Seçim yatırımı gibi çevre etkinliği…

Ali Rıza Avcan

Geçtiğimiz Cumartesi günü; yani, 16 Nisan 2022 tarihinde, TMMOB İzmir İKK, TBB İzmir Barosu, TTB İzmir Tabip Odası ve Çeşme Çevre Platformu isimli bir oluşum, büyük bir yağma projesi olarak nitelenen Çeşme Turizm Projesi‘ni protesto etmek amacıyla, Çeşme, Alaçatı Sulak Alanı Kuş Gözlem Yeri‘nde, meslek odası, sendika ve derneklerle platform ve birliklerden oluşan toplam 130 örgütün katılımıyla ülkemizdeki çevre mücadeleleri tarihine geçecek ilginç bir çevre etkinliği düzenledi. İzgazete gibi İzmir Büyükşehir Belediyesi‘nin güdümündeki yerel gazeteler ise bu etkinliği, “Çeşme Projesi’ne Karşı Büyük Buluşma” manşeti ile duyurdu.

Bugünkü yazımda, belki yanlış değerlendirmeler yapabilirim kaygısıyla İzmirlilerin yakından tanıdığı 4 gazeteci arkadaşımla birlikte izlediğim bu etkinliği, etkinliğin gelmişi ve geçmişi ile birlikte değerlendirip çıkarımlar yaparak; ayrıca, “çevre mücadelesi” adı verilen toplumsal olayların temelde hangi özelliklere sahip olması ve hangi ilkelere bağlı kalması gerektiği üzerinde duracağım.

Gerçekten büyük mü?

Ama bütün bunları yazıp çizmeden önce hatırlatmam gereken bir gerçek var ki; o da, her toplumsal mücadelede olduğu gibi, çevre mücadelesinin her aşamasında onun evrensel pratiğinden kaynaklanıp kabul gören ve mücadelenin direnci ile sürdürülebilirliğini oluşturan demokratik ilke, kriter ve yükümlülüklere bağlı kalınması gerekliliğidir.

Bu bağlamda çevre mücadelesine katılan ya da katılmak isteyen her düzeydeki kurum ya da bireyin, bu ve buna benzer konulardaki temel politika ve öncelikleri, izlediği strateji ve geçmiş mücadeleleri, etkinliklere ne düzeyde katılım gösterdiği, sahip olduğu ya da harekete geçirdiği potansiyel gibi özelliklerin önem ve öncelik kazandığı söylenebilir.

Gelelim 16 Nisan 2022 tarihli etkinliğe ve bu etkinliğin habercisi olarak Havagazı Kültür Merkezi’nde yapılan 4 Haziran 2021 tarihli Yarımada Çalıştay ve Forumu‘na… Aşağı yukarı 1 yıl arayla yapılan bu iki etkinliği ele alıp değerlendirmemin nedeni ise hem düzenleyicilerinin hem de ele aldığı sorunun aynı olması…

Anımsarsanız 4 Haziran 2021 tarihli Yarımada Çalıştay ve Forumu‘nu daha önce “İzmir Büyükşehir Belediyesi, Yarımada Çalıştay ve Forumu’nu Düzenliyor…” başlıklı 1 Haziran 2021 tarihli yazımda ele alıp değerlendirmiş, bu çerçevede Çeşme Turizm Projesi‘ne açıkça karşı çıkamayan; hatta destekleyen İzmir Büyükşehir Belediyesi‘nin, TMMOB İzmir İKK ve İzmir Kent Konseyleri Birliği marifetiyle ve açıkça sahiplenmediği bir etkinlik yaptığını ifade etmiştim. Ayrıca etkinliği düzenleyenlerin daha sonra bir mazeret ya da bir kazanım olarak öne sürdürdükleri İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer‘in bu çalışma sırasında sanki yeni öğrenmiş gibi lanse ettiği Doç. Dr. Koray Velibeyoğlu ve ekibine ait Yarımada Sürdürülebilir Kalkınma Stratejisi 2014-2023 çalışmasının, Tunç Soyer‘in Seferihisar Belediye Başkanı olduğu 4 Nisan 2015 tarihinde düzenlediği Yarımada Arama Konferansı nedeniyle önceden bildiğini, bu çalışma öncesinde hazırladığım sekiz sayfalık Yarımada Sürdürülebilir Kalkınma Stratejisi 2014-2023 Değerlendirme Raporu‘nu 1 Nisan 2015 tarihinde bizzat Tunç Soyer‘e vermek suretiyle önemli uyarılarda bulunduğumu anlatmaya çalışmıştım.

İzmir Büyükşehir Belediyesi, Yarımada Çalıştay ve Forumu’nu düzenliyor…

Oyalamanın değişik yolları…

İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer, 4 Haziran 2021 tarihli Yarımada Çalıştay ve Forumu‘nda ve bu forum sonrasında kamuoyunun karşısına çıkıp açık bir şekilde Çeşme Turizm Projesi‘ne itiraz etmediği gibi, 22 Mart 2022 tarihinde Kültür ve Turizm Bakanı Mehmet Nuri Ersoy‘un katılımı ile İzmir Ticaret Odası‘nda yapılan proje tanıtım toplantısında, Çeşme Belediye Başkanı Ekrem Oran ile birlikte hiçbir tepki vermemiş, üstüne üstlük “Bakanımıza bugüne kadarki şeffaf ve son derece özenli sürdürülen süreç ile ilgili teşekkür ederim. Biz projeye başından beri çok olumlu yaklaştık. Türkiye’de hiç bu kadar büyük bir turizm planlaması yapılmadı. Bölgede de çok iddialı projelerden biri” diyerek adeta projeye sahip çıkıp açık bir destek vermiştir.

