Seçim yatırımı gibi çevre etkinliği…

Ali Rıza Avcan

Geçtiğimiz Cumartesi günü; yani, 16 Nisan 2022 tarihinde, TMMOB İzmir İKK, TBB İzmir Barosu, TTB İzmir Tabip Odası ve Çeşme Çevre Platformu isimli bir oluşum, büyük bir yağma projesi olarak nitelenen Çeşme Turizm Projesi‘ni protesto etmek amacıyla, Çeşme, Alaçatı Sulak Alanı Kuş Gözlem Yeri‘nde, meslek odası, sendika ve derneklerle platform ve birliklerden oluşan toplam 130 örgütün katılımıyla ülkemizdeki çevre mücadeleleri tarihine geçecek ilginç bir çevre etkinliği düzenledi. İzgazete gibi İzmir Büyükşehir Belediyesi‘nin güdümündeki yerel gazeteler ise bu etkinliği, “Çeşme Projesi’ne Karşı Büyük Buluşma” manşeti ile duyurdu.

Bugünkü yazımda, belki yanlış değerlendirmeler yapabilirim kaygısıyla İzmirlilerin yakından tanıdığı 4 gazeteci arkadaşımla birlikte izlediğim bu etkinliği, etkinliğin gelmişi ve geçmişi ile birlikte değerlendirip çıkarımlar yaparak; ayrıca, “çevre mücadelesi” adı verilen toplumsal olayların temelde hangi özelliklere sahip olması ve hangi ilkelere bağlı kalması gerektiği üzerinde duracağım.

Gerçekten büyük mü?

Ama bütün bunları yazıp çizmeden önce hatırlatmam gereken bir gerçek var ki; o da, her toplumsal mücadelede olduğu gibi, çevre mücadelesinin her aşamasında onun evrensel pratiğinden kaynaklanıp kabul gören ve mücadelenin direnci ile sürdürülebilirliğini oluşturan demokratik ilke, kriter ve yükümlülüklere bağlı kalınması gerekliliğidir.

Bu bağlamda çevre mücadelesine katılan ya da katılmak isteyen her düzeydeki kurum ya da bireyin, bu ve buna benzer konulardaki temel politika ve öncelikleri, izlediği strateji ve geçmiş mücadeleleri, etkinliklere ne düzeyde katılım gösterdiği, sahip olduğu ya da harekete geçirdiği potansiyel gibi özelliklerin önem ve öncelik kazandığı söylenebilir.

Gelelim 16 Nisan 2022 tarihli etkinliğe ve bu etkinliğin habercisi olarak Havagazı Kültür Merkezi’nde yapılan 4 Haziran 2021 tarihli Yarımada Çalıştay ve Forumu‘na… Aşağı yukarı 1 yıl arayla yapılan bu iki etkinliği ele alıp değerlendirmemin nedeni ise hem düzenleyicilerinin hem de ele aldığı sorunun aynı olması…

Anımsarsanız 4 Haziran 2021 tarihli Yarımada Çalıştay ve Forumu‘nu daha önce “İzmir Büyükşehir Belediyesi, Yarımada Çalıştay ve Forumu’nu Düzenliyor…” başlıklı 1 Haziran 2021 tarihli yazımda ele alıp değerlendirmiş, bu çerçevede Çeşme Turizm Projesi‘ne açıkça karşı çıkamayan; hatta destekleyen İzmir Büyükşehir Belediyesi‘nin, TMMOB İzmir İKK ve İzmir Kent Konseyleri Birliği marifetiyle ve açıkça sahiplenmediği bir etkinlik yaptığını ifade etmiştim. Ayrıca etkinliği düzenleyenlerin daha sonra bir mazeret ya da bir kazanım olarak öne sürdürdükleri İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer‘in bu çalışma sırasında sanki yeni öğrenmiş gibi lanse ettiği Doç. Dr. Koray Velibeyoğlu ve ekibine ait Yarımada Sürdürülebilir Kalkınma Stratejisi 2014-2023 çalışmasının, Tunç Soyer‘in Seferihisar Belediye Başkanı olduğu 4 Nisan 2015 tarihinde düzenlediği Yarımada Arama Konferansı nedeniyle önceden bildiğini, bu çalışma öncesinde hazırladığım sekiz sayfalık Yarımada Sürdürülebilir Kalkınma Stratejisi 2014-2023 Değerlendirme Raporu‘nu 1 Nisan 2015 tarihinde bizzat Tunç Soyer‘e vermek suretiyle önemli uyarılarda bulunduğumu anlatmaya çalışmıştım.

