Cehalet ya da kayırma…

Ali Rıza Avcan

İzmir‘e yerleşip İzmirli olduğum 28 yıllık süreç içinde İzmir ve İzmirli hakkında edindiğim temel izlenimlerden biri de; kentin, daha doğrusu yöneticilerinin kendi insanına, İzmir‘de doğmuş, yaşamının uzun yıllarını burada geçirmiş, İzmir adına mücadele etmiş ya da İzmir‘de eserler vermiş sanatçılarla bilim ve kültür insanları yerine bir kez bile İzmir‘e uğramamış, İzmir için mücadele etmemiş, İzmir‘de tek bir eseri bile olmayanlara büyük bir eğilim gösterdiği, onları hatırlayıp anmak amacıyla elinden geleni yaptığı şeklinde…

Bu tespiti en iyi şekilde, 20 Temmuz 2023-14 Mart 2024 tarihleri arasında yayınlanan “İzmir’in Unutulan Sanatçıları” başlıklı yazı dizisi ile buna ek olarak yazdığım başka yazılarla ortaya koymuş; İzmir‘de İzmir Türk Ocağı Binası (şimdi İzmir Devlet Tiyatrosu), Gazi İlkokulu, Silahçıoğlu İşhanı, Hacı Sadık Efendi İşhanı ve Hacı Sadık Akseki İşhanı gibi değerli birçok eseri bulunan mimar Necmeddin Emre yerine kentin merkezindeki çarşı merkezine İzmir‘de tek bir eseri olmayan Mimar Kemaleddin ismini verdiğimizi, Sultan Hamid istibdadına karşı savaştığı için kendisine 1908’de “Hürriyet Kahramanı” unvanı verilen ve İzmir‘in ilk kadın milletvekili Benal Nevzat‘ın babası olan ilk şehit gazeteci-yazar Tevfik Nevzat‘ı unutup Adana‘daki mezarını bile ziyaret etmediğimizi, İzmir‘in kurtuluş günü olan 9 Eylül 1922’de İzmir‘e giren ilk subay sıfatıyla hükümet konağındaki Yunan bayrağını indirip yerine Türk bayrağını asan Yüzbaşı Şerafettin‘e Mustafa Kemal Atatürk tarafından “İzmir” soyadı verildiği halde yaşamının zor günlerinde onu unutup kentte ona saygımızı ifade edebileceğimiz tek bir anıt bile yapmadığımızı, Ulusal Kurtuluş Savaşı döneminde İstanbul‘daki öğrenci arkadaşlarını örgütleyip Ankara‘daki mücadeleye katılan ve İzmir‘le hiçbir ilgisi olmayan Tıbbiyeli Hikmet adına bazı hatırlı meclis üyeleri sayesinde İzmir Ticaret Odası önünde bir heykel diktiğimizi bilelim ve bu bilinçle İzmirli sanatçılarla kültür ve bilim insanlarına gereken değeri vermediğimizi kabul edelim.

Bu durumun son örneğini ise, geçtiğimiz günlerde Kültürpark‘ta uzunca bir süredir kullanım hakkı anlaşmasıyla Kültür ve Turizm Bakanlığı‘nca kullanılıp son yıllarda içindeki eserlerin yeni yapılan İzmir Kültür Sanat Fabrikası‘na taşınması nedeniyle boşaltılan, 1939-1951 döneminde Maarif Vekaleti Kültür Pavyonu, 1951/1952-1984 döneminde İzmir Arkeoloji Müzesi ve İzmir Resim Heykel Müzesi ve Galerisi, 2004’den sonra da İzmir Tarih ve Sanat Müzesi olarak kullanılan tescilli binanın Kültür ve Turizm Bakanlığı‘ndan alınarak orada Mehmet Tüzüm Kızılcan Sanat Galerisi ismiyle Kültürpark‘ın (muhtemelen bu binanın) içinde yapılacağı söylenen kütüphaneye, kendi kütüphanesini, Tayyip Erdoğan‘ın ikamet ettiği Külliye‘ye bağışlayan ve AKP iktidarından yana Osmanlıcı görüşleriyle tanınan tarihçi Prof. Dr. İlber Ortaylı isminin verilmesi oluşturuyor.

Bir konuyu baştan belirtmeliyim ki, benim bugünkü yazımda dile getirmeye çalışacağım konunun, Cemil Tugay‘ın 31 Mart 2024 tarihli son yerel seçimde İzmir büyükşehir belediye başkanı seçilmesinden sonra, Karşıyaka‘da yeni seçilmiş belediye başkanı Behice Yıldız Ünsal‘a fırsat bırakmayacak şekilde 3 Nisan 2024 tarihinde Karşıyaka Belediyesi‘ne ait Çatı Bostanlı‘da alelacele Mehmet Tüzüm Kızılcan adına bir seramik atölyesi açmasının yanı sıra (1), 27 Ağustos 2025 tarihinde Kültürpark‘ın içindeki Bruno Taut eseri tescilli binaya yine Mehmet Tüzüm Kızılcan ismini taşıyarak yeni bir sanat galerisi açması; ayrıca, aynı gün Büyük Taarruz‘un 103. yılı nedeniyle Vikipedi‘nin tanımlamasıyla “Türk şovmen, oyuncu, tiyatro ve klip yönetmeni, yapımcı, seslendirme sanatçısı ve fotoğrafçıOkan Bayülgen‘le birlikte ağırladığı (sanırım bu ağırlamada tek eksik olan isim Prof. Dr. Celal Şengör‘dü) Avusturya‘nın Bregenz kentinde Kırım Tatarı bir ailenin çocuğu olarak doğan ve AKP‘li yıllardaki o büyük değişiminden önceki yıllarda hocalığımı da yapan tarihçi Prof. Dr. İlber Ortaylı ismini (sanırım bu yapıda) yapılacak bir kütüphaneye vermesi olayında, unutuldukları, kayırılmadıkları ya da büyük bir cehaletle bilinmedikleri için benim aklıma gelen diğer İzmirli; İzmir‘de yaşamış ya da İzmir‘e büyük yararları dokunmuş alternatif isimlerle mukayese etmek olmayıp; sadece, benim aklıma gelen isimler hakkında sizleri bilgilendirmek olduğunu, mukayese yapmayı ise sizlere bıraktığımı ifade etmeliyim.

Bruno Taut ve ülkemizdeki bazı eserleri…

Cumhuriyet Dönemi‘nin İzmir‘e emanet ettiği önemli doğal, kültürel ve tarihi bir miras olarak Kültürpark‘taki önemli ve tescilli bir yapıya, bu yapı içindeki değişik bölümlere daha başka kimlerin isimleri verilebilirdi diye düşündüğümde, benim bir çırpıda aklıma gelenler sırasıyla şöyle;

1. Bruno Taut: Öncelikle söz konusu yapıyı 1938 yılında tasarlayıp yapan dünyaca ünlü Alman mimarı Bruno Taut… Sosyalist fikirleriyle tanınan Yahudi asıllı Alman mimar ve şehir plancısı Bruno Julius Florian TautAlmanya‘da Faşist Nazi Dönemi’nin başlaması üzerine1936 yılında Türkiye‘nin davet ettiği 300’e yakın bilim insanı arasında yer alan Bruno Taut… Mimari ve şehircilik alanındaki Bahçe-Şehir Hareketi‘nin bir takipçisi olarak Almanya‘da tasarlayıp yaptığı 1.500 konutluk Gartenstadt yerleşimi UNESCO‘nun Dünya Mirası Listesi‘ne girmiş, Türkiye‘de İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi‘nde hoca, Milli Eğitim Bakanlığı‘nda inşaat şefi olarak çalışmış, 1937’de Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi‘ni, 1938’de Trabzon Mekteb-i İdadisi (Trabzon Fen Lisesi)’ni, 1937’de Ankara Teknik Yükseokulu ile Kimya Enstitüsü‘nü, 1938’de benim de okuduğum Ankara‘daki yüksek tavanlı, geniş hacimlere sahip Kurtuluş ve Cebeci ortaokullarını, İzmir/Kültürpark‘ta Maarif Vekaleti Kültür Pavyonu ile Cumhuriyet Kız Enstitüsü‘nün ilk binasını; ama, asıl önemlisi Mustafa Kemal Atatürk‘ün 21 Kasım 1938 tarihli cenaze töreninde kullanılan katafalkı hazırlayıp kısa bir süre sonra vefat eden, naaşı İstanbul‘daki Edirnekapı Şehitliği‘ne defnedilen ilk ve tek gayrimüslim olarak Bruno Taut

Mustafa Kemal Atatürk’ün cenaze töreni katafalkı…

İzmir‘deki Alman Konsolosluğu‘nun bu değerli binayı Bruno Taut Mimarlık Müzesi olarak kullanılmak üzere hazır olduğuna ve bunun için resmi görüşmelerde bulunduğuna sevgili dostum Orhan Beşikçi ile birlikte tanık olduğumuz, bu nedenle burada bir mimarlık müzesi yapmak yerine Kemer İstasyonu ve İzmir Genelevi ‘nin hemen yanında hiçbir mimari özelliğe sahip olmayan tarihi demiryolu deposunu mimarlık müzesi yapmak isteyen Konak Belediye Başkanı Nilüfer Çınarlı Mutlu ile diğer İzmirli mimarların böylelikle büyük bir fırsatı kaçırdığı ünlü mimar Bruno Taut… Tabii ki kaybedenlerden biri de İzmir ve İzmir halkıdır…… Dünyaca tanınan, eserleri UNESCO tarafından korunan, faşizme karşı durup sosyalist fikirleri ile tanınan bir Dünya değerine, İzmir’e iki önemli yapı kazandırmış bu isme gereken ilgi ve vefayı göstermeyen İzmir ve onun bu konularda cahil ya da önyargılı olduğu anlaşılan belediye yöneticileri…

Yüzbaşı Şerafettin İzmir…

2. Yüzbaşı Şerafettin İzmir: Tabii ki, bu binaya ve bu bina içindeki yapılacak kütüphaneye İzmirli bir seramik sanatçısıyla kitaplarını “Kaçak Saray“daki kütüphaneye bağışlayan Osmanlıcı bir tarihçinin adlarının verildiği tarihlerden 102 yıl önce, işgal altındaki bu kente ilk Türk subayı olarak girip vilayet konağına Türk bayrağını asan; üstüne üstlük, kendisine Mustafa Kemal Atatürk tarafından “İzmir” soyadı verilen Yüzbaşı Şerafettin… Bu konuda daha fazlasını söylemeye gerek yok zaten…

Türkiye’de arkeolojinin duayeni, İzmir’de kentin arkeolojik tarihini ortaya koyan bilim insanı…

3. Ekrem Akurgal: İzmir‘in bir kent olarak kaynağını oluşturan antik Smyrna/Tepekule yerleşiminin arkeolojik ve kültürel tarihini araştırıp ortaya koyan ve benim de rahmetli Prof. Dr. Serap Yılmaz sayesinde tanışıp sohbet etmekten onur duyduğum Prof. Dr. Ekrem Akurgal,

Şadi Çalık…

4. Şadi Çalık: Yaptığı onlarca heykelle Kültürpark‘ı sanatsal anlamda zenginleştiren, Kültürpark için yaptığı 2,90 m. büyüklüğündeki Atatürk heykeliyle mobil heykelleri geçen zaman içinde sırra kadem basıp kaybolan ya da 12 Eylül döneminde kırılıp imha edilen ve yaptığı bir eseri ülkemiz adına Birleşmiş Milletler binasının fuayesine yerleştirilen Türk heykel sanatının öncü ismi Şadi Çalık… Biz onun ismini vermesek de kaskatlı havuzun kenarındaki nü genç kız heykeli ya da Kültürpark‘ın yapımı sırasında ölen atlar için yaptığı ilk heykeli “At Başları” ile kendini devamlı hissettirip, kendisini görmeyen ya da görmek istemeyen belediye başkanlarına rağmen, yaptığı heykelleri kaydedip yok eden Kültürpark yöneticilerine rağmen “ben buradayım” diyen büyük sanatçı…

5. Nermin Abadan Unat: İzmirli bir ailenin kızı olarak doğup babasının ölümüden sonra annesi ile birlikte yerleştiği Viyana‘dan kendi isteği ile ayrılıp babasının memleketi İzmir‘e gelen ve “Macar Nermin” lakabıyla Kültürpark‘ın yapımı için yurtdışından gelen mühendis, mimar ve şehir plancılarından oluşan yabancı ekiplere tercümanlık yaparak Kültürpark‘ın yapımına tanıklık etmiş, daha sonraki yıllarda uluslararası düzeyde tanınan bir bilim kadını, senatör ve ülkemizin uluslararası kuruluşlardaki temsilcisi olarak çalışmış, İzmir Kız Lisesi‘nin değerli mezunu Prof. Dr. Nermin Abadan,

İzmir’in 4 Bilim Amazonu: Prof. Dr. Mübeccel Belik Kıray, Cevriye Artuklu, Prof. Dr. Mübahat Kütükoğlu, Prof. Dr. Zeynep Korkmaz

6. İzmir’in Bilim Amazonları: Cumhuriyet‘in ilk yıllarında İzmir Kız Lisesi‘nde aldıkları eğitimle İzmir‘in bilim dünyasına armağan ettiği diğer Bilim Amazonları: Prof. Dr. Mübeccel Belik Kıray, Prof. Dr. Mübahat Kütükoğlu, Prof. Dr. Zeynep Korkmaz ve Cevriye Artuklu… Bilime yaptıkları katkılar nedeniyle ülkemizde ve dünyada tanınan bütün bu insanların hatırlanmaması, bilinmemesi, bilinse bile tercih edilmemesi İzmir‘in kronik sorunu olan cehaletin ya da önyargının vahim sonuçlarıdır…

Bu durumda da, ya başta belediye başkanı olmak üzere kültür ve sanattan sorumlu tüm yöneticilerin İzmir ve geçmişi konusunda bilgi sahibi olmadıklarını, ya da tanıyıp kayırdıkları bazı sanatçı ve bilim insanlarını hep birlikte şikayetçi olduğumuz “nepotizm” denilen belanın bir sonucu olarak bizlere dayattıklarını düşünüyorum…

Şimdi bu durumda sizden benim adlarını verdiğim bu kültür, sanat ve bilim insanları hakkında bilgi edinerek bir değerlendirme yapmanızı ve hiç bir ismi şahsi nedenlerle kayırmadan tercihinizi benimle paylaşmanızı öneriyorum…

Bense, bu arada bu sayede daha derinden öğrenip etkilendiğim Bruno Taut ve eserleri konusunda ayrı bir yazı yazma konusunda sizlere söz veriyorum…

Tabii ki, yapıldığı tarih itibariyle 87 yaşında olan bu değerli binaya bugüne kadar değişik işlev ve adlar verildiğini; ayrıca, Türkiye‘de bu tür yapı ya da mekan isimlerinin değişik iktidar ve yönetimler tarafından değiştirilmesinin adeta bir gelenek haline geldiğini bildiğim için, önümüzdeki yıllarda bu isimlerin de başkalarının isimlerinin uygun görülmesi ya da işlevlerinin yok edilmesi suretiyle değiştirilebileceği ihtimalini de unutmamak koşuluyla…

(1) “Çatı Bostanlı’da Mehmet Tüzüm Kızılcan Seramik Atölyesi kuruldu, Karşıyaka Haber Gazetesi, 3 Nisan 2024, https://www.karsiyakahaber.com/gundem/cati-bostanlida-mehmet-tuzum-kizilcan-seramik-atolyesi-kuruldu/39787

Yararlanılan Kaynaklar

1) Ahenk Yılmaz, Kıvanç Kılınç, Burkay Pasin, İzmir Kültürpark’ın Anımsa(ma)dıkları, İletişim Yayınları, s.7-19,

2) Cengiz Bektaş, “Toplumcu Bir Alman Mimarı: Bruno Taut, Arkitera, 4 Mayıs 2018, https://www.arkitera.com/gorus/toplumcu-bir-alman-mimari-bruno-taut/

3) Elif Pekince, “Türkiye’de Bir Alman Ayak İzi, Mimarhane, https://www.mimarhane.org/turkiyede-bir-alman-ayak-izi-brunu-taut/

4) Kai K. Gutschow, “Bruno Taut’un Sergi Pavyonlarında Nesneden Enstalasyona“, The Journal of Architectural Education, Cilt 59, Sayı 4, s.63-71

5) Rafet Arslan, “Bir İhtimal Daha Var, İzmirart Blog, https://www.izmir.art/tr/bir-ihtimal-daha-var

6) Serkan Türkmen, “İzmir-Cumhuriyet Anadolu Kız Meslek Lisesi/KOnak Cumhuriyet N.S. İşgören Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi“, Türkiye Turizm Ansiklopedisi, https://turkiyeturizmansiklopedisi.com/izmir-cumhuriyet-anadolu-kiz-meslek-lisesi-konak-cumhuriyet-ns-isgoren-mesleki-ve-teknik-anadolu-lisesi

7) Yaşar Ürük, “Ünlü Mimar Bruno Taut İzmir’de…, Yenigün Gazetesi, 13 Şubat 2024, https://www.gazeteyenigun.com.tr/makale/19171762/yasar-uruk/unlu-mimar-bruno-taut-izmirde

8) Maarif Vekaleti Kültür Pavyonu, Vikipedi, https://tr.wikipedia.org/wiki/Maarif_Vek%C3%A2leti_K%C3%BClt%C3%BCr_Pavyonu

9) Okulumuzun Tarihçesi, T.C. Milli Eğitim Bakanlığı İzmir/Konak Cumhuriyet N.S. İşgören Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi, https://cumhuriyetnsi.meb.k12.tr/icerikler/okulumuzun-tarihcesi_131737.html

10) Bruno Taut, Wikipedia, https://en.wikipedia.org/wiki/Bruno_Taut

Bruno Taut, Vikipedi, https://tr.wikipedia.org/wiki/Bruno_Taut

Bile bile kendi bindiği dalı kesen belediyeler…

Ali Rıza Avcan

Bu haftaki yazımı, belediyelerin 2026 yılında tahsil edeceği emlak vergisinin belirlenmesine esas olan asgari arsa ve arazi metrekare birim değerlerinin, özellikle de arsa metrekare birim değerlerinin 2025 yılı içinde kurulan takdir komisyonlarınca, son kez belirlendiği 2021 yılına göre olağanüstü derecelerde arttırılmasıyla ortaya çıkan soruna, bu sorunda kimlerin parmağı olduğu ve bu sorunun nasıl çözümleneceği konusuna ayırmak istiyorum.

Böylelikle hem okuyucularımdan gelen talepleri dikkate almış, hem de ağır ekonomik koşullar altında ezilip gün geçtikçe yoksullaşan halk kitlelerinin bir de bu vergi eliyle hırpalanmasına karşı çıkıp öneriler geliştirmiş olacağım.

Vergi mükellefi” olarak gördükleri “hemşeri” ya da yeni adıyla “komşulara” kötülük yapıp bedelini yakın zamanda ödeyecek olan belediyeler…

Bilindiği üzere bu konu yasal düzlemde 1319 sayılı Emlak Vergisi Kanunu, 213 sayılı Vergi Usul Kanunu, Emlak Vergisine Matrah Olacak Vergi Değerlerinin Takdirine İlişkin Tüzük ve 28 Şubat 1983 tarih, 83/6122 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ekindeki liste; ayrıca, Hazine ve Maliye Bakanlığı‘nın 2025/1 seri sayılı Emlak Vergisi Kanunu İç Genelgesi‘nde yer alan hükümlerle düzenlenmektedir.

Bu yasal düzenlemelerin öngördüğü hükümlere göre, emlak vergisinin hesabına esas olan asgari metrekare değerleri her dört yılda bir oluşturulan takdir komisyonları tarafından belirleniyor ve vatandaşların bu rakamlara karşı belli bir tarihe kadar dava açarak itiraz etmeleri, bu şekildeki itirazları karara bağlayan mahkemelerin verdiği kararlara uyulması gerekiyor.

Bugün ele alıp tartıştığımız sorun ise, üyeleri arasında belediye temsilcilerinin de bulunduğu takdir komisyonlarının bir önceki dönemde belirlenen rakamların çok üstünde rakamlar belirlemiş olmalarından ve vatandaşlara sunulan tek itiraz yönteminin yüksek dava harçlarıyla avukatlık ve bilirkişi ücretlerinin geçerli olduğu hukuk sisteminden kaynaklanıyor.

Çünkü belediyeler ödemedikleri borçları nedeniyle “silkelendikleri” bir dönemde bütçe açıklarını kapatmak amacıyla emlak sahibi vergi mükelleflerinden topladıkları emlak vergisi gelirlerinin artmasını istiyor ve adeta “denize düşen yılana sarılır” anlayışıyla oturdukları dalı kesercesine takdir komisyonlarındaki ağırlıklarıyla asgari değerlerin astronomik ölçülerde artması için çaba gösteriyorlar.

Örneğin İzmir‘in Konak ilçesi Kıbrıs Şehitleri Caddesi için belediyenin 2021’de uyguladığı rayiç değer 9.015,24 TL olduğu halde; bu rakam 2025 yılında kurulan takdir komisyonu tarafından 2026 yılı için % 2.773,09 oranındaki muazzam bir artışla 250.000.- lira olarak belirleniyor. Yine aynı şekilde Basmane, Etiler mahallesi için 2022 için belirlenmiş rayiç değer 902.-TL ile 15.509.-TL arasında değişirken 2026 için belirlenmiş değerlerin miktarı % 1.790,01 oranı ile % 938,17 oranı arasında değişen astronomik bir artışla 16.200.-TL ile 145.500.-TL arasında değişiyor. Tabii ki bu örnekleri İzmir‘in ya da Ankara, İstanbul gibi büyük kentlerin diğer mahalle, cadde ve sokakları için de çoğaltmamız mümkün…

Konut hakkının ticari bir hakka dönüşmesi…

Peki, nereden çıktı bu belediyenin emlak vergisi beyan değerlerini arttırma hevesi derseniz; ben de size kurulan kıymet takdir komisyonlarının 213 sayılı Vergi Usul Kanunu‘nun 72. maddesinin ikinci fıkrası uyarınca;

a) Belediye başkanı veya tevkil (birini kendine vekil seçmek) edeceği bir memur (başkan),

b) İlgili belediyeden yetkili bir memur,

c) Defterdarın görevlendireceği iki memur,

d) Tapu müdürü veya tevkil edeceği bir memur,

e) Ticaret odasınca seçilmiş bir üye,

f) İlgili olduğu arsalara ilişkin organize sanayi bölgesini temsilen bir üye,

g) İlgili mahalle veya köy muhtarından oluştuğunu hatırlatmak isterim.