Ancak ne olduysa, bu toplantıdan bir hafta sonra 29 Mart 2022 tarihinde Çeşme Turizm Projesi ile ilgili bilirkişi raporunun açıklanıp bu projenin kamu yararına aykırı olduğunun anlaşılması ile birlikte olmuş; bu rapordan alınan cesaretle salonlardan çıkılarak Alaçatı Sulak Alanı Kuş Gözlem Yeri’ndeki açık alanda, belediye otobüsleriyle gidilen ve arkasında CHP İl Merkezi‘nin durduğu bir büyük etkinliğin adımları atılmıştır.

Düzenleyici kuruluşların Truva Atı rolünü oynayıp, CHP İl Merkezi ile birlikte İzmir Büyükşehir belediye başkanının atın içinde saklanan Akhalı askerlerin rolünü oynadığı bu göstermelik etkinlik için, yine TMMOB İzmir İKK ile TBB İzmir Barosu ve TTB İzmir Tabip Odası beraberliğine, ne zaman kimler tarafından kurulduğu, bugüne kadar neler yaptığı bilinmeyen Çeşme Çevre Platformu başkanı olduğu söylenen Ahmet Güler adındaki RES şirketlerine danışmanlık yapan ve bu arada Almanya’daki mevcut ilişkileri üzerinden İzmir Büyükşehir Belediyesi‘nin yurtdışındaki temsilciliklerini dizayn eden bir sanayici eklenmiştir. Böylelikle Çeşme Belediye Başkanı Ekrem Oran‘ın yerine yeni bir adayın, Tunç Soyer adına hazırlanıp piyasaya çıkarılması mümkün olmuştur.

Ahmet Güler‘in yönetim kurulu başkanı olduğu Dünya Kenti İzmir Derneği‘ne (DİDER) ait tanıtım sayfasına son günlerde eklenen yeni bir paragrafta, Çeşme Çevre Platformu’nun 2017 yılında kurulduğu belirtilmiş ve Ahmet Güler ekolojik hareketlerin organizatörü olarak tanıtılmıştır:

2015’den beri yoğun olarak İzmir ve Çeşme’de ekolojik hareketlerin organize olmasında çaba harcıyor. 2017’de Çeşme Çevre Platformunu kurdu, Çeşme ve Urla Yarımadasında çevre ve doğal yaşamı korumak için sayısız eylem ve mahkeme dava başvurularını organize ediyor.. İDT (İzmir Düşünce Topluluğu) Üyesidir.

Oysa, 17 Nisan 2022 tarihi itibariyle Facebook’ta 15.633 üyeye sahip olup, Ahmet Güler‘in eşi Serap Gültekin Güler‘in diğer 9 yönetici/moderatörle birlikte yönettiği Çeşme-Urla-Seferihisar-Karaburun-Güzelbahçe Yarımada Çevre Platformu grubunda yaptığımız inceleme sonucunda, bu grubun 2017 yılında değil, 6 Ağustos 2019 tarihinde kurulduğunu ve grup adına “Güzelbahçe” isminin eklenmesi ile ilgili en son değişikliğin 22 Mayıs 2021 tarihinde yapıldığını, “Çeşme-Yarımada Çevre ve Doğal Yaşam Platformu” isimli Facebook sayfasının ise yine 2017 yılında değil 22 Eylül 2018 tarihinde oluşturulduğunu söyleyebiliriz.

2015’den beri yoğun olarak İzmir ve Çeşme’de ekolojik hareketlerin organize olmasında çaba harcıyor. 2017’de Çeşme Çevre Platformunu kurdu, Çeşme ve Urla Yarımadasında çevre ve doğal yaşamı korumak için sayısız eylem ve mahkeme dava başvurularını organize ediyor.. İDT (İzmir Düşünce Topluluğu) Üyesidir.

Topu topu bu kadarız işte….

Urla‘nın Germiyan Köyü‘nde Güral Porselen tarafından yapılan RES için yürütülen çevre mücadelesiyle tanıdığımız Ahmet Güler‘i ve eşi Serap Gültekin Güler‘i aynı zamanda aralarında Aziz Kocaoğlu, Alaattin Yüksel gibi yerel siyasetçilerle havuzlu ve çim bahçeli malikanelerde oturan iş adamlarını bir araya getiren Urla Dost Grubu ve başkanlığını yaptığı Tunç Soyer‘e pek bir yakın Dünya Kenti İzmir Derneği (DİDER) nedeniyle tanıyoruz. DİDER şu an İzmir Büyükşehir Belediyesi ile imzaladığı iki ayrı protokol (Bornova Kültür Adası, Bademler Tarım Lisesi) çerçevesinde adeta belediye ve İzmir Levantenleri ile iç içe çalışıyor ve o nedenle de belediye şirketi İzdoğa A.Ş. tarafından yıllık 2.400.000 liraya kiralanan Fevzipaşa Bulvarı üstündeki Çukurhan‘da kendilerine bir büro tahsis edilmiş durumda.

Anlaşılan o ki, Cumartesi günkü etkinliğe gelenleri düğün sahibi gibi eşi ile birlikte karşılamasında; ayrıca, organizasyonu yaptığı söylenen TMMOB İzmir İKK, TBB İzmir Barosu ve TTB İzmir Tabip Odası gibi binlerce üyeye sahip meslek örgütlerinin temsilcilerinden önce büyük bir cesaretle mikrofonu ele alıp ilk konuşmacı olarak konuşmaya başlamasında Tunç Soyer‘e bu ölçüde yakın olup iltifat görmesinin büyük payı bulunmaktadır. Hep birlikte izlediğimiz bu ibret verici manzara sonrasında, kendisinin gösterdiği onca çaba sonrasında bir sonraki belediye seçimlerinde Tunç Soyer tarafından Çeşme Belediyesi başkan adayı olarak gösterilmeyi hak ettiğini düşünmeye başladım! Tabii ki bu hareket içinde yer alıp belediye başkanı olmayı düşünen arkadaşlarımızın hiç hoşuna gitmeyecek şekilde ve kaderinin Tunç Soyer tarafından aday olarak tercih edilip seçildikten sonra tutuklanıp mahkum olan Urla Belediyesi eski başkanı Burak Oğuz‘un kaderine benzememesi koşuluyla…

