Bir bilimsel araştırma nasıl yapılma(ma)lı? (2)

Ali Rıza Avcan

İlk alan araştırmamı, Devlet İstatistik Enstitüsü’nün 1970 yılı Nüfus Sayımında sayım görevlisi olarak yapmış, Ankara’nın Tuzluçayır mahallesi balçığında bir ayakkabıdan olurken, aldığım parayla koşup yeni bir ayakkabı edinmiştim.

Daha sonraki çalışmamı ise Mülkiye’nin 3. sınıfındayken hocam Nermin Abadan Unat‘ın başkanlığında rahmetli Ahmet Taner Kışlalı, Doğu Ergil ve Türker Alkan‘dan oluşan değerli bir ekiple Ankara’da yapılacak Cumhuriyet Senatosu kısmi yenileme seçimlerinde hem Ankara’nın mahallelerini, hem de Şereflikoçhisar gibi ilçe ve köylerini dolaşarak yapmıştım. Anket çalışması sonrasında kendi isteğimle bu araştırmanın yorum ve değerlendirme bölümlerine katılmış; böylelikle üzerinde bol miktarda 0 ve 1 rakamını bulunduğu data kartlarını öğrenip doldurmuş, ODTÜ’nün makaralı dev bilgisayarlarını görmüş, değişkenler arasındaki korelasyonu gösteren tabloların şimdikinin aksine 45 dakika ile 1 saat arasında eskinin traktörlü yazıcılardan çıkışına tanık olmuştum.

Bir yıl sonra yine hocam Nermin Abadan Unat‘ın verdiği son sınıf bitirme görevi çerçevesinde “Çocuğun politik sosyalizasyonu” konusu ile ilgili araştırmayı hocamın önerdiği gibi akraba, mahalle ve kapıcı çocuklarıyla değil; bir yıl önce öğrendiğim bilgileri kullanarak Ankara’nın dört ilk okulunun 4. ve 5. sınıflarında okuyan 286 öğrenci ile yapmış, bu çalışma sırasında arkadaşlarım Gülgün Tezgider ve Sıdıka Erestin‘den yardım almış ve böylelikle Prof. Dr. İnci San ile ODTÜ Bilgisayar Bölümü Başkanı rahmetli Prof. Dr. Necdet Bulut ile tanışma fırsatını yakalamıştım.

Yaşamımın bundan sonraki bölümünde, -kader mi diyelim buna- yolum o tarihlerde araştırma ya da anket denilince ilk akla gelen kurum olan Devlet İstatistik Enstitüsü‘ne düştü. 2. MC Hükümeti’nin kapatılışı ile birlikte Müfettiş Yardımcısı olarak çalıştığım Yerel Yönetimler Bakanlığı’nın kapatılıp Teftiş Kurulu’ndaki 28 arkadaşımın değişik kamu kurumlarına memur olarak dağıtıldığı süreçte benim ve sevgili gazeteci arkadaşım Ali Tartanoğlu‘nun kısmetine Devlet İstatistik Enstitüsü Sosyal İstatistikler Daire Başkanlığı‘nda memur olmak düşmüştü. Bizim hemen alıp yaklaşmakta olan 1980 Nüfus Sayımı nedeniyle Balıkesir ilinin tüm ilçelerinde sayım eğitimi vermek üzere görevlendirdiler; hem de Daire Başkanı ile birlikte… Böylelikle hem Balıkesir’in tüm ilçeleri hem de sayım istatistikleri ile teknikleri daha iyi öğrenme fırsatını yakalamış olduk…

Ardından 13 yıllık bir denetim elemanlığı süresi ve 1991 yılında İçişleri Bakanlığı’nda örgütlenmiş olan Fethullah Gülen Cemaati‘nin bakanlık imamları ile kapışmam sonrasında istifa ederek kamu hizmetinden ayrılmam ve onların da beni tam bir yıl sonra, savunma hakkından bile mahrum ederek devlet memuriyetinden atmaları…

Ama yolum yine araştırma işleri ve araştırma şirketleri ile birleşti… Önce merkezi Ankara’daki Araş A.Ş., daha sonra Sonar-K, daha sonra Sonar-K‘nın İzmir birimi Michelangelo, PR Medya, Stratejipoll Araştırma ve Danışmanlık ve son olarak Etik Araştırma… Önce ilk basamak olan anketörlük, daha sonra saha sorumluluğu, daha sonra araştırma tasarımcılığı ve en nihayetinde de 2012 yılından sonra nitel araştırmacı olarak araştırmalar yapmaya devam ederek…

