olduğu görülmektedir. (1)

Durum bu şekilde ilginç bir tabloyu sergilemekle birlikte, belediyenin % 99,98 oranında hissedar olduğu Alataş, Alaçatı İmar İnşaat Turizm San. ve Tic. A.Ş.‘nin % 5 oranında hissedar olduğu ve adı Port Alaçatı isimli yatırımı ile gerçekleştirilen kıyı yağması ve vergi yolsuzlukları nedeniyle sıkça anılan Alaçatı Turizm Yatırım ve İşletme A.Ş.‘ndeki yönetim kurulu başkanlığı makamının, Alataş A.Ş.‘ye; yani 2019-2024 ve 2024-2029 hizmet dönemlerinde sırasıyla Çeşme belediye başkanları Muammer Ekrem Oran‘la Lal Denizli‘ye ikram edilmiş olması, bir yandan belediye başkanlarından alınan destekle kıyı yağmasıyla vergi yolsuzluklarını gerçekleştirip bunu sürdürülebilecek dokunulmaz bir güce ulaşmak istendiğini, diğer yandan da Alaçatı eski belediye başkanı Remzi Özen‘in bile sırf bu şirketin projelerindeki usulsüzlük ve yolsuzluklar nedeniyle bir zamanlar hapse düşmesini sağlayan belediye pay ve desteğini; böylelikle, bir belediye şirketinin çok ufak bir payla hissedar olduğu özel bir şirket eliyle suç işlemeyi nasıl kolaylaştırdığını ortaya koymaktadır. (2)

Ayrıca “Alaçatı” ismi kullanılarak nerede kurulduğu belli olmayan; ancak, Türkiye Ticaret Sicil Gazetesi (TTSG)‘nde yayınlanmış ilk ilamının Ankara‘dan alındığı anlaşılan bu şaibeli ve vergi yüzsüzü şirketin, 3 Kasım 1995-21 Nisan 2015 tarihleri arasındaki ilamlara göre Ankara‘da, 14 Haziran 2013-27 Ekim 2020 tarihleri arasındaki ilamlara göre İstanbul‘da, 1 Eylül 2020 tarihi sonrasındaki ilamlara göre de İzmir‘de faaliyet gösterdiği, 29 Aralık 2010-18 Nisan 2019 dönemindeki ilamlara göre Çeşme‘de bir şubesinin bulunduğu anlaşılmaktadır.

5. İlçe belediye şirketleri ile ilgili bilgilerin şeffaflık ilkesine aykırı olarak yayınlanmaması nedeniyle, bu şirketlerde yönetim kurulu başkanı, üyesi ve “münferiden temsile yetkili” unvanı ile görev yapanların bunun karşılığında ne kadar huzur hakkı aldığı, -kolaylıkla tahmin edeceğiniz gibi- belediyeler ve şirketler açısından devlet sırrı gibi saklanan bilgilerdir.

Çeşme Belediye Meclisi

İki ayrı yazı bütününde yaptığımız araştırma, inceleme ve değerlendirmeler sonucunda ortaya çıkan, İzmir Büyükşehir Belediye Meclisi üyeliğinin meclis, meclis başkan vekilliği, encümen, ihtisas komisyonu, siyasi başkan yardımcılığı, üye olunan birlik ve belediye şirketleri üzerinden alınan maaş ve huzur haklarıyla adeta “ekmek kapısı“na dönüşen bir meslek haline gelmesi karşısında, belediyelerin ve meclislerinin kurumsal saygınlığını korumak amacıyla aynen kamu görevlilerini kapsayan düzenlemeler gibi belediye başkanları ve meclis üyeleri için hazırlanan “Belediye Başkanları ve Meclis Üyeleri İçin Etik İlkeler Bildirgesi” çerçevesinde yaşama geçirilmesini diliyorum: (3)

1. İlçe belediye meclislerinde herhangi bir ihtisas komisyonunda görev yapan bir meclis üyesinin, büyükşehir belediye meclisinde de aynı konu ile ilgili ihtisas komisyonunda görev alamaması,

2. Her yıl yenilenen meclis ihtisas komisyonlarındaki üyelerin üst üste iki yıl aynı komisyonda görev yapmaması,

3. Belediye meclislerinin görevlerinden biri de belediye başkanlarıyla encümen arasındaki anlaşmazlıkları karara bağlamak olduğu için meclisi yönetme yetkisi olan ilçe belediyesi ve büyükşehir belediyesi meclisi birinci başkan vekilinin encümen üyesi olmaması gibi etik normların belirlenmesi,

4. Siyasi başkan yardımcısı olan meclis üyelerinin büyükşehir belediye başkanı tarafından başkan vekili olarak görevlendirilememesi, hiyerarşisi altında olan birimlerle ilgili konuların görüşüldüğü komisyonlara üye olamaması veya toplantılarına katılmaması ya da oy hakkı olmadan katılabilmesi, encümen üyesi olmaması, olması halinde ise başkanın katılmadığı toplantılarda encümene başkanlık yapmaması,

5. İlçe belediye meclis üyesinin, ilçe belediyesinde encümen üyesi olması halinde büyükşehir belediyesinde encümen üyesi seçilmemesi,

6. İlçe belediye meclis üyesinin, hem siyasi başkan yardımcısı hem de ilçe veya büyükşehir encümen üyesi olması halinde denetim komisyonlarında görev almaması,

7. İlçe belediye başkanlarının, büyükşehir belediye meclis üyesi sıfatı ile büyükşehir belediye encümenine üye olamaması.

8. Belediye meclisi üyelerine verilen görevlerle bunun karşılığında ödenecek huzur haklarının, belediye meclisindeki tüm üyeleri kapsayacak şekilde üye olabilecekleri komisyon sayıları itibariyle sınırlanıp yapılan tüm ödemelerin şeffaflık ilkesi doğrultusunda kamuoyuna açıklanması,

9. Belediye meclisleriyle ihtisas komisyonlarının bir yıl içinde yaptıkları çalışmalarla ilgili faaliyet raporlarının, aynen belediye başkanının faaliyet raporu gibi düzenlenerek kamuoyuna açıklanması,

10. Merkezi ve yerel yönetimlerde tasarruf uygulamasının gerçekleştiği ya da belediyelerin büyük miktarlarda borçlu olduğu dönemlerde belediye çalışanlarından istenen fedakarlık çerçevesinde meclis, encümen ve ihtisas komisyonu üyelerinin de gönüllü olarak fedakarlık yapıp huzur hakkı talep etmemesi,

11. Belediyelerin karar ve denetleme organı olan belediye meclisi üyelerinin, belediyelerde siyasi başkan yardımcısı, şirketlerde de yönetim kurulu başkanı, başkan vekili ve üyesi gibi görevler almaması ve bu üyelere bu şekilde görevler verilmesi durumunda herhangi bir şekilde ödeme yapılmaması,

12. Belediyelere ait tüm kamu hizmetlerinin, belediye şirketlerinin tek başına ya da başka şirketlerle birlikte “ticari sır” perdesi arkasına saklanarak kolaylıkla suç işlemesini sağlayan, bu nedenle de kamu yararı açısından suç mahalli olarak nitelediğim şirketler eliyle özelleştirilmesinden vazgeçilerek, belediyelerin Toplumcu Belediyeciliğin temel ilkelerinden biri olan Anti-Kapitalist Belediyecilik anlayışı çerçevesinde “yeniden belediyeleşme” hareketiyle birlikte belediyeler tarafından yürütülmesi sağlanmalıdır.

……………………………………………………………………………………………..

(1) Çeşme Belediyesi 2022 Yılı Denetim Raporu, sh. 7-8, https://www.sayistay.gov.tr/reports/download/47o8yvLgy6-izmir-cesme-belediyesi (Erişim Tarihi: 25.10.2024)

(2) https://www.evrensel.net/haber/529571/cesme-alacati-portta-vergi-usulsuzlukleri-bitmiyor, https://www.evrensel.net/haber/524696/cesme-alacati-portta-buharlasan-milyon-avrolar-meclis-gundeminde, https://www.evrensel.net/haber/505159/alacati-port-davasina-buharlasan-milyon-eurolar-damga-vurdu, https://www.evrensel.net/haber/519481/cesme-alacati-portta-milyonlarca-avro-vergi-usulsuzlugu

(3) Keleş, R., Gençkaya, Ö. F., Yerel Yönetimlerde Etik Mevzuatı ve Uygulaması, Marmara Belediyeler Birliği Kültür Yayınları, İstanbul, 2022, s.383-386.

Yararlanılan Kaynaklar

Alıcı, O. V., Kızılboğa Özaslan, R., “Büyükşehir Belediye Meclislerinde Temsil Sorunu ve Meclis Üyelerinin Üstlenebilecekleri Görevlerdeki Orantısızlık, Çağdaş Yerel Yönetimler Dergisi, Cilt 29, Sayı 1, Ocak 2020, s.95-115. https://library.dogus.edu.tr/mvt/pdf.php

Demir, M. A., “Türkiye’de Belediye Meclis Üyelerinin Temsilde Adalet Bakımından Değerlendirilmesi, Ankara Üniversitesi SBF Dergisi, Cilt 78, No.2, 2023, s.311-332. https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/2297330

Dikyol, Z., Açıklamalı ve İçtihatlı Belediye Meclisinin Görevleri, Türkiye Belediyeler Birliği, Ankara-2024.

Güler, F., “Büyükşehir Belediye Meclisi Üyeliği Seçim Sisteminin Sebep Olduğu Sorunlar“, Akademik İzdüşüm Dergisi, Yıl: 2023, Cilt 8, Sayı 1, S.155-184. https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/2888506

Belediye Meclisi Toplantı ve Çalışmasına Dair Yönetmelik

Belediye meclis komisyonları ve “huzur hakkı demokrasisi” (1)

Ali Rıza Avcan

Türkçe Sözlük, kullanım açısından biraz eskimiş olmakla birlikte “ihtisas” sözcüğünü “uzmanlık“, “ihtisas yapmak” deyişini ise, “belli bir konuda özel eğitim görerek uzmanlaşmak” olarak tanımlıyor. Bu anlamda, “ihtisas sahibi” kişi denilince, belirli bir alanda eğitim alarak bilgi, birikim ve deneyim kazanan uzmanları, “ihtisas komisyonu ” denilince de bu tür uzmanlardan oluşan çalışma gruplarını anlamamız gerekiyor.

Örneğin hukuk eğitimi alarak hukuk, mimarlık ya da şehir planlama eğitimi alarak yapı, yapılaşma ve imar, kültür ve sanat alanında eğitim alarak bu konuyla ilgili yaratıcılık, üretim ve tasarım, halkla ilişkiler alanında eğitim alarak iletişim ve tanıtım alanlarında bilgi sahibi olup uzmanlaşmak ya da “hukuk komisyonu” ya da “imar ve bayındırlık komisyonu” denilince sadece bu konularda uzmanlaşmış insanların bir araya geldiğini, bunların dışında kalanların ise orada yer almaması gerektiğini düşünüyoruz.

Türkçe’nin bize kazandırdığı diğer bir deyim ise, bir işin gerçekleşmesini zorlaştırmak istediğinizde ya da yapılacak bir işten kısa zamanda sonuç alınamayacağını ifade etmek için kullandığımız “işi komisyona havale etmek” deyişidir. Böylelikle ele alınan bir işin kısa sürede yapılamayacağını, başka bir deyimle ne zaman sonuçlanacağının bilinmediğini anlatmak isteriz.

İşte bugünkü yazımız da, anlamlarını açıklamaya çalıştığımız bu “ihtisas“, “ihtisas komisyonları” ve “işi komisyona havale etmek” sözcükleri ile ilgili olacak.

Çünkü belediye meclisi üyeliğinin adeta bir mesleğe dönüştüğü bugünlerde, iğneyle kuyu kazarcasına yaptığımız araştırma sonucunda, İzmir Büyükşehir Belediye Meclisi üyelerinin, temsil ettikleri ilçe belediyesi ile büyükşehir belediyesinin encümen, denetim ve ihtisas komisyonlarında; ayrıca, büyükşehir ve ilçe belediyesi şirketlerinde görev yapıp yapmadığını, görev yapıyorsa ya da yapmışsa kaç adet ve ne miktarda huzur hakkı aldığı ile ilgili olacak…

Ancak İzmir Büyükşehir Belediye Meclisi üyelerinin hem İzmir Büyükşehir Belediyesi, hem de ilçe belediyesinin temsilcisi olarak görev yaptığı Ege Belediyeler Birliği, Kıyı Ege Belediyeler Birliği, Tarihi Kentler Birliği, Türkiye Belediyeler Birliği, İzmir Kuş Cennetini Koruma ve Geliştirme Birliği ve Türkiye Sağlıklı Kentler Birliği gibi birlik ve kurumlarda genel kurul delegesi ya da yönetim ve denetim kurulu üyesi olarak görev yapan meclis üyelerine, bu birlik ve kurumların ne miktarda huzur hakkı ödediğini belirleyemediğimiz için, bu konuyu zorunlu olarak bu araştırmanın dışında bırakmak zorunda kaldık.

İki bölümden oluşacak yazı dizimizin ilk bölümünde örnek olarak ele aldığımız İzmir Büyükşehir Belediye Meclisi üyelerinin, 2009-2024 yılları arasındaki üç hizmet dönemi ile 2024-2029 döneminin ilk yılı olan 2024’de huzur hakkı aldıkları encümen, denetim ve ihtisas komisyonları üyeliğiyle 2024 yılı itibariyle İzmir Büyükşehir Belediyesi şirketlerinde, yazımızın ikinci bölümünde ise yine aynı meclis üyelerinin 2024 yılı itibariyle temsil ettikleri ilçe belediye meclisleriyle şirketlerindeki ve üyesi oldukları birlik ve kurumlarda huzur hakkı aldıkları görevleri inceleyip değerlendireceğiz.

Tabii ki, belediye meclisi üyelerinin üye oldukları ihtisas komisyonlarını düzenleyen Belediye Meclisi Çalışma Yönetmeliği hükümlerini dikkate alıp gerektiğinde buna ilişkin açıklamalar yapmak suretiyle…

Belediye meclisi hiyerarşisi…

5393 sayılı Belediye Kanunu‘nun 24. maddesine göre belediye meclisi, üyeleri arasından en az 3, en fazla 5 kişiden oluşan ihtisas komisyonları kurabilir ve komisyonların bir yılı geçmemek üzere ne kadar süre için kurulacağı aynı meclis kararında belirtilir. Komisyon üyesi sayıları, büyükşehir belediyelerinde 5216 sayılı Büyükşehir Belediye Kanunu‘nun 15. maddesi uyarınca en az 5, en fazla 9 kişi olarak düzenlenmiştir.

İhtisas komisyonları, her siyasi parti grubunun ve bağımsız üyelerin meclisteki üye sayısının meclis üye tam sayısına oranlanması suretiyle oluşturulur. Büyükşehir belediyelerinde imar ve bayındırlık, plan ve bütçe, denetim, çevre ve sağlık, eğitim, kültür, gençlik ve spor ve ulaşım; yani 6 komisyonun kurulması, ilçe belediyelerinde ise imar ve bayındırlık, plan ve bütçe ve denetim; yani, 3 komisyonun kurulması zorunlu, diğerlerinin kurulması ise meclisin tercihine bağlıdır.

İhtisas komisyonlarının görev alanına giren işler bu komisyonlarda görüşüldükten sonra belediye meclisinde karara bağlanır. Meclis toplantısı sonrasında imar komisyonu en fazla 10 iş günü, diğer komisyonlar ise 5 iş günü içinde kendilerine havale edilen işleri sonuçlandırmak zorundadır.

Komisyonlar, kendilerine havale edilen işlerle ilgili raporlarını bu sürenin sonunda meclise sunmadıkları takdirde, konu meclis başkanı tarafından doğrudan gündeme alınır. Yönetmeliğin 21. maddesinin beşinci fıkrasına göre, imar ve bütçe konularında gündeme gelen konular bu komisyonlara gönderilmeden karara bağlanamaz.

Ancak geçtiğimiz günlerde Kurtuluş Savaşı 100. Yıl Anı Evi ile ilgili yazımızda da belirttiğimiz gibi, bu anı evinin Konak Belediyesi‘ne kiralanması ile ilgili başkanlık önergesi 12 Ağustos 2024 tarihinde komisyonlara havale edildiği ve bu konu meclis başkanı tarafından doğrudan gündeme alınmadığı halde plan ve bütçe komisyonunun 20 gün sonraya isabet eden 02 Eylül 2024 tarihinde karar vermesi gibi durumların yaşanması da mümkün olabilir.

