İZBETON olmadı, Egeşehir Yapı verelim…

Ali Rıza Avcan

29 Mayıs-4 Haziran 2025 tarihleri arasında yedi gün süreyle greve giden İzmir Büyükşehir Belediyesi İZENERJİ, İZELMAN ve Egeşehir Yapı Planlama işçilerinin çalıştıkları şirketlerin ne denli kötü yönetildiğini ortaya koyup; bu şirketlerdeki asıl sorunun liyakatsizlik, partizanlık ve nepotizmle malûl kötü yönetim sistemi olduğunu ortaya koyduğum üç bölümden oluşan yazı dizimizin son bölümünde, birinci ve ikinci bölümlerde ele aldığımız İZENERJİ ve İZELMAN şirketlerinden sonra Egeşehir Yapı Planlama‘nın yönetim yapısını ele alıp değerlendirmeler yaparak yasal olarak uygulanması gereken öneriler geliştirmeye çalışacağız.

Kısaca Egeşehir Yapı Planlama olarak tanımladığımız şirketin bugünkü tam adı, Egeşehir Yapı Planlama Müşavirlik ve Teknoloji Anonim Şirketi‘dir.

Battı balık; pardon “şirket”, yan gider…

Şirket ilk kez 23 Mart 1987 tarih, 1729 sayılı Türkiye Ticaret Sicili Gazetesi’nde yayınlanan sözleşmeye göre İzmir Büyükşehir Belediyesi‘nin % 50,50, Urla ve Çeşme belediyelerinin % 0,25, Weidleplan Consult GmbH‘nin % 48,75 ve Weidleplan bölge kuryesi Babakan Olcaysü‘nün % 0,25 hissesi, 53174-K-3662 ticaret sicil numarası ve İzmir Büyükşehir Belediyesi Ege Şehir Planlaması Teknolojik İşbirliği Merkezi Anonim Şirketi adıyla kurulmuş olup 21 Temmuz 1997 tarih, 4336 sayılı TTSG’nde yayınlanan ilamla İzmir Büyükşehir Belediyesi Egeşehir Planlaması Teknolojik İşbirliği Merkezi A.Ş., 26 Mart 2021 tarih, 10296 sayılı TTSG’nde yayınlanan üçüncü bir ilamla Egeşehir Yapı Planlama Müşavirlik ve Teknoloji Anonim Şirketi adını alır.

Şirketin bugünkü sermayesi olan 3 milyar 142 milyon, 457 bin 428 lira 85 kuruşun %99,67’si İzmir Büyükşehir Belediyesi‘ne, %0,33’ü de bugünlerde “müflis“; yani, fiilen iflas etmiş belediye şirketi olarak tanınan İZBETON Anonim Şirketi‘ne aittir.

Egeşehir Planlama şirketi ayrıca İZBETON A.Ş.‘nin sermayesine %0,063, Kent A.Ş.‘nin sermayesine %0,020 ve TARKEM A.Ş.‘nin sermayesine de %0,30 oranında ortaktır.

Egeşehir Yapı Planlama şirketi ile ilgili olarak son günlerdeki en çarpıcı gelişme ise, sermayesinin Cemil Tugay‘ın göreve geldiği 1 Nisan 2024 ile 9 Mayıs 2025 tarihleri arasındaki 1 yıl 1 ay 8 günlük sürede dört kez arttırılarak 168.618.000-TL’dan %1.863,66 oranındaki muazzam bir artışla 3.142.457.428,85 TL’ya çıkarılmasıdır. Bu artışın arkasında yatan neden de, İzmir Büyükşehir Belediye Meclisi‘nin 16 Nisan 2025 tarih, 379 sayılı kararıyla mülkiyeti belediyeye ait olup tapunun Menemen ilçesi Koyundere mahallesi 1377 parselinde kayıtlı 440.542,41 metrekare büyüklüğündeki ve mahkemece belirlenmiş değeri 2.643.254.460.-TL. olan arsanın şirkete sermaye olarak verilmesidir.

Bunun dışında ayrıca, son kez 21 Ocak 2022 tarih, 10500 sayılı TTSG’nde yayınlanan ana sözleşmenin amaç ve konu ile şirketin faaliyet alanını düzenleyen 3 ve 4. maddelerde yazılı müşavirlik, mühendislik, müteahhitlik, işletmecilik, enerji ve ticari hizmetlerinde değişiklik yapan; ayrıca bu hizmetlere atık yönetimi hizmetlerini de ekleyen 5 Mart 2025 tarih, 11285 sayılı TTSG’nde yayınlanan ana sözleşme değişikliği ile şirketin amaç ve faaliyet konuları genişletilerek Egeşehir Yapı Planlama adeta ikinci bir İZBETON yapılmaya çalışılmıştır.

Bunun nedeni de, bugüne kadar konut yapımı konusunda yolsuzluklarla anılan kötü bir performansa sahip olan ve bu nedenle şu an itibariyle faaliyette bulunamayan İZBETON yerine bu şirketin konulmak istenmesi, bundan böyle başta Menemen konutları olmak üzere konut inşaatlarının bu şirket eliyle yürütülmek istenmesidir.

Egeşehir Planlama konusunda, -ne yazık ki- daha fazla bilgi sahibi olmamızı sağlayacak yakın tarihli bir Sayıştay denetim raporu bulunmamaktadır. Yazılan en yeni rapor 2021 mali yılına aittir. Söz konusu rapora göre 31 Aralık 2021 tarihi itibariyle 21 çalışanı olan ve Ali Hıdır Uludağ, Ertuğrul Tugay, Eser Atak ve Mehmet Şakir Başak gibi isimlerin yöneticilik yaptığı, fiilen aktif olmamakla birlikte her yıl devamlı zarar eden, zararı 2017-2021 dönemi itibariyle 15.921.949,08 TL’ya ulaşan şirketteki 11 yönetim kurulu üyesine faaliyette olmamasına karşın devamlı olarak huzur hakkı ödenmesi doğru bulunmamış, devamlı zarar eden bir şirkette bu tür ödemelerin yapılmaması istenmiştir.

“Sermayeyi kediye yüklemek”…

Şirketin yönetim kurulu ise 9 Mayıs 2025 tarih, 11328 sayılı TTSG’nde yayınlanan en son ilama göre şu şahıslardan oluşmaktadır:

1) Yönetim kurulu Başkanı İsmail Mutaf, İBB genel sekreter yardımcısı, harita mühendisi, eski İBB emlak dairesi başkanı,

2) Yönetim kurulu başkan vekili Süleyman Ekinci, inşaat mühendisi, genel müdür,

3) Yönetim kurulu üyesi Ayten Başaran, İBB İZSU abone işleri dairesi başkanı, Ege Üniversitesi İletişim Fakültesi Halkla İlişkiler Bölümü mezunu,

4) Yönetim kurulu üyesi Hüseyin Gökhan Özdemir, İBB veteriner işleri dairesi başkanı,

5) Yönetim kurulu üyesi Işık Konya, İBB iklim değişikliği ve sıfır atık dairesi başkanı, çevre mühendisi,

6) Yönetim kurulu üyesi Mehmet Anıl Kaçar, İBB gençlik ve spor dairesi başkanı, Ankara Üniversitesi Radyo-Televizyon-Sinema Bölümü mezunu, Tüm-Bel-Sen 1 Nolu Şube eski başkanı,

7) Yönetim kurulu üyesi Nilüfer Bakoğlu Aşık, harita ve kadastro mühendisi, Karşıyaka ve İzmir Büyükşehir Belediyesi meclisi üyesi,

8) Yönetim kurulu üyesi Özkan Yıldız, Öğretim üyesi, sosyolog, CHP parti meclisi eski üyesi, Torbalı Belediyesi eski başkan yardımcısı,

9) Yönetim kurulu üyesi Yüksel Bakış, Karşıyaka-Çiğli Tunceliler Kültür, Dayanışma ve Doğa Derneği başkanı, dijital içerik üreticisi,

10) Yönetim kurulu üyesi Nehir Yüksel, şehir plancısı, İBB kırsal hizmetler dairesi başkanı, TMMOB Şehir Plancıları Odası İzmir Şubesi eski başkanı, Cemil Tugay’ın Karşıyaka’dan getirdiği bürokratı.

Gördüğünüz gibi belediye başkanı Cemil Tugay‘ın seçilmeden önce bizlere vaat ettiğinin aksine şirketin yönetim kurulundaki üye sayısı, 1 adet yönetim kurulu üyesi tasarrufu yapılarak sadece ve sadece 11’den 10’e indirilmiş durumda… 🙂

Temel faaliyet alanı planlama, mühendislik ve müteahhitlik gibi konularla sınırlı olan bu şirkette uzmanlık alanı şehir plancılığı, inşaat mühendisliği, harita ve kadastro mühendisliği olan üyeler olmakla birlikte; sosyolog, dijital içerik üreticisi, radyo-televizyon-sinema ya da halkla ilişkiler eğitimi almış yöneticiler de bulunmaktadır… Ancak bu yöneticilerin daha önce bu büyüklükte bir şirkette yöneticilik yapıp yapmadıkları, bu konuda deneyimli olup olmadıkları ise belli değildir… Belki de hayatlarında ilk kez bir şirketi yönetip bilmediklerini çevrelerindeki insanlara soruyor olabilirler ya da belediye başkanlarına güvenip önlerine gelen her belgeyi imzalıyor olabilirler…. Tabii ki günah ya da sevapları bizlerin ödediği vergilerin hanesine yazılmak , onların günahını bizlerin ödemesi suretiyle…

21 Eylül 2013 Tarih, 28772 Sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan Sermaye Şirketlerinin Açacakları İnternet Sitelerine Dair Yönetmeliğin 6.maddesinin 3/h fıkrasına göre şirketin genel kurul toplantı tutanağının genel kurul tarihinden itibaren en geç beş gün içinde; ayrıca, Türk Ticaret Kanunu‘nun 149. maddesinin birinci fıkrasına göre son üç yılın finansal tabloları ile yıllık faaliyet raporlarının, gereğinde ara bilançoların ortakların incelemesine sunulmak üzere genel kurul kararından önceki otuz gün içinde internet sitesine konulması gerektiği halde Egeşehir Yapı Planlama‘ya ait İnternet sitesinin “Bilgi Toplumu Hizmetleri” bölümüne genel kurul kararları dahil olmak üzere hiçbir belgenin konulmadığı görülmektedir.

İşte o nedenle, bu şirketin yönetim kurulunda yer alanlara, diğer şirketlerde olduğu gibi her ay net 40 bin lira huzur hakkı, murahhas üyelere de -daire başkanları hariç olmak üzere- 108 bin lira, toplam olarak 148 bin lira ödendiğini varsaymakla birlikte buna ilişkin herhangi bir genel kurul ya da yönetim kurulu kararına ulaşamıyoruz.

Gelelim şirketle ve şirket yöneticileri ile ilgili ilginç bilgilere;

Bu bilgileri vermeden önce şunu belirtmeliyim ki; CHP ve CHP‘li belediyeler genel anlamda özelleştirmeye, özellikle de Cumhuriyet’in ilk yıllarında kurulan kamu iktisadi teşekküllerinin özelleştirme kapsamında satışına karşı olmakla birlikte, ellerinde bulunan belediyelerin gelirleriyle taşınmazlarını; yani, halka, kamuya ait değerleri, kurdukları bol sayıdaki belediye şirketine devrederek hem belediyeler ölçeğinde özelleştirmenin âlâsını yaparken hem de bu şekilde şirketlere devredilen kamu kaynaklarının kullanımını kamusal denetimden kaçırmakta, Türk Ticaret Kanunu‘nun şirketlere sağladığı gizleyip saklama imkânlarını sonuna kadar kullanarak kamuoyuna bilgi vermekten kaçınmaktadır. BU anlamda CHP‘nin ve CHP‘li belediyelerin belediye şirketleri eliyle özelleştirme konusundaki notunun kırık olduğunu söyleyebilirim.