“Ben hazırım…”

İzmir kamuoyunun yakından tanıdığı dört gazeteci arkadaşımın eşliğinde tanık olduğum etkinlikle ilgili izlenim ve değerlendirmelerim ise şu şekilde özetleyebilirim:

1. Etkinliğe katılacak kurum ya da kuruluş logolarının etkinlik duyurusunun altında, adeta şirketlerin sponsor duyuruları gibi yer alması, çevre mücadelelerinde hiç alışkın olmadığımız bir şeydi… Hele ki böylesi bir durumun, çevre mücadelesindeki parçalanmışlığı göstereceği kaygısını dile getirdiğimizde… Hele ki, başlangıçta 4 düzenleyici ve 45 STK olarak gösterilen 49 adet katılımcı sayısının ilerleyen an ve günlerde güncellenen her duyuru ile 80’e, Ahmet Güler‘in kürsüden yaptığı konuşmada da 130’a ulaşması durumunda bu kaygımız daha da arttı. Anlaşılan o ki, birileri, katılımcı sayısının, o katılımcıların niteliklerinden daha önemli olduğunu varsayıyor ve bunun mücadeleye güç katacağını sanıyordu.

2. 13 Nisan 2022, Saat 22.30 itibariyle etkinliğe gelecek katılımcıları gösteren Excel listede DİSK Emekli-Sen Sendikası dışında bu sendikanın İzmir’in ilçelerindeki 14 ayrı şubesinin tek tek katılımcı olarak gösterilmesi, Munzur Koruma Kurulu (DEDEF), Gaziantep Çevre Platformu ve Yeşil Artvin Derneği gibi uzaklardan gelip katılacağını söyleyenlerin listeye dahil edilmesi, belki “ne kadar çok kurum ve kişi katılırsa o kadar iyi olur” düz mantığının bir ürünü olabilir: ama, mücadele ettiğimiz AKP iktidarının ve onun yerel temsilcilerinin de oraya kimin geldiği ya da gelmediği konusunda bizden daha fazla bilgi sahibi olabileceğini düşündüğümüzde; böylesi bir yanıltıcı çabanın aslında bizden çok karşı tarafın işine yarayacağını bilmemiz gerekiyor.

3. Açık söylemek gerekirse, etkinliğin Alaçatı Sulak Alanı‘nda yapılacağını duyunca ilk aklıma gelen şey, oradaki kuşların ve diğer canlıların 130 kurum ve kuruluşun katılacağı böylesi bir etkinlikten rahatsız olacağı idi. Çünkü yurtdışında bu gibi yerlerde; hatta yakınlarında bile bu kadar çok insanın katılacağı bir etkinliğe izin verilmez, doğaya ve oradaki canlılara saygı duyulurdu. Anlaşılan o ki, düzenleyici kuruluşlarda böylesi bir saygı, hassasiyet ve çevre bilinci yoktu.

4. 16 Nisan 2022 tarihli etkinliğin en önemli eksikliklerinden biri, uzun yıllardır Çeşme Yarımadası ölçeğinde mücadele eden Çeşme merkezli Ekinoks Kültür ve Çevre Derneği‘nden Başak Yasemin Kumaş ile Çeşme Sürdürülebilir Yaşam Platformu‘nun, yine aynı şekilde yıllardır kişisel olarak çevre mücadelesi vermekle birlikte kurumsal ölçekte mücadele eden birçok dernek ve vakıftan daha etkili olan 2019 seçimlerinin Çeşme bağımsız belediye başkan adayı Fatma Esen Kabadayı Whiting ile Madeleine Staff Kura gibi bilinen isimlerin çağrılmamış olması ya da onların bu etkinliği desteklemeyişi; hatta bu çevre aktivistlerinin etkinliğe katılacak olanları hemen yakındaki Alaçatı Port‘a ya da Çeşme Yarımadası‘ndaki diğer sorun mekanlarına davet ederek samimiyet testi yapmaya çağırmaları bence dikkate alınacak önemli çıkışlardı.

5. Nitekim etkinlik günü ve etkinlik süresince olay mahallinde, katılacağı söylenen 130 kurum ve kuruluşa rağmen en iyimser tahminle 300 kişinin; yani katılımcı kuruş başına 2-3 kişinin toplanmış olması gerçeği, genel kurul olması nedeniyle TBB İzmir Tabip Odası yönetici ve üyelerinin etkinliğe katılmaması, o nedenle TMMOB İzmir İKK sözcüsünün TBB İzmir Tabip Odası adına konuşması, TMMOB katılımının kendileriyle sohbet ettiğim flama taşıyan 15-20 mühendislik-mimarlık öğrencisi ve temsilci niyetine gelen bir iki oda yöneticisi ile sınırlı kalması, bu tür konu ya da sorunlarla asıl ilgisi olan TMMOB Mimarlar Odası ile TMMOB Şehir Plancıları Odası‘nın İzmir kamuoyunca tanınıp bilinen isim ve yüzleriyle birlikte etkinlikte bulunmaması, katılımcı olduğu duyurulan bazı kurum ve kuruluşlara ait isim ya da logoların pankart, bayrak, flama, tişört ve bandanalarda karşımıza çıkmaması geleceği söylenen birçok kurum ve kuruluşun aslında oraya gelmediğini, gelmeye değer görmediğini ya da böyle bir etkinlikten haberdar olmadığını, etkinlik sırasında çekilen fotoğrafların da gösterdiği gibi birçok kurum ve kuruluşun sadece 3-4 kişi ile temsil edildiği gerçeğini ortaya çıkarmıştır.