Araştırma evreninin İlk basamağında anketörlükten başlayıp son basamağına kadar devam eden bu süreç boyunca bilimsel araştırmanın nasıl yapılması ya da yapılmaması gerektiğini yaparak, yaşayarak ve hissederek öğrenmek… Tabii ki, bazen tanık olduğunuz yolsuzluk ve manipülasyonlar nedeniyle çok sevdiğiniz işinizden ayrılıp binlerce liralık alacağınızı geride bırakmak yapmak zorunda da kalabiliyorsunuz… Ama sonuç olarak bu yolculuğun bugünkü aşamasında, iyi ya da kötü araştırmacı ile iyi ya da kötü araştırmayı ilk görüşte ayırt edebilecek kadar bir birikim ve deneyim kazanıyorsunuz…

Gelelim İzmir Demokrasi Üniversitesi tarafından yapılan Kültürpark’ın Kullanım-Kullanıcı Profili Araştırması‘nın zayıf ve yanlış noktalarına….

1. Uygulanan araştırma yöntemleri konusundaki kafa karışıklığı: Yazımızın dünkü bölümünde de belirttiğimiz gibi, Kültürpark’ın Kullanım-Kullanıcı Profili Araştırması ile ilgili raporun ikinci paragrafında, “derinlemesine mülakatlar ve odak gruplar aracılığıyla kullanıcıların profilleri ile ilişkili olarak parkın kullanım amacının ve kullanıcı profilinin zaman içinde değişip değişmediği de ortaya koyulmuştur.” denilip araştırma yöntemi olarak “derinlemesine mülakat” ve “odak grup” çalışmasına dikkate çekilmekle birlikte; bu ifadeyi izleyen üçüncü paragrafın başında, “Zamanın ve diğer kaynakların sınırlılığı da çalışmanın yöntem ve tekniğinin derinlemesine mülakat ve katılımlı gözlem şeklinde yapılanmasına neden olmuştur.” denilerek üçüncü bir araştırma yöntemi olan “katılımcı gözlem” gündeme getirilmiştir.

Böylelikle birbirini izleyen iki ayrı paragrafta birbirinden farklı üç nitel araştırma yönteminden söz edilmiş olmakla birlikte bunlardan sadece ikisinin adının geçtiği bir kafa karışıklığının yaşandığı anlaşılmaktadır. Bu kafa karışıklığı sonucunda da, yazımın diğer bölümlerinde ayrıntısıyla anlatacağım şekilde; aslında, bu üç yöntemin birbirine benzetilerek aynı anda kullanıldığı bir araştırma kaosunun yaşandığı durumdan bahsediyorum size…

Sonuç olarak araştırmanın bir kısmı farklı bir örneklemle “derinlemesine mülakat“, diğer bir kısmı da farklı bir örneklemle “katılımcı gözlem” çalışmasıyla gerçekleştirilmiş, araştırmanın başında “odak grup” yönteminin niye gündeme getirilip 15 günlük araştırma süresi içinde zaman kısıtlılığı gerekçesiyle vazgeçildiği anlaşılan “odak grup” yönteminden neden vazgeçildiğinin gerçek nedeni anlaşılamamıştır.

2. Araştırma evreninin büyüklüğü ile öngörülen özelliklerinin bilinmeyişi nedeniyle, seçilen örneklemlerin ne ölçüde temsil yeteneğine sahip olduğu bilinmemektedir: Kültürpark‘ı değişik zaman periyotları içinde ziyaret edenlerin toplam sayısı ile temel özelliklerinin; yani araştırma evreninin yapısının bilinmediği bir durumda, “derinlemesine mülakat” yapılanlar ya da birlikte gözlem yapılan katılımcılar hangi kritere göre seçilip bir araya getirilmiştir?

Çünkü “derinlemesine görüşme” ya da “katılımcı gözlem” teknikleri, nitel araştırma yöntemleri olarak görüşmeye ya da gözleme katılanların bir yığın ya da evrenden tesadüfi olarak seçilen kişilerle değil; araştırma konusunda daha ayrıntılı bilgi ve deneyimi olduğu varsayılan kişiler arasından seçilip, anket gibi nicel araştırma teknikleriyle yapılan araştırmaların ötesinde daha fazla ve zengin veri toplamak amacıyla yapılır.