Böylelikle oluşturulan söz konusu komisyona belediye başkanının veya vekil tayin ettiği kişinin başkanlık yaptığını, komisyonda merkezi yönetimden 3 temsilci yer almakla birlikte; onların da, emlak vergisine esas asgari değerlerinin artması suretiyle bu tutarların esas alındığı değerli konut vergisi, tapu harcı, damga vergisi, veraset ve intikal vergisi ve gelir vergisi gibi diğer merkezi yönetim vergi gelirleriyle Taşınmaz Kültür Varlıklarının Korunmasına Katkı Fonu‘na ödenecek payların otomatikman artacağı düşüncesiyle astronomik rakamlara itiraz etmediğini; böylelikle ve genellikle, organize sanayi bölgesi temsilcilerinin fiilen pek de yer almadığı 7 kişilik komisyonlarda belediyelerden ve merkezi yönetimden gelen en az 5 üyenin kabulü ile bu rakamların kabul edildiğini görürüz. Hele bir de, buna oğlu ya da başka bir yakını belediyede istihdam edilen muhtarları eklediğimizde kabul oylarının sayısının 6’ya çıkmasına şaşırmamamız gerekiyor…

İşte o nedenle, başka hiçbir konuda merkezi yönetimle anlaştığını görmediğimiz iktidarıyla ya da muhalefetiyle bütün belediyelerin, iş vergileri arttırmaya; yani, halkı daha fazla bunaltma işine geldiğinde komisyondaki defterdar ve tapu müdürü temsilcisiyle güle oynaya anlaşıp, ticaret odası temsilcisi ya da mahalle muhtarı itiraz etse bile aldığı çoğunluk kararı ile emlak vergisi beyanlarına esas olan rakamları bir anda arttırdığına tanık olduğumuz için bu işin faili; yani, suçlusu belediyelerdir diyebiliriz.

Daha doğrusu, ortaya halkın çıkarları açısından olumsuz, kötü bir durumun çıkması halinde, o meşhur “bunda kimin menfaati var?” sorusunu sorarak suçluyu aramaya kalktığımızda karşımıza belediyelerin çıktığına tanık oluruz..

Aksi takdirde bizlerin oylarıyla seçilip o koltuklara yerleşen belediye başkanlarıyla meclis üyelerinin, aynen AKP iktidarının koyduğu başka vergilere karşı çıktıklarında olduğu gibi, böylesi bir vergi soygununa karşı çıkıp itiraz ettiklerini görür, onların yaptığını biz yapmayalım dediklerine tanık olurduk.

Ama, “onların yaptığı kötü, bizimki iyi ” anlayışıyla yapılan bu haksız vergilemeye karşı çıktıklarını görmüyor, böylesi bir itirazlarına tanık olmuyoruz.

Konut üzerinden astronomik hesaplar yapmak…

Şimdi böylesi bir durumda, benim bu tespit ve değerlendirmelerime muhtemel olarak iki ayrı karşı çıkışla itiraz edileceğini düşünüyorum:

Bunlardan biri, CHP’li belediyelerin şu sıralarda AKP iktidarınca silkelendiği ve o nedenle zor durumda oldukları ve bu zor durum nedeniyle onları makul görmekle, diğeri de konut sahibi olmayan yoksul halkla tek bir konuta sahip olduğu ya da oturduğu konut tescilli olduğu için bazı mülk sahiplerinin bu artıştan etkilenmeyecekleriyle ilgili olabilir…

Gelelim bu itirazları tek tek değerlendirmeye…

Gelelim birinci itiraza vereceğimiz cevaba… AKP’nin “silkeyerek” zor durumda bırakmak istediği CHP’li belediyelerin çoğu, çalıştırdıkları memur ve işçilerin prim ve vergilerini zamanında ödemeyerek hem çalışanlarını, hem de bu nedenle oluşan gecikme zammı ve cezalarını dikkate aldığımızda kendi kurumlarını büyük miktarda zarara uğratan borçlu belediyeler… Ve bu borçlar kendilerine AKP iktidarı tarafından herhangi bir nedenle fazladan yüklenmiş borçlar olmayıp, bizatihi kendilerinin sebep olduğu borçlar… Bu borçlar bir şekilde ödenmek zorunda; ama, AKP iktidarı bunların zamana yayılarak ödenmesini ya da hiç ödenmemesini fırsata çevirerek hemen ödenmesini istiyor ve onların bu ihmalini kullanarak belediyeleri zorda bırakmak istiyor… Ayrıca bu borçların varlığı seçimler olmadan önce, çok öncesinden biliniyor… Örneğin, Konak Belediye Başkanı Nilüfer Çınarlı Mutlu göreve gelir gelmez belediyesinin çok büyük miktarda borçlu olduğunu kamuoyu ile paylaşmakla birlikte sonraki süreçte eski belediye başkanı CHP‘li belediye başkanı Abdül Batur‘u suçlamaktan vazgeçti ve bu şekilde zamanında ödenmeyen borçlar için SGK ya da vergi daireleri tarafından tahakkuk ettirilen gecikme zamları ile cezaların, sebep olanlara tazmin ettirilip belediyesinin rahatlaması için tek bir adım atmadı…

Bu durumda, belediyelerin içinde bulundukları zorluğun geçmişte kendi partilerinden gelen belediye başkanlarının yanlış mali politikalarından kaynaklandığını ve bunu yok edip borçlardan kurtulmanın da birçok akılcı çözüm yolu bulunduğunu söyleyebilirim…

I- Harcamalarda gerçekten tasarruf yapmak: örneğin makam arabası olarak üst düzeyden Volvo marka araç kiralamamak, bürokratların altındaki makam araçlarını almak gibi….

II- Yeni müdürlükler kurmamak ve personel almamak,

III- Borçlar nedeniyle kamu mallarının satış furyasından vazgeçmek,

IV- Tahakkuk eden gecikme zamlarıyla cezaları bunlara sebep olanlar tarafından tazmin edilmesini sağlamak ve

V- Gereksiz mali yükümlülükler altına girmemek: Yeni binalara sahip olup işletmeye kalkmak, gereksiz yere belediye logosunu değiştirmek, belediye başkanının kişisel reklamını yapmak gibi gereksiz harcamalar yapmamak gibi…

Bunları yapmadıkları sürece, bırakın tüm borçları ödemek; yeni büyük borçların altında ezilmeleri elleriyle yazdıkları kendi kaderleri olacaktır… Tabii ki, kendi yanlışlarından kaynaklanan borçları halkın sırtına yükleyecekleri yeni ya da ağır vergilerden medet ummamaları koşuluyla… Örneğin, Konak Belediyesi‘nin, harç konusu olmakla birlikte ücret adıyla yasal sınırlarını aşarak almaya kalktığı işyeri açma ve çalışma ruhsatlarında ya da emlak vergisine esas olan asgari metrekare değerlerini takdir komisyonlarının görev, yetki ve sorumluluklarını istismar ederek astronomik düzeylere çıkarmasında olduğu gibi…

İkinci itiraza vereceğimiz cevap ise şu şekilde… Evet, konutu olmayanlar, tek konutu olanlar ya da tescilli konutlara sahip olanlar emlak vergisinden muaf olmakla birlikte; 2026 yılından itibaren daha yüksek emlak vergisi ödeyecek gayrimenkul sahiplerinin de bunu kiralara yansıtması ya da konut fiyatlarının artması suretiyle kent ve ülke ekonomisinin yeni açmaza girmesi beklenen bir gelişme olacaktır… Hele ki Türkiye‘deki ev sahipliği oranının 2014’de % 61,10 iken 2023’de 59,45’e, son olarak 2024’de % 55,80’e düştüğünü, bu düşüşe paralel olarak kiracılara ait oranların arttığını düşündüğümüzde… (1)

Kıymet takdir komisyonlarının bu vahim kararlarından sonra sanırım bir de mal sahibiyle kiracıları kurtarma komisyonlarını kurmak gerekecek…

Gelelim bu konuda son günlerde ortaya çıkan son gelişmeleri özetlemeye;

1) AKP cephesi, vergi oranlarının Emlak Vergisi Kanunu‘nun 8. maddesi ile Vergi Usul Kanunu‘nun mükerrer 49. maddesine göre Cumhurbaşkanı’na verilen yetki çerçevesinde yarı yarıya indirilebileceğini ya da bir önceki döneme ait rakamların dört yıl daha uygulanabileceğini; ayrıca, kanunda değişiklik yapılarak oranların indirilebileceğini ya da komisyonların yetkilerinin sınırlanabileceğini söylemekte…

Tabii ki bu kanun değişiklikleri sırasında astronomik miktarlarda değer biçen takdir komisyonlarının yapısı bir sürpriz olarak değiştirilmez ve yetkileri sınırlanmazsa…

2) CHP cephesi ise Ankara milletvekili Adnan Beker tarafından verilen kanun teklifi ile komisyonların 2021 yılında belirlenen değerlerin en fazla % 50 oranında artış yapmasını mümkün kılan teklif etmekle birlikte bu teklifin AKP ve MHP çoğunluğu tarafından dikkate dahi alınmayacağını düşünüyorum.

Vergileme ilkesi olarak kabul edilen eşitlik, genellik, yararlanabilme, ödeyebilme, adalet, uygunluk, verimlilik ve esneklik gibi önemli hususları hayata geçirmek amacıyla; emlak vergisi hesabına esas olacak takdir komisyonu kararlarında;

I- Belediyeler tarafından hazırlanması gereken yapı/emlak envanterleriyle Emlak Vergisine Matrah Olacak Vergi Değerlerinin Takdirine İlişkin Tüzük‘te sözü edilen vergi haritalarının kullanılması,

II- Değerlemelerin sokak ve parsel ölçeğinde değil, o sokak ve parseldeki bağımsız bölümlerin her biri için ayrı ayrı yapılması,

III- Takdir komisyonlarının karar verirken sahada fiilen çalışarak değer biçtiği gayrimenkulleri bizzat görüp bilgi sahibi olması,

IV- Dava konusuyla ilgili Danıştay kararlarında belirtildiği üzere, takdir komisyonu kararlarının gerekçeli olması ve gerektiğinde konusunda uzman bilirkişilerin görüşlerinden yararlanılması,

V- Emlak vergisi mükellefinin hem kendi taşınmazına ait değer takdiri için, hem idari yoldan merkez komisyonuna, hem de (buradan sonuç alamaması halinde) idari yargıya başvurarak iptal davası açma hakkının tanınması,

VI- Emlak vergisine esas değerlerin belirlenmesi ile ilgili davalarda ödenecek harç, bilirkişi ve avukatlık ücretleri konusunda belirli oranlarda indirim yapılmasını sağlayacak yasal düzenlemelerin yapılması,

VII- Taşınmaz sahiplerinin, takdir komisyonları tarafından verilen kararlara karşı belediye düzleminde itirazda bulunarak bu itirazlarla ilgili kararların belediye meclisi tarafından incelenip karara bağlanması,

Sağlanmalı, böylelikle emlak vergisinin mükelleflerden açısından kolaylıkla ödenebilir bir hale getirilmesi sağlanmalıdır.

Tabii ki belediyelerin takdir komisyonlarındaki yetkisinin kısıtlanmadığı ve belediye başkanlığı ile meclis üyeliği yapanların ilk seçimde seçmenlerin cezalandırması nedeniyle koltuklarını kaybedecekleri koşullarda…

Unutmayalım ki, bir zamanlar belediyelere ait olan elektrik dağıtım hizmetleri, elektrik abonelerinden toplanan elektrik üretim payının zamanında Türkiye Elektrik Kurumu (TEK)’na yatırılmayışı nedeniyle belediyelerin elinden alınmış; böylelikle, belediyeler büyük bir mali kaynaktan yoksun kalmıştı… Bu anlamda bugün ya da yarın buna benzer ters bir şeyin olmayacağını kim tahmin edebilir, kim söyleyebilir ki?

Yararlanılan kaynaklar

(1) https://tr.tradingeconomics.com/turkey/home-ownership-rate

(2) Hüseyin Gökçe, Emlak vergisi karar bekliyor, Ekonomi Gazetesi, 5 Eylül 2025, https://www.ekonomigazetesi.com/ekonomi/emlak-vergisinde-karar-zamani-58405

Kurt, E., Emlak Vergisi Sisteminin Değerlendirilmesi ve Yeni Düzenleme Önerileri, İstanbul Kalkınma Ajansı-İstanbul Ticaret Odası-İstanbul Düşünce Akademisi-T.C. Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı, İstanbul, Şubat 2018.

Sermayeye çağrı, özelleştirmeye kapı açmaktır!

Ali Rıza Avcan

Kültürpark ve Kültürpark‘la birlikte 6. İzmir Enternasyonal Fuarı, dönemin başbakanı İsmet İnönü ile İzmir Belediye Başkanı Behçet Uz tarafından 1 Eylül 1936 tarihinde açıldı. (1)

İzmir Enternasyonal Fuarı, o tarihten bu yana, (sadece 2. Dünya Savaşı‘nın devam ettiği 1942 yılı hariç olmak üzere) genellikle her yılın 18 Ağustosu ile 20 Eylülü arasında 94 kez kapılarını açarak bir yandan ülke ve dünya ticaretine hizmet etti, diğer yandan da oluşturduğu kültür ve sanat ortamı ile İzmir ve Ege bölgesi halkının sosyalleşerek öğrenip eğlenmesinin önemli bir aracı oldu. (2)

Artık lunaparkın olmadığı bir Kültürpark…

Bu arada İzmir Büyükşehir Belediyesi İzmir’in bir fuarlar ve kongreler kenti olmasını sağlamak amacıyla İzmir Ticaret Odası, Ege Bölgesi Sanayi Odası, Ege İhracatçı Birlikleri ve İzmir Ticaret Borsası gibi kurumları da ortak ederek 1990 yılında kısa adı İZFAŞ olan İzmir Fuarcılık Hizmetleri Kültür Sanat Etkinlikleri A.Ş. isimli şirketi kurdu. Bu kapsamda belediyenin toplam 54 yılı kapsayan 1936-1990 döneminde, fuarı organize etmek için İZFAŞ gibi ayrı bir şirkete ihtiyaç duymadığını, belediyenin fuarla ilgili her türlü iş ve işlemi kendi imkanlarıyla gerçekleştirdiğini; ancak, şirketleşmeyi, daha doğrusu özelleşleştirme rüzgarlarını arkasına alan Ronald Reagan‘lı, Margaret Thatcher‘lı ve Turgut Özal‘lı yıllardan sonra fuarcılık işinin özelleştirilmesi için ayrı bir şirketin kurulduğunu söyleyebiliriz.

Kültürpark‘ın açıldığı yıllarda geçerli olan uluslararası fuarcılık anlayışı, ihtisas fuarlarının geçerli olmaya başladığı son yıllarda eski önem ve değerini kaybettiği için ihtisas fuarlarını yapmak için 2015 yılında Gaziemir‘deki Fuar İzmir açıldı. (3)

Ancak İzmir Büyükşehir Belediyesi, uluslararası fuarcılık anlayışının eskimesi nedeniyle fuarın kentin merkezindeki Kültürpark‘tan kaldırılması durumunda karşı karşıya kalabileceği tepkileri düşünerek, “uluslararası fuar” kandırmacasıyla yapılan etkinliklerin giderek yerel bir panayır ya da şenliğe dönüşmesi karşısında, hiç değilse İzmirlileri yapacağımız konser ve etkinliklerle eyleyip oyalayalım diyerek fuar olmaktan çıkan kötü bir organizasyonu bugüne kadar devam ettirmeyi tercih etti.

Bugün artık adı uluslararası, kendisi panayır olan bu organizasyona, onu uluslararası yapacak düzeyde yabancı ülke ve firmalar katılmıyor, bu eksikliği gidermek için her sene bir ülke ve onun firmaları misafir adıyla çağrılıyor, o nedenle gelişmiş ülkelerin dahil olduğu uluslararası ticari alışverişler yapılmıyor; hatta, oteller dolmuyor ve fuar bugünkü haliyle çim konserlerin yapıldığı, künefe, kebap gibi yerel yiyeceklerin satıldığı, promosyon niyetine yiyecek ve içeceklerin dağıtıldığı, genellikle Basmane, Kadifekale, Ege mahallesi gibi yakın bölgelerde oturan yoksul, dar gelirli insanların gelip kendilerini sergilediği bir gösteri mekanına dönüşüyor, giriş kapılarında polis ve özel güvenlik tarafından çifter çifter aramalar yapılmasına karşın 2024 yılındaki Semicenk konseri sırasında çıkan kavgada insanlar bıçaklanabiliyor, korku ile kaçışabiliyor… (4)

Kentin varsıl kesimleri ise fuara gelme niyetini çoktan bırakmış durumda… Hatta fuar akşamları Alsancak, Mimar Sinan ve Kültür mahallelerinden gelip İzmir Sanat Kafe‘ye ve Tenis Kulübü‘nde oturup sohbet eden müdavimlerin belirgin ölçüde azaldığı bir dönemi yaşıyor..

Gelelim bu fuar görünümlü karnavalın çok konuşulan ve konuşuldukça fuarı, fuar sayesinde sergilenen kültür ve sanat anlayışını; hatta, İzmir‘i sahiplenmeye çalışan sponsorlarına…

Ama ondan önce, 1999 yılında İzmir‘de, Prometheus ve Gözlem Gazetesi işbirliğiyle yapılan Taşımacılık Zirvesi‘nin proje koordinatörü olarak organizasyonun iletişim sponsorluğunu üstlenen DHL Worldwide Express Türkiye genel müdürünün, “parayı veren düdüğü çalar” tavrının beni ne kadar üzdüğünü, organizasyonu ne ölçüde olumsuz etkilediğini; bu bağlamda, sponsor ilişkilerindeki olumsuzlukları yaşamış biri olarak bu ilişki ve iletişim sabırla iyi bir şekilde yönetilmediği takdirde çok büyük sorunlara yol açabileceğini hatırlatmak isterim.

Ardından da sponsorluk denilen şeyin, Kapitalist sistem içinde piyasaya hakim konumdaki büyük şirket ve holdinglerle sponsorluk talebinde bulunan kişi, kurum ve kuruluşlar arasındaki bir reklam-tanıtım çalışması olduğunu, değişik kişi, kurum ve kuruluşlar tarafından yapılan bir çalışmanın masraflı kısımlarının sponsor adı verilen şirketlerin vereceği para karşılığında onların reklamını yapma işi olduğunu belirtmeliyim… Bugün fuarın her yerinde, her köşesinde, Folkart ve Migros‘un reklam malzemelerinin yer alması, yapılan her konuşmada onlardan söz edilip teşekkür edilmesi bunun en önemli yanıdır.

94 yıldır İzmir‘de, 88 kez de Kültürpark‘ta yapılan İzmir Enternasyonal Fuarı‘na bugüne kadar hangi yıllarda hangi firmalar sponsor olmuş diye bir Google taraması yaptığımızda karşımıza çıkan bilgiler şu şekilde:

I- Noya Dijital Dönüşüm Teknolojileri: 2009 yılında yapılan 78. İzmir Enternasyonal Fuarı “Kiosk Sponsoru.

II- Tansaş A.Ş. : 2012 yılında yapılan 81. İzmir Enternasyonal Fuarı “Ana Sponsoru.

III- Folkart (Saya Holding): Şirketin patronu Mesut Sancak 2025 yılı fuarı için verdiği demeçlerde son 8 yıldır ana sponsor olduklarını belirtmiş olmakla birlikte kayıtlar Folkart‘ın 2016, 2017, 2018, 2019, 2020, 2021, 2022, 2023, 2024 ve 2025 yıllarında olmak üzere toplam 10 kez Ana Sponsor olduğunu söylüyor.

IV- Vestel: 2016, 2017, 2018 yıllarında “İnovasyon Sponsoru“, 2024 yılında yapılan 93. İzmir Enternasyonal FuarıTeknoloji Sponsoru“,

V- Migros: 2017, 2018, 2021, 2022, 2023, 2024 ve 2025 yıllarında yapılan fuarlarda “Etkinlik Sponsoru“,

VI- Kral Pop Radyo: 2017 yılında yapılan 86. İzmir Enternasyonal FuarıUlusal Radyo Sponsoru“,

VII- Avek Otomotiv: 2024 yılında yapılan 93. İzmir Enternasyonal FuarıOtomotiv Sponsoru“,

VIII- Avec Rent a Car: 2024 yılında yapılan 93. İzmir Enternasyonal Fuarı “Ulaşım Sponsoru,

IX- Red Bull: 2024 yılında yapılan 93. İzmir Enternasyonal FuarıTema Etkinlik Sponsoru” olmuş.

Bu bilgilerden de anlaşılacağı üzere, İzmir Enternasyonal Fuarı‘nda sponsor katkısı almak 2009 yılından, özellikle de Aziz Kocaoğlu dönemiyle birlikte başlamış ve geçtiğimiz yıl yapılan 93. İzmir Enternasyonal Fuarı ile konu ve sayı itibariyle bir patlama yaşamış… Genellikle kabul edilip uygulanan “Ana Sponsor” ve “Etkinlik Sponsoru“nun yanında “Otomotiv Sponsoru“, “Ulaşım Sponsoru“, “Tema Etkinlik Sponsoru” gibi sponsorluklar icat edilmiş… Anlaşılan o ki, İzmir Büyükşehir Belediyesi ve onun şirketi İZFAŞ, fuar masraflarını karşılamada büyük zorluklar yaşıyor ve masrafı bu tür özel firmalar arasında paylaştırarak üstündeki yükü hafifletmeye çalışıyor…

Şu konuyu baştan belirtmek gerekir ki, -ne yazık ki- İzmir Büyükşehir Belediyesi ile onun şirketi İZFAŞ‘a ait önceden hazırlanıp kamuoyu ile paylaşılmış önceliklerini, strateji ve ilkelerini, en önemlisi etik değer ve kriterlerini gösteren bir sponsorluk politikası yok… Örneğin sponsorluğu kabul edilen bir firma daha önce ihale yolsuzluğu yapmışsa, adı birtakım yolsuzluk operasyonlarına karışmışsa, belediye başkanıyla üst yönetiminin siyasi görüş, ideoloji ve uygulamalarına ters, aksi; hatta holding ya da şirket bütünüyle baltalayıcı faaliyetleri varsa ne olacak, onun sponsorluğu kabul mü edilecektir? Örneğin Aydın Büyükşehir Belediye Başkanı Özlem Çerçioğlu‘nun eşine ait Jantsa sponsor olmak istese ona ne denecektir? Ya da yakın zamanda adını öğrenip ezberlediğimiz Aziz İhsan Aktaş benzeri Ankara‘daki kaçak sarayı yapıp İzmir‘i gökdelenlerle donatan Rönesans Holding veya Mehmet Cengiz, belediye başkanı Cemil Tugay‘ın çağrısına uyup fuara ya da belediye hizmetlerine, örneğin belediye hizmet binasının yapımına sponsor olmak istese ne yapılacaktır?

Üstüne üstlük 25 Ekim 2016 tarihinde yazdığım “Belediyelerin ve şirketlerinin sponsorluk sözleşmeleri halka açıklanmalıdır” başlıklı yazıda da (5) belirttiğim gibi, 2016 yılında İzmir‘de yapılan Türkiye İş Sağlığı Zirvesi‘ne, Efemçukuru‘ndaki altın madenini işleten Tüprag şirketi ile birlikte sponsor olmayı kendine dert edinmeyen, “ben bana yardımcı olacak bir sponsoru hangi kriterleri gözeterek nasıl seçmeliyim?” düşüncesiyle kendisine bir takım ilke, kriter ve etik değerler belirlememiş bir belediye ile karşı karşıyayız…

Belediyenin kendisine ve şirketlerine sponsor olacak kurum ve kişileri belirlerken hangi kriterlere göre davranacağını belirleyen temel bir sponsorluk politikası olmadığı için de yıllardır “bize sponsor olur musunuz?” sorusunu sorarak ya hep aynı firmaların sponsorluğuyla çalışıyor ya da hiç alakasız firmaların sponsorluğunu kabul ediyor veya her yıl duyduğu günlük ihtiyaçlara göre “ulaşım sponsoru“, “otomotiv sponsoru” ve “ulusal radyo sponsoru” gibi çeşit çeşit sponsorluklar icat ediyor…

Aslında İzmir Büyükşehir Belediyesi‘nin sponsorlara verdiği hizmetlerin her biri kamu hizmetidir ve o nedenle sponsoru belirlemeden önce sponsoru nasıl seçeceğine ilişkin usul ve esasları belirleyip halka açıkladığı politika, plan, program, strateji, ilke, kriter ve etik değerlere göre bir seçim yapması gerekir. Buradaki amaç sponsorun elindeki parayı almak değil, sponsorun kendisine devredilen kamu hizmetini layıkıyla iyi bir şekilde yapmasıdır.

