Her derde deva sihirli bir sözcük: “Yönetişim” – 3

Ali Rıza Avcan

Bir politik iktidar aracı olarak tanımlanan ‘yönetişim’ olgusunun İzmir ve İzmir Büyükşehir Belediyesi örgüt ve hizmetleri düzlemindeki yerel aktörleri;

1) İzmir Kent Konseyi (İKK),

2) İzmir Akdeniz Akademisi (İZMEDA),

3) İzmir Ekonomik Kalkınma ve Koordinasyon Kurulu (İEKKK),

4) İzmir Kalkınma Ajansı (İZKA) ve

5) Başta İzmir olmak üzere değişik sermaye gruplarıyla onların kurduğu dernek, vakıf ve federasyonlardan oluşan sivil toplum örgütleridir.

Yönetişim‘ adı verilen iktidar aracının bu aktörlerini bir araya getiren asıl faaliyet alanı ise 2009 yılından başlayarak tüm İzmir’i kapsamak üzere birbiri ardına tasarlanıp uygulamaya konulan ve yapıları itibariyle birbirini bütünleyen büyük belediye projeleri olmuştur.

Bu projelerin en önemlileri,

1) Kentin İzmir Körfezi çevresindeki ve Karşıyaka, Bayraklı, Konak ilçelerindeki kıyı alanlarını düzenlemeye yönelik ‘İzmir-Deniz, İzmirlilerin Denizle İlişkisini Güçlendirmekte Uygulanacak Tasarım Stratejisi Planı’,

2) Konak ilçesindeki Kemeraltı, Basmane ve Kadifekale bölgelerini kapsayan ‘İzmir-Tarih İzmirliler’in Tarih İle İlişkisini Güçlendirme Projesi’,

3) Kültürpark alanının yeniden düzenlenmesini amaçlayan ‘Yeni Kültürpark Projesi‘,

4) Güzelbahçe, Urla, Seferihisar, Çeşme, Karaburun, Menderes ve Selçuk ilçelerini kapsayan ‘Yarımada Sürdürülebilir Kalkınma Stratejisi

5) Aliağa, Bergama, Dikili, Foça, Menemen, Kemalpaşa ve Kınık ilçelerini kapsayan ‘Gediz Bakırçay Havzası Sürdürülebilir Kalkınma Stratejisi’ ve

6) Tasarım çalışmaları halen devam etmekte olan Küçük Menderes Havzası’ndaki Bayındır, Beydağ, Kiraz, Menderes Ödemiş, Selçuk, Tire, Torbalı ilçelerini kapsayan ‘Küçük Menderes Havzası Sürdürülebilir Kalkınma ve Yaşam Stratejisi’

olarak bilinmektedir.

kent-038

Böylelikle adeta tüm İzmir ilini kapsayan birbiri ile ilişkili altı proje eliyle ‘yönetişim’ odaklı bir iktidar yapısının geliştirilip yerleştirilmesine çalışılmaktadır.

İzmir’deki İzmir Büyükşehir Belediyesi odaklı yerel yönetişim alt yapısının oluşumu ile ilgili ilk adımlar Prof. Dr. İlhan Tekeli’nin danışmanlığı altında 2009 yılından itibaren atılmaya başlanmış; böylelikle İlhan Tekeli uzun yıllardır savunduğu düşüncelerini hayata geçireceği yeni bir uygulama alanına kavuşmuştur.

24 Ekim 2009 tarihinde İstanbul ve Ankara’dan gelen akademisyen, uzman ve kültür profesyonellerine İzmirliler’in katılımı ile birlikte gerçekleştirilen İzmir Kültür Çalıştayı’nda Prof. İlhan Tekeli tarafından hazırlanan ‘İzmir Kültür Çalıştayı Referans Metni’ doğrultusunda öneriler geliştirilmiştir. O nedenle bundan sonraki süreçte ortaya çıkacak birçok proje ve çalışmanın kaynağının bu çalıştay olduğu söylenebilir. Örneğin ‘İzmirlilerin Denizle İlişkisini Güçlendirmekte Uygulanacak Tasarım Stratejisi Planı’ ve bu planın önerileri çerçevesinde şekillenen ‘İzmir-Tarih İzmirliler’in Tarih İle İlişkisini Güçlendirme Projesi‘ hep bu çalıştayın ürünü olarak ortaya çıkmış, bu şekilde tanıtılmışlardır.