6. Etkinliğe katılacağını söylemekle birlikte katılmayanların yerini de sanırım geçmişte işledikleri kent suçlarıyla tescilli Aziz Kocaoğlu ve Murat Bakan gibi isimlerle CHP İl Başkanı Deniz Yücel, Kamil Okyay Sındır, Musa Çam, Ednan Arslan, Tacettin Bayır gibi eski ya da yeni yerel siyasetçiler, milletvekilleri doldurmuştu. Bu durum karşısında, etkinliği desteklemek ya da geleceğe yatırım yapmak amacıyla geldiği belli olan bu siyasetçilerin yanına İzmir Büyükşehir ve Çeşme Belediye başkanlarının da neden katılmadığını sormamız gerekebilir… Tabii ki kendisi gelmese bile etkinlik alanının bir köşesine yerleşip dağıttığı çay ve kahvelerin bitmesi üzerine sadece bardakla su dağıtan Çeşme Belediyesi‘ne ait ikram aracının hizmetlerini de unutmamamız koşuluyla…

7. Ahmet Güler‘in büyük bir beceri ile ele geçirdiği kürsü ve mikrofonu kullanarak yaptığı ilk konuşmanın çok uzaması, İzmir’de yakından tanıdığımız bazı çevre gruplarının tepkisine yol açarak etkinlik alanından ayrılmaları da, ortada yerel iktidarın gölgesinde nasıl bir hırs ve ego mücadelesinin yaşandığının kanıtı olmuştur…

8. Çeşme Turizm Projesi‘nin yürütmesinin durdurulması ve iptali için dava açan kurum ve şahıslarla onların avukatlarına teşekkür edilirken Hacer Nükhet Ercümenciler, Abdurrahman Akbal, Çetin Aryindoğan, Fazlı Özcan, Ali Gülbaşı, Akın Türe, Adnan Akyıldız, Alim Önder, Ertuğrul Barka, Halil İbrahim Özkahraman, Mehmet Emin Altoğ, Berrin Aksaray, Ertuğrul Dinleten, Hasan Hilmi Sezel, Barış Bilge ve Çağlayan Yıldırım adına dava açan sevgili dostumuz avukat Senih Özay‘a ve ekibine (her ne kadar kendisi bu tür şeylerden hoşlanmasa da) teşekkür edilmemiş olması; böylelikle, değişik kurum ve avukatlar tarafından farklı kanallardan yürütülen hukuki mücadele bütünlüğünün dikkate alınmaması da büyük bir talihsizlik olmuştur.

9. Etkinlikte siyasi partilere ait bayrak ve flamaların, katılım ve çoğulculuk gibi temel ilkeleri dikkate almayan düzenleyici kuruluşlar tarafından yasaklanması, etkinliğin demokratik özünü olumsuz şekilde etkilemiş; buna ilave olarak, tüm etkinlik süresince siyasi içerikli sloganların dile getirilmemesi, katılımcıların pasif bir izleyici ve dinleyici rolünü üstlenmeleri nedeniyle etkinlik ‘kır düğünü‘ havasına bürünmüş, bütün bunların sonucu olarak etkinliğe politik bir içerik kazandırılamamıştır.

10. Katılımcılarla yaptığım çoğu söyleşide bir çok kişi, böylesi bir etkinliği düzenleme cesaretinin bilirkişi heyetinin verdiği karardan sonra ortaya çıktığını, şayet böyle bir rapor yayınlanmasaydı hiç kimsenin böyle bir etkinlik düzenleyemeyeceğini ifade etmiştir. Bu nedenle etkinliği düzenleyenler bu kararın getirdiği meyveleri yeme rahatlığını kendi kişisel menfaatleri doğrultusunda kullanmak ya da bu karar kendileri sayesinde alınmış algısını yaratmak istemiş olabilirler. Oysa, bilirkişi heyetinin verdiği bu değerli görüş sonrasında, kim tarafından düzenlenirse düzenlensin yapılacak ilk etkinlikte sorunla ilgili tüm taraflara daha ileri ve yeni bir hukuki ya da siyasi bir hedefin gösterilmesi gerekirdi. Oysa, söz konusu etkinlikte tüm gözlemlerimize rağmen böylesi bir liderlik -ne yazık ki- ortaya konulamamış, davaya destek verenlerin önünde yeni bir yol açılmamıştır.

Görüp izlediklerimiz yoksa yeni bir “yeşil aklama” mı?

Sonuç olarak;

Nasıl çevre mücadelesinde önceden kabullenip uymamız gereken evrensel ahlaki ilke ve değerler varsa, gönüllülük boyutunda sürdürülen tüm kişisel/kurumsal çevre mücadelelerinin de kendi içinde evrensel ilke ve değerlere sahip olması, çevre mücadelesine katılanların öncelikle bu ilke ve değerlere önem vererek titizlikle uygulamaları gerekir.

Aslında vahşi kapitalizmin bir sonucu olarak ortaya çıkan tüm toplumsal mücadelelerde ve bunun özel bir şekli olan çevre hareketlerinde ilk akla gelen ilke, bu işin anti-kapitalist ve toplumcu yanını ortaya koyan kamu yararı ilkesinin varlığıdır. Bu ilkenin varlığı, ortaya çıkan mücadele ve çalışmalarda kişisel yarardan çok toplumsal yarara sahip çıkılarak savunulmasını gerektirir.

Çevre mücadelelerinde kişisel yararın yerine kamu yararının kabul edilip öncelenmesi, mücadeleyi yürüten kurum ve kişilerin kendi kişisel ya da kurumsal çıkarlarından önce o mücadelenin sonucunda korunacak toplumsal faydayı belirleyip ön plana alması ile ilgilidir.