Ayrıca her bir sponsorluk, belediyeye ya da şirketine ait kamu hizmetinin özelleştirilmesi anlamına geleceği için çok zorda kalmadıkça o konuda sponsorla çalışılmaması, belediyelerin o hizmeti doğrudan doğruya kendi imkanları ile yapması gerekir…

Her sene karşımıza çıkan bir durum… Bu seneki fuarda hangi sanatçılar yer alacak? “Biz onu “etkinlik sponsoru”muza verdik, sanatçıları o seçecek ve paralarını da o ödeyecek?”

Ve sonuçta, geçtiğimiz yıl Kültürpark‘taki çim konserinde birbirine silah ya da bıçak çekenler, birbirini kovalayan ya da korkudan kaçışan insanlar… Çünkü İzmir‘in orta yerinde sergilenen popüler sanatın, kültürün seviyesi, o seviyenin oraya çektiği insanlar ortada…

Evet, işte böylesine bir duruma izin vermemek için belediyenin ya da şirketinin fuar süresince ya da fuar haricinde kabul edip uygulayacağı tüm kültür sanat hizmetlerinin özünü ortaya koyacak olan politikaları belli olmalı ve bu politikaların uygulaması, şirketlerin kendi menfaatleri doğrultusunda karar almalarına, kendi angajmanlarındaki sanatçıları öne sürmelerine bırakılmamalı…

Kıyıda köşede kalıp bilmediğimiz, varlığından haberdar olmadığımız gelip geçici popüler isimler “büyük sanatçı“, “asrın sanatçısı“, “Türkiye’yi yurtdışında temsil ediyor” gibi yalan haber ve reklamlarla halkın önüne çıkarılmamalı, belediye ve şirketi kendi politikası doğrultusunda hangi sponsorun hangi işi yapacağını önceden bilip söylemeli, sponsor arayışlarını kendisinin koyduğu şartlar üzerinden yapmalı, her biri ticari bir yapı olan sponsor firmalara teslim olmamalıdır… Bu bağlamda, Folkart‘ın, Sancak Holding‘in ya da Saya Holding‘in bir yandaş şirket olarak iktidarla ilişkilerini sorgulamalı, Migros‘un dahil olduğu Anadolu Grubu‘nun TOGG‘un ortağı olup yine aynı gruptaki Anadolu Efes Biracılık‘ın 2023 yılında vergiden muaf tutulduğunu (6) dikkate almalı… Daha doğrusu hem fuar sponsorlarını seçerken ilkeli davranmalı, hem de Kültürpark‘ı ticaretten, para kazanma hırsından uzak tutmalı, Kültürpark‘ı Grand Plaza, Folkart, Migros gibi ticari kuruluşlara teslim etmemelidir…

94. İzmir Enternasyonal Fuarı ile ilgili 22 Ağustos 2025 tarihli tanıtım toplantısında, “Belediye elinden geleni yapıyorsa şehrin uyduğunu düşündüğüm önemli dinamikleri var. Bu iş sadece belediye ile olmaz, herkes elinden gelen katkıyı, İzmir’in hayal ettiğimiz ivmeye kavuşması için ortaya koyması lazım” diyen İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Cemil Tugay‘ın bu toplantı öncesinde Folkart patronu Mesut Sancak‘la konuşup ondan sufle aldığı, en azından ifadesini onun 7 yıl önce söylediklerine dayandırdığı anlaşılıyor. (7)

Tabii ki, bu ifade ile kendisine yeni bir çatışma alanı açtığını ve bunun kendisi için hiç de iyi olmayacağını anladıktan sonra 29 Ağustos 2025 tarihli fuar açılışında tornistan ederek İzmir iş dünyasına ettiği teşekkürle hatasını düzeltmeye çalıştığını düşünüyorum… (8)

Evet, İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Cemil Tugay‘ın 22 Ağustos 2025 tarihli fuar tanıtım toplantısında dile getirdiği ifadeler, aslında hemen yanında oturan Folkart patronu Mesut Sancak‘ın bundan tam 7 yıl önce dile getirdiği düşünce ve dileklerin bire bir aynısıdır… Zira aynı Mesut Sancak‘ın, 4 Temmuz 2018 tarihli Hürriyet Gazetesi‘nde yayınlanan Ayçe Bükülmeyen imzalı röportajının hem başlığında hem de içeriğinde, “Her firma İzmir’e destek olmalı” dediği görülmektedir. Anlaşılan o ki, Folkart patronun ağzından çıkan bu sözler, 7 yıl sonra ağız değiştirerek kendine başka sponsorlar bulmak isteyen İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Cemil Tugay‘ın dileği haline gelmiş…

Ancak Folkart patronunun 7 yıl önce verdiği demeçle yakın zamanda sosyal medyada yayınladığı mesajlarda Folkart ve Folkart Galery tarafından düzenlenen sergiler için “sponsorluk” sözcüğünü kullanmayıp, onun yerine “İzmir Büyükşehir Belediyesi işbirliği ve Folkart organizasyonu” ifadesini kullanması, Folkart‘ın “işbirliği” adı altında İzmir Büyükşehir Belediyesi‘nin kültür ve sanat alanındaki tercihleriyle uygulamalarını yönlendirmeye başladığını, bugüne kadar şirketin halkla ilişkileri boyutunda gerçekleştirilen kültür-sanat etkinliklerine ek olarak, arkasına Atatürk rüzgarını alarak tasarlanan “Ve Mavi Gözleri Çakmak Çakmaktı” Mustafa Kemal Atatürk temalı sergiyle “dünyaca ünlü medya sanatçısı” sıfatıyla yere göğe konulamayan; ancak, İzmir‘de açılan sergisi için yaşadığı ABD‘den kalkıp gelmeyen, bu arada yapılacağı söylenen yeni belediye hizmet binası projesini hazırlama görevi belediye başkanı tarafından kendisine sipariş edilen Refik Anadol isimli sanatçının düzenlediği “Şifanın Algısı” ve “Makine Rüyaları: Ege” isimlerini taşıyan ikinci sergiyle, aynen bir zamanlar Ahmet Güneştekin olayında yaşadığımız gibi İzmir Büyükşehir Belediyesi adı kullanılarak belediyenin kentteki kültür sanat etkinliklerine yol ve şekil verildiği görülmektedir.

Anlaşılan o ki, belediyenin niyeti İZFAŞ tarafından yerine getirilen fuarcılık hizmetlerinin önce “sponsorluk“, daha sonra “işbirliği” adıyla; hatta, buna tematik fuarların yapıldığı Fuar İzmir‘i de dahil ederek özelleştirme yoluyla şirketlere verilmesi doğrultusundadır… Hiç belli olmaz, yarın öbür gün İzmir Büyükşehir Belediyesi Folkart ile birlikte bir şirket kurarak ya da Folkart‘ı İZFAŞ‘a ortak yaparak özelleştirilmiş fuarcılık ve kültür-sanat hizmetleri ile karşımıza çıkabilir… İşte o nedenle, hem Folkart patronu hem de belediye başkanı diğer şirketleri de bu işbirliğine davet ederek, adeta bir özelleştirme ihalesine katılmalarını isteyerek, belki de İzmir‘de pek moda olan yeni bir “çok ortaklı saadet zinciri” yaratarak ortalığı kızıştırmaya çalışıyor… Özellikle de bir türlü sonuçlanmayan Basmane Çukuru takasında, yılan hikayesine dönen Konak‘ta belediye hizmet binası yapımı ve son kez Hilton İzmir binasının bir türlü satılamaması olaylarında gördüğümüz gibi kendisine ait bir hizmeti verip devredeceği ya da takas edip üstünden atacağı güvenilir bir adres aramakta; belli olmaz şu aralar belki de birtakım pazarlıklar yapmaktadır… Diğer yandan da belediye eliyle beslenen gazete ve gazetecilerin de bu fikri geliştirip sonuca ulaşması için elinden geleni yaptığını gözlüyoruz…

O anlamda, Kültürpark‘la İZFAŞ, Fuar İzmir ve İzmir Enternayonal Fuarı‘nın güzel, iştah kabartan armağan paketleri olarak önümüzdeki günlerde “sponsorluk“, “işbirliği” ya da “şirket ortaklığı” gibi yeni ad ve yöntemlerle yeni pazarlıkların ya da özelleştirmelerin konusu olabileceği ihtimalinin her geçen gün arttığını söyleyebilirim…

Kaynaklar

(1) Kültürpark, https://en.wikipedia.org/wiki/K%C3%BClt%C3%BCrpark

(2) İzmir Enternasyonal Fuarı, https://tr.wikipedia.org/wiki/%C4%B0zmir_Enternasyonal_Fuar%C4%B1

(3) Fuar İzmir, https://tr.wikipedia.org/wiki/Fuar_%C4%B0zmir

https://kentstratejileri.com/2016/10/25/belediyelerin-ve-sirketlerinin-sponsorluk-sozlesmeleri-halka-aciklanmalidir/

(4) Son Dakika/ Fuar’da korku dolu anlar yaşandı, https://www.haberekspres.com.tr/son-dakika-fuarda-korku-dolu-anlar-yasandi

(5) Ali Rıza Avcan, “Belediyelerin ve şirketlerinin sponsorluk sözleşmeleri halka açıklanmalıdır. https://kentstratejileri.com/2016/10/25/belediyelerin-ve-sirketlerinin-sponsorluk-sozlesmeleri-halka-aciklanmalidir/

(6) Bianet, 9 Ağustos 2024, “Türkiye’nin vergi vermeyen şirketleri”, https://bianet.org/haber/turkiye-nin-vergi-vermeyen-sirketleri-298117

(7) “Tugay’dan fuar tanıtımında ‘sponsor’ ve ‘uyuyan dinamikler’ çıkışı, Gerçek İzmir, 22 Ağustos 2025, https://www.gercekizmir.com/haber/Tugay-dan-Fuar-tanitiminda-sponsor-ve-uyuyan-dinamikler-cikisi/177220

(8) “İEF’in açılışında konuştu… Tugay’dan iş dünyasına teşekkür!, Ege’de Son Söz, 29.08.2025, https://www.egedesonsoz.com/iefin-acilisinda-konustu-tugaydan-is-dunyasina-tesekkur

Aydın Erten’i Anma Etkinlikleri: Sadece Bir Hatırlatma mı?

Ali Rıza Avcan

Çocukluğu gençliği ve öğrenciliği Ankara‘da geçmiş biri olarak, adına ister “toplumcu“, ister “halkçı” ya da başka bir şey deyin iyi belediyecilik uygulamalarını, seçimlerde benim de oy verdiğim Vedat Dalokay ve Ali Dinçer gibi başarılı belediye başkanları sayesinde ilk önce Ankara‘da görüp yaşadım…

Ardından sınıf arkadaşım sevgili Sedat Göçmen‘in de içinde yer aldığı Fatsa‘daki Fikri Sönmez (Terzi Fikri) belediyeciliği ile tanıştım. Bu arada Mülkiye‘deki lisans ve yüksek lisans eğitimi sonrasında kent, kentleşme ve yerel yönetimlerle ilgili doktora programına paralel olarak Yerel Yönetimler ve İçişleri bakanlıklarında çalıştığım dönemlerde İzmir‘den gelen seslere de kulak vererek Gültepe‘de Aydın Erten’i, Aliağa‘da Hakkı Ülkü‘yü, İstanbul‘da Ahmet İsvan‘ı, Kocaeli, Değirmendere‘de Ertuğrul Akalın‘ı ve Susurluk‘da Tahsin Bozoğlu‘nu tanıma; hatta, birlikte çalışma fırsatını yakalamış oldum.

Vedat Dalokay, Ali Dinçer, Fikri Sönmez, Ahmet İsvan, Hakkı Ülkü, Tahsin Bozoğlu ve Ertuğrul Akalın…

Ve bütün bu deneyimlerin sonucunda, kent, kentleşme, yerel yönetimler, araştırma, eğitim, iletişim ve planlama gibi bilgi ve bilgiyi işleme konularında uzmanlaşmış biri olarak önemli olanın Fikri Sönmez, Aydın Erten ya da Ahmet İsvan gibi halktan yana, ufku geniş, yetenekli ve becerikli belediye başkanlarının “tek adam” olarak öne çıkmasıyla değil; onların, başkanlıkları süresince bir daha değiştirilemeyecek derecede oluşturup bir miras olarak geride bırakacakları, toprakta derin kökler salan kurumsal bir yapılanma olduğunu anlayıp kavramış oldum.

Çünkü adları öne çıkarılıp bir kahraman gibi kutsanan bu belediye başkanlarının ölümünden, seçilememesinden ya da bir şekilde görevden alınmasından sonra o belediyeleri denetlemek ya da danışmanlık yapmak amacıyla gittiğimde; o örnek uygulamalardan geriye tek bir izin kalmadığını, sadece insanların hafızasında yer eden bazı isimlerin sık sık dile getirildiğini gördüm ve ondan sonra denetlediğim ya da danışmanlığını yaptığım her belediye başkanına, bir miras olarak geride bırakacakları kökleşmiş kurumsal yapının daha önemli olduğunu anlatmaya çalıştım. Her ne kadar, 12 Mart ve 12 Eylül gibi her olumlu, güzel şeyi ezip geçen, un ufak eden faşist dönemlerin bu geride bir şey kalmaması olayında birinci dereceden etkili olduğunu bilsem de…

Bugünkü yazımın konusunu oluşturan Gültepe Belediyesi ve onun efsane başkanı Aydın Erten de -ne yazık ki- kahramanlık öyküleri dışında geride hiçbir şey bırakmama halinin kötü bir örneği olarak kaldı. Kendi bir efsane kahramanı olarak unutulmadı; ama, yaptıkları örnek alınıp geliştirilmedi ve devamı getirilemedi…

Kendisi görevden alınıp belediyesi kapatılmış olsa bile, İzmir‘in orta yerindeki bir direniş noktasından, bir özerklik deneyiminden geriye bugünleri etkileyecek daha anlamlı bir şeylerin kalması gerekirdi diye düşünüyorum…

Çünkü Aydın Erten‘in görevden alınması sonrasında belediyesi kapatıldı, kendisi partisi içinde cezalandırılarak ilgisizliğe mahkum edildi ve yaptıkları bir örnek olarak uzunca bir süre incelenip değerlendirilmedi… Yapıp eyledikleri üzerine kafa yorup geleceğe aktarılacak sonuçlar çıkarmak yerine kahramanlaştırılan ismi öne çıkarılıp mezarına gidip karanfil koyduktan sonra nutuk atmak yeterli bulundu… Hem de onun söyledikleriyle yaptıklarının tam aksini yapanların, örneğin kaymakamın yazısını emir telakki edip Avesta Derneği‘nin kapısına kilit vuranların, işçileri kapının önüne koyup emek düşmanlığı yapanların iki yüzlülüğü ile… Bunun dışında Gültepe Belediyesi ile onun başkanı Aydın Erten hakkında, aynen sevgili arkadaşım Sedat Göçmen‘in Fatsa anılarını toplayıp yayınlanması gibi tek bir belgesel, tek bir anı kitabı hazırlanmadı, o anıları koruyup kollayacak bir dernek, bir vakıf bile kurulamadı… Hatta 2024 yılı anmasında Konak Belediye Başkanı Nilüfer Çınarlı Mutlu‘nun kuracağız denilen Aydın Erten Vakfı bile aradan bir yıl geçmesine rağmen kurulmadı, kurulamadı…

Gültepe belediye başkanı Aydın Erten adının dillere pelesenk olduğu bu süre içinde; bırakın öldüğü 2000 yılını, ilk kez belediye başkanı olduğu 1973 yılından bu yana geçen 52 yıl içinde üniversitelerde kendisi ve Gültepe konusunda topu topu 3 tane tez yazıldı:

🔴2016 yılında Uğur Ülger‘in yazdığı “Seçmen Davranışlarındaki Değişim, Gültepe Örneği” isimli yüksek lisans tezi,

🔴2022 yılında Turgay Gülpınar‘ın yazdığı “Türkiye’de yerel özerkliğin yükselişi ve düşüşü: Gültepe örneği (1973-1980)” isimli doktora tezi ve

🔴Kemal Kılçdaroğlu‘nun CHP genel başkanlığı zamanında genel başkan yardımcısı ve parti meclisi üyesi olan Devrim Barış Çelik‘in 2024 yılında yazdığı “Sosyo-ekonomik değişimin seçmen tercihlerine etkisi: Gültepe örneği” isimli doktora tezi.

Neyse ki, yaraya merhem niyetine yapılan bu üç çalışmadan biri olup sevgili ekip arkadaşım Dokuz Eylül Üniversitesi İzmir Meslek Yüksekokulu öğretim görevlisi Dr. Turgay Gülpınar‘ın kaleme aldığı 2022 tarihli doktora tezi, yakın zamanda İletişim Yayınları tarafından “Yerel Hükümet: Gültepe, Bir Özerklik Deneyimi (1973-1980)” ismiyle yayınlandı da bu alandaki büyük eksiklik bir nebze olsa da giderildi.

O nedenle, ağzından İzmir, Gültepe ya da Aydın Erten isimleri çıkan herkesin, her İzmirli‘nin bu kitabı almasını ve Prof. Dr. Sonay Bayramoğlu Özuğurlu‘nun öğrencisi sevgili Dr. Turgay Gülpınar‘ın yazdıklarını okumasını hararetle öneriyorum.

Gelelim, Aydın Erten‘in ölümünün 25. ölüm yıldönümüne isabet eden 11-13 Ağustos 2025 tarihlerinde “Aydın Erten’i Anma Etkinlikleri” adıyla yapılıp bir kısmına sevgili dostlarım Orhan Beşikçi ve Erol Şaşmaz‘la birlikte katıldığım ve benim bir saygı etkinliği olmaktan çok saygısızlık olarak nitelediğim etkinliklerle ile ilgili değerlendirmelerime…

CHP Konak İlçe Başkanlığı tarafından düzenlenip; İzmir Büyükşehir, Konak ve Gaziemir belediyeleriyle İzmir ve Konak kent konseylerinin, Gültepe Kentsel Değişim Kültürel ve Dayanışma, Geleceğim Ol ve 68’liler Derneği ile ADD Konak Şubesi‘nin ve 78’liler Federasyonu‘nun; ayrıca, sponsor olarak So Lady, Özgür Eğitim Yayınları, Serkay Tekstil ve Öz Altın Turizm gibi firmalarca desteklenip 11-13 Ağustos 2025 tarihlerinde üç gün süreyle yapılan etkinliklerin halka duyurulan programına göre;

Aydın Erten, 11 Ağustos 2025 Pazartesi günü 11.00-12.00 saatleri arasında mezarına karanfil bırakmak suretiyle anılacak; ayrıca, yine aynı gün 13.00-14.00 saatleri arasında 1973-1980 yılları arasında Gültepe Belediye Başkanı olarak ortaya koyduğu belediyecilik deneyimi, 2022 yılında hizmete açılan Gültepe Aydın Erten Rekreasyon Alanı‘ndaki Mutlu Kahve‘de, DEÜ İzmir Meslek Yüksekokulu öğretim görevlisi Dr. Turgay Gülpınar ile Gültepe Kentsel Değişim Kültürel ve Dayanışma Derneği başkanı Ali Yılmaz‘ın katılımıyla “Bir Özerklik Deneyimi” adı altında konuşulup tartışılacak,

12 Ağustos 2025, Salı günü 20.00-23.00 saatleri arasında Gültepe Son Durak‘ta “Adım Adım Anadolu Esintileri” isimli bir konser verilecek,

Etkinliğin 3ncü ve son gününde ise saat 14.00’de Gültepe Toros Tesisleri‘nde İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Cemil Tugay‘ın, Konak Belediye Başkanı Nilüfer Çınarlı Mutlu‘nun ve Gültepe Kentsel Değişim Kültürel ve Dayanışma Derneği yönetim kurulu başkanı Ali Yılmaz‘ın protokol konuşmalarından sonra sevgili hocam Prof. Dr. Ruşen Keleş‘le Doç. Dr. Taylan Engin ve Dr. Orhan Selim Bayraktar‘ın katılımıyla başlığı ya da konusu belirtilmeyen bir toplantı yapılacaktı.

Bu programı görür görmez Kent Stratejileri Merkezi‘nin Facebook hesabında yaptığım bir paylaşımla Aydın Erten‘in, ilk kez mezarının ziyaret edilip karanfil bırakılması dışında toplantılar ve konserler düzenlenerek anılacak olması nedeniyle organizasyonu yapanları tebrik etmekle birlikte; 13 Ağustos 2025, Çarşamba günü yapılacak toplantıda sevgili hocam Prof. Dr. Ruşen Keleş‘in yanına verilen iki ismin hem Aydın Erten‘le bir ilgisinin olmaması, hem de uzmanlık alanlarının belediyecilikle ilgili olmayışı nedeniyle bu durumu eleştirmiş, buna bir çözüm bulunmasını önermiştim.

Oysa izleyen günlerde gerek tanık olduklarımı, gerekse güvenilir kaynaklardan aldığım bilgileri dikkate alınca bu organizasyonu yapanları boşu boşuna tebrik ettiğimi anlayıp yapılanları Aydın Erten‘e yapılan bir saygısızlık olarak düşünmekten kendimi alamadım ve o nedenle de tarihe not düşmek adına bu yazıyı yazmak zorunda kaldım:

Gelelim gün gün neler yapıldığını ortaya koyup değerlendirmeye;

1) Yıllardır yapılan mezar ziyareti ile bu ziyaret sırasında mezara karanfil bırakıp ardından nutuk atanları dinlemenin bıktırıcı bir ritüel olduğunu düşündüğüm için oldukça kalabalık olduğunu gördüğüm söz konusu etkinliğe katılmadım. Ancak daha sonra İzmir Büyükşehir Belediyesi‘nin internet sayfasında “Tugay: Aydın Erten’in mirası namus borcumuzdur” başlığıyla yayınlanan 11 Ağustos 2025, Pazartesi tarihli haberle haber ekine koyduğu fotoğraflara baktığımda mezarın karşısına konulan kürsüye Cemil Tugay, Nilüfer Çınarlı Mutlu, Ozan Ali İlgazi, Ünal Işık, Sabri Ergül, Ceren Erten, Hamit Mumcu, Orhan Polat, Nimet Haytabay, Ertuğrul Gezenoğlu ve Nail Dağdelen olmak üzere tamı tamamına 11 kişinin çıkarak konuştuğunu öğrendim.

