Kentsel Planlama – Ansiklopedik Sözlük

Kentsel Planlama Ansiklopedik Sözlük; Türkiye’de, kentsel planlama alanında hazırlanan ilk ansiklopedik sözlük kitabı. Melih Ersoy tarafından derlenen ve Ninova Yayıncılık tarafından yayınlanan kitapta bir çok yazarın katkısı var. Birinci basımı Eylül 2012’de, ikinci basımı Nisan 2016’da yapılan kitabın grafik tasarımı Sema Bıyıklıoğlu, sayfa dizimi Sinem Metin, düzeltmeleri de Belgin Gümrü tarafından gerçekleştirilmiş.

Kitap tanıtımından:

  • Yarım yüzyılı aşan bir süredir kent planlaması eğitimi verilen Türkiye’de, kentsel planlama Ansiklopedik Sözlük kitabı, ülkemizdeki tüm planlama bölümlerinden 92 akademisyen ve uzmanın katılımı ile gerçekleştirilen ve son derece geniş bir ilgi alanına sahip olan mekânsal planlama konusunda yapılmış kapsamlı bir çalışmanın ürünüdür.
  • Bu çalışma ile kentsel planlama alanında yayımlanmış sözlük çalışmalarının bir adım ötesine geçilerek, kapsam bakımından, ansiklopedi ile sözlük arasında kalan bir alanın doldurulması hedeflenmiştir.
  • Kentsel Planlama Ansiklopedik Sözlük kitabında, planlamada analiz teknikleri, bölge planlama, çevre ve yaşam kalitesi, ekoloji ve planlama, ifade teknikleri, imar hukuku, kent ekonomisi, sosyolojisi, tarihi, kent, kentleşme, kentsel koruma, kentsel standartlar, kentsel politika, kentsel riskler, kentsel tasarım, kentsel yenileme ve dönüşüm, sanayi, konut, kıyı, turizm planlaması, ulaşım ve lojistik hizmetler v.b. konu başlıkları 250 madde halinde okurların incelemesine sunulmaktadır.

Kentsel Planlama Ansiklopedik Sözlük Yazarları

A. Burak Büyükcivelek / A. Erdem Erbaş / Adnan Barlas / Ali Türel / Aliye Ahu Akgün / Arzu Taylan / Asım Mustafa Ayten / Ayda Eraydın / Ayşe Buket Önem / Ayşe Nur Ökten / Ayşe Sema Kubat / Ayşegül Mengi / Ayşen Savaş /Azime Tezer / Bahar Gedikli / Baykan Günay / Belma Babacan Tekinbaş / Bilge Armatlı Köroğlu / Bilge Çakır / Bilge Serin / Burak Beyhan / Cânâ Bilsel / Ceren Gamze Yaşar / Cüneyt Elker / Çetin Göksu / Çiğdem Çiftçi / Çiğdem Göksel / Çiğdem Varol / Dilşen Onsekiz / Ebru Kamacı / Ela Ataç / Ela Babalık Sutcliffe /Elif Kısar Koramaz / Emine Yetişkul Şenbil / Emre Madran / Engin E. Eyuboğlu /Erkan Polat / Ezgi Orhan / Fadim Yavuz / Fatih Terzi / Ferhan Gezici Korten /Feridun Duyguluer / Filiz Bektaş Balçık / Güldem Özatağan / Güliz Bilgin Altınöz /Güliz Salihoğlu / Handan Türkoğlu / Hatice Ayataç / İclal Dinçer / İpek Özbek Sönmez / İsmet Kılınçaslan / Kevser Kantar Üstündağ / Koray Özcan / Mehmet C. Marın / Mehmet Doruk Özügül / Mehmet Ocakcı / Melih Ersoy / Mesut Ayan /Metin Şenbil / Murat Balamir / Müge Akkar Ercan / N. Tunga Köroğlu / Nihal Şenlier / Nihan Özdemir Sönmez / Nil Uzun / Nilgün Ergun / Nilgün GörerTamer / Olgu Çalışkan / Orhan Kuntay / Osman Balaban / Özgül Acar Özler / Reyhan Yıldız / Ruşen Keleş / Seda Kundak / Senay Oğuztimur / Serap Kayasü / Sezai Göksu / Songül Öztürk / Tansı Şenyapılı / Tanyel Özelçi Eceral /Tayfun Salihoğlu / Töre Seçilmişler / Tuba İnal Çekiç / Tuna Taşan-Kok / Tuncer Kocaman / Turgay Kerem Koramaz / Tülay Kılınçaslan / Yelda Aydın Türk / Yiğit Evren / Zekiye Yenen / Zeynep Günay / Zeynep Merey Enlil.

KONULARA GÖRE MADDELER

ANALİZ TEKNİKLERİ

Çevresel Algılama / Çizim ve İfade Teknikleri / Görsel Analiz Teknikleri / GZFT Analizi / İkinci Konut / Kent Planlama ve CBS / Kent Planlamasında İfade Teknikleri / Uzaktan Algılama / Üç Boyutlu Çizim ve İfade Teknikleri

BÖLGE PLANLAMA

Avrupa Birliğinde Bölgesel Gelişme Politika ve Araçları / Bölge Planlama / Bölgesel Eşitsizlikler / Bölgesel Gelişme Paradigmaları / Bölgesel Kalkınma Kuramları / Bölgesel Kalkınmanın Sosyal Boyutu ve Sosyal Sermaye / Bölgesel Politika / Bölgesel Sürdürülebilir Kalkınma / Bölgesel Yenilik Sistemleri / Bölgeselleşme / Büyüme Kutupları / Dirençli Bölgeler / İleri Sanayi Bölgeleri / Kent Bölge / Öğrenen Bölge / Sıcak Nokta / Teknoloji Bölgeleri / Üretim ve Bilgi Ağları / Yaratıcı Kapasite

ÇEVRE VE YAŞAM KALİTESİ

Alan Yönetimi / Çevre Mevzuatında Tanımlar / Çevre ve İl Çevre Düzeni Planı / Çevre-merkezcilik / Çevresel Etki Değerlendirmesi ve Stratejik Çevresel Değerlendirme / Çevresel Planlamada Katılımcı Yaklaşımlar / Dışsallık / Entegre Havza Yönetimi / Güneş-Kent / İçme Suyu Koruma Havzası / İklim Değişikliği, Küresel Isınma ve Kentler / İnsan-merkezcilik / Kamu Yararı ve Üstün Kamu Yararı / Kent ve Sağlık / Kent ve Çevre Sorunları / Kentsel Yaşam Kalitesi Araştırmaları / Kentsel Yaşam Kalitesi ve Göstergeleri / Kentsel Yoksulluk / Planlama ve Su Tüketimi İlişkisi / Ramsar Sözleşmesi / Sulak Alanların Planlanması Korunması / Sürdürülebilir Kentsel Gelişme / Yaban Hayatı Koruma- Geliştirme Alanı / Yaşam Kalitesi ve Kentsel Yeşil alanlar / Yaşanabilirlik Ölçütleri / Yerel Enerji Planlaması / Yeşil Yerleşim Değerlendirme Sistemleri

EKOLOJİ VE PLANLAMA

Çevre-Merkezcilik / Eko Turizm / Ekokent / Ekolojik Planlama / Güneş-Kent / İçme Suyu Koruma Havzası / Kentsel Dirençlilik-Dayanıklılık / Sulak Alanların Planlanması Korunması / Sürdürülebilir Kentsel Gelişme / Yaban Hayatı Koruma-Geliştirme Alanı / Yeşil Yerleşim Değerlendirme Sistemleri

İFADE TEKNİKLERİ

Çizim ve İfade Teknikleri / Kent Planlamasında İfade Teknikleri / Üç Boyutlu Çizim ve İfade Teknikleri / GZFT Analizi

İMAR HUKUKU VE MEVZUATI

Çevre Etiği / Düzenleme Ortaklık Payı / Düzenleme / Parselasyon İşlemi / Islah İmar Planı / İmar Hakkı Aktarımı / İmar Mevzuatında Tanımlar / İmar Planı Değişikliği / Kamu Yararı ve Üstün Kamu Yararı / Köy Yerleşme Planları / Mücavir Alan / Nazım İmar Planı / Parsel Ayırma ve Birleştirme İşlemleri / Planlamada Kademeli Birliktelik İlkesi ve Türkiye’de Plan Kademeleri / Uygulama İmar Planı

KENT EKONOMİSİ

Arazi Rantı / Arazi Spekülasyonu / Büyüme Kutupları / Dışsallık / Ekonomik Mekan ve İlişkisel Yaklaşım / İlksel Kent / Kent Ekonomisi / Kümelenme Ekonomileri / Sıra Büyüklük Kuralı / Yer Seçim Kuramı / Yerleşim Katsayısı

KENT SOSYOLOJİSİ

Dışlanma / Gecekondu ve Evrimi / İç Göçler / Kent Mekanında Toplumsal Ayrışma / Kent Sosyolojisi / Kent Sosyolojisi Kuramları / Kentsel Bütünleşme / Kentsel Dirençlilik- Dayanıklılık / Kentsel Kimlik / Kentsel Yoksulluk / Küreselleşme ve Mekan / Merkezi Yer kuramı / Modern Kent ve Toplumsal Yapı / Ortak Merkezli Çemberler Kuramı / Postmodern Kent ve Toplumsal Yapı / Seçkinleştirme / Sosyal Tabakalaşma / Sürdürülebilir Topluluklar / Şikago Okulu / Yoğun Kentsel Yoksulluk