Bu anlamda bu tür mücadelelere kendisinin ya da menfaat birliği içinde olduğu başka biri ya da grubun maddi ya da manevi boyuttaki şahsi çıkarlarının gerçekleşmesi için girenlere, bunun için çaba gösterenlere dikkat edilmesi, bunların anti kapitalist karakterdeki bu tür hareketler içinde barındırılmaması gerekir.

Çevre hareketi içinde yer alan bireylerle bu alanda çalışan dernek ve vakıfların, çevreye zarar veren kişi ya da şirketlerle açık ya da gizli ilişkileri, onların menfaatine yarayacak şekilde güdümlü çevrecilik faaliyetleri içinde olmaları bugünkü bilimsel literatürde “yeşil aklama” (greenwash) olarak anılmakta, çoğu büyük şirketler çevre üzerinde yarattıkları tahribatları örtüp gizleyebilmek amacıyla çevre hareketinin felsefesinden, düşünce yapısından, onun eti sütü durumunda olan kurum ve kişilerinden yararlanarak faaliyetlerini sürdürmeye çalışmakta, kendileri ile ilgili sempatiyi arttırmaya çalışmaktadır.

Ama sonuç olarak kapitalizm, bizim bildiğimiz o sınıfsal özellikleriyle vahşi, saldırgan, hiçbir ilke ve değer tanımayan eski kapitalizmdir. Onun için tek bir şey vardır: Ortaya çıkıp el konulacak artı değerin büyümesi için hem insan hem de çevre üzerindeki sömürüyü her geçen gün değişik teknolojik, sosyolojik ve psikolojik olanaklarla daha da arttırmak…

O nedenle, bu tür büyük ve ciddi çevre mücadelelerinde merkezi ya da yerel iktidar odakları tarafından açık ya da gizli bir şekilde desteklenip karşımıza çıkarılan bu tür ilkesiz, tutarsız çıkış ve savrulmalarla yanlış politika, strateji ve uygulamalara karşı uyanık olup çevre hareketine zarar verebilecek kurum, kuruluş ve kişileri dikkate almamız gerekmektedir.

Fare doğuran dağ olmak…

Ali Rıza Avcan

Halk arasında sıkça kullanılan “dağ fare doğurdu” deyimi, İnternet’in önemli bilgi kaynağı Vikisözlük‘e göre, “Kendisinden büyük şeyler beklenen bir kişinin küçük bir ürünle ortaya çıkması” anlamına geliyor. Ekşi Sözlük ise bu sözcüğün orijinal halinin ünlü Romalı şair Horatius‘un Ars Poetika yapıtının 139. satırında Latince deyişiyle parturient montes, nascetur ridiculus mus olarak geçtiğini söylüyor.

İnsanlarda büyük hayal kırıklıklarına neden olan bu halin siyasetteki versiyonu ise beğenip seçtiğiniz belediye başkanlarıyla milletvekillerinin ve meclis üyelerinin sizin onlardan beklediğiniz şeyleri yapmaması ya da yapamaması veya tam tersine yapması anlamına geliyor.

Bu içler acısı halin yaşadığımız kentteki en son örneği ise yazdığı özgeçmişlerde ve katıldığı söyleşilerde, lise öğrencisi iken Devrimci Liseliler Birliği‘nin kurucu üyeleri arasında yer aldığını söyleyerek kendisine devrimci bir profil çizen İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer‘in, Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından Çeşme Yarımadası’nda yapılacak olan Çeşme Turizm Projesi‘ndeki ikircikli tutumu ve bu proje konusunda, sağ cenahtan gelmesi nedeniyle pek de umutlu olmadığımız İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu‘nun Kanal İstanbul Projesi‘ne net bir şekilde karşı çıkıp halkı örgütleyen tutum ve cesaretinden yoksun oluşudur.

İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer‘in bu konuda İzmirlinin tercihlerinden kopuk ikircikli siyaseti, yine aynı partiden Çeşme Belediye Başkanı Ekrem Oran‘ın, 20 Temmuz 2020 tarihinde projeye karşı çıkanları vatan hainliği ile suçlayan tutumu ve 28 Nisan 2021 tarihinde online bağlantıyla İzmir Ticaret Odası Meclis Toplantısı‘na katılan CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu‘nun “Çeşme Turizm Projesi İzmir halkı tarafından benimsenir ve beğenilirse, bir beton ormanına dönüşmezse, büyük ölçekte yeşil korunursa elbette destek veririz” söylemi ile birleştirildiğinde, CHP’nin teslimiyetçi bir siyasetle adeta projeye sahip çıktığını görürüz.

Nitekim, Kültür ve Turizm Bakanı Mehmet Nuri Ersoy‘un 15 Haziran 2020 tarihinde Tarihi İzmir Agorası’nda düzenlediği basın toplantısında;

Başta ticaret odamıza ve ilgili belediyelerimize birçok STK’mıza projeyi desteklerinden dolayı teşekkür ederim. Biz çok iyi niyetli bir şekilde bu projeye başladık. Türkiye’nin en şeffaf, en çevre duyarlı, koruma kullanma dengesi yüksek proje halinde sadece Türkiye’ye değil dünyaya örnek olmasını istiyoruz. Bu bağlamda odalarla da yakın ilişki içindeyiz. Geniş katılımlı bir komisyon oluşturduk. İnşallah bundan sonra daha da hızlı ilerleyeceğiz. Çeşme Projesi’nden elde edilecek gelirin büyük bir kısmını Çeşme projesinin altyapısında sonra da Ege Bölgesi’nin altyapısında kullanacağız ki İzmir öncelikli. Bu bağlamda da Kemeraltı ve Agora’yı gözlemlemek istedik. Kültür ve Turizm Bakanlığı olarak ilk etapta buraya destek vereceğiz. Bu projelerde elde ettiğimiz gelirin bir kısmı buraya.” diyerek yönetim kurulu başkanlığını Tunç Soyer‘in yaptığı TARKEM‘e işaret ettiğini ve bunun üzerine TARKEM yetkililerinin büyük bir memnuniyetle ellerini ovuşturduğunu hatırladığımız bir süreçte…