BU tür konuşmacısı bol mezarlık anmalarını geriye doğru incelediğimde de, o an itibariyle CHP siyaseti açısından kimler makbulse, kimlerin hükmü geçiyorsa konuşanlar arasında onların yer aldığını; ama, başkalarına ya da halka söz bırakmayan siyasetçi bolluğunun uzun bir süredir değişmediğini anladım…

Çöplerin toplanmadığı bakımsız Aydın Erten Rekreasyon Alanı… Fotoğraf: Erol Şaşmaz

2) Aynı gün 13.00-14.00 saatleri arasında Aydın Erten Rekreasyon Alanı‘ndaki Mutlu Kahve‘de Gültepe Kentsel Değişim Kültürel ve Dayanışma Derneği yönetim kurulu başkanı Ali Yılmaz ile DEÜ İzmir Meslek Yüksekokulu öğretim görevlisi Dr. Turgay Gülpınar‘ın konuşmalarını dinlemek amacıyla sevgili dostlarım Orhan Beşikçi ve Erol Şaşmaz ile birlikte gittiğimizde söyleşinin yapılacağı Mutlu Kahve‘nin kapalı olduğunu, alandaki güvenlik görevlilerinin bu toplantıdan haberdar olmadıklarını; ayrıca, “Mutlu Kahve” adı verilen tesisin çevresindeki Aydın Erten Kreasyon Alanı‘nın bakımsızlık içinde bir çöp deryasına dönüştüğünü görüp, bu mekanda “mutlu” olup Serotonin salgılamak yerine üzülüp tesise adı verilen Aydın Erten adına içim acıdı ve bu alanın hiç olmazsa Konak Belediyesi tarafından birkaç gün önce temizlenip bakımlı hale getirilmesi gerektiğini düşündüm… Çünkü bana göre Aydın Erten‘e saygı, kürsü nutuklarında değil; onun adının verildiği bu tesisteki bu tür küçük noktalara özen göstermekte yatıyordu…

Kapısı kilitli “Mutlu Kahve”ye alternatif bir söyleşi…

Mutlu Kahve kapalı olup toplantıya hazır olmadığı, üstüne üstlük Konak Belediyesi’ne ait bu tesiste Aydın Erten adına yapılan toplantıya ev sahibi konumundaki Konak Belediye Başkanı Nilüfer Çınarlı Mutlu ve mezarlığa gidip konuşmalar yapan zevat (Gültepe Kentsel Değişim Kültürel ve Dayanışma Derneği yönetim kurulu başkanı Ali Yılmaz ve CHP Konak İlçe Başkanı Ozan Ali İlgazi haricinde) gelmediği için bahçedeki ahşap merdivenleri bir anfinin basamakları gibi kullanarak ve sandalyeleri bu alana taşıyarak açık havada, Aydın Erten adına asıl konuşulması gereken şeylerden söz eden konuşmacılarla Aydın Erten‘in yakınlarını dinledik…. Böylelikle Aydın Erten‘in hayat arkadaşı öğretmen emeklisi Ayten Hanım‘ı ve manevi oğlunu tanıyıp anılarını dinleme fırsatını yakaladık…

3) 12 Ağustos 2025, Salı günü 20.00-23.00 saatleri arasında, Gültepe Son Durak‘ta yapılan konsere, o saatlerde toplu ulaşım araçlarıyla Gültepe‘den eve dönmenin İzmir koşullarında zor olması nedeniyle, istemiş olmama karşın katılamadım… O konsere beni bekleyenler için “affola” demekten başka bir çarem yok ne yazık ki…

4) Söz verilmiş başka bir program nedeniyle gidememiş olmakla birlikte üç ayrı güvenilir kaynaktan aldığım bilgilere göre bu sene Aydın Erten adına yapılan en önemli saygısızlığın etkinliğin son günü; yani, 13 Ağustos 2025, Çarşamba günü saat 14.00’de Konak Belediyesi’ne ait Toros Tesisleri’nde yapılan toplantıda hayata geçtiği anlaşılıyor.

Duyurulan programa göre o tarih ve saatte, İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Cemil Tugay‘la Konak Belediye Başkanı Nilüfer Çınarlı Mutlu‘nun ve Gültepe Kentsel Değişim Kültürel ve Dayanışma Derneği yönetim kurulu başkanı Ali Yılmaz‘ın protokol konuşmalarından sonra Gaziemir Belediye Başkanı Ünal Işık‘ın moderatörlüğünde yapılacak toplantının tartışılmaz ismi sevgili hocam Prof. Dr. Ruşen Keleş‘in yanına konulan konuşmacılardan birinin Bandırma Üniversitesi‘nden gelip daha çok akıllı ulaşım sistemleri konusunda uzman olan Doç. Dr. Taylan Engin, diğerinin de daha çok Hollanda‘da, belediyeler dahil bir çok kurum ve şirkete danışmanlık yapıp kendine ait web sayfasında Deniz Baykal‘ın CHP genel başkanı olduğu yıllarda parti adına çalıştığını ve bu yeni dönemde “CHP’ye katabileceği kalitesi“nden söz eden Kayserili Dr. Orhan Selim Bayraktar olduğunu sanıyordum.

Ancak o gün o toplantıda, adları programda yazılı o iki şahsın yokluğunda onların yerini İzmir Büyükşehir Belediyesi eski başkanı Aziz Kocaoğlu‘nun, Manisa eski milletvekili Sabri Ergül‘ün, açılışta protokol konuşması yapacağı duyurulan; ancak, gelmeyen İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Cemil Tugay yerine ikame edilen İzmir Büyükşehir Belediye Meclisi Başkan Vekili Altan İnanç‘ın ve yine açılışta protokol konuşması yapacağı söylenen Konak Belediye Başkanı Nilüfer Çınarlı Mutlu ile Gültepe Kentsel Değişim Kültürel ve Dayanışma Derneği yönetim kurulu başkanı Ali Yılmaz‘ın aldığını ve böylelikle yine mezarlık başındaki kalabalık konuşmacı kadrosunu anımsatırcasına “Değişen Kent Kavramı ve Kent Kültürü” konusunda Prof. Dr. Ruşen Keleş‘le birlikte konuştukları anlaşılıyor.

Wikipedia bilgilerine göre Aydın Erten‘in hasta yatağındayken bile “emek düşmanları sevinmesin, bu yatışım yeni bir mücadelenin başlangıcıdır” dediğini öğrendiğim için yakın zamanda yüzlerce belediye işçisini işinden, gücünden ve ekmeğinden eden İzmir Büyükşehir Belediyesi‘nin “emek düşmanı” başkanı Cemil Tugay‘ın bu toplantıya katılmayışı bence tam da yerinde, isabetli bir gelişme olmuş…

Üstüne üstlük, iki gün önce Aydın Erten‘in mezarı başında yaptığı konuşma, belediyenin internet sayfasında “Aydın Erten’in mirası namus borcumuzdur” başlığı ile yayınlandığı halde meclis başkan vekilinin katıldığı bu toplantı ile ilgili tek bir bilgi ya da fotoğraf aynı web sayfasının haberler bölümünde yayınlanmamış, tüm bilgi ve görseller toplantı sonrasında Altan İnanç, Ünal Işık ve Nilüfer Çınarlı Mutlu‘nun sosyal medya hesaplarıyla duyurulmuştur.

Evet, “emek düşmanı” bir belediye başkanının Aydın Erten hakkında bir şeyler söylemeye çalışması, 15 yıllık hizmet süresi içinde Aydın Erten‘i hatırlatan tek bir karar ve uygulaması olmayıp belediyeyi şirketleştiren Aziz Kocaoğlu ile yine aynı şekilde kişisel tanışıklıklar dışında daha önce Aydın Erten‘le ilgili tek bir icraatına rastlamadığımız İzmir eski milletvekili Sabri Ergül‘ün varlığı, daha dün kaymakamlıktan gelen yazıyı emir kabul edip Avesta Dil Derneği‘ni mühürleyen; ancak geçen yıl dile getirdiği, “Aydın Erten Vakfı kurmak üzere çalışmalarımıza başladık. Aydın Erten’in anısına çok daha kalıcı işler yapmak üzere bir vakıf aracılığıyla bundan sonra çalışmalarımızı sürdürmek istiyoruz” vaadini (1) henüz yerine getirmeyen Konak Belediye Başkanı Nilüfer Çınarlı Mutlu… Hepsi bir araya gelerek, bugüne kadar yaptıkları ya da yapmadıkları ortadayken değişen kent kavramı ve kültürü hakkında konuşma cesaretini gösterebiliyorlardı…

Bunlar hangi duygudaşlık, hangi ideoloji, hangi yoldaşlık içinde Aydın Erten hakkında konuştular, onun mirası hakkında nasıl böyle büyük büyük laflar ettiler, hangi yüzle Aydın Erten‘den söz ettiler? Hele ki, hemen yakındaki Aydın Erten Rekreasyon Alanı çöp içinde dururken… 11 Ağustos 2025 tarihli toplantı için “Mutlu Kahve” adını verdikleri mekanı açmayıp bizleri dışarıda toplantı yapmaya mecbur ederken neredeydiler? O toplantıda anılan, dile getirilen kişi bir başkası değil, bizatihi Aydın Erten‘in kendisi değil miydi?

Hele ki tüm Gültepe halkı, Konak Belediyesi‘nin Gültepe ile ilgili kentsel dönüşüm proje ve uygulamalarını sabırsızlıkla beklerken… Gültepe‘denin cadde ve sokaklarındaki çöp dağları her geçen gün büyürken…

Ve nitekim toplantının bir yerinde izleyenlerin sabrı taştı… Nerede bizim kentsel projelerimiz, niye onlar konuşulmuyor, bizim sorunumuz ne zaman çözümlenecek diyerek seslerini yükselttiler, oraya gelmiş geçkin ya da taze politikacıların yaklaşan ilçe ve il seçimleri nedeniyle yükselen hırslarına, yeniden iktidar çığrışlarına karşı kendilerini hatırlattılar…

Ve tabii ki, her zamanki yaklaşımı ile seslerini yükseltip homurdanan bu kitleyi yumuşatmak İzmir Büyükşehir Belediye Meclisi‘nin başkanı ve Aziz Kocaoğlu‘nun hemşerisi Altan İnanç‘a düştü… Aynen belediye meclisinde “sen de haklısın, sen de haklısın” diyerek açık mücadeleden çok tarafları uzlaştırmayı seçen Altan İnanç‘a düştü… Gitti seslerini yükselten izleyicilerle konuştu, onları ikna etmeye çalıştı ve ardından da halkın çıkışından söz etmeden halkla iç içe bir meclis başkan vekiliymiş manzarası veren fotoğrafları kendi sosyal medya hesabında kullanabildi…

Böylelikle, konuşmacıların dile getirdikleri Aydın Erten güzellemelerinin tam da ortasına bir ateş topu atılarak, bölgenin temel sorunları henüz çözümlenmemişken, sorunlar Aydın Erten‘in kararlılığı ve hızıyla çözülmemişken konuşmacıların çıkıp bu tür konuşmaları yapmak Gültepe halkını memnun etmemişti… Onlar özellikle de Konak Belediye Başkanı Nilüfer Çınarlı Mutlu‘nun çıkıp Gültepe‘nin dönüşümü konusunda bir şeyler söylemesini bekliyorlardı… Ama bu cevabı, daha doğrusu cevap verememe tesellisini Nilüfer Çınarlı Mutlu yerine Altan İnanç yaptı… Böylelikle kimin belediye başkanı olduğu karıştı ve anlaşılamadı….

Ama Gültepe halkı, bu toplantıda beklediğini bulamamakla birlikte; 2024 yılının Temmuz ayındaki gazete haberlerine baktığında Gültepe‘deki kentsel dönüşümün Konak Belediye Başkanı Nilüfer Çınarlı Mutlu tarafından 2025 yılının Eylül ayında başlatılacağı vaadinde bulunulduğunu görür ve bu haber üzerine bir nebze de olsa teselli bulur diye düşünüyorum… Zira 2025 yılının Eylül ayına girmemize içinde bulunduğumuz tarih itibariyle topu topu 6 gün kaldı ve Gültepe‘deki kentsel dönüşümün başlaması için artık gün sayıyoruz… (2)

Aslında halkın dile getirdiği bu tepkide bana göre Aydın Erten‘in dünyasından bugünlere gelen bir iz, bir işaret vardı… Aydın Erten böylelikle bir kez daha orada, o toplantıda, o toplantıyı izleyen halkın arasında var olduğunu, halkın istekleri doğrultusunda işler yapılması gerektiğini hissettirmişti… İzleyicilerin haklı isyanında, çıkardığı itiraz seslerinde aslında Aydın Erten‘in sesi, “yeter artık, konuşmanızdan, nutuk atmanızdan bıktık; halkla birlikte davranıp halkın gerçek sorunlarını çözün” diyordu… Aynen, mahalleye verilmeyen elektrik direklerini halkla birlikte dikip sorunu çözmeye çalıştığında olduğu gibi…

Velhasıl, İzmir’in bilinmiş, denenmiş ve çöpe atılmış siyasetçileri, ilerleyen yaşlarına rağmen son bir hamle daha yaparak ve yine Aydın Erten adını kullanarak ve onun mirasçısı olan Gültepe halkının sorunlarını çözmeyerek, Gültepe‘yi çöpe ve bakımsızlığa teslim ederek Aydın Erten‘e haksızlık yaptılar, saygı yerine saygısızlıklarını sergilediler…

(1) “Efsane başkan Aydın Erten mezarı başında anıldı, Gündeme Bakış, 12.08.2024, https://www.gundemebakis.com/efsane-baskan-aydin-erten-mezari-basinda-anildi

(2) “Başkan Mutlu tarih verdi: 2025 Eylül’de dönüşümü başlatırız, Ege’deSonSöz, 04.07.2024, https://www.egedesonsoz.com/baskan-mutlu-tarih-verdi-2025-eylul-de-donusumu-baslatiriz

İzmir’de İçme Suyu Dağıtımında Adalet Arayışı

Ali Rıza Avcan

Şu son günlerde Çeşme Belediye Başkanı Lal Denizli‘nin çıktığı televizyon kanalında izleyicilere “merhaba” bile demeden, “AKP iktidarı dolu barajdan bize su vermiyor” diyerek başlattığı muhalefet girişimi dalga dalga büyüyüp devam ediyor ve muhalefetten yana mevzi alan dernek, platform ve benzerleri de bu çıkışa destek vererek Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü (DSİ) tarafından yapılıp bitmek üzere olan Karaburun‘daki Karareis Barajı‘ndan halka niye su verilmediğini sorgulamaya çalışıyor. Bunu yaparken de “evet, iktidarı eleştirip muhalefet yapalım” derken, diyalektik analizin bir gereği olarak “acaba bizim cephedekilerin de bu sorunda payı var mı acaba?” diye kendi sırtındaki hörgücü görme konusunda isteksiz olduğunu, daha doğrusu böyle bir niyeti olmadığını ortaya koyuyor…

Gelen kadar gidenin de hesabını tutmak…

Hem de Cumhuriyet Dönemi‘nde Türkiye‘deki ilk içme suyu dağıtım şebekesi su sayacı okuma ve bakım-onarım hizmetlerinin Turgut Özallı yıllarda Fransız Şirketi Generale des Eaux (isim değişikliği sonrasındaki adıyla Veolia) ve Türk şirketi TEKSER İnşaat ortaklığındaki bir konsorsiyumla Alaçatı-Çeşme Su İşletmeleri San. Tic. A.Ş. (ALÇESU) şirketine verildiğini bilmeden, Çeşme‘deki su sıkıntısının asıl nedenlerini, Çeşme ilçesine su vermek üzere inşa edilen Kutlu Aktaş Barajı‘nın neden yetersiz kaldığını dikkate alıp bilmeden…

Öncelikle şunu belirtmek gerekir ki, AKP iktidarının yönetimindeki DSİ tarafından yapılmakta olan Manisa‘nın Gördes ilçesindeki Gördes Barajı ile Karaburun‘daki Karareis ve Salman barajlarının neden öngörülen süre içinde bitirilmediği ve baraj gövdesindeki çatlaklar şeklinde ortaya çıkan yapım hataları konusunda AKP yönetiminin eleştirilmesi yerden göğe kadar doğru, yerinde bir hareket olmakla birlikte; bu konuda dile getirilen muhalefetin sadece susuzluk dönemlerinde dile getirilmesi ve eleştirinin sorunun taraflardan biri için yapılması, bu konudaki yetersizliğin ya da samimiyetsizliğin başka bir yanını ortaya koymaktadır.

Ancak Çeşme‘ye yapımı biten ya da bitmekte olan barajlardan niye su verilmediği ile ilgili muhalif hareketin haklı olduğu ya da yaptığı yanlışları tartışmadan önce aynı hatayı tekrarlamayıp bilgi sahibi olmak için TMMOB Çevre Mühendisleri Odası İzmir Şubesi‘nin 2024 yılında yayınladığı İzmir Su Raporu‘na bakıp incelememiz gerekiyor. (1)

Bu konuda en yeni bilgilere sahip söz konusu rapora göre;

1) 2022 ve 2023 yılları İZSU verilerine göre kişi başına düşen su miktarının 1.316 m3 olduğu İzmir‘deki içme suyu ihtiyacının, % 63,12’ü 1.522 adet aktif su kuyusundan, % 36,87’si 6 baraj (Tahtalı, Balçova, Gördes, Ürkmez, Güzelhisar ve Kutlu Aktaş) ve 1 göletten (Karaçam) karşılanmaktadır.

2) Tüm içme suyu su kaynakları açısından %36,87’lik paya sahip baraj ve göletlerin bu pay içindeki dağılımı ise şu şekildedir:

Tahtalı Barajı %32,92, Balçova Barajı %1,46, Gördes Barajı %0,48, Ürkmez Barajı %0,48, Güzelhisar Barajı %0,50, Kutlu Aktaş Barajı %0,99, Karaçam Göleti %0,04.

Bu verilerin incelenmesinden de anlaşılacağı üzere, 2022 yılı su üretimi açısından 5.231.796 m3/yıl, su kapasitesi açısından 300 l/sn düzeyinde değere sahip olan Çeşme Kutlu Aktaş Barajı‘nın payı tüm su kaynakları içinde yüzde 1’e bile ulaşmamaktadır.

Çeşme‘nin başını çektiği içme suyu sorununu, sadece Çeşme ölçeğinde değil de, Çeşme‘nin de içinde yer aldığı 30 ilçe düzeyinde ele almaya kalktığımızda ise karşımıza ilginç bir tablo çıkmaktadır.

İzmir‘deki içme suyu sorununu İZSU özelinde ele alıp irdelediğimiz 5 ve 12 Temmuz 2017 tarihli iki ayrı yazımla 26 Kasım 2020 tarihli yazımda da belirttiğim gibi İzmir‘de kişi başına içme suyu tüketimi konusunda ilçeler arasındaki mevcut eşitsizlik hali ile İZSU şebekesindeki kayıp-kaçak oranlarındaki yükseklik 2025 yılı itibariyle devam etmektedir. (2), (3), (4)

Su kuyruğuna girmek demek suya erişim hakkından mahrumiyet demektir…

İsterseniz ilk önce içme suyunun kullanımı açısından İzmir‘in ilçeleri arasındaki eşitsizlik üzerinde duralım:

Aşağıdaki tablonun da ortaya koyduğu gibi İzmir‘in sahilde bulunan Çeşme, Foça, Karaburun, Seferihisar ve Urla gibi ilçeleri, sahip oldukları nüfusa göre kişi başına daha fazla içme suyu tüketmektedir. Bu durumun en önemli nedeni de, kuvvetle muhtemeldir ki, kıyı ilçeleri nüfusunun yaz aylarındaki miktarının kesin olarak bilinmeyen misafir nüfusuyla muazzam ölçüdeki artışıdır. Nüfusun iç ve dış turizm boyutunda artışı öncelikle suyun bol olduğu zamanlarda misafir nüfusu ağırlayan ilçenin hoş karşılayıp o ilçelerdeki gelir ve refah düzeyini arttıran olumlu bir gelişme olmakla birlikte; suyun kısıtlı olduğu zamanlarda bu eşitsizlik, misafir nüfusu ağırlamayan diğer ilçelerin zararına bir durumun ortaya çıkmasına neden olmaktadır.

Bu da ilçeler arasında suyun kullanımındaki adalet ve dengeyi bozmakta, suyun azlığı, kıtlığı ya da yokluğunda misafir nüfusu ağırlamayan ilçelerin belediye başkanları, Çeşme Belediye Başkanı Lal Denizli gibi ortaya çıkıp itiraz etmediği için, o ilçelerde yaşayanlar daha az su kullanarak çok kullananların yanında eşitsizliğin öznesi olmakta, suyun kullanımındaki adalet açısından su hakkının mağduru durumuna düşmektedir.

O nedenle, İZSU‘nun kıyı ilçeleri nüfusu, daha fazla su kullanma alışkanlığına sahip misafir nüfus nedeniyle arttığı zamanlarda bu ilçelerdeki abonelere, diğer ilçelerdeki abonelerce daha az su kullanımını özendiren farklı uygulamalar yaparak, tüm abonelerin suyun adil kullanımı açısından eşitliğini sağlayacak strateji ve taktikler geliştirme konusunda çaba göstermesi, bunu yaparken de sadece kullanım miktarını dikkate alan kademeli tarifeler düzenleyerek parası olandan daha fazla ücret alınmasına dayalı bir sistem yerine her ilçenin kullanacağı içme suyu itibariyle nüfusa göre kontenjanlar oluşturarak mevcut sistemden şikayetçi olan ilçe belediyelerine yeni inisiyatif ve olanaklar yaratması gerektiğini düşünüyorum.

Böylelikle diğer ilçelere göre nüfus başına daha fazla su tüketen ilçelerin, örneğimizde olduğu gibi Çeşme belediye başkanıyla CHP’li siyasetçilerin, kendi halkı ve daha fazla su tüketme alışkanlığına sahip misafir nüfus adına daha fazla su talep ederken, esasen CHP‘nin savunduğu “suya erişim hakkı” çerçevesinde ilçeler arasındaki adil kullanım dengesini bozan adaletsizliği dikkate alıp tavrını ve söylemini değiştirmesi sağlanabilir.

Çoğumuzun tanık olup kanıksadığı manzaralar…

Üretilen içme suyunun İzmir‘in merkezi ve ilçeleri arasındaki dağılımındaki mevcut adaletsizliği sağlamak kadar önemli olan diğer bir sorun da, üretimi için büyük paralar harcanan suyun mevcut içme suyu şebekesi içinde kaybolup yok olmasıdır. Hele ki, İZSU‘nun kamuoyu ile paylaştığı son verilere göre 2021 yılındaki kayıp kaçak oranı % 31,52 düzeyinde ise…

Üretilen suyun ilçeler arasındaki adil bir şekilde kullanılmadığını ve şebekedeki içme suyu kaybı İzmir genelinde 2021 yılı itibariyle % 31,52 düzeyinde iken bazı ilçelerde % 50’yi aştığını; yani, üretimi ve dağıtımı için büyük masraflar yapılan suyun yarısının toprağa karışıp yok olduğunu göstermek amacıyla hazırladığım aşağıdaki tablodan da görüleceği üzere; hem İZSU‘nun 1998-2016 yılları faaliyet raporlarına, hem de 2019 ve 2021 yıllarında kamuoyu ile paylaşılan kayıp-kaçak su raporlarına göre; 1998 itibariyle % 61,58 düzeyinde olan kayıp-kaçak oranı yıllar itibariyle yavaş yavaş azalarak 2019 yılında % 34,81’e, 2021 yılında da % 31,52’ye inmekle birlikte Bergama, Foça, Kemalpaşa, Kınık, Kiraz, Seferihisar gibi ilçelerdeki yüksek kayıp-kaçak oranları; ayrıca, aradan geçen süre içinde kayıp-kaçak oranı azalan Bayındır, Çeşme, Menderes, Selçuk, Tire ilçeleri dışında kayıp-kaçak oranı artan Karaburun, Kemalpaşa, Torbalı ve Urla gibi ilçelerdeki artışların nedeni araştırılıp ortaya konularak İZSU‘nun bu konudaki politika ve stratejilerinin tartışılması gerektiğini düşünüyorum.