KENT TARİHİ

Anadolu Öncesi Türk Kenti ya da Orta Asya Türk Kenti / Anadolu-Osmanlı Kenti / Anadolu-Selçuklu Kenti / Atina Bildirgesi / Bahçe Kent / Bauhaus / CIAM-Uluslararası Modern Mİmarlık Toplantıları / Güzel Kent Hareketi / Izgara Kent Tasarımı / İran Türk-İslam Kenti (Büyük Selçuklu Kenti) / Kamusal Mekan / Sanayi Kenti / Yeni Kentler / Yeşil Kuşak

KENT VE KENTLEŞME – KAVRAMLAR

Akıllı Kent / Ekümenopolis / Gecekondu ve Evrimi / Kavramsal Bir Sistem Olarak Planlama / Kent / Kent Bölge / Kentbilim / Kentleşme / Kentlileşme / Kentsel Saçaklanma / Kentsel Yaşam / Kentsel-Kırsal Bütünleşme / Küresel Kent / Dünya Kenti / Küreselleşme / Megalopolis / Metropoliten Alan,Metropoliten Kent / Meydan-Kent Meydanı / Nüfus Projeksiyonları / Sürdürülebilir Kent Modeli / Ters Kentleşme / Türkiye’de Kentleşme / Yaratıcı Kent / Yavaş Şehir / Yörekent ve Yörekentleşme

KENTSEL İŞLEVLERİN YER SEÇİMİ VE KENTSEL STANDARTLAR

Kamusal Hizmet Tesislerinin Yer Seçimi / Kentsel Sosyal Donatıların Yer Seçimi / Konut Alanları Planlamasında Tasarım Ölçütleri / Konut Alanlarında Yer Seçim Etmenleri / Lojistik Etkinliklerin Yer Seçimi / Sağlık Kurumları için Planlama Standartları / Sanayi Alanlarında Planlama Standartları / Ticaret Alanları ve Merkezleri için standartlar / Ticari Etkinliklerin Yer Seçimi / Yeşil Alanlar ve Spor Alanları için Planlama Standartları

KENTSEL KORUMA

Alan Yönetimi / Dünya Miras Listesi / Kentsel Koruma Kavramı ve Geçirdiği Evrim Süreci / Kentsel Koruma Kavramı ve Politikaları / Kentsel Koruma Kurumunun Ülkemizdeki Yapılanması / Kıyı Mevzuatının Ülkemizdeki Gelişimi / Kültür Mevzuatında Tanımlar/ Kültürel Miras ve Koruma Anlayışının Tarihsel Gelişimi / Kültürel Mirası Koruma Mevzuatının Ülkemizdeki Tarihsel Gelişimi / Kültürel Mirasın Korunmasına İlişkin Uluslararası Belgeler ve Sözleşmeler / Kültürel Mirasın Korunmasına İlişkin Uluslararası Kurumlar / Sürdürülebilir Kentsel Koruma / Tarihi Çevre ve Kültürel Miras

KENTSEL PEYZAJ VE REKREASYON

Kentsel Peyzaj, Rekreasyon ve Açık Alanlar / Kentsel Planlamada Peyzaj ve Peyzaj Mimarlığı / Rekreasyon Alanları

KENTSEL PLANLAMA KURAMLARI

Adım Adım (Aşamalı) Planlama / Bilim Felsefesi Bakış Açısından Planlama / GZFT Analizi / İletişimsel Akılcılık / Kapsamlı Akılcı Planlama Kuramı / Kavramsal Bir Sistem Olarak Planlama / Planlamada Üçüncü Yol: Etzioni ve Karma Yaklaşım / Savunmacı Planlama Kuramı / Stratejik Mekansal Planlama

KENTSEL POLİTİKA

Çok Aktörlü Yönetişim / İletişimsel Akılcılık / Kamusal Mekan / Kentleşme Politikaları / Kentsel Politika ve Siyaset İlişkisi / Kentsel Politikalar ve Analitik Çerçeve / Kentsel Toplumsal Hareketler / Özel Alan Yönetimi ve Yönetim Planı / Planlamada Kurumsallaşma ve Kurumsalcı Planlama / Toplu Tüketim Malları / Yeni-Liberal Kentleşme Kavramı ve Politikaları

KENTSEL RİSKLER VE SAKINIM PLANLAMASI

Afetlere İlişkin Planlama Etkinlikleri ve Sakınım Planlaması / Kentsel Afetler ve Risk Paylaşımı / Kentsel Dirençlilik / Kentsel Risk Analizi / Risk ve Sigorta / Sigorta Teknolojisi / Uluslararası Afetler Politikası ve Kent Planlaması / Zorunlu Deprem Sigortası ve DASK

KENTSEL TASARIM VE FİZİKSEL PLANLAMA

Atina Bildirgesi / Bahçe Kent / Bauhaus / CIAM (Congres Internationaux d’Architecture Moderne) / Doğrusal Kent / Izgara Kent Tasarımı / İkinci Konut / Kent Dokusu / Kent İmgesi / Kent Kapısı / Kentsel Derişiklik / Kentsel Omurga / Kent Omurgası / Kentsel Peyzaj, Rekreasyon ve Açık Alanlar / Kentsel Saçaklanma / Kentsel Tasarım / Komşuluk Birimi / Mekan Dizimi / Merkezi İş Aları (MİA) / Radburn Yerleşimi Planı / Sanayi Kenti / Tasarım Denetimi / Tasarım Kodu / Yeni Kentler / Yeni Şehircilik Akımı / Yeşil Kuşak

KENTSEL YENİLEME ve DÖNÜŞÜM

Emlağa Dayalı Kentsel Yenileme / Kent Merkezi ve Çevresinde İşlevsel Farklılaşma / Kentsel Dönüşüm / Sürdürülebilir Kentsel Yenileme

KIYI VE PLANLAMA

Bütünleşik Kıyı alanları Yönetimi ve Tarihsel Gelişimi / Kıyı ile İlgili Tanım ve Terimler / Kıyı Mevzuatında Tanımlar / Türkiye’de Sit Alanlarına İlişkin Uygulamalar

KONUT VE PLANLAMA

Emlağa Dayalı Kentsel Gelişme / Kapalı Site / Konut Arzı / Konut Finansmanı / Konut Gereksinimi ve Konut Talebi / Konut Politikası

SANAYİ VE TEKNOLOJİ ALANLARI

Sanayi Odakları / Sanayide Tedarik Zincirleri ve Firmalar Arası İilişkiler / Teknoparklar / Teknoparkların Gelişim Süreci

TOPLUMSAL CİNSİYET VE PLANLAMA

Cinsiyet Eşitlikçi Planlama / Çevre-Merkezcilik / Kentler ve Toplumsal Cinsiyet

TURİZM PLANLAMASI

Agro Turizm / Eko Turizm / Ekokent / Golf Alanı / Özel Çevre Koruma Alanı / Bölgesi / Sağlık ve Termal Turizmi / Sürdürülebilir Turizm ve Planlaması / Turizm Alanı, Turizm Bölgesi, Turizm Merkezi / Turizm Mevzuatında Tanımlar / Turizm Planlaması

806x517-paylaşım-1-e1487927533887

ULAŞIM PLANLAMASI VE LOJİSTİK HİZMETLER

Ara-Toplu Taşım / Bisiklet Ulaşımı / Erişebilirlik / Havalimanları / Kentsel Lojistik / Kentsel Ulaşım / Kentsel Ulaşımda Park et- Bin Uygulaması / Liman / Liman Alanları Planlaması / Liman Geri Bölgesi -Hinterlant / Lojistik / Lojistik Merkez / Organik Ulaşım / Otopark / Sürdürülebilir Ulaşım ve Politikası / Terminal / Toplu Taşıma / Trafik Sakinleştirme / Trafik Yönetimi / Ulaşım Ana Planı / Ulaşım Politikalarında Çağdaş Yaklaşımlar / Ulaşımın Toplumsal Boyutu / Yaya ve Bisiklet Öncelikli Ulaşım.

Bardağın dolu tarafını görmek…

Ali Rıza Avcan

Son zamanlarda, yaşama olumlu bakmak, negatif olmamak ya da olumsuz şeylerden uzak durmak gibi gerekçelerle önümüzdeki bardağın sadece dolu tarafına bakmak adet oldu.

Çevremdeki çoğu insan, akademisyenlerin bir kısmı, belediye yönetici ve çalışanlarının neredeyse tümü; daha doğrusu bir konuda yetki ya da sorumluluk üstlenenlerin çoğu, başarısız olmamak amacıyla ilgili ya da görevli oldukları konulara yetersizlik ve sorunlar üzerinden değil; sahip oldukları varlık, değer ya da kaynaklar üzerinden yaklaşmayı ifade eden aldatıcı bir teselli politikasıyla yaklaşmayı tercih ediyorlar. 

Bardağın dolu tarafına bakmak, akademik çevrelerde giderek “bilimsel” bir analiz yöntemiymiş gibi takdim edilerek yazılan kitap ve makalelerde ya da yapılan sunumlarda siyasetçi ve yöneticilerin gönüllerini hoş tutacak aldatıcı bir iksir haline dönüştürülüyor.