5393 sayılı Belediye Kanunu‘nun 24. maddesine göre; “ihtisas komisyonları, her siyasi parti grubunun ve bağımsız üyelerin meclisteki üye sayısının meclis üye tam sayısına oranlanması suretiyle oluşturulur.” Belirtilen hüküm ve bu konuda alınmış mahkeme kararlarına göre ihtisas komisyonlarına üye seçiminde basit orantı yöntemi kullanılır.

Söz konusu ihtisas komisyonlarındaki üyelere, katıldıkları her bir komisyon toplantısı için bugünkü yazımızın konularından biri olan huzur hakkı ödemesi yapılır. Ödenecek huzur hakkı miktarı ise her yılın ilk ve ikinci altı aylık sürelerine göre değişip; 2024 yılının ikinci dilimine isabet eden 01 Temmuz-31 Aralık 2024 tarihleri arasındaki dönem itibariyle göre şu şekildedir: (1)

Bu miktarlar tabii ki üye olunan komisyon ve toplantı sayılarının artması durumunda daha da çoğalacak ve bunun doğal bir sonucu olarak ihtisas komisyonu üyelerinin aldığı huzur hakkı miktarı bazen asgari ücretli işçilerin ya da memurların maaşlarını bile geçebilecek, böylelikle gönüllü yapılması gereken belediye meclis üyeliği, toplantıya katılıp oy verme karşılığında alınan paralarla bir ticaret ya da meslek konusuna dönüşebilecektir.

Şimdi isterseniz belediye meclislerindeki ihtisas komisyonlarını ve bu komisyonlarda görev alan belediye meclisi üyelerine ödenen huzur haklarını İzmir Büyükşehir Belediye Meclisi örneğinde ele alarak bu meclisin 2009-2024 döneminde nasıl bir değişim geçirdiğini incelemeye başlayabiliriz.

İzmir Büyükşehir Belediye Meclisi üyeleri, 2972 sayılı Mahalli İdareler ile Mahalle Muhtarlıkları ve İhtiyar Heyetleri Seçimi Hakkındaki Kanun‘un 10. maddesinin (c) fıkrası hükmü ile Yüksek Seçim Kurulu (YSK) tarafından duyurulan 31 Mart 2024 tarihli yerel seçimlerin sonuçlarına göre, yereldeki seçmenler yerine üyesi oldukları siyasi partilerce belirlenen 153 ilçe belediye meclisi üyesiyle 1’i büyükşehir belediye başkanı, 30’u ilçe belediye başkanı olmak üzere 31 ilçe belediye başkanından, toplam olarak 184 meclis üyesinden oluşmaktadır. İlçeler adına seçilen ve ilçe belediye meclislerinin diğer üyelerine göre daha ayrıcalıklı konumda olan belediye meclisi üyeleri, hem ilçe ve büyükşehir belediye meclisinde görev üstlenerek; hatta seçildikleri ilçe ile büyükşehir belediyesi şirketlerinde yönetim kurulu başkanı ya da üyesi sıfatıyla görev yapan 153 adet “Creme de la creme meclis üyesi“, sayısı toplamda 786’yı bulan meclis üyesinin “kaymak tabakası” olarak ayrıcalıklı olma halinin mükafatını fazlasıyla almaktadır.

Örneğin bu meclis üyelerine, İzmir Büyükşehir Belediye Meclisi olarak her ay üç kez yapılan olağan meclis toplantısına katıldıkları takdirde, İzmir Büyükşehir Belediye Meclisi‘nin 08 Ocak 2024 tarih, 2 sayılı kararı uyarınca büyükşehir belediye başkanına yapılan brüt 210.862,80 TL. tutarındaki aylık ödemenin günlük tutarının üçte biri miktarında; yani, geldikleri ilçelerde geçerli huzur hakkı miktarları dikkate alınmaksızın 2.342,92 TL X 3 toplantı = 7.028,76 TL., bir ayda üç kez yapılan belediye meclisi toplantılarına 184 adet üyenin tümünün katılması durumunda, 2024 yılının ikinci altı ayında geçerli olan tarifeye göre her ay toplam olarak 1.293.291,84 TL, bir yıl içinde de 15.519.502,08 TL tutarında huzur hakkı ödenmesi mümkündür.

İzmir Büyükşehir Belediye Meclisi üye sayısı, aşağıdaki tablodan da görüleceği gibi il nüfusunun yıllar içindeki artışına bağlı olarak 2009-2014 döneminde 24’ü belediye başkanı, 104’ü meclis üyesi olmak üzere 128’e, 2014-2019 döneminde 31’i belediye başkanı, 168’i meclis üyesi olmak üzere 168’e, 2019-2024 döneminde 31’i belediye başkanı, 176’sı meclis üyesi olmak üzere 176’ya ve son olarak 2024-2029 döneminde 31’i belediye başkanı, 153’ü meclis üyesi olmak üzere 184’e yükselmiştir.

Belediye ve meclis başkanlarının belediye, ESHOT ve hal encümenleriyle ihtisas komisyonlarında yer almadığı durumda;

1) 2009-2014 döneminde toplam 104 meclis üyesi için oluşturulan 157-160 encümen ve komisyon üyeliğinin yıllara göre % 59-61 (93-96 üye) aralığında değişen üye,

2) 20014-2019 döneminde toplam 137 meclis üyesi için oluşturulan 126-139 encümen ve komisyon üyeliğinin yıllara göre % 80-89 (124-139) aralığında değişen üye,

3) 2019-2024 döneminde toplam 145 meclis üyesi için oluşturulan 127-137 emcümen ve komisyon üyeliğinin yıllara göre % 56-76 (127-137) aralığında üye,

4) 2024-2029 döneminin ilk yılı olan 2024 yılında da toplam 153 meclis üyesi için oluşturulan 225 adet encümen ve komisyon üyeliğinin % 67 (150 üye) oranında ki üye tarafından doldurulduğunu görürüz.

Ortaya bu şekilde bir dağılımın çıkması ise, yine aynı tablonun son sütunundaki yüzde oranlarını dikkate aldığımızda 2009-2024 yılları arasındaki 16 yıllık hizmet süresi içinde belediye meclisi üyelerinin en az % 56’sının, en fazla % 89’unun encümenlerle ihtisas komisyonlarında yer bulabildiği, geriye kalanların ise hiç bir şekilde encümen ya da ihtisas komisyon üyesi olamadığı; ayrıca, beş yıllık her hizmet döneminin ilk yılında seçimler sonrasında ortaya çıkan ve daha fazla meclis üyesinin komisyonlarda görev almasını hedefleyen demokratik yaklaşımın yıllar geçtikçe bozulduğu ve seçim öncesine rastlayan beşinci yılda en adaletsiz dağılımın ortaya çıktığı, son bir ya da iki yılda ayrıcalıklı ve “her alanda uzman olan” bazı meclis üyelerinin görev aldığı komisyon sayısında 3’e; hatta, 4’e ulaşan artışlar olduğu görülür.

Yukarıdaki tablo dikkatli bir şekilde incelenecek olursa, ihtisas sahibi olduğu söylenen komisyonların her seçim sonrasında, artan nüfus ve kentsel sorunların çeşitlenip artması nedeniyle; ayrıca, bazı meclis üyelerinin çalışıp huzur hakkı alabilmesi amacıyla yeni ihtisas komisyonlarının yaratıldığı; böylelikle daha fazla meclis üyesinin komisyonlara üye olduğu görülmektedir.

Bu durum bazen o kadar açık bir şekilde ortaya çıkmaktadır ki, her ne kadar örnek aldığımız belediye meclisi İzmir Büyükşehir Belediye Meclisi olmakla birlikte; 31 Mart 2024 tarihli seçimler sonrasında herhangi bir ihtisas komisyonunda yer almadığı gerekçesiyle itiraz eden Konak Belediye Meclisi üyelerinin talebi üzerine, acilen yeni ihtisas komisyonları kurularak hoşnutsuz meclis üyelerinin memnun edilmesi sağlanmıştır. Bu durum tabii ki, İzmir Büyükşehir Belediyesi için de geçerlidir ve bunun doğal bir sonucu olarak kadın-erkek eşitliği komisyonunun adının 2019 yılında CHP’lilerin oyuyla toplumsal cinsiyet eşitliği komisyonuna, derin ideolojik ayrılıklar nedeniyle 2019-2023 döneminde ısrarla üye vermeyen AKP, 2024 yılında üye vererek daha fazla komisyon üyesi olmaya başlamıştır.

Bazı ihtisas komisyonları, özellikle de herkesin bildiği üzere imar ve bayındırlık komisyonu ya da plan ve bütçe komisyonu üyeliği bütün belediye meclislerinde fazlasıyla rağbette olup adeta tüm meclis üyeleri bu iki komisyona girebilmek için fırsat kollamakta, sırada olabilmek için can atmaktadır… Çünkü kentteki rantı yönetmek ya da mali anlamda suyun başında olmak önemlidir ve size istediğiniz kapıları açmada oldukça yeni imkânlar sunabilir… Böylelikle kentteki büyük gayrimenkul sahiplerini, inşaat şirketlerini ve toprak ya da arsa rantı ile ilgili lobilerini, kamu kaynaklarını tırtıklamak isteyen grupları tanıyabilir, onlarla özel ilişkiler geliştirebilir; hatta geleceğin belediye başkanları, milletvekilleri bile olabilirsiniz… Bunun en iyi örneği, 2022 ve 2023 yıllarında İzmir Büyükşehir Belediye Meclisi İmar ve Bayındırlık Komisyonu başkanı olan İrfan Önal‘ın bugün Bayraklı Belediye Başkanı olmasıdır.

Herhangi bir İhtisas komisyonuna girip çalışmak için o komisyonun gerektirdiği ihtisas; yani uzmanlık bilgisine sahip olmanız gerekmemektedir. Bunun en yakın ve somut örneği, önce 2019 yılında encümen üyesi iken 2020 yılında hiçbir encümen ve komisyonda yer almayan, 2021 yılında imar ve bayındırlık komisyonu üyesi, 2022 ve 2023 yıllarında ise aynı komisyonun başkanlığını yapan tekstil mühendisi İrfan Ünal‘ın 2024 seçimleriyle birlikte İzmir‘in rantı en yüksek ve bereketli ilçesi Bayraklı‘ya “yürü kulum” dercesine belediye başkanı olması ya da Yüksek Seçim Kurulu (YSK)‘na yaptığı başvuruda “kişisel gelişim uzmanı” olduğunu bildiren Seyhan Müşerref Kuralı‘nın 2024 yılında İzmir Büyükşehir Belediyesi Turizm ve Fuarcılık Komisyonu başkanı olarak görev yapıyor olması bu liyâkat sorunun en güzel örnekleridir.

İşte bu tespitin diğer bir sonucu olarak, özellikle de 2019-2024 dönemi belediye meclisinde bazı meclis üyelerinin adeta bir tenis topu gibi her yıl değişik bir ihtisas komisyonuna alınarak görevlendirildiği görülmektedir.

Hem de nasıl!!! Değil 1, 2, 3 ve hatta aynı anda 4 komisyonda görev yapmaları mümkün… Tabii ki partisi ve meclisi içinde güçlü ilişkileri varsa ve komisyon üyeliği meclis dışındaki başka birilerinin işine yarıyorsa… Bu konuda 4 ihtisas komisyonu üyeliği ile rekoru elinde bulunduranlar kimler diye sorarsanız; ben de size, 2009-2014 döneminde Günsel Sağlam, Sevin Brav, Halil Serbeş, Semra Arık, 2016 için Göksel Dinçer, 2021 için Fikret Mısırlı, 2022 için Bahar Gürsul, Nilüfer Bakoğlu Aşık, Selahattin Şahin, Sıla İlgi Akkaş, Yeşim Tekoğlu ve 2023 için Sıla İlgi Akkaş isimlerini verebilirim… Tabii ki imar ve bayındırlık ya da plan ve bütçe gibi “baba” komisyonlarda yer alıp veya encümen üyeliği yapıp tek bir komisyonla idare eden “kanaatkârları” da unutmamak koşuluyla…

Gerekmiyor; ama bazı komisyonların toplanıp üyelerin huzur hakkı alması ya da daha fazla huzur hakkı alabilmesi için neredeyse her önergenin komisyonlara havale edilmesi şeklinde bir alışkanlık var. Bunun en iyi örneğini ise, 2024 yılı toplantılarında Cumhur İttifakı üyesi meclis üyelerinin bozkurt işareti yapıp UEFA‘dan ceza alan Merih Demiralp‘in heykelinin yapılması için verdikleri önergenin, CHP’li üyelerin herkesçe bilinen tutumları nedeniyle komisyonlara havale edilmeden doğrudan doğruya görüşülüp karara bağlanması mümkün olmakla birlikte, baştan karşı çıkılması uygun görülmeyen böylesi bir siyasi hamlenin uzun vadede unutulup telafi edilmesi için buna dair önerge hiç gerek yokken ihtisas komisyonlarına sevk edilmiş ve böylelikle, “işi komisyona havale etmek” anlayışı içinde birden fazla ihtisas komisyonuna toplantı yapıp huzur hakkı alma imkânı verilmiş ve sonuç olarak, verilen önerge önce komisyonlardaki, daha sonra da meclisteki CHP‘li üyelerin oylarıyla reddedilmiştir.

Gerek 5393 sayılı Belediye ve 5216 sayılı Büyükşehir Belediyesi kanunları, gerekse Belediye Meclisi Toplantı ve Çalışmasına Dair Yönetmelik hükümlerine göre hiç de gerekmiyor, söz konusu düzenlemelerde bunu gerektirecek bir zorunluluk yok; ama, çoğu kez hangi önergenin hangi ihtisas komisyonlarına gönderileceğini meclis toplantısı öncesine diğer parti grubu sözcüleriyle belirleyen belirleyen CHP grup sözcüsünün organize ettiği bu uzlaşma trafiği kapsamında bir önerge ne kadar çok ihtisas komisyonuna gönderilip bu komisyonlara ne kadar fazla toplanma imkânı yaratılırsa; işte o ihtisas komisyonu üyeleri de, o kadar fazla huzur hakkı alma hakkına kavuşabiliyor.

Bu durum günlük yaşamda daha çok esnaf ve sanatkârların kendi meslek odalarında, 20, yıl, 30 yıl oda başkanlığı yapıp yıllananlar şeklinde karşımıza çıkar… İzmir Büyükşehir Belediye Meclisi‘nde ise adeta esnaf meslek örgütlerinde görüp alıştığımız bu durumu yine aynı konuyla ilgisi olan Esnaf ve Meslek Odaları İhtisas Komisyonu‘nda görürüz ve “böylesi bir durum acaba esnafların loncalardan bu yana sürdürdüğü mesleki bir alışkanlık mı?” diye sormaktan kendimizi alamayız. Çünkü uzun yıllar İzmir Belediye Meclisi üyesi olarak seçilen Şerif Sürücü, araştırmamıza konu aldığımız 16 yıllık 2009-2024 döneminde Esnaf ve Meslek Odaları İhtisas Komisyonu başkanlığı görevini 2010 yılından 2023 yılına kadar tam 14 yıl süreyle devam ettirmiş, adeta bu komisyon belirtilen tarihler arasında Şerif Sürücü‘ye teslim edilmiştir. Şerif Sürücü Esnaf ve Meslek Odaları Komisyonu‘ndaki bu egemenliğini 2022 ve 2023 yıllarında diğer önemli bir komisyon olan Plan ve Bütçe Komisyonu üyeliği ile takviye edip güçlendirmiştir.

Karşıyaka ve İzmir Büyükşehir Belediyesi meclislerinin ezeli ve ebedi üyesi avukat Rıfat Özer ise, 2009-2014 döneminde adeta Hukuk Komisyonu başkanlığı ve Ulaşım komisyonu üyeliği ile teslim almış, 2014-2023 döneminde ara verdiği bu görevi 2024 yılında bu kez yine Hukuk Komisyonu başkanlığı ve eskisinden farklı olarak Kent Konseyi Komisyonu üyesi olarak devam ettirmeye başlamıştır.