İZSU Genel Müdürlüğü‘ne ait İnternet sayfasındaki 2021 yılına ait “İçmesuyu Temin ve Dağıtım Sistemlerindeki Su Kayıpları Yıllık Raporu“nda yazılı olan verilere göre kayıp-kaçak oranının İzmir ortalaması %31,52 olarak hesaplanırken bunun 2021, 2022, 2023 ve 2024 yılları faaliyet raporlarında sadece merkezdeki 11 ilçe dikkate alıp diğerlerini hesap dışında tutarak sırasıyla % 28,04, %27,95, %27,36 ve %26,77 şeklinde belirtilmesi, bu konudaki başarısızlığın suspus kabulü ya da ikrarı olarak kabul edilebilir.

İZSU ilçelere ne miktarda su verdiğini ve bunun ne kadarının kayıplara karışarak yok olduğunu 2021 yılından bu yana ısrarlı bir şekilde açıklamazken aradan çıkıp bir istisna olarak bizlere bilgi veren 2023 yılı Sayıştay Denetim Raporu‘ndaki bilgilere göre, kamuoyu ile paylaşılmayan “2022 yılı Su Kayıpları Yıllık Raporu” verilerine göre bu oranların Ödemiş‘te %30,54, Kiraz‘da %40,59, Beydağ‘da %33,62, Torbalı‘da %30,73, Bergama‘da %48,00, Kınık‘ta %55,00, Urla‘da %33,94, Seferihisar‘da da %43,58 düzeyinde gerçekleştiği anlaşılmaktadır.

Milyonlarca para verip inşa edilen barajların arkasında biriktirilen ya da açılan kuyulardan elektrikle çıkarılan suyun yine elektrikli pompalarla şebekeye verilmesi sonrasında şebekede kaybolup giden suyun miktarı ile o yıl geçerli olan en düşük konut tarifesine göre hesaplanan üretim maliyetlerini aşağıdaki tabloda görebilirsiniz:

Bu tablodan da anlaşılacağı üzere İZSU‘nun şebekeye verdiği suyun öngörülenin üstünde kaybolması nedeniyle bir israf olarak heder olan içme suyu maliyetinin son beş yıldaki tutarı 6 milyar 135 milyon lirayı bulmakta ve çoğu kez barajlardaki suyun hangi seviyede olduğu konuşulurken ya da biten/bitmek üzere olan barajlardan şebekeye verilmeyen suyun hesabı sorulurken onlarca baraj yapmaya ya da kuyu açmaya yarayacak büyük bir mali kaynak gözden kaçırılmakta; böylelikle, tüm İzmir için içinden çıkılmaz hale getirilen içme suyu sorunu, konunun tüm yönleri ve ayrıntılarıyla bilinmemesi, bilinip de ele alınmaması, sırf bir muhalefet malzemesi olarak kullanılması nedeniyle işten anlamaz insanların çene çalma, muhalefet yapmış olmak için muhalefet yapma çabalarına yol açmakta ve bu önemli sorun o nedenle bir türlü çözülememektedir…

Bu arada şunu belirtmek gerekir ki, son yıllarda bol bol “dirençli kent” edebiyatının yapıldığı İzmir ve ilçelerindeki içme suyu ile ilgili kayıp-kaçak oranları %30’lar düzeyinde seyrederken bu oran 2024 yılı itibariyle İstanbul‘da %18,63 (5), Bursa‘da %19 (6), Fransa‘da % 21 (7), Büyük Britanya topraklarında da %3,1 (8) düzeyinde seyretmektedir.

Temiz suya erişim hakkı ve suların kirletilmemesini talep etmek…

İzmir‘de içme suyu dağıtımındaki adaletle ilgili bu iki sorunun; yani,

1) İzmir‘de üretilen içme suyunun ilçeler arasındaki adaletsiz dağılımı ile

2) Suyun içme suyu şebekesinde kaybolup giden 1/3’ünün, bir maliyet unsuru olarak İzmirlilerin su faturalarına yansıyan yükü bir kamu zararı olarak mali ve siyasi yönden görevli, yetkili ve sorumlu olan İzmir Büyükşehir Belediyesi ile İZSU yetkililerine sorulmazken,

3) Çeşme Kutlu Aktaş Barajı’nın hemen yanına yapılan rüzgar enerjisi santrallerinin yarattığı türbülansın baraj suyunun azalması üstünde yarattığı olumsuz etkileri tartışmak ya da

4) Yoğun sıcaklar nedeniyle “baraj membası” olarak nitelenen su kitlesindeki % 55’lere varan buharlaşmayı engellemek,

5) Yoğun erozyonun getirdiği mil nedeniyle barajın tuttuğu su kitlesinin hacmindeki azalma veya

6) Çeşme üzerinden yaratılan içme suyu tartışmasının, Çeşme Turizm Projesi bağlamında kimlerin işine yarayacağı, bu tartışma sayesinde yaratılacak yeni ve alternatif tercihlerle kimlerin ekmeğine yağ sürülmüş olacağı,

7) 2023 yılı İZSU Sayıştay Denetim Raporu verilerine göre İZSU‘nun İzmir‘de DSİ Bölge Müdürlüğü tarafından sondaj izni verilen kuyular ile izinli veya kaçak kuyulardan ne kadar su çekildiği ve hangi amaçla kullanıldığına ilişkin denetimleri yapmayıp atık su bedellerini almayışı,

8) İzinsiz açılan binlerce yeraltı suyu kuyusu hakkında 167 sayılı Yeraltı Suları Hakkında Kanun‘un 18. maddesinde yazılı olan ceza hükümlerinin uygulanmaması,

9) Karaçam, Rahmanlar, Çandarlı, Balçova ve Ürkmez barajlarıyla ilgili havza koruma planlarının yapılmayışı,

nedeniyle ilçelerdeki mevcut kaynak sularıyla ilgili bilgilerin ilçe belediyeleri ile paylaşılmaması gibi daha önemli ve öncelikli sorunların da, bu sorunları yaratıp sürdüren tüm kurum, kuruluş ve kişiler düzleminde tartışılarak çözümlenmesi için çaba gösterilmesi gerektiğini düşünüyorum…

Tabii ki her şeyden önce, bu yazıp çizerek hatırlatmaya çalıştığım diğer içme suyu sorunlarının Çeşme Belediyesi‘nin sayın başkanı Lal Denizli tarafından okunarak öğrenilmesi, bu sorunda AKP ve DSİ kadar İzmir Büyükşehir Belediyesi ile İZSU‘nun da görevli, yetkili ve sorumlu olduğunu fark etmesi dileğiyle…

(1) 2024 İzmir Su Raporu, TMMOB Çevre Mühendisleri Odası İzmir Şubesi, https://icerik.cmo.org.tr/uploads/ContentFiles/2024-22-3-12-15-16-484547.pdf

(2) “Kullanmadan kaybettiğimiz sular… (1),https://kentstratejileri.com/2017/07/05/kullanmadan-kaybettiigimiz-sular-1/

(3) “Kullanmadan kaybettiğimiz sular… (2)”, https://kentstratejileri.com/2017/07/12/kullanmadan kaybettigimiz-sular-2/

(4) “Her yıl 500-600 milyon lira değerindeki suyu israf etmenin faturası, halka çıkarılmamalıdır…”, https://kentstratejileri.com/2020/11/26/her-yil-500-600-milyon-lira-degerindeki-suyu-israf-etmenin-faturasi-halka-cikarilmamalidir/

(5) İstanbul Büyükşehir Belediyesi Su Kayıpları Yıllık Raporları, https://iski.istanbul/kurumsal/stratejik-yonetim/su-kayiplari-yillik-raporlari/

(6) “Bursa su alt yapı teknolojileriyle Türkiye’ye örnek”, https://www.bursa.bel.tr/haber/bursa-su-altyapi-teknolojileriyle-turkiyeye-ornek-34461

(7) https://www.datatecnics.com/news/leakage-burst-statistics-you-should-know-in-20205

(8) https://www.ofwat.gov.uk/households/supply-and-standards/leakage/

Her şeye rağmen yine öneri ve tavsiyelerim var…

Ali Rıza Avcan

Son günlerin güncel konusu İZBETON soruşturması, benim ve okurlarım için yeni bir olay değil…

2019 yılından bu yana yakından izlemeye çalıştığım, zaman zaman doğru bilgilere ulaştığım, İzmir Büyükşehir Belediyesi ve İZBETON A.Ş. ile CHP‘li Aziz Kocaoğlu ve Alaattin Yüksel ile AKP‘li İlknur Denizli tarafından işbirliği ile kurulan İzmir Sanayici ve İş İnsanları Derneği (İZSİAD) eliyle kurulan emme-basma pompa düzeninin tüm aktörlerini öğrenip anlamaya ve yazarak anlatmaya çalıştığım bir süreç söz konusu…

Hem de elimdeki bilgilerle herkesi, özellikle de bu yolsuzluğa bulaşan yetkilileri açık açık yazıp çizerek, elektronik posta ya da sosyal medya yardımıyla mesajlar göndererek, bazen de yüz yüze görüşmeler yaparak uyardığım, hukuk ve etik açısından sorunlu olan o yanlışların yapılmaması, o suçların işlenmemesi için farklı yöntemler önererek kendimce vazgeçirmeye çalıştığım bir durum…

Hatta bu çerçevede, Tunç Soyer döneminde daveti üzerine kendisini ziyarete gidecek sevgili dostum gazeteci Süleyman Gençel‘in, “Ali Rıza Tunç’la görüşmeye gidiyorum, ne söylememi istersin?” diyerek fikrimi sorması üzerine, “aman dikkat etsin, İSKİ skandalına benzer bir şeye neden olmasın” diyerek aklımdaki tehlikeli olasılıkları ortaya koymaya çalıştığımı hatırlıyorum…

Ayrıca yaşanan tüm yolsuzluk ve o yolsuzluklara neden olan suçlular, şu an itibariyle yargının önünde olduğu için bu konuda kalem oynatmanın etik bir davranış olmadığını bilmekle birlikte, bütün bunların sonucunda “bakın ben daha önce yazıp çizip sizi uyarmıştım” şeklindeki bir duyguyla sevinmek yerine, İzmir adına, vergisini, sigorta primini zamanında eksiksiz ödeyen, tüm kamusal yükümlülüklerini yerine getiren tüm İzmirliler adına üzgün olduğumu, “keşke bütün bunlar olmasaydı” diye düşündüğümü ifade etmek isterim…

Bana göre siyasi bir yanı olmadığı için mahkemeye intikal eden bu yolsuzluk düzeni hakkında konuşup yazmak -şu an itibariyle- etik olmamakla birlikte; geride kalanlar için, özellikle de CHP’de üst düzeylerde görev yapanlar için dile getirilmesi gereken öneri ya da tavsiyelerimi hem onlarla hem de sizlerle paylaşmak isterim…

Yeter ki, bu ve buna benzer işler bir daha olmasın ve İzmir bütün bu yapılanlardan bir kez daha zarar görmesin düşünce ve dileğiyle…

CHP, “Turgut Özallı Yıllar” olarak bilinen 1980’li bu yıllardan bu yana sağ iktidarların Cumhuriyet Dönemi kazanımları olarak kabul edilen Sümerbank, Etibank, TEKEL, şeker fabrikaları gibi kamu iktisadi teşekküllerinin haraç mezat satışına karşı çıkmış bir siyasi parti olmakla birlikte; kendi belediyelerinin elinde bulunan kamu kaynaklarının; özellikle de kamu mülklerinin şirketler eliyle özelleştirilmesi konusunda sessiz kalmış, bu alanda sosyal demokrasi ideallerine uygun bir karşı çıkış ortaya koymamış, “onlar bu suçu işliyor; ama bizimkiler acep neler yapıyor?” diyerek bir kaygı duymamış, kendisinin hangi yanlışlıkları yaptığını merak etmemiş, daha doğrusu aynen İSKİ skandalında olduğu gibi dikkate almamıştır.

Kemal Kılıçdaroğlu zamanında genel merkez düzleminde düşünülen tüm belediyeleri izleme ve değerlendirme merkezi, yeni genel başkan Özgür Özel zamanında hayata geçirilmiş olmakla birlikte; o da tüm önemli atamaları genel merkeze sorma, kamuoyu araştırmalarını genel merkeze yaptırma, genel merkezden gönderilen partilileri işe yerleştirme şeklindeki hiyerarşik bir yapıya dönüşmüş, genel merkezin toparlayıcı, özendirici, yardımcı ve yön verici fonksiyonları öne çıkmamıştır.  

Belediyelerdeki özelleştirme çalışmaları çerçevesinde önce belediye şirketleri kurulmuş, bu şirketlerin yönetimine güvenilir eş, dost, akraba ve partililer doldurulmuş, daha sonra bunların sayısı ve sermayesi arttırılarak temel belediye hizmetlerinin bu şirketler eliyle yapılmasına başlanmış, Türk Ticaret Kanunu’nun getirdiği “ticari sır” gibi imkanlar sayesinde şirketlerin neler yaptığı, ne ölçüde ve nasıl zarar ettiği gibi konular kamuoyundan gizlenmiş, belediye hizmetleri dışındaki başka işlere de bulaşan bu şirketler ortaklıklar kurmak suretiyle yeni hibrit şirketler kurarak belediye dışında ve hatta belediyeden daha büyük ve güçlü ikinci bir büyük yapılanmaya yol açmışlardır.

Örneğin bugün sürdürülmekte olan hukuki sürecin öznesi olan İZBETON şirketinin sermayesini arttırmak amacıyla sadece 2019-2025 döneminde 19.4.2019 tarih, 313 sayılı, 16.4.2021 tarih, 445 ve 457 sayılı, 12.1.2022 tarih, 78 sayılı, 16.6.2022 tarih, 691 sayılı, 14.4.2023 tarih, 430 sayılı, 13.10.2023 tarih, 1081 sayılı, 14.2.2024 tarih, 152 sayılı, 14.6.2024 tarih, 586 sayılı ve 13.6.2025 tarih, 608 sayılı belediye meclisi kararı ile belediye bütçesinden şirket sermayesine “rüçhan hakkı” adı altında toplam 2.037.698.500.- TL kamu kaynağı şirkete aktarılmış, şirketi kurtarmak bahanesiyle belediyenin çok değerli gayrimenkulleri sermaye olarak söz konusu şirkete verilmiş, yönetim kuruluna şirketin amaç ve faaliyet alanı ile ilgisi olmayan zevat doldurulmuş, yönetim kuruluna ait görev, yetki ve sorumluluklar tek bir genel müdüre devredilmiş; böylelikle, ilginç bir soygun düzeninin tezgahı hazırlanmıştır.

Ve sonuç olarak İZBETON kendisine aktarılan tüm kamu kaynaklarına rağmen kötü niyetli yönetim yapısı, onun art niyetli karar ve uygulamaları nedeniyle bugün itibariyle fiilen iflas etmiş, çalışamaz hale gelmiştir…

CHP İşte bu nedenle, kendi belediyeleri tarafından bol miktarda şirket kurulması, yetmedi bu şirketlerin yeni hibrit şirketler kurup adeta bir holding yapısına ulaşılması, belediye hizmetleriyle belediye hizmetleriyle hiçbir ilgisi olmayan işlerin bu şirketler eliyle yürütülmesi, önemli ve büyük işlerin belediyeler yerine şirketler eliyle yapılması gibi uygulamalardan vazgeçerek belediyelerdeki özelleştirme uygulamalarını gözden geçirerek, hem AKP iktidarının eline koz vermemek hem de sosyal demokrat politikalara dönüp ve “yeniden belediyecilik” sloganını hatırlayarak, “kamu yararı” ilkesini önceleyen bir anlayışla kendini yeniden şekillendirmeli, bu çürümüşlükle malul ve sonuç olarak kendine zarar veren yapıya son vermeli, kendine çeki düzen vermelidir.

Bugün CHP’nin “gölge içişleri bakanı” olarak bilinen İzmir milletvekili Murat Bakan, 2017 yılında belediye şirketlerinin Devlet İhale Kanunu’na bağlı olmadan iş yapması, böylelikle işin iyice raydan çıkması için kanun teklifi veren; yani, kamu kaynaklarıyla kurulan şirketlerinin kamu denetimine takılmaksızın iş yapmasını arzulayan bir parlamenterdir…

Söz konusu parlamenter, belediyelere ait kamu kaynaklarının özelleştirilmesi konusunda “kraldan çok kralcı” bir tutum içinde olduğuna göre belediyelerle ilgili “gölge içişleri bakanı” ya da belediyelerle ilgili genel başkan yardımcısı gibi isimlerin; ayrıca tüm parti örgütlerinin kamu yararını önceleyen ve bu uğurda mücadele edecek isimlerle değiştirilmesi, CHP’nin kadim kamucu politikalarının hatırlanması yerinde olacaktır.

Tunç Soyer’in savcılığa verdiği ifade tutanağından da görüleceği gibi, daha önce İçişleri Bakanlığı’nın kendisi ve İZBETON yöneticileri hakkında verdiği 29.07 2024 tarih, Mül. Tef. Kur. Bşk. 2024/158 sayılı soruşturma izni, Danıştay 1. Dairesi’nin 30.01.2025 tarih, E.2025/3, K.2025/59 sayılı kararı ile iptal edilip söz konusu Danıştay dairesi,

bu bağlamda, 1/a, 1/b ve 1/c maddelerinden ilgililere isnat edilen eylemlerin, Türk Ticaret Kanunu hükümlerine tabi olarak faaliyet gösteren İzmir Büyükşehir Belediyesi’ne ait İZBETON A.Ş.’nin faaliyetleri kapsamında kaldığı, belediye şirketi olmakla birlikte Türk Ticaret Kanunu hükümlerine göre kurulan ve yönetilen bu şirketin ticaret şirketi statüsünde olduğu, adı geçenin özel hukuk hükümlerine tabi bu şirketteki faaliyetlerinin kamu görevi olmadığı, 4483 sayılı Kanun kapsamında kamu hizmetlerinin gerektirdiği asli ve sürekli görevin ifasından kaynaklanmayan ilgililere isnat edilen eylemler nedeniyle ilgililer hakkında inceleme yapılamayacağı ve yetkili merci kararı alınamayacağı

Gerekçesiyle verdiği kararda, kamu kaynaklarıyla kurulan İZBETON’un yaptığı iş kamu hizmeti olarak görülmeyip şirketi yönetenlerin kamu hukukuna göre değil, özel hukuka göre yargılanması gerektiği, o nedenle ortaya çıkan zararın “kamu zararı” olarak kabul edilemeyeceği belirtildiği için; bugün yargılanan isimler kamu hukuku hükümlerine göre değil, şirketlere ve şirket yöneticilerine büyük kolaylıklar sunan özel hukuk hükümlerine göre yargılanmaya başlamıştır.

İşte o nedenle, Tunç Soyerortada somut, net, belli bir kamu zararı yok” diyerek, bu zarardan sorumlu olmayacağını bilerek kendini savunmakta, şirketle ve kooperatiflerle ilgili işlemlerde kendini sorumlu görmemektedir… Çünkü o davanın sonucundan da anlaşılacağı üzere, kamu kaynaklarından alınıp kamu kurumu olmayan ticari bir şirkete transfer edilen paralar suç niteliğindeki yöntemlerle çarçur edildiğinde, mevcut hukuk düzenimiz onu kamu hukuku itibariyle yargılayamıyor ve ortaya çıkan zararı da kamu zararı olarak kabul etmiyor…

Anlayacağımız, içinde bulunduğumuz kapitalist sistem ve onun şirketleri koruyup kollayan hukuk düzeni, kamu kaynaklarıyla kurulup devamlı olarak kamu tarafından beslenen şirketlerdeki zarar ziyanı “kamu zararı” olarak kabul etmiyor ve o nedenle de kamuya; yani topluma ait olan o paralar, o suçu işleyenlerden tahsil edilemiyor… Böylelikle belediyeler ve onun sahip olduğu kamu kaynakları için değil; ama, korunup kollanan şirketleri için ayrı bir “kıyak” yapılmış oluyor…

Kısacası her türlü yolsuzluk, yağma ve hırsızlık belediye yerine onun şirketinde yapıldığında her şey mübah, her şey yasal kabul ediliyor… Tabii ki gerçekleştirilen özelleştirmeler, belediye hizmetlerinin kurulan şirketlere aktarılması sayesinde…

İşte tam da bu nedenle CHP, kamu kaynaklarıyla kurulan tüm şirketlerde yapılan usulsüz harcamaların “kamu zararı” olarak kabulünü sağlayacak şekilde bir kanun teklifi vererek -teklifi her ne kadar burjuva hukuk sistemini savunan diğer siyasi partiler sayesinde kabul edilmeyecek olsa da- hem kendisi hem de iktidar belediyelerindeki bu tür yolsuzlukların önüne geçme niyetinde olduğunu göstermeli ve bu niyet çerçevesinde belediyelerini yönetme becerisini göstermelidir.

CHP, kendi İnternet sayfasında “Güçler Ayrılığı İlkesi“ni gayet iyi tanımlıyor; ama…

CHP Genel Merkezi geçtiğimiz günlerde yayınladığı 11 Temmuz 2025 tarihli genelgede belediye şirketlerinin yönetim kurullarında görev alan belediye meclisi üyelerinin “hukuki süreçlerle karşı karşıya kalmış, bazıları ise tutuklanmış” olmaları gerekçesiyle belediye şirketlerinde görevli bulunan belediye meclis üyelerinin (Yönetim Kurulu Başkanı, Yönetim Kurulu Üyesi, Genel Müdür vb.) bu görevlerinden “ivedilikle ayrılmalarının sağlanması” konusunun büyük önem arz ettiğini belirtmiştir.

Oysa CHP, hem programı hem de söylemi itibariyle yasama, yürütme ve yargı organlarının birbirinden ayrılığını; yani “Güçler Ayrılığı İlkesi”ni hararetle savunan, bunun için mücadele eden, oluşturulan başkanlık sisteminin bu ilkeyi yok ettiğini iddia eden siyasi bir partidir. Aynı ilke belediyelerde yasama/karar ve yargı/denetleme organı olan belediye meclisi üyeleri ile yürütme organını oluşturan belediye ve şirketi yönetici ve çalışanlarını kapsadığı için belediye meclisi üyesi olarak karar ve denetleme gücünü elinde bulunduran CHP’li meclis üyelerinin, kendi şahsi ve siyasi güvenlikleri için değil, savundukları ve hayata geçmesi için mücadele ettikleri  “Güçler Ayrılığı İlkesi”ne aykırı olduğu için görevlerinden ayrılmalarını talep etmesi gerekirdi.