Çünkü böylelikle can sıkan yetersizlik ve sorunları gündeme getirerek kötümser olunmamış olunuyor. Lale Devri‘nin boşvermişlik anlayışıyla herkese ve her ortama pembe bir iyimserlik bulutu yayılarak kimselere “negatif enerji” verme fırsatı yaratılmıyor…

lale2

Ortalığa kötümserlik tohumları eken muhaliflerin, yaşama eleştirel bakanların böylelikle hem önü kesiliyor hem de yazılıp çizilen kitap, makale ve raporlarla, sunulan bildirilerle sahip olunan makam ve masaların sürdürülebilirliği (!) sağlanabiliyor.

Bu pembe iyimserlik halini sağlayan analiz yöntemine ise “varlık-odaklı yaklaşım” diyorlar. Bu yöntemin uygulandığı ilk proje olan Yarımada Sürdürülebilir Kalkınma Stratejisi 2014-2023 başlıklı belgede bu analiz yöntemi şu şekilde tanımlanıyor.

“Proje yaklaşımını oluşturan varlık-odaklı yaklaşım, Yarımada’nın sürdürülebilir gelişiminde anahtar rol oynayacak yerel varlıklarının korunması ve geliştirilmesi üzerine kuruludur. Varlık (Asset), sözlük anlamıyla bir bireyin, kaynağın veya nesnenin değerli niteliğidir. Bir toplum için ise bireylerinin, altyapılarının, organizasyonlarının, ya da programlarının gücü olarak düşünülmektedir.

Varlık-odaklı yaklaşım ise bir konuyu pozitif, gerçekçi ve kapsayıcı bir biçimde ele alma ve tanımlama düşüncesidir. Hangi yerel varlık, değer ve kaynakların o yerin ayırt edici özelliği olduğunu ve korunması gerektiğini ve nelerin o yeri yaşamak ve üretmek için iyi bir yer yaptığını tanımlamamıza yardımcı olur.”

Görüldüğü gibi var olanlar, sahip olduğumuz varlık, değer ve kaynaklar bardağın dolu tarafı olarak bu yaklaşımın temelini oluşturup bardağın boş tarafını temsil eden yetersizlik, ihtiyaç ve sorunlar bu yaklaşımın görüş alanına sokulmuyor.

Bu yaklaşımdaki bilinçli körlüğü, en iyi şekilde yine aynı belgedeki şu anlatımlarda yakalayabiliyoruz:

Varlık-odaklı yaklaşım, bardağın yarısının dolu olduğunu savunan pozitif bir yaklaşımdır. Kavram ilk kez ABD’de 90’lı yılların başında Kretzmann ve McKnight (1993) tarafından toplumsal gelişim çalışmalarına paralel olarak geliştirilmiştir. Araştırmacılar toplumsal sorunların çözümünde yetersizlikler ve problemler üzerinden gidildiğinde olumsuz bir hava oluşturduğunu görmüşler ve geleneksel ihtiyaç-temelli yaklaşımların çözümsüzlük duygusunu kuvvetlendirdiğini, yerel halkı dışarıdan müdahale beklentisi nedeniyle pasifleştirdiğini tespit etmişlerdir. Bu nedenle de sahip olunan yerel varlıklar, ekonomik ve doğal kaynakların gücü ve bunların yaratabileceği fırsatlar üzerinden hareket eden varlık-odaklı yaklaşımın alternatif bir yol olarak toplumsal ve ekonomik gelişme, yaratıcılık ve girişimcilik üzerinde olumlu etkileri olabileceğini öne sürmüşlerdir.”

Görüldüğü gibi bir planlama yöntemi olarak önerilen bu yöntemde, yerel halkın çözümsüzlük duygusu nedeniyle cesaretini kaybetmemesi için onlara sorunlardan ve yokluklardan söz etmememiz gerekmektedir. Örneğin Çeşme Yarımadası ile ilgili bir stratejik planlama çalışmasında yöre halkının çözümsüzlük duygusuna düşmemesi, dışarıdan müdahale beklentisi nedeniyle pasifleşmemesi  için her geçen gün sayıları artan rüzgar enerjisi santrallerinden ya da balık çiftliklerinden söz etmememiz gerekiyor. Aksi takdirde gelip katkıda bulunmazlar, hatta küsüp bir köşeye bile çekilebilirler…

Oysa sağlıklı bir planlama çalışmasında hem dolu hem de boş tarafın birlikte görülmesi gerekir. Böylelikle hem elde bulunan varlık, kaynak ve değerler hem de mevcut yokluklara bağlı yetersizlik, ihtiyaç ve sorunların birlikte ele alınması, aralarındaki olumlu ya da olumsuz ilişkilerin incelenip irdelenmesi gerekir.

13aafdcad344b8c9

Çünkü yaşamın bizatihi kendisi hem olumlu şeyleri, hem de olumsuzları kendi içinde barındırır ve bunların hepsi bir bütünün parçalarıdır. Bunları birbirinden ayırarak olumlu olanı tercih edip diğerini halının altına süpürmek öncelikle kendimizi kandırıp aldatmanın eski bir yöntemidir. Sonrasında da başkalarını, halkı…

Hepimiz uzunca bir süredir İzmir Büyükşehir Belediyesi ile ilçe belediyelerinin yaptıkları proje yatırımlarından şikayetçi olduğumuza göre, bu şikayetlerin altında yatan nedenlerden birinin de bu Lale Devri Anlayışı ile sadece olumlu şeyleri görüp, yetersizlik, ihtiyaç ve sorunları görmeyen “varlık-odaklı yaklaşım” olduğunu söyleyebiliriz…

 

Urla’nın enginar aşkı… (1)

Ali Rıza Avcan

Bugünkü yazıma konu olacak enginarın Urla ile ilişkisini, yazı başlığında ifade ettiğimiz haliyle aşkını geçtiğimiz yıldan bu yana düşünüyor, yer yer ya da zaman zaman bu ilişki konusundaki düşüncelerimi net bir şekilde ifade etmeye çalışıyorum.

Şimdi ise bu düşüncelerimi, hem üç yıldan bu yana sürdürülen Uluslararası Urla Enginar Festivali’nin sürdürülebilirliği hem de ürettiğinden çok enginar ithal eden ülkemiz koşullarında Urla’da ya da İzmir’in diğer ilçelerinde yetiştirilen enginarın ithal ikamesi olan işlenmiş bir tarım ürünü olarak nasıl geliştirilebileceği üzerinden geliştirmeye çalışacağım.

Sanırım Urla ile enginar arasındaki bu ilişkiyi düşünmem, Urla Belediyesi’nin yanı başındaki Çeşme’nin daha fazla enginar üretiliyor olmasına karşın, bir Akdeniz sebzesi olan enginarı sahiplenmesinden ve onun için her yılın Nisan ayı sonunda uluslararası bir enginar festivali düzenliyor olmasından kaynaklanıyor. 

Aldığım bilgilere göre, Urla Belediyesi bu yıl yine böyle bir festivali, 3. Uluslararası Urla Enginar Festivali adıyla İzmir Büyükşehir Belediyesi ve İzmir Ekonomi Üniversitesi‘nin ile Reseau Delice – Dünya Gurme Şehirler Birliği‘nin işbirliği ile 27-30 Nisan 2017 tarihleri arasında düzenlemek için yola çıkmış…

Festival organizasyonun programı http://urlaenginarfestivali.com adresinde henüz yayınlanmamakla birlikte duyurusu yapılan komitelerin ad ve konularından festivalin daha önceki yıllarda olduğu gibi daha çok Urla’nın meşhur Sakız enginarı ile yapılacak yiyeceklerle kültür ve sanat etkinlikleri üzerine odaklanacağını anlıyoruz.

Enginar 002

Geçtiğimiz yıllarda iki kez düzenlenen festivalle ilgili programlara dönüp baktığımızda ya da denk gelip izlediğimiz ya da katıldığımız etkinlikleri hatırladığımızda, programın genellikle bir kortej yürüyüşü ile başlatıldığını, konukların Urla Cumhuriyet Meydanı ile Malgaca Pazarı’nda, Sanat Sokağı’nda ya da Tamirhane Binası’nda kurulan enginar pazarıyla stantları ziyaret ederek değişik kooperatiflerin enginardan ürettikleri konserve, reçel, sabun ve yemekleri tadarak satın aldıklarını, festivalin çeşitli atölye çalışmaları, yarışma, konser ve dinletilerle renklendirildiğini, iç turizm firmalarının bu festival için turlar düzenlediğini; hatta 60 bin kişinin ziyaret ettiği 2016 tarihli festivalin “Shining Star Awards 2016” en iyi festival dalında ödüle layık görüldüğünü bile anımsarız.

Evet, bu anlamda bir belediyenin kendi yöresinde yetiştirilen tarımsal bir ürünü ele alarak ve o ürünün daha çok tanınıp tüketilmesini, bu arada bu festival nedeniyle ilçeye yönelik yerli ve yabancı turizmin gelişmesini hedefleyen böylesi bir eğlence organizasyonu düzenlemesi hem alışıldık hem de takdir edilmesi gereken doğru ve isabetli bir çalışmadır. Bu nedenle daha işin başında Urla Belediyesi’ni bu etkinliği düşünüp düzenlediği için kutlamak gerekir diye düşünüyoruz.