Örneğin Kültürpark konusunda “derinlemesine görüşme” yapılacak kişilerin önceden belirlenmesinde o kişilerin, geçmişte ya da günümüzde Kültürpark‘la ilgisi olan, bu ilgiyi halen sürdüren, Kültürpark ve sorunları konusunda çalışmış, bu konuda düşünmüş, yazmış ya da görüş beyan etmiş, Kültürpark konusunda zengin deneyime sahip kişiler olması beklenir. Örnek verilmesi gerekirse Kültürpark’ın kullanımı ve kullanıcı profilinin ne olduğu konusunda Sancar Maruflu gibi bir İzmirli ya da Dilara Sürgü, Feyzi Hepşenkal ya da Mehmet Refik Soyer gibi eski İZFAŞ yöneticileri, Kültürpark Tenis Kulübü yöneticileri, koşu bandında devamlı spor yapan Alsancaklılar veya benzerleriyle derinlemesine görüşmeler yapılarak herhangi bir anketle toplanacak verilerden daha özel, daha bilinmedik, daha zengin bilgiler alınması mümkün olabilecektir. Ama “derinlemesine görüşme” yaptık denilen 42 kişiye tek tek bakıldığında bunlardan hiç birinin böylesine özel, bilinmedik ve zengin bilgilere sahip olmadığı görülecektir.

3. Söz konusu araştırmada “katılımcı gözlem” tekniğinin kullanılması ve bu tekniğin kullanıldığı görüşmelere temizlik ve güvenlik görevlilerinin dahil edilmesi yanlış bir tercihtir: Araştırma metodolojisinde bir nitel araştırma yöntemi olarak “katılımcı gözlem” tekniği, ilk kez Avustralya, Latin Amerika ve Afrika gibi yerlerdeki ilkel kavimleri izleyen sosyolog ve antropologların gündeme getirdiği bir tekniktir. Bu yöntemde araştırmacı aynen bir yerli kabile üyesi gibi grubun içine girerek ve o grup üyelerinin eylem ve söylemlerini izleyerek; hatta aynı eylemlere katılarak o grup hakkında ayrıntılı bilgiler edinebilir. Tüm grup üyelerinin haberdar olduğu bu yöntemde o grup ya da topluluğun hem kendi aralarındaki ilişki ve iletişim, hem de diğer grup ya da toplulukla yaşadıkları ilişki ve iletişim, sanki o grubun üyesiymiş gibi bir rol üstlenilerek izlenir, not alınır, tartışılıp yorumlanır.

Oysa tartışmaya çalıştığımız Kültürpark’ın Kullanım-Kullanıcı Profil Araştırması‘nda görüşlerine başvurulacak bir grup olarak düşünülen temizlik ve güvenlik görevlileri, o mekanla kuracakları ilişkileri önceden belirlenmiş kural ve prosedürler, suç, kabahat ve ceza boyutundaki ön kabullerle eğitilmiş olup, gerektiğinde kullanılacak “fiziki zor“un temsilcileri olarak Kültürpark‘ın diğer sivil kullanıcılarının karşısına çıkarılan hizmetlilerdir. O nedenle, temizlik ve güvenlik görevlilerinin kendilerine öğretilmiş kural, tanım ve prosedürler dışına çıkmaları, bu kurallara aykırı görüş, düşünce, öneri, eleştiri ve öneriler geliştirmeleri çok fazla beklenemez, beklense bile pek sağlıklı olmayacakları düşünülür. En azından bu tür hizmetliler arasındaki dedikodu, söylenti ve şikayetin yoğun olduğu böylesi ortamlarda, temizlik ve güvenlik görevlilerinden sırf bir araştırmaya yardımcı oluyoruz düşüncesiyle doğru, samimi ve geçerli bilgiler alınamayacağı bilinmelidir.

Nitekim bu grupta yer alanların önerilerine bakıldığında, büyük bir kısmının -tabii ki görevleri gereği önceden şartlanmış olmaları nedeniyle- güvenliğin daha iyi olmasına dair öneriler geliştirdikleri görülmektedir. Bu durumun polis memurlarının, Kıbrıs Şehitleri Caddesi‘nde Alsancak bölgesinin güvenliği için araştırmacılarla birlikte gözlem yapmasından hiçbir farkı yoktur…

Ayrıca bu özel grup içindeki gözlemin, bu hizmetlilerin yaptıkları çalışmalara bizzat katılıp gözleyerek; hatta katılımcının onların görevlerini yaparak değil; 1. ve 2. grup odak grup adıyla kapalı bir mekanda toplanarak önceden hazırlanmış sorulara cevap verdikleri anlaşılmaktadır. Bunun da “katılımcı gözlem” tekniği ile hiçbir ilgisi bulunmamaktadır.