İzmir Büyükşehir Belediyesi, Yarımada Çalıştay ve Forumu’nu düzenliyor…

Oyalamanın değişik yolları…

İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer, 4 Haziran 2021 tarihli Yarımada Çalıştay ve Forumu‘nda ve bu forum sonrasında kamuoyunun karşısına çıkıp açık bir şekilde Çeşme Turizm Projesi‘ne itiraz etmediği gibi, 22 Mart 2022 tarihinde Kültür ve Turizm Bakanı Mehmet Nuri Ersoy‘un katılımı ile İzmir Ticaret Odası‘nda yapılan proje tanıtım toplantısında, Çeşme Belediye Başkanı Ekrem Oran ile birlikte hiçbir tepki vermemiş, üstüne üstlük “Bakanımıza bugüne kadarki şeffaf ve son derece özenli sürdürülen süreç ile ilgili teşekkür ederim. Biz projeye başından beri çok olumlu yaklaştık. Türkiye’de hiç bu kadar büyük bir turizm planlaması yapılmadı. Bölgede de çok iddialı projelerden biri” diyerek adeta projeye sahip çıkıp açık bir destek vermiştir.

Ancak ne olduysa, bu toplantıdan bir hafta sonra 29 Mart 2022 tarihinde Çeşme Turizm Projesi ile ilgili bilirkişi raporunun açıklanıp bu projenin kamu yararına aykırı olduğunun anlaşılması ile birlikte olmuş; bu rapordan alınan cesaretle salonlardan çıkılarak Alaçatı Sulak Alanı Kuş Gözlem Yeri’ndeki açık alanda, belediye otobüsleriyle gidilen ve arkasında CHP İl Merkezi‘nin durduğu bir büyük etkinliğin adımları atılmıştır.

Düzenleyici kuruluşların Truva Atı rolünü oynayıp, CHP İl Merkezi ile birlikte İzmir Büyükşehir belediye başkanının atın içinde saklanan Akhalı askerlerin rolünü oynadığı bu göstermelik etkinlik için, yine TMMOB İzmir İKK ile TBB İzmir Barosu ve TTB İzmir Tabip Odası beraberliğine, ne zaman kimler tarafından kurulduğu, bugüne kadar neler yaptığı bilinmeyen Çeşme Çevre Platformu başkanı olduğu söylenen Ahmet Güler adındaki RES şirketlerine danışmanlık yapan ve bu arada Almanya’daki mevcut ilişkileri üzerinden İzmir Büyükşehir Belediyesi‘nin yurtdışındaki temsilciliklerini dizayn eden bir sanayici eklenmiştir. Böylelikle Çeşme Belediye Başkanı Ekrem Oran‘ın yerine yeni bir adayın, Tunç Soyer adına hazırlanıp piyasaya çıkarılması mümkün olmuştur.

Ahmet Güler‘in yönetim kurulu başkanı olduğu Dünya Kenti İzmir Derneği‘ne (DİDER) ait tanıtım sayfasına son günlerde eklenen yeni bir paragrafta, Çeşme Çevre Platformu’nun 2017 yılında kurulduğu belirtilmiş ve Ahmet Güler ekolojik hareketlerin organizatörü olarak tanıtılmıştır:

2015’den beri yoğun olarak İzmir ve Çeşme’de ekolojik hareketlerin organize olmasında çaba harcıyor. 2017’de Çeşme Çevre Platformunu kurdu, Çeşme ve Urla Yarımadasında çevre ve doğal yaşamı korumak için sayısız eylem ve mahkeme dava başvurularını organize ediyor.. İDT (İzmir Düşünce Topluluğu) Üyesidir.

Oysa, 17 Nisan 2022 tarihi itibariyle Facebook’ta 15.633 üyeye sahip olup, Ahmet Güler‘in eşi Serap Gültekin Güler‘in diğer 9 yönetici/moderatörle birlikte yönettiği Çeşme-Urla-Seferihisar-Karaburun-Güzelbahçe Yarımada Çevre Platformu grubunda yaptığımız inceleme sonucunda, bu grubun 2017 yılında değil, 6 Ağustos 2019 tarihinde kurulduğunu ve grup adına “Güzelbahçe” isminin eklenmesi ile ilgili en son değişikliğin 22 Mayıs 2021 tarihinde yapıldığını, “Çeşme-Yarımada Çevre ve Doğal Yaşam Platformu” isimli Facebook sayfasının ise yine 2017 yılında değil 22 Eylül 2018 tarihinde oluşturulduğunu söyleyebiliriz.