Bu durumun en iyi örneği ise Cemil Tugay‘ın yönetimi devraldığı 1 Nisan 2024 tarihinden bu yana, iflas edip iş yapamaz hale gelen İZBETON‘un işe yaramaması nedeniyle değerli belediye mülklerinin bu sefer de ardı ardına Egeşehir Planlama şirketine sermaye olarak verilmesi; yani, bu değerli mülklerinin kötüye kullanımının ya da satışının mümkün hale getirilmesi, kamu denetiminin dışına çıkarılmasıdır. Nitekim belediyenin eski emlak yönetimi dairesi başkanı, şimdinin genel sekreter yardımcısı İsmail Mutaf‘ın bu şirketin yönetim kurulu başkanı yapılmasının arkasında yatan neden de bu olabilir. Belediyenin taşınmazlarından haberdar olmak ve en değerlilerini sermaye olarak kullanmak!

İzmir Büyükşehir Belediye Meclisi‘nin 11 Kasım 2024 tarih, 1057 sayılı kararıyla Şato Restorant binasının, 11 Kasım 2024 tarih, 1058 sayılı kararı ile Cihan Palas (Emniyet Oteli) binasının, 10.03.2025 tarih, 208 sayılı kararı ile belediyeye ait tüm hafriyat sahalarının, 16 Nisan 2025 tarih, 379 sayılı kararı ile Menemen Koyundere mahallesindeki 440.542,41 metrekarelik değerli bir arsanın Egeşehir Planlama‘ya sermaye olarak verilmesi kamu mallarının halktan kaçırılması da denilebilecek bu durumun en iyi örnekleridir. Yarın öbür gün bu şirket bu değerli gayrimenkulleri bir şekilde satıp elden çıkarsa hiç kimsenin hesap sorma hakkı olmayacak…

Menemen Koyundere mahallesindeki 440.542,41 metrekarelik değerli arsa…

Geçtiğimiz günlerde bir tesadüf eseri kapısını açık bulduğum Kemeraltı Havra Sokak‘ta TARKEM tarafından restore edilen tarihi Akın Pasajı‘na (burası aslında Akın Pasajı değil, Yahudilere ait Politi Şaraphanesi‘dir.) girdiğimde burasının hem çok kötü restore edildiğine hem de Egeşehir Yapı Planlama tarafından Menemen‘de yapılan 301 konutun satışı için kullanıldığını, içeride bırakın başvuranların, görevlilerin bile bulunmadığına, ortada bizlerle ilgilenecek bir kişinin olmadığına tanık oldum. Ardından da belediyede çalışan dostlarımdan Menemen konutları girişiminin yakın zamanda patlayacağını, çalışmaların istenildiği gibi gitmediğini, yakın gelecekte karşımıza İZBETON skandalı gibi bir skandalı çıkacağını duydum ve ister istemez “hadi hayırlısı” demekten kendimi alamadım…

Velinimetin elinden ödül almak…

Bence bu şirketin yönetim kurulundaki en ilginç, en konuşulacak kişi Cemil Tugay‘ı 2019 yılından bu yana canı bahasına destekleyen, o nedenle CHP‘nin de savunduğu “Kuvvetler Ayrılığı İlkesi“ne aykırı olsa bile Karşıyaka‘dan alıp getirdiği harita ve kadastro mühendisi Nilüfer Bakoğlu Aşık‘tır…

Kendisini, şu meşhur Mehmet Cengiz skandalındaki kent suçunu mazur göstermek için devreye soktuğu Harita ve Kadastro Mühendisleri Odası İzmir Şubesi‘nin, satışı yasal bulan bildirisi nedeniyle tanıyoruz. Hatırlayacak olursak üyesi olduğu Harita ve Kadastro Mühendisleri Odası İzmir Şubesi, 24 Nisan 2020 tarihinde bir bildiri yayınlayarak belediyeye ait arsa hissesinin Mehmet Cengiz‘e satışının yasal olduğunu savunmuş; ancak, aynı meslek odasının Ankara‘daki genel merkezi bu bildiriyi iptal ederek satışın gerçek bir kent suçu olduğunu bildirmiş; böylelikle, şimdilerde Karşıyaka ve İzmir Büyükşehir belediyelerinin meclis üyeliği yanında İzmir Büyükşehir Belediye Meclisi İmar ve Bayındırlık Komisyonu başkanlığı ve Egeşehir Yapı Planlama A.Ş.‘nin yönetim kurulu üyeliği ile ödüllendirilen Nilüfer Bakoğlu Aşık‘ın o tarihteki bu girişimi başarısızlıkla sonuçlanmıştı…

Ardından kendisini Karşıyaka, Atakent‘teki Venedik Sitesi‘nin sosyal tesis alanı ile spor alanlarında Bilfen Koleji‘nin orada bir özel okul yapabilmesi için mevcut imar planındaki parselin “özel eğitim alanı” olarak değiştirilmesine ilişkin İzmir Büyükşehir Belediye Meclisi görüşmelerinde, o parsele şayet özel bir okul yapılırsa yoksul ve dar gelirli ailelere ait çocukların bu okula gidemeyeceklerini ifade edip haklı olarak itiraz eden AKP‘li meclis üyelerine karşı, “efendim, onlar da gidip özel okulların burslarını alsınlar” diyebilecek kadar CHP‘den ve CHP‘nin felsefesinden uzak bir meclis üyesi olarak tanıdık…

Evet, karşımızda Cemil Tugay‘ı başını gözünü gözden çıkaracak kadar savunmaya hazır ve bunun karşılığını da meclis üyeliği, imar komisyonu başkanlığı ve şirket yönetim kurulu üyeliği şeklinde alan bir politikacı var… Hem de CHP‘nin sosyal devlet anlayışını dikkate almayan, yoksul ve dar gelirli ailelerin çocuklarını özel okul sahiplerine terk edecek kadar solculuktan, sosyal demokratlıktan uzak bir politikacı var ve bu politikacı sahip olduğu mesleki bilginin inceliklerini yöneticisi olup her ay huzur hakkı ve murahhas aza ücreti aldığı Egeşehir Yapı Planlama için kullanıyor… Gerisini siz düşünün artık!

Şirketin yönetim kurulu üyelerine baktığımızda dikkatimizi çeken diğer bir konu da geçmişte ya da gelecekte siyaset yapmış olanlara ayrılan kadronun, CHP genel başkanı Kemal Kılıçdaroğlu döneminde CHP parti meclisi üyeliği ile Torbalı belediye başkan yardımcılığı yapan DEÜ Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölüm Başkanı ve Sosyal Ekonomik ve Siyasal Araştırmalar Derneği (SESADER)‘in başkanı Özkan Yıldız‘a ayrılmış olması… O nedenle, muhtemeldir ki, kendisi bu şirketten beslenmenin getirdiği heyecan, azim ve kıvraklıkla önümüzdeki seçimlerde de aday olarak karşımıza çıkacaktır!

Ancak Cemil Tugay tarafından Egeşehir Yapı Planlama şirketi yönetim kurulu üyesi yapılan Prof. Dr. Özkan Yıldız‘ın çoğu İzmirlinin bilmediği ya da unuttuğu bir özelliği var: 1989-1993 döneminde Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölümü‘nden mezun olduktan sonra 1996 yılında Gaziantep Üniversitesi‘nde akademik kariyerine başlamış. Kendisini uzun zamandır tanıyan kaynaklardan aldığım bilgilere göre Gaziantep‘te AKP‘li Gaziantep Büyükşehir Belediye Başkanı Fatma Şahin‘e yaklaşarak onun yardımıyla sonraları AKP genel başkan yardımcısı Nükhet Hotar‘ın rektörlüğünü yapacağı Dokuz Eylül Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölümü‘ne geçer. Bu arada da AKP genel başkan yardımcılığı görevinde olan Nükhet Hotar‘ın düzenlediği çalıştaya Yasin Aktay, Orhan Miroğlu ve Markar Eseyan gibi isimlerle birlikte katılarak 2013 tarihli Gezi Olayları‘nın bilimsel olarak mercek altına alınmasına “yardımcı olur“. (1)

Daha sonra ise amcası CHP Aydın milletvekili Hüseyin Yıldız sayesinde memleketlisi CHP genel başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ile ilişki kurarak ve onun adını vererek CHP cephesinde çalışmaya başladığı söylenmektedir. Bu ilişki üzerine 16-17 Ocak 2016 tarihlerinde yapılan CHP 35. Kurultayı‘nda bilim-kültür-yönetim kontenjanından CHP parti meclisine girdiği, 7 Haziran 2016 tarihinde TRT Diyanet TV‘de sokak çocuklarıyla ilgili bir programa konuşmacı olarak katıldığı, 3-4 Şubat 2018 tarihleri arasında yapılan 36. Kurultay‘da ise Kemal Kılıçdaroğlu tarafından aday gösterilmediği için yeniden seçilemediği ve 2018 yılında DEÜ Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölümü başkanı olmasından sonra da CHP‘den istifa ettiği bilinmektedir. (2) (3)

Bütün bunlar kah kaynak gösterdiğim gazete haberleri kah bana sözlü olarak aktarılan tanıklıklarla doğrulanmakla birlikte; Dokuz Eylül Üniversitesi’nin Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölümü ile ilgili bölümlerine baktığımızda Prof. Dr. unvanlı bu siyasetçinin sadece bir adet makale yazdığı, bunun dışında kaleme aldığı herhangi bir kitabı ya da makalesinin bulunmadığını görüyoruz.

Egeşehir Yapı Planlama şirketinde dikkatimi çeken son bir nokta da, kendini dijital içerik üreticisi olarak tanıtan Çiğli-Karşıyaka Tuncelililer Kültür, Dayanışma ve Doğa Derneği başkanı Yüksel Bakış‘ın hangi ayırt edici vasfı, hangi üstün yeteneği nedeniyle burada yer aldığını bilmiyor olmamızdır.

Gelelim İZENERJİ, İZELMAN ve Egeşehir Yapı Planlama isimli üç ayrı şirketin üç ayrı yazı ile değerlendirdikten sonra bu şirketlerin yönetim yapılarındaki yanlışlık ve eksikliklerle ilgili önerilerimize:

Bence birbirini izleyen üç yazı boyunca ele aldığım bütün bu sorunların kaynağı, CHP‘nin ve CHP‘li belediyelerin, asıl olarak belediyeler eliyle yapılması gereken kamu hizmetlerinin, sayıları her geçen gün artan şirketler eliyle yürütülmesine yönelik özelleştirme politikalarından kaynaklanıyor…

CHP ve onun belediyeleri bir yandan Cumhuriyet Dönemi’nde kurulan Sümerbank, Etibank ve Makina Kimya Kurumu gibi kamu iktisadi teşebbüslerinin (KİT) Turgut Özal‘dan bu yana tüm sağ iktidarlar tarafından özelleştirilip satılmasına ağıtlar yakarken, diğer yandan da kendi belediyelerinde kurduğu ve sayısını her geçen gün arttırdığı holding benzeri şirketler eliyle “kamu hizmeti” demek olan belediye hizmetlerini özelleştiriyor, yasal sınırlamalardan kaçmak için şirketlerin karanlık ve kirli yöntemlerini kullanarak suç işlenmesini kolaylaştırıyor ve böylelikle AKP iktidarının eline büyük kozlar veriyor….