4. Aslında, “katılımcı gözlem” adı altında “odak grup” çalışması yapılmıştır: Kültürpark‘ta çalışan temizlik ve güvenlik görevlileriyle “katılımcı gözlem” adı altında görüşüldüğü belirtilmekle birlikte, Kültürpark’ın Kullanım-Kullanıcı Profili araştırma raporunun bu gözleme hangi görevlilerin katıldığını gösteren Ek 2’deki listenin altında:

“1. Odak Grup Görüşmesi (3 ve 4’ler kişilik bir grup, güvenlik ve temizlik işçisi)

2. Odak Grup Görüşmesi (3 ve 3ler kişilik bir grup, güvenlik ve temizlik işçisi)”

açıklaması, aslında 11 kişiden oluşan temizlik ve güvenlik görevlilerinin 3 ve 4’er kişilik gruplar altında “Odak Grup Görüşmesi” adı altında iki ayrı gruba bölünerek “Katılımcı Gözlem” tekniği yerine “Odak Grup Görüşmesi” tekniği ile görüşlerinin alındığını göstermektedir.

5. 38 sayfadan oluşan araştırma raporunun hiçbir yerinde araştırmanın hangi mevsimde ve hangi tarihler arasında yapıldığı belirtilmemektedir: Oysa Kültürpark yılın değişik mevsimlerinde; özellikle de İzmir Enternasyonal Fuarı ile diğer fuar dönemlerinde değişik sayılarda ziyaretçi alan bir kent parkıdır. O nedenle yapılan araştırmanın tüm ziyaretçi türlerini kapsaması ve 2020 Mart ayından bu yana yaşanan Pandemi kısıtlamalarının, aynı dönemde yapıldığı anlaşılan araştırma üzerindeki olumsuz etkilerini bilebilmek açısından çalışmanın yılın değişik dönemleri itibariyle kısımlara bölünerek yapılması ve bu dönem, süre ve tarihlerin de araştırma künyesinde ayrıntılı olarak belirtilmesi gerekirdi.

6. Bu tür araştırma ihaleleri, araştırmanın yöntemini ortaya koyan özel şartnameler çerçevesinde yapılmalıdır: Aslında bütün sorun, bu araştırmayı ihale yöntemi ile sipariş eden İzmir Büyükşehir Belediyesi‘nden kaynaklanmaktadır. Çünkü, Kültürpark Koruma Amaçlı İmar Planı gibi tüm bir kenti ilgilendiren böylesine önemli ve öncelikli çalışmada bir üniversiteye bırakılan araştırma için araştırmanın yöntemini, süresini, uygulamasını, izlenip denetlenmesini, kabulünü ve diğer birçok ayrıntının nasıl uygulanacağını kapsayan teknik şartnamelerin önceden hazırlanması ve yapılan araştırmaya ilişkin sonuç raporlarının da bu teknik şartnamedeki şekil ve şartlara göre teslim alınması gerekirdi. Bizim bu araştırma raporundaki bilgilerden anladığımız kadarıyla İzmir Büyükşehir Belediyesi böylesi ayrıntılı bir çalışmayı yapmamış, ilgili üniversiteyi neredeyse her konuda serbest bırakarak “ne yaparsan kabulümdür” şeklinde bir boş vermişlik sergilemiştir.

O nedenle, bu kentin, bu kentin en önemli değerlerinden biri olan Kültürpark‘ın ve bu kentte yaşayan bizlerin, her şeyi kendi bildiklerince aceleye getirip yapmak isteyen dar kafalı İzmir Büyükşehir Belediyesi yöneticilerini hak etmediğini düşünüyorum…

Bir bilimsel araştırma nasıl yapılma(ma)lı? (1)

Ali Rıza Avcan

Kültürpark’ı ve ondan yararlanan insanları daha iyi ve yakından tanımamı sağlayan ilk saha araştırmasını yıllar önce yapmıştım. Rahmetli iş insanı Şükrü Paksoylu’nun şirketi PR Medya A.Ş.’nde Satış ve Pazarlama Direktörü olarak çalıştığım yıllarda, 71. İzmir Enternasyonal Fuarı’na katılan ziyaretçi ve katılımcıların memnuniyetlerini belirlemek amacıyla, İzmir Fuarı’nın açık olduğu 26 Ağustos-10 Eylül 2002 tarihleri arasındaki 15 günlük sürede 36 kişilik geniş bir ekiple ve tesadüfi örnekleme yöntemiyle gerçekleştirdiğimiz araştırmada beş ayrı kategorideki (yerli ziyaretçi, ziyaretçi iş insanı, yerli firma temsilcisi, yabancı firma temsilcisi ve Fuar’a gelmeyen/gelmek istemeyen İzmirliler) toplam 6.167 kişi ile görüşmüş, Fuar’a gelen yerli ve yabancı konuk ve ziyaretçiler dışında gelmeyen ya da gelmek istemeyen İzmirlileri de ev ya da işyerlerinden telefonla arayarak Fuar’ı ziyaret etmeme nedenlerini öğrenmeye çalışmıştık.