Ancak…

İlk olarak, bu tür bir meyve,  sebze ya da başka bir yiyecek adıyla yapılan etkinliklerin Cumhuriyet’in ilk yıllarından bu yana, özellikle de “Vatandaş, yerli mal kullan!” sloganının dillendirildiği yerli mallar haftalarının etkisiyle bütün Türkiye’de yaygınlık kazandığını bilirim.

Hatta o nedenle, birçok şehri ya da yerleşimi “Bursa’nın kestanesi“, “Ankara’nın armutu“, “Yarımca’nın kirazı“, “Aydın’ın inciri” ya da “Manisa’nın üzümü” gibi, hep o meyve ve sebzeler üzerinden bilip öğrendiğimi, aradan bunca zaman geçmesine karşın bunun bir adım ötesine geçerek o kent ya da yerleşimleri başka bir ürün ya da sembol üzerinden hatırlamadığımı da bilirim.

İkinci olarak, Urla Belediyesi’ne ettiğim bu teşekkürün ardından ifade etmek istediğim bazı somut gerçeklerin düzenlenen bu eğlenceler ya da söylenen şarkılar, türküler arasında kaynayıp gitmesini de istemem. 

Çünkü beni uzunca bir süredir düşündüren, yer yer ya da zaman zaman yazıp çizerek herkesi uyarmak istediğim bazı gerçekleri açık bir şekilde anlatmanın gerekli olduğunu düşünüyorum…

Bunun nedeni, oldum olası yaptığım ya da gerçekleşmesine katkıda bulunduğum her şeyin geride anlamlı bir iz bırakmasını istememde, bu olmadığı takdirde başarılı olamayacağıma olan inancımda yatar. Bu iz, bu işaret olmadığı sürece “acaba yazıyı suya mı yazdım?” diye düşünmeden edemem…

Çünkü böyle bir işin ya da başarının şayet geride o izler, o işaretler bırakılmadığı takdirde kalıcı olamayacağına, kolaylıkla sürdürülemeyeceğine ilişkin ciddi kaygılarım vardır… Hele ki, başkanları ve tüm yöneticileri beş yılda bir değişen belediyelerde bu kalıcı olma halinin çok daha zor olduğunu, her şeyin dünden bugüne kolaylıkla unutulduğunu bilirim ve bunu bıkmadan usanmadan hep söylerim.

O nedenle yapılan güzel, olumlu şeylerin başkanlarla kalıcı olmadığına, bir başkanın döneminde yapılan çok güzel şeylerden bir sonraki başkan döneminde daha ilk günden vazgeçilebileceğine inanırım. İnanmak ne kelime; çoğu kez anında vazgeçildiğini görür, yaşar ve bundan dersler çıkarırım…

Buna en yakın örnek, Aliağa’da 23 yıldır yapılan ve bu nedenle yakın bölgemizdeki en uzun soluklu şenlik olarak bildiğimiz Aliağa Emek Şenliklerinin AKP’li ya da MHP’li belediye başkanları döneminde yapılmıyor olması ve bu konuda toplumdan ciddi bir talep ya da muhalefetin gelmiyor, en azından alternatif bir şenliğin düzenlenemiyor olmasıdır.

O nedenle, enginar adına yerel ya da uluslararası bir şenlik düzenlemeye kalktığınızda ödül almaktan ya da o organizasyona çok büyük kalabalıkların gelmesinden çok o organizasyonun kurumsallaşıp sürdürülebilmesini sağlayacak koşulları yaratmanın gerekli olduğunu, “yapmak” kadar “sürdürebilmenin” de önemli olduğunu düşünürüm. Bunu sağlamak amacıyla o etkinliğin kabul görüp kalıcılaşmasını kolaylaştıracak geniş bir katılımla belediyeden ayrı bir vakıf örgütlenmesinin zorunlu koşul olduğunu bilir, bunu sağlamak için ilgili tüm tarafların o etkinliğe “düzenleyici ortak” olarak katılmasını öneririm. Böylelikle siz olmasanız ya da gücünüz yetmese bile başka bir ortağın ya da ortaklar topluluğunun ya da bağımsız bir vakfın o olumsuz bir gelişmeye karşı çıkarak ve mücadele ederek o etkinliği sürdürebileceğine inanırım.

Ama bir yandan da, güzel bir etkinliği ortaya atıp geliştirmiş bir belediye başkanının da kendi evladı gibi hissettiği bir etkinliği başkalarına devretmesinin ya da başkalarıyla birlikte yapmasının, kendi kişisel ya da kurumsal egosunu yenemediği sürece ne kadar zor olduğunu da bilirim.

Urla Belediye Başkanı Sibel Uyar festival organizasyonu nedeniyle ödülünü aldığı törende “Ne mutlu ki bizlere Urla’da 2 yıl içinde enginar dikim alanı yüzde 42 arttı. 600 dönüm yeni enginar üretim alanı oluştu.” diyerek düzenlediği festival ile enginar üretimindeki artış arasında bir nedensellik bağı kurmaya kalksa da; iş gerçekten böyle mi olmuştur, üreticiler daha fazla alanda enginar ektikleri için mi festival düzenlenmiştir, yoksa festival düzenlendiği için mi gayrete gelmişlerdir? Diğer bir anlatımla, yarın başka bir belediye başkanının devr-i iktidarında böylesi bir festival organizasyonundan vazgeçildiği takdirde enginarı yetiştirenler ya da tüketenler çıkıp o festivalin devam etmesi için girişimde bulunurlar mı ya da alternatif bir festival düzenlerler mi? Festivalin asıl sahipleri olarak böylesi bir iptal kararı karşısında ne yaparlar?

Bütün bu sorulara verilebilecek doğru yanıtlar bağlamında, bu tür festivallerde asıl festival sahibinin üreticiler ya da tüketiciler olduğunu; o nedenle festival ile üretici ya da tüketiciler arasında bir çıkar ilişkisinin kurulması gerektiğini düşünürüm. Şayet bu tür bir çıkar ilişkisi kurulduğu takdirde, festivalin yapılmamasından zarar görebilecek üretici ya da tüketicilerin bu olumsuz duruma daha kolay karşı çıkabileceklerini, bu nedenle de festival düzenleme kurulunda üreticilerin ya da tüketicilerin kurumsal ya da bireysel ölçekte yer alarak belirleyici olmasını önerir ve bu önerinin izleyen festivallerde sürdürülebilirlik açısından dikkate alınmasını dilerim. 

Bunu sağlamanın diğer bir yolu da, festival içeriğinin belirlenmesinde ilçe halkının kültür-sanat etkinlikleriyle eğlendirilmesi ihtiyacı ya da talebi yanında, festival konusu olarak belirlenen enginarın yetiştirilmesi ile onu yetiştirenlerin sorunlarını ele alıp bunlara çözüm bulmakla ilgili etkinliklerin de eklenmesi olabilir.

Bu nedenle Dünya, Türkiye, Ege Bölgesi, İzmir ve Urla bağlamında enginar yetiştiriciliğinin dünü, bugünü ve geleceği, önemi, satış ve pazarlaması, bu konudaki araştırma-geliştirme, yenilikçilik ve örgütlenme çalışmaları ile enginar konusunda izlenecek genel politika ve stratejiler, ulaşılabilecek hedefler ve eylem planları, izleme, ölçme ve değerlendirme çalışmaları da bu kapsamda ele alınıp bütün bunlar bir festival boyutunda bilinçli ve sistemli bir çalışmanın gereği olarak örgütlenebilir. O nedenle hazırlanan festival programlarında bu konuların ele alınıp tartışılacağı paneller, sempozyumlar yapılıp farklı görüşlerin birbirleriyle tartıştığı atölye çalışmaları gerçekleştirilebilir.

Uluslararası Urla Enginar Festivali 2017

Yine aynı ödül töreninde amacını, “biz festivallerimizi eğlenmek için yapmıyoruz. Biz festivallerimizi kırsal kalkınmaya destek olmak için yapıyoruz. Biz istiyoruz ki çiftçimiz kazansın. Üreticimiz enginar tarlasını satmasın, o tarlalarda villalar inşa edilmesin. Çocuklarımız fastfood yerine annelerinden iyi tarım uygulamalarıyla yetişen enginar yemeğini istesin.” şeklinde ortaya koyan Urla Belediye Başkanı Sibel Uyar’ın bu söyleminin samimiyetini bilmek adına enginar tarlalarına planlı ya da plansız şekilde yapılan villalara izin vermemesini, daha doğrusu hazırlanacak yeni planlarla o verimli tarım arazilerini korumasını bekliyorum. Ayrıca, İzmir Büyükşehir Belediyesi ve Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı İzmir İl Müdürlüğü ile yapacağı işbirliği çerçevesinde bu sebze ile ilgili dünyadaki gelişmeleri izleyerek festivali sadece yerli ve yabancı aşçıların gelip sunum yaptığı bir gurme festivali olmaktan çıkarmasını ve enginarın tüketimi kadar üretim ve pazarlamasını da düşünerek taze, yarı işlenmiş ve işlenmiş bir tarım ürünü olarak yurt içi ve yurt dışı pazarlardaki talebi karşılayacak şekilde daha büyük boyutlarda değerlendirilmesine yönelik yaratıcı ve yenilikçi girişimlerde bulunmasını öneriyorum.