2015’den beri yoğun olarak İzmir ve Çeşme’de ekolojik hareketlerin organize olmasında çaba harcıyor. 2017’de Çeşme Çevre Platformunu kurdu, Çeşme ve Urla Yarımadasında çevre ve doğal yaşamı korumak için sayısız eylem ve mahkeme dava başvurularını organize ediyor.. İDT (İzmir Düşünce Topluluğu) Üyesidir.

Topu topu bu kadarız işte….

Urla‘nın Germiyan Köyü‘nde Güral Porselen tarafından yapılan RES için yürütülen çevre mücadelesiyle tanıdığımız Ahmet Güler‘i ve eşi Serap Gültekin Güler‘i aynı zamanda aralarında Aziz Kocaoğlu, Alaattin Yüksel gibi yerel siyasetçilerle havuzlu ve çim bahçeli malikanelerde oturan iş adamlarını bir araya getiren Urla Dost Grubu ve başkanlığını yaptığı Tunç Soyer‘e pek bir yakın Dünya Kenti İzmir Derneği (DİDER) nedeniyle tanıyoruz. DİDER şu an İzmir Büyükşehir Belediyesi ile imzaladığı iki ayrı protokol (Bornova Kültür Adası, Bademler Tarım Lisesi) çerçevesinde adeta belediye ve İzmir Levantenleri ile iç içe çalışıyor ve o nedenle de belediye şirketi İzdoğa A.Ş. tarafından yıllık 2.400.000 liraya kiralanan Fevzipaşa Bulvarı üstündeki Çukurhan‘da kendilerine bir büro tahsis edilmiş durumda.

Anlaşılan o ki, Cumartesi günkü etkinliğe gelenleri düğün sahibi gibi eşi ile birlikte karşılamasında; ayrıca, organizasyonu yaptığı söylenen TMMOB İzmir İKK, TBB İzmir Barosu ve TTB İzmir Tabip Odası gibi binlerce üyeye sahip meslek örgütlerinin temsilcilerinden önce büyük bir cesaretle mikrofonu ele alıp ilk konuşmacı olarak konuşmaya başlamasında Tunç Soyer‘e bu ölçüde yakın olup iltifat görmesinin büyük payı bulunmaktadır. Hep birlikte izlediğimiz bu ibret verici manzara sonrasında, kendisinin gösterdiği onca çaba sonrasında bir sonraki belediye seçimlerinde Tunç Soyer tarafından Çeşme Belediyesi başkan adayı olarak gösterilmeyi hak ettiğini düşünmeye başladım! Tabii ki bu hareket içinde yer alıp belediye başkanı olmayı düşünen arkadaşlarımızın hiç hoşuna gitmeyecek şekilde ve kaderinin Tunç Soyer tarafından aday olarak tercih edilip seçildikten sonra tutuklanıp mahkum olan Urla Belediyesi eski başkanı Burak Oğuz‘un kaderine benzememesi koşuluyla…

“Ben hazırım…”

İzmir kamuoyunun yakından tanıdığı dört gazeteci arkadaşımın eşliğinde tanık olduğum etkinlikle ilgili izlenim ve değerlendirmelerim ise şu şekilde özetleyebilirim:

1. Etkinliğe katılacak kurum ya da kuruluş logolarının etkinlik duyurusunun altında, adeta şirketlerin sponsor duyuruları gibi yer alması, çevre mücadelelerinde hiç alışkın olmadığımız bir şeydi… Hele ki böylesi bir durumun, çevre mücadelesindeki parçalanmışlığı göstereceği kaygısını dile getirdiğimizde… Hele ki, başlangıçta 4 düzenleyici ve 45 STK olarak gösterilen 49 adet katılımcı sayısının ilerleyen an ve günlerde güncellenen her duyuru ile 80’e, Ahmet Güler‘in kürsüden yaptığı konuşmada da 130’a ulaşması durumunda bu kaygımız daha da arttı. Anlaşılan o ki, birileri, katılımcı sayısının, o katılımcıların niteliklerinden daha önemli olduğunu varsayıyor ve bunun mücadeleye güç katacağını sanıyordu.