Rahmetli Ahmet Piriştina’nın İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı, Dilara Sürgü’nün de İzfaş Genel Müdürü olduğu dönemde yapılan bu bilimsel araştırma, İzmir Fuarı’nın katılımcı ve ziyaretçilerde yarattığı memnuniyeti ölçmek adına yapılmış en son araştırmaydı. Zira İZFAŞ A.Ş. bundan sonraki yıllardaki anketleri biz yapacağız diyerek profesyonel araştırma şirketlerine araştırma yaptırmaktan vazgeçmiş; ancak, o tarihten sonra kendi olanaklarıyla tek bir araştırma bile yapmamıştı.

Hatırladığım diğer bir Kültürpark araştırması ise 2018 yılının Nisan-Haziran ayları arasında yaptığımız Kültürpark Ziyaretçi Memnuniyet Araştırmasıydı. Kültürpark Platformu’ndaki arkadaşlarımızla birlikte hazırladığımız bu araştırmada da, maddi anlamda hiçbir kaynağımız olmamakla birlikte tesadüfi örnekleme yöntemiyle 155’i kadın, 151’i erkek olmak üzere toplam 306 ziyaretçi ile anket yaparak 2018 yılının Nisan-Haziran ayları arasındaki sürede Kültürpark’ı ziyaret edenlerin algı ve memnuniyet düzeylerini belirlemiş, Kültürpark’la ilgili şikâyetlerini ortaya koymuştuk.

Geçtiğimiz günlerde TMMOB İzmir İl Koordinasyon Kurulu’nun 22 Aralık 2020 tarihli bildirisini okuyup ekindeki belgeleri incelediğimizde Demokrasi Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölümü öğretim üyesi Doç. Dr. Hande Şahin ile yüksek lisans öğrencisi Buse Çevik tarafından yapılmış “Kültürpark Kullanım-Kullanıcı Profili” isimli 38 sayfalık bir araştırmaya rastladım.

Haliyle, biz araştırmacıların yeni bir araştırma gördüğümüzde yaptığımız refleks gereği araştırmanın künyesini; yani araştırmanın ne zaman, nerede, kimler tarafından hangi araştırma yöntemine göre yapıldığını; böylelikle araştırmanın geçerliliği ve güvenirliği anlamına gelen yapı kalitesini anlamaya çalıştım.

Araştırma ile ilgili metnin başlangıcında ifade edildiği kadarıyla araştırmanın amacı, Kültürpark ziyaretçilerinin profiliyle (özellikleriyle) Kültürpark’la ilgili temel algı ve memnuniyet düzeylerini belirlemek olarak ifade ediliyordu.

Ayrıca araştırmanın “mülakat”, “odak grup” ve “katılımlı gözlem” yöntemleriyle yapıldığı belirtilmekle birlikte, bu ifadeyi barındıran paragrafın bir sonrasında sadece “odak grup” ve “katılımlı gözlem” yöntemlerinden söz ediliyordu.

İki ayrı nitel araştırma yönteminin uygulandığı bu çalışmada örneklem iki ayrı gruptan oluşuyordu. Buna göre “odak grup” yönteminin örneklemi 23’ü erkek, 19’u kadın olmak üzere toplam 42 ziyaretçiden, “katılmalı gözlem” yönteminin örneklemi ise üç dört kişilik iki odak gruba dahil 6’sı kadın, 5’i erkek 11 güvenlik ve temizlik görevlisinden oluşuyordu.

İki ayrı örneklem çerçevesinde toplam 53 kişiyle yapılan bu araştırmanın toplam 15 günlük sürede yapıldığı belirtilmekle birlikte bu sürenin başlangıç ve bitiş tarihleri verilmiyor; böylelikle elde edilen verilerin mevsimler, etkinlikler ve fuarlar nedeniyle ziyaretçi sayısı büyük farklılıklar gösteren Kültürpark’ın hangi dönemine ait olduğu konusunda tek bir bilgi verilmiyordu.

Ben bu yazıda, çatısı bu şekilde kurulmuş bu akademik araştırmanın sonuçları hakkında tek bir değerlendirme ya da yorum yapmayacağım. Çünkü yapılandırılması böylesine eksik ya da yanlış olan böylesi bir araştırmadan doğru, yerinde, güvenilir ve geçerli bilgiler edinilemeyeceğine inanıyor, tek tük çıkacak doğru verilerin ise tesadüf eseri olacağını biliyorum. O nedenle ben daha çok araştırmanın kurgusundaki eksiklik ve yanlışlıklar üzerinde durup Kültürpark Koruma Amaçlı İmar Planı gibi İzmir açısından çok önemli bir plana temel olacak bilimsel bir alan araştırmanın nasıl yapılması gerektiğini ortaya koymaya çalışacağım.