İşte o nedenle CHP‘nin ve CHP‘li belediyelerin en kısa sürede “yeniden belediyecilik” anlayışıyla belediye şirketleri ile ilgili politika ve uygulamalarını gözden geçirerek “toplumcu belediye” olmanın gereklerini yerine getirmesi gerekiyor…

İkinci önerim ise, tüm belediye şirketlerinde, şayet o şirketleri kaldırmak mümkün olmuyorsa tüm yöneticileri, kamu hizmetleriyle ilgili etik kurallar çerçevesinde eğitimine, bilgisine, yetenek ve becerilerine göre seçilmesi, eş, dost, arkadaşlarla onların eşi, siyasetçi, delege, delege ve sendikacı yakını gibi şahısları yönetime getirmemesi, bunu sağlamak için de hukukua ve ahlaki değerleri esas alan kurallar belirleyip uygulaması ve denetlemesi; ayrıca sendikalarla ilişkilerini bu kurallar çerçevesinde gözden geçirerek düzenlemesi gerekiyor…

Aksi takdirde, bugün seyrettiğimiz kayıkçı kavgası gibi “sen aldın, ben çıkardım” şeklindeki faşizan politikaların devamı ve bu çekişmenin önlenmemesi sonucunda CHP‘nin giderek işçi ve emekçileri karşısına alan bir parti haline dönüşmesi beklenmelidir…

Çünkü CHP ve onun belediyeleri sadece bir kenti değil; tüm kentleri ve bütün bir ülkeyi yönetmek iddia ve arzusundadır… CHP şayet bu iddiasında samimi ise bunu öncelikle belediyelerden ve belediye şirketlerinden başlatmalıdır…

(1) https://www.egepostasi.com/haber/AK-Parti-Gezi-yi-bilimsel-olarak-mercek-altina-aldi/39347

(2) https://www.egedesonsoz.com/pm-eski-uyesi-prof-dr-ozkan-kararini-verdi-universite-gorevlendirdi-partiden-ayrildi

(3) https://www.youtube.com/watch?v=mtXlUdNxp3M

İzmir, Yerel Seçimler ve Toplumcu Belediyecilik toplantısı hakkında…

Ali Rıza Avcan

Uzun bir süredir heyecanla beklediğim ve kendim dahil tüm katılımcıların bilgilenmesi amacıyla, toplumcu belediyecilik konusunda daha önce yapılmış çalışmaları ya da değişik mecralarda yayınlanmış kitap, broşür ve bildirileri sosyal medyada paylaşarak hazırlandığım “İzmir, Yerel Seçimler ve Toplumcu Belediyecilik” toplantısı, 17 Aralık 2023, Pazar günü İzmir Mimarlık Merkezi‘nde yapıldı.

Bu toplantının organizasyonu, organizasyona katkıda bulunan ya da bulunmadığı anlaşılan kurumlar, konuşmacılar, konuşma konuları ve dinleyiciler hakkında birçok şey söylemek mümkün olmakla birlikte; tarihe not düşmek adına, toplantının Forum bölümünde dile getirip yanıt alamadığım iki, üç noktayı sizlerle paylaşmak isterim.

1) Anladığım kadarıyla toplumcu belediyecilik kavramı, dinlediğimiz 15 konuşmacının kendine, durduğu yere, ilgi duyduğu konuya, sahip olduğu düşünce, ideoloji ve siyasi görüşe göre değişen bir kavram… Bu nedenle, aynen “kör adam ve fil” öyküsünde olduğu gibi herkesin filin farklı bir yerine dokunarak bir diğerinden farklı yorumlar yaptığını görmüş olduk… Hele ki, uygulama içinde yer almayıp bu işi sadece okuyarak ve ders vererek öğrenenler açısından…

Evet, toplumcu belediyecilik konusunda farklı görüş ve düşüncelerin olması olağan; hatta iyi bir şeydir. Ama benim sözünü etmek istediğim şey, toplumcu belediyeciliğin farklı yanlarını ele alan düşünce farklılıkları değil, toplumcu belediyecilikle hiç ilgisi olmayan; hatta onun tam karşıtını oluşturan, onu bozacak şeylerin, neoliberal bir anlayış ve dille sanki toplumcu belediyecilikmiş gibi anlatılmış olması ile ilgilidir.

2) Toplumcu belediyecilik kavramının temel özelliklerinden biri, halkın belediye yönetimi ile ilgili karar ve uygulama süreçlerine aktif ve etkin bir şekilde katılımı olmasına karşın, gerek açış konuşmalarında dile getirilip okunan toplumcu belediyecilik bildirgesinin hazırlığında, gerekse dört oturumdan oluşan toplantının ilk üç oturumunda dinleyicilere tek bir kez olsun söz verilmemesi, onlardan görüş, düşünce, öneri ve katkıların alınmaması, soru sormalarına imkân tanınmaması söz konusu toplantının katılım ilkesi açısından demokratik olmadığını göstermiştir.

Sabah saat 09.30’da başlayıp akşamüstü 16.00’ya kadar devam eden uzun bir zaman aralığında biz dinleyicilere tanınmayan bu hakkın, toplantının son 30 dakikasında tanınmış olması nedeniyle, ilk üç oturumda konuşan konuşmacılara soru sormamız, görüşlerini öğrenmemiz, söylediklerine katkıda bulunmamız mümkün olmamış, toplantı ile ilgili tüm soruları -dinleyicilerin salonu terk etmeye başladığı anlarda- üçüncü oturum konuşmacılarının cevaplaması gibi garip bir durum ortaya çıkmıştır.

Dinleyicilerin de, aynen konuşmacılar gibi sağlık sorunları, başka bir program ya da iş nedeniyle istediği an toplantıdan ayrılma tercihinin dikkate alınmaması nedeniyle, adeta 6,5 saat bekle, sorunu ancak ondan sonra sor ya da katkını ondan sonra ver denilmiş, önceden hazırlandığı anlaşılan bildiri hakkında dinleyicilerin görüşünü sormak hiç kimsenin aklına gelmemiştir.

3) Söz konusu toplantının başlığı “İzmir, Yerel Seçimler ve Toplumcu Belediyecilik” olmasına karşın hiçbir konuşmacının konuyu İzmir‘e ve yaklaşan yerel seçimlere getirmemesi toplantının hangi amaçla yapıldığı konusundaki kaygılarımızı güçlendirmiştir. 15 konuşmacıdan sadece Dr. Turgay Gülpınar‘ın konuşma konusu itibariyle 1970’li yıllardaki Gültepe Belediyesi ile belediye başkanı Aydın Erten‘den söz etmesi, TMMOB Jeoloji Mühendisleri Odası İzmir Şube Başkanı Koray Önalan‘ın da depreme dirençli kentlerle ilgili konuşmasının bir bölümünde, 30 Ekim 2020 tarihli Sisam Depremi‘nin Bayraklı, Bornova ve Karşıyaka‘da yarattığı ağır tahribatı anlatırken İzmir‘den söz etmesi dışında diğer 13 konuşmacının hiçbiri İzmir‘in ve yaklaşan yerel seçimlerin toplumcu belediyecilikle ilgisini, yaşadığı sıkıntı ve sounları ele almamış, bu konuda hiçbir şey söylememiştir.

Dileğim, konuşmacıların söyledikleri kadar dinleyicilerin de görüşlerine önem ve değer verilmesi, “ben/biz biliriz ey ahali, gelin bizi dinleyin, bizi alkışlayıp destekleyin” anlayışından uzak karşılıklı etkileşime dayalı demokratik bir toplantı ortamının yaratılması ve toplumcu belediyecilik bağlamında İzmir‘in sorunlarını ele alıp tartışmaktan kaçınılmamasıdır.

Aynı yanlışlıkların, TMMOB İzmir İl Koordinasyon Kurulu tarafından 22-23 Aralık 2023 tarihlerinde İzmir Mimarlık Merkezi‘nde yapılacak 3. İzmir Kent Sempozyumu‘nda yapılmaması dileğiyle…

Şirket belediyeciliği, toplumcu belediyecilik midir?

Ali Rıza Avcan

Şirket… Sözlüklere baktığımızda şirketin, gerçek veya tüzel kişilerin emek, mal ya da paralarını ortaya koyarak para kazanmak; yani üretilen artı değerden pay almak amacıyla kurdukları bir işletme anlamına geldiğini görürüz.

Amerikan Rüyası“: Kör bir adalet, yazarkasaya dönüşmüş mide, domuzla taşınan para kasası, deve sırtında petrol ve tüm eski değerlerin hüznü…, Salvador Dali

Kapitalist sistem, “laissez faire, laissez passer“; yani, “bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler” dediği günden bu yana şirketi sistemin merkezine koyarak kutsuyor ve kimsenin ona dokunmadan, onu yasaklamadan çalışması için elinden ne geliyorsa onu yapıyor. İşte o nedenle, her bir ülkenin başta ticaret kanunu olmak olarak tüm ticaret mevzuatı sonsuz bir esneklikle şirketlere hizmet ediyor. Hatta bu konuda karşımıza Man, Jersey, Cayman adaları gibi öylesine ülkeler çıkıyor ki, o ada ülkeleri adeta uluslararası şirketlerin her şeyi yapabildikleri, ellerindeki kara parayı rahatlıkla aklayabildikleri bir çamaşır makinası özelliği ile öne çıkıyor. Bu anlamda şirketlere ait her türlü bilgi, “ticari sır” denilerek kamuoyunun dikkatinden kaçırılıyor. Yolsuzluk da, kara para aklama da, kadın ticareti de, uyuşturucu satışı da hep bu “ticari sır” ardına sığınılarak yapılıyor ve bütün bunlar yeni yeni çıkarılan hukuki düzenlemelerle kolaylaştırılıyor.

Diğer yandan da kamu düzeni ile ilgili her türlü kurumun şirketleşmesi, kurum yöneticilerinin şirketmiş gibi düşünüp davranması için büyük bir ideolojik mücadele veriliyor. Merkezi ve yerel yönetimlerle vakıfların ve hatta derneklerin bile açık ya da gizli bir şekilde şirketleşmesi, şirket gibi yönetilmesi, kendilerini şirket gibi hissetmeleri için büyük bir beyin yıkama faaliyeti yürütülüyor.

Bu bağlamda, “toplumcu belediyecilik” denilen olgunun ortaya çıktığı yıllarda; ne Terzi Fikri‘nin Fatsa Belediyesi, ne Aydın Erten‘in Gültepe Belediyesi‘nin kapitalizmin kalesi olan şirketlerinin bulunmadığını, yaptıkları her şeyi şirket kurmadan bizatihi kendilerinin yaptığını unutmamamız gerekiyor. O zamanlar belediye başkanları, meclis üyeleri, belediye çalışanları ve mücadele katılan halk her şeyi belediye eliyle gerçekleştiriyor, hizmet denilen her şey belediyenin parası, çalışanı ve malzemesi tarafından üretiliyor, halkın bu üretime katılması sağlanıyor; böylelikle belediyenin halkın belediyesi olması sağlanıyordu. Hiç unutmam, teftişe gittiğim Anadolu yerleşimlerinde akşamları elektrikler kesildiğinde belediye başkanı, belediye çalışanı ile birlikte herkes dışarlara çıkar, ne yapabilirim düşüncesiyle işe yaramaya çalışırdı. Şimdi ise, herhangi bir belediye hizmetinin kesilmesi ya da aksaması durumunda bulunduğumuz yerde durup o hizmetin yeniden gelmesini bekler hale geldik… Çünkü o tarihlerde belki “katılım” sözcüğü bugünkü anlamında kullanılmıyor; ama eylemde ortaya çıkan o katılım en sahicisinden, en samimisinden hayata geçiyor, halk sorunların çözümüne bizzat katılıp işin içinde olmak için neoliberallerin “katılım” kavramını icat edip bir ilaç gibi sunmalarını beklemiyordu.

Şirket’e tapmak…

Yolsuzluk, hırsızlık, yağma, yalan ne varsa hepsi, belediyelerde şirketlerin ortaya çıkması ile arttı, azgınlaştı ve yaygınlaştı. Çünkü şirketlerle ilgili kanunlar, yönetmelikler yalan üzerine kurulu kapitalist sistemi ihya etmek adına her şeye izin veriyor, “bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler” diyerek her şeyi, özellikle de yalanı meşrulaştırıyor. Yasaların, yönetmeliklerin sağladığı bu kolaylık ve teşvikler hem iktidarın, hem de muhalefetin belediyelerine yaradığı için de, herkesin hayatından memnun olduğu bir ortamda namus ehli kimse de çıkıp bu durumu kaldıralım ya da değiştirelim demiyor, diyemiyor.