Çünkü yazımızın gelecek bölümünde, Dünya, Türkiye, İzmir ve ilçeleri düzlemindeki enginar üretimi ve bunlarla ilgili sorunlar üzerinde durarak Urla’da festivali yapılan enginar yetiştiriciliğinin geçmişteki, günümüzdeki ve gelecekteki durumunu ortaya koyarak, yapılan ve yapılacak festivallerden Urla’ya nasıl bir artı değer kalacağı; böylelikle Urla’daki tarım ekonomisinin nasıl gelişebileceği konusu üzerinde durmaya çalışacağım.

Devam Edecek…

 

Atatürk’ün Kentleşmeye Bakışı: Örnek Olay, Ankara’nın Kentleşmesi – 2

3. Örnek Olay: Ankara’nın Kentleşmesi

Ankara, I. Dünya Savaşı yıllarında, ulaşılması ve yaşanması güç, çok bakımsız, yoksulluktan, çevredeki bataklıkların ürettikleri sıtma salgınlarından kırılan bir Anadolu kasabasıydı. Varlıklı kesimin yaşadığı azınlık mahallesini yok eden büyük bir yangın geçirmişti. Yıkıntılarla bir çöküntü alanı görünümündeydi. Kent kalenin çevresinde kümelenmiş dar sokaklı birkaç mahalleden oluşmakta; Kale ile bugünkü Ulus meydanı arasında uzanmaktaydı. Almanlar tarafından yaptırılmış olan bozuk ve dar bir yolla Ulus meydanına bağlanmaktaydı. Birkaç resmi taş binanın dışında dikkat çeken bir yapı yoktu. Evlerin çoğunun damları düz görünümlü ve toprak rengiydi. Kent ağaçtan, yeşilden yoksun çıplak bir bozkırı, gelişmemiş bir köyü andırmaktaydı (Büyük Larousse, 1986a: 107). Mustafa Kemal’in Temsil Heyetiyle birlikte Ankara’ya gelmesi ile 23 Nisan 1920’de Ankara’da T.B.M.M.’si açılmıştır. Böylece, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulması yolunda önemli bir adım atılmış ve Meclis’in Türk Kurtuluş Savaşı’nı başarıyla yönetmesi, yeni Türk Devleti’nin kuruluşunu hızlandırmıştır. 1 Kasım 1922’de Hilafet ve Saltanat kaldırılmış; böylece Osmanlı İmparatorluğu ile bağlar kopartılmıştır. Siyasi rejim değiştirilirken, Osmanlı yönetimiyle özdeşleşmiş, kozmopolit yaşantının simgesi, dış etkilere açık bir liman kenti olan eski başkent bırakılmıştır. Ülkenin ortasında, ulusun bütünleşmesini sağlayacak ve yeni yönetimi simgeleyecek olan yeni bir başkent seçilmiştir. Ankara, Kurtuluş Savaşı’nı yapanların, savaşın örgütlenmesi, ulusal tepkinin siyasal örgütlenme biçimine dönüşmesi için hazırladıkları ortam sonucunda; Kurtuluş Savaşı’nın başarıya ulaşmasından sonra “doğal bir başkent” niteliği kazanmıştır (Yavuz, 1980:10). Falih Rıfkı Atay’a göre, Ankara, zaten Milli Kurtuluş Savaşı’nın karargâhıdır ve “Mustafa Kemal sadece Ankara’da kalmaya karar vermiştir” (Atay, 1969:18). Cumhuriyet bu dekor içinde doğmuştur. Ancak, yaşayabilmesi için gerekli koşullardan biri de, başkentin çağdaş gereksinimlere uygun olmasıdır.

Tarihteki başkentlere baktığımızda, onları başkent yapan kararların ardında, bazen belli bir inancın sembolik ya da mekânsal varlığı, bazen güçlü bir kale ya da ticaret yolu, bazen de güçlü bir coğrafyanın varlığı yeterli olarak görülebilir (Vale, 1992:16). Modern başkentler, I. ve II. Dünya Savaşları’ndan sonra ortaya çıkan ulus-devletlerinin inşası sırasında ilan edilen, mevcut ekonomik, sosyal ve politik koşulların zorluğuna rağmen “sıfırdan başlamak” hedefiyle kurulan devrimci başkentlerdir. 20. yüzyıl modern ulus devletlerin kurulmasına sahne olurken, bu durum bir yandan da birçok başkentin kurulmasına neden olmuştur. Başkentler, farklı coğrafyalara, farklı tarihlere ve farklı ideolojilere sahip olsalar da, yüklendikleri misyon ile ülkeleri için çağdaş ve ideolojik birer sembol, sosyal ve politik değişim için birer araç olmak üzere tasarlanmışlardır. Eski rejimin mekânsal imajından, örüntülerinden kurtulmak ve yeni ideolojiyi temsil etmek amacıyla tasarlanırlar. Yeni bir ulusun inşası için birer araçtırlar. Simgesel olarak hem modern ulusun “temsili mekânı”; hem de yeni oluşacak gündelik yaşam örüntülerinin, “kamusal kültürün mekânının temsiliyeti” kurgulanmaktadır (Lefebvre, 1993:23). Modern başkentlerin sembolik rolü, modern ulus devletin gücünü, büyüklüğünü ve sürekliliğini temsil etmekle başlar. Modern ulusalcılığın birer öncüsü olan başkentler, ulusal kimliğin inşası, ulusal ve sosyal birliğin, beraberliğin sağlanması ve sürdürülmesi misyonu ile kurulurlar. Bu hedef, onları ait oldukları coğrafya içinde farklı yapar. Olan tarihten, geçmişten kopmak değil, geçmişin ideolojisinden kopmak, farklı bir bağlamla yeni bir yerellik aramaktır. Yeni bir ideolojik temsiliyet, yeni bir sosyal bağlam demektir. Bu arayış modern başkenti devrimci ve aykırı yapar ve “sıfırdan başlamak” noktasına taşır. Aynı misyonu paylaşan 20. yüzyıl başkentleri, temsil edilen sosyal, kültürel, ekonomik ve politik bağlamda geçmişle bağlarını koparmış, farklı anlamlar, farklı ilişkiler ve yönelimler tanımlamaktadırlar. Modern başkentlerde öne çıkan değer, yeni bir ideolojik temsiliyetin mekânı olmasıdır. Bu bağlamda, farklı ve yeni sosyal, kültürel, ekonomik ve politik söylemler öne çıkar ve başkentlilik kararını şekillendirir. Demokrasinin ve bağımsızlığın sembolü olurlar. Chandigarh ve Brasilia, II. Dünya Savaşı’ndan sonra tasarlanmış başkentlerdir. Canberra ve Ankara da bu bağlamda öncü başkentlerdir. Ulusal ideallerin ve modernleşme projesinin temsili mekânı olmak üzere tasarlanmışlar ve modern kent yaşantısının örgütlenmesi ve ulusal kimliğin inşası hedefiyle sıfırdan başlamışlardır (Uludağ, 2009:25-26). Ankara’nın uluslararası bir başka ünü ise, ilk planlı Başkentlerden biri olmasıdır. O yıllarda, hep Canberra ve Brasilia ile kıyaslanır ve Türklerin yeni başkentinin güzelliğinden ve ihtişamından söz edilirdi (Aydın, 2007).

Türkiye Cumhuriyeti I. Dünya Savaşı’ndan sonra kurulan ilk ulus-devletlerden olduğu için Ankara’nın başkent olma kararı önemli bir örnektir. Cumhuriyetin kuruluşu ile Ankara’nın ön plana çıkışı aynı zaman dilimine denk gelmektedir: Önce, 3 Ekim 1923’de TBMM’nin oturumunda tek maddelik yasayla, Ankara başkent yapılmış, sonra 29 Ekim’de Cumhuriyet ilan edilmiştir. Ankara’nın Başkent olarak seçilmesi, Ankara için olduğu kadar Türkiye için de yeni bir dönemin başlangıcı olmuştur (Okçuoğlu, 1978; Uçar, 1978). Başkent ilan edilme kararının alınmasıyla Ankara bir anlamda Cumhuriyet’in yeni kurumlarını, dünya görüşünü, yaşam biçimini tüm Türkiye’ye aktarma işlevini de üstlenmiş olacaktır (Keleş ve Duru, 2008:28). Atatürk, bataklık bir arazi üzerinde yerleşmiş bulunan küçük Ankara kasabasından büyük ve çağdaş bir kent yaratmaya kararlıydı (Keleş, 1993a:219). Mustafa Kemal’in bozkırdan bir Başkent yapma isteğinin mantıklı bir çerçevesi vardı. Bu çerçeveyi “eski”ye tabi olmayan yeni Cumhuriyet, yeni bir başkent düşüncesi çiziyordu. Atatürk İstanbul yerine Doğu ve Batıyı ortada birleştiren Ankara’yı başkent olarak daha uygun bulmuştur; eski rejim ve eski başkent, yeni rejim ve yeni bir başkent (Yavuz, 1980:10). Kurtuluş Savaşı ile bağımsızlık kazanılırken, bunun ekonomik bağımsızlık için yeterli olmadığını gören Mustafa Kemal, Anadolu’nun yarı sömürge oluşunun bir simgesi haline gelen İstanbul’u yeni cumhuriyetin başkenti olarak düşünemezdi. Bir İç Anadolu kentinin Başkent seçilmesi 19. yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu’nun yarı-sömürge oluşuna bir tepkiden kaynaklanmaktadır (Tekeli, 1982:50). Başkent Ankara modern Türkiye için bir simge, bir yeniliktir. Cumhuriyet ideolojisinin ve modern Türk kentinin sembolü olmuştur. Cumhuriyet burjuvazisi ve bürokrasisi İstanbul’un kozmopolit havasından kurtarılarak ulusalcı bir çizgide, çağdaş yaşam kalıplarını benimsemiş olarak geliştirilmek istenmiştir. Başkent yeni kurulan Cumhuriyet’in ideolojisinin yayılması ve yeni toplumun oluşturulması için bir araç, yeni bir toplumsal yaşamın kurulması ve sürdürülmesi için ise temsili mekân olmuştur (Tekeli, 1998:7). Ankara’yı başkent yapan Atatürk, kentin modern bir çehreye kavuşmasını istiyordu. Ankara’nın başkent olarak Cumhuriyeti temsil edecek nitelikte çağdaş bir kent olması gerekmekteydi: “Artık vatan imar istiyor, zenginlik ve refah istiyor. İlim ve ustalık, yüksek medeniyet, hür fikir ve zihniyet istiyor” (Kültür Bakanlığı, 1992:264). Başkent Ankara, Cumhuriyet ile birlikte Başkentliğin verdiği liderlik işlevlerini stratejik, politik ve sosyo- ekonomik işlevlerle bütünleştirerek ve ülkedeki diğer kentler için “öncü-örnek” bir rol üstlenerek “Modernite” hareketinin sembolü olmuştur.

