Her şeye rağmen yine öneri ve tavsiyelerim var…

Ali Rıza Avcan

Son günlerin güncel konusu İZBETON soruşturması, benim ve okurlarım için yeni bir olay değil…

2019 yılından bu yana yakından izlemeye çalıştığım, zaman zaman doğru bilgilere ulaştığım, İzmir Büyükşehir Belediyesi ve İZBETON A.Ş. ile CHP‘li Aziz Kocaoğlu ve Alaattin Yüksel ile AKP‘li İlknur Denizli tarafından işbirliği ile kurulan İzmir Sanayici ve İş İnsanları Derneği (İZSİAD) eliyle kurulan emme-basma pompa düzeninin tüm aktörlerini öğrenip anlamaya ve yazarak anlatmaya çalıştığım bir süreç söz konusu…

Hem de elimdeki bilgilerle herkesi, özellikle de bu yolsuzluğa bulaşan yetkilileri açık açık yazıp çizerek, elektronik posta ya da sosyal medya yardımıyla mesajlar göndererek, bazen de yüz yüze görüşmeler yaparak uyardığım, hukuk ve etik açısından sorunlu olan o yanlışların yapılmaması, o suçların işlenmemesi için farklı yöntemler önererek kendimce vazgeçirmeye çalıştığım bir durum…

Hatta bu çerçevede, Tunç Soyer döneminde daveti üzerine kendisini ziyarete gidecek sevgili dostum gazeteci Süleyman Gençel‘in, “Ali Rıza Tunç’la görüşmeye gidiyorum, ne söylememi istersin?” diyerek fikrimi sorması üzerine, “aman dikkat etsin, İSKİ skandalına benzer bir şeye neden olmasın” diyerek aklımdaki tehlikeli olasılıkları ortaya koymaya çalıştığımı hatırlıyorum…

Ayrıca yaşanan tüm yolsuzluk ve o yolsuzluklara neden olan suçlular, şu an itibariyle yargının önünde olduğu için bu konuda kalem oynatmanın etik bir davranış olmadığını bilmekle birlikte, bütün bunların sonucunda “bakın ben daha önce yazıp çizip sizi uyarmıştım” şeklindeki bir duyguyla sevinmek yerine, İzmir adına, vergisini, sigorta primini zamanında eksiksiz ödeyen, tüm kamusal yükümlülüklerini yerine getiren tüm İzmirliler adına üzgün olduğumu, “keşke bütün bunlar olmasaydı” diye düşündüğümü ifade etmek isterim…

Bana göre siyasi bir yanı olmadığı için mahkemeye intikal eden bu yolsuzluk düzeni hakkında konuşup yazmak -şu an itibariyle- etik olmamakla birlikte; geride kalanlar için, özellikle de CHP’de üst düzeylerde görev yapanlar için dile getirilmesi gereken öneri ya da tavsiyelerimi hem onlarla hem de sizlerle paylaşmak isterim…

Yeter ki, bu ve buna benzer işler bir daha olmasın ve İzmir bütün bu yapılanlardan bir kez daha zarar görmesin düşünce ve dileğiyle…

CHP, “Turgut Özallı Yıllar” olarak bilinen 1980’li bu yıllardan bu yana sağ iktidarların Cumhuriyet Dönemi kazanımları olarak kabul edilen Sümerbank, Etibank, TEKEL, şeker fabrikaları gibi kamu iktisadi