Üstüne üstlük, şimdilerde CHP genel başkan yardımcılığı ile onurlandırılıp Rönesans Holding‘in şirketi Florya Gayrimenkul Yatırım İnşaat Turizm Sanayi ve Ticaret Anonim Şirketi’nin avukatlığını yapan ve Üçkuyular‘daki İzmir İstinyepark ile ünlenen CHP İzmir milletvekili Murat Bakan‘ın, bu yolsuzlukları tahrik edercesine 2016 yılında belediye şirketlerinin ihalesiz iş yapması için kanun teklifi verdiğini hatırladığımızda…

https://www.kentstratejileri.com/2016/10/16/bir-chp-milletvekili-belediye-sirketlerinin-ihalesiz-is-yapabilmesi-icin-kanun teklifi-verirse/

Ama ondan önce, halkın zorunlu ihtiyaçları için kurulan tanzim satış mağazalarının yer yer ve zaman zaman yararlı işler yaptığını bilmekle birlikte; oralarda yöneticilik yapanların tabaktaki bala parmaklarını sokarak yolsuzluk, hırsızlık yapmayı nasıl keşfettiklerini, kendi ‘özel ihtiyaçlarını‘ nasıl karşıladıklarını, oradan kazandıkları deneyimle ileride özel sermayeye pazarlayacakları TANSAŞ‘ı, aynı anlayışla kurdukları KİPA‘yı nasıl dönüştürdüklerini, bugünlerde bir efsane gibi anlatılan tanzim satışların yolsuzluk, hırsızlık ve sahtekarlık suçlarının kaynağı olmaya başladığını söyleyebiliriz. Geriye doğru dönüp baktığımızda, aklımıza tanzim satışla ilgili birçok soruşturma ve ceza alan belediye başkanı ve tanzim satış yöneticisi gelir… Hele ki, yaşadığımız kentte beyaz peynir üzerinden yapılan yolsuzluklara kimlerin bulaştığını, bu şahısların nasıl zenginleştiklerini konu ile ilgisi olanlar gayet iyi bilirler. Aynen 1940’lı yıllardaki olağanüstü savaş ortamında ortaya çıkan vurguncu savaş zenginleri gibi…

Devlet adına belediyeleri denetleyip soruşturmalar yaptığım yıllarda, ben dahil tüm meslektaşlarımı en fazla zorlayan şeyin, tanzim satış mağazalarının denetimi olduğunu itiraf etmek isterim. Ticari işletme tekniğinin karmaşıklığı ve esnekliği içinde bilgisayarın olmadığı bir ortamda zorunda ihtiyaç malzemesi olmayan yüzlerce malın giriş ve çıkışını takip edebilmek, bir büyük ya da küçük baş hayvandan yerine ve zamanına göre göre kaç kilo kıyma, kaç kilo kuşbaşı et, kaç kilo biftek ya da bonfile çıkacağını hesaplamak, her bir malzemedeki fire ile boş çuval gibi üretim sonrası ortaya çıkan malzemelerle ilgili kritik konular bizleri hep zorlar, her biri ayrı bir soruşturma konusu olurdu. Ama aramızdaki “Semih abi” gibi çocukluğu babasının Feneryolu‘ndaki bakkalında geçtiği için hangi konularda nasıl sahtekarlık yapıldığını gayet iyi bilen kamu denetçileri, bu konuda yapılmış tüm yolsuzlukları eliyle koymuş gibi ortaya çıkarır, bizleri de kıskandırırdı.

Bu anlamda, hem devlet adına denetim ve soruşturmalar yaptığım, hem de cephe değiştirip belediyeleri ve başkanlarını devlete, baskıcı merkezi vesayete karşı savunduğum danışmanlık dönemlerinde karşıma tek bir tane bile olsa belediye şirketi çıkmadı, hiçbirini denetlemedim ya da inceleyip soruşturmasını yapmadım. Hoş zaten istesem bile, böyle bir şey yapamazdım; zira mevcut ticaret mevzuatı o şirketleri ihale mevzuatı dışında tutarak koruyor, böyle bir şey yapmamıza izin dahi vermiyordu…

Daha sonra belediyelerin şirket kurduklarını duymaya başladığımda, bunun Turgut Özallı yıllardaki özelleştirme furyasının belediye ayağını oluşturduğunu, asıl amacının ise, belediyelerdeki ihale mevzuatının getirdiği kural ve yasakları aşmak düşüncesi olduğunu anladım.

Şirket: “Beni kör kuyularda merdivensiz bıraktın

İzmir‘e yerleştiğim 1997-1998 döneminde ise, belediyelerce kurulmuş şirketleri birer birer tanımaya başladım. İzmir Yerel Gündem 21 Yürütme Kurulu‘nda yer aldığım 2001 yılında benim önerim üzerine gerçekleştirilen ülkemizdeki ilk sivil toplum fuarı olan 1. İzmir Sivil Toplum Kuruluşları Fuarı ile Uluslararası İzmir Sivil Toplum Sempozyumu‘nda organizasyona İzmir Büyükşehir Belediyesi ve IULA-EMME dışında İZFAŞ’ A.Ş.‘nin de katılmasını önerdiklerinde, yapacağımız sivil etkinliğin ticari bir şirketle bir araya gelmesini istemediğim için, aslında belediye bütçesinden rahatlıkla yapabilecekleri birçok harcamayı sırf bu şirket üzerinden yaparak ihale mevzuatının getirdiği şekil ve şartları aşmak istediklerini anladım.

2012 yılında Kuşadası Belediyesi adına yaptığım “Kuşadası Belediyesi İmaj, Algı Araştırmaları ve Marka Kent Kurumsal Kimlik Çalışmaları” kapsamında yaptığım gözlemler sırasında da, bir araya gelen iki, üç kişinin kurduğu bir şirketin, o tarihlerdeki mevzuata göre alınması gereken Bakanlar Kurulu izin şartı aranmaksızın belediyeye bağışlanabildiğini, daha sonraki yıllarda da bu bağış yönteminin bir alışkanlığa dönüşerek Kuşadası Belediyesi‘nin 2022 yılı itibariyle kavgalara döğüşlere konu olan dört ayrı şirkete sahip olduğunu öğrendim.

Yakın zamanda ise, ipin ucunu iyice kaçıran İçişleri Bakanlığı, yayınladığı bir genelge sayesinde belediyelerin istedikleri kişilerle şirket kurabildiklerini, bunu engelleyen herhangi bir yasal düzenlemenin ya da şartın mevcut olmadığını, şirket kurma konusunda belediyelere büyük bir özgürlük tanındığını büyük bir şaşkınla öğrendim.

Anlaşılan o ki, yakında çıkarılacak yeni hukuki bir düzenleme ile belediyelerin de şirkete dönüşmesine izin verilecek!

İçişleri Bakanlığı‘nın şirket kurma, mevcut şirketlere katılma ya da şirketlerin bağışlanması suretiyle devredilmesini veya istediğin biriyle gidip bir şirket kurmayı mümkün kılan politika ve uygulamaları nedeniyle başta büyükşehir belediyeleri olmak üzere neredeyse tüm il, büyükşehire bağlı ya da bağlı olmayan ilçe ve belde belediyelerinin kendilerine bağlı binlerce şirketinin şişkin ciroları ve çalışan kadrolarıyla adeta belediyelerle rekabet eden bir şekilde ortaya çıkmaya başladığına tanık olduk.

İzmir Büyükşehir Belediyesi 2022 Yılı Sayıştay Denetim Raporu, Sayfa 19.

Örneğin 2021 ve 2022 yılları Sayıştay denetim raporları üzerinden yaptığımız bir araştırma sonucunda, İstanbul Büyükşehir Belediyesi‘nin doğrudan hissedarı olduğu 22, mevcut belediye şirketlerinin hissedarı olduğu 8 şirket olmak üzere toplam 30 şirkete, Ankara Büyükşehir Belediyesi‘nin doğrudan hissedarı olduğu 10, mevcut belediye şirketlerinin hissedarı olduğu 5 şirket olmak üzere toplam 15 şirkete, Çankaya Belediyesi‘nin doğrudan hissedarı olduğu 6 şirkete, Konak Belediyesi‘nin doğrudan hissedarı olduğu 2, belediye şirketlerinin hissedarı olduğu 1 şirket olmak üzere toplam 3 şirkete, en halkçı-devrimci belediye olarak bilip tanıdığımız Dersim Belediyesi‘nin bile 1 adet şirkete sahip olduğunu belirledik.

Sıra İzmir Büyükşehir Belediyesi‘ne geldiğinde ise işin farklı bir boyutta değiştiğini görürüz. Çünkü İzmir, Ankara ve İstanbul‘un nüfusuna göre daha küçük bir kent olmasına rağmen; diğer büyükşehir belediyelerine fark atacak kadar şirket zengini bir belediye olduğu görülmektedir. Hele ki bu işe ilçe belediyelerindeki onlarca şirketi de kattığımızda…

Sayıştay‘ın 2022 yılı denetim raporuna göre, İzmir Büyükşehir Belediyesi‘nin doğrudan hissedarı olduğu 16, belediye mevcut şirketlerinin hissedarı olduğu 9 şirket olmak üzere toplam 25 şirketi bulunmakta. Buna Sayıştay denetçisi tarafından hazırlanan yukarıdaki listede yer almayıp 2021 yılında İzenerji tarafından 2.000.000.- TL sermaye ile kurulan İZETAŞ Anonim Şirketi ile yakın zamanda belediye şirketi İzenerji‘nin % 49 ortaklığı ile kurulan İzgüneş‘i de ilave ettiğimizde sayı 27’yi bulmaktadır.

Bu durumda;

2022 yılı nüfusu 15.907.951 nüfusu bulan İstanbul‘da ortalama 530.265 kişi başına 30 şirket,

2022 yılı nüfusu 5.782.285 olan Ankara‘da ortalama 385.486 kişi başına 15 şirket varken

2022 yılı nüfusu 4.462.056 olan İzmir‘de de ortalama 165.261 kişi başına 27 şirket olduğunu, belediyenin bu haliyle tüm belediye hizmetlerini şirketlerine devrederek ve böylelikle birçok yasal kural ve kısıtlamadan kurtularak koskocaman bir holding yarattığını görürüz. Tabii ki şirket sayısının şimdilik bu düzeyde kalacağını varsaydığımızda…

Artık bundan böyle, “biz bilgi edinme kanunu kapsamında değiliz“, “sorduğunuz husus ticari sır kapsamına girmektedir“, “bu konularda kamuoyuna bilgi verilmesi mümkün değildir” ya da “sorduğunuz sorular kişisel verilerin korunması ile ilgili mevzuat kapsamına girmektedir. O nedenle açıklayamayız” diyen, kamu kaynakları ile kurulduğu halde çoğunda belediye hissesi % 51’ye ulaşmadığı için Sayıştay denetimine tabi olmayan, bu arada devamlı zarar edip zararları belediye bütçesinden karşılandığı halde binlerce işçi çalıştıran bu şirketlerle; daha doğrusu koskocaman bir holdingle karşı karşıyayız…

Üstüne üstlük bu şirketlerin genel müdür, yönetim kurulu başkanı, yönetim kurulu üyesi, murahhas üye, koordinatör gibi yüzlerce koltuğu var ki; kendilerinden o şirketin faaliyet konusu ve alanı ile ilgili olarak; örneğin restoran, kafe ve büfe işletmeciliği yapan Grand Plaza A.Ş. ya da İzmir Körfezi içinde deniz yoluyla yolcu taşımacılığı yapan İzdeniz A.Ş.‘in gerektirdiği bilgi, birikim, deneyim ve beceriye; yani, o iş için gerekli olan yeterliliğe (liyâkat) sahip olmayan kişileri bu şirketlerde üst yönetici olarak görevlendirildiği, o kişilerin de “bu şirketin faaliyet konusu ve alanı benim uzmanlık alanıma girmiyor, ben burada verimli olamam” diyerek itiraz etmedikleri bir süreçte, bu kişilere kah -zaman zaman aldıkları rakamları küçümseseler de- huzur hakkı adıyla, kah başka adlarla ne miktarda ödeme yapıldığını ya da devamlı zarar eden bu şirketlerden para alan bu şahısların ortaya çıkan kamu zararında ne ölçüde pay sahibi olduklarını dahi bilmiyoruz. Ama hemen arkasından geçmiş seçimlerde milletvekilliğine, belediye başkanlığına ya da belediye meclisi üyeliğine aday olup seçilemeyenlerin, Eren Erdem gibi siyasi kimliği tartışmalı kişilerin, barış imzacısı olma vasfını kendi kişisel menfaati için kullanan akademisyenlerin, özel şoförlerin, Suat Çağlayan gibi eski bakanların, Erdal İzgi gibi eski belediye başkanlarının ya da gelecek seçimlerde aday olmayı hedefleyen siyasi adayların bu koltuklara layık görüldüğüne tanık oluyoruz. Aslında çoğunun atandığı görevle ilgili bir bilgisi, birikimi, deneyimi ve becerisi; yani uygun görüldüğü işle ilgili herhangi bir yeterliliği, liyakati olmadığı halde bu şekilde satın alınan bu kişiler, -ne yazık ki- kamu kaynaklarını sömüren tahta kuruları gibi gövdenin tümüne yayılmış vaziyette. Onların tek özelliği atamayı yapan belediye başkanı ile Mason localarından, birlikte okudukları okuldan ya da siyasi, kişisel, ailevi ya da özel tercihleri nedeniyle bir yakınlıklarının, bir muhabbetlerinin olmasıdır. Çünkü onlar kendilerine verilmiş o koltuğu korumak için bildiği, tanık olduğu ya da altına imza attığı yanlış işleri hiçbir şekilde eleştirmeyip devamlı övmek, parlatmak zorundadırlar… Çünkü efendileri sayesinde gittikleri yerde doyup tıkanıncaya kadar beslenip “sahibinin sesi” olarak velinimetinin sesini yankılayıp çoğaltarak kendisinden beklenen şeyleri yapmak zorundadırlar… Ama bir yandan da doğru ya da yanlış, çoğu suç olan eylemlerle küplerini doldurmaktan ya da birilerinin işine yaramaktan da kendilerini alamazlar. Hele ki seçim öncesi dönemlerde…