Ayrıca Çeşme Turizm Projesi ile ilgili karar ve tanıtım toplantılarının İzmir Ticaret Odası salonlarında yapıldığı bir süreç içinde, İzmir Kalkınma Ajansı ile İzmir Vakfı tarafından İzmir Büyükşehir Belediyesi adına hazırlanan İzmir Tanıtım Turizm Strateji Eylem Planı 2020-2024 başlıklı resmi belgede Çeşme Yarımadası‘ndaki agroturizm hedeflerinin gerçekleştirilmesi konusunda İzmir Büyükşehir Belediyesi yerine İzmir Ticaret Odası‘nın görevli kılınması da bize gidilen yol konusunda önemli ipuçları vermektedir.

Gelelim 4 Haziran 2021 tarihinde İzmir Kent Konseyleri Birliği tarafından düzenlendiği iddia edilen, gerçekte ise İzmir Büyükşehir Belediyesi ile TMMOB İzmir İl Koordinasyon Kurulu tarafından ortaklaşa düzenlenen “Yarımada’nın Sorunlarını Ortak Akılla Çözüyoruz” başlıklı Çalıştay ve Forum‘u değerlendirmeye.

Bildiğiniz gibi, 1 Haziran 2021 tarihli “İzmir Büyükşehir Belediyesi, Yarımada Çalıştay ve Forumu’nu Düzenliyor” başlıklı yazımla, belediye ile bağlantısı ortaya çıkmasın kaygısıyla İzmir Düşünce Topluluğu ve İzmir Kent Konseyi seçeneklerini bir yana koyup çoğu İzmirlinin tanıyıp bilmediği ve tüzel kişiliği olmadığı için bu konuda dava açma yetkisi bile olmayan İzmir Kent Konseyleri Birliği isimli sivil bir oluşum tarafından düzenlendiği söylenen organizasyonu, bu tür toplumsal mücadelelerin dürüstlük ve samimiyet ilkesi çerçevesinde yürütülmesi gereğini hatırlatarak eleştirmiş, İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer tarafından görevlendirildiği anlaşılan bir eski İzmir milletvekili ve onun danışmanı ile TMMOB İKK tarafından danışıklı dövüş şeklinde İzmir Kent Konseyleri Birliği‘ne ısmarlanan çalışmanın aslında çalıştay formatına uygun olmayan kurgusu, konuyu bilimsel bir şekilde ele alıp tartışmaktan uzak vitrin süsü niteliğindeki medyatik konuşmacıları, belediyede üst düzey görevlerde çalışan bazı konuşmacıların gerçek görev unvanlarını gizlemeleri, TMMOB İKK kapsamındaki bazı meslek odalarının bu organizasyon içinde yer almayı doğru bulmamaları nedeniyle söz konusu organizasyonu sorgulayan değişik sorular sormuştum. Ardından da 2020 yılında 70 sayfalık Çeşme Turizm Projesi Ön Değerlendirme Raporu‘nu düzenleyerek kamuoyunu bilgilendiren TMMOB İzmir İl Koordinasyon Kurulu‘nun bundan sonra yapması gereken işin, konuyu kendi kurumsal kimliğini arka plana alarak yeniden masaya yatırmak değil; halen İzmir Büyükşehir Belediye Başkan Danışmanlığı görevinde bulunan Doç. Dr. Koray Velibeyoğlu‘nun sorumluluğunda hazırlanan 2014 tarihli Yarımada Sürdürülebilir Kalkınma Stratejisi 2014-2023 belgesi ile TMMOB İKK tarafından 2020 yılında hazırlanan Çeşme Turizm Projesi Ön Değerlendirme Raporu‘nda ortaya konulan ayrıntılı bilgileri kullanması gereken Millet İttifakı’na dahil tüm belediye başkanlarıyla siyasi partilerin il ve ilçe yöneticisi, milletvekili ve genel başkanlarının AKP’li Külltür ve Turizm Bakanı ile AKP’nin bu kentteki temsilciliğine soyunan İzmir Ticaret Odası, İzmir Ticaret Borsası, Ege Bölgesi Sanayi Odası gibi kurumların dümen suyunda dolaşan tavır ve tutumlarından vazgeçerek, aynen İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu‘nun Kanal İstanbul konusunda ortaya koyduğuna benzer bir tavırla konuyu siyasileştirmeleri gerektiğini ifade etmiş, bu öneriyi TMMOB İKK Dönem Sözcüsü ile bazı meslek odalarının başkanlarına iletmiştim.

Söz konusu çalıştay ve forum, duyurulduğu gibi 4 Haziran 2021 tarihinde İzmir Büyükşehir Belediyesi’ne ait Havagazı Kültür Merkezi‘nde yapıldı. Çalıştay öncesinde oturumların İzmirtube tarafından canlı olarak yayınlanacağı duyurulduğu halde bu yayın yapılmadı ve biz de ancak çalıştay ve foruma katılan arkadaşlarımızın bizlere anlattıklarıyla yetindik.

Buna ek olarak aynı gün İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin web sayfasında yayınlanan “Bir belediye başkanının önce o şehrin doğasını, iklimini, ağacını koruması gerek” başlıklı haberle bilgilenmeye çalıştık.