İzmir Büyükşehir Belediyesi bu çalıştayla eşzamanlı olarak, esasen İzmir’in kalkınma sorunlarının ele alınıp planlanacağı merkezi yönetime bağlı İzmir Kakınma Ajansı Danışma Kurulu’na alternatif olarak İzmir Ekonomik Kalkınma ve Koordinasyon Kurulu’nu (İEKKK) oluşturmuş, ilke olarak İzmir Kent Konseyi içinde yer alması gereken sermayedarları ve onların örgütlerini İzmir Kent Konseyi’nden kopararak ayrı bir ‘patronlar kulübü’ olarak örgütlemiş, bu kurulun hiçbir yasal dayanağı olmayan çalışma yönergesini hazırlamış ve o tarihten bu yana her ay yapılan düzenli toplantılarla İzmir’in gerçek gündeminin bu kurul eliyle belirlenip kararlaştırılmasını sağlamıştır. Tabii ki her zaman olduğu gibi Prof. Dr. İlhan Tekeli bu kurulun da kurucu entelektüel merkezi görevini devam ettirmiştir.

Sekreterya hizmetleri İzmir Büyükşehir Belediyesi AB ve Dış İlişkiler Şube Müdürlüğü tarafından yürütülen bu kurul, 2009 yılından bu yana –seçim dönemleri ve yaz ayları hariç- İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu’nun katılımı ile her ay düzenli olarak toplanmış ve ‘Kültürpark Projesi’, ‘İzmir-Tarih Projesi’, ‘Alsancak Limanı Projesi’, ‘Körfez Geçiş Projesi’ ve ‘İzmir-Fuar Projesi’ gibi İzmir açısından çok önemli olan konuları görüşüp tartışarak kamuoyundaki ön kabulün oluşumuna yardımcı olmuştur.

62. Toplantısını 2016 yılı Eylül ayında yapan ve şu an itibariyle toplam 146 üyeye sahip İzmir Ekonomik Kalkınma ve Koordinasyon Kurulu’nda toplantı yöneticiliği kurulduğu günden bu yana sırasıyla Öner Akgerman, Tufan Ünal, Yılmaz Temizocak, Şerife İnci Eren, İdil Yiğitbaşı, Atilla Sezgin, Mehmet Tiryaki ve Betül Elmasoğlu gibi İzmir’in sermaye sahipleri ya da onların temsilcileri tarafından yapılmış, bu toplantılarla ilgili görüşme tutanakları ve karar metinlerini Bilgi Edinme Kanunu çerçevesinde resmi yazı ile İzmir Büyükşehir Belediyesi’nden istemiş olmamıza karşın talebimiz, sözkonusu oluşumun resmi olmadığı gerekçesiyle karşılanmamış, o belgelerde yazılı olan bilgilerin kamuoyu ile paylaşılmasından kaçınılmıştır.

İzmir Ekonomik Kalkınma ve Koordinasyon Kurulu’nun (İEKKK) gündemine baktığımızda ise İzmir’deki ‘yönetişim’ altyapısının yerleşmesine ve gelişmesine aracılık yapan bütün önemli ve büyük projelerin; özellikle de ‘Kültürpark Projesi’nin, ‘İzmir-Tarih‘, ‘İzmir-Deniz’, ‘Yarımada Kalkınma Stratejisi’, ‘Gediz-Bakırçay Havzası Kalkınma Stratejisi’nin öncelikte bu kurulda ele alınıp tartışılması, üyelerden gelen gelen taleplerin karşılanması, böylelikle uygulamaya konulacak projeler için bu kurul üyelerinin menfaatleri doğrultusunda onaylarının alınması sağlanmıştır.