31 Mart 2024 tarihi sonrasında oluşan yeni İzmir Büyükşehir Belediye Meclisi‘nde, İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Cemil Tugay‘ı yakından etkileyip ondan İzmir Büyükşehir Belediyesi şirketlerinde ya da İzmir Büyükşehir Belediyesi‘nin ortağı olduğu şirketlerde önemli pozisyonlar koparan bazı isimler bulunmaktadır. Şirket yönetim kurulu başkanlığı, başkan vekilliği ya da yönetim kurulu üyeliği gibi pozisyonlar için bu isimlere ne miktarda huzur hakkı ödendiği “ticari sır” olarak saklanmakla birlikte toplum içinde konuşulan rakamlara göre aylık düzeyde 120, 130 bin liradan az olmayan huzur hakları aldığı söylenmektedir.

Bu şanslı, kayırılan isimler kimlerdir derseniz; ben de size eski başkan Tunç Soyer‘le yollarını ayırıp yeni belediye başkanına yaklaşan Mustafa Özuslu‘nun, bu manevranın mükafatı olarak aldığı İZFAŞ A.Ş. ile İzmir‘in doğalgaz dağıtımını yapan İzmir Doğalgaz A.Ş. isimli şirketteki -muhtemelen dolgun huzur haklaı karşılığında- 2 yönetim kurulu üyeliğini, Cemil Tugay’ın Karşıyaka‘dan getirdiği iki isimden biri olan harita mühendisi Nilüfer Bakoğlu Aşık‘ın Egeşehir Planlama A.Ş.‘ndeki yönetim kurulu üyeliğini, ikinci isim olan TMMOB Kimya Mühendisleri Odası İzmir Şubesi eski başkanı Saadet Çağlın‘ın İzenerji A.Ş.‘ndeki yönetim kurulu başkan vekilliği ile Çeştaş A.Ş.‘ndeki yönetim kurulu üyeliğini ve son olarak ODTÜ İnşaat Mühendisliği Bölümü‘nden mezun olduktan sonra Ege Üniversitesi‘nde sosyoloji doktorası yapan Zafer Levent Yıldır‘ın İzmir Büyükşehir Belediyesi‘nin en büyük ve sorunlu şirketi İZBETON‘daki yönetim kurulu başkanlığını dile getirebilirim.

Belediye şirketlerinin yönetiminde yer alan bu dört isme ödenen huzur hakkı ise, diğer şirket yöneticilerde de gördüğümüz gibi “ticari sır” olarak kamuoyunun bilgisinden kaçırıldığı için, belediye başkanı ile adlarını verdiğim bu meclis üyeleri arasındaki özel bağlılık ilişkisiyle sadakatin bedelinin ne olduğu ve ne zamana kadar süreceği -ne yazık ki- bilinmemektedir.

İzmir Büyükşehir Belediye Meclisi‘nin 2009-2024 dönemi encümenler, ihtisas komisyonları ve belediye şirketleri düzleminde ortaya koyduğu performansa yönelik tespitlerimizin sonucunda aşağıdaki önerilerin geliştirilmesi uygun görülmüştür:

1. Temsili demokrasinin iflas edip bizim seçtiğimiz milletvekilleriyle belediye başkanı ve meclis üyelerinin “bizim” ve “bizden” olmaktan çıktığı bir süreçte, siyasi parti genel merkezlerindeki kemikleşmiş oligarşik yapılarca belirlenen meclis üyeleriyle bu üyeler arasında en güvenilir parti ajanları anlamına gelen “kontenjan” adaylarının mahalli idareler seçim sisteminin çıkartılarak, mevcut güçlü belediye başkanlığı sisteminin, belediye başkanından ve siyasi parti genel merkezlerinden bağımsız belediye meclisleri ile dengelenmesi, bu şekilde yaratılacak “denge-denetleme mekanizması” ile yerel yönetimlerin daha demokratik bir hale dönüştürülmesi,

2. Öncelikli olarak her bir meclis ihtisas komisyonun bir hizmet yılı içinde hangi konuları görüşüp ne şekilde kararlar aldığını ve her bir komisyon üyesine ne miktarda huzur hakkı ödendiğini gösteren ihtisas komisyonları ile ilgili yıllık faaliyet raporlarının düzenlenerek kamuoyu ile paylaşılması,

3. İhtisas komisyonları için yapılacak seçimlerde, seçilen üyenin sahip olduğu uzmanlık bilgisi ile görev yapacağı komisyonun faaliyet alanı arasında uyum olduğunu gösteren bilgi ve belgelerin kamuoyu ile paylaşılması,

4. Belediyelerin karar organı olan ve bu nedenle yerel yönetimlerin özerkliği açısından çok önemli olan belediye meclisi üyelerinin tarafsızlığını sağlamak amacıyla, hiçbir şekilde belediye şirketlerinin yönetiminde yer verilmemesi,

5. Belediye meclisinin oluşturduğu çok fazla sayıdaki ihtisas komisyonunun etkinlik, verimlilik ve tasarruf ilkeleri çerçevesinde azaltılması, her önergenin komisyonlara havale edilmemesi, gerektiği takdirde işin uzmanı olmayan belediye meclisi üyeleri yerine işin gerçekten uzmanı olan üniversite, TMMOB, Baro ve konuyla ilgili sivil toplum örgütleri gibi dışarıdan kişi ya da kurumlara danışılması,

Daha sağlıklı, planlı kentlerin gelişmesi ve kentlerdeki yaşam kalitesinin gelişip güçlenmesi açısından doğru ve yerinde olacaktır.

Devam edecek…

(1) Hazine ve Maliye Bakanlığı Kamu Mali Yönetim ve Dönüşüm Genel Müdürlüğü’nün 05 Temmuz 2024 tarih, (5) sıra sayılı genelgesi.

Yararlanılan Kaynaklar

Güler, F., “Büyükşehir Belediye Meclisi Üyeliği Seçim Sisteminin Sebep Olduğu Sorunlar“, Akademik İzdüşüm Dergisi, Yıl: 2023, Cilt 8, Sayı 1, S.155-184.

Belediye Meclisi Toplantı ve Çalışmasına Dair Yönetmelik

Buca’daki tarihi demiryolu hattına sahip çıkmak…

Ali Rıza Avcan

2019 yılının Nisan ayında, “belki olumlu yönde bir iki adım attırırım” düşüncesiyle kabul ettiğim ve karşılığında emeğimin karşılığını bile alamadığım gece-gündüz süren yoğun bir çalışmayla 3,5 ay devam ettirdiğim büyük hatalarımdan birini işlemiş, Buca belediye başkanı Erhan Kılıç‘ın danışmanı olma teklifini kabul ederek o güne kadar fazla tanıyıp bilmediğim Buca‘yı, Buca ile ilgili tüm yayınları alıp okuyarak ve boş zamanlarımda Buca‘nın cadde ve sokaklarını dolaşarak öğrenme fırsatını yakalamıştım. Özellikle de sabahları İZBAN Şirinyer İstasyonu‘nda indikten sonra tarihi Şirinyer-Buca istasyonları arasındaki etrafı tel çitlerle ya da beton duvarlarla çevrilmiş kullanılmayan demiryolu hattı boyunca yürümeyi, o esnada bir zamanlar İzmir‘deki işyerlerinden dönerken 1. mevkide oturan Forbes, Rees ve Baltazzi ailelerine mensup Levantenleri, 2. ve 3. mevkide yolculuk yapan Bucalı Rum, Ermeni ve Türkleri düşlemeyi, onlarla birlikte geçmişe yolculuklar yapmayı, hat üstündeki bugün yok edilmiş olan Efeler durağında trene binip inenleri düşleyerek, Forbes ve Cemil Şeboy caddelerinin kesiştiği meydana yerleştirilmiş garip fil heykeline, “Kartacalı Anibal’e selam söylemeyi unutma!” diyerek selam vermeyi alışkanlık haline getirmiştim. Bu şekilde Buca‘yı öğrenip sevmeye başladığımda ise bu güzel tarihi yerleşimin uzun yıllardır ufku dar kötü yöneticilerin elinde bir adım bile gelişemediğini, sahip olduğu zenginliklere büyük kötülükler yapıldığını görüp anlama imkânım olmuştu.

Şimdilerde üstü betonlanarak ortadan kaldırılan Şirinyer-Buca demiryolu hattı…

Örneğin benim belediyede çalışmaya başladığım tarihlerde aralarında De Jongh Köşkü‘nün alanı ile Forbes Köşkü‘nün olduğu Seyfi Demirsoy Hastanesi ve DEÜ kampüsleriyle ilgili doğal sit kararlarının belediyenin talebi ile kaldırıldığını hayretle öğrenmiş, bunu belediye yöneticilerine sorduğumda ise “bir yerin iki ayrı koruma altında olması bizi uğraştırıyor, o nedenle koruma statülerini bilerek ve isteyerek azaltıyoruz” cevabını almış; ayrıca, Buca Belediyesi‘nin yıllardır İzmir Valiliği Yatırım İzleme ve Koordinasyon Başkanlığı (YİKOB) emrindeki Emlak Vergisi Fonu‘ndan, her geçen gün yıkılıp yok olan tarihi yapıların restorasyonu için tek bir kez bile yardım almadığını öğrenmiştim. (1)

O dönemde kendi inisiyatifimle oluşturduğum; ama, benim ayrılmamla birlikte devamını getiremedikleri iyi işlerden biri Buca Akademi yapılanması olmakla birlikte; bir diğeri de, TCDD 3. Bölge Müdürlüğü‘nün Buca Belediye Başkanlığı‘na gönderdiği 21.06.2016 tarihli eski bir yazıdaki bilgileri dikkate alarak ve bugünlerde halen başkan yardımcılığı görevini sürdüren Barış Özreçber‘i ikna ederek TCDD 3. Bölge Müdürü Selim Koçbay‘ı birlikte ziyaret etmemizdi. Ziyaretimizin nedeni tapunun Buca ilçesi, Kızılçullu mahallesi, 432 ada, 3 parselinde kayıtlı olan eskilerin Paradiso (Cennet) ya da Kızılçullu dediği, şimdilerde ise Şirinyer Tren İstasyonu denilen yer ile tapunun Buca ilçesi, İnönü mahallesi 574 ada, 6 parselinde kayıtlı olan Buca Tren İstasyonu ve onun ayrılmaz parçası olarak kabul edilen 2,4 km. uzunluğundaki demiryolu hattını belediye olarak kiralayıp restore etme talebiydi. Amacımız bu iki tarihi tren istasyonunu restore ederek belediyenin kültür ve sanat hizmetlerinde kullanmaktı.

Daha önceden iyi bir yönetici olarak tanıdığım TCDD 3. Bölge Müdürü Selim Koçbay bize fırsatı kaçırdığımızı; çünkü, bir ay önce Dokuz Eylül Üniversitesi rektörü Nükhet Hotar‘ın Ankara‘daki TCDD Genel Müdürlüğü‘ne giderek her iki tren istasyonu ile demiryolu hattını üniversite adına tahsis ettirdiğini, istasyonların üniversite tarafından restore edileceğini, Şirinyer-Buca hattında da Makine Mühendisliği Fakültesi öğrencilerinin staj yapacağı nostaljik bir tramvayın çalıştırılacağını söyledi.

Bunun üzerine bize anlatılan o projeyi, ulaşımda büyük sorunlar yaşayan Buca‘da, özellikle de üniversiteli öğrencilerin Şirinyer‘den okula gidiş dönüşlerinde kullanarak büyük bir sorun oluşturan Şirinyer-Buca arasındaki ulaşımı rahatlatacak alternatif bir çözüm olması nedeniyle beğenmekle birlikte; büyük umutlarla yaptığımız ziyaretten, elimiz boş döndüğümüz için üzülmüş ve söz konusu üniversitenin söylenen projeyi hayata geçirmesini beklemeye başlamıştık.

Ancak aradan geçen zaman içinde Dokuz Eylül Üniversitesi‘nin vaat ettiği bu projeyi hayata geçirmemesi üzerine, mülkiyeti TCDD 3. Bölge Müdürlüğü‘ne ait Buca İstasyonu ile Şirinyer-Buca istasyonları arasındaki demiryolu hattının Buca Belediyesi‘ne kiralandığını duyup 2019 yılında bizim yapamadığımızın hayata geçirileceğini öğrendiğimde, hem Buca hem de demiryolcu bir ailenin bireyi olarak kendi adıma sevinmiş, bu değerli tarihi eserin kurtarılarak yeniden ortaya çıkarılacağını düşünerek teselli bulmuştum.

Ancak 2024 yılının Ağustos ayından bu yana OdaTV, Kent Ege, İz Gazete, Ege’ye Bakış, Duvar gibi gazetelerden TCDD 3. Bölge Müdürlüğü tarafından Buca Belediyesi‘ne kiralanan Buca-Şirinyer istasyonları arasındaki demiryolu hattının, TCDD 3. Bölge Müdürlüğü‘nün verdiği 10 Mayıs 2024 tarihli izne dayanılarak üstü toprak, beton ve beton parke ile kapatılmak suretiyle ortadan kaldırıldığı, bu demiryolu hattından tek bir iz bırakılmadığı ve bunu engellemek amacıyla Buca‘da Buca‘ya ve Buca‘nın tarihine karşı duyarlı olan yurttaşlar tarafından “Tarihime Dokunma Platformu“nun kurulduğu haberlerini okumaya başlamıştım. (2)

Bunun üzerine, 11 Ekim 2024, Cuma günü sevgili dostum Orhan Beşikçi ile birlikte Buca‘ya giderek işlenmekte olan bu kent suçuna tanıklık yapıp, o tarihi demiryolu hattının üstünün kapatılıp betonlanması ve sonrasında beton parkeler döşenerek ortadan kaldırılması ile ilgili operasyonun fotoğraflarını çektik. Bunu yaparken de hakim olmaya çalıştığımız kızgınlık, öfke ve lanetleme duyguları ile birlikte tarihten bir sayfanın nasıl silindiğine şahitlik yaptık, belediye başkanlarının yönettiği kenti tanımadığı ve sevmediği sürece müteahhit kafasıyla nasıl düşmanlıklar yapabileceğini bir kez daha gördük. Diğer yandan da vizyonsuz, beceriksiz, bilgisiz, rant düşkünü ve emek düşmanı olarak tanıdığım Erhan Kılıç‘ın yeniden aday yapılmayacağını bildiği bir süreçte, bir zamanlar yanına yaklaştırmadığı Buca Tıp Merkezi ile Tınaztepe Üniversitesi‘nin sahibi Mehmet Bektur‘a verdiği kanuna aykırı inşaat ruhsatları gibi, 24 Kasım 2023 tarihinde açık ihale yöntemi ile yaptığı ve sadece tek bir firmanın katılıp teklif verdiği ihale sonucunda son yıllarda İzmir‘deki CHP‘li belediyelerden ihale almak için kurulduğu ve bu nedenle perde arkasındaki birtakım siyasi kişilerle organik bağı olduğu anlaşılan Bulut Park İnşaat Sanayi ve Ticaret Limited Şirketi‘ne 106.587.000 liralık bu işi vererek seçimin finansmanına nasıl katkıda bulunduğunu ve 2019 Ağustos ayında verdiğim danışmanlık görevini bırakma kararının ne kadar doğru ve yerinde olduğunu bir kez daha anlamış oldum.

Günümüzde üstü betonla kapatılan Şirinyer-Buca demiryolu hattı, Kaynak: Tapu Kadastro Parsel Sorgu Uygulaması.

Gelelim eskilerin Paradiso ya da Kızılçullu, şimdilerin Şirinyer ve Buca Tren İstasyonu arasındaki 2,7 km uzunluğundaki demiryolu hattının önem ve özelliklerine…

22 Eylül 1856 tarihinde Sultan Abdülmecid‘ten aldığı imtiyazla Anadolu‘daki ilk demiryolu hattı olan İzmir-Aydın demiryolunu inşa eden Ottoman Railway Company’nin (ORC) (Osmanlı Demiryolu Şirketi) öncelikli amacı, Konya‘ya kadar ulaşma hedefiyle Ege Bölgesi‘nin güzey ve güneydoğusundaki madenlerle küçük ve Büyük Menderes ovalarında yetişen, başta incir ve meyan kökü olmak üzere çeşitli tarım ürünlerinin İzmir Limanı‘na daha hızlı ve kolay getirilmesini sağlayarak uluslararası ticaretle gerçekleştirilen sömürüyü arttırmaktı.