Hele ki son günlerde kulağımıza gelen bilgilere göre, İzmir Büyükşehir Belediye Meclisindeki “vazgeçilemez” 7 meclis üyesinin (Saadet Çağlın, Nilüfer Bakoğlu Aşık, Mustafa Özuslu, Zafer Levent Yıldır, Candaş Yeter, Kazım Umdular ve Elvin Sönmez Güler) şirketlerde görev yapması konusunda genel başkan Özgür Özel‘in karar vereceği haberinin, CHP içinde daha önce kabul edilip savunulan program metinleriyle ilkelere rağmen genel başkanın karar verecek olması, CHP‘nin bu konuda her şeye rağmen tek bir ders çıkarmadığını ve kendisinin her an kıyasıya eleştirdiği tek adam yönetimine benzer şekilde, CHP içinde de her şeye karar veren bir tek adam yönetiminin oluştuğunun somut bir kanıtı olarak kabul edilemez mi? Ne dersiniz?

Bu durum CHP’nin halen programında ve diğer temel belgelerinde yazılı olan ilkelerle değil, günlük ihtiyaç ve sorunlara göre karar aldığının en önemli kanıtlarından biridir.

CHP’nin, 1990’lı yıllarda yaşadığı “İSKİ Skandalı”nı yakından izleyip tanık olmuş biri olarak; İZBETON davası öncesinde ve sonrasında dile getirmeye çalıştığım öneri ve tavsiyelerin bir an önce yerine getirmesi suretiyle sadece kurucunun adını anarak değil, o kurucunun oluşturduğu ilkelere geri dönüp sahip çıkarak, işçilere, emekçilere, yoksullara, dar gelirlilere, emeklilere; kısacası tüm topluma ait olan kamu kaynaklarını kamu yararını dikkate alarak korumak için makam, mevki, koltuk, huzur hakkı, murahhas aza ücreti, rant, para gibi çıkar peşinde koşan üyelerini denetleyip cezalandırarak rayına oturtması dileğiyle…

Tabii ki, bataklıkta üreyen sinekleri öldürmek yerine sorunun asıl kaynağı olan şirketler bataklığını kurutmak istiyorsa…

Yapılamayacak ve devamı getirilemeyecek beyhude işler…

Ali Rıza Avcan

Resmi, sivil ya da özel tüm kuruluşlar, yapacakları her yeni işte, o işin hem mevcut hukuk düzeni, kurumun mali yeterliliği, sahip olduğu insan kaynağı ve teknolojik donanımı açısından yapılıp yapılamayacağına, hem de yapılıp ortaya çıkarıldığı takdirde, o işin uzun bir zaman dilimi içinde devam edip etmeyeceğine, sonuca ulaşmak için verimli olup olmayacağına bakarlar.

Ayrıca yapacakları her işi o kurumun daha önceden belirlenmiş ihtiyaç ve sorunlarının önem ve öncelik sırasına göre yapmaya, kaynaklarını en önemli ve öncelikli işler için kullanmaya çalışırlar.

İşte o anlamda, İzmir Büyükşehir Belediyesi açısından daha iyi ve kaliteli hizmet üretmek için uygun bir hizmet binasının yapılması ya da körfezdeki kirlilikle kokunun giderilmesi, aksayan toplu ulaşımın yeniden düzenlenip geliştirilmesi veya taşınmaz satışı dışında mevcut gelir kaynaklarının geliştirilip harcamalarda tasarruf yapılması, içinde bulunduğumuz koşullarda en önemli ve öncelikli işlerden biridir diye düşünebiliriz.

Çünkü mali kaynakların kısıtlı olduğu; hatta, merkezi yönetimce ödenen vergi paylarının belediye ve şirket borçları nedeniyle büyük ölçüde kesildiği, bu borçlar dururken yurt dışından borç para almanın yasaklandığı, işçi ve memur maaşlarının ödenemediği bir dönemde tüm belediye kaynaklarının verimli, etkin, sonuç alıcı, yapılabilir ve sürdürülebilir işlere ayrılması hayati bir öneme sahiptir.

Kaynak: Kent Yaşam, Fotoğraf: Nur Uzakgören

Hal bu olmakla birlikte, İzmir‘in içinde başka bir benzeri olmayan ve vaha niteliğindeki eşsiz güzelliğiyle herkesin dinlenip rahatladığı Kültürpark, bir süredir belediye başkanının yanına çöreklenmiş bir kısım sınıf arkadaşı danışmanların kendi kişisel menfaatlerinin mekânı ya da oyuncağı olma riskini yaşıyor.

Aziz Kocaoğlu zamanında kentteki sermaye kesiminin büyük bir kültür merkezi yapmak istediği, Tunç Soyer döneminin ilk başlarında meşhur “oyuncakçı” yazar Sunay Akın‘ın Kültürpark‘ta bir müze açmak istediği, sonrasında Tunç Soyer‘in “gölgesiGüven Eken‘in Kültürpark‘taki Göl ve Ada gazinolarını yıkıp yok ederek onun yerine beton bir kitle yaratmak istediği hepimizin bildiği ve sonucu başarısızlıkla biten girişimler…

İşte o nedenle, Kültürpark‘ın Göl ve Ada gazinolarıyla şimdilerde kapatılan lunapark, belediyeye çöreklenmiş iş bilmez kadroların ortaya koyup etrafını içeriyi göremez şekilde kapattıkları bir “yara” olarak mevcudiyetini koruyor.

Ancak şimdi de yeni bir hayalle yola çıkan, daha doğrusu kendi kişisel hobisine yeni bir menfaat alanı yaratmak isteyen ve belediyede hangi unvanla çalıştığı bilinmeyen sınıf arkadaşının öneri ve yönlendirmesiyle ve yine belediye başkanının başka bir sınıf arkadaşı genel sekreter yardımcısı tarafından eskinin Göl ve Ada gazinolarının olduğu yerde bir gastronomi müzesi açılmak isteniyor…

Anlaşılan o ki, üç sınıf arkadaşı hekim, aynen Aziz Kocaoğlu ve Tunç Soyer zamanında başkalarının yapmak istediği gibi, Kültürpark‘ın başına, sonu belli olmayan ve belediye açısından hiçbir önceliği olmayan başka bir çorap örmek istiyor…

Bunun için yıkılan Göl ve Ada gazinolarının bulunduğu alandaki betonarme yapılar henüz bitirilmemiş olmasına rağmen; birtakım iş ve alımlar yapılıyor ve belediyenin içinde bulunduğu mali kriz nedeniyle -şimdilik- sonuç alınamıyor…

Oysa aynı ekip; Cemil Tugay‘ın Karşıyaka belediye başkanı olduğu 2023 yılında, yanlarına Yaşar Üniversitesi Gastronomi ve Mutfak Sanatları Bölümü‘nü alarak Karşıyaka Belediyesi‘nin “müflis“; yani, iflas etmiş şirketi Kent A.Ş. üzerinden “Cordelion Mutfak Sanatları Merkezi” isminde, Kültürpark‘ta kurmak istedikleri müzeye benzer bir yer açarak orada, Kent A.Ş.‘nin İnternet sayfasındaki anlatımıyla “alanında uzman akademisyen ve şeflerle yemeği sanata dönüştürürken hem yemek yapmayı sevenlere hem de yemek yapma becerisiyle sektöre girmek isteyenlere mutfak sanatlarının inceliklerini göstermek, gastronomi kültürü ile ilgili eğitimler vermek, yiyecek-içecek sektörüne eğitimli, nitelikli ve kalifiye personel yetiştirmek, özellikle İzmir ve Ege mutfak kültürüne sahip çıkmak ve tanıtmak, gastronomi konseptli festival ve etkinlikler düzenlemek; ayrıca, gastronomi alanında mesleki eğitimlerle profesyonellere yönelik eğitimlerin yanında mutfak severlere her ay özel workshoplar düzenlemek” amacıyla etkinlikler düzenlenmişler, benim hatırladığım kadarıyla, Çeşme belediye başkanının dalga geçtiği (1) Karşıyaka Ege Otları Festivali ve gazoz sergisi gibi etkinlikler düzenlemişlerdi. Hatta benim de gidip gözlemlediğim bu etkinliklerde MasterChef programının ünlü İtalyan aşçısı Danilo Zanna‘yı bile konuk etmişlerdi.

Bugün bu merkezin faaliyetlerini takip etmek, hangi etkinlik ve kursları düzenleyeceklerini öğrenmek için bize önerilen tek kaynak, Instagram‘daki Cordelio Mutfak Sanatları Merkezi hesabı. (2) 5 Temmuz 2025, Cumartesi günü evimin yakınındaki bu merkeze giderek az sayıdaki müşterisiyle sakin sessiz bir ortamda adeta bir kafe gibi çalışan tesisin yöneticilerine ellerinde basılı bir etkinlik programı olup olmadığını sorduğumda, söz konusu merkezin etkinlikleri konusunda bu Instagram hesabından takip edebileceğimi söylediler.

Bilgisayarın başına geçip bu Instagram hesabını incelediğimde 12.400 takipçiye sahip bu hesapta merkezin açıldığı 16 Ocak 2023’den bu yana toplam 244 adet gönderinin paylaşıldığını; bu hesaptan sadece Cemil Tugay, Yıldız İşçimenler Ünsal, Karşıyaka Belediyesi, Kent A.Ş., Hatay Gastronomi Evi, Diyar Gastronomi ve Karşıyaka Kent günlüğü isimli hesapların takip edildiğini (3), 244 gönderiden 172’sinin Cemil Tugay, 72’sinin de Behice Yıldız Ünsal döneminde gönderildiğini, gönderi trafiğinin, yapılan etkinlik ve kurs sayısının azalmasına paralel olarak Behice Yıldız Ünsal zamanında belirgin bir şekilde düştüğünü, söz konusu merkezin açıldığı ilk yıllardaki performansını koruyamadığını gördüm.

Karşıyaka Cordelio Mutfak Sanatları Merkezi‘nin bu 244 paylaşımının takipçiler cephesinde ise duyurulan programların günü, saati, koşulları ve ücreti konusunda devamlı olarak soru sorulmuş olmasına karşın tek bir kez bile olsa yanıt verilmediği ni, soru soranların dikkate bile alınmadığı görülmektedir.

Ayrıca söz konusu merkezin tanıtımında Ege ve İzmir mutfağının öğrenilip tanıtılması konusunda çalışmalar yapılacağı belirtilmesine karşın; hem Cemil Tugay, hem de Yıldız İşçimenler Ünsal dönemlerinde yapılan eğitim çalışmalarıyla diğer etkinliklerin pizza, ravioli ya da fettunici makarna, tiramisu, bento cake, sushi, macaron gibi İtalyan, Fransa, Alman, İspanyol ve Uzakdoğu mutfağına ait yemeklerin öğrenilmesi ile ilgili olduğu, bırakın Anadolu mutfağını Ege ve İzmir mutfağı üzerine bile tek bir çalışmanın yapılmadığı, bu konuda ilk akla gelen 22-26 Şubat 2022 tarihlerinde yapılan ve devamı getirilmeyen Ege Otları Festivali hakkında Çeşme belediye başkanının bile ilginç sözler söylediği, üstüne üstlük 25 Ekim 2024-25 Ocak 2025 tarihleri arasında Mustafa Kemal Atatürk‘ün annesi Zübeyde Hanım‘ın saygın adı alet edilerek “Zübeyde Hanım’ın Mutfağı” adıyla Zübeyde Hanım‘la hiçbir ilgisi olmayan, onun kullanmadığı sağdan soldan toplama mutfak eşyalarıyla büyük bir sergi açılarak ucuz bir popülizm örneği verildiği görülmektedir.

Bu örnekten de görüleceği üzere Cemil Tugay ve ekibinin gastronomi ve yemek kültürü konusunda Karşıyaka‘da başlattıkları bu ilk girişimin ivmesi, bu konuda yeterli bilgi, birikim ve araştırma yapılmadığından yeni belediye başkanının zamanında hızla düşmüş ve Karşıyaka Belediyesi eski başkanı Cemil Tugay‘ın büyükşehir belediye başkanı olduktan sonra bu girişime sahip çıkıp desteklemesi, hatta bu merkezi İzmir Büyükşehir-Karşıyaka Belediyesi işbirliği içinde daha da geliştirmesi mümkünken, Kültürpark‘ın içindeki Göl ve Ada gazinolarının yerinde Kültürpark‘ın geçmişi, gelenekleri ve bugünü ile ilgisi olmayan bir gastronomi müzesi açmaya kalkması, sınıf arkadaşının eline yeni bir oyuncak vererek onu memnun etmek adına sağdan soldan malzeme alarak hazırlıklar yapması; ancak, yapılan alımların bedelinin ödeyememesi; anlaşılan o ki, bu ikinci girişimin de Karşıyaka‘da devamı getirilemeyen ilk girişim gibi sonuçsuz kalacağının göstergesidir.

Yıkılan Göl Gazinosu…
Göl Gazinosu yerine yapılan; ama bir türlü bitirilemeyen yeni bina…

Gelelim Kültürpark‘ta bir gastronomi müzesi açma hayaline ve yakın zamanda kaybettiğimiz “İzmir Baba” sevgili ve rahmetli Sancar Maruflu‘nun Kültürpark; özellikle de Kültürpark‘taki Göl ve Ada gazinolarıyla Çamlık Senar, Manolya, Luna Park, Ekici Öve ve Kübana gibi tarihi mekânlar yıkıldığında dile getirdiği tepkisine ve bu mekanlarda görmeyi arzu ettiklerine…

Hatırlayacaksınız; Kültürpark‘taki Göl ve Ada gazinoları Tunç Soyer döneminde yıkıldığında eski günlerin İzmir‘i ve Kültürpark‘ı için öne çıkan Sancar Maruflu, “artık İzmirli değilim, İzmir’i terk edeceğim. Dr. Behçet Uz’un kurduğu Kültürpark’ın tescilli ve korunması gereken, tarihi dokusuna uygun, korunmak üzere kaydedilmiş binaların korunacağını ve birer canlı müze gibi değerlendirileceğini, dev hangarların ise artık yıktırılacağını düşünerek… Kültürpark Platformu’na destek verdim. Ancak Kültürpark’ın tarihiyle yaşıt, alanın dokusuyla bütünleşmiş mekanlar yıkılıyormuş. Orada tarihi bir suç işleniyor” diyerek isyan etmiş, bu yıkımlar konusunda savcılığa suç duyurusunda bulunmuş, hayalinin buralarda her kesim ve sınıftan insanın ailesi ile birlikte rahatlıkla oturup masalarındaki semaverlerle ucuza çay ve kahve içebileceği ucuz fiyatlı yerler olması olduğunu dili döndüğünce anlatmaya çalışmış, eski bir İzmirli olarak Kültürpark‘a sahip çıkmıştı. (4)

Sancar Maruflu‘nun vefatından sonra oğlu sevgili Cevat Ziya Maruflu tarafından yönetilen Facebook sayfasına baktığımızda Sancar Maruflu‘nun yıkılan tarihi mekanlarla ilgili birçok mesajına, bu mekanların nasıl kullanılacağına yönelik önerilerine rastlarız.

Boşaltılan göl ve Ada Gazinosu…
İnşaat alanını halkın gözünden gizlemek amacıyla saç levhalar üzerine yaptırılan resimler…

Sancar Maruflu‘nun vasiyeti niteliğindeki bu mesajlardan Lunapark‘la ilgili 12 Haziran 2021, Facebook paylaşımı aynen şöyle:

Sancar Maruflu ve Selçuk Yaşar, Kültürpark Menekşe Çay Bahçesi’nde…

Sancar Maruflu‘nun Tunç Soyer döneminde yaşadığı bu büyük hayal kırıklığı, bugün lunaparkı kaldırıldığı Göl ve Ada gazinolarının bulunduğu yerlere ise onun arzuladığı şekilde çay, kahve ve nargile bahçeleri yapmak yerine gastronomi müzesi açma girişimi ile adeta rahmetliyi mezarında ters döndürecek bir noktaya ulaşmış durumda!

Hele ki, “kurtuluşun ve kuruluşun kenti” olarak tanıtılan İzmir‘de ulusal kurtuluş savaşı ile ilgili tek bir müze yokken, Tunç Soyer döneminde aksak köstek açılan “Kurtuluş Savaşı Anı Evi“, İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Cemil Tugay‘la Konak Belediye Başkanı Nilüfer Çınarlı Mutlu‘nun ortak girişimiyle yok edilmişken bu kentte bir gastronomi müzesi açmak ne ölçüde bir ihtiyacın, ne ölçüde bir gerekliliğin, ne ölçüde halkın talep ettiği bir şeyin karşılığıdır? Ayrıca belediyenin elinde yemek kültürü ile ilgili bir koleksiyon yokken, bu işe sağdan soldan devşirme malzeme alarak soyunmak ne ölçüde gerçekçi bir tutumdur?

Ama yazımızın başında da belirttiğim gibi, daha kendine başını sokabileceği bir hizmet binası yapamamış, memur ve işçilerinin maaşlarını zorlukla ödeyen, kentin en önemli sorunları olarak kabul edilen kirli ve kokan körfezle tıkanan ulaşım sistemine çözüm bulamayan İzmir Büyükşehir Belediyesi‘nin bu parasızlık ortamında böylesine bir müze yapmak istemesi ve hatta bu işi Cemil Tugay sonrasında devam ettirmesi ne ölçüde mümkün gözüküyor?

Hele ki, bir daha seçilemeyeceği şimdiden belli olan bugünkü belediye başkanından sonra geleceklerin, aynen Kurtuluş Savaşı Anı Evi‘nin kapatılıp yok edilmesi olayında olduğu gibi hiçbir hesap ve kitaba dayanmaksızın, sırf sınıf arkadaşımı memnun edeyim düşüncesiyle yapılacak bu gastronomi müzesini kapatıp yok etmeyeceğini kim garanti edebilir?

Unutmayalım ki, hayatta kötülük adına ne yaparsak yapalım, o kötülük döner dolaşır yine bizi bulur… Hele ki İzmir gibi kentlerde…

(1) “Çeşme’nin başkanı Karşıyaka’nın festivalini ti’ye aldı: ot lazımsa gönderelim. EgedeSonSöz, 25 Şubat 2022, https://www.egedesonsoz.com/cesme-nin-baskani-karsiyaka-nin-festivalini-ti-ye-aldi-ot-lazimsa-gonderelim

(2) https://www.instagram.com/cordelionmutfaksm/

(3 Cordelion Mutfak Sanatları Merkezi, https://www.instagram.com/cordelionmutfaksm/following/

(4) “Maruflu isyan etti: artık İzmirli değilim, Yeni Asır Gazetesi, 11 Ocak 2020, https://www.yeniasir.com.tr/yasam/2020/01/11/maruflu-isyan-etti-artik-izmirli-degilim

İZBETON olmadı, Egeşehir Yapı verelim…

Ali Rıza Avcan

29 Mayıs-4 Haziran 2025 tarihleri arasında yedi gün süreyle greve giden İzmir Büyükşehir Belediyesi İZENERJİ, İZELMAN ve Egeşehir Yapı Planlama işçilerinin çalıştıkları şirketlerin ne denli kötü yönetildiğini ortaya koyup; bu şirketlerdeki asıl sorunun liyakatsizlik, partizanlık ve nepotizmle malûl kötü yönetim sistemi olduğunu ortaya koyduğum üç bölümden oluşan yazı dizimizin son bölümünde, birinci ve ikinci bölümlerde ele aldığımız İZENERJİ ve İZELMAN şirketlerinden sonra Egeşehir Yapı Planlama‘nın yönetim yapısını ele alıp değerlendirmeler yaparak yasal olarak uygulanması gereken öneriler geliştirmeye çalışacağız.

Kısaca Egeşehir Yapı Planlama olarak tanımladığımız şirketin bugünkü tam adı, Egeşehir Yapı Planlama Müşavirlik ve Teknoloji Anonim Şirketi‘dir.

Battı balık; pardon “şirket”, yan gider…

Şirket ilk kez 23 Mart 1987 tarih, 1729 sayılı Türkiye Ticaret Sicili Gazetesi’nde yayınlanan sözleşmeye göre İzmir Büyükşehir Belediyesi‘nin % 50,50, Urla ve Çeşme belediyelerinin % 0,25, Weidleplan Consult GmbH‘nin % 48,75 ve Weidleplan bölge kuryesi Babakan Olcaysü‘nün % 0,25 hissesi, 53174-K-3662 ticaret sicil numarası ve İzmir Büyükşehir Belediyesi Ege Şehir Planlaması Teknolojik İşbirliği Merkezi Anonim Şirketi adıyla kurulmuş olup 21 Temmuz 1997 tarih, 4336 sayılı TTSG’nde yayınlanan ilamla İzmir Büyükşehir Belediyesi Egeşehir Planlaması Teknolojik İşbirliği Merkezi A.Ş., 26 Mart 2021 tarih, 10296 sayılı TTSG’nde yayınlanan üçüncü bir ilamla Egeşehir Yapı Planlama Müşavirlik ve Teknoloji Anonim Şirketi adını alır.

Şirketin bugünkü sermayesi olan 3 milyar 142 milyon, 457 bin 428 lira 85 kuruşun %99,67’si İzmir Büyükşehir Belediyesi‘ne, %0,33’ü de bugünlerde “müflis“; yani, fiilen iflas etmiş belediye şirketi olarak tanınan İZBETON Anonim Şirketi‘ne aittir.

Egeşehir Planlama şirketi ayrıca İZBETON A.Ş.‘nin sermayesine %0,063, Kent A.Ş.‘nin sermayesine %0,020 ve TARKEM A.Ş.‘nin sermayesine de %0,30 oranında ortaktır.

Egeşehir Yapı Planlama şirketi ile ilgili olarak son günlerdeki en çarpıcı gelişme ise, sermayesinin Cemil Tugay‘ın göreve geldiği 1 Nisan 2024 ile 9 Mayıs 2025 tarihleri arasındaki 1 yıl 1 ay 8 günlük sürede dört kez arttırılarak 168.618.000-TL’dan %1.863,66 oranındaki muazzam bir artışla 3.142.457.428,85 TL’ya çıkarılmasıdır. Bu artışın arkasında yatan neden de, İzmir Büyükşehir Belediye Meclisi‘nin 16 Nisan 2025 tarih, 379 sayılı kararıyla mülkiyeti belediyeye ait olup tapunun Menemen ilçesi Koyundere mahallesi 1377 parselinde kayıtlı 440.542,41 metrekare büyüklüğündeki ve mahkemece belirlenmiş değeri 2.643.254.460.-TL. olan arsanın şirkete sermaye olarak verilmesidir.

Bunun dışında ayrıca, son kez 21 Ocak 2022 tarih, 10500 sayılı TTSG’nde yayınlanan ana sözleşmenin amaç ve konu ile şirketin faaliyet alanını düzenleyen 3 ve 4. maddelerde yazılı müşavirlik, mühendislik, müteahhitlik, işletmecilik, enerji ve ticari hizmetlerinde değişiklik yapan; ayrıca bu hizmetlere atık yönetimi hizmetlerini de ekleyen 5 Mart 2025 tarih, 11285 sayılı TTSG’nde yayınlanan ana sözleşme değişikliği ile şirketin amaç ve faaliyet konuları genişletilerek Egeşehir Yapı Planlama adeta ikinci bir İZBETON yapılmaya çalışılmıştır.

Bunun nedeni de, bugüne kadar konut yapımı konusunda yolsuzluklarla anılan kötü bir performansa sahip olan ve bu nedenle şu an itibariyle faaliyette bulunamayan İZBETON yerine bu şirketin konulmak istenmesi, bundan böyle başta Menemen konutları olmak üzere konut inşaatlarının bu şirket eliyle yürütülmek istenmesidir.