Nitekim geçtiğimiz aylarda sosyal medyada ‘Kültürpark Projesi’ ile ilgili yaptığımız yazışmalarda tartışmalara katılan Uğur Yüce ve Sıtkı Şükürer gibi kurul üyeleri projeyi incelediklerini, tartıştıklarını; hatta taleplerinin büyük bir kısmının dikkate alınarak projenin o talepler doğrultusunda değiştirildiğini ifade etmişler, bir anlamda sözkonusu projenin 2014-2016 dönemindeki katılım sürecine sadece kendilerinin katıldığını itiraf etmişlerdir.

Evet, bütün bu anlatılanlardan da görüldüğü gibi İzmir’de İzmir Büyükşehir Belediyesi tarafından Prof. Dr. İlhan Tekeli’nin danışmanlığında oluşturulmaya başlayan ‘yönetişim’ altyapısının temel aktörü, resmi bir kimliği olmamakla birlikte İzmir Büyükşehir Belediyesi tarafından oluşturulan ve ülkemizdeki başka hiçbir kentte mevcut olmayan İzmir Ekonomik Kalkınma ve Koordinasyon Kurulu’dur. Bu kurul sahip olduğu anahtar konum nedeniyle menfaatleri doğrultusunda yerel iktidara destek vermekte, ‘Kültürpark Projesi’ tartışmalarında gördüğümüz gibi önce kendisi tarafından incelenip şekillendirilen projelerin savunuculuğunu yapmakta, kolaylıkla yönlendirebildikleri gazete, televizyon gibi medya kuruluşları eliyle kamuoyunun kendilerinden yana oluşması için çaba göstermektedirler.

resim2

İzmir’deki yerel ‘yönetişim’ iktidarının önemli bir organı olan İzmir Kalkınma Ajansı ve onun danışma kurulu ise oluşumu ve yapılanması nedeniyle daha çok merkezi yönetimin organı olarak kabul edilmekte, o kurulda -yasal olarak bulunması gerekenler dışında- görev yapanların İzmir Ekonomik Kalkınma ve Koordinasyon Kurulu’nda yer alması önlenmektedir.

İzmir’deki yerel ‘yönetişim’ iktidarının diğer bir organı olan İzmir Akdeniz Akademisi ise özellikle üniversiteler eliyle projelerin tasarım ve uygulamasını yapmakta, bir anlamda entelektüel çevrelerin ve kamuoyu önderlerinin ikna süreçlerinde etkili olmaktadır.

Şu an için gözden çıkarılan diğer bir ‘yönetişim’ organı ise yine 2009-2010 döneminde oluşturulan İzmir Kent Konseyi’dir. Son genel kurulunda İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu’nun istemediği bir adayın İzmir Kent Konseyi Başkanı seçilmesi nedeniyle şu an itibariyle tüm desteğin kesildiği, bütçesinin yok edildiği haliyle adeta yedekte bekletilmekte; kadınlar, gençler, engelliler ve çocuklar gibi kimlik tabanlı politikalarla çalışmalar yapmalarına –kısıtlı da olsa- izin verilmekte, ısrarlı bir şekilde İzmir Ekonomik Kalkınma ve Koordinasyon Kurulu’nun ilgilendiği büyük, önemli ve güncel konuların dışında tutulmaktadır.

Yerel ‘yönetişim’ iktidarının son aktörü ise İzmir Büyükşehir Belediyesi ile birlikte, belediye başkanının eşi ve danışmanlarının da ortak yapılarak sırf İzmir-Tarih Projesi için kurulmuş olan TARKEM A.Ş. (Tarihi Kemeraltı İnşaat Yatırım Ticaret A. Ş.) ve onun sivil ayağı olarak kurulan İzmir Kent Değerlerini Koruma ve Geliştirme Derneği’dir. Şirketin kurucusu olan İzmir’in sermaye çevreleri böylelikle şirket içindeki payını kuruluşundaki % 0,86 oranından % 30’a çıkardıkları İzmir Büyükşehir Belediyesi’ni ve onun şirketlerini arkalarına alarak; hatta onun sahip olduğu planlama, kamulaştırma ve imar düzenlemesi yapma gibi kamusal güçlerini kullanarak kentin tarihi merkezinde kendilerine yol açmaya çalışmakta, Kemeraltı bölgesi için öngördükleri İstanbul’daki Tarlabaşı ya da Sulukule uygulamalara benzer ‘soylulaştırma’ (mutenalaştırma) çabalarında İzmir Büyükşehir ve Konak belediyelerine kendilerine ortak etmeye çalışmaktadırlar.