Söz konusu şirket, kapitalizmin son aşaması olarak tanımlanan emperyalizmin gelişip serpildiği o tarihlerde, Avrupa‘nın Londra, Marsilya, Livorno ve Trieste gibi kentlerinde faaliyet gösteren uluslararası şirketlere bu topraklarda tüccar, komisyoncu, bankacı ve sigortacı gibi adlar altında yardım eden zengin Levanten, Rum ve Ermenilerin kentten uzak banliyölerdeki yaşamlarını kolaylaştırmak, onların işleri ile evleri arasında kolayca gidip gelmelerini sağlamak amacıyla “şube” adı altında özel demiryolu hatları yapıyordu. İşte bu amaçla yapılan özel demiryolu hatlarının ilki, İzmir-Aydın hattından ayrılıp o dönemin ünlü gayrimenkul zengini Dimitris/Alekos Fotiadis‘in 40 odalı köşkünün önüne kadar gelip 30 Ekim 1858’de hizmete giren 1,4 km. uzunluğundaki Seydiköy şube hattı, ikincisi de Paradiso (Kızılçullu, Şirinyer) Tren İstasyonu ile o tarihlerde Osmanlı Demiryolu Şirketi (OCR)‘nin yetkilisi olan İngiliz kökenli Levanten iş adamı Thomas Bowen Rees (1826-1899)’in malikanesinin önüne kadar gelip 3 Eylül 1872 tarihinde hizmete giren 2,7 km uzunluğundaki şube tren hattıydı.

İşte bugün Buca Eğitim Fakültesi tarafından kullanılan eski Rees Malikanesi‘nin önündeki Buca Tren İstasyonu‘ndan başlayıp son günlerde Buca Belediyesi tarafından betonun altına gömülen demiryolu hattı, 152 yıl önce Rees ailesi başta olmak üzere çevredeki diğer zengin Levantenlerin İzmir‘e gidiş gelişlerini sağlamak amacıyla yapılıp hizmete açılan o özel demiryolu hattıdır.

Paradiso-Buca Şube Hattı sözleşmesi ekindeki harita (Kaynak: Cumhurbaşkanlığı Devlet Arşivleri Başkanlığı Osmanlı Arşivi, Yer Bilgisi 32-6, Belge Tarihi: 03.02.1857)
Paradiso-Buca Şube Hattı sözleşmesi ekindeki harita (Kaynak: Cumhurbaşkanlığı Devlet Arşivleri Başkanlığı Osmanlı Arşivi, Yer Bilgisi 32-6, Belge Tarihi: 03.02.1857))

2,7 km (1,5 mil) uzunluğa ve standart 1.435 hat açıklığına sahip Buca Şube Demiryolu (Buca Branch Railway), Buca‘da yaşayıp Kordon ve Alsancak‘ta işletmeleri bulunan varlıklı Levantenlerin her gün şehre daha kolay gidip gelmesini sağlamak amacıyla inşa edilmiştir. Osmanlı Demiryolu Şirketi (ORC) temsilcisi Edmond Purse ile yapılan antlaşma ile bu hattı işletmek amacıyla 7 Ocak 1866’da Buca Şube Demiryolu İştirak Şirketi kurulmuştur.

Cumhurbaşkanlığı Devlet Arşivleri Başkanlığı Osmanlı Arşivleri‘nden temin ettiğim Osmanlıca ve Fransızca dillerinde düzenlenen sözleşme hükümlerini gösteren belgenin Osmanlıca yazılmış aslı ile günümüz Türkçesine uyarlanmış transkrip belgesi aşağıya eklenmiştir.

İzmir-Aydın Demiryolları Buca Şube Hattı Sözleşmesi (Cumhurbaşkanlığı Devlet Arşivleri Başkanlığı Osmanlı Arşivleri, SD 00495 00015 013 002 )

Çınar Atay’a göre İzmir-Aydın demiryolu iradesinin padişahtan alındığı gün her ikisi de İngiliz kökenli olan Rees ve Whithall aileleri Buca’daki ilk at yarışını düzenlemişler ve bu yarışları o tarihten sonra düzenli olarak devam ettirmişlerdir. O nedenle, ülkemizdeki at yarışları, Paradiso-Buca özel hattının açılışından itibaren gelişmeye başlamış ve bundan böyle Buca hızla gelişmiş, at yarışları ve piknik yerleri ile İzmir‘in mesire yeri haline gelmiş ve Batılı tarzda yaşantının sürdürüldüğü bir yerleşime dönüşmüştür.

Osmanlı Demiryolu Şirketi (ORC) ayrıca Buca‘ya gidip gelen yolcular için Alsancak (Punta) Garı‘na bitişik yeni bir istasyon binası inşa etmiştir. 1870’te hizmete giren ve Buca İstasyon Binası olarak bilinen bu bina, İzmir‘deki ilk saat kulesini de üzerinde barındırmaktaydı.

Alsancak Garı’nın Doğusunda İnşa Edilen Buca Tren Yolcularının Kullandığı İstasyon – APİKAM Arşivi

İzmir (Punta-Alsancak) ile Buca arasında, karşılıklı olarak günde 6-11 tren seferi yapılırdı. Kış günlerinde ve savaş yıllarında sefer sayısı 6-7’e kadar düşerken, yaz mevsiminde ve Pazar günlerinde ise 10-11’e kadar çıkardı. Ayrıca özel günlerde ek tren seferleri düzenlenirdi . Alsancak (Punta)’dan kalkan tren, Kemer ve Şirinyer (Paradiso, Kızılçullu) istasyonlarına uğrayarak Buca’ya varırdı. Buca’ya çalışan lokomotifler de, Aydın Demiryolu Hattı’nda çalışan trenler gibi, saatte en çok 40 kilometre sürat yapabiliyorlardı. Tren, Buca’ya tırmanarak gittiği için 40-45 dakikada ulaşıyor, dönüş yolu ise iniş olduğundan yaklaşık 25-30 dakika sürüyordu. Buca-Şirinyer yakınlarında bulunan koşu alanının İzmir’in sosyal yaşantısında özel bir yeri vardı. Türkiye’de ilk at koşularının düzenlediği bu alanda, at yarışlarının yanı sıra sportif karşılaşmalar ve bayram kutlamaları da yapılırdı. Böyle günlerde şirket, İzmir’den koşu alanına özel tren seferleri düzenlerdi.” (3)

Paradiso-Buca hattıyla hipodromu gösteren 1922 öncesine ait harita…
Kızılçullu-Buca hattı ile Buca yerleşimi gösteren 1925 tarihli harita…

Buca Şube Demiryolu İştirak Şirketi, 1902’de Osmanlı Demiryolu Şirketi (ORC) tarafından tamamen satın alınarak 1935 yılına kadar işletilmiştir. 1923’te Türkiye Cumhuriyeti‘nin kurulmasından sonra alınan demiryollarının millileştirilmesi kararı kapsamında Osmanlı Demiryolu Şirketi (ORC) 1 Haziran 1935’te TCDD tarafından satın alınarak feshedilmiş ve şirkete ait tüm demiryolu hatları TCDD‘nin denetimine girmiştir. 1935-2006 yılları arasında TCDD tarafından işletilen hat, 2006’da Şirinyer Tüneli‘nin inşası sırasında İzmir-Eğirdir demiryolu ile bağlantısı koptuğu için kapatılmıştır. Hattın güzergâhında İzmir Büyükşehir Belediyesi tarafından Buca Tramvayı‘nın inşa edilmesi planlanmışsa da (4) projenin iptal edilmesiyle birlikte bu hat İzmir‘in ulaşım gündeminden düşmüştür.

Şirinyer-Buca demiryolu hattının eski durumu…

Şimdi gelelim bu tarihi demiryolu hattını betonla kaplayıp yok etme operasyonun niye yanlış olduğuna ve onun yerine neler yapılabileceğine….

1. CHP‘li bir belediye açısından, ülkemizdeki demiryolu tarihi ve kültürü açısından çok önemli olan bir ilk adımın mirasçısı olarak bundan tam 152 yıl önce, 1872’de hizmete girmiş tarihi bir demiryolu hattının, kültürel mirasın korunup sahiplenilmesi gibi çağdaş kaygılar dikkate alınmaksızın beton bir yürüyüş yoluna dönüştürme bahanesiyle yok edilmesi; hele ki, bu kent suçunun, CHP‘nin ve İzmir Büyükşehir Belediyesi‘nin örnek aldığı “İBB Miras” markasını oluşturan İstanbul Büyükşehir Belediyesi Genel Sekreter Yardımcısı Dr. Mahir Polat ve ekibinin, İzmir Büyükşehir Belediyesi ile işbirliği yapmak amacıyla İzmir‘e geldiği günlerde işleniyor olmasını dikkate aldığımızda; Buca, İzmir, ülkemiz ve dünya adına büyük bir ayıp, affedilemez bir suç olarak kabul edilmelidir…

Tarihi ve kültürel mirasa ihanet suçu planlanırken…

Ayrıca, ihalesi eski belediye başkanı Erhan Kılıç döneminde yapılan bu işin, 2019-2024 döneminde gerçekleştirdiği hizmetlerde başarısız bulunması nedeniyle yeniden aday gösterilmeyen Erhan Kılıç’a ait uygulamaların yeni belediye başkanı Görkem Duman döneminde de sorgulanmadan devam ettiriliyor olması da, CHP‘nin yeni politika ve yöneticileri açısından üzerinde düşünülmesi gereken diğer bir konudur…

2. Söz konusu tarihi demiryolu hattı, ulaşım ve trafik alanında büyük sorunlar yaşayan Buca açısından alternatif ve akılcı bir hat oluşturmakla birlikte; bu fırsat değerlendirilememiş, Şirinyer ile Buca Eğitim Fakültesi arasında lastik tekerlekli otobüslerle gerçekleştirilen toplu ulaşımın yarattığı çevre kirliliğinin en aza indirilmesi gibi bir hedef, hiç kimsenin aklına dahi gelmemiştir.

Demiryolu hattının henüz betonlanmamış bölümü, 11 Ekim 2024
Demiryolu hattının betonlanmış hali, 11 Ekim 2024
Demiryolu hattının beton üstüne parke döşenmiş bölümü, 11 Ekim 2024

3. Buca Belediyesi‘nin bu akıl almaz girişimi karşısında Buca halkının ve Yaşanabilir Buca Derneği‘nin öncülüğünde kurulan Tarihime Dokunma Platformu‘nun verdiği mücadeleye hastası olma onuruna vardığım sevgili Dr. Levent Köstem, gazeteci Gönül Soyoğul, Buca Kent Konseyi eski başkanı avukat Mürüvet Suatoğlu Balcıoğlu, mimar İlhan Dal ve Harika Erdemir gibi isimler sahip çıkmakla birlikte; Buca‘daki Dokuz Eylül Üniversitesi Mimarlık Fakültesi, Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Enstitüsü ve Buca Eğitim Fakültesi Tarih Eğitimi Anabilim Dalı gibi öğretim kurumlarında bu konularda kitap ve makaleler yazıp konuşmalar yapan, özellikle de 2021 yılında İzmir Kalkınma Ajansı (İZKA) adına hazırladıkları İzmir Endüstriyel Miras Envanteri isimli çalışmada bu demiryolu hattını “endüstriyel miras” olarak tanımlayan yapan Prof. Dr. Şebnem Gökçen, Doç. Dr. Gürhan Aktaş ile Araştırma Görevlisi Soner Söyler‘in; ayrıca, Buca‘da doğup yetişmiş diğer akademisyenlerle benim 3,5 aylık Buca çalışmam sırasında tanıma fırsatını yakaladığım “Beşonsekiz Treni” isimli kitabın yazarı ve gazeteci Tayfur Göçmenoğlu‘nun, Üzüm Kokan Semt isimli derginin editörü Cem Unutmuş‘un, bu yazıyı hazırlarken “İzmir Demiryolları” isimli kitabından fazlasıyla yararlandığım gazeteci Nedim Atilla‘nın ve bu bağlamda Buca Rotary Kulübü yönetici ve üyeleriyle Buca‘ya gönül veren tüm İzmirlilerin bu mücadeleye destek vererek katkıda bulunmalarını diliyorum.

Fotoğrafın çekildiği gün Cuma olmasına karşın işbaşı yapıp çalışan kimse yok!

4. Şirinyer-Buca istasyonları arasındaki demiryolu hattını betonlayarak kapatmakta olan ve Marmara Üniversitesi‘nde ekonometri eğitimi alıp Dokuz Eylül Üniversitesi‘nde veri yönetimi ve analizi konusunda yüksek lisans yapmakla birlikte, kendisine ait şahsi Linkedin sayfasında hisselerinin tamamı kendisine ait şirketten -tuhaf bir şekilde- söz etmeyen veri analisti Burçin (Erdoğan) Yüzücü‘ye ait olduğu anlaşılan ve 2018-2024 döneminde İzmir Büyükşehir Belediyesi, İZBETON, Torbalı, Balçova, Karabağlar, Menderes, Güzelbahçe ve Karşıyaka gibi CHP‘li belediyelerden aldığı toplam 443.470.200 tutarındaki işi devamlı olarak Volkan Karataş, Orkun Çayır, Alaeddin Varol, Mevlüt Erturan gibi ikinci yüklenicilerle yürüten Bulut Park İnşaat Sanayi ve Ticaret Limited Şirketi‘nin, halen işlenmekte olan kent suçunu hayata geçiriyor olması ve belediyelerin büyük mali sıkıntılar yaşadığı seçim öncesi ve sonrasında (5), bugüne kadar yaptığı işlerin en büyüğü olan 106.587.000.- lira tutarındaki betonlama işini, “Buca’ya yeni turistik rota yapıyoruz!” yalanıyla pazarlayan Buca Belediyesi‘nden alması nedeniyle bundan böyle özel bir ilgi ve takibi hak ettiğini düşünüyorum.

5. Şirinyer Tren İstasyonu, İzmir 1 No.lu Koruma Kurulu‘nun 25 Ocak 2007 tarih, 2014 sayılı, Buca Tren İstasyonu da Taşınmaz Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Yüksek Kurulu‘nun 29 Ağustos 1986 tarih, 2614 sayılı kararlarıyla tescillenmiş olmasına karşın ve koruma kurullarınca verilen tescil kararlarında taşınmazların tapu kaydına esas pafta, tapu ve parseller dikkate alınıyor olmasına rağmen, tapu kayıtlarında Buca Tren İstasyonu‘nun bağlaşığı (mütemmim cüzü) olarak gözüken 2,7 km uzunluğundaki demiryolu hattının 29 Ağustos 1986 tarih, 2614 sayılı kararda dikkate alınmaması nedeniyle bu iki istasyon arasındaki demiryolu hattı bugüne kadar tescillenip koruma altına alınmamıştır.

Bu bağlamda, ŞirinyerBuca tren istasyonları arasındaki tarihi demiryolu hattını, bugüne kadar geç kaldığımızı kabul etmekle birlikte, kurtarabilmenin yollarından biri de, -tabii ki İzmir 1 Numaralı Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu‘nun bu talebi reddetmesi ihtimali ile Buca Belediyesi‘nin bu girişimi engelleme çabalarını da unutmadan- Buca Tren İstasyonu‘nun tescillenmesi sırasında aynı parselde yer alan demiryolu hattının dikkate alınmaması nedeniyle 1986 yılında yapılan bu eksikliğin giderilerek hattın da bulunduğu parsel ölçeğinde tescilleme işleminin yapılması amacıyla İzmir 1 Numaralı Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu‘ndan talepte bulunmaktır.

Ben şahsen önümüzdeki günlerde böylesi bir başvuruyu yapacak olmakla birlikte; Buca‘ya gönül vermiş tüm dernek, vakıf, platform gibi kurum ve oluşumlarla tarihe mirasa değer veren yurttaşlara da aynı yola başvurmalarını öneririm. En azından bize hak olarak verilmiş bir imkanı kullanarak yaşadığımız kentten sorumlu bir yurttaş olarak üstümüze düşen görevi yerine getirmenin huzurunu yaşamış oluruz… Tabii ki, bu hattın siyasi ya da bürokratik nedenlerle tescillenmeyeceği ihtimalini de göz önünde bulundurmak koşuluyla….