Egeşehir Planlama konusunda, -ne yazık ki- daha fazla bilgi sahibi olmamızı sağlayacak yakın tarihli bir Sayıştay denetim raporu bulunmamaktadır. Yazılan en yeni rapor 2021 mali yılına aittir. Söz konusu rapora göre 31 Aralık 2021 tarihi itibariyle 21 çalışanı olan ve Ali Hıdır Uludağ, Ertuğrul Tugay, Eser Atak ve Mehmet Şakir Başak gibi isimlerin yöneticilik yaptığı, fiilen aktif olmamakla birlikte her yıl devamlı zarar eden, zararı 2017-2021 dönemi itibariyle 15.921.949,08 TL’ya ulaşan şirketteki 11 yönetim kurulu üyesine faaliyette olmamasına karşın devamlı olarak huzur hakkı ödenmesi doğru bulunmamış, devamlı zarar eden bir şirkette bu tür ödemelerin yapılmaması istenmiştir.

“Sermayeyi kediye yüklemek”…

Şirketin yönetim kurulu ise 9 Mayıs 2025 tarih, 11328 sayılı TTSG’nde yayınlanan en son ilama göre şu şahıslardan oluşmaktadır:

1) Yönetim kurulu Başkanı İsmail Mutaf, İBB genel sekreter yardımcısı, harita mühendisi, eski İBB emlak dairesi başkanı,

2) Yönetim kurulu başkan vekili Süleyman Ekinci, inşaat mühendisi, genel müdür,

3) Yönetim kurulu üyesi Ayten Başaran, İBB İZSU abone işleri dairesi başkanı, Ege Üniversitesi İletişim Fakültesi Halkla İlişkiler Bölümü mezunu,

4) Yönetim kurulu üyesi Hüseyin Gökhan Özdemir, İBB veteriner işleri dairesi başkanı,

5) Yönetim kurulu üyesi Işık Konya, İBB iklim değişikliği ve sıfır atık dairesi başkanı, çevre mühendisi,

6) Yönetim kurulu üyesi Mehmet Anıl Kaçar, İBB gençlik ve spor dairesi başkanı, Ankara Üniversitesi Radyo-Televizyon-Sinema Bölümü mezunu, Tüm-Bel-Sen 1 Nolu Şube eski başkanı,

7) Yönetim kurulu üyesi Nilüfer Bakoğlu Aşık, harita ve kadastro mühendisi, Karşıyaka ve İzmir Büyükşehir Belediyesi meclisi üyesi,

8) Yönetim kurulu üyesi Özkan Yıldız, Öğretim üyesi, sosyolog, CHP parti meclisi eski üyesi, Torbalı Belediyesi eski başkan yardımcısı,

9) Yönetim kurulu üyesi Yüksel Bakış, Karşıyaka-Çiğli Tunceliler Kültür, Dayanışma ve Doğa Derneği başkanı, dijital içerik üreticisi,

10) Yönetim kurulu üyesi Nehir Yüksel, şehir plancısı, İBB kırsal hizmetler dairesi başkanı, TMMOB Şehir Plancıları Odası İzmir Şubesi eski başkanı, Cemil Tugay’ın Karşıyaka’dan getirdiği bürokratı.

Gördüğünüz gibi belediye başkanı Cemil Tugay‘ın seçilmeden önce bizlere vaat ettiğinin aksine şirketin yönetim kurulundaki üye sayısı, 1 adet yönetim kurulu üyesi tasarrufu yapılarak sadece ve sadece 11’den 10’e indirilmiş durumda… 🙂

Temel faaliyet alanı planlama, mühendislik ve müteahhitlik gibi konularla sınırlı olan bu şirkette uzmanlık alanı şehir plancılığı, inşaat mühendisliği, harita ve kadastro mühendisliği olan üyeler olmakla birlikte; sosyolog, dijital içerik üreticisi, radyo-televizyon-sinema ya da halkla ilişkiler eğitimi almış yöneticiler de bulunmaktadır… Ancak bu yöneticilerin daha önce bu büyüklükte bir şirkette yöneticilik yapıp yapmadıkları, bu konuda deneyimli olup olmadıkları ise belli değildir… Belki de hayatlarında ilk kez bir şirketi yönetip bilmediklerini çevrelerindeki insanlara soruyor olabilirler ya da belediye başkanlarına güvenip önlerine gelen her belgeyi imzalıyor olabilirler…. Tabii ki günah ya da sevapları bizlerin ödediği vergilerin hanesine yazılmak , onların günahını bizlerin ödemesi suretiyle…

21 Eylül 2013 Tarih, 28772 Sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan Sermaye Şirketlerinin Açacakları İnternet Sitelerine Dair Yönetmeliğin 6.maddesinin 3/h fıkrasına göre şirketin genel kurul toplantı tutanağının genel kurul tarihinden itibaren en geç beş gün içinde; ayrıca, Türk Ticaret Kanunu‘nun 149. maddesinin birinci fıkrasına göre son üç yılın finansal tabloları ile yıllık faaliyet raporlarının, gereğinde ara bilançoların ortakların incelemesine sunulmak üzere genel kurul kararından önceki otuz gün içinde internet sitesine konulması gerektiği halde Egeşehir Yapı Planlama‘ya ait İnternet sitesinin “Bilgi Toplumu Hizmetleri” bölümüne genel kurul kararları dahil olmak üzere hiçbir belgenin konulmadığı görülmektedir.

İşte o nedenle, bu şirketin yönetim kurulunda yer alanlara, diğer şirketlerde olduğu gibi her ay net 40 bin lira huzur hakkı, murahhas üyelere de -daire başkanları hariç olmak üzere- 108 bin lira, toplam olarak 148 bin lira ödendiğini varsaymakla birlikte buna ilişkin herhangi bir genel kurul ya da yönetim kurulu kararına ulaşamıyoruz.

Gelelim şirketle ve şirket yöneticileri ile ilgili ilginç bilgilere;

Bu bilgileri vermeden önce şunu belirtmeliyim ki; CHP ve CHP‘li belediyeler genel anlamda özelleştirmeye, özellikle de Cumhuriyet’in ilk yıllarında kurulan kamu iktisadi teşekküllerinin özelleştirme kapsamında satışına karşı olmakla birlikte, ellerinde bulunan belediyelerin gelirleriyle taşınmazlarını; yani, halka, kamuya ait değerleri, kurdukları bol sayıdaki belediye şirketine devrederek hem belediyeler ölçeğinde özelleştirmenin âlâsını yaparken hem de bu şekilde şirketlere devredilen kamu kaynaklarının kullanımını kamusal denetimden kaçırmakta, Türk Ticaret Kanunu‘nun şirketlere sağladığı gizleyip saklama imkânlarını sonuna kadar kullanarak kamuoyuna bilgi vermekten kaçınmaktadır. BU anlamda CHP‘nin ve CHP‘li belediyelerin belediye şirketleri eliyle özelleştirme konusundaki notunun kırık olduğunu söyleyebilirim.

Bu durumun en iyi örneği ise Cemil Tugay‘ın yönetimi devraldığı 1 Nisan 2024 tarihinden bu yana, iflas edip iş yapamaz hale gelen İZBETON‘un işe yaramaması nedeniyle değerli belediye mülklerinin bu sefer de ardı ardına Egeşehir Planlama şirketine sermaye olarak verilmesi; yani, bu değerli mülklerinin kötüye kullanımının ya da satışının mümkün hale getirilmesi, kamu denetiminin dışına çıkarılmasıdır. Nitekim belediyenin eski emlak yönetimi dairesi başkanı, şimdinin genel sekreter yardımcısı İsmail Mutaf‘ın bu şirketin yönetim kurulu başkanı yapılmasının arkasında yatan neden de bu olabilir. Belediyenin taşınmazlarından haberdar olmak ve en değerlilerini sermaye olarak kullanmak!

İzmir Büyükşehir Belediye Meclisi‘nin 11 Kasım 2024 tarih, 1057 sayılı kararıyla Şato Restorant binasının, 11 Kasım 2024 tarih, 1058 sayılı kararı ile Cihan Palas (Emniyet Oteli) binasının, 10.03.2025 tarih, 208 sayılı kararı ile belediyeye ait tüm hafriyat sahalarının, 16 Nisan 2025 tarih, 379 sayılı kararı ile Menemen Koyundere mahallesindeki 440.542,41 metrekarelik değerli bir arsanın Egeşehir Planlama‘ya sermaye olarak verilmesi kamu mallarının halktan kaçırılması da denilebilecek bu durumun en iyi örnekleridir. Yarın öbür gün bu şirket bu değerli gayrimenkulleri bir şekilde satıp elden çıkarsa hiç kimsenin hesap sorma hakkı olmayacak…

Menemen Koyundere mahallesindeki 440.542,41 metrekarelik değerli arsa…

Geçtiğimiz günlerde bir tesadüf eseri kapısını açık bulduğum Kemeraltı Havra Sokak‘ta TARKEM tarafından restore edilen tarihi Akın Pasajı‘na (burası aslında Akın Pasajı değil, Yahudilere ait Politi Şaraphanesi‘dir.) girdiğimde burasının hem çok kötü restore edildiğine hem de Egeşehir Yapı Planlama tarafından Menemen‘de yapılan 301 konutun satışı için kullanıldığını, içeride bırakın başvuranların, görevlilerin bile bulunmadığına, ortada bizlerle ilgilenecek bir kişinin olmadığına tanık oldum. Ardından da belediyede çalışan dostlarımdan Menemen konutları girişiminin yakın zamanda patlayacağını, çalışmaların istenildiği gibi gitmediğini, yakın gelecekte karşımıza İZBETON skandalı gibi bir skandalı çıkacağını duydum ve ister istemez “hadi hayırlısı” demekten kendimi alamadım…

Velinimetin elinden ödül almak…

Bence bu şirketin yönetim kurulundaki en ilginç, en konuşulacak kişi Cemil Tugay‘ı 2019 yılından bu yana canı bahasına destekleyen, o nedenle CHP‘nin de savunduğu “Kuvvetler Ayrılığı İlkesi“ne aykırı olsa bile Karşıyaka‘dan alıp getirdiği harita ve kadastro mühendisi Nilüfer Bakoğlu Aşık‘tır…

Kendisini, şu meşhur Mehmet Cengiz skandalındaki kent suçunu mazur göstermek için devreye soktuğu Harita ve Kadastro Mühendisleri Odası İzmir Şubesi‘nin, satışı yasal bulan bildirisi nedeniyle tanıyoruz. Hatırlayacak olursak üyesi olduğu Harita ve Kadastro Mühendisleri Odası İzmir Şubesi, 24 Nisan 2020 tarihinde bir bildiri yayınlayarak belediyeye ait arsa hissesinin Mehmet Cengiz‘e satışının yasal olduğunu savunmuş; ancak, aynı meslek odasının Ankara‘daki genel merkezi bu bildiriyi iptal ederek satışın gerçek bir kent suçu olduğunu bildirmiş; böylelikle, şimdilerde Karşıyaka ve İzmir Büyükşehir belediyelerinin meclis üyeliği yanında İzmir Büyükşehir Belediye Meclisi İmar ve Bayındırlık Komisyonu başkanlığı ve Egeşehir Yapı Planlama A.Ş.‘nin yönetim kurulu üyeliği ile ödüllendirilen Nilüfer Bakoğlu Aşık‘ın o tarihteki bu girişimi başarısızlıkla sonuçlanmıştı…

Ardından kendisini Karşıyaka, Atakent‘teki Venedik Sitesi‘nin sosyal tesis alanı ile spor alanlarında Bilfen Koleji‘nin orada bir özel okul yapabilmesi için mevcut imar planındaki parselin “özel eğitim alanı” olarak değiştirilmesine ilişkin İzmir Büyükşehir Belediye Meclisi görüşmelerinde, o parsele şayet özel bir okul yapılırsa yoksul ve dar gelirli ailelere ait çocukların bu okula gidemeyeceklerini ifade edip haklı olarak itiraz eden AKP‘li meclis üyelerine karşı, “efendim, onlar da gidip özel okulların burslarını alsınlar” diyebilecek kadar CHP‘den ve CHP‘nin felsefesinden uzak bir meclis üyesi olarak tanıdık…

Evet, karşımızda Cemil Tugay‘ı başını gözünü gözden çıkaracak kadar savunmaya hazır ve bunun karşılığını da meclis üyeliği, imar komisyonu başkanlığı ve şirket yönetim kurulu üyeliği şeklinde alan bir politikacı var… Hem de CHP‘nin sosyal devlet anlayışını dikkate almayan, yoksul ve dar gelirli ailelerin çocuklarını özel okul sahiplerine terk edecek kadar solculuktan, sosyal demokratlıktan uzak bir politikacı var ve bu politikacı sahip olduğu mesleki bilginin inceliklerini yöneticisi olup her ay huzur hakkı ve murahhas aza ücreti aldığı Egeşehir Yapı Planlama için kullanıyor… Gerisini siz düşünün artık!

Şirketin yönetim kurulu üyelerine baktığımızda dikkatimizi çeken diğer bir konu da geçmişte ya da gelecekte siyaset yapmış olanlara ayrılan kadronun, CHP genel başkanı Kemal Kılıçdaroğlu döneminde CHP parti meclisi üyeliği ile Torbalı belediye başkan yardımcılığı yapan DEÜ Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölüm Başkanı ve Sosyal Ekonomik ve Siyasal Araştırmalar Derneği (SESADER)‘in başkanı Özkan Yıldız‘a ayrılmış olması… O nedenle, muhtemeldir ki, kendisi bu şirketten beslenmenin getirdiği heyecan, azim ve kıvraklıkla önümüzdeki seçimlerde de aday olarak karşımıza çıkacaktır!

Ancak Cemil Tugay tarafından Egeşehir Yapı Planlama şirketi yönetim kurulu üyesi yapılan Prof. Dr. Özkan Yıldız‘ın çoğu İzmirlinin bilmediği ya da unuttuğu bir özelliği var: 1989-1993 döneminde Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölümü‘nden mezun olduktan sonra 1996 yılında Gaziantep Üniversitesi‘nde akademik kariyerine başlamış. Kendisini uzun zamandır tanıyan kaynaklardan aldığım bilgilere göre Gaziantep‘te AKP‘li Gaziantep Büyükşehir Belediye Başkanı Fatma Şahin‘e yaklaşarak onun yardımıyla sonraları AKP genel başkan yardımcısı Nükhet Hotar‘ın rektörlüğünü yapacağı Dokuz Eylül Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölümü‘ne geçer. Bu arada da AKP genel başkan yardımcılığı görevinde olan Nükhet Hotar‘ın düzenlediği çalıştaya Yasin Aktay, Orhan Miroğlu ve Markar Eseyan gibi isimlerle birlikte katılarak 2013 tarihli Gezi Olayları‘nın bilimsel olarak mercek altına alınmasına “yardımcı olur“. (1)

Daha sonra ise amcası CHP Aydın milletvekili Hüseyin Yıldız sayesinde memleketlisi CHP genel başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ile ilişki kurarak ve onun adını vererek CHP cephesinde çalışmaya başladığı söylenmektedir. Bu ilişki üzerine 16-17 Ocak 2016 tarihlerinde yapılan CHP 35. Kurultayı‘nda bilim-kültür-yönetim kontenjanından CHP parti meclisine girdiği, 7 Haziran 2016 tarihinde TRT Diyanet TV‘de sokak çocuklarıyla ilgili bir programa konuşmacı olarak katıldığı, 3-4 Şubat 2018 tarihleri arasında yapılan 36. Kurultay‘da ise Kemal Kılıçdaroğlu tarafından aday gösterilmediği için yeniden seçilemediği ve 2018 yılında DEÜ Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölümü başkanı olmasından sonra da CHP‘den istifa ettiği bilinmektedir. (2) (3)

Bütün bunlar kah kaynak gösterdiğim gazete haberleri kah bana sözlü olarak aktarılan tanıklıklarla doğrulanmakla birlikte; Dokuz Eylül Üniversitesi’nin Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölümü ile ilgili bölümlerine baktığımızda Prof. Dr. unvanlı bu siyasetçinin sadece bir adet makale yazdığı, bunun dışında kaleme aldığı herhangi bir kitabı ya da makalesinin bulunmadığını görüyoruz.

Egeşehir Yapı Planlama şirketinde dikkatimi çeken son bir nokta da, kendini dijital içerik üreticisi olarak tanıtan Çiğli-Karşıyaka Tuncelililer Kültür, Dayanışma ve Doğa Derneği başkanı Yüksel Bakış‘ın hangi ayırt edici vasfı, hangi üstün yeteneği nedeniyle burada yer aldığını bilmiyor olmamızdır.

Gelelim İZENERJİ, İZELMAN ve Egeşehir Yapı Planlama isimli üç ayrı şirketin üç ayrı yazı ile değerlendirdikten sonra bu şirketlerin yönetim yapılarındaki yanlışlık ve eksikliklerle ilgili önerilerimize:

Bence birbirini izleyen üç yazı boyunca ele aldığım bütün bu sorunların kaynağı, CHP‘nin ve CHP‘li belediyelerin, asıl olarak belediyeler eliyle yapılması gereken kamu hizmetlerinin, sayıları her geçen gün artan şirketler eliyle yürütülmesine yönelik özelleştirme politikalarından kaynaklanıyor…

CHP ve onun belediyeleri bir yandan Cumhuriyet Dönemi’nde kurulan Sümerbank, Etibank ve Makina Kimya Kurumu gibi kamu iktisadi teşebbüslerinin (KİT) Turgut Özal‘dan bu yana tüm sağ iktidarlar tarafından özelleştirilip satılmasına ağıtlar yakarken, diğer yandan da kendi belediyelerinde kurduğu ve sayısını her geçen gün arttırdığı holding benzeri şirketler eliyle “kamu hizmeti” demek olan belediye hizmetlerini özelleştiriyor, yasal sınırlamalardan kaçmak için şirketlerin karanlık ve kirli yöntemlerini kullanarak suç işlenmesini kolaylaştırıyor ve böylelikle AKP iktidarının eline büyük kozlar veriyor….

İşte o nedenle CHP‘nin ve CHP‘li belediyelerin en kısa sürede “yeniden belediyecilik” anlayışıyla belediye şirketleri ile ilgili politika ve uygulamalarını gözden geçirerek “toplumcu belediye” olmanın gereklerini yerine getirmesi gerekiyor…

İkinci önerim ise, tüm belediye şirketlerinde, şayet o şirketleri kaldırmak mümkün olmuyorsa tüm yöneticileri, kamu hizmetleriyle ilgili etik kurallar çerçevesinde eğitimine, bilgisine, yetenek ve becerilerine göre seçilmesi, eş, dost, arkadaşlarla onların eşi, siyasetçi, delege, delege ve sendikacı yakını gibi şahısları yönetime getirmemesi, bunu sağlamak için de hukukua ve ahlaki değerleri esas alan kurallar belirleyip uygulaması ve denetlemesi; ayrıca sendikalarla ilişkilerini bu kurallar çerçevesinde gözden geçirerek düzenlemesi gerekiyor…

Aksi takdirde, bugün seyrettiğimiz kayıkçı kavgası gibi “sen aldın, ben çıkardım” şeklindeki faşizan politikaların devamı ve bu çekişmenin önlenmemesi sonucunda CHP‘nin giderek işçi ve emekçileri karşısına alan bir parti haline dönüşmesi beklenmelidir…

Çünkü CHP ve onun belediyeleri sadece bir kenti değil; tüm kentleri ve bütün bir ülkeyi yönetmek iddia ve arzusundadır… CHP şayet bu iddiasında samimi ise bunu öncelikle belediyelerden ve belediye şirketlerinden başlatmalıdır…

(1) https://www.egepostasi.com/haber/AK-Parti-Gezi-yi-bilimsel-olarak-mercek-altina-aldi/39347

(2) https://www.egedesonsoz.com/pm-eski-uyesi-prof-dr-ozkan-kararini-verdi-universite-gorevlendirdi-partiden-ayrildi

(3) https://www.youtube.com/watch?v=mtXlUdNxp3M

İZELMAN’ı eş, dost, arkadaş ve onların eşleriyle birlikte yönetip zarar ettirmek…

Ali Rıza Avcan

Evet, farkındayım çok; ama, çok uzun bir yazı başlığı attığımın… Tamı tamamına 11 sözcük ile derdimi örnekler vererek özetlemeye çalıştığımın…

Bugüne kadar burada yazdığım 1.012 yazı arasında 24 sözcükle birinciliği ilan eden 26 Şubat 2024 tarihli yazımdan sonra hiç bu kadar uzun olanı olmamıştı… İşte o anlamda, bir ikinciyi yaşıyoruz diyebilirim…

Çünkü derdimiz de bu yazının başlığı kadar büyük ve uzun… Çünkü karşımızda, sevgili dostum Serdar Öztürk‘ün hatırlattığı “Çankaya’nın şişmanı, işçi düşmanı” sloganıyla tanımlanması gereken bir işçi düşmanı var ve arkasına bilinçsiz, cahil kitleleri alarak işçilere düşman hukukunu uygulamaktan keyif alıyor… Aynen bir zamanlar Hitler’in peşinden histeri ile koşan sıradan kötülüğün timsali insanlar gibi…

Bir memur çocuğu olarak bugüne kadar içinde biriktirdiği nefreti, öfkeyi, kini kusan, mikrofonun önüne her geçişinde hem kendini hem de CHP‘yi dibe çeken, ruhu faşist bir belediye başkanı var karşımızda…

Önce döndü, sırtını güç sarhoşluğuyla yozlaşıp siyasileşmiş bir sendika liderinin sendikasıyla mücadelesine zarar veren yanlış sözlerine dayandırarak DİSK‘e bağlı Genel-İş üyesi işçileri, özellikle de kendi partisinin eski yöneticileri ve belediye başkanları tarafından kurultay delegesi, delege yakını, parti büyüğünün tavsiyesi gibi gerekçelerle belediyeye alınmış işçileri düşman ilan edip grevi kırmaya kalktı, sağa çattı, sola çattı, bundan kendi partisinin üst düzey yönetici ve milletvekilleri bile nasibini aldı… Adeta iktidarı temsil eden bir kayyum gibi kime saldıracağını bilemedi… Aynen CHP siyaseti ile ilgisi olmayıp emir alıp korkudan ve emir-komuta zinciri içinde bunun gereğini yapmak isteyen sıradan bir memur gibi… Siyasi oyun kurucu olmadığı için yaptıklarının siyasi anlamıyla sonuçlarını düşünmeden ve siyasi ölçekte orta bir yol bulmaya çabalamadan… Dümdüz bir adamın inceliklerden, zekadan ve liderlikten yoksun dümdüz tavrıyla…

Şimdi de Türk-İş‘e bağlı Belediye-İş üyelerini işten çıkartmaya başladı… Adeta, kapının arkasında bekleyen AKP ve MHP ile tüm gerici güçleri sevindirircesine, onların “CHP bundan sonra İzmir’de çöker” diyerek ellerini ovuşturduğu bir ortamda… Bolu Belediyesi‘nin CHP‘li faşist belediye başkanı Tanju Özcan‘ı kıskandırırcasına… Ne yaptığını bilmez, kendine ve partisine zarar verircesine… Arkasına Yılmaz Özdil gibi tüccar gazetecileri alarak partisine oy veren sol, sosyalist, yurtsever kesimleri incitip partiden uzaklaştıracak şekilde…

Sanırım uzmanlığı sayesinde yükselip burjuvaların yüzünü değiştirdikçe adeta kendi yüzünü, kendi sınıfını değiştirircesine geldiği, doğduğu topraklara, kendi coğrafyasının insanlarına yabancılaşan, kendi sınıfına ve onun siyasetine karşı bugüne kadar duyduğu gizli öfkeyi saklamayı bile düşünmeksizin kendisine karşı gelen herkese saldıran bir otokratın çaresizliği ile… Ankara‘daki kaçak sarayda ikamet edenin İzmir‘deki küçük bir modeli gibi…

Gelelim bugünkü dersimizin konusuna…. İzmir Büyükşehir Belediyesi‘nin büyük şirketleri İZELMAN ve Ege Yapı isimli şirketlerin durumuna… Geçtiğimiz haftalarda grevin uygulandığı üç büyük şirketten ikisine…

Tam adı İzelman Genel Hizmet, Otopark, Özel Eğitim, Danışmanlık, İtfaiye ve Sağlık Hizmetleri Ticaret A. Ş., kuruluşu 2 Aralık 1992 tarih, 3169 sayılı Türkiye Ticaret Sicili Gazetesi ile duyurulan 33 yıllık bir belediye şirketi. O zamanki adı, İzelman Genel Hizmet ve Temizlik İşleri Ticaret Limited Şirketi şeklinde daha kısaymış. Ancak aradan geçen 33 yıllık sürede asıl olarak belediye hizmeti olmayan “özel eğitim” ve “danışmanlık” gibi konular; özellikle de “şirketlerde finans, muhasebe, vergi yönetimi, bütçe, finansal raporlama, toplu iş sözleşmeleri, şirketler hukuku alanına giren işlerde bütünsel yürütme ve eşgüdüm sağlamak” gibi hizmetleri ekleyerek her işe karışan, her işe bulaşan, her naneye … olan bir şirket haline gelmiş.