Ancak, son aylarda ortaya çıkan iktidar, özellikle TMSF destekli yeni bir yatırım grubu olan Folkart / Sancak grubunun bir leke gibi yayılıp kurduğu hegemonya ile birlikte şimdilik İzmir Ekonomik Kalkınma ve Koordinasyon Kurulu üyesi yapmadıkları Mesut Sancak’ın İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin yeni ortağı olarak geliştirdiği hamleler karşısında önce ne yapacaklarını şaşırmış, ancak daha sonraki süreçte de dışarıdan gelen bu büyük güçle ittifak yapma, onunla ittifak yaparak, onu destekleyerek pastayı birlikte paylaşma stratejisini uygulama koydukları görülmektedir. Bunun en son örneği ise esasen bir Folkart hamlesi olan Kültürpark projesinde belediyeyi destekler gibi yapıp asıl olarak Folkart’ın önünü açan girişimlerde bulunmaları, bu nedenle belediyeyi ve projeyi desteklemeleridir.

Bütün bu örneklerden hareketle şu içinde bulunduğumuz durumda, ‘yönetişim’ denilen siyasi iktidar aracının aslında İzmir sermayesi ve Folkart gibi farklı sermaye grupları arasındaki menfaatleri esas alan ve bu menfaatler üzerinden yeni dengeler kurmaya yarayan bir işleve de sahip olduğunu söyleyebiliriz.

Her derde deva sihirli bir sözcük: “Yönetişim” – 2

Ali Rıza Avcan

‘Yönetişim’ kavramını ele alan yazımızın ilk bölümünde, 1989 yılında eski ‘yönetim’ biçimininın alternatifi olarak Dünya Bankası tarafından ortaya atılan ve zaman içinde değişim geçiren bu siyasal iktidar modelinin özellikleriyle işlevlerini inceleyip irdelemeye çalışmıştık.

Bugün ise Dünya Bankası, Avrupa Birliği, Uluslararası Para Fonu, Birleşmiş Milletler, Birleşmiş Milletlerin bağlaşığı UNDP, FAO gibi uluslararası kuruluşlar tarafından Türkiye ve benzeri çevre ülkelere hararetle tavsiye edilen, bu ön kabul olmadığı sürece birçok yardım, bağış kaynağının verilmediği ya da kesildiği ‘yönetişim’in ülkemize transferini, ülkemizdeki somutlanma biçimini ele alacağız.

Yazımızın üçüncü ve son bölümünde de bu iktidarın İzmir özelinde nasıl oluşturulmaya çalışıldığını, nasıl bir ilişkiler ağı kurulduğunu göstermeye çalışacağız:

Ülkemizdeki ilk resmi ‘yönetişim’ çalışmaları, Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP) eliyle sağlanmış olup; 2000’li yılların başında ‘National Governance Project’ (Ulusal Yönetişim Projesi) adıyla başlatılan ilk proje, uluslararası ölçekte Dünya Bankası ile Avrupa Birliği, ulusal ölçekte de Türkiye Sanayici ve İşadamları Derneği’nin (TÜSİAD) katılım ve desteği ile Türkiye Ortadoğu Amme İdaresi Enstitüsü (TODAIE) tarafından üstlenilmiştir.

international-finance1

Birleşmiş Milletler (BM), Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP), Uluslararası Para Fonu (IMF), Dünya Bankası, OECD, Avrupa Birliği ve Uluslararası Af Örgütü gibi küresel aktörler düzleminde uygulamaya konu olan ‘yönetişim’ kavramının 2000’li yılların başından itibaren ortaya çıkmaya başlayan Türkiye ölçeğindeki ulusal aktörleri ve uygulama alanları ise;