Şirket ve şirkete dair her şey…

Çünkü kapitalizmin kutsal kanunlarına göre, içinde bulunup etinden, sütünden, kılından tüyünden yararlandıkları şirketler, titizlikle korunup kollanması gereken kapitalizmin kutsal mekânlarıdır. O kutsallığın başına bir şeyin gelip etkisini kaybetmesini hiç istemezler. O nedenle, kentin ortasındaki Basmane Çukuru, 32 yıldır tek bir kuruş getirmeyen İzmir Hilton Oteli, Konak Pier, Kültürpark, Şehirlerarası Otobüs Terminali, tarihin getirip bize teslim ettiği Kemeraltı ve Basmane‘nin soylulaştırılıp ticari bir mal olarak pazarlamasına karşı seslerini çıkarıp itiraz edemezler. Bir zamanlar itiraz edip seslerini çıkarmış olsalar bile kendilerine sunulan lütuflardan sonra dut yemiş bülbüle dönerler… Onlar sadece yerel yönetimlerin neden olduğu sorunlar yerine, iktidarın neden olduğu sorunları suret-i haktan bir tavırla havanda dövüp dururlar ve sahici olmadıkları, insana dokunmadıkları için de başarıyı bir türlü yakalayamazlar. Örneğin göçmen, mülteci ve sığınmacılar ya da yoksulluk gibi konularda, bir şeyler yapar gözükmekle birlikte çalıştığı kendi belediyesi cadde ve sokaklardaki Arapça tabelaları söküp kaldırdığında ya da İzmir Büyükşehir Belediyesi‘ndeki kadın yöneticilerin bazıları etek boyu denetimi yaptığında sus pus olurlar. Sadece sadece neoliberal anlayışın geliştirip ortaya attığı “dayanışma“, “kentsel ağlar“, “kentsel katılım“, “çoğulculuk“, “yoksulluk“, “yerel kalkınma” ve “dirençli kent” gibi kavramları sınıfsal özünden koparıp insan hakları boyutunda ve kapitalist sistemle ilişkisini ortaya koymadan, bizim oyalanıp durabileceğimiz konularmış gibi anlatır dururlar. Çünkü onların arkasındaki dokunulmaz kutsal şirketler, holdingler, bu şirket ve holdingleri destekleyen AB Türkiye Temsilciliği, Avrupa kalkınma ajansları ve onların denetiminde kurulan vakıf ve dernekler, kendi mahallesinin kendi “beşli çeteleri” ve “başka bir tarım” adıyla endüstriyel tarım şirketlerini destekleyen politika ve uygulamalar, ceplerinde de oralardan aldıkları paralar vardır…

Artık bundan böyle, İzmir Büyükşehir Belediyesi ve diğer ilçe belediyeleri, kendi işgücü, mali kaynakları ve teknolojisi ile iş yapmayı unutmuş, her şeyi şirketlerine; hatta şirketleri eliyle İZSİAD adıyla dernekleşmiş sermayedarlara kurdurttuğu kooperatiflere devretmiş; böylelikle, her işi yolsuzluğa, yağmaya ve hırsızlığa hazır hale getirmiştir. O nedenle de, Kültürpark‘ın bakımı ve sulaması bile artık ihale edilmekte, bu işin belediye imkanları ile yapılması akla dahi getirilmemektedir…

Ondan sonra da yıllardır o şirketleri arkasına alıp oralardan beslenenler, o şirketlerde proje adıyla araştırmalar yapıp kitap yazanlar, 2019 yılında yaptıkları Kemeraltı araştırmasının sonuçları halen teslim etmeyip kamuoyu ile paylaşmayanlar, tırmak işareti içindeki “Toplumcu Belediyecilik” adına sipariş ettikleri bir organizasyonda karşınıza çıkıp oldukça ikna edici bir söylemle bu işin psikolojisini, dayanışma ağlarını, kentteki yoksulluk durumlarını anlatmaya kalkarlar.

https://www.kentstratejileri.com/2020/06/03/vahsi-kapitalizmin-karanlik-yuzu-şirketler/

Şimdi gelelim en önemli soruya;

İşte bu soruyu, yıllar önce hem ilginç ve farklı yaklaşımları hem de “Zardanadam“‘ın kurucusu olarak müzik yaşamına kattığı zenginlikle beğenip değer verdiğim Erbatur Çavuşoğlu ile Murat Cemal Yalçıntaş birlikte sormuşlar. 22-24 Ekim 2009 tarihleri arasında İzmir Büyükşehir Belediyesi Ahmet Piriştina Kent Arşivi ve Müzesi‘nde yapılan ve benim de bizzat katıldığım “İzmirli Olmak Sempozyumu“nda sunulan ve daha sonra Deniz Yıldırım ile Evren Haspolat tarafından derlenip yayınlanan “Değişen İzmir’i Tanımak” isimli kitapta yer alan bu makale, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Mimarlık Fakültesi Şehir ve Bölge Planlama Bölümü Planlama Atölyesi II çalışmaları kapsamında 2008–2009 akademik yılında Dikili‘de, Osman Özgüven‘in belediye başkanlığını sürdürdüğü yıllarda gerçekleştirilen anket, mülakat ve gözlemlere dayanmakta ve bütün bu araştırmaların özeti olarak belediye düzleminde anti-kapitalist politika ve uygulamalar ortaya konulmadan ve yapılan işlerin sürekliliği için gerekli örgütsel bir yapı oluşturulmadan toplumcu belediyecilik yapılamayacağını ortaya koymakta.

İşte bu bağlamda, toplumcu belediyecilik yaptık, yapıyoruz ya da yapacağız diyenler ya da toplumcu belediyecilik adına söz söylemeye çalışanlar, acaba kapitalist sistemin her geçen gün uluslararası kuruluşları, devleti, üniversiteleri, medyayı, holding ve şirketleri, sivil toplumu ve benzerlerini kullanarak üzerimizde kurduğu ekonomik, toplumsal, kültürel ve ideolojik ağlarla bizi teslim aldığı bir ortamda, toplumcu belediyeciliğin mümkün olup olmadığını, anti-kapitalist olmadan, anti-kapitalist politika ve uygulamalar geliştirmeden ve kapitalizmin yararlı aletleri olan şirketleri kullanmadan, onların içinde yer almadan ve nimetlerinden yararlanmadan toplumcu belediyeciliğin nasıl yapıldığını ya da yapılacağını bize anlatmalıdırlar…

Yararlanılan Kaynaklar

1) Aksakal, P.Bir Yerel Yönetim Deneyi (Fatsa Devrimci Yol Davası), Simge Yayınevi, 1989.

2) Aksakal, P. , Fatsa Gerçeği, Penta Yayınevi, 2007.

3) Ankara Belediyesi Başkanlık Uzmanları, Toplumcu Belediyecilik, Ankara Belediyesi Basın Yayın ve Halkla İlişkiler Müdürlüğü, Mayıs 1977, 96. sayfa.

4) Bayramoğlu, S., Toplumcu Belediye, Nam-ı Diğer Belediye Sosyalizmi, Notabene Yayınları, 2015, Ankara, 181 sayfa.

5) Sedat Göçmen, (Söyleşi: İlbay Kahraman), Fırtınalı Denizi Yolcuları, Ayrıntı Yayınları, 2013.

6) Gültekin, A.K., Gündoğdu, Devrimci-Halkçı Yerel Yönetimler, Patika Yayınları, İstanbul, 2013, 240 sayfa.

7) Kamalak, İ., Gül, H. (Der.) Yerel Yönetimlerde Sosyal Demokrasi, Toplumcu Belediyecilik, Teorik Yaklaşımlar, Türkiye Uygulamaları, SODEV, Sosyal Demokrasi Vakfı, Kalkedon Yayınları, 2. Baskı, İstanbul, Mayıs 2013, 352 sayfa.

8) Toplumcu Belediyeler Bildirgesi, 2013, Ankara.

9) Uyan, M. M. Toplumsal Dalganın Kırılışı, Fatsa 1978-1980, Arayış Yayınları, 321 sayfa.

10) Yıldırım, D., Haspolat, E. (Der.) Değişen İzmir’i Anlamak, Phoenix Yayınları, Nisan 2010, Ankara, 638 sayfa.

11) Yıldırım, S. Yeni Toplumcu Belediyecilik Üstüne, Çankaya Belediyesi, Kasım 2013, Ankara,200 sayfa.

Toplumcu Belediyecilik

YEREL YÖNETİMLERDE SOSYAL DEMOKRASİ – TOPLUMCU BELEDİYECİLİK – TEORİK YAKLAŞIMLAR, TÜRKİYE UYGULAMALARI

Derleyenler: İhsan Kamalak ve Hüseyin Gül

Kalkedon Yayıncılık, SODEV Kitaplığı, 2.Baskı, İstanbul, Mayıs 2013


Bu kez sosyal demokrasi açısından; daha doğrusu CHP açısından Toplumcu Belediyecilik olgusunu inceleyen, o nedenle de Sosyal Demokrasi Vakfı – SODEV tarafından sahiplenilen bir kitapla karşı karşıyayız.

İhsan Kamalak ve Hüseyin Gül tarafından derlenen kitapta profesör, doçent, yardımcı doçent ve araştırma görevlisi unvanına sahip 11 ayrı akademisyenin tek başına ya da birlikte yazdıkları 11 ayrı bilimsel makalesi var.

Kitabın önsözü olarak Sosyal Demokrasi Vakfı Başkanı Erol Kızılelma tarafından yazılan tanıtım metni ise şu şekilde:

Kentlerimiz hızlı bir dönüşüm içersinde. Ancak, değişimi belirleyen temel politikalar, kentin kendi dinamikleri yerine, kenti getirim sağlama aracı olarak gören küresel sermaye uzantıları tarafından oluşturulmaktadır. Halbuki yerel yönetimler, yerel kamusal hizmet birimleridir. Yerel kamusal hizmetlerin en yüksek yurttaş katılımıyla ve en saydam yöntemlerle halka ulaştırılması gerekmektedir.

Ama kentlerimiz, belediyelerdeki, neoliberal politikaların, yağma ve talan uygulamalarının sonucunda, sağlıksız yaşam alanlarına ve kitlesel nüfus yoğunluklarının buluştuğu ortamlara dönüşmektedir. Toplumsal alanda yaşanan sosyal ve kültürel yozlaşmanın, getirim ekonomisinin etkin olmasını sağlayan piyasacı bir anlayışın siyasete egemen olmasının, plansız sanayileşme ve çarpık kentleşmenin etkisi ile sağlıksız bir büyüme göstermektedir. Yolsuzluğun, yoksulluğun, işsizliğin derinleştiği kent ortamlarında, piyasacı güç ve dinamikler ile emekçi sınıfların karşı karşıya bulunduğu yeni bir süreç yaşanmaktadır.

Kentlerimiz ve kentte yaşayan insanların ihtiyaçları olan temel yaklaşım, önceliğinde insan olan toplumcu ve halkçı belediyecilik anlayışıdır. Katılımcılığın önünü açan, kentsel demokrasiyi temel alan, toplumun değişik kesimlerine karar alma süreçlerinde söz ve karar hakkı tanıyan, adil, saydam ve ayrımcı olmayan bir belediyecilik. Toplumsal, katılımcı ve sosyal belediyecilik anlayışının temel ilkeleri olarak çağdaşlığın, özgürlüğün, dayanışmanın ve katılımcılığın altını kalınca çizmek gerekiyor.