Devam Edecek…

Urla’nın enginar aşkı… (1)

Ali Rıza Avcan

Bugünkü yazıma konu olacak enginarın Urla ile ilişkisini, yazı başlığında ifade ettiğimiz haliyle aşkını geçtiğimiz yıldan bu yana düşünüyor, yer yer ya da zaman zaman bu ilişki konusundaki düşüncelerimi net bir şekilde ifade etmeye çalışıyorum.

Şimdi ise bu düşüncelerimi, hem üç yıldan bu yana sürdürülen Uluslararası Urla Enginar Festivali’nin sürdürülebilirliği hem de ürettiğinden çok enginar ithal eden ülkemiz koşullarında Urla’da ya da İzmir’in diğer ilçelerinde yetiştirilen enginarın ithal ikamesi olan işlenmiş bir tarım ürünü olarak nasıl geliştirilebileceği üzerinden geliştirmeye çalışacağım.

Sanırım Urla ile enginar arasındaki bu ilişkiyi düşünmem, Urla Belediyesi’nin yanı başındaki Çeşme’nin daha fazla enginar üretiliyor olmasına karşın, bir Akdeniz sebzesi olan enginarı sahiplenmesinden ve onun için her yılın Nisan ayı sonunda uluslararası bir enginar festivali düzenliyor olmasından kaynaklanıyor. 

Aldığım bilgilere göre, Urla Belediyesi bu yıl yine böyle bir festivali, 3. Uluslararası Urla Enginar Festivali adıyla İzmir Büyükşehir Belediyesi ve İzmir Ekonomi Üniversitesi‘nin ile Reseau Delice – Dünya Gurme Şehirler Birliği‘nin işbirliği ile 27-30 Nisan 2017 tarihleri arasında düzenlemek için yola çıkmış…

Festival organizasyonun programı http://urlaenginarfestivali.com adresinde henüz yayınlanmamakla birlikte duyurusu yapılan komitelerin ad ve konularından festivalin daha önceki yıllarda olduğu gibi daha çok Urla’nın meşhur Sakız enginarı ile yapılacak yiyeceklerle kültür ve sanat etkinlikleri üzerine odaklanacağını anlıyoruz.

Enginar 002

Geçtiğimiz yıllarda iki kez düzenlenen festivalle ilgili programlara dönüp baktığımızda ya da denk gelip izlediğimiz ya da katıldığımız etkinlikleri hatırladığımızda, programın genellikle bir kortej yürüyüşü ile başlatıldığını, konukların Urla Cumhuriyet Meydanı ile Malgaca Pazarı’nda, Sanat Sokağı’nda ya da Tamirhane Binası’nda kurulan enginar pazarıyla stantları ziyaret ederek değişik kooperatiflerin enginardan ürettikleri konserve, reçel, sabun ve yemekleri tadarak satın aldıklarını, festivalin çeşitli atölye çalışmaları, yarışma, konser ve dinletilerle renklendirildiğini, iç turizm firmalarının bu festival için turlar düzenlediğini; hatta 60 bin kişinin ziyaret ettiği 2016 tarihli festivalin “Shining Star Awards 2016” en iyi festival dalında ödüle layık görüldüğünü bile anımsarız.

Evet, bu anlamda bir belediyenin kendi yöresinde yetiştirilen tarımsal bir ürünü ele alarak ve o ürünün daha çok tanınıp tüketilmesini, bu arada bu festival nedeniyle ilçeye yönelik yerli ve yabancı turizmin gelişmesini hedefleyen böylesi bir eğlence organizasyonu düzenlemesi hem alışıldık hem de takdir edilmesi gereken doğru ve isabetli bir çalışmadır. Bu nedenle daha işin başında Urla Belediyesi’ni bu etkinliği düşünüp düzenlediği için kutlamak gerekir diye düşünüyoruz.

Ancak…

İlk olarak, bu tür bir meyve,  sebze ya da başka bir yiyecek adıyla yapılan etkinliklerin Cumhuriyet’in ilk yıllarından bu yana, özellikle de “Vatandaş, yerli mal kullan!” sloganının dillendirildiği yerli mallar haftalarının etkisiyle bütün Türkiye’de yaygınlık kazandığını bilirim.

Hatta o nedenle, birçok şehri ya da yerleşimi “Bursa’nın kestanesi“, “Ankara’nın armutu“, “Yarımca’nın kirazı“, “Aydın’ın inciri” ya da “Manisa’nın üzümü” gibi, hep o meyve ve sebzeler üzerinden bilip öğrendiğimi, aradan bunca zaman geçmesine karşın bunun bir adım ötesine geçerek o kent ya da yerleşimleri başka bir ürün ya da sembol üzerinden hatırlamadığımı da bilirim.