2. 13 Nisan 2022, Saat 22.30 itibariyle etkinliğe gelecek katılımcıları gösteren Excel listede DİSK Emekli-Sen Sendikası dışında bu sendikanın İzmir’in ilçelerindeki 14 ayrı şubesinin tek tek katılımcı olarak gösterilmesi, Munzur Koruma Kurulu (DEDEF), Gaziantep Çevre Platformu ve Yeşil Artvin Derneği gibi uzaklardan gelip katılacağını söyleyenlerin listeye dahil edilmesi, belki “ne kadar çok kurum ve kişi katılırsa o kadar iyi olur” düz mantığının bir ürünü olabilir: ama, mücadele ettiğimiz AKP iktidarının ve onun yerel temsilcilerinin de oraya kimin geldiği ya da gelmediği konusunda bizden daha fazla bilgi sahibi olabileceğini düşündüğümüzde; böylesi bir yanıltıcı çabanın aslında bizden çok karşı tarafın işine yarayacağını bilmemiz gerekiyor.

3. Açık söylemek gerekirse, etkinliğin Alaçatı Sulak Alanı‘nda yapılacağını duyunca ilk aklıma gelen şey, oradaki kuşların ve diğer canlıların 130 kurum ve kuruluşun katılacağı böylesi bir etkinlikten rahatsız olacağı idi. Çünkü yurtdışında bu gibi yerlerde; hatta yakınlarında bile bu kadar çok insanın katılacağı bir etkinliğe izin verilmez, doğaya ve oradaki canlılara saygı duyulurdu. Anlaşılan o ki, düzenleyici kuruluşlarda böylesi bir saygı, hassasiyet ve çevre bilinci yoktu.

4. 16 Nisan 2022 tarihli etkinliğin en önemli eksikliklerinden biri, uzun yıllardır Çeşme Yarımadası ölçeğinde mücadele eden Çeşme merkezli Ekinoks Kültür ve Çevre Derneği‘nden Başak Yasemin Kumaş ile Çeşme Sürdürülebilir Yaşam Platformu‘nun, yine aynı şekilde yıllardır kişisel olarak çevre mücadelesi vermekle birlikte kurumsal ölçekte mücadele eden birçok dernek ve vakıftan daha etkili olan 2019 seçimlerinin Çeşme bağımsız belediye başkan adayı Fatma Esen Kabadayı Whiting ile Madeleine Staff Kura gibi bilinen isimlerin çağrılmamış olması ya da onların bu etkinliği desteklemeyişi; hatta bu çevre aktivistlerinin etkinliğe katılacak olanları hemen yakındaki Alaçatı Port‘a ya da Çeşme Yarımadası‘ndaki diğer sorun mekanlarına davet ederek samimiyet testi yapmaya çağırmaları bence dikkate alınacak önemli çıkışlardı.

5. Nitekim etkinlik günü ve etkinlik süresince olay mahallinde, katılacağı söylenen 130 kurum ve kuruluşa rağmen en iyimser tahminle 300 kişinin; yani katılımcı kuruş başına 2-3 kişinin toplanmış olması gerçeği, genel kurul olması nedeniyle TBB İzmir Tabip Odası yönetici ve üyelerinin etkinliğe katılmaması, o nedenle TMMOB İzmir İKK sözcüsünün TBB İzmir Tabip Odası adına konuşması, TMMOB katılımının kendileriyle sohbet ettiğim flama taşıyan 15-20 mühendislik-mimarlık öğrencisi ve temsilci niyetine gelen bir iki oda yöneticisi ile sınırlı kalması, bu tür konu ya da sorunlarla asıl ilgisi olan TMMOB Mimarlar Odası ile TMMOB Şehir Plancıları Odası‘nın İzmir kamuoyunca tanınıp bilinen isim ve yüzleriyle birlikte etkinlikte bulunmaması, katılımcı olduğu duyurulan bazı kurum ve kuruluşlara ait isim ya da logoların pankart, bayrak, flama, tişört ve bandanalarda karşımıza çıkmaması geleceği söylenen birçok kurum ve kuruluşun aslında oraya gelmediğini, gelmeye değer görmediğini ya da böyle bir etkinlikten haberdar olmadığını, etkinlik sırasında çekilen fotoğrafların da gösterdiği gibi birçok kurum ve kuruluşun sadece 3-4 kişi ile temsil edildiği gerçeğini ortaya çıkarmıştır.