Belediye tarafından hazırlanan haber metninde, İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer‘in söz konusu çalıştaya katılarak program dışı bir konuşma yaptığı belirtiliyor ve konuşmasından alıntılanan ve bizim de ayırt edilmesi niyetiyle kırmızı renkle işaretlediğimiz aşağıdaki dört ayrı paragraf aktarılıyordu. Aktarılan bu dört bölümde de Çeşme Turizm Projesi’ne net ve kesin bir şekilde karşı çıkılmıyor, “ortada fikir var proje yok” denildikten sonra projenin Yarımada’nın % 55’ini kapsadığı ve proje alanındaki arazilerin % 97’sinin kamuya ait olduğu, bu projenden elde edilecek faydanın küçük olması nedeniyle yapılmasından vazgeçilebileceği ihtimalinin olduğu belirtiliyordu.

Bir belediye başkanının asli sorumluluğunun görev yaptığı kenti korumak olduğunu düşünüyorum. Hiçbir belediye başkanının görev yaptığı yer babasının mülkü değildir. Biz nöbetçiyiz, görevimiz bize bırakılan mirası korumaktır. Ben de bunun için çalışacağım.

İnsanların doğanın dengesini bozup bir hayat kurmaya başlaması 12-13 bin yıl öncesine gidiyor. Tarımın keşfiyle doğanın ritmi dışında bir hayat arayışı başlıyor. İkinci kırılma Sanayi Devrimi ile başlıyor, doğa artık bir meta olarak görülmeye başlanıyor. Giderek doğanın daha çok talan edildiği bir 200 yıl yaşıyoruz. Rönesansı yaşamamış ülkelerde bu talan çok daha vahşi olabiliyor.” 

Projesi daha ortada yok, fikir var. Biz hala projeyi görmedik. Bu fikrin istihdam gibi ışıltıları var ama proje yarımadanın yüzde 55’ini kapsıyor. Projedeki alanın yüzde 97’si kamu mülkü. Yüzde 97’si kamu arazisi olan bir yerde şöyle bir sonuç ortaya çıkabilir: Oraya sadece parası olan girer. Kapitalist üretim ilişkilerinin dayattığı hız ve büyüklük telaşı geçmişle bağımızı da kopartıyor. Kanal İstanbul yapılamayacak kadar mega bir proje. Çıkacak fayda ise yapılmamasına göre çok daha düşük. Bu projenin de böyle olma ihtimali var.

Gerçekten çok insan emek vermiş, ciddi bir çalışma yapılmış. Bu emek Yarımada’nın geleceğinin tasarlanması ve korunmasında önemli ipuçları veriyor. Bunu Kültür ve Turizm Bakanı ve bakanlığın ilgili kişilerine ileteceğim. Bir belediye başkanının asli sorumluluğunun görev yaptığı kenti korumak olduğunu düşünüyorum. Altyapı, su, ulaşım hepsi arkasından geliyor. Önce yaşadığı şehrin doğasını, iklimini, ağacını koruması gerek. Hiçbir belediye başkanının görev yaptığı yer babasının mülkü değildir. Biz nöbetçiyiz, görevimiz bize bırakılan mirası korumaktır. Ben de bunun için çalışacağım.

Bence İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer‘in yaptığı konuşmadan seçilip haber olarak yayınlanan dördüncü paragrafın, 2015 yılında kendisiyle yaptığım görüşme ve katıldığım bir arama konferansı nedeniyle özel bir önemi var. Çünkü dördüncü paragrafta, halen kendisinin danışmanlığını yaptığı halde çalıştay programında “akademisyen” sıfatıyla katılan Doç. Dr. Koray Velibeyoğlu‘nun 2014 yılında yayınlanan “Yarımada Sürdürülebilir Kalkınma Stratejisi 2014-2023” belgesi ile ilgisi var. Tunç Soyer bu paragrafta bu çalışmayı ciddi bir çalışma olarak niteleyip Yarımada’nın geleceğinin tasarlanması ve korunmasında önemli ipuçları içerdiğini, bu hususu Kültür ve Turizm Bakanı ile bakanlığın ilgili kişilerine ileteceğini belirtiyor.

Oysa geçmişte yaşanan şeyler hiç de kendisinin söylediği gibi değildir…

Her şeyden önce “Yarımada Sürdürülebilir Kalkınma Stratejisi 2014-2023” isimli belge 2014-2023 İzmir Bölge Planı çalışmaları kapsamında, İzmir Kalkınma Ajansı tarafından İzmir Yüksek Teknoloji Enstitüsü, Ege Üniversitesi ve Dokuz Eylül Üniversitesi‘ne hazırlatılmıştır. Bu husus, söz konusu belgenin 2. sayfasında yazılıdır.

Bu çalışmaya İzmir Yüksek Teknoloji Enstitüsü’nden Proje Yürütücüsü Olarak Yrd. Doç. Dr. Koray Velibeyoğlu, Doç. Dr. Semahat Özdemir, Prof. Dr. Alper Baba, Öğretim Görevlisi Dr. Zeynep Durmuş Arsan, Araştırma Görevlisi Hamidreza Yazdani, Araştırma Görevlisi Dalya Hazar, Ege Üniversitesi’nden Prof. Dr. Adnan Kaplan, Prof. Dr. Murat Boyacı, Prof. Dr. Yusuf Kurucu, Öğretim Görevlisi Dr. Nurdan Erdoğan, Araştırma Görevlisi Özlem Yıldız, Dokuz Eylül Üniversitesi’nden Prof. Dr. Hüsnü Erkan, Araştırma Görevlisi Eser Afşar, İzmir Kalkınma Ajansı’ndan Sibel Ersin, Saygın Can Oğuz, Filiz Morova İneler ve Hülya Ulusoy katılmıştır.