Özel teşekkür: Şirinyer-Buca şube hattının yapımı ile ilgili eski yazı sözleşmeyi günümüz Türkçe’sine çeviren sevgili arkadaşım Mustafa Meraklı’ya teşekkürlerimle…

…………………………………………………………………………

(1) https://www.evrensel.net/haber/376886/bucada-pek-cok-tarihi-alanin-dogal-sit-karari-kaldirildi

(2) https://www.egeyebakis.com/tarihime-dokunma-platformu-uzerine-beton-dokulerek-kapatildi/91167/

https://www.gazeteduvar.com.tr/bucada-140-yillik-tarihe-beton-dokuldu-belediye-tarihi-dokuyu-koruyacagiz-dedi-haber-1719457

https://kentege.com.tr/restorasyon-degil-betonlasma/

https://www.izgazete.net/bucada-tarihi-mirasa-30-bin-metrekare-beton-ben-yaptim-oldu-diyemezsiniz

https://www.basingazetesi.net/haber/bucada-betonlasma-devam-ediyor-3379

(3) Atilla, N., İzmir Demiryolları, İzmir Büyükşehir Belediyesi Kültür Yayını, Kent Kitaplığı Dizisi: 36, Ekim 2002, İzmir, sh. 96-97.

(4) https://www.izmir.bel.tr/CKYuklenen/EskiSite/file/Tram_Raporu.pdf

(5) https://www.facebook.com/bucaninsesi/posts/buca-belediyesi-%C5%9Fimdilik-borcu-102915260781-ve-dahasi-varg%C3%B6rkem-duman-belediye-b/937727598361283/

Yararlanılan Kaynaklar

1) Atilla, N. İzmir Demiryolları, İzmir Büyükşehir Belediyesi Kültür Yayını, Kent Kitaplığı Dizisi: 36, Ekim 2002.

2) Berent, O., Clarke’ın Doru Tayları, Tudem Yayınları, 2019 İzmir.

3) Berent, O., “Şafak Aktaş’la 17 Eylül 2005 Şirinyer-Buca Gezisi“, Erişim Tarihi: 12.10.2024) https://web.deu.edu.tr/berent/tren/geziler/trgz_170905_1.html, “19 Eylül 2005, Buca Basmane, (Erişim Tarihi: 12.10.2024) https://web.deu.edu.tr/berent/tren/geziler/trgz_190905.html, (Erişim Tarihi: 12.10.2024), “Alsancak Garı“, https://web.deu.edu.tr/berent/tren/geziler/trgz_220606.html (Erişim Tarihi: 12.10.2024)

4) Çelik, M., Türkseven Doğrusoy, İ., Zengel, R., “İzmir’deki Kentsel Âtıl Alanları Çözümlemeye Yönelik Bir Değerlendirme“, Mimarlık Dergisi, Sayı 383, Mayıs-Haziran 2015, http://www.mimarlikdergisi.com/index.cfm?sayfa=mimarlik&DergiSayi=397&RecID=3668 (Erişim Tarihi: 12.10.2024)

5) Ekizoğlu, G., Demiryolu Yerleşkelerinin Endüstriyel Miras Olarak Korunma Sorunları – İzmir-Aydın Hattı Üzerindeki Demiryolu Yerleşkeleri Örneği, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, 2012, İzmir.

6) Kolay, A., İzmir-Kasaba ve Uzantısı Demiryolu Hatları (1863-1897), Yayınlanmamış Doktora Tezi, 2011, İstanbul.

7) https://www.levantineheritage.com/aidin-personnel.html


Kurtuluş Savaşı 100. Yıl Anı Evi, yok edilmeyip geliştirilmeli ve bir müze haline getirilmelidir!

Ali Rıza Avcan

2013 yılından bu yana devam eden bir çalışmanın, daha doğrusu mücadelenin yer yer ve zaman zaman tanığı olarak bugün size, Konak ilçesi, eski adıyla Natırzâde, yeni adıyla Tan mahallesi, yine eski adıyla Müftüzâde, yeni adıyla bize geçmişe dair hiçbir şeyi anımsatmayan 838 sokak, No.23’deki büyük tarihi binanın, diğer bir anlatımla muhteşem bir konağın öyküsünü anlatmaya çalışacağım…

Tapu kaydının 18 pafta, 119 ada, 4 parselindeki 549 m²’lik arsa üzerine 19. yüzyılın sonu ile 20. yüzyılın başlarında inşa edilen “Korunması Gerekli Kültür Varlığı” olarak tescilli bu tarihi konaktan haberdar olduğumda, buranın Cumhuriyet‘in ilk yıllarında Tapu Kadastro Müdürlüğü ve Askerlik Şubesi, 1950-1969 yılları arasında Kestelli Kız Okulu olarak kullanıldığını, bu tarihten sonra trikotaj atölyesi olarak kiralandığını, yapının 1932 yılında Yemişçizade Hacı Mustafa Efendi oğlu Mehmet Nuri Bey ve Mustafa oğlu İsmail Hakkı’ya, daha sonra da Mehmet Nuri kızı Şerife Vecihe Alanyalı‘ya ait olduğunu, 1979 yılında Sadi Şenocak tarafından Fethullah Gülen tarikatı ile bağlantılı S.S. Akevler Kredi ve Yardımlaşma Kooperatifi tarafından satın alındığını, kooperatifin adının daha sonra S.S. Akevler Hizmet ve Dayanışma Kooperatifi olarak değiştirildiğini ve 1994 yılında S.S. Akbilim Konut Yapı Kooperatifi’ne satıldığını, söz konusu gruba ait Milli Gazete ofisinin burada bulunduğunu, buranın bu süre içinde çeşitli eğitim etkinliklerinin yapıldığı bir merkez ve öğrenci yurdu olarak kullanıldığını, 2013 yılında da 5 Milyon lira karşılığında Konak Belediyesi tarafından satın alındığını öğrenmiştim.

Binanın içinde ve dışında bir zamanlar asılı olan tabelalar…

Her tarihi binanın geçmişinde kendine özgü bir öyküsü olduğunu bildiğim ve bu binanın da o öykü üzerinden tanınmasını arzuladığım için, konağın Alanyalılar Konağı olarak anıldığı dönemde “Alanyalı” soyadını taşıyan tüm tanıdıklarımı, başta sevgili yürüyüş arkadaşım “demiryolcuNeslihan Alanyalı‘yı arayarak binanın geçmişini öğrenmeye çalışmış; ancak, bu binanın Alanyalı ailesinin geçmişinde hiçbir iz bırakmamış olması ya da -kuvvetle muhtemel- benim, değişik gruplardan oluşan geniş Alanyalı ailesinin bu konak ile ilişkisi olan bireylerine ulaşamamam nedeniyle tüm çalışmalarım sonuçsuz kalmıştı.

119/4 parsel: Yemişçizade Konağı, 118/4 parsel: Köy Enstitüleri Kültür ve Anı Evi, 118/2 parsel: Natırızâde Camii

Artık bundan böyle Yemişçizâde Konağı olarak anılmaya başlayan bu tarihi yapı uzun bir süre restore edilmekle birlikte satın alındığı tarihten itibaren hangi amaçla kullanılacağı düşünülmediği için devamlı olarak “şimdi ben bunu ne yapacağım?” sorusunun muhatabı olmuş, o nedenle yapının sahibi Konak Belediyesi, uzun arayışlar sonucunda “burada Kurtuluş Savaşı Müzesi kuracağız” demeye başlamıştı. (1) İşte o nedenle, o dönemde ben de 24 Mart 2017 tarihli “Satın aldık ama sonrası” başlıklı yazıyla fikirlerimi dile getirmeye çalışmıştım. (2)

Nihayetinde çoğu İzmirli için, özellikle de yaş almış İzmirli için onca trafik karmaşası içindeki zorlu Kestelli Yokuşu‘nu tırmandıktan sonra sapa bir yerde bizi bekleyen bu konak, 2020 yılı Ekim ayında Konak ve İzmir Büyükşehir belediyeleri arasında imzalanan protokol uyarınca, Konak Belediyesi mülkiyetindeki Güney Mahallesi 8055 ada, 1 nolu taşınmaz üzerindeki zemin üstü müştemilat, Göztepe Mahallesi 946 ada 3 nolu taşınmaz ve üzerindeki katlı otopark binası, Natırzâde mahallesi 119 ada 4 nolu taşınmaz (Alanyalı Konak) ve Fettah mahallesi, 374 ada 29 ve 33 nolu taşınmazların İzmir Büyükşehir Belediyesi‘ne devrine karşılık Konak Belediyesi mülkiyetindeki İsmet Kaptan mahallesi 1041 ada 18 nolu taşınmaz üzerine inşa edilecek olan Konak Belediyesi Hizmet Binası yapım bedelinin, İzmir Büyükşehir Belediyesi‘nce karşılanması karşılığında İzmir Büyükşehir Belediyesi‘ne devredilmiş ve böylelikle Alanyalı ya dayeni adıyla Yemişçizâde Konağı‘nın mülkiyeti İzmir Büyükşehir Belediyesi‘ne geçmişti. (3)

İzmir Büyükşehir Belediyesi ise, 2020-2021 döneminde bu tarihi yapı ile ilgili hiçbir şey yapmamakla birlikte, 9 Eylül 1922’nin 100. yılının yaklaştığı günlerde, bahçesindeki güneş panelleri ve su dönüşüm araçlarıyla çevreye duyarlı hale getirilen bu binayı Kurtuluş Savaşı 100. Yıl Anı Evi olarak düzenlemeye karar vermiş ve bir “deneyim merkezi” olarak tasarlanan binayı, “100. Yıl Anı Evi Komitesi Başkanı Ulvi Puğ‘un gözetiminde ve İzmir Büyükşehir Belediyesi (APİKAM) Ahmet Piriştina Kent Arşivi ve Müzesi Şube Müdürlüğü‘ne bağlı bir birim olarak kısa bir sürede hazırlayarak 19 Eylül 2022 tarihinde, İzmir Büyükşehir Belediyesi eski başkanı Tunç Soyer‘in “Hafıza çok önemli. Öylesine bir hız çağında yaşıyoruz ki, sanki hayat bizle başlayıp biten bir şey gibi yaşanıyor. Değil. Arkamızda çok sağlam kökler var. Eğer köklerinizi kaybederseniz, sürdürülebilir bir gelecek inşa edemezsiniz. Yaşayacağınız gelecek köklerden beslenmezse çökmeye mahkûmdur. Ne zaman ki o kökleri fark edersiniz, hatırlarsınız, sahip çıkarsınız, işte o zaman geleceğiniz aydınlanır. Bizim yapmaya çalıştığımız şey bu. Bizden sonraki kuşakların aydınlık içinde yaşamasını sağlamak. Bu topraklar herkesi doyurmaya yetecek kadar bereketli ama ne yazık ki herkesi doyurmuyor. Yoksulluk, yoksunluk diz boyu… Hiçbirimiz bunu hak etmiyoruz. Göreceksiniz, el ele, güler yüzle, mutluluk içinde yaşayacağımız bir geleceği inşa etmemize çok az kaldı” sözleriyle açmıştır. (4)

Diğer yandan bu anı evinin tasarlanması aşamasında ODTÜ Mimarlık Fakültesi öğretim Üyesi Prof. Dr. Ayşen Savaş, ODTÜ Tarih Bölümü Başkanı Prof. Dr. Seçil Karal Akgün, Koç Üniversitesi Arkeoloji ve Sanat Tarihi Bölümü öğretim üyesi ve VEKAM Direktörü Prof. Dr. Filiz Yenişehirlioğlu, yazar ve küratör İzzettin Çalışlar, DEÜ Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Enstitüsü E. Kurucu Müdürü Prof. Dr. Ergün Aybars, Ege Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Araştırma Merkezi E. Müdürü Dr. Eren Akçiçek ile sanat yöneticisi ve danışmanı Ahter Bademli Kıral‘ın da aralarında bulunduğu çok sayıda uzmanın katıldığı arama konferansları ile dijital ortamda ya da yüz yüze gerçekleştirilen görüşme, toplantı ve eğitimler yapıldığını bildiğim için, bu toplantılara katılıp verdikleri katkılarla bu anı evinin oluşumunda emeği geçen akademisyenlerle İzmir Büyükşehir Belediyesi görevlilerine teşekkür etmeyi, bir borç biliyorum.

Tabii ki İzmir Büyükşehir Belediyesi‘nin bundan böyle yapacağı her kültür ve sanat etkinliğinde, özellikle de kurumsal sergilerde bu tür işin uzmanı olan kişilerden oluşan danışma kurullarının oluşturulması ve her bir etkinliğin bu danışma kurullarının rehberliğinde gerçekleşmesini dilemek istiyorum…

19 Eylül 2022, Pazartesi gününün akşam saatlerinde gerçekleştirilen açılış töreninde görevli olanların elinde görerek alıp sakladığım ve söz konusu anı evini her ziyaretimde kullanıp yararlandığım aşağıdaki bilgi notunu, şimdi sizlerle paylaşarak yapılan güzel işleri anımsamak adına tarihe not düşmek isterim:

Kurtuluş Savaşı’nın bir yanı: haritalar ve silahlar…
Kurtuluş Savaşı’nın diğer yanı: düşünmek, yazmak ve okumak…
Elde dikilen bayraklar… Halk mücadelesinin ürünleri…

Evet, biraz önce söylediğim gibi bu tarihi yapının Kurtuluş Savaşı 100. Yıl Anı Evi olarak düzenlenmesi;

Kurtuluş’un ve Kuruluş’un kenti” olarak kabul edilen İzmir‘de, 9 Eylül 1922’den başlayan 102 yıllık sürede Kurtuluş Savaşı ile ilgili herhangi bir bir müze ya da hafıza mekânının açılmamış olması; ayrıca, bu binanın bir zamanlar gerici bir tarikatın merkezi olarak kullanılmış olması nedeniyle bir başlangıç olarak “olumlu“, “yerinde” ve “iyi” bir girişim olmakla birlikte; çağdaş müzecilik anlayışı ve işletmeciliği açısından talihsiz bir girişim olarak da görülebilir. Çünkü söz konusu yapının mimari özellikleri çağdaş müzecilik anlayışının tam anlamıyla uygulanmasına imkan vermediği gibi, kendisini ziyarete gelmek isteyen ziyaretçileri zorlayıp yoran dik bir yokuşun başında olması nedeniyle zayıf koleksiyonu ve yalnızlığı ile baş başa kalmıştır. Ayrıca, hazırlık aşamasında sevgili dostum Orhan Beşikçi‘nin elindeki değerli malzemeleri bağışlayarak katkıda bulunduğu bu anı evinin koleksiyonunu oluşturma konusunda sadece “emaneten alma” ya da “bağış” yöntemlerinden yararlanılması ve hazırlık işlemlerinin kısa bir süre içinde gerçekleştirilmesi de bu girişimin talihsizliğini arttırmakta etkili olmuştur.

Öte yandan, Tunç Soyer ve Cemil Tugay dönemlerinde bu anı evinden sorumlu yöneticiler buranın gelişip güçlenmesi ve daha iyi hale gelmesi için kıllarını bile kıpırdatmamışlardır. Örneğin böylesi bir anı evinin olmazsa olmazı olan PR çalışmaları yapılmamış, baskılı ya da dijital kataloglar hazırlanmamış, Kurtuluş Savaşı‘nın geçtiği Salihli, Akhisar, Turgutlu ve Manisa gibi Ege Bölgesi yerleşimlerinin kent müzelerindeki sergileri getirmek akıllara gelmemiş, anı evindeki zayıf koleksiyonu bağış, trampa ya da satın alma yöntemleriyle zenginleştirmek gibi gayretlerden uzak durulmuş; anı evi aradan koskocaman 2 yıl geçmiş olmasına karşın adeta açıldığı tarihteki haliyle ziyaretçi ağırlayan bir duruma gelmiştir. Bu duruma, giriş katındaki bazı sergileme alanlarının çalışma ofisine dönüştürülmüş olmasını ya da anı evine ait dijital ekipmanın halen devam etmekte olan Yanık Yurt Sergisi’nde kullanılmak üzere alınmış olmasını da ekleyebiliriz…

Ancak bu arada, bu anı evinin hemen yanında onu destekleyip ona güç veren ikinci bir kültür ve anı evi, Köy Enstitüleri Anı ve Kültür Evi açılarak Kurtuluş Savaşı Anı Evi‘nin yalnızlığını gideren, ona yoldaş olup çok daha anlamlı bir yola çıkmıştır…

28 Ekim 2023 tarihinde Kurtuluş Savaşı 100. Yıl Anı Evi‘nin hemen yanında Yeni Kuşak Köy Enstitülüler Derneği tarafından düzenlenen Köy Enstitüleri Anı ve Kültür Evi aslında bir ülkenin Kurtuluş ile Kuruluşu‘nu en iyi şekilde somutlayan bir beraberliği sergiliyor ve böylelikle Cumhuriyet‘in 100. yılında açılan bir anı ve kültür evi, 9 Eylül 1922’in 100. yılında açılan başka bir anı evine el uzatıp destek veriyordu. Böylesine bir beraberliğin başka bir yer ve zamanda sağlanması her zaman böylesine mümkün olmazdı… Bu beraberlik, bu yan yana olma hali, Kurtuluş ile Kuruluş‘un birbirini izleyen beraberliğini sergileme açısından büyük bir fırsatı önümüze koyuyordu…

Ancak geçtiğimiz günlerde, İzmir Büyükşehir Belediye Meclisi‘nin 9 Eylül 2024 tarihinde; yani 9 Eylül 1922’inin; yani, İzmir’in Kurtuluşunun 102. yılında aldığı 838 sayılı “talihsiz” bir kararla karşı karşıya kaldık! Adeta 9 Eylül 1922’ye kafa tutan, onu dikkate almayan bir anlayışla!