1920lerin_sonu_bendderesivehacibayram_arkakapak

Bu doğrultuda, başkent Ankara, modern Türkiye’nin ve modern Türk kentinin örneğini oluşturuyordu. Modern Türkiye’nin ve rejimin ideallerinin bir sembolüydü. Bu nedenle, bu misyonu yerine getirebilecek, devrimin büyüklüğü ile doğru orantılı olarak güçlü ve büyük bir Ankara’ya gerek vardı. Ankara’yı uygar Türkiye’nin simgesi yapmak gerekiyordu. Böyle bir kentin gelişigüzel bir gelişme ile elde edilemeyeceği anlaşılınca da planlı imar kavramı doğmuştur (Tankut, 1981:113–114). Ankara’da daha Kurtuluş Savaşı yıllarında hissedilen ve Cumhuriyet döneminde baskınlığını artıran konut sıkıntısı planlı kent özleminin temel nedenidir. Mustafa Kemal’in yakın çevresinde yer alan aydın kuşak savaş yıllarından beri Ankara’da yaşamaktadır. Viyana, Budapeşte, Bükreş, Paris, Cenevre gibi Batı kentlerinin bazılarını görme ihtimali yüksek olan bu ilk aydın kuşak, az gelişmiş Ankara’nın batılı bir kent görüntüsüne dönüşmesini istemektedir (Tankut, 1981:116). Peki bu nasıl olacaktı? Eski Ankara’nın sokakları o kadar kötü durumdaydı ki, yapmak için yıkmanın gerektireceği masraf yeni bir kent kurmaya yetecek ölçüdedir (Yavuz, 1980: 24). Bu harap, küçük kasabanın yeni doğmuş Cumhuriyet’in başkenti olarak, eski başkent İstanbul’la yarışabilecek biçimde imar edilmesi ve Cumhuriyet’in öngördüğü uygar yaşam biçiminin yaratılması rejimin başarısıyla özdeşleşmiştir (Ana Britannica, 1986a:107). Ankara’nın imarı, “yeni vatan, toplum ve devlet” üçlüsünün gerçekleştirilmesi için yapılmış devrimlerden biridir (Tankut, 1981:115). Atatürk devrim niteliğinde bir kararla başkenti İstanbul’dan Ankara’ya götürmekle, Anadolu’nun uzun yıllar geri kalmış bölgelerinin toplumsal ve ekonomik gelişme potansiyelini seferber etmeyi amaçlamaktadır. Ankara, ekonomik etkinlikleri, eğitim ve kültür kurumlarını ülke yüzeyine dengeli bir biçimde yaymayı amaçlayan girişimlerin ilki ve en önemlisiydi. Bütün Ortadoğu’da daha sonra adına “bölge planlaması” denilecek olan ülkenin coğrafi bakımdan bütünleşmesi ve örgütlenmesi yönteminin ilk uygulamasıydı. Yalnız, bölgeler arasındaki gelişme dengesizliklerine ve köylerle kentler arasındaki yaşam düzeyi ayrımlarına ilişkin görüşleri değil, fakat aynı zamanda, toprağı bir doğal kaynak olarak görmesi, planlı çevreye duyduğu yakın ilgi, tarihsel yapıtların ve doğal çevrenin yeşilliğin korunmasına verdiği önem, onu izleyenleri Atatürk’ün gerçekten, çağdaş dünyanın kent sorunlarını yıllarca öncesinden kestirebilecek bir öngörüye sahip bir devlet adamı olduğu inancına götürmüştür (Keleş, 1993b: 219-227).

Genç Cumhuriyetin başkenti olarak Atatürk’ün kişiliği ile bütünleşmiş olan Ankara’nın Cumhuriyeti temsil edecek nitelikte çağdaş bir görünüme kavuşturulması için başlatılan imar etkinliklerinin, kurumsal bir çerçevede yürütülebilmesi amacıyla, 1924 yılında Ankara Şehremaneti Kanunu çıkarılarak kent İstanbul’a benzer bir yönetime kavuşturulmuştur. 1930’da Belediye Kanunu, 1933’da Belediye Bankası ile Yapı ve Yollar Kanunu, 1934’de Tapu Kanunu ve 1939’da Belediye İstimlâk Kanunu çıkarılırken hep Ankara göz önünde bulundurulmuştur. Düzenli bir kentleşmeyi sağlamayı amaçlayan bu yasaların ardında, Ankara’yı çağdaş kent yaşamını Türkiye’ye yansıtacak mekân olarak tasarlama düşüncesi bulunmaktaydı. Ankara’nın Türkiye’nin yerel yönetim ve kentleşme düzenini belki de en çok etkileyen özelliklerinden biri, 1580 sayılı Belediye Kanunu’nun hazırlanmasına öncülük etmesidir (Tönük, 1945; Keleş ve Duru, 2008:29). 1925’te çıkarılan özel bir yasayla, mevcut eski kentin yanında, yeni kentin kurulduğu yaklaşık 400 hektarlık toprağın çok düşük bedellerle kamulaştırılması sağlandı (Ana Britannica, 1986a:219). Bu yasa, konut yapmak amacıyla kamulaştırma getiren ilk yasaydı. Ankara’yı güzelleştirme çalışmaları bunlarla sınırlı kalmamıştır. Atatürk 1500 hektarlık Atatürk Orman Çiftliği toprağını satın alırken, hem kıraç olan kente yeşil bir alan kazandırmayı, hem de kentin belli gıda gereksinimlerini karşılamayı amaçlıyordu. Kentin hızla büyümesi için kente ilk kez elektrik verildi ve imarı için gerekli yapı malzemesini sağlamak amacıyla tuğla, kiremit, kireç, çimento ve kereste fabrikaları kuruldu (Ana Britannica, 1986a:107). Cumhuriyeti kuranlar için başta gelen amaç, Türk kentlerinin demokratik değil, fakat temiz, çağdaş, sağlıklı ve güzel olmalarının sağlanmasıydı. Bu nedenle, yalnız belediye yasasına değil, yerel yönetimlerle ilgili bütün öteki yasalara, bu amaçların gerçekleştirilmesini kolaylaştıracak hükümler konmuştur (Keleş, 1993c:37). Türkiye’de kent planlaması alanında Ankara, II. Dünya Savaşına kadar, bütün ülkeye önderlik yaptı. 20. yüzyılın başında planlı kent olgusu tüm dünyada yeni sayılıyordu. Kent bütününün bir plan disiplini altında gelişmesi fikri 19. yüzyılın ikinci yarısında sanayi çağının bir zorunluluğu olarak benimsenmiştir. Sanayileşmenin yarattığı yeni kentsel nüfus ölçekleri, kent yaşamının yeni hizmet gereksinimleri ve kent toplumunda oluşan yeni ilişkiler, bütüncül plan gereksinimini doğurmuştur. Anadolu’da Batıdakine benzer ilk kent planlaması çalışmaları 19. yüzyılda, Osmanlı İmparatorluğu zamanında başladı. İstanbul başta olmak üzere, kentte yapılaşmayı yönlendirmek için konan imar kuralları, Ebniye Nizamnamesi içinde düzenlenmişti. Avrupa ülkelerindeki imar yasalarıyla aynı tarihlerde gelişen bu yasalar, oradaki kentlerden farklı olarak, bir sanayi kentinin bu tür sorunlarına çözüm bulmak yerine, sokakları arabaların geçmesine olanak vermeyen bir sanayi öncesi kentinin sık sık yangın geçirmesine çözüm getirmeye yönelikti (Büyük Larousse, 1986b:633). Gelişmekte olan ülkelerde yeni bir kent kurmanın ilk örneği Ankara idi. “Yeni kentler” kavramını geliştirmiş bulunan İngiltere’de bu politikanın yasalara girmesi ve gerçekleşmesi 2. Dünya Savaşı sonrasına rastlar (Keleş, 1993a: 224).