Geniş bir ekip tarafından gerçekleştirilen bu çalışma, İzmir Büyükşehir Belediyesi eski başkanı Aziz Kocaoğlu döneminde hazırlandığı ve bu dönem içinde Seferihisar Belediye Başkanı Tunç Soyer‘in ilk mahalli seçimde İzmir Büyükşehir Belediye Başkanlığına aday olacağı bilindiği için adeta Çeşme Yarımadası bütününde Seferihisar‘da yapılanları görmeme ya da önemsememe çabasındadır. Bu tespitin en önemli kanıtı 316 sayfadan oluşan belgede “Yavaş Şehir” sözcüğünün 5, “Citta Slow” sözcüğünün ise 3 kez geçmiş olması, bu sözcüklerle ifade edilen stratejinin bir hedef olarak gösterilmemesidir. Oysa o tarihlerde kamuoyunda yaygın olan görüşlere göre “Yavaş Şehir” ya da “Citta Slow” projesinin Yarımada’nın Karaburun ve Urla gibi merkezlerinde de uygulanma şansı bulunmakta, bu nedenle bu projenin Yarımada geneline yaygınlaştırılması mümkün görülmektedir.

Tüm bir Yarımada’daki sürdürülebilir kalkınmanın stratejisini belirleme iddiasıyla yapılan bu çalışmada Seferihisar‘daki “Yavaş Şehir” ya da “Citta Slow” hareketinin dikkate alınmaması, önemsenip önerilmemesi durumu haliyle Seferihisar Belediye Başkanı Tunç Soyer‘in de dikkatini çekmiş ve bundan rahatsız olmuştur.

Tunç Soyer bunun üzerine bir dönem birlikte çalıştığım yönetim danışmanı Nihat Demirkol‘dan düzenleyeceği Yarımada Arama Konferansı’nda moderatörlük yapması konusunda yardım ister. Bu talep üzerinde Nihat Demirkol da, “Yarımada Sürdürülebilir Kalkınma Stratejisi 2014-2023” belgesi ile ilgili olarak benim görüşlerimi sorar. Ben söz konusu strateji belgesi için hazırladığım değerlendirme raporunu Nihat Demirkol‘un isteği üzerine arama konferansı öncesinde Tunç Soyer‘e göndererek kendisinden övgüler alırım.

4 Nisan 2015 tarihinde Çeşme’den, Urla’dan, Karaburun’dan gelen geniş bir katılımcı kitlesi ile yapılan arama konferansı sırasında konferansın moderatörlüğünü yapan Nihat Demirkol‘a yardım ederim.

Ama yapılan bu arama konferansı sonrasında Seferihisar Belediye Başkanı Tunç Soyer‘den Yarımada ölçeğinde inisiyatif alma konusunda beklediğimiz ikinci, üçüncü hamleleri göremeyiz ve mevcut durumu kabullendiği yorumlarını yaparız.

BU durum bize, İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer‘in 2014 yılında hazırlanan “Yarımada Sürdürülebilir Kalkınma Stratejisi 2014-2023” belgesinden haberdar olduğunu ve şimdiye kadar istediği takdirde bu belgeyi ve bu belgedeki bilgileri kullanabileceği noktasına getirir ki, bu belgede yazılı olan hedeflerin 2014 yılından bu yana uygulanıp uygulanmadığı ya da uygulansa bile hedeflere ulaşılıp ulaşılmadığı ne yazık ki belli değildir… Hazırlanan belgeye dair bir eylem planı bulunmadığı; ayrıca, bu belgenin ilişkili olduğu 2014-2023 dönemi İzmir Bölge Planı‘nın da gerçeklerden uzak bir temenniler demeti olduğu bilindiği için her karşılaşmamızda, kendisinden net bir cevap alamayacağımı bile bile sayın Koray Velibeyoğlu‘na bu konuyu hatırlatırım.

4 Haziran 2021 tarihinde yapılan çalıştay ve forum ile ilgili en ayrıntılı haberi veren Yeni Haber İnternet Gazetesi’nin “Yarımada Projesi İzmir’in Kanal İstanbulu’dur” başlıklı yazısında TMMOB Mimarlar Odası İzmir Şubesi Başkanı İlker Kahraman‘ın söyledikleri ise bizlere CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu‘nun bu proje için açık kapı bırakan siyasetini hatırlatmaktadır:

Üst ölçekli stratejilerle uyum yakalansaydı, mekânsal değişim kıyı art alan ilişkileri gözeten bir çerçeve oluşturulsaydı, doğal ekosistem önemsenseydi, bölgesel miras korunsaydı, sosyal entelektüel sermaye fırsat sunulsaydı, her kesimin karar verme süreçlerine dahil edilseydi bu projeye evet derdik.”

Oysa, karşımızda bütün bu koşullar sağlansa bile tüm Yarımada’nın % 55’ini kapsayan bir proje durmaktadır. Genel bir kabulün koşulu olarak öne sürülen bu hususlara başka projelerde AKP iktidarı tarafından ne ölçüde uyulduğu ortada iken bu projede iyimser bir yaklaşımla şu, şu olsaydı biz kabul ederdik demenin ne ölçüde anlamlı, etkili ve sonuç alıcı olduğu da dikkate alınmalı; hatta sorgulanmalıdır.

Evet, söyleyeceğimi söyleyip yazacağımı yazdıktan sonra gelelim son söz’e…

Ne demiştik yazının başında? Fare doğuran dağ ya da dağ fare doğurdu demiş ve karşımızdaki manzarayı doğru bir şekilde tarif etmeye çalışmıştık…

Adı sanı bilinmeyen ve tüzel kişiliği olmadığı için böylesi bir toplantıyı düzenleme ya da Çeşme Turizm Projesi‘ni dava etme hakkına bile sahip olmayan bir oluşum adına yaptırılan bu “utangaç” çalıştay ve forumun, projenin asıl sahibi AKP iktidarı nezdindeki vurucu etkisi, sonuç alıcı yankısı, şimdiye kadar ortaya konulandan farklı bir yanı ne olmuştur acaba?

Bir bilen varsa, lütfen bir adım ileri çıksın….

“Projesi daha ortada yok, fikir var. Biz hala projeyi görmedik”….