1) Ulus devlet örgütlenmesi dışındaki alanların egemeni olarak

          a) Merkez Bankası (MB),
          b) Hazine Müsteşarlığı,
          c) Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu (TMSF),
          d) Rekabet Kurumu,
          e) Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu (EPDK),
          f) Radyo ve Televizyon Üst Kurulu (RTUK),
          g) Sermaye Piyasası Kurulu (SPK),
          h) Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu (BDDK),
          ı) Kamu İhale Kurumu (KİK),
          i) Tütün, Tütün Mamulleri Alkollü İçkiler Piyasası Düzenleme Kurumu (TAPDK),
          j) Kamu Gözetimi, Muhasebe ve Denetim Standartları Kurumu (KGK),
          k) Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu (BTK),
          l) Özelleştirme İdaresi Başkanlığı (ÖİB) ve
          m) Şeker Kurumu

gibi sayıları şimdilik 14’e ulaşmış olan merkezi yönetimden bağımsız düzenleyici kuruluşlar,

2) Kapsayıcı kalkınma yerine bölgesel ölçekli stratejik kalkınma anlayışını yaşama geçirmek amacıyla 2005-2006’dan bu yana kurulmuş olan 26 adet bölgesel kalkınma ajansı,

3) Dünya Ticaret Örgütü’ne üyelik zorunluluğu üzerinden kabul ettirilen uluslararası tahkim kurumları (ICC Milletlerarası Ticaret Odası Türkiye Milli Komitesi vb.),

4) Geleneksel meslek odası örgütlenmesi dışında özel sektörde faaliyette bulunan işadamlarının, sanayicilerinin ve benzerlerinin son yıllarda bir araya gelip kurdukları sonu “SİAD”la biten TÜSİAD, MÜSİAD benzeri çok sayıdaki dernek ve vakıfla bunların yatay ya da dikey düzlemde ilişkilenmesi ile ortaya çıkan BASİFED, TÜRKONFED, İSİFED ve ESİDEF benzeri federasyon ve konfederasyonlar,

5) Sivil toplum kuruluşlarının yerel odağı olarak önerilen Gündem 21, Yerel Gündem 21 ve kent konseyleri eliyle yerel hizmetlerin sivilleştirilip ticarileştirilmesi gibi gelişmelere konu olan yerel yönetimler,

6) 5216 sayılı Büyükşehir Belediyesi Kanununun 6215 sayılı kanunla değişik 26. maddesine göre, büyükşehir belediyelerinin doğrudan doğruya kendilerinin sermaye şirketi kurması suretiyle ortaya çıkan yerel yönetim-özel sektör ortaklığına dayalı şirketler.

Türkiye Yönetişim Projesi’ kapsamındaki konferansların yapıldığı 2001 yılını, özellikle de kamu yönetimi ile ilgili mevzuatta birçok önemli değişikliğin yapıldığı 2005 yılını izleyen süreçte, Türkiye’de uygulama alanı bulan ‘yönetişim’ anlayışı ile oluşturulan ‘yönetişim’ aktörleri, uluslararası sermayenin ulus devlet örgütlenme ve yönetimi dışında yaratmak istediği özel bir alanda serbestçe hareket etmesini kolaylaştırmış; böylelikle ulusal piyasaların bu yönetişim aktör ve mekanizmalarıyla küresel sisteme daha kolay eklenmesini sağlayacak bir sürecin başlatılmasını sağlamıştır.

Ancak Türk yönetim sisteminin Osmanlı’nın son döneminde Fransız örneği üzerinden şekillenen, Cumhuriyet Dönemi ile birlikte son şeklini alan merkezi yönetim yapısının içine merkezin elindeki gücün azaltılıp bunun uluslararası kuruluşların etkisine bırakılmasını, katılımcı bir yönetim yapısının oluşturulmasını, devlet yönetimine sivil toplumun dahil edilmesini ve benzerlerini öneren ‘yönetişim’ adı verilen siyasi iktidar modelinin yerleştirilmesi hem yüzyıllık alışkanlık ve gelenekler hem de merkezi yönetimin elinde bulundurduğu gücü paylaşmak konusunda gösterdiği isteksizlik ve refleks tepkiler nedeniyle mümkün olmamıştır.