Şirketin sermayesi bugünkü tarih itibariyle 786 milyon lira. Şirket yönetiminde yer alan şahıslar ise, 15 Nisan 2025 tarih, 11312 sayılı Türkiye Ticaret Sicili Gazetesi‘nde yayınlanan en son ilama göre sırasıyla şu şekilde:

1) Aybala Yentürk, Yönetim kurulu başkanı ve aynı zamanda Ahmet Piriştina Kent Arşivi ve Müzesi (APİKAM) danışmanı; daha doğrusu APİKAM şube müdürünü vesayet altına almakta kullanılan ve “başkanın adamı” rolünü seve seve oynayan, yaptığı işten anlamayan bir. Lisans eğitimi gıda mühendisliği alanında olup şirketin faaliyet alanına giren alanlarda -ne yazık ki- bir uzmanlığı, birikimi ve deneyimi yok. Belediye başkanı Cemil Tugay‘ın tıp fakültesinden sınıf arkadaşı olup Grand Plaza A.Ş. yönetim kurulu üyesi yapılan ve yakın zamanda Kültürpark‘taki eski Göl Gazinosu‘nun yerinde gastronomi müzesi kurmak için kolları sıvayan eşi Nejat Yentürk ile birlikte uzun zamandır koleksiyonculuk yapıyor.

2) Ertuğrul Tugay, Yönetim kurulu başkan vekili, Tunç Soyer döneminin önde gelen genel sekreter yardımcısı. Bugün gözden düşmüş olsa da halen İzmir Büyükşehir Belediyesi Spor Kulübü‘nün başkanlığını yapıyor ve son günlerde, bu kulüpte yaptırdığı bol rakamlı tanıtım harcamaları nedeniyle adından sıkça söz ediliyor. Yönetim kurulu başkanı Aybala Yentürk‘ün acemiliği nedeniyle şirket yönetimine hakim olduğu söylenebilir. Nitekim İZELMAN‘a ait internet sayfasının “Bilgi Toplumu Hizmetleri” bölümündeki “yönetim kurulu” listesinin başına Ertuğrul Tugay‘ın, ikinci sırasına da Aybala Yentürk‘ün adı yazılmış durumda. Tugay‘ın her an için görevden alınması mümkün olabilir… Tabii ki sadakatle çalışmadığı takdirde…

3) Sinan Alper, Yönetim kurulu üyesi. Yine kim olduğu bilinmeyen bir şirket yöneticisi. Birçok belediye şirketi, kurumsal şirketlerde gördüğümüzün aksine yöneticilerinin özgeçmişini, o şirketin faaliyeti ile ilgili olarak daha önce nasıl bir eğitim aldığını ve hangi düzeyde bilgiye sahip olduğunu, nasıl bir tecrübeye sahip olduğunu, şirkete hangi alanda hizmet ettiğini açıklamadığı için bu kişinin de kim olduğunu, hangi “faideli” özelliği için bu şirkette yer aldığını, -ne yazık ki- bilmiyoruz.

4) Dr. Tolga Çilingir, yönetim kurulu üyesi, şehir plancısı, 2024 seçimlerine, o görevden ayrılması kesinleşen Cemil Tugay‘ın yerine CHP‘den Karşıyaka belediye başkan aday adayı olarak katılmakla birlikte; Mayıs 2024-Mayıs 2025 döneminde ulaşım dairesi başkanı olarak çalıştığı ve -muhtemeldir ki-, bir anlaşmazlık sonucunda rütbe tenzili ile birlikte Mayıs 2025’den itibaren Kırsal Hizmetler Dairesi Kırsal Alan Strateji Şube Müdürlüğü‘nde çalışmaya başladığı biliniyor. İnsan ister istemez bu durumda bu memurun en yakın tarihte bu görevden alınarak yerine başka bir eş dost ve tanıdığın ya da belediye başkanı ile uyumlu bir daire başkanının yerleştirilmesi muhtemeldir diye düşünmekten kendini alamıyor…

5) Eylem Başar Yıldırım, yönetim kurulu üyesi, 2024 seçimlerinden sonra eşi ve Karşıyaka Belediyesi başkan yardımcısı Zeki Yıldırım ile birlikte İzmir Büyükşehir Belediyesi‘ne gelip basın ve halkla ilişkiler dairesi başkanı olduktan sonra 2024 tarihli Karşıyaka yangınının hemen bitiminde emekliliğini istediği iddiasıyla görevden alınan itfaiye dairesi başkanı İsmail Derse‘nin yerine atanan Eylem Başar Yıldırım, bugünlerde genel sekreter yardımcılığından genel sekreterliğe terfi etmesi beklenen şehir plancısı Zeki Yıldırım‘ın şanslı eşidir… Hem de itfaiye hizmetleri konusunda hiçbir bilgi, deneyim ve tecrübesi olmadığı; özellikle de itfaiye eğitimi aldığına dair bir belgesi olmadığı halde, sırf eşi ve Cemil Tugay‘ın Karşıyaka belediye başkanı olduğu dönemde belediyenin halkla ilişkiler müdürlüğünü yapması, Cemil Tugay‘a sadakatle bağlı olması sayesinde itfaiye daire başkanı yapılan kayırılan şanslı bir bürokrattır…

6) Cenk Erdöl, yönetim kurulu üyesi, CHP genel başkanı Özgür Özel‘in eski danışmanı… O nedenle gücü, kuvveti konusunda başka bir şey söylemeye gerek yok diye düşünüyorum…

7) Özgür Akkavak, yönetim kurulu üyesi, endüstri mühendisi, halen İZSU genel müdür yardımcısı, İzmir Tüm-Bel-Sen 1 Nolu Şube eski yürütme kurulu üyesi.

8) Dr. Bayram Köse, yönetim kurulu üyesi, İzmir Büyükşehir Belediyesi Eşrefpaşa Hastanesi Ortopedi ve Travmatoloji Bölümü‘nde hekim olarak çalışıyor.

9) Atilla Hakan Özel, yönetim kurulu üyesi, İzmir Büyükşehir Belediyesi İZSU genel müdür yardımcısı,

10) Yüksel Demirsoy, yönetim kurulu üyesi ve İZELMAN genel müdürü, Gaziemir CHP eski ilçe başkanı olarak tanınıp bilinen etkin bir siyasetçi.

Bu listedeki isimlerden, geldikleri yerlerden de anlaşılacağı üzere Cemil Tugay seçim döneminde söylediği gibi yönetim kurulu üyelerinin sayısı azaltılmış değil… Bu sayı, Tunç Soyer zamanında da 10’du, 2025 yılının Haziran ayında da 10 adet kalmış durumda… Ayrıca yönetim kurulu aynen eskiden olduğu gibi “sınıf arkadaşının eşi“, “güvendiği bürokrat eşi“, “eski siyasetçi” ve CHP genel başkanının eski danışmanı” gibi işten anlamaz imtiyazlı ve ayrıcalıklı zevat tarafından doldurulmuş vaziyette…

Ayrıca 2023 yılına ait Sayıştay denetim raporunun ortaya koyduğu şekilde yönetim kurulundaki herkes istisnasız her ay net 40.000 lira huzur hakkı alırken daire başkanları dışındakilere buna ek olarak 108.000.- lira tutarında murahhas üye ücreti ödeniyor. Söz konusu Sayıştay raporunda yönetim kurulundaki herkese farklı miktarda ödemeler yapıldığı belirtilmekle birlikte; daire başkanlarına net 40.000 lira, diğerlerine de net 148.000.- tutarında ödeme yapıldığını varsaydığımızda bu ayrıcalıklı, imtiyazlı zevata her ay toplam olarak net 832.000.-, her yıl toplam olarak net 9.984.000.- lira ödendiğini hesaplamamız hiç de zor değil…

Söz konusu 2023 yılı Sayıştay denetim raporu ile aynı yıla ait bazı şirket bilgilerini öğrenmek mümkün olmakla birlikte; 2024 ya da 2025 yıllarına ya da daha eski yıllara ait her türlü mali/finansal bilgiyi ve diğer ayrıntıları, bu tür bilgiler “ticari sır” kapsamına sokulduğundan, halk ya da kamuoyu olarak bu sırları öğrenmemiz mümkün olmuyor… İşçi maaşları kadar bu yöneticilere ödenen ücretler de halktan toplanan vergilerle finanse edildiği halde ve işçi maaşlarının miktarları iki haftadır tüm İzmirliler tarafından tartışılıyor olmasına rağmen yöneticilere ödenen ücretleri öğrenip tartışmak kimsenin aklına gelmiyor…

Sayıştay‘ın 2023 yılı denetim raporunu buraya koydum ki; indirip, şirketin ne kadar kötü yönetildiğini yakından görün istedim…

İşte o nedenle Sayıştay‘ın düzenlediği denetim raporları bizim için ilaç niyetinde işe yarıyor… İşte o nedenle, İZELMAN‘ın en yeni denetim raporu sayesinde 2023 yılındaki birikmiş şirket zararının 4.048.713.054,03 TL. düzeyinde olduğunu; yani zararın şirket sermayesinin 5 katına ulaştığını, bu anlamda bu şirketin gerçekte “batık” bir şirket olduğunu öğreniyoruz. Diğer yandan da 2023 yılı itibariyle 294.995.118,27 TL düzeyinde borcu olduğunu ve bunun 201.697.864.61 lirasının; yani %68,38’inin çalışanlara ödenmeyen ücretlerden oluştuğunu, ödenmesi gerektiği halde ödenmeyen vergi ve yükümlülüklerin ise 2.015.975.744,20 TL. düzeyinde olduğunu görüyoruz.

İşte o nedenle işçilerine 31 Aralık 2023 tarihi itibariyle 202 milyon lira borcu olan bu şirketin gerçek anlamda iflas etmiş müflis bir şirket olduğunu ve hem alacakları hem de emeklerinin karşılığı için greve çıkan bu işçilerin belediye başkanı tarafından “düşman” edildiğini, onlara “düşman hukuku” uygulandığını anlıyoruz.

Eleman.net verilerine göre İzmir büyükşehir belediye başkanına her ay net 139.400.- lira, 31 Aralık 2023 tarihi itibariyle 4.048.713.054,03 lira zarar etmiş olan İZELMAN A.Ş.’nin yönetim kurulu üyelerinin her birine her ay ortalama net 83.200.- liranın ödendiği 2025 yılı rakamlarıyla 18 Mart 2024 yılında verdiği mal beyannamesi bilgilerine göre 13 Haziran 1967’de Van’da doğan belediye başkanı Cemil Tugay’ın kendisine ait 2013 yılında alınmış 550.000.- lira değerinde bir apartman dairesi ile 370.000.- lira değerinde 2017 model BMW 5.20 marka 1 adet otomobili, bankada 465.056.- TL, 3.300 USD ve 9.400 Euro hesabının bulunduğunu, eşi adına kayıtlı bir menkul ya da gayrimenkul malın bulunmadığını dikkate aldığımızda….

Türk-İş’in 2025 Mayıs itibariyle hesapladığı açlık ve yoksulluk sınırı hesapları…

Daha doğrusu, insanca yaşamak adına Türk-İş tarafından hesaplanan açlık sınırının 24.035.-, yoksulluk sınırının 78.292.- lira olarak ilan edildiği, gün geçtikçe “açın halinden tokun anlamadığı“, anlamak dahi istemediği günümüz koşullarında…

Gelecek haftaki yazıyı ise işçileri greve giden üç şirketten üçüncüsüne, Egeşehir Yapı Planlama Müşavirlik ve Teknoloji A.Ş.‘ne ayıracağım… Hem de iflas edip iş yapamaz hale gelen İZBETON‘un yerini almaya aday bir belediye şirketi olarak…

Bilgi için: https://www.kentstratejileri.com//2024/02/26/defolu-ve-basarisiz-bir-belediye-baskanindan-sutte-leke-var-onda-yok-deyisiyle-bir-buyuksehir-belediye-baskan-adayi-yaratmak-hokus-pokus-degisim-bu-olsa-gerek/

Hipokrasi denilen ikiyüzlülük…

Ali Rıza Avcan

Para önemli değildir ama çok para sahibi olmak iyidir.

Bilim iyidir ama olsa da olur olmasa da.”

Türkçe sözlükler bileşik olarak yazılması gereken “ikiyüzlü” sıfatını, “özü sözü bir olmayan” ya da “iki tarafın her birinden yanaymış gibi davranan” şeklinde açıklıyor. Eskiler ise bu durumda olanları “riyakâr” ya da “mürai” olarak niteliyor.

Çağın özgür ansiklopedisi olarak adlandırılan Vikipedi ise, “ikiyüzlü” olma durumunu kişinin sahip olmadığı duygu, düşünce, erdem, değer veya özellikleri, sanki sahipmiş gibi davranması veya sahip olduğunu iddia etmesi şeklinde tanımlamaktadır. Ahlâk psikolojisine göre ikiyüzlülük, kişinin kendi ifade ettiği ahlâki kural ve prensiplere kendisinin uymamasıdır.  Bazı Batı dillerinde ikiyüzlülük anlamında kullanılan sözcük Latince hypocrisis sözcüğünden türemiştir ki, bu sözcüğün kökeni de Yunanca ὑπόκρισις yani hypokrisis sözcüğünden türemiştir. Bu iki sözcüğün de anlamı “rol yapmak“tır.

Kişisel anlamda “iki yüzlü” olma hali ya da eski deyişiyle riyakar veya mürai olma durumu kişinin kendisini ilgilendiren; o nedenle de, bu durumun ilişki içinde bulunduğu diğer insanlar tarafından bilinmesi durumunda rahatlıkla çözülebilecek kişisel bir zayıflık halidir.

Ancak bu durumun kişisel bir kusur ya da zaaf olmaktan çıkıp toplumsal ya da küresel boyuta ulaşıp genel bir şekilde kabul görmesi durumunda, içinden çıkılması oldukça zor ve o nedenle de zaman içinde istesek de istemesek de olumsuz anlamda etkileneceğimiz bir durumla karşı karşıya kalırız. “Kel ölür sırma saçlı olur, kör ölür badem gözlü olur” deyişiyle ifade edilen bu yeni durum, o toplumun ya da toplumların bütünüyle bireyler arasındaki güvene, doğruluğa, cesarete, iyiliğe ve dürüstlüğe dayalı insan ilişkileri açısından büyük bir sorunun var olduğunu gösterir. (2)

Evet, bazı insanlar geldikleri çevre, yetiştirilme tarzı, kişilik yapısı ya da yaşam biçimi itibariyle dürüst davranmayıp ikiyüzlü olmaya daha yatkın olabilirler; ama, bu durumun bir toplumun ya da küresel boyutta insanlığın genel tutumu haline dönüşmesi halinde üzerinde durup düşünülmesi gereken iflah olmaz bir sakatlık var demek gerekir.

Yıllarca üniversitelerdeki YÖK düzenini eleştiren insanların, kürsüye çıkıp YÖK üniversitelerindeki sözde başarılarını dakikalarca anlatan kent konseyci üniversite hocalarını ya da kadın-erkek eşitliğini savunanların, aileden sorumlu bakanlık görevini yaptığı yıllarda kadınların bekaret kontrolünden söz eden kadın siyasetçi öldüğünde veya işlediği kent suçlarıyla kentin geleceğini yok eden bir belediye başkanının seçilemeyip köşesine çekildikten sonra “akil insan” haline dönüştürülerek yere göğe konulamayışı, bu toplumsal ikiyüzlülüğün İzmir açısından bilinen en somut örnekleridir.

Ya da sağlığında beklediği ilgiyi görmeyip geldiği meslek grubunca dışlanıp kötülenen, hakkında çeşitli dedikodular üretilen bir sivil toplum önderinin öldükten; yani, başkaları için bir tehdit unsuru olmaktan çıktıktan sonra yere göğe konulamayıp adına etkinlikler düzenlenmesi, hakkında dedikodu yapanların, arkasından dedikodu yapanların o etkinliğe koşa koşa gidip konuşmalar yapması; kısacası, rahmetlinin sağken görmediği ilgi, alaka ve itibarı öldükten sonra görmesi hali, bu insanlık-dışı toplumsal ayıbın en belirgin, en yeni örnekleridir.

Bir kenti yönetme iddiasındaki belediyeler düzlemine gelince de, yıllarca büyük ve önemli bir ilçenin belediye başkanı olarak büyükşehir belediyesi üyeliği yapan bir ilçe belediye başkanının, o tarihlerde büyükşehir belediyesi adına yapılan yanlış, hukuksuz ve usulsüz işlere bir meclis üyesi olarak sessiz kalıp karşı çıkmayışı ve sonrasında büyükşehir belediye başkanı olduktan sonra, feryat figan geçmişi ve geçmişteki belediye başkanlarını kötülemesi örgütsel siyasi ikiyüzlülüğün en rahatsız edici örneklerinden biridir.

Bunun nedeni, Yargıtay onursal başkanı Sami Selçuk‘un söylediği gibi kişinin düşüncesini ifade etme konusunda kendini güvende hissetmemesi gibi kaygı ya da korkuya dayanan duygular olabileceği gibi iktidar sahibine yaranma, ona yaranma ve böylelikle toplumda yer edinme çabası da olabilir. (3)

Örneğin şirketlere, resmi kurumlara ya da değişik gruplara eğitimler veren bir eğitim uzmanını düşünün ki, gerçek yaşamında ortaya koyduklarıyla anlatıp önerdikleri arasında büyük farklar olsun, yapma dediği şeyleri yapsın, yapın dediği şeyleri de yapmasa… Şimdi bu saygın eğitim uzmanı hakkında ne düşünür, ona nasıl davranırsınız? Ya da toplumsal yaşamda tek eşliliği savunup kendi özel hayatında çok eşliliği yaşarsa veya yakın akrabalarıyla, çocuklarla cinsel ilişkiye girerse…

Tanıdığımız bazı ünlü çevreci avukatların sadece muhalefet ettiği iktidar kurumlarıyla ilgili davalara sahip çıkıp, taraftarı olduğu belediye ve şirketlere ait suçlarda suspus olması, “çevrecilik” adı altında kendisinin ya da yakın çevresinin menfaatlerinin peşinde olması, meslek odası yöneticisi olarak çevre ya da kent mücadelesi verirken bir anda kariyeri uğruna köşesine çekilip sessiz kalması gibi durumları düşündüğümüzde; bu ikiyüzlülük; yani hipokrasi halinin ne kadar yaygın ve geçerli olduğunu bir kez daha anlarız.

Evet, ne yazık ki, toplumsal ölçekteki bu ikiyüzlülük hali o kadar çok ve tehlikeli ki?

Siyasetçisi, gazetecisi, eğitim uzmanı, akademisyeni, sivil toplumcusu, edebiyatçısı, romancısı, tiyatrocusu, hepsi, hemen hepsi… Aklınıza hangi meslek kolu, hangi uzmanlık alanı gelirse gelsin hepsinin, tüm insanların toplumun yarattığı otorite ve onun oluşturduğu iktidar sahibiyle ilişkilerinde öne çıkmak, gözde olmak, kendini parlatmak, o alanda oluşan toplumsal rantı devşirmek, kısa günün kârı dünyalıkları edinmek, emir verip güç kullanmak adına sergiledikleri ikiyüzlülükle, riyakarlıkla, mürailikle karşılaşmanız hiç de zor olmuyor…

Gelin isterseniz iş dünyasındaki ikiyüzlülük (hipokrasi) örnekleri konusunda bilgi sahibi olmak için “laf cambazı“;yani, “özel konuşmacı” olarak ünlenen Evrim Kuran ile Murat Yeşildere‘nin doğru düşünce ve tespitlerini kendilerinden dinleyelim, ardından da Ankaralı rock grubu Mentra‘nın oldukça anlamlı sözlerle örülmüş “Hipokrasi” şarkısını dinleyelim…

Söz: Mert Erol Müzik-Aranje: Mert Erol, Anıl Orkun Uğraş, Artun Koyuk Mix-Mastering: Mert Erol, Anıl Orkun Uğraş Prodüktör: Mert Erol Vokal: Mert Erol Gitar: Anıl Orkun Uğraş, Orkun Ünlü Bas Gitar: Doğukan Deniz Ulusoy Davul: Artun Koyuk

Düşlerimden kaçarken

Gerçekleri unuttum

Bir illüzyonun peşinde

Uyurgezer oldum

Basamakları bir bir çıktım

Ardıma dönüp bakmadım

Kimleri ezdim saymadım

Önemli olan pozisyonum

Ben gördükçe utanıyorum kendimden

Giderek uzaklaşıyorum sizden

Takamam yamalı maskenizden

Kopamıyorsun zincirlerinden

Kendine kurduğun bu dünya

Sonsuza dek sürmeyecek

Varlığın tozdan ibaret

Bir nefeste silinecek

Ben gördükçe utanıyorum kendimden

Giderek uzaklaşıyorum sizden

Takamam yamalı maskenizden

Kopamıyorsun zincirlerinden

Bu düzen böyle Masumlar ölürken

Melekler düşer

Gökten

Gördükçe utanıyorum herkesten

Masumların kanıyla beslenenden

Yüzüne gülüp arkandan küfreden

Sonu gelmeyen bu hipokrasiden

(1) https://tr.wikipedia.org/wiki/%C4%B0kiy%C3%BCzl%C3%BCl%C3%BCk

(2) https://eksisozluk.com/toplumsal-ikiyuzluluk–2162567

(3) https://www.tr724.com/yargitay-onursal-baskani-sami-selcuk-hukuk-sisteminden-umudum-kalmadi/