6. Etkinliğe katılacağını söylemekle birlikte katılmayanların yerini de sanırım geçmişte işledikleri kent suçlarıyla tescilli Aziz Kocaoğlu ve Murat Bakan gibi isimlerle CHP İl Başkanı Deniz Yücel, Kamil Okyay Sındır, Musa Çam, Ednan Arslan, Tacettin Bayır gibi eski ya da yeni yerel siyasetçiler, milletvekilleri doldurmuştu. Bu durum karşısında, etkinliği desteklemek ya da geleceğe yatırım yapmak amacıyla geldiği belli olan bu siyasetçilerin yanına İzmir Büyükşehir ve Çeşme Belediye başkanlarının da neden katılmadığını sormamız gerekebilir… Tabii ki kendisi gelmese bile etkinlik alanının bir köşesine yerleşip dağıttığı çay ve kahvelerin bitmesi üzerine sadece bardakla su dağıtan Çeşme Belediyesi‘ne ait ikram aracının hizmetlerini de unutmamamız koşuluyla…

7. Ahmet Güler‘in büyük bir beceri ile ele geçirdiği kürsü ve mikrofonu kullanarak yaptığı ilk konuşmanın çok uzaması, İzmir’de yakından tanıdığımız bazı çevre gruplarının tepkisine yol açarak etkinlik alanından ayrılmaları da, ortada yerel iktidarın gölgesinde nasıl bir hırs ve ego mücadelesinin yaşandığının kanıtı olmuştur…

8. Çeşme Turizm Projesi‘nin yürütmesinin durdurulması ve iptali için dava açan kurum ve şahıslarla onların avukatlarına teşekkür edilirken Hacer Nükhet Ercümenciler, Abdurrahman Akbal, Çetin Aryindoğan, Fazlı Özcan, Ali Gülbaşı, Akın Türe, Adnan Akyıldız, Alim Önder, Ertuğrul Barka, Halil İbrahim Özkahraman, Mehmet Emin Altoğ, Berrin Aksaray, Ertuğrul Dinleten, Hasan Hilmi Sezel, Barış Bilge ve Çağlayan Yıldırım adına dava açan sevgili dostumuz avukat Senih Özay‘a ve ekibine (her ne kadar kendisi bu tür şeylerden hoşlanmasa da) teşekkür edilmemiş olması; böylelikle, değişik kurum ve avukatlar tarafından farklı kanallardan yürütülen hukuki mücadele bütünlüğünün dikkate alınmaması da büyük bir talihsizlik olmuştur.

9. Etkinlikte siyasi partilere ait bayrak ve flamaların, katılım ve çoğulculuk gibi temel ilkeleri dikkate almayan düzenleyici kuruluşlar tarafından yasaklanması, etkinliğin demokratik özünü olumsuz şekilde etkilemiş; buna ilave olarak, tüm etkinlik süresince siyasi içerikli sloganların dile getirilmemesi, katılımcıların pasif bir izleyici ve dinleyici rolünü üstlenmeleri nedeniyle etkinlik ‘kır düğünü‘ havasına bürünmüş, bütün bunların sonucu olarak etkinliğe politik bir içerik kazandırılamamıştır.

10. Katılımcılarla yaptığım çoğu söyleşide bir çok kişi, böylesi bir etkinliği düzenleme cesaretinin bilirkişi heyetinin verdiği karardan sonra ortaya çıktığını, şayet böyle bir rapor yayınlanmasaydı hiç kimsenin böyle bir etkinlik düzenleyemeyeceğini ifade etmiştir. Bu nedenle etkinliği düzenleyenler bu kararın getirdiği meyveleri yeme rahatlığını kendi kişisel menfaatleri doğrultusunda kullanmak ya da bu karar kendileri sayesinde alınmış algısını yaratmak istemiş olabilirler. Oysa, bilirkişi heyetinin verdiği bu değerli görüş sonrasında, kim tarafından düzenlenirse düzenlensin yapılacak ilk etkinlikte sorunla ilgili tüm taraflara daha ileri ve yeni bir hukuki ya da siyasi bir hedefin gösterilmesi gerekirdi. Oysa, söz konusu etkinlikte tüm gözlemlerimize rağmen böylesi bir liderlik -ne yazık ki- ortaya konulamamış, davaya destek verenlerin önünde yeni bir yol açılmamıştır.