yonetisim

Merkezi yönetimin son yıllardaki güvenlik odaklı otoriterleşme eğilimleri, eldeki mevcut demokratik hakların bile kaybedilmesine yol açmış; bu nedenle mevcut ‘yönetim’ yapısının bırakın ‘yönetişim’ çerçevesinde bağımsızlaşıp kendi başına karar vermesini, yönetim organının elindeki nispi demokratik haklar bile tek merkezli bir yapının oluştuğu süreçte elinden alınmış, tüm devlet yapısı, -ki buna da yerel iktidarlar da dahildir- yasal ya da kayyum atama gibi yasa dışı antidemokratik yollarla, OHAL gibi olağanüstü yönetim biçimleriyle ellerinden alınmış, ülkedeki iktidar yapılanması tüm demokratik özelliklerinden soyutlanarak, hatta bu güce ‘başkomutanlık’ gibi militer bir unvanı da ekleyen tek bir merkezin emrine teslim edilmiştir.

O nedenle, Türk yönetim sisteminde ‘yönetim’den ‘yönetişim’e geçilmesini bize hararetle tavsiye edip önerenler de kaybolan motivasyonları nedeniyle artık bu isteklerinden vazgeçmiş, ‘yönetişim’ denilen şey artık eski unutulan bir hikayeye dönüşmüş, uluslararası emperyalizm ülke üzerindeki egemenlik ilişkilerini demokrasi soslu ‘yönetişim‘ gibi ince yöntemler yerine baskı, yıldırma ve otorite kokan ‘yönetim‘ denilen eski, bilindik yöntemlerle sürdürmeye devam etmektedirler.

Devam edecek…

Her derde deva sihirli bir sözcük: “Yönetişim” – 1

Ali Rıza Avcan

Bir zamanlar, “devlet toplumu yönetir” anlayışıyla tanımlanan ‘yönetim’ (government) kavramının, devletin artık yönetemediği gerekçesiyle terk edilip, bundan böyle devlet dışı güç ve örgütlerin de devlet yönetimine katılımı önerisiyle ortaya atılan ‘yönetişim’ (governance) kavramı, devlet/toplum karşıtlığının ortadan kaldırılması düşüncesinden yola çıkan yeni bir siyasal iktidar modelidir.

Bu kavramı geliştiren kurum ve çevreler, küreselleşmenin geçilmesi zorunlu bir süreç olduğu iddiasından hareketle, küreselleşen dünyaya uygun bir iktidar tarzı, yeni bir devlet anlayışı ve yeni bir yönetim üslubu geliştirmeyi hedeflemektedir.

Bu anlamda, kamu/özel, devlet/devlet-dışı, ulus/ulus-ötesi kurum ve pratikler tarafından ortaklaşa gerçekleştirilen bir işlev olarak tanımlanan ‘yönetişim’, temelde devletle piyasa arasındaki ortaklık ilişkisinin önemine vurgu yapmaktadır.

Yönetişim’, bugünkü anlamıyla ilk kez Dünya Bankası’nın 1989 tarihli ‘Sub Saharan Africa: From Crisis to Sustainable Growth’ adlı raporunda dile getirildiğinde, “siyasal iktidarın, ulusal faaliyetlerin yönetimi için kullanımı” olarak tanımlanmıştı. Kavram, devletle toplum arasındaki ilişki üzerinde yeniden düşünmeyi öneriyor, devlet/toplum karşıtlığını kaldırarak devlet-toplum birliğini savunuyor; bir bakıma, devlet-toplum ilişkilerinin kurulması için bir model’ önermiş oluyordu. Bu model, yönetime katılım ilkesini de aşarak, ‘birlikte yönetme’ iddiasını taşıyordu.

Yönetişim’ kavramı, kamu yönetimi, siyaset bilimi, uluslararası ilişkiler, ekonomi gibi alanlarda hızla kabul görmüş ve özellikle 1990’ların başından itibaren, Dünya Bankası (DB),
Birleşmiş Milletler (BM), Kalkınma İçin İşbirliği Örgütü (OECD) gibi çeşitli uluslararası örgütlerin çalışmalarıyla desteklenerek önemli bir güce sahip olmaya başlamıştır.