Sosyal demokrat ve toplumcu belediyecilik anlayışı, kamunun, halkın, kentlinin çıkarlarını her şeyin üzerinde görmeli, buna uygun üretken, verimli politikalar oluşturmalı ve kent planlamaları yapmalıdır. Doğayı ve çevreyi korumalıdır. Kentlerin tarihine, tarihsel ve kültürel değerlerine sahip çıkmalıdır. Uygulamada saydamlık ve dürüstlük tartışılmaz olmalıdır.

Sosyal Demokrasi Vakfı birkaç dönem, İstanbul’da TÜSES’le Ankara’da ise Mimarlar Odası işbirliği ile Yerel Yönetimler Okulu adı altında bir çalışma düzenlemiştir. Keşke olanaklarımız elverse, bu çalışmalarımızda süreklilik sağlayabilseydik. Ama yaşamın kendisi bize bunu dayatmaktadır. Popülizmin, iş bitiriciliğin, cemaatçiliğin yozlaştırdığı belediyecilik anlayışının yerine, geçmişte de örnekleri verilmiş olan Toplumcu Belediyecilik anlayışının geçirilmesi zorunludur. Sosyal demokrasi, hem kendi deneyimleri ve birikimleri ile hem de evrensel örneklerden yararlanarak ülkemizde de Toplumcu Belediyeciliğin tekrar etkin olması için çaba göstermelidir.

Biz SODEV olarak, Sosyal Demokrat Belediyecilik anlayışının, Toplumcu Belediyecilik anlayışının siytasi kadrolarca bilinmesi amacıyla üstümüze düşenleri yapmak kararlılığındayız. Bu anlamda değerli dostumuz ve şimdi artık bir SODEV üyesi İhsan Kamalak ile yine değerli arkadaşımız Hüseyin Gül’ün bu derlemesinin “Toplumcu Belediyecilik” anlayışının iktidara yürüyüş yolunda çok önemli katkıda bulunacağının bilincindeyiz. Derlemeyi hazırlayan bu iki arkadaşımız ile yazılarıyla katkıda bulunan akademisyen arkadaşlarımıza çok teşekkür ederiz.

Dileğimiz bu önemli katkının hem “Toplumcu Belediyecilik” anlayışının gençlerimiz tarafından bilinmesi için üniversitelerimiz tarafından değerlendirilmesi, hem de sosyal demokrat siyasi kadroların bir başucu kitabı olmasıdır.”

SCX-3200_20170921_10562501Bu akademisyenlerin yazdıkları makaleleri şu şekilde sıralayabiliriz:

Önsöz

Derleyenlerin Önsözü

Giriş: “Sosyal Demokrasi ve Yerel Yönetimler – Gecikmiş Bir Adım” – İhsan Kamalak

Sosyal Demokrat İlkelerin Yerel Düzeyde Uygulanması Üzerine Bir Deneme: Türkiye Örneği” – İhsan Kamalak, Hüseyin Gül, Eylem Beyazıt

Sosyal Devlet ya da Refah Devleti Nedir?” – Songül Sallan Gül

Türkiye’de ‘Belediyecilik Anlayışı’nın Dönüşümünü Küreselleşme Üzerinden Okumak” – Şenol Adıgüzel

Toplumcu Belediyeciliğin Doğuş Koşulları Üzerine” – Mahmut Güler

Yerel Liderlik, Toplumcu Belediyecilik ve Ali Dinçer: 1977-1980 Dönemi Ankara Belediyesi“, S. Ulaş Bayraktar, Mehmet Penbecioğlu

Sosyal Demokrasinin Deneyim Alanı Olarak ‘Ankara Belediyeciliği”: Karayalçınlı Yıllar” – Muharrem Güneş

Sosyal Demokrat Belediyelerin 1989-1994 Deneyimini Toplumcu Belediyecilik Üzerinden Değerlendirmek” – Mahmut Güler

Yerel Yönetim Reformları Işığında Yerel Yönetimlerin Hareket Alanları: Toplumcu Belediyecilik Mümkün mü?” – Hacı Kurt

Toplumcu Belediyecilik ve Kent Kapılarını Sermayeye Açan Anahtar Olarak Kentsel Dönüşüm” – Cem Ergun, Hüseyin Gül

Sonuç Yerine: Yerelleşme ve Toplumcu Belediyecilik” – Yeşim Edis Şahin

 

Devrimci-Halkçı Yerel Yönetimler: Umut ve Mücadele Mekanlarından Deneyimler

Hatırlasanız 16 Haziran 2012 tarihinde yapılan Devrimci-Halkçı Yerel Yönetimler Çalıştay‘ı ile ilgili “Devrimci-Halkçı Yerel Yönetimler Atölye Sonuç Metinleri” isimli kitabın tanıtımını daha önce yapmıştık.

Şimdi ise yine, geçtiğimiz günlerde yayınladığımız Prof. Dr. Can Hamamcı‘ya ait  “Devrimci – Halkçı Bir Yerel Yönetim Deneyimi: Fatsa Belediyesi” başlıklı makalenin  de yer aldığı ve 2011 yılının Aralık ayında Ankara’da yoğun bir katılım ile gerçekleştirilen Devrimci-Halkçı Yerel Yönetimler Sempozyumu’nda sunulan bildirileri içeren “Devrimci-Halkçı Yerel Yönetimler: Umut ve Mücadele Mekanlarından Deneyimler” isimli kitabın tanıtımını yapmak istiyoruz.

Kitaba konu olan 2011 Aralık tarihli Devrimci-Halkçı Yerel Yönetimler Sempozyumu dönemin sosyalist görüş ve programa sahip belediyeleri, akademisyenleri, emek ve demokrasi güçlerinin desteği ve katılımı ile düzenlenmiş ve yerel yönetimlerin devrimci potansiyeli ve halkçı belediye uygulamaları üzerine bir tartışma zemini oluşturmuştu. Sempozyum programındaki ve katılımdaki yoğunluk, tartışmanın güncelliğini ve gerekliliğini ortaya koyuyordu. Sempozyuma gösterilen bu ilgi üzerine, yerel yönetimlere tarihsel, kuramsal ve siyasal yaklaşımlar ile dünya ve Türkiye’deki anti-kapitalist yerel yönetim uygulama ve deneyimlerini konu edinen etkinlikte sunulan bildiriler derlenerek kitaplaştırıldı. 

Ülkemizdeki kentsel toplumsal hareketlerin bir parçası olan sempozyum konu ve tartışmaları bugün hala güncelliğini ve önemini koruyor. 2014 yerel seçimleri sonrasında ortaya çıkan umudun ve yerel yönetimlerdeki farklı yeni uygulamaların güvenlik odaklı politikalar nedeniyle ortadan kalktığı bugünkü sıkıntılı süreç bulunduğumuz yerleri umut ve mücadele mekânlarına dönüştürme mücadelesinin önemini ortaya koymaktadır. 

Tartışmanın temel konularını kapsayan sempozyum bildirileri kitabı bu anlamda başvurulacak bir rehber niteliğinde. 

* Bülent BATUMANKapitalizm, Kent ve İktidar
* Fuat ERCANSermaye Birikiminin Saçılma Sürecinde Yerelin Kapitalistleşme Eğilimleri ve Anti-Kapitalist Yerellikleri Düşünmek
* Yüksel AKKAYAYerel Yönetimler ve Emekçiler
* Haluk GERGER Yerelleşme ve Küreselleşme Bağlamında Özerklik ve Otonomi
* Foti BENLİSOY“Devrimci” Yerel Yönetimler ve “Aşağıdakilerin Demokrasisi”
Ali Ekber DOĞANİslamcı Neoliberaller, Sosyal Belediyecilik ve Günümüzde Sosyalist Belediyeciliğin Olmazsa Olmazları
* Aylin TOPAL Zapatista Özerk Belediyeleri Deneyimleri
* Mustafa Bayram MISIRPorto Alegre Deneyiminden Çıkan İki Sonuç Üzerine
* İbrahim GÜNDOĞDU“Batı”da Anti-Kapitalist Yerellikler, Politikalar ve Sonuçlar
* Onur GÜLBUDAKHindistan’da Fiili Yerel Yönetim Deneyimleri
* Can HAMAMCIDevrimci – Halkçı Bir Yerel Yönetim Deneyimi: Fatsa Belediyesi
* Şükrü ASLAN  – Kent Mekânına Aşağıdan Müdahalenin Bir Örneği Olarak 1 Mayıs Mahallesi Deneyimi
* Serdar NİZAMOĞLU  – Konut Sorunu ve Kentsel Dönüşüm
* Cevdet KONAKDersim / Hozat Belediye Başkanı
* Mehmet MÜBAREK –  Hatay / Aknehir Belde Belediyesi
* Mithat NEHİRHatay / Samandağ Belediyesi
* Osman BAYDEMİRDiyarbakır – Amed Büyükşehir Belediyesi
* Tekin TÜRKELDersim / Mazgirt Belediye Başkanı


Künye:

Kitabın Adı:  Devrimci Halkçı Yerel Yönetimler Alt Başlık: Umut ve Mücadele Mekanlarından Deneyimler
ISBN: 9786056361722
Derleyenler: İbrahim Gündoğdu, Ahmet Kerim Gültekin 
Dizi / Dizi no : Araştırma-İnceleme /2, Baskı Tarihi: 2013 (1.Baskı), Sayfa Sayısı: 240

SCX-3200_20170909_19390601

Kitap hakkında bilgi almak amacıyla Dr. Ahmet Kerim Gültekin‘in 24 Mayıs 2013 tarihinde Radikal Kitap‘da yayınlanan tanıtım yazısı ile Ali Ergül‘ün Birgün Kitap‘da yayınlanan tanıtım yazılarını da okuyabilirsiniz.

http://kitap.radikal.com.tr/makale/haber/cikmamis-candan-kesilmeyen-umut-361703

https://birgunkitap.blogspot.com.tr/2014/08/yeni-bir-halkc-devrimci-yerel-yonetim.html?m=1

Toplumcu Belediyecilik Bildirgesi

11 Mayıs 2013 günü toplanan “Toplumcu Belediyecilik Ulusal Forumu” sonucunda DİSK Genel İş Sendikası, Engelliler Konfederasyonu, Fişek EnstitüsüMülkiyeliler Birliği, ODTÜ Mezunlar Derneği, TMMOB Elektrik Mühendisleri Odası, TMMOB Harita ve Kadastro Mühendisleri Odası, TMMOB İnşaat Mühendisleri Odası, TMMOB Jeoloji Mühendisleri Odası, TMMOB Peyzaj Mimarları Odası, Tüketici Hakları Derneği ve Yerel Yönetim Araştırma, Yardım ve Eğitim Derneği (YAYED) tarafından hazırlanıp imza altına alınan “Toplumcu Belediyecilik Bildirgesi“ni yeni bir belediyecilik arayışında olan tüm kişi ve kuruluşların bilgisine sunuyoruz.

NEDEN YENİ BİR BELEDİYECİLİK ARAYIŞINDAYIZ?

Belediyeler, tarihsel olarak meta üretimi ve ticaretin merkezleri olarak kapitalizmin gelişme aşamasında kentleri yönetmek için kuruldular. Kuruluşun itici gücü kentin yeni-den üretimine olan gereksinimdi. Kentin egemeni burjuva sınıfının sermaye birikimi için kente ve emek gücüne ihtiyacı vardı; emek gücünün ise barınmaya, suya, ısınmaya, karnını doyurmak için ekmeğe, giyinmeye ve bunları satın alacağı yerlere… Belediye örgütlenmesi esas olarak burjuva sınıfının ve işçi sınıfının asgari ortak ihtiyaçları üzerinde yükseldi…

Aradan geçen birkaç yüzyılın ekonomik, sosyal, bilimsel, toplumsal gelişmelerinin sonucunda bugünün dünyasında belediye yine aynı amaca hizmet ediyor; kentte üretim ve tüketim zincirinin aksamadan sürmesi için kenti ertesi güne, kent emekçisini üretime hazırlıyor. Belediyeyi kuran sınıfsal ilişkiler bugün de geçerli; sadece daha karma-şık, daha yüksek beklentiler, daha çeşitlenmiş ihtiyaçlar söz konusu…

Kapitalizmin tahrip düzeyi en yüksek dönemine tanıklık ediyoruz. Bu dönemin son 30–35 yılında yeni kavramlarla kendini yenilemeye çalışan kapitalizm, küresel finans kuruluşlarının ve emperyalist devletlerin gücü ile dünya halklarını yeni sağ ideolojinin egemenliğine sokmuştur. Bu süreçte yeni sağcılık yeni devlet örgütlenmesinin ve küresel düzeyde kurumsallaşmış kapitalizmin yeni ideolojisi olmuştur. Devletler anayasalarını bu doğrultuda değiştirmektedirler. Türkiye’deki yeni anayasa tartışmalarına bu açıdan da bakılmalıdır.