Görüp izlediklerimiz yoksa yeni bir “yeşil aklama” mı?

Sonuç olarak;

Nasıl çevre mücadelesinde önceden kabullenip uymamız gereken evrensel ahlaki ilke ve değerler varsa, gönüllülük boyutunda sürdürülen tüm kişisel/kurumsal çevre mücadelelerinin de kendi içinde evrensel ilke ve değerlere sahip olması, çevre mücadelesine katılanların öncelikle bu ilke ve değerlere önem vererek titizlikle uygulamaları gerekir.

Aslında vahşi kapitalizmin bir sonucu olarak ortaya çıkan tüm toplumsal mücadelelerde ve bunun özel bir şekli olan çevre hareketlerinde ilk akla gelen ilke, bu işin anti-kapitalist ve toplumcu yanını ortaya koyan kamu yararı ilkesinin varlığıdır. Bu ilkenin varlığı, ortaya çıkan mücadele ve çalışmalarda kişisel yarardan çok toplumsal yarara sahip çıkılarak savunulmasını gerektirir.

Çevre mücadelelerinde kişisel yararın yerine kamu yararının kabul edilip öncelenmesi, mücadeleyi yürüten kurum ve kişilerin kendi kişisel ya da kurumsal çıkarlarından önce o mücadelenin sonucunda korunacak toplumsal faydayı belirleyip ön plana alması ile ilgilidir.

Bu anlamda bu tür mücadelelere kendisinin ya da menfaat birliği içinde olduğu başka biri ya da grubun maddi ya da manevi boyuttaki şahsi çıkarlarının gerçekleşmesi için girenlere, bunun için çaba gösterenlere dikkat edilmesi, bunların anti kapitalist karakterdeki bu tür hareketler içinde barındırılmaması gerekir.

Çevre hareketi içinde yer alan bireylerle bu alanda çalışan dernek ve vakıfların, çevreye zarar veren kişi ya da şirketlerle açık ya da gizli ilişkileri, onların menfaatine yarayacak şekilde güdümlü çevrecilik faaliyetleri içinde olmaları bugünkü bilimsel literatürde “yeşil aklama” (greenwash) olarak anılmakta, çoğu büyük şirketler çevre üzerinde yarattıkları tahribatları örtüp gizleyebilmek amacıyla çevre hareketinin felsefesinden, düşünce yapısından, onun eti sütü durumunda olan kurum ve kişilerinden yararlanarak faaliyetlerini sürdürmeye çalışmakta, kendileri ile ilgili sempatiyi arttırmaya çalışmaktadır.

Ama sonuç olarak kapitalizm, bizim bildiğimiz o sınıfsal özellikleriyle vahşi, saldırgan, hiçbir ilke ve değer tanımayan eski kapitalizmdir. Onun için tek bir şey vardır: Ortaya çıkıp el konulacak artı değerin büyümesi için hem insan hem de çevre üzerindeki sömürüyü her geçen gün değişik teknolojik, sosyolojik ve psikolojik olanaklarla daha da arttırmak…

O nedenle, bu tür büyük ve ciddi çevre mücadelelerinde merkezi ya da yerel iktidar odakları tarafından açık ya da gizli bir şekilde desteklenip karşımıza çıkarılan bu tür ilkesiz, tutarsız çıkış ve savrulmalarla yanlış politika, strateji ve uygulamalara karşı uyanık olup çevre hareketine zarar verebilecek kurum, kuruluş ve kişileri dikkate almamız gerekmektedir.

“Kendine müslüman”

Ali Rıza Avcan

Türkçe’de, sıkça kullanılan bir deyiş var: “Kendine Müslüman“.. Kişinin bencillik halini tanımlayıp her şeyi kendi çıkarları üzerinden anlayıp davranan kişi anlamına geliyor… Uludağ Sözlük‘te yer alan bir entryde “kendini düşünüp, kendi bireysel avantajını kollayan ve başkalarını hiçe sayıp haklarını gözardı eden kişiler için insafı hatırlatma üzere hafif uyarı tadında kullanılan deyim” şeklinde tanımlanıyor.

Deyimin farklı anlamlarını bulmak amacıyla İnternette yaptığım taramalar sırasında bir de aynı ismi taşıyan bir pop şarkısının olduğunu ve bu şarkıyı söyleyen farklı sanatçıların, “İnsafın kurusun be hey kendine Müslüman, Hasedimden öldüm artık, Gel, unuttum ne halt ettiysen, Dön bana her şeyi yakıp” diyerek giden sevgiliyi geri çağırdıklarına tanık oldum.