Dünya Bankası’nın kullanmış olduğu bir kavramın neden bu denli etkili olduğunu ve neoliberal politikalar aracılığıyla Dünya Bankası’ndan ve Uluslararası Para Fonu’ndan (IMF) kredi kullanan ülkelerin nasıl değişmeye zorlandığını anlamak, kuşkusuz Dünya Bankası’nın tarihsel gelişimiyle ve rolü ile ilgilidir. Dünya Bankası, günümüzde hem ulusal hem de uluslararası siyasal düzeyi etkileyen en önemli uluslararası kurumlardandır. Ayrıca hem ‘eski’ düzenin hem de ‘yeni’ düzenin en önemli ortak örgütlerinden biridir ve ulusların etkisinin dışında oluşturulmaya çalışılan ulus-ötesi yapılanmanın da en önemli belirleyici ve taşıyıcılarındadır.

Yönetişim’ kavramı ve modeli 1990’lar boyunca bizzat Dünya Bankası tarafından değiştirilerek geliştirilmiştir. Aslında kavramın başlangıçta sahip olduğu naif söylem ideolojik içeriğini gizlemekte başarılı olmuşsa da daha sonraki gelişmeler, kavramın aslında siyasal olarak hangi anlamlara sahip olduğunu belirgin hale getirmiştir. Bu gelişmeler ışığında ‘yönetişim’ kavramının, ‘yönetim’ sözcüğü ile ‘satışı’ yapılamayacak kimi düşüncelere meşruiyet kazandırmakta olduğu yaygın bir şekilde dile getirilmiştir.

Bu açıdan bakıldığında kavram oldukça ilginç bir noktaya doğru evrilmiştir. Çünkü başlangıçta sözcük ‘daha az yönetim’i ya da ‘minimal devlet’i anlatan bir kod olarak kullanılmakta iken Dünya Bankası’nın 1993 ve 1997 tarihli yeni raporlarıyla gelinen noktada, ‘yönetişim’ modelinde egemen olan görüş, ‘minimal devlet’ söyleminden kurtulmuş, bunun yerine devletin yetersiz olduğu alanlarda ‘yönlendirici’ rolü daha fazla vurgulanmaya başlanmıştır.

Ekonomik ve toplumsal yaşama müdahalede bulunmayan devlet, ‘yönetişim’ taraftarlarına göre, gerektiğinde piyasa yararına yasaları yenileme, kural ve düzenlemeleri değiştirebilme kapasitesine sahip olmalıdır. Sermaye adına yeterli ve uygun koşulları sağlaması bakımından kendisine ‘katalizör’ rolü yüklenen devlet bu işlevi ile vazgeçilmez görülmektedir. Bu anlamda 1990’ların sonunda, ‘devlet’ idaresinin yeniden telaffuz edilmeye başlanarak devletin yeni rollerine vurgu yapılması, sözcüğün yeni ideolojik kılıfını oluşturmaktadır.

Sözcüğün kamu yönetimi ve devletin yetki alanı bakımından içeriğini oluşturan temel özellikler ise, genel olarak kamu yönetiminin alanını daraltma, harcamalarını kısıtlama, personelini azaltma, hizmetlerini özelleştirme ya da piyasa mantığına tabi kılma uygulamaları olarak sıralanabilir. Devlet dışındaki aktörlerle birlikte devleti ‘yönetme’, yani ‘yönetişim’, temel olarak devletin piyasalaştırılmasıdır; yani devletin toplumla ya da ‘aktörlerle’ piyasa mantığı ile ilişkilenmesidir. Kamu hizmetleri alanında, örneğin ‘vatandaş’ın yerini ‘tüketici’ kelimesinin almasıyla da bu durum açıkça görülebilir. Devletin ‘yönetişim’ modelindeki kritik önemi, ‘yönetişim’ esasına dayalı bir toplumsal yapılanmaya geçilebilmesi için, ‘eski’nin en geniş ve örgütlü gücü olarak dönüşümü gerçekleştirecek bir aygıt olmasından kaynaklanır.