Toplumsal sorunlara karşı yazılan reçetedeki ilacın adı liberalizmdir. Özgürlük ise bu ilacın insanın aklını başından alan ana maddesidir. Ama bu özgürlük tiyatrosunun aktörleri halk değil şirketlerdir. Özelleştirme, yerelleştirme, serbestleşme, şeffaflık, verimlilik, performans gibi liberal içerikli kavramlarla değiştirilen ve sağcılaştırılan devlet, artık küresel kapitalizmin doğrudan yerel iktidar aygıtına dönüşmüştür.

Yeni sağcı devlet yeni sağcı yerel yönetimi de kurmuştur. Türkiye bu kuruluş sürecini AKP eliyle 2003 yılından başlayarak daha yoğun ve derinlemesine yaşamaya başlamıştır.

Sağcı devlet anlayışı tüm belediyeleri kuşatmıştır. Yeni devlet yapısının getirdiği kamu yönetimi anlayışının farkında olarak sürece direnen belediye sayısı bir elin parmakları kadardır.

Tahribat büyüktür: insan, doğa ve tüm canlıların yaşam alanları tahrip edilmiştir. İn-san kendine ve kentine yabancılaştırılmış, doğa acımasızca katledilmiştir. Kentler yaşa-namaz haldedir. Piyasa kentin üzerine kâbus gibi çökmüştür; belediye piyasanın hizmetine girmiş; insan ise tüketim çarkının dişlisi haline getirilmiştir.

Daha fazla katılım, yerele daha fazla yetki perdesinin arkasından şirketlerin katılımı ve şirketlere aktarılan yetkiler çıkmaktadır. Özgürlük ve katılım lafı çoğaldıkça belediye halktan uzaklaşmakta piyasaya yakınlaşmaktadır. Oysa özgürlük ve katılım piyasanın değil halkın talepleridir. Verimlilik ve etkinlik kavramlarının arkasından ise giderek vahşileşen emek gücü sömürüsü çıkmaktadır.

Yeni sağcılığın yarattığı toplumsal eşitsizliği kentin emekçisi iliklerine kadar yaşamak-tadır. Eşitsizlik ile gelen yoksulluk yeni sağcı devlet için ortadan kaldırılması gereken değil yönetilmesi gereken bir sorundur; yoksulluğun yönetimi yoksulun bağımlı hale gelmesi, biat kültürünün inşası ile mümkündür ve adım adım gerçekleştirilmektedir. Neoliberalizm bir yandan da yarattığı derin iktisadi ve siyasal krizlerin pençesinde can çekişmektedir.

Devletler ve toplumlar neoliberalizmin yarattığı buhrandan çıkmanın yollarını bulmaya çalışıyorlar. Bugün neoliberalizmin doğduğu İngiltere’de bile kamu hizmetleri kamulaştırılıyor; küresel su tekelleri ile tanınmış Fransa’da su hizmeti yeniden belediyeleştiriliyor ise yeni seçenekler aranmaya başlanmış demektir.

Türkiye’de en gerici elbiseleri giyen neoliberal anlayış, insanları büyük bir umutsuzluğa doğru hızla sürüklemektedir. Onuruyla geçinebileceği bir iş bulmakta zorlanan kentli; deresini, merasını, bostanını kaybetme korkusu karşısında yaşam mücadelesi veren köylü ve toplumsal statüsünü kaybetmeye zorlanan kadınlar yol ayrımındadır. İşte bu yüzden yeni seçenekleri konuşmanın zamanıdır.

ÇIKIŞ YOLUMUZ TOPLUMCU BELEDİYECİLİKTİR

Toplumcu belediye kapitalizmin çok boyutlu krizinin yarattığı tahribata karşı halkı koruyan ve insanın iyi kötü yaşadığı değil üretken, sağlıklı ve mutlu yaşayacağı kenti yaratan belediyedir.

İnsan ve doğa sömürüsünde sınır tanımayan kapitalizme karşı toplumcu belediye, in-sanı ve doğayı koruyarak kamu hizmetlerini geliştirmeyi, kamu malı üretimini piyasaya terk etmemeyi ve piyasalaştırılan hizmeti geri almayı hedefler; unutturulmaya çalışılan kamu hizmetinin bedava sunulması ilkesini ulaşılması gereken bir toplumsal hedef olarak sürekli gözetir.

Toplumcu belediye kamu erkini ve yetkisini piyasayı denetleme ve sınırlandırma amacıyla kullanır; başlıca aracı planlama; gerekçesi ise toplumun ortak çıkarları ve toplum-sal yarardır. Piyasa işleyişi toplum aleyhine olamaz; piyasanın kamuyu eritmesine izin verilmez.

Toplumcu belediye halkın yönetime ve karar alma sürecine katılımını sağlayacak araçları geliştirir; bizzat halkın iktidarını hedefler. Toplumcu belediye, kamunun toplum yararına çalışmasını talep eden örgütlü halkın yerel iktidarıdır. Yerel iktidarı kazanma süreci belediyenin nasıl yönetileceğinin göstergesidir; katılım, bilgilenme ve aydınlanma ile vücut bulur. Toplumcu belediye talebi ve toplumcu belediye iktidarı bu temeldeki bir katılım anlayışı ile demokratik içeriğine kavuşur.

Toplumcu belediye kent dayanışmasının yerel kamusal dayanağıdır. Kenti ağ gibi ören, dayanışma bilincini geliştiren yaygın kooperatif örgütlenmeleri kent dayanışmasının en önemli araçlarıdır. Kentli dayanışmasına rehberlik eden toplumcu belediye yoksulluğu yönetmeye değil; yoksulluğu ortadan kaldırmaya taliptir. Yoksulun olmadığı kentler yaratmak mümkündür. Planlama, dayanışma, yaratıcılığı teşvik, katılım ve kamu maliyesi olanaklarının toplum yararına kullanılması yoksulluğun ilacıdır.

Kent toprakları demokratik-katılımcı planla toplum yararına yönetilir; toplumsal yarar ilkesi, toprakta toplumsal mülkiyeti koruma ve geliştirme ile sağlanır.

Neo liberal kapitalizm çağı emek gücünün değerini düşürmek ve bu temelde sermayeyi kutsamak üzerinden yürütülmektedir. Neo liberal devlet ve neo liberal kamu yönetimi bu felsefe üzerinde yükseltilmektedir. Emek gücü sömürüsü Devlet politikasıdır; taşeronluk bu politikanın belediye yönetimindeki somut ifadesidir. Toplumcu belediye, kamu erkini emek gücü sömürüsünü sınırlandırmak için kullanır.

ÇIKIŞ İLKELERİMİZ

1- Yeniden belediyeleştirme;
Piyasalaştırılan hizmetler belediyelere geri alınmalıdır. Bu konuda bugüne kadar yapı-lan özelleştirmelere karşı yeniden belediyeleştirme mücadelesi verilmelidir.
Elektrik dağıtım hizmeti, tüketicileri koruma amaçlı zaruri ihtiyaç maddelerine narh koyma yetkisi, her türlü denetleme yetkisi gibi daha önceleri belediyelere ait olup başka kuruluşlara devredilen ya da ortadan kaldırılan hizmet ve yetkiler de yeniden belediyeleştirmenin konusudur.

2- Toplumsal eşitlik;
Her kentli kentin sahibi ve ortağıdır; kentli, gelir durumundan bağımsız olarak belediye hizmetlerinden yararlanma hakkına sahiptir. Toplumcu belediye kaynak tahsisinde gelir adaletsizliğini ortadan kaldırma hedefiyle hareket eder.

3- Dayanışma;
Toplumcu belediye kentte her düzeyde dayanışmaya öncülük eder ve kurar.

4- Demokratik yönetim;
Belediye karar organlarının seçim ve çalışma sisteminin demokratikleştirilmesi; halkın örgütlenmesine öncülük edilmesi; örgütlü toplum kesimlerinin karar, yönetim ve göze-tim sürecine katılması, belediye uygulamalarının toplumsal yararını her an sorgulayabilmeleri toplumcu belediye talebinin ve yönetiminin temelidir.

Belediyenin sorumluluğunda planlama-karar alma- uygulama sürecinde yurttaş-üniversite-meslek kuruluşu, demokratik örgüt ve belediye çalışanlarının katılımı; siya-si-mali çıkarcılığın ortadan kaldırılması yönetim ilkesidir.

5- Üretici ve paylaşımcı belediyecilik;
Toplumcu belediye, kaynak yaratır, üretir ve üretime yön verir; üretici kuruluşlara ve dayanışmalarına kaynaklarıyla ve yetkileriyle güç vererek istihdam olanakları yaratılmasına katkı sağlar; kooperatifçiliği destekler, kooperatif kurar; üretime ve adil paylaşıma eşdeğer önem verir.

6- Planlamacılık ve kalkınma
Toplumcu belediyecilik, yereli yönetme anlayışıyla sınırlı değildir; yerelde toplum yararına planlama ve kalkınmanın ulusal ölçekte toplum yararına planlama ve kalkınma ile mümkün olabileceği düşüncesinden hareket eder.

7- Ortak yaşam kültürü ve kentlilik bilinci;
Piyasa ve tüketim mekânlarında bir araya toplanarak yalnızlaştırılan, kendine ve kentine yabancılaşan tüketici bireyi, toplumsal birlikteliklerde ve etkinliklerinde bir araya getirerek üretici, dayanışmacı ve paylaşımcı hemşeri yaratmak; kentine sahip çıkan, talep eden, sorgulayan, hak arayan yurttaşı destekleyerek kentli ve hemşeri bilincinin oluşması için olanak yaratmak toplumcu belediyenin bireye ve toplumsal yaşama bakış açısını yansıtır.

8- Nitelikli hizmet-üretken emek – nitelikli çalışma koşulları
Kamu erkinin belediye hizmetlerinde ve tüm kentte istihdam koşullarının iyileştirilmesi ve emek gücünün değerinin yükseltilmesi yönünde kullanılması toplumcu belediyenin emek gücüne bakış açısını yansıtır. Toplumcu belediye, kentte emek gücünün niteliğinin yükseltilmesi ve eğitimini; işçilerin sağlık ve güvenliğini toplumsal bir görev bilir.

9- Doğal ve tarihi çevrenin korunması;
Çevreye duyarlı, ekosistemlerin, tarihsel kültürel değerlerin, doğal yaşam alanlarının korunması, iyileştirilmesi, çeşitlendirilerek çoğaltılması ve geliştirilmesi; toplumsal ve doğal miras olarak geleceğe aktarılması ve bu yönde bir toplumsal bilinç oluşturulması toplumcu belediyenin temel görevidir.

Toplumcu belediye kentlerde yaşayan sokak hayvanlarının yaşam haklarına saygı duyarak, onların korunması ve bakımı için gerekli çalışmaları yapar.

10- Gelişmeye açık olmak;
Toplumcu belediye, kapitalizmin yarattığı çok boyutlu tahribata karşı hem ulusal düzeyde hem de Dünya’da süren arayışı izler; bu yöndeki uygulamalardan ilham alır. Yerel değerleri ortaya çıkararak bunları toplumlara tanıtmak; yavaş şehir türü seçkin uygulamaları teşvik etmek toplumcu belediyeciliğe zenginlik katar.