Şayet şu ana kadar duyduklarımız doğru ise ve burası Konak Belediyesi tarafından bir anı evi olmaktan çıkarılıp kafe ve sergi salonuna dönüştürülecekse, bu girişim bence bu kentin Kurtuluş, Kuruluş ve Cumhuriyet hafızasına yapılacak en büyük ihanet olacaktır… Hem de Cumhuriyet‘e, onun hafıza ve değerlerine önem verdiği iddiasında olan bir siyasi parti ve onun belediyesi ve başkanı tarafından…

Hele ki Basmane‘deki Nebahat Tabak Semt Merkezi ile Agora‘daki “Tünelli Ev” gibi restore edilerek kullanıma hazır hale getirilmiş olmasına rağmen kullanmayıp boş bırakan bir belediye tarafından…

Bence, bu anı evini, açıldığı zaman yere göğe koyamayıp şimdilerde esen rüzgara göre dedikoduya dönüşen söylentilerle kötülemeye çalışanlara da düşen bir görev var:

Şimdi suyun başında, iktidarda olduklarına göre yapmaları gereken tek doğru iş, iddia edilen yanlışlık, eksiklik ya da yolsuzlukların üzerine giderek yanlışları bulmak, doğruyu göstermek olacaktır… Bunun doğrusu, laf arasında “ama orada çok para harcanmış, çok yolsuzluk yapılmış” diyerek kötülüğün değirmenine su taşımak değil, şayet varsa bunu ortaya çıkarıp göstermek ve gerekeni yapmaktır.. Aksi takdirde, gün gelip kendileri de “sabık yönetici” durumuna düştüklerinde, onların da başlarına aynı işler gelebilir, aynı durumlara muhatap olabilirler… Aynen geçtiğimiz hizmet dönemlerinde çok fazla yolsuzluğun yapıldığı İzmir Büyükşehir Belediyesi Kültür ve Sanat Dairesi Başkanlığı ile İZBETON, İZTARIM, İZELMAN ve İZDOĞA gibi şirketlerde sırasını bekleyen inceleme ve soruşturmalar gibi…

Evet, geçtiğimiz dönemde yanlış yer seçimi, sergileme yöntemlerinin anlaşılamaması ve yetersiz tanıtım çalışması gibi nedenlerle yanlış ya da yetersiz bulduğumuz, o yüzden de gelişip güçlenemeyen Kurtuluş Savaşı 100.Yıl Anı Evi konusundaki tek doğru şey, böylesi bir düşüncenin varlığı; yani, bu kentte, Kurtuluş’un ve Kurtuluş’un kenti İzmir’de Kurtuluş Savaşı ile ilgili bir müzenin bugüne kadar açılmamış olması gerçeğidir. Ne yazık ki, bu gerçeğin gereği bugüne kadar bu kente yaraşacak şekilde yerine getirilmemiş olmakla birlikte; bundan sonraki süreçte ve geç de olsa, daha uygun ve çağdaş bir mekânda bu sorunu çözmek, İzmir‘e ve Ege Bölgesi‘ne yaraşır sivil bir Kurtuluş Savaşı Müzesi‘ni kurmaktır. Tabii ki daha iyisini, daha güzelini yapmadan önce mevcut Kurtuluş Savaşı 100. Yıl Anı Evi‘ni yok etmeden, onu daha uygun başka bir yere taşıyıp geliştirmeden önce onun yerine herhangi bir kafe ya da sergi salonu yapma gibi yanlış yollara sapmadan!

Kurtuluş Savaşı Anı Evi‘nin, Cumhuriyet’in ilk yıllarında kurulduğu söylenen İzmir İnkılâp Müzesi ve İzmir Büyükşehir Belediyesi eski başkanı Ahmet Piriştina tarafından 1950 yılında dağıtıldığı söylenen İzmir Belediye Müzesi‘nin o makûs talihini yeniden yaşamaması dileği ile… (5)

Bu ülkede, bu kentte sözünü ettiğim bu değerlere önem veren tüm kurum, kuruluş, grup ve yurttaşların desteği ve katkısı çerçevesinde Kurtuluş Savaşı Anı Evi‘nin geliştirilerek yaşatılması ve müzeye dönüştürülmesi dileği ile…

…………………………………………………………………………………………………………..

(1) www.konak.bel.tr/sayfa/projesi-ve-yapimi-tamamlanan-isler/yemiscizade-alanyali-konagi-restorasyonu

(2) (1) https://kentstratejileri.com/2017/03/24/satin-aldik-ama-sonrasi/

(3) https://www.konak.bel.tr/haber/baturdan-soyere-hizmet-binasi-tesekkuru-2783

(4) https://www.izmir.art/tr/soyer-ani-evi-baska-bir-gelecek-hedefinin-parcasi

(5) Arı, K., İzmir’in Kurtuluşu ve Yüzbaşı Şerafettin, Üçüncü Kılıç, Zeus Kitabevi, 2. Baskı, Ekim, 2008, Kitabın Resimler ve Belgeler bölümünde yer alan İzmir Büyükşehir Belediyesi Harita Şube Müdürlüğü’nün Dr. Celalettin Algan’a hitaben yazıp Büyükşehir Belediye Başkanı Ahmet Piriştina tarafından imzalanan 01.02.2000 tarih, 127.35/33.986-1722 sayılı yazısı.

Kordon’a “duvar çekmek”!!!

Ali Rıza Avcan

İzmir‘e ilk geldiğim yıllarda, Kordon, Karşıyaka ve Konak-Üçkuyular sahilindeki birbirine yapışık yüksek apartmanları görünce, aklıma ilk gelen düşünce, “İzmirliler Yunan ordusu bir kez daha gelir düşüncesiyle yeni bir Çin Seddi yaratmışlar” şeklinde olmuştu. Çünkü 1922 yangınından kurtulmuş onca güzelim eski tarihi yapıyı yıkarak yerine birbirine bitişik, adeta uzun bir cephe hattı oluştururcasına zevksiz ve bir örnek apartmanlar yapmak bence kente yapılan en büyük ihanetlerden biri; adeta, kenti bir kez daha yakmak eyleminden başka bir şey değildi… Nitekim değerli karikatürist Tan Oral da sanki benim o düşüncemi onaylarcasına, daha doğrusu bu çirkin yapılaşmadan menfaati olmayan herkesin düşündüğü ortak fikri somutlayan o ünlü karikatürünü çizmişti…

Şimdi ise anlaşılan o çirkin apartman sıraları, gelişen yeni savaş teknolojileri karşısında yeterli gelmemiş olacak ki, sanki fırtınalı havalardaki deniz baskınları belediyeler tarafından yapılan yanlış dolgulardan kaynaklanmıyormuş, hiçbir sorun insan eliyle üretilmemiş gibi çağımızın yeni öcüsü olarak takdim edilen “iklim değişikliği” bahanesiyle denizin hemen dibine, askeri bir deyimle “sütre“; yani düşman gözünden ve ateşinden korumaya yarayacak yeni bir duvar örülmek, böylelikle, sudan korkup sırtını suya çeviren kent yöneticileri olarak, hem bu kentin gökdelenlerle her geçen gün değişen bozulan eşsiz silueti değiştirilmek, hem de kentteki insan-su ilişkisinin zayıflatılması suretiyle, deniz sevgisiyle denizcilik kültürünün daha da gerilemesinin yolu açılmak isteniyor…

Çizim: Tan Oral

Geçtiğimiz günlerde; daha doğrusu 15 Eylül 2024 tarihinde, önce İzmirli gazeteci Feyzi Hepşenkal‘ın Facebook sayfasında, daha sonra İzmir Büyükşehir Belediyesi‘nin İnternet sayfasındaki “Haberler” bölümünde gördüğüm ve belediyenin hiyerarşik yapılanmasında yukarıdan aşağıya dördüncü ve altıncı sıralarda yer alan bir daire başkanı ile bir şube şefince verilen, okuduğumuzda sevinelim mi; yoksa üzülelim diye uzun bir müddet düşündüğümüz garip bir müjde ile karşı karşıya kaldık: (1)

İzmir Büyükşehir Belediyesi‘nin hiyerarşik yapılanmasında pek de rastlamadığımız; üstüne üstlük, Zeki Yıldırım gibi hiyerarşik düzene titizlikle uyduğu söylenen bir genel sekreter yardımcısına bağlı Kent Tarihi ve Tanıtımı Dairesi‘nin başkanı Hasibe Velibeyoğlu ile diğer bir genel sekreter yardımcısı Çağatay Güç‘e bağlı Fen İşleri Dairesi Başkanlığı Şantiye Şube Müdürlüğü Şube Şefi Alper Sualp, “Dr. Cemil Tugay’ın 180 Günlük Hızlı Eylem Planı” ve “Kordon Acil Eylem Paketi” adını verdikleri çalışmalar kapsamında, Kordon’un Alsancak Limanı başlangıcından Cumhuriyet Meydanı’na kadar olan bölümünde zemin ve fırtına duvarı için imalatlara başlandığını ilan ediyordu.

Evet, böylesine önemli ve tüm İzmir‘i ilgilendiren bir belediye projesi hakkında açıklama yapması gerekenler belediye başkanı, genel sekreter ya da genel sekreter yardımcıları olması gerektiği halde, açıklamayı sadece ve sadece bir daire başkanı ile bir şube şefi; yani belediye hiyerarşisinde yukarıdan aşağıya doğru sıraladığımızda dördüncü ve altıncı sırada olanların yapmasıydı.

Acaba belediye başkanı, genel sekreteri ya da genel sekreter yardımcıları aslında gerçekleşmeyeceği ya da sonuçsuz kalacağı baştan bilinen bu tür projelerde öne çıkıp saygınlıklarını yitirmek yerine, hiyerarşinin dördüncü ve altıncı sırasındakileri mi öne çıkarıp kendileri koruyorlardı?

Oysa bu tür büyük, önemli ve İzmir‘i ilgilendiren projeleri, “180 gün” ya da “acil” gibi durumlarla kısıtlamadan; hatta, projenin yapılabilirliği ile sürdürülebilirliğini sağlayacak olan belediye başkanının irade ve kararlılığını sergileyen resmi açıklamalarla yapılması; belki de cümle aleme duyurulacak resmi bir tanıtım etkinliğine dönüştürülmesi gerekirdi.

Tabii ki, bu haberi izleyen günlerde aynı bölgede yeniden deniz baskınlarının olması durumunda bu haberde yazılı olup vaat edilenleri unutmamak koşuluyla…

Yapılan açıklamanın kendi başına skandal olan diğer bir yanı ise, İzmir’in, ülkemizin ve dünyanın büyük bir değeri olan Kordon‘a 22 adet sel kapısı; yani fırtına duvarı yapılmasıyla ilgiliydi…

Açıklamada, “Alsancak Kordon bölgesinde kıyının dijital ikizini oluşturacağımız fiziki konfor koşullarına yönelik Avrupa Birliği projeleriyle ve deniz taşkınlarının izlenmesine yönelik Türkiye Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Kurumu (TÜBİTAK) çalışmalarıyla araştırmalar yapılmakta. Kıyı mühendisliği açısından gerekli projeler hazırlanmakta ve altyapı iyileştirmeleri gerçekleştirilmekte. Bu projeler tamamlanıp hayata geçinceye kadar da Başkanlığımızca acil ve geçici önlem alınması gereği duyuldu” denilmekle birlikte; hem bu inceleme ve araştırma çalışmalarının sonuçlarını, hem de geçici olduğu söylense bile bu geçici uygulamaların Kordon‘da yaratacağı olası etkileri, özellikle de yapılacağı söylenen duvarların hem Kordon‘a hem de İzmir‘in siluetine vereceği zararların neler olduğunu bilmek istiyoruz…

Örneğin günlük yaşamda ya da büyük konserlerin yapıldığı veya büyük etkinliklerin gerçekleştirildiği bu alanda “su tutucu bitkiler yerleştirilecek” denilirken insanların, özellikle de gençlerin büyük bir rahatlıkla oturup yattığı ya da üzerinde yürüdüğü bu ıslak ya da nemli alanın insanın mekândan kaynaklanan tutum ve davranışlarını nasıl etkileyeceği ya da büyük, kalabalık konserler, mitingler, yürüyüşler ve etkinlikler nedeniyle bu bitkilerin hırpalanıp yok olması durumunda ne yapılacağı, buranın nasıl korunacağı konusu düşünülmüş müdür acaba?

Ayrıca açıklamanın diğer bir bölümünde yer alan “uzmanlardan oluşan bir ekiple, gelecek 50 yılı güvence altına alacak araştırma ve proje çalışmalarının yürütülmeye devam ettiği” yazılı olmakla birlikte; “uzman” adı verilen bu kişilerin kimlerden oluştuğunu, hangi konularda araştırmalar yaptıklarını ve bu çalışmaların belgelenip belgelenmediğini; asıl önemlisi, bu belge ve bilgilerin kamuoyu ile paylaşılıp paylaşılmadığını bilmek isterim…

Son olarak “geçici” olduğu söylenen bu proje hakkında İzmir 1. Numaralı Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Koruma Kurulu‘ndan onay, İzmir Emek ve Demokrasi Güçleri‘ni oluşturan İzmir Barosu, İzmir Tabip Odası, TMMOB, DİSK, KESK ve siyasi partilerle sivil toplum örgütleri, platformlar ve halktan görüş alınıp alınmadığını öğrenmek istiyoruz.

Yapılan açıklamaya eklenen ilginç bir görsel var. Bu görselde “tip kesit” ve “tip vaziyet planı” adı altında sahilde/yeşil alanda yapılacak işler ayrıntılı olarak gösterilirken, düz bir çizgi halinde işaretlenen deniz bölümü hakkında tek bir bilgi verilmiyor ya da tek bir açıklama yapılmıyor!

Oysa deniz baskını adı verilen doğa olayı, deniz ile kara arasındaki sorunlu bir ilişkiden, deniz kesiminde insan eliyle yaratılan sorunlardan kaynaklanıyor ve geçici olduğu söylenen bu uygulamada dalganın kaynağı olan deniz alanı konunun dışında bırakılarak, 1.700 metre uzunluğundaki Alsancak Limanı ile Cumhuriyet Meydanı arasındaki sahile taşınabilir (?) prekast (*) bir duvarın, Cumhuriyet Meydanı‘nda da “kronman” (**) bir duvarın; yani başka bir deyişle, dalgakıranın üstüne yerleştirilecek beton bir duvarın yapılacağı söyleniyor.

Hem de İzmir Kordonu ve Cumhuriyet Meydanı gibi tarihi ve kültürel açından dünya ölçeğinde önemli bir dünya mirası üzerinde, tarihi sit alanı olarak İzmir 1 Nolu Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Kurulu‘nun 27.02.1998 tarih, 7989 ve 20.01.1994 tarih, 4840 sayılı kararlarıyla “Kordon Tarihi Sit Alanı” ve “Kordonboyu Tarihi Sit Alanı” adıyla tescillenmiş bir bölgede…

Ayrıca deniz içinde ya da kıyısında dalgakıran yapmak ve onun üstüne beton bir duvar yerleştirmek gibi merkezi yönetimin görev alanına giren konularda, o kurum ve kuruluşlardan izin almadan ya da işbirliği içinde çalışma kararı alınmadan nasıl böylesine bir açıklama yapıyor, nasıl böyle bir emrivaki bir durumu yaratabiliyorsunuz?