Öncelikle kendini ya da kendisinin bulunduğu grubu, topluluğu düşünüp her şeyi kendi çıkarı üzerinden gören bu bencil bireysel tutum, tabii ki sadece tek tek insanlar için değil; aynı zamanda o insanların oluşturduğu grup ve topluluklar için de geçerli olabilir: “Önce ben” düşüncesinin, “önce biz” düşüncesine dönüşmüş haliyle…

Bu tutum; yani insanın önce kendini ya da mensup olduğu grubu, topluluğu düşünmesi, kendini, kendinden yana olanları ya da kendisi gibi olanları kayırması, her şeyi kendisi ya da kendisinin çoğulu olan “biz” üzerinden düşünmesi bir noktaya, bir dereceye kadar olağan ve doğru olmakla birlikte; diğer insan, grup ya da toplulukların bir arada olduğu dayanışmaya, işbirliğine dayalı birlikteliklerde ortaya çıktığında bu durum olumlu olmaktan çıkıp olumsuz bir durum, rahatsızlık, uyumsuzluk, hatta çatışmaya kadar gidebilir. Belli bir amaç, belli bir hedef için bir araya gelmiş toplulukları bölen, öteleyen ya da parçalayan bir nedene dönüşebilir.

Son yıllarda izlediğim ya da bizzat katılıp içinde yer aldığım tüm antikapitalist kent mücadeleleriyle çevre hareketlerinde gözüme çarpan ve mücadeleye katılanların kaynaşıp birleşmesini engelleyen; ayrıca bu grup ya da topluluklar içinde yer almayanların dışarda durmasını sağlayan bu tutum beni fazlasıyla rahatsız ediyor ve bence ortak mücadelemize zarar veriyor.

1. Muhalif olarak gördüğü merkezi ya da yerel iktidarla ilgili mücadelelere katılıp kendi ideoloji, düşünce grubu ya da siyasetinin neden ya da ortak olduğu kent ve çevre suçlarıyla ilgili mücadelelere katılmayıp dışarda kalmak.

Aynen, başta İzmir Kent Konseyi olmak üzere birçok kent konseyi ile CHP örgütünün ve CHP’linin İzmir Büyükşehir Belediyesi‘nin sorunlu yaklaşımından kaynaklanan Kültürpark Mücadelesi‘ne yabancı kalması ya da ilgi duysa bile partiden atılırım, yalnız kalırım ve belediyelerde iş bulamam gibi kaygılarla uzak durması gibi…

2. Kendi yaşadığı kent, mahalle, semt, köy, bölge ya da çevre içindeki sorunlarla ilgili mücadelelere katılıp ve sanki başka yerlerde başka sorunlar yaşanmıyormuş gibi diğer kent ve çevre mücadelelerine ilgi göstermezken sanki tüm dünyayı kurtarıyormuş gibi davranmak.

Aynen, Çeşme Yarımadası‘nda yaşayan birçok örgüt, grup ya da kişinin, AKP iktidarı tarafından dayatılan Çeşme Turizm Projesi‘ne karşı çıkıp diğer kent ve çevre sorunlarına ya da aynı projeden beslenen TARKEM‘in Kemeraltı, Basmane ve Kadifekale bölgelerindeki soylulaştırma girişimlerine karşı çıkmayıp suskun kalması gibi…

3. Dernek, vakıf, platform benzeri mücadele düzlemlerinde bazı kişi ya da grupların kendi grubunun egemen olması için çaba göstermesi nedeniyle diğer görüş, düşünce, ideoloji ve siyasettekilerin ayrılması nedeniyle o düzlemin giderek o özel grubun örgütüne dönüşüp etkisizleşmesi.

Aynen, antikapitalist kent ya da çevre mücadelesinde, yürüttükleri mücadelenin kuram ve pratiği açısından belirgin bir fark olmayan grup ya da kişilerin gidip birbirinden farklı çevre örgüt ve grupları kurmalarında olduğu gibi… Bu bağlamda, İzmir’de çevre mücadelesi denilince akla ilk gelen Ege Çevre Platformu (EGEÇEP) ya da İzmir Yaşam Alanları (İYA) örneğinde olduğu gibi, aralarındaki tek fark, birinin dünya, bir diğerinin ülke, diğer birinin de İzmir genelinde mücadele ediyor olması mıdır? Bunların birbirlerinden ayrı mücadele ediyor olmalarının temel nedeni ve farklılıkları nedir?