İkinci olarak, Urla Belediyesi’ne ettiğim bu teşekkürün ardından ifade etmek istediğim bazı somut gerçeklerin düzenlenen bu eğlenceler ya da söylenen şarkılar, türküler arasında kaynayıp gitmesini de istemem. 

Çünkü beni uzunca bir süredir düşündüren, yer yer ya da zaman zaman yazıp çizerek herkesi uyarmak istediğim bazı gerçekleri açık bir şekilde anlatmanın gerekli olduğunu düşünüyorum…

Bunun nedeni, oldum olası yaptığım ya da gerçekleşmesine katkıda bulunduğum her şeyin geride anlamlı bir iz bırakmasını istememde, bu olmadığı takdirde başarılı olamayacağıma olan inancımda yatar. Bu iz, bu işaret olmadığı sürece “acaba yazıyı suya mı yazdım?” diye düşünmeden edemem…

Çünkü böyle bir işin ya da başarının şayet geride o izler, o işaretler bırakılmadığı takdirde kalıcı olamayacağına, kolaylıkla sürdürülemeyeceğine ilişkin ciddi kaygılarım vardır… Hele ki, başkanları ve tüm yöneticileri beş yılda bir değişen belediyelerde bu kalıcı olma halinin çok daha zor olduğunu, her şeyin dünden bugüne kolaylıkla unutulduğunu bilirim ve bunu bıkmadan usanmadan hep söylerim.

O nedenle yapılan güzel, olumlu şeylerin başkanlarla kalıcı olmadığına, bir başkanın döneminde yapılan çok güzel şeylerden bir sonraki başkan döneminde daha ilk günden vazgeçilebileceğine inanırım. İnanmak ne kelime; çoğu kez anında vazgeçildiğini görür, yaşar ve bundan dersler çıkarırım…

Buna en yakın örnek, Aliağa’da 23 yıldır yapılan ve bu nedenle yakın bölgemizdeki en uzun soluklu şenlik olarak bildiğimiz Aliağa Emek Şenliklerinin AKP’li ya da MHP’li belediye başkanları döneminde yapılmıyor olması ve bu konuda toplumdan ciddi bir talep ya da muhalefetin gelmiyor, en azından alternatif bir şenliğin düzenlenemiyor olmasıdır.

O nedenle, enginar adına yerel ya da uluslararası bir şenlik düzenlemeye kalktığınızda ödül almaktan ya da o organizasyona çok büyük kalabalıkların gelmesinden çok o organizasyonun kurumsallaşıp sürdürülebilmesini sağlayacak koşulları yaratmanın gerekli olduğunu, “yapmak” kadar “sürdürebilmenin” de önemli olduğunu düşünürüm. Bunu sağlamak amacıyla o etkinliğin kabul görüp kalıcılaşmasını kolaylaştıracak geniş bir katılımla belediyeden ayrı bir vakıf örgütlenmesinin zorunlu koşul olduğunu bilir, bunu sağlamak için ilgili tüm tarafların o etkinliğe “düzenleyici ortak” olarak katılmasını öneririm. Böylelikle siz olmasanız ya da gücünüz yetmese bile başka bir ortağın ya da ortaklar topluluğunun ya da bağımsız bir vakfın o olumsuz bir gelişmeye karşı çıkarak ve mücadele ederek o etkinliği sürdürebileceğine inanırım.

Ama bir yandan da, güzel bir etkinliği ortaya atıp geliştirmiş bir belediye başkanının da kendi evladı gibi hissettiği bir etkinliği başkalarına devretmesinin ya da başkalarıyla birlikte yapmasının, kendi kişisel ya da kurumsal egosunu yenemediği sürece ne kadar zor olduğunu da bilirim.

Urla Belediye Başkanı Sibel Uyar festival organizasyonu nedeniyle ödülünü aldığı törende “Ne mutlu ki bizlere Urla’da 2 yıl içinde enginar dikim alanı yüzde 42 arttı. 600 dönüm yeni enginar üretim alanı oluştu.” diyerek düzenlediği festival ile enginar üretimindeki artış arasında bir nedensellik bağı kurmaya kalksa da; iş gerçekten böyle mi olmuştur, üreticiler daha fazla alanda enginar ektikleri için mi festival düzenlenmiştir, yoksa festival düzenlendiği için mi gayrete gelmişlerdir? Diğer bir anlatımla, yarın başka bir belediye başkanının devr-i iktidarında böylesi bir festival organizasyonundan vazgeçildiği takdirde enginarı yetiştirenler ya da tüketenler çıkıp o festivalin devam etmesi için girişimde bulunurlar mı ya da alternatif bir festival düzenlerler mi? Festivalin asıl sahipleri olarak böylesi bir iptal kararı karşısında ne yaparlar?