Evet, anlıyoruz; bu uygulamayı “acil” ve “geçici” olarak yaptığınızı söylüyorsunuz; ama, “kalıcı” olanı ne zaman, ne şekilde yapacaksınız? İç Körfez‘deki koku ve balık ölümleriyle ilgili araştırmalar henüz bitmemişken, belediye bu konuda henüz kesin bir açıklama yapmamışken ve bu sorun -ne yazık ki- henüz çözümlenmemişken, kalıcı çözüme esas olacağını söylediğiniz inceleme ve araştırmalarınız ne zaman bitecek? Bu konuda vereceğiniz bir tarih, bir yapım programı ya da planı var mıdır?

Diğer yandan, 1997 yılında İzmir Kordon Yolu Projesi kapsamında yapılan vahşi dolguyu yeşil alana dönüştürmek, Karşıyaka‘da yeni rekreasyon alanları yaratmak ve Mavişehir‘de yeni yerleşimlere alan açmak amacıyla sistemli ve düzenli bir şekilde yapılan yanlış kıyı dolguları nedeniyle ortaya çıkan bu sorunun, kıyı bölgesinde yapılacak bu tür yeni duvarlarla mı, yoksa deniz içinde rüzgarın etkisiyle oluşan güçlü dalgaların hareketini kontrol edecek alternatif hidrolik tasarımlarla mı çözümleneceğini ise henüz bilmiyoruz.

Çünkü yapılan hesapsız kitapsız dolgularla denizin karayla birleştiği noktadaki derinliğin artması nedeniyle, fırtınalı havalarda dalganın sönümlenmesini sağlayacak mesafenin yok edilmesi, bu nedenle gelen büyük dalgaların tüm gücüyle kıyıya vurarak sahile yayıldığını görüyoruz.

Diğer yandan da, kentin altyapısındaki yağmur suyu kanalları ile kanalizasyonun sisteminin henüz birbirinden ayrılmamış olması nedeniyle, Alsancak‘taki işyeri her büyük yağmurda sular altında kalmış, bu deneyimi bizzat yaşamış biri olarak Alsancak bölgesindeki sellerin sadece denizden gelen sularla değil, yağmur suyu rögarlarından taşan ve içinde kanalizasyon giderinin de bulunduğu taşkın sulardan kaynaklandığını da biliyoruz.

İşte o nedenle, olay dolgu yapılmamış diğer bölgelerde, örneğin herhangi bir dalgakıranı olmayan ve kuvvetli kuzey rüzgarlarının egemen olduğu Konak-Üçkuyular arasındaki sahilde hiç görülmediğini ve bu nedenle de her şeyi “iklim değişikliği” adı verilen “tek dişi kalmış canavara” bağlayan yorum ve değerlendirmelerin doğru olmadığını söylemek istiyorum.

Evet, isminin başına “acil” ve “geçici” sözcükleri eklenerek yapılmak istenen ve halen yapılan yeni bir belâ ile karşı karşıyayız… Belediye sanki özel bir şahıs gibi, kendi tarlasında ya da arsasında kendi başına alelade bir duvar yapıyormuş gibi, Kordon‘da ve Cumhuriyet Meydanı‘nda mevcut dolgu alanın denizle sorunlu ilişkisini belirleyip ortaya koymadan, İzmir Emek ve Demokrasi Güçleri‘ni oluşturan İzmir Barosu, İzmir Tabip Odası, TMMOB, DİSK, KESK ve siyasi partilerle sivil toplum örgütleri, platformlar ve halktan kimseye danışıp görüşünü sormadan, kendi bildiğince bir iş yapıp kentin siluetini bozacak bir duvar inşa etmeye çalışıyor…

Gelecekte bizi bekleyen bu büyük sorunun farkında olmamız, bu kentin tarihi ve kültürel değerlerinin korunup sahiplenilmesi konusunda çok geç kalmadan, doğrusunun ve iyisinin yapılması amacıyla görüş, düşünce, eleştiri ve önerilerimizi, hem bize söylenip vaat edildiği üzere, hem de sahip olduğumuz “kent hakkı” boyutunda demokratik ve katılımcı bir süreç içinde ifade edebilmemiz, yanlış ve eksik işlere karşı çıkıp mücadele etmemiz gerekiyor!!!

Özellikle bu mücadelede, 1997-1999 sürecinde İzmir Kordon Yolu Projesi’ne karşı çıkıp bu bölgenin bir ölçüde kurtulmasını sağlayan isim ve kurumlarla bizlere çok daha fazla iş düştüğünü düşünüyorum…

………………………………………………………………………………………………………………

(*) Prekast: Özel bir bileşime sahip olan ve içeriğinde beyaz çimento, yıkanmış silis kumu, alkali direncine sahip cam elyafı, kimyasal beton katkıları barındıran, kalıplara püskürtme yöntemiyle dökülürken içeriden çelik karkas sistemiyle güçlendirildikten sonra kürlenerek mukavemeti arttırılan, uluslararası standartları olan yeni nesil beton sistemine verilen addır.

(**) Dalgakıranın üzerine yerleştirilmiş beton bir üstyapıdır.

(1) Kordon’da deniz taşkınlarına karşı önlem, 15 Eylül 2024, https://www.izmir.bel.tr/tr/Haberler/kordon-da-deniz-taskinlarina-karsi-onlem/50882/156

Yararlanılan Kaynaklar

Kıyı Yapıları, Planlama ve Tasarım Teknik Esasları, T.C. Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı Altyapı Yatırımları Genel Müdürlüğü (AYGM), 2016, https://aygm.uab.gov.tr/uploads/pages/kiyi-yapilari-planlama-ve-tasarim-teknik-esaslari/teknikesas.pdf

Kıyı Dolguları ve su baskınları, https://kentstratejileri.com/2018/01/19/kiyi-dolgulari-ve-su-baskinlari/

Atay, Ç. (1978), Tarih İçinde İzmir, Tifset Basım ve Yayın Sanayi A. Ş., İzmir.

Dean, R.G., Darymple R.A. (2001) Coastal Processes, Cambridge Üniversity Press, U.K., 475. 

Durmuş, Cem (2007), Mersin Bölgesi Kıyı Koruma Yapılarının İncelenmesi, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Çukurova Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü, Adana.

Yarıcı, A. (2009) – “Kentimizde Su Taşkınlarının Meydana Geliş Sebepleri ve Çözümler“, (TMMOB) Türkiye Mimar ve Mühendis Odaları Birliği 1. Kent Sempozyumu, 8-10 Ocak 2009, İzmir. 

TMMOB İzmir: Yerel muhalefetten iktidara…

Ali Rıza Avcan

Yılar yıllar önce, muhtemelen 1999-2000 yıllarında İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Ahmet Piriştina‘nın danışmanlığını üstlenen TMMOB Mimarlar Odası genel başkanı rahmetli Oktay Ekinci‘yle yaptığım sohbet sırasında, asıl görevi “mühendislik ve mimarlık mesleği mensuplarının müşterek ihtiyaçlarını karşılamak, mesleki faaliyetlerini kolaylaştırmak, mesleğin genel menfaatlere uygun olarak gelişmesini sağlamak, meslek mensuplarının birbirleriyle ve halk ile olan ilişkilerinde dürüstlüğü ve güveni hakim kılmak üzere meslek disiplinini ve ahlakını korumak için gerekli gördüğü bütün teşebbüs ve faaliyetlerde bulunmak” (1) olarak belirlenmekle birlikte merkezi ve yerel iktidarın uygulamalarını izleyip değerlendirmek ve öneriler geliştirmek olan TMMOB‘a bağlı Mimarlar Odası‘nın genel başkanı olarak, bir ücret ilişkisi içinde danışmanlığını yaptığı belediye başkanının kendisinin tüm uyarılarına rağmen kamu yararına aykırı yanlış bir uygulama yapması durumunda nasıl bir davranacağını sorarak, aslında böylesi bir durumun bizim Mimarlar Odası‘ndan ya da diğer meslek odalarından beklediklerimize ters düştüğünü ifade etmeye çalışmıştım.

O tarihlerden bu yana geçen süre içinde ise benim dile getirdiğim bu duyarlılığının aksine TMMOB‘ne bağlı bazı meslek odalarının eski ve yeni yöneticileri belediyelerde genel sekreterlik, genel sekreter yardımcılığı, danışmanlık, daire başkanlığı, koordinatörlük ve şirket yöneticiliği gibi doğrudan belediye başkanına bağlı olup yerel iktidarın gücünü kullanan görevlere gelebilmek için adeta birbirleriyle yarıştılar.

Çünkü Ahmet Piriştina‘dan başlamak üzere Aziz Kocaoğlu ve Tunç Soyer, giderek artan bir yoğunlukla yerel basınla meslek odalarını kendilerine bağlayarak kentteki muhalefeti esir alıp etkisizleştirmeyi öğrendiler; böylelikle, kamu yararını savunup akılcı yol ve çözümler üreten toplumsal muhalefeti bilinçli bir şekilde yok etmeye ya da zayıflatmaya çalıştılar. Bu yöntem bazı meslek odaları için etkili olmasa da yer yer ve zaman zaman kentsel ranta yakın bazı meslek odası yöneticilerini bu yöntemle ikna edip kazanmaları zor olmadı…

Tabii ki böylesine bir esir alma ya da etkisizleştirme yöntemini Karşıyaka uygulaması sırasında fark edip öğrenen Cemil Tugay ise, hem belediye meclisi ve komisyon üyeliklerinde, hem de başkan yardımcılığı, müdürlük ve şirket yöneticiliği gibi görevlerde meslek odalarının eski başkanlarını çevresinde toplamaya, onların koruması altında iş yapmaya, yanlış işler yaptığında onlardan destek almaya özen gösterdi.

Nitekim 2020-2021 yıllarında Mavişehir‘deki değerli arsadaki belediye hissesinin değerlendirilmesinde başka yöntemler varken alıcının belirlediği ucuz bir bedelle Mehmet Cengiz’e satılması olayında, gayretkeş bir meclis üyesinin çabası sonucunda TMMOB Harita ve Kadastro Mühendisleri Odası İzmir Şubesi‘nin, oda yönetiminde olan birinin belediyenin kentsel dönüşüm müdürü olması karşılığında kendisini destekleyip arka çıkan bildirisi ile güç kazanmaya çalışmış; ancak, bu bildirinin, yapılan satışın “kent suçu” olduğunu ortaya koyan Harita ve Kadastro Mühendisleri Odası Genel Merkezi‘nin bildirisi ile iptal edilmesi üzerine, belediye ile söz konusu odanın İzmir şubesi arasındaki ilişkinin kirli bir ilişki olduğu ortaya çıkmıştı. Belediye başkanı Cemil Tugay bu olayın sonrasında daha da ileri giderek bir meslek odasının eski başkanlarıyla birlikte “Karşıyaka Şehircilik Kitaplığı“nı bile açmıştı…

O tarihlerde sadece belediye meclis üyesi olma, danışmanlık yapma ya da üst düzeylerde yöneticilik yapma şeklinde ortaya çıkan bu eğilime dikkat çekmek için, “Belediyelerin meslek odalarıyla ilişkisi” başlıklı bir yazıyı kaleme alarak meslek odası yöneticisi olma güç ve vasfını kullanarak dolgun ücretli görevler için belediyeye transfer olan meslek odası yöneticileri için etik kuralların geliştirilmesi gereğini dile getirmiş, bu önerim nedeniyle danışman olan bir eski meslek odası yöneticisi beni telefonla arayarak kendisinin ne kadar yararlı bir uzman olduğunu kanıtlamaya çalışmış, bu konuyu ele alıp gündeme taşımamdan rahatsız olanlar ise yüzlerini ekşiterek ve “bu konular bizim iç işlerimiz, sizi ilgilendirmez” diyerek memnuniyetsizliklerini ifade etmişlerdi. (2)

Anlaşılan bu önerim iyice anlaşılmamış ya da dikkate alınmamış olacak ki, önce 14 Mayıs 2023 tarihli milletvekilliği genel seçiminde İzmir milletvekili olmaya çalışıp bu işte başarılı olamayınca 31 Mart 2024 tarihli seçimler öncesinde, bir dönem kent ve çevre muhalefeti adına birlikte mücadele edip yol yürüdüğümüz meslek odalarının eski başkanları, yönetim kurulu üyeleri, sekreterleri bu mücadelelerden aldıkları güçle önce CHP‘nin üyesi, ardından da İzmir‘in Konak ve Karabağlar gibi merkezdeki büyük belediyelerinin başkanı, meclis üyesi, başkan yardımcısı, İzmir Büyükşehir Belediyesi CHP grup sözcüsü, grup başkan vekili, meclis üyesi, başkan danışmanı, şirket yönetim kurulu başkanı ve üyesi, spor kulübü başkanı ve şube müdürü olmaya başladılar. Böylelikle TMMOB İzmir şubelerinin eski yöneticileri muhalefetteyken ya da arafta bir yerlerde beklerken, üyesi olup parti genel başkanı ile diğer üst yöneticilerinin ağzına bakan ve bir sonraki seçimde daha üst mevkilere atlamayı düşünen “siyasetçiler” olarak yerel iktidarın başına geçtiler. Tabii ki daha dün bizlerle birlikte yürüttükleri anti kapitalist toplumsal kent muhalefetini siyasi ya da bürokratik kariyerleri adına unutarak; hatta, bu muhalefetin taleplerine kulak tıkayarak siyasetçilerle ya da kentin egemenleriyle birlikte yeni rollere, yeni işlere soyundular, eskiden söylediklerini, savunduklarını unutmaya başladılar.

Tabii ki, şu an itibariyle, şu anki meslek odası yöneticileri de AKP iktidarıyla ilgili konularda muhalefet ederken, -ne hikmetse- İzmir Büyükşehir Belediyesi‘nin ya da diğer ilçe belediyelerinin yaptığı yanlışlara; örneğin Kültürpark, Basmane Çukuru, Konak Meydanı‘nda yapılacak belediye hizmet binası, Körfez kirliliği ve kokusu ile 1. Kordon‘a deniz baskınlarını önlemek bahanesiyle yapılacak duvar gibi konularda sus pus olup sessizliğe büründüler, onun yerine hangi komitenin ne zaman toplanacağı, hangi mesleki toplantının hangi saatte nerede yapılacağı gibi sadece kendi üyelerini ilgilendiren sosyal medya duyurularıyla adeta AKP‘nin arzuladığı, sadece meslektaşlarının haklarını savunan meslek örgütlerine dönüşmeye başladılar…

Bu durumda tabii ki, tüzel kişiliğe sahip kamu kurumu niteliğindeki TMMOB‘un ve ona bağlı meslek odalarının bugüne kadar gelmiş mücadeleler içinde toplumda ve toplumun dinamik kesimlerinde yarattığı saygınlık, sempati ve güvenilirlik gibi duygular, bu dönemin parti yönetiminin izinden çıkmayan yeni “siyasetçileri” olarak tanımaya başladığımız TMMOB eski yöneticileri eliyle yürütülen ve çoğu kez kendi aralarında gruplaşıp rekabet ettikleri anlaşılan izlenimler nedeniyle yok olmaya; hatta kırgınlık, kızgınlık ve öfkeye dönüşmeye başladı… Daha doğrusu, geride bırakmakla birlikte güç aldıkları TMMOB‘ne ve bağlı meslek odalarına zarar vermeye başladı….