4. Toplumsal mücadelenin hukuksal boyutunda yardımcı olan önce gelen hukukçu ve avukatların çevresinde o hukukçu ve avukatların kişisel tercihlerine göre gruplaşmak.

Aynen, halen devam etmekte olan Çeşme Turizm Projesi mücadelesinde gördüğümüz gibi, ayrı avukatların çevresinde oluşan davacı gruplaşmalarının ayrı ayrı davalar açıp ayrı ayrı bilirkişi ücretleri ödemesinde olduğu gibi…

5. Toplumsal mücadele ile ilgili eylemlerde ortak mücadele konusundan çok katılımcı sayısı, çok fazla sayıdaki pankart, broşür, afiş ve bayrak gibi rekabetçi yöntemlerle kendi grupsal kimlik ve ağırlığını öne çıkaracak şekilde propaganda yapmak.

Aynen, örgütler, gruplar ve kişiler arasındaki bu rekabetçi tutumlar nedeniyle bu rekabetin dışında kalan sade yurttaşların ne yapacağını bilememesi ve kendini bu mücadelenin dışında hissetmesi gibi…

6. Mücadeleye katılan kurum, kuruluş, grup ya da kişilerin, içinde bulundukları ya da bağlı oldukları ortamdaki siyasi, yönetsel vb. değişimlere bağlı olarak bazen mücadeleye katılması bazen de mücadeleden çekilmesi ya da mücadele içinde pasifleşmesi.

Aynen, bir zamanlar AKP iktidarının İzmir Körfez Geçiş Projesi‘ne karşı çıkmayıp üstüne “bu projeyi ilk önce ben düşünmüştüm” diyerek sahip çıkan İzmir Büyükşehir Belediyesi eski başkanı Aziz Kocaoğlu‘nun yine bir AKP projesi olan Çeşme Turizm Projesi‘ne vatan, millet edebiyatı ile karşı çıkıp bilirkişi incelemesinin yapıldığı etkinliğe katılmasında ya da yerel iktidarın kanatları altında koltuk, köşe, makam, mevki ve çıkar elde edip yeni ufuklara yelken açan ya da toplumsal mücadelenin başarısız olması için mücadele eden eski ya da yeni meslek odası yöneticilerinde olduğu gibi…

Tabii ki ortak amaç ya da hedef için örgütlenen her düzeydeki toplumsal mücadelede, bu mücadeleye katılan farklı kişi, grup, küme, topluluk, kurum ve kuruluşlar itibariyle farklılıkların olması ve bunların mücadele içinde kendilerini sergileyip ifade etmesi olağan ve beklenen bir şeydir; ama bir noktaya kadar doğal karşılanan bu durumun, ortak mücadelenin konu, amaç ve hedefini geride bırakmaması ya da daha çok öne çıkarak ona zarar vermemesi gerekir.

Ortak mücadelede kısa günün kârı anlayışıyla hareket edenlerin diğer kişi, grup, topluluk, kurum ve kuruluşlara gol atıp öne geçme çabası gün gelir ki, sizin orada yalnız kalmanıza ve ortak mücadeleyi uzaktan izlemesine de neden olabilir… Ya da bir ad altında başaramadığınızı başka bir ad altında denemeye kalkarak ve bu arada gittikçe küçülerek kendinizi tekrarlamaya başlar durursunuz…

Evet, kentlerdeki antikapitalist mücadeleyle doğadaki ekolojik çevre mücadele anlayış ve pratikleri bir ve bütündür. Bu bütünlük, mücadelenin ortak hedef ve amaçları doğrultusunda ve katılımcıların “ben” ya da “biz” algısından çok ortak hedef ve amacın öne çıkarılması suretiyle daha da sağlamlaştırılıp sürdürülebilir. Bu konuda üretilebilecek en sağlıklı ve doğru politika ise, değişik topluluk, grup, kurum, kuruluş ve kişileri bir araya getiren ortak mücadele platformunun eşit paydaşlık anlayışı çerçevesinde herkese açık bir şekilde; yani, şeffaf bir şekilde örgütlenmesi, katılımcı kurum, kuruluş ve kişilerin net bir şekilde bilinmesidir.