Ankara’nın Cumhuriyet dönemi imar tarihi iki tane başarısız plan denemesi ile başlar. Eski kent için 1925 yılında Heussler Firmasına, yeni kent için 1927 yılında Karl Lörch’e imar planları hazırlatıldı. Bunlardan eski kent için hazırlanan plan geri çevrilirken, yeni kent plânı, acil konut gereksinimi nedeniyle hemen uygulanmaya kondu. Ama yerel uygulamalar gittikçe daha bütüncül bir plan yapılmasını zorunlu kılıyordu (Tankut, 1981:118). En ileri şehircilik anlayışı içinde bütüncül plan yapılabilmesi için, 1928’de özel bir yasayla Ankara İmar Müdürlüğü kurulmuştur. Başkenti planlamak üzere aynı yıl müdürlüğün açtığı uluslararası plan yarışmasını Alman şehircilik uzmanı Prof. Dr. Hermann Jansen kazandı (Aydın, 2007). Ankara’nın imar işlerinin yürütülmesi sırasında eski Ankara mı imar edilsin, yoksa yeni bir kent mi kurulsun konusu tartışılmış; eski Ankara’nın imarı yerine, Çankaya ile eski Ankara arasında yeni bir mahalle, -daha doğrusu kent çanak şeklinde olduğu için oluşan bataklıkları kurutarak- yeni bir kent kurmak, gerçekleştirilmesi daha kolay ve kent plancılığı ilkelerine daha uygun bulunmuştur (Yavuz, 1980: 24–25). Bu doğrultuda, Jansen Ankara için hem kentin tarihini göz önünde tutan, hem de düşük yoğunluklu bahçeli evlerin ve geniş yeşil alanların bulunduğu, gösterişli yatırımlardan kaçınan bir plan önermiştir. Plan 1932’de onaylanarak yürürlüğe kondu. Jansen binlerce yıllık tarih ve kültürün izlerini yok etmemiş, Eski şehrin üstüne değil, onu koruyarak hemen yanına bir “yeni şehir” kurulmasını planlamıştı. Toplumsal boyut ve insan ölçeği dikkate alınarak hazırlanan bu planda eski kent merkez niteliğinde bırakılıyor, Çankaya’ya kadar devam eden alan ızgara plan dokusunda düşük yoğunluklu konut alanlarından oluşuyordu. Ticaret merkezi Ulus, yönetim merkezi ise “Yenişehir”di. Önerilen plan eski kent merkezi ile yeni kenti başarılı biçimde ayıran ve kenti kuzey-güney yönünde tasarlanan ana bir eksen ile bağlayan bir tasarımdır. Doğu-batı yönünde tasarlanan ikinci bir eksen ise, üzerinde devlet yapılarının yerleştiği bir eksen olarak görülür (Uludağ, 1998:74). Jansen, 1938’e kadar danışman sıfatıyla planın uygulanmasını izledi ve aynı bakış açısıyla Adana, Gaziantep kent planlarını da yaptı (Ana Britannica, 1986a: 219–220).

hermann-jansen_-67097

Cumhuriyet ideolojisinin simgesi gelişen modern kent hayatı olmakta ve gündelik hayat da bu modernite hedefleri doğrultusunda oluşmaktaydı. Bir yandan, modern ve çağdaş bir yaşantının doğabileceği kentsel mekânlar tasarlanırken, bir yandan da modern Türk vatandaşının gündelik yaşam kalıpları oluşuyordu. Modernleşme projesinin bu ilk büyük kentinin kamusal alanını oluşturmak bir “ulusal davaydı” aslında. Başkent Ankara Atatürk’ün sosyal, kültürel ve politik alanlarda gerçekleştirdiği radikal reformların sosyal alandaki bir uzantısı şeklinde okunabilir (Uludağ, 1998:74). Ankara, ideal kamusal mekânı oluşturmalıydı. Ankara’nın örnek kent olması, yalnızca kentsel-mekânsal anlamda değil, tüm sosyal ve kültürel boyutları ile birlikteydi. Başkentin modern kent peyzajının oluşması da rejimin uygulamaya çalıştığı modernite projesinin bir parçasıdır. Dolayısıyla, Ankara yalnızca yapılan örnekler açısından değil, sembolize ettiği değerler açısından da Cumhuriyet tarihi ve kültürü için çok önemli olmuştur. Yeni sosyal normlarla oluşan kamusal kültürün gelişmesi ve gündelik hayatta yerini alabilmesi için gerekli olan kentsel mekânın kurgulanması, bu modernleşme projesinin en önemli parçasıdır. Öyle ki, kentte yaşantının modernleşmesi gündelik hayatın değişmesiyle gerçekleşebilirdi ki, bu da belki gerçekleşmesi en zor olacak dönüşümdü. Kentsel kamusal alanların, park ve bulvarların tasarımı, kentsel peyzaja hem görsel, hem de eylemsel bir müdahale idi. Rejimin idealindeki kentsel peyzajın kurgulanmasında, kentlinin geleneksel yaşantı kalıplarını değiştiren, yeni bir sosyal bağlam ve yeni alışkanlıklar kazandıran bir kamusal alan örneği oldu. Ankara, Osmanlı imajından kurtulmak hedefi ile ulus-devlet olma sürecinde modern kent peyzajına sahip olmuştur. Bu süreç, rejimin kendi mekânını yaratması, kendini güvence altına alması ve devrimlerin sosyal hayata bir uzantısı olarak okunabilir (Uludağ, 2009).

Başkent” kavramı daha çok siyasal ve yönetimsel merkez için kullanılır. Bu merkezde, ulusal meclis, siyasal partiler ve kamu yönetiminin üst düzey örgütlenmeleri yer alır. Bir kentin “Başkent” olması, o kente kendiliğinden fazladan bir “yük” ve bir “ayrıcalık” verir. Bir kentin başkent olarak bir ülkeyi temsil ediyor olması, ona yönetim ayrıcalığı getirir. Ankara için “Protokol kenti” olarak bu ayrıcalık Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren başlar. Başkentte çalışmanın ayrı bir yeri ve önemi vardır. Birçok yeniliğin merkezi olan Ankara ilk konut yapı kooperatifinin kurulmasına da tanıklık etmiştir. Kentin başkent olarak inşasında yönetim ayrıcalığını simgeleyen yapıların görülmesi doğaldır. Zaten İmar Müdürlüğü ilk olarak Ankara’da kurulmuştur. 1935 yılında üst düzey memurlar tarafından kurulan ve Jansen tarafından yüksek standartlarla planlanan Bahçelievler Yapı Kooperatifi bir ilk olmanın yanı sıra, bahçeli ev anlayışının benimsenmesine de katkı sağlamıştır (Sey, 1998:24-39; Şenyapılı, 2004). Başkentin imarı ve kente gelen bürokratlara konut sağlanmasına yönelik olarak yeni yerleşimlere arsa bulunması, memurlara konut ödeneği verilmesi, kooperatif kurulması ve yapı üretimini özendirici çeşitli yasal düzenlemeler oluşturulması önemli gelişmelerdir (Alkışer ve Yürekli, 2004: 63; Keleş ve Duru, 2008:27-44). Konut gereksiniminin devlet eliyle karşılanmasına yönelik politikalar üretilmiş, bazı kamu kurumlarında lojman modeli benimsenirken, işçi ve memurlara uzun vadede ve düşük taksitli ödemelerle konut olanağı sağlanmıştır. Konut politikalarında düşük maliyetli konutlara öncelik verilmekle birlikte, lüks ve üst gelir gruplarına yönelik konutlar da uygulanmıştır (Alsaç, 1993: 112). 1930-1950 yılları arasında üretilen konutlarda sosyo-ekonomik düzeye göre bölgeleme yapılmış alt-orta ve orta gelir grupları için eski kent, Sıhhiye ve Cebeci; üst ve üst-orta gelir grupları için ise, Yenişehir, Bahçelievler ve Gaziosmanpaşa, Kavaklıdere gibi semtler kullanılmıştır. Bu dönem apartmanlara ilişkin olumsuz bir anlayış hâkimdir (Geray, 2000: 10; Alkışer ve Yürekli, 2004:64).