Meslek odalarıyla yerel yönetimlerin zaman içinde gelişip dönüşen bu ilişkileri bağlamında, bu gidişle ilerideki yıllarda ortaya çıkacak en önemli sorun, seçimler öncesinde hakkında hiçbir araştırma ve inceleme yapmadan aday oldukları ya da sürpriz bir şekilde kendilerine teslim edilen belediyeler parasızlık, büyük borçlar, kötü yönetim, bilgisizlik, tecrübesizlik, olası olumsuz siyasi gelişmeler ve siyasi müdahaleler gibi nedenlerle başarısız ya da etkisiz olmaları durumunda, kendilerinden ve üyesi oldukları partiden çok, geride bırakıp devamlı destek aldıkları TMMOB‘un kurumsal kimliği ve itibarı üzerinde yaratacakları hasar gibi gözüküyor…

Her ne kadar kendilerini farklı şekillerde savunup haksızlık yaptığımızı söyleyecek olsalar da; bizim dışardan görüp kavradığımız ahvalin bu şekilde olduğuna inanıyorum…

Bu anlamda tüm umudumuz, İzmir‘deki kent muhalefetin eskisi gibi canlı ve etkili kalabilmesi için, TMMOB‘un ve bağlı meslek odalarının, şimdilerde kentin yöneticisi olan eski başkan ve üyelerinden bağımsız bir politika ve tutum geliştirmesi; daha doğrusu, kamu yararını önceleyen bilimsel, tarafsız ve bağımsız bir şekilde halktan yana ve halkla birlikte eski demokratik, kapsayıcı, mücadeleci, eleştirel tutum ve davranışlarını sürdürmesidir…

(1) 6235 Sayılı Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği Kanunu, Madde 2, Erişim Tarihi: 21.09.2024, https://www.tmmob.org.tr/hukuk/yasal-cerceve/6235-sayili-turk-muhendis-ve-mimar-odalari-birligi-kanunu

(2) “Belediyelerin meslek odalarıyla ilişkisi”, www.kentstratejileri.com/2017/05/25/belediyelerin-meslek-odalarıyla-ilişkisi/

Felaketler karşısındaki yetersizlik, beceriksizlik ve çaresizlik halleri…

Ali Rıza Avcan

Kurulduğu günlerden bu yana sık sık büyük felaketler yaşadığı için, “büyük afetlerin kentiolarak bilinen İzmir‘de bugüne kadar ortaya çıktığını bildiğimiz felâketler silsilesi şu şekilde bir yol izler;

📌İzmir, tarihinde şiddeti 5,5 ML üzerindeki 18 önemli deprem yaşamış bir kent olarak M.S. 110’daki büyük deprem dışında 1389, 1688, 1739, 16 Haziran 1788, 1851, 1873, 1880, 1881, 1883, 1974, 1977, 2002 ve 2003 depremleri…

📌7 Nisan 1738, 27 Ocak 1741, 1742, 1744, Ağustos 1763, 1772, 1834, Temmuz 1841, 1845, 1852, 19 Temmuz 1882, 1883 ve1922 tarihlerinde tanık olduğumuz büyük İzmir yangınları…

📌25 Ekim 1930, 28-29 Eylül 1939, 4-5 Kasım 1995 ve 2 Şubat 2021 tarihlerinde yaşanan büyük sel felaketleri,

📌1676, 1678, 1709, 1724, 1728-1729, 1791-1800, 1809, 1812-1816, 1826-1837 tarihli veba, 1827 tarihli kızamık, 1831-1832, 1834, 1848, 1854, 1865-1866, 1871-1872, 1890, 1893-1896, 1910, 1912-1913, 1916 ve 1918 tarihli kolera, 1882-1883, 1908-1909 ve 1942 tarihli çiçek, 1878, 1883, 1936 ve 1943 tarihli tifüs (lekeli humma), 1881 tarihli tifo ve 1899 tarihli dizanteri salgınlarıyla 1800 sonrası ve 1936-1948 döneminde sıkça ve yoğun bir şekilde karşımıza çıkan frengi, sıtma ve verem hastalıkları…

Düzensiz ve plansız yapılaşmayla gerekli önlemlerin zamanında alınmayışı nedeniyle ortaya çıkan bu “büyük afetlerin kenti olma halinin, son yıllardaki seyri ise şu şekilde sıralayabiliriz:

📌2019 yılının Ağustos ayında ortaya çıkan yaygın ve yoğun orman yangınları ile yitirilen 5 bin hektarın üstündeki orman…

📌31 Ekim 2020 tarihinde, ta uzaklardan, Sisam Adası açıklarından gelen deprem dalgasının etkisiyle 117 kişinin yaşamını yitirip 1.034 kişinin yaralandığı; o nedenle de, İzmir Depremi olarak anılan deprem…

📌Ardından 2020, 2021 ve 2022 yıllarında tüm dünya ve ülkemizle birlikte hepimizin sırayla hastalanıp kaç kinin öldüğünü halen bilmediğimiz Covid19 salgını…

📌2019 tarihli Menderes ormanlarındaki yangınların üzerinden beş yıl geçtikten sonra yaşadığımız Ağustos 2024 tarihli Yamanlar Dağı etekleriyle orman yakını ve içi yerleşimlerde ortaya çıkan büyük orman yangını, bununla eş zamanlı olarak Bergama, Menderes, Çeşme ve diğer ilçelerde yaşanan orman yangınları ve o yangınlarla ortaya çıkan yangını önleme tedbirlerinin yetersizliği…

📌Bütün bunların dışında adeta her yağmurlu, fırtınalı havada hesapsız kitapsız yapılan deniz dolguları ya da atıksu ve yağmur suyu kanallarının halen birbirinden ayrılmamış olması nedeniyle cadde, sokak, ev ve işyerlerimizi deniz ya da yağmur sularının işgalini, yetersiz malzeme, denetimsizlik ve yanlış kullanımlar nedeniyle adeta alarm verircesine art arda ortaya çıkan Kemeraltı ve Basmane yangınlarını, AYKOME tarafından ruhsatlandırılan altyapı yatırımlarının denetlenmemesi nedeniyle su birikintilerindeki elektrik kaçağı nedeniyle iki genç insanı yitirme gibi saçmalıkları yaşadık ve halen de yaşıyoruz.

📌Şimdilerde ise daha öncelerde de defalarca yaşadığımız gibi, İzmir Körfezi kirlenip kokmaya ve balıklar dahil tüm canlılar ölmeye devam ediyor…

Körfezin hemen kıyısında bu konuları araştırmakla görevli koskoca bir üniversite, bu tür yıkımlar konusunda önlem almakla görevli biri büyükşehir, 11’i ilçe belediyesi olmak üzere tam 12 belediye ve adına son yıllarda “iklim değişikliği” kavramını ekleyip başına “İstanbul yorgunu” başarısız bir siyasetçinin yeniden yerleştirildiği Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı ya da Tarım ve Orman Bakanlığı dururken, bunların her biri önleyemedikleri bu kirlenme ve ölümlerin nedenini araştırıp bilemedikleri konularda birbirlerini suçlarken, halen bu yazıyı yazarken bile “burnunun direği kırılan” bizlere, kirlenen körfez sularına ve o körfezde yaşayan, daha doğrusu yaşamaya çalışan tüm canlılara oluyor…

Kısacası herkesin gözü önünde yaşanan doğal ya da insan kaynaklı yıkımlarda görevli, yetkili ve sorumlu olanların birbirleriyle kapıştığı bir boş vermişlik, öngörüsüzlük, çaresizlik ve beceriksizlik halini yaşayıp duruyoruz…

Oysa aynen orman yangınlarında tanık olduğumuz gibi oluşturduğumuz plansız, çarpık insan yerleşimleriyle onu çevreleyen doğa arasındaki ilişkiyi daha fazla mal, mülk, daha fazla rant elde etme gibi hırslar nedeniyle bozduğumuzun farkında değiliz…

Toprak, su ve hava arasındaki doğal dengeyi her geçen gün daha fazla yayılan plansız, düzensiz çarpık yerleşimlerle tahrip ettiğimizin farkında değiliz…

📌Hatta tüm bir kentin katı atığını arıtmak amacıyla inşa ettiğimiz yeri Gediz Deltası Sulak Alanı gibi hassas bir bölgede, aslında koruyup kollamamız, hiçbir yapılaşmaya izin vermememiz gereken bir doğa parçasında yaptığımızın farkında değiliz…

Tarihi Çamaltı Tuzlası‘nın hemen yanında, uluslararası Ramsar sözleşmesi ile korunan İzmir Kuş Cenneti‘ni kurulduğu günden bu yana tehdit eden bu garabet tesisin hem oradaki canlılar, hem de körfezin kıyısına yerleşmiş tüm insanlar için tehlikeli olduğunun farkında değiliz… Üstüne üstlük 2000 yılında yapılan bu tesis artık İzmir‘in ihtiyacını karşılamıyor diye o tesisi “4. Faz” adıyla genişletmeye, kendi çevresi ile Körfez’e verdiği zararı bilerek arttırmaya çalışıyoruz…

İnsan eliyle yaratılan bütün bu tehlikeler karşılığında da daha çok iş makinesi, daha fazla yangın aracı, daha iyi malzemeler alıyor, sayılarını şimdiden unuttuğumuz ne işe yaradığını bilmediğimiz, o nedenle sık sık, ilerde çöpe atacağımız plan, program ve strateji belgeleri hazırlayıp duruyoruz…

Tarihin babası” olarak bildiğimiz Herodot‘un “Onlar kentlerini bizim yeryüzünde bildiğimiz en güzel gökyüzü ve en güzel iklimde kurdular” diyerek işaret ettiği, Victor Hugo‘nun da hiç görmeden prensese benzettiği bu kent, geçmişinde sık sık bu yıkıcı felaketleri yaşayıp bir Anka kuşu gibi kendi küllerinden doğup geliştiği söylenmekle birlikte; aynı felaketleri, hatta daha büyüklerini gerekli önlemlerin zamanında alınmamasından kaynaklanan yetersizlik ve beceriksizlikler nedeniyle gelecekte de yaşayacak gibi gözükmektedir… Aynen son orman ve yerleşim yangınlarında ortaya çıkan yetersizlik, beceriksizlik ve yangının bitmesini bekleyen teslimiyet halinde olduğu gibi…

Diğer yandan da bu kentte, kentin tarihinde bizden önce olup bitenlere toplumcu tarih anlayışı yerine “nesnelerin tarihi” gözüyle bakıp iktidar sahiplerini güçlendirmek amacıyla sadece “suçluydular; çünkü, yetersizdiler” söylemiyle mahkum etmeye, tarihin çöp sepetine atmaya çalışıyoruz. Üstüne üstlük bundan bir ay önce orman ve orman kıyısı yerleşimlerdeki yangınlar karşısında başta merkezi yönetim birimleri olmak üzere tüm belediyelerin önceden önlem alma, yeterli teknolojik imkanlara sahip olma ve yangına anında yeterli düzeyde müdahale etme gibi konularda yetersiz ve başarısız olduğu, o nedenle de 24 evin kül olduğu günlerde ortalıkta çaresizce dolaşan Karşıyaka belediye başkanı Behice Yıldız Ünsal‘ın, elindeki kamu kaynaklarını kullanmak yerine kullanıma hazır iş makinesi ve su tankeri bulunan firmalardan yardım istediği, yangının zarar verdiği mahallelerde tek bir yangın vanası/musluğunun bulunmadığı ya da Yamanlar Dağı yamaçlarındaki yangının hemen sonrasında İzmir Büyükşehir Belediyesi İtfaiye Dairesi Başkanı İsmail Derse‘nin görevden alındığı günlerde, 102 yıl önce gerçekleşmiş 1922 Büyük İzmir Yangını‘nı, işgal döneminde itfaiye teşkilatına önem verilmediği, gerekli araç ve gereçlerin alınmadığı, mevcut itfaiye teşkilatının güçlendirilmediği iddia ve temasıyla bir serginin açılması talihsizliğini yaşadığımız bugünlerde…

İşte o nedenle, kendi kendime “yoksa tarih” dedikleri şey, aradan tamı tamamına bir yüzyıldan fazla bir zaman geçmiş olmasına ve bu sürede her türlü doğal ya da insan eliyle ortaya çıkan/çıkacak yıkımları önceden planlayıp yönetme, denetleyip önleme öngörüsü ve faaliyetleriyle buna ilişkin teknolojik altyapının gelişmesine, araç ve gereç sayısının artmasına rağmen o eski günleri hatırlatan ve halen devam eden bir bilinçsizlik, yetersizlik, beceriksizlik hali nedeniyle yeniden mi tekerrür ediyor?” diye sormaktan kendimi alamıyorum.

Sonsöz niyetine;

Deprem, yangın, salgın hastalık, sel ve tsunami gibi doğal yıkımlarla insan eliyle yaratılan diğer yıkımların bu kentin kaderini değil; geçmişin ve bugünün hata ve eksikliklerinden alınan acı dersler çerçevesinde;

Bu afetlere karşı insanı ve doğayı temel alan kent, yurt ve evren düzeyinde toplumsal bilincin oluşturulması, afetlerin önlenip yönetilmesi için yapılacak her düzeydeki bilimsel çalışmaların sonucunda etkin uygulamaların yapılması, yaşanmış ya da yaşanacak felaketler üzerinden kavga, düşmanlık, suçlama, ölüm, acı ve nefretle beslenen tarafların değirmenine su taşımayıp o tür saplantıları “aşan” ve “nesnenin tarihi” yerine; emperyalizm unsurunu da dikkate alıp hem zamanın kendi akışı içinde, hem de değişik coğrafyalar, ülkeler arasında mukayeseler yapacak toplumcu tarih” anlayışıyla yorumlayıp geleceğin barış dünyasını birlikte kurup kucaklayacak birleştirici bir yaklaşım ve dilin kullanılması dileğiyle…

Çünkü İzmir’e ve onun belediyesine barış diliyle konuşmak yakışır…

Yararlanılan Kaynaklar

Beyru, R., 19. Yüzyılda İzmir’de Doğal Afetler, İzmir Büyükşehir Belediyesi Kültür Yayını, İzmir, 2011, (Afetler), s. 5.

Bora, S. Birinci Juderia, İzmir’in Eski Yahudi Mahallesi, Gözlem Gazetecilik, Mart 2021,

Bora, S., Çöküşten Yükselişe İzmir Yahudileri, Rav Hayim Palaçi ve Dönemi, İzmir, Aralık 2022.

Demirci, K., Özçelik, E., “İzmir Büyükşehir Belediyesi İtfaiye Dairesi Başkanlığı’nın Afetlerde Etkinlik Kapasitesinin Değerlendirilmesi“, Erciyes Üniversitesi İİBF Dergisi, Sayı 59, Mayıs-Ağustos 2021, s. 221-244. Erişim Tarihi: 14.09.2024, https://dergipark.org.tr/en/download/article-file/1724997

Gülçiçek, M., 1929-1945 Yılları Arasında İzmir’de Salgın Hastalıklar ve Çözüm Arayışları, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, İzmir 2019.

Gümüş, N. “İzmir’de Kentsel Büyüme ve Doğal Afetler, https://www.researchgate.net/profile/Nevzat-Guemues/publication/323007218_IZMIR’DE_KENTSEL_BUYUME_VE_DOGAL_AFETLER/links/5a7eb9d6a6fdcc0d4ba8cad4/IZMIRDE-KENTSEL-BUeYUeME-VE-DOGAL-AFETLER.pdf, Erişim Tarihi: 15.09.2024

Kazak, D., “İzmir İtfaiyesi’nin 2023 Yılı Yangın Müdahaleleri: Sınırlılıklar, Öneriler ve Güvenlik İçin Adımlar, Akademik Sosyal Araştırmalar Dergisi, Yıl: 12, Sayı 151, Nisan 2024, s.238-247. Erişim Tarihi: 14.09.2024, https://web.archive.org/web/20240701022739id_/https://asosjournal.com/files/asosjournalmakaleler/349f8326-c533-4c5a-8b1e-e211d48f499e.pdf

Kişi, Ş. S., “İzmir’in İlçelerinde 1939 Sel Felaketi ve Birgi Özelinde Sel Felaketine Karşı Alınan Önlemler, İzmir Araştırmaları Dergisi Prof. Dr. Serap Yılmaz Özel Sayısı, Yıl 3, Sayı 7, s.255-274.

Şahin, G., “Yerel Yönetimlerde Afetlere Hazırlık ve Zarar Azaltma Sorumlulukları: İzmir Büyükşehir Belediyesi Örneği, Mehmet Akif Üniversitesi, s.935- 966, Erişim Tarihi: 14.09.2024, https://www.researchgate.net/profile/Guelhan-Sen/publication/314760778_YEREL_YONETIMLERDE_AFETLERE_HAZIRLIK_VE_ZARAR_AZALTMA_SORUMLULUKLARI_IZMIR_BUYUKSEHIR_BELEDIYESI_ORNEGI_THE_MITIGATION_RESPONSIBILITIES_AND_DISASTER_PREPARATION_IN_LOCAL_GOVERNMENTS/links/58c5bd63aca272e36dda9e48/YEREL-YOeNETIMLERDE-AFETLERE-HAZIRLIK-VE-ZARAR-AZALTMA-SORUMLULUKLARI-IZMIR-BUeYUeKSEHIR-BELEDIYESI-OeRNEGI-THE-MITIGATION-RESPONSIBILITIES-AND-DISASTER-PREPARATION-IN-LOCAL-GOVERNMENTS.pdf