Böylece piyasanın ihtiyaçlarına göre biçimlendirilmeye çalışılan “marka kente” karşı insan ihtiyaçlarına odaklı yeni bir kent yaratma bilinci yeşertilebilir.

11- Herkesi görmek;
Toplumcu belediye, engelli durumunda olan, engelleri nedeniyle toplumsal yaşamdan dışlanma tehlikesi ile yüz yüze kalan her hemşeriyi görmek ve onların toplumsal yaşama katılımının önündeki engelleri kaldırmak zorundadır. Engelli örgütleriyle birlikte çalışmak toplumcu belediyenin demokratik yönetim anlayışının gereğidir.

Toplumcu belediye, toplumda yardıma muhtaç durumda bulunan yaşlılar, çocuklar ile kadınların mağduriyeti önlemek ve korunmalarını sağlamak için gerekli çalışmaları yapar.

12- Tüketiciyi koruma;
Piyasanın denetlenmesinde tüketici bilinci ve örgütlenmesi önemli araçlardan birisidir. Toplumcu belediye piyasa işleyişi nedeniyle maddi-manevi kayba uğrama riskiyle yüz yüze bulunan tüketicilerin korunması amacıyla piyasayı denetler; tüketici örgütleri, bağımsız kuruluşlar ve araştırmacılarla işbirliği içinde hareket eder.

Resim1

13- Toplumsal cinsiyet eşitliği;
Toplumcu belediye kadınların yaşadığı sorunlara duyarlı olan; kamu erkini kadın sorunlarını çözmek için kullanan ve toplumsal cinsiyet eşitliği için bilinç oluşturan belediyedir.

14-Kültür ve sanatı desteklemek;
Toplumcu belediye, kültürel ve sanatsal faaliyetlerin gerçekleştirilmesi ve topluma ulaştırılması için gerekli ortamı hazırlayan, özellikle çocukların ve gençlerin bu faaliyetler kapsamında eğitilmesi için çaba harcayan belediyedir.

Teslim alınanı çoğaltmak

Ali Rıza Avcan

Oldum olası teslim aldığım bir işi ya da öğrendiğim bir bilgiyi çoğaltmak, üretmek, bir adım öteye geçirmek için çabalar dururum.

Bu zorunluluk, ölüm nedeniyle yitirdiğim kişi ya da kişilerden teslim aldığım bir iş ya da görevde, daha bir önem kazanır ve o görevin her anında sanki o kişiye hesap verir gibi çalışır dururum.

Bu bilinç, sadece içinde bulunduğum iş ya da görevlerde değil; aynı zamanda ilgi duyduğum ya da kendimi oraya ait hissettiğim durumlarda da ortaya çıkar. 

O iş, benim iş ya da görev alanıma girmese de başka yerlerde, başka zamanlarda ilgi duyduğum yarım bırakılmış işlere henüz devam edilmiyor olması ve daha ötelere götürülüp geliştirilmeyişi beni hep üzer ve kötü bir çaresizlik halinde neler yapabileceğimi  sorgulayıp dururum.

Bu duyguyu yoğun bir şekilde hissettiğim konulardan biri de, 1974-75 yıllarından bu yana ilgi, iş ve meslek alanım olan kent yönetimi ve yerel yönetimlerle ilgilidir. 1970’li yılların sonunda biri Ordu’nun Fatsa ilçesinde, diğeri de İzmir’in göbeğindeki Gültepe‘de ortaya çıkan iki halkçı/devrimci belediye başkanının başlattığı hareketin 12 Eylül sonrasında hem fiili hem de düşünsel olarak devam ettirilmediğini, onların o yıllarda devrimci bir bilinçle başlattıkları belediyecilik hareketinin halen geliştirilmediğini, bir iki adım öteye götürülmediğini düşünürüm.

Evet, biliyor ve izliyorum. Her ikisinin de ölüm yıldönümlerinde yakın arkadaşları, dostları, yoldaşları, o beldenin şimdiki belediye başkanları; hatta diğer belediye başkanları ve siyasetçiler onları unutmayarak ve mezarına gidip kırmızı karanfiller bırakarak anmaya, onlar hakkında güzel şeyler söylemeye çalışıyorlar.

Ama onun ötesine giden bir şey, onların başlattığını geliştiren bir hareket, bir girişim ne yazık ki, ortada yok….

Onların o tarihlerde yaptıkları bilinçli bir şekilde tartışılıp analiz edilmediği, günümüzün koşulları içinde geliştirilmediği için şimdi adeta toplumcu ya da devrimci belediyecilik ile sosyal belediyeciliği birbirine karıştırır olduk.

Onların ismini her an dillendirip anan bugünün belediye başkanları şimdi büyük inşaat şirketleri, sermaye çevreleri ve rant lobileriyle birlikte kentin halka ait olduğunu unutmuş gözüküyorlar. Küreselleşmeci neoliberal hocalardan aldıkları ders ve tavsiyelerle ya da belediye meclisi kürsüsünden ya da belediye gazetesi gibi çalışan İnternet gazetelerinden verdikleri mesajlarla kentin yönetimi konusundaki düşüncelerini ortaya koyup hepimizi, özellikle de kendi dava arkadaşlarını şaşırtıp üzüyorlar.

tumblr_inline_nntklgmDB81r7g0k1_500

Fatsa eski belediye başkanı (Terzi) Fikri Sönmez ile Gültepe eski belediye başkanı Aydın Erten’i tanımamakla birlikte yaptıklarını öğrenmek, analiz edip değerlendirmek amacıyla uzun bir süredir yakınındaki eski dava arkadaşlarıyla görüşmeye, onların anılarını dinlemeye, bu amaçla yazılmış yayınları okumaya çalıştım. Bu amaçla yapılmış belgesel filmleri bulup izlemek, onların içinden toplumcu belediyecilik adına izler bulmak için uğraştım. Ayrıca Devrimci Yol hareketinin temsilcisi olarak Fatsa deneyiminin içinde yer alan Mülkiye’den arkadaşım Sedat Göçmen‘in “Fırtınalı Denizin Yolcuları” isimli anı kitabını okuyarak o dönemde yaşananların bir toplumcu belediyecilik modeline dönüşebilmesi için genel bir değerlendirme yapılıp yapılmadığını görmeye çalıştım.

Bütün bu araştırmalar sonucunda gerek hareketin içinden gelen gerekse hareketin dışında kalan kimsenin çıkıp anıları anlatıp yazma ve belediye başkanlarını ölüm yıldönümlerinde anma dışında toplumcu belediyecilik adına fazla bir şey yapmadığını gördüm.

Ayrıca Yüksek Öğretim Kurumu’na (YÖK) ait Tez Merkezi’nde yaptığım araştırma sonucunda Fatsa ya da (Terzi) Fikri Sönmez konusunda bugüne kadar iki adet yüksek lisans tezi ile hazırlanmış olmakla birlikte; Gültepe ve Aydın Erten konusunda bugüne kadar hiçbir üniversitede yüksek lisans ya da doktora tezinin hazırlanmadığını; ayrıca yayın dünyasında Fatsa ve (Terzi) Fikri Sönmez konusunda altı adet yayın bulunmakla birlikte, Gültepe ya da Aydın Erten konusundaki tek kitabın, yazar dostumuz Murat Şahin‘in 2011 yılında Heyemola Yayınları’ndan çıkan “Direnişin Adı, Gültepe” kitabı olduğunu, İzmir Büyükşehir Belediyesi ile belediyeye bağlı Ahmet Piriştina Kent Arşivi ve Müzesi’nin bugüne kadar birçok kitap yayınlamakla birlikte, Gültepe ile Aydın Erten konusunda tek bir araştırma yaptırmadığını ve tek bir kitap ya da broşür bile yayınlamadığını belirledik. 

Fatsa, (Terzi) Fikri Sönmez, Gültepe ve Aydın Erten‘le ilgili yayınlarla yüksek lisans ve doktora tezlerinin listesini, yazımızın ekindeki listede görebilirsiniz.

Bütün bu yetersizlikleri belirlediğim için, 2014 ve 2015 yıllarında Konak Belediyesi’nin böyle bir görevi üstlenerek, hem (Terzi) Fikri Sönmez hem de Aydın Erten bağlamında geçmişteki uygulamalarla bugünkü neo-liberal belediye pratiği boyutunda toplumcu belediyecilik adına geleceğe yön vermesi amacıyla -üniversitelerimizdeki değerli akademisyenlerin yardım ve katkılarını da alarak- periyodik çalışmalar yapması önerisinde bulundum.

Konak Belediyesi’nin bu amaçla her yıl  ulusal ve uluslararası boyutta kapitalist kent olgusuyla yerel yönetimleri konu alan bir sempozyum düzenlemesini, bu sempozyumlara David Harvey ve Robert Brenner gibi uluslararası alanda tanınmış bilim insanlarının davet edilmesini, bu sempozyumlara sunulan bildirilerle Fatsa ve Gültepe örneğinden hareketle toplumcu belediyecilik olgusunun tartışılıp yayınlanmasını, Fatsa ve Gültepe ile ilgili ciddi bir belgesel filmin hazırlanmasını, bu konuda düzenli ve sistemli yayınlar yapılarak bir arşiv ya da kütüphanenin düzenlenmesini önerdim. 

Ama ne yazık ki, buna benzer diğer önerilerimde de olduğu gibi bu öneri de belediye üst yönetimi tarafından dikkate alınmadı ve uygulanma olanağına kavuşmadı.

Şimdi işte bu nedenle, senede sadece bir gün, ölüm yıldönümlerinde Aydın Erten‘in mezarına gidilerek, onun adına konuşmalar yapılarak ve mezarına kırmızı karanfiller bırakılarak bu işin burada sonuçlandırıldığını, bir adım öteye gitmeyi kimsenin düşünmediğini üzülerek seyretmek zorunda kalıyorum.

Oysa onların yapmaya çalıştığı şeyler henüz yarım vaziyette orta yerde duruyor… Kimse de çıkıp o yarım kalmış idealleri teslim alıp daha öteye götürmeye, günümüz koşullarında toplumcu belediyecilik adına bir şeyler yapmaya, toplumcu belediyecilik ülküsünü yaşama geçirmeye çalışmıyor…

20708454_822256337933797_3191332514760084317_n

Belki de bu durumda hayırlara vesile olacak bir keramet vardır da diyebiliriz…

Zira toplumcu belediyecilik yapma gibi bir niyet olmadığı sürece, o yarım kalmış ideal ve düşünceler için araştırmalar yapmak, sempozyumlar düzenlemek, kitaplar çıkarmak ve belgeseller hazırlayarak bu düşünce ve idealleri devam ettirmeye çalışmak; belki de onların sadece kişiliği üzerinden gösteri yapıp ideal ve düşüncelerini unutan siyasetçiler ve belediye başkanları için beyhude bir iş olacak ve gerçek değeri anlaşılmayacaktır…


(Terzi) Fikri Sözmez ve Fatsa Hakkında Hazırlanan Yüksek Lisans ve Doktora Tezleriyle Yayınlanan Kitaplar:

1. Kerem Morgül, A History of the Social Struggles in Fatsa 1960-1980, Boğaziçi Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve Inkilap Tarihi Enstitüsü, 2007, Yüksek Lisans Tezi.

2. Hade Türkmen, Radicalisation of Politics at the Local Level: The Case of Fatsa During the Late 1970s, ODTÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2006, Yüksek Lisans Tezi.

3. Ayhan Özden, Fatsa, Fırtına Günlerinden Notlar, Kalkedon Yayınevi, 2013.

4. Tuncay Çelen, Denizler’den Terzi Fikri’ye Türkiye, İmge Yayınları, 2011, 702 s.

5. Sinan Demirbilek, Terzi Fikri, İki Darbe Bir Yaşam, Ozan Yayıncılık, 2011, 304 s.

6. Pertev Aksakal, Bir Yerel Yönetim Deneyi (Fatsa Devrimci Yol Davası), Simge Yayınevi, 1989.

7. Pertev Aksakal, Fatsa Gerçeği, Penta Yayınevi, 2007.

8. Sedat Göçmen, Fırtınalı Denizi Yolcuları, Ayrıntı Yayınları, 2013.

Gültepe ve Aydın Engin İle İlgili Yayınlar:

1. Murat Şahin, Direnişin Adı Gültepe, Heyemola Yayıncılık, 2011, 112 s.