Bütün bu sorulara verilebilecek doğru yanıtlar bağlamında, bu tür festivallerde asıl festival sahibinin üreticiler ya da tüketiciler olduğunu; o nedenle festival ile üretici ya da tüketiciler arasında bir çıkar ilişkisinin kurulması gerektiğini düşünürüm. Şayet bu tür bir çıkar ilişkisi kurulduğu takdirde, festivalin yapılmamasından zarar görebilecek üretici ya da tüketicilerin bu olumsuz duruma daha kolay karşı çıkabileceklerini, bu nedenle de festival düzenleme kurulunda üreticilerin ya da tüketicilerin kurumsal ya da bireysel ölçekte yer alarak belirleyici olmasını önerir ve bu önerinin izleyen festivallerde sürdürülebilirlik açısından dikkate alınmasını dilerim. 

Bunu sağlamanın diğer bir yolu da, festival içeriğinin belirlenmesinde ilçe halkının kültür-sanat etkinlikleriyle eğlendirilmesi ihtiyacı ya da talebi yanında, festival konusu olarak belirlenen enginarın yetiştirilmesi ile onu yetiştirenlerin sorunlarını ele alıp bunlara çözüm bulmakla ilgili etkinliklerin de eklenmesi olabilir.

Bu nedenle Dünya, Türkiye, Ege Bölgesi, İzmir ve Urla bağlamında enginar yetiştiriciliğinin dünü, bugünü ve geleceği, önemi, satış ve pazarlaması, bu konudaki araştırma-geliştirme, yenilikçilik ve örgütlenme çalışmaları ile enginar konusunda izlenecek genel politika ve stratejiler, ulaşılabilecek hedefler ve eylem planları, izleme, ölçme ve değerlendirme çalışmaları da bu kapsamda ele alınıp bütün bunlar bir festival boyutunda bilinçli ve sistemli bir çalışmanın gereği olarak örgütlenebilir. O nedenle hazırlanan festival programlarında bu konuların ele alınıp tartışılacağı paneller, sempozyumlar yapılıp farklı görüşlerin birbirleriyle tartıştığı atölye çalışmaları gerçekleştirilebilir.

Uluslararası Urla Enginar Festivali 2017

Yine aynı ödül töreninde amacını, “biz festivallerimizi eğlenmek için yapmıyoruz. Biz festivallerimizi kırsal kalkınmaya destek olmak için yapıyoruz. Biz istiyoruz ki çiftçimiz kazansın. Üreticimiz enginar tarlasını satmasın, o tarlalarda villalar inşa edilmesin. Çocuklarımız fastfood yerine annelerinden iyi tarım uygulamalarıyla yetişen enginar yemeğini istesin.” şeklinde ortaya koyan Urla Belediye Başkanı Sibel Uyar’ın bu söyleminin samimiyetini bilmek adına enginar tarlalarına planlı ya da plansız şekilde yapılan villalara izin vermemesini, daha doğrusu hazırlanacak yeni planlarla o verimli tarım arazilerini korumasını bekliyorum. Ayrıca, İzmir Büyükşehir Belediyesi ve Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı İzmir İl Müdürlüğü ile yapacağı işbirliği çerçevesinde bu sebze ile ilgili dünyadaki gelişmeleri izleyerek festivali sadece yerli ve yabancı aşçıların gelip sunum yaptığı bir gurme festivali olmaktan çıkarmasını ve enginarın tüketimi kadar üretim ve pazarlamasını da düşünerek taze, yarı işlenmiş ve işlenmiş bir tarım ürünü olarak yurt içi ve yurt dışı pazarlardaki talebi karşılayacak şekilde daha büyük boyutlarda değerlendirilmesine yönelik yaratıcı ve yenilikçi girişimlerde bulunmasını öneriyorum.

Çünkü yazımızın gelecek bölümünde, Dünya, Türkiye, İzmir ve ilçeleri düzlemindeki enginar üretimi ve bunlarla ilgili sorunlar üzerinde durarak Urla’da festivali yapılan enginar yetiştiriciliğinin geçmişteki, günümüzdeki ve gelecekteki durumunu ortaya koyarak, yapılan ve yapılacak festivallerden Urla’ya nasıl bir artı değer kalacağı; böylelikle Urla’daki tarım ekonomisinin nasıl gelişebileceği konusu üzerinde durmaya çalışacağım.

Devam Edecek…