Bir aydınlanma çağı ürünü olarak başkentin imarıyla amaçlanan, premodern bir insan topluluğunun modern bir topluma dönüşmesi için gerekli yaşam sahnesini yaratmaktır. Bu sahne, hem modern toplum için gerekli fakat önceden var olmayan kurumlara mekân sağlayacak, hem de çağdaş bir yaşamın aktivitelerine sahne olacaktır. Oysa bu kültürel dönüşüm projesi, aynı zamanda fiziksel bir dönüşümü de ivmelemekteydi. İlk olarak yüzeye çıkan sorun öngörülmemiş hızda bir nüfus artışı oldu ve doğal olarak bu artışın toplumsal yaşama sürüklediği diğer birçok önemli sorun beraberinde geldi (Tankut, 1994:23; Fırat, 2001:15). Yönetimde merkeziyetçiliğin kentleşme üzerinde etkili olduğu bilinmektedir. Siyasal kararlarla başkent statüsü verilen kentler, yalnız kendilerinin değil, bulundukları bölgelerin nüfuslarını da artırmışlardır. Ankara ve Brasilia bunun örneklerindendir. Osmanlı döneminde nüfus oranlarında İstanbul ve bazı kıyı kentleri dışında artış olmamıştır. Türkiye Cumhuriyetine miras kalan kentsel çevre genelde az gelişkin, durağan ve iç dinamiklerden yoksun bir nitelik taşır. Ankara’nın başkent olarak seçilmesi, hiç kuşku yok ki, ülkenin tümü hesaba katıldığında, nüfusun dengeli dağılması açısından çok önemli bir adım niteliği taşıyordu (Keleş, 1993a:227). Ülkemizde Cumhuriyetin kuruluşundan II. Dünya Savaşı’nın sonuna kadar nüfusu artan, imar gören tek kent Ankara’dır. Ankara, başkent olmasının sonucu olarak, Orta Anadolu illerinden ve bütün Türkiye’den yoğun göç almış, sürekli bir büyüme göstermiştir. Bölgenin kentleşmesini de hızlandırmıştır. Önce kent ve konut sorunları Ankara’nın sorunuymuş gibi algılanmış, sonra Ankara’nın orada bulunmasının etkisi bölgeye de yayılmıştır. Ulusal devletin başkenti olması Ankara’ya ülkenin geliştirilecek altyapı ağında merkezi bir konum sağlamıştır. Bir yandan, altyapı sisteminin ona ekonomik üstünlükler sağlayacak biçimde gelişmesine yol açarken, bir yandan da ekonomik etkinliklerin niteliğini belirlemiştir. Atatürk, 1919 yılı sonunda İç Anadolu bozkırlarındaki Ankara’ya geldiğinde 20.000 olan kent nüfusu, ilk genel nüfus sayım yılı olan 1927’de 74.000’e yükselmiştir. Ankara dışında nüfus hareketleri ve kentleşme durmuş gibidir. İstanbul’da nüfus artışından değil; gerilemeden söz edilmektedir. İstanbullular Ankara’nın başkent olmasını, genç Cumhuriyetin kendilerini cezalandırması olarak görmüşlerdir (Yavuz, 1980:13). 1929’da başlayan Dünya Ekonomik Bunalımı’ndan sonra Ankara’nın üstünlüğü daha da göze batar olmuştur. Jansen Planı ile nüfusunun 50 yıl içinde 300.000’e ulaşacağı varsayılmıştı. Gecekondulaşma ve arsa spekülasyonu gibi nedenlerle varsayılanın çok ötesinde gittikçe hızlanan nüfus artışı planı işlemez hale getirmiştir. Nüfusu 1945’de 226.000’e ulaşarak 10 kat artmış, 1955’de 450.000’i bulmuştur (Ana Britannica, 1986b:107–108). Ankara’nın büyümesi 1950’ye değin, Türkiye’nin kentleşme hızının iki katıydı. 1975’e kadar %6 düzeyindeydi. 1950’li yıllardan itibaren 1975 yılına kadar kentleşme, göç ve sanayileşmeyle hızlanmıştır (Güvenç, 1987: 20-21). Jansen Planı’nın kentsel büyümenin gerisinde kalması ve plan dışı gelişmelerle özgün biçimini yitirmesi sonucu 1955’de açılan uluslararası yarışma ile Nihat Yücel ve Raşit Uybadin tarafından yeni bir plan yapılmıştır. Yücel ve Uybadin Planı, Jansen Planına göre daha yüksek yoğunluklu, oldukça homojen dokuda bir kent tasarlıyordu. Bunda da daha sonra değişiklik yapılarak yapıların kat adedi iki misli arttırıldı. Bu plan da 2000 yılında 750.000 nüfus bekliyordu, 1985’de 2 milyonu aşmıştır (Ana Britannica, 1986b:219–220). Yücel-Uybadin Planı da kat artış taleplerine direnemeyerek kısa sürede plan dışı uygulamalarla geçerliğini kaybetmiş ve kentin çok daha yoğun bir yerleşime dönüşmesinin yolunu açmıştır (Altaban, 1998: 41).

Ne yazık ki, artan konut gereksinimi bu planların sıkı bir şekilde uygulanmasını engellemiştir. Ankara 50 yılda 2 milyona yakın nüfuslu bir metropol (anakent) olmuştur (Keleş, 1996:26). Denilebilir ki, Ankara’nın yeni bir kent olarak kendi içindeki planlı gelişmesindeki başarı, başkentin Anadolu’yu geliştiren bir büyüme merkezi olarak oynadığı roldeki kadar büyük değildir. Ankara pek çok sorunla karşılaşmıştır. Bunlar arasından da konut ve gecekondu, kamusal kent hizmetleri, nüfusun hızlı artışı ve arsa spekülasyonu, en önemli sorunlar olarak öne çıkmaktadır (Keleş, 1993a: 224). Ankara ilk gecekondu ile 1934 yılında tanışmıştır (Bilgeç, 1972:59). 1950’ye gelindiğinde Ankara’nın % 22’si, 1980’lerde nüfusun % 72’si gecekonduda yaşıyordu (Geray, 1987). Cumhuriyetin kuruluşuyla başlayan planlama çalışmalarının bugün gelinen noktada, başarıya ulaşmadığı görülmektedir. Gecekonduların önüne geçmek için yapılan düzenlemeler (gecekondu affı vb.) gecekonduları yasallaştırmaktan öteye gidememiştir (Şenyapılı, 1978). Görüldüğü gibi, çağdaşlaşmada öncü rolü oynayan Cumhuriyetin ilk imarlı kenti Ankara’nın imar deneyimi, kentsel toprak kullanımı açısından başarıları ve başarısızlıklarıyla oldukça öğretici bir deneyimdir. Jansen Planı 10 yıl içinde eskimiş ve uygulanamaz hale düşmüştür. Bunun başkentlik niteliği, alınan göç, hizmetlerin fazlalığı gibi çeşitli nedenleri olabilir, ama asıl nedeni, teknik ya da parasal olmaktan çok, cumhuriyet bürokrasisinin kent planlanması yaklaşımının değişmesinde aranmalıdır.

yenisehir

Falih Rıfkı Atay Çankaya adlı kitabında, Jansen’in Atatürk ile yaptığı ilk görüşmeyi şöyle aktarıyor: “Jansen bir sual sordu: Bir şehir planı tatbik edebilecek kadar kuvvetli bir iradeniz var mıdır? Atatürk kızdı. Koca memleketi yedi düvelin elinden kurtarmışız. Bir Ortaçağ saltanatını yıkarak yerine bir Yeniçağ devleti kurmuşuz, bunca devrimler yapmaktayız. Bütün bunları başaran bir rejimin, bir şehir planını tatbik edebilecek kuvvette olup olmadığı nasıl sorulabilirdi? Biraz sertçe cevap verdi. Dikkafalı Prusyalı: Belki sizin hakkınız var, dedi. Biz Almanya’da bile türlü güçlüklere uğruyoruz da, onun için sormuştum” (Atay, 1969:20). Ankara’da kentleşme ile ilgili sorunların gündemi meşgul etmeye başlaması, Başkent olmasıyla başlar. Öyle ki, arsa fiyatlarında hemen bir artışa neden olmuştur (Tekeli, 1985: 91). Elli yıl sonra Ankara gecekondunun ve marjinal kesimin yaygın olduğu bir kent olmuştur. Bunun kent mekanına yansıması da bu tür gecekondulu marjinal kesimli kenttir (Tekeli, 1982:50). Bu durum, Türkiye kentleri için de geçerli olup, Türkiye’deki ve azgelişmiş ülkelerdeki kentleşme sürecinin nasıl işlediği ve neden çözümsüz kaldığı konusuna ışık tutacak niteliktedir. Türkiye’de kentlerin bir “kentleşme” ve aynı zamanda bir “kentlileşme” sorunuyla karşı karşıya kaldığının ilk gözlendiği kent Ankara’dır (Kartal, 1982:151). Ankara, ilk modern kent planına, ilk kamu konutlarına tanıklık ederken, ilk düzensiz kentleşmeye, ilk gecekonduya ilk arsa vurgunculuğuna da ev sahipliği yapmıştır. Bu açıdan Ankara Türkiye Kentleşme yazınına da kaynaklık etmiştir. Her şeyden önce bu, Atatürk’ten sonra Ankara imarının simgesel devrim niteliğine olan inancın yitirilmesinin sonucunda ortaya çıkan bir değişimdir. Ankara kentini kuranların zaman içinde devrimci coşkuları çıkarcı tutkuya dönüşmüştür. Topluma sahip çıkma anlayışı yerini, bireyci çıkarcılığa bırakmıştır (Tankut, 1981: 119). O günden bugüne, imar planları yozlaştırılarak çıkarları olanlarca kullanılmaya çalışılmaktadır. Bugün, ülkemizde kent ve köy arasında yapısal dengesizlikler halen mevcuttur. Başta İstanbul olmak üzere hemen her kentte, kâr elde etmek için toprak rantına yönelmek, geçim kaynağı olmuştur. İç göç, özellikle büyük kentlere yönelerek onların da nüfuslarını normalin çok üstünde artırmakta, kentleşmeyi hızlandırmakta ve çarpıtmaktadır (Canatan, 1995:92-93).

Devam edecek…