Devlet, yeni tanımları içerisinde önemli oranda tek bir sınıfın doğrudan müdahalelerini yaptığı bir alan haline gelmiştir.

Bu bağlamda neo-liberalizmin ekonomik verimsizlik sorununa ve sarsılan toplumsal meşruiyetinin yeniden kurulmasına yönelik olarak ‘devlet-piyasa-sivil toplum’ ortaklığı temelinde inşa edilen ‘yönetişim’, uygulamada piyasanın belirleyiciliğine olanak tanımaktadır.

Bu belirleyiciliğe olanak sağlayan en önemli yapılar, son dönemde Türkiye’de de ortaya çıkan ulusal hükümetlerden bağımsız kurul tipi örgütlenmelerdir. ‘Yönetişim’ adı verilen bu yeni oyunun kurucusu olan Dünya Bankası ve bağlaşığı diğer uluslararası örgütler, ‘iyi yönetişim’ söylemi altında yeni bir düzenleme projesinin geliştirilmesi ve uygulanmasına katkı koyarak ulusal hükümetlerden bağımsız olma koşulu ile merkezi ve yerel düzeyde oluşturulan ve çoğu kez kendi etkisi altındaki bu bağımsız kurullar eliyle uluslararası sermayenin ulusal düzeydeki hareketlerini kolaylaştırmakta, devlete ve yerel yönetimlere ise piyasanın ve uluslararası sermayenin hareketlerini kolaylaştıran yasa ve kuralları koyan, yönlendirici düzenlemeler yapan katalizör bir rol vermektedir. Bu düzenlemeler çerçevesinde ‘yönetişim’ modeli, siyasal-yönetsel iktidarın, bürokrasi, şirketler ve STK’lardan oluşan ortaklara devrinin yolunu açmaktadır.

1992 yılında Dünya Bankası tarafından ‘sağlıklı kalkınma yönetimi ile eş anlamlı’ olarak tanımlanan ‘yönetişim’ kavramının dört temel ilkesi; ‘hesap verebilirlik’, ‘kalkınmanın yasal çerçevesi’, ‘bilgilendirme’ ve ‘saydamlık’ olarak belirlenmiş; bu ilkelerin sayısı, OECD tarafından tanımlanan ‘iyi yönetişim’ kavramı çerçevesinde ‘hesap verebilirlik’, ‘saydamlık’, etkililik ve verimlilik’, ‘duyarlılık’, ‘uzak görüşlülük’ ve ‘hukuksallık’ olarak altıya çıkarılmıştır.

1995 yılında OECD Global Governance Komisyonu ise, ‘yönetişim’i şu şekilde tanımlamıştır:

Yönetişim bireyler, kurumlar, kamu ve özel sektör unsurlarının ortak işleri birlikte yönetme biçiminin toplamıdır. Çatışan ya da farklı çıkarların uyum ve işbirliği sağlanarak harekete geçirilmesiyle işleyen süreçtir. Uyumu sağlamakla yükümlü formal kurum ve rejimleri kapsadığı gibi, insanların ya da kurumların ya uzlaşmaları ya da bunun kendi çıkarına ikna olmaları üzerine doğmuş informal düzenlemeleri kapsar.” (The Comission on Global Governance, 1995)

Bu tanıma göre ‘yönetişim’,
1) Bir kurallar sistemi ya da eylem biçimi olmayıp bir ‘süreç’tir,
2) Bu süreç egemenlik ilişkisi üzerine değil, uzlaşma-uyum üzerine kuruludur,
3) Kamusal ve özel sektör unsurlarını aynı anda kapsar ve
4) Biçimsel bir kuruluş olmayıp sürekli etkileşim ve güven ilkesi üzerine yükselir.

Bütün bu anlatımlara göre iyi bir ‘yönetişim’ için öngörülen ilkeler ya da özellikler aşağıdaki tabloda gösterilmiştir:

iyi-yonetisim

kurumsallasma_danismanligi_clip_image002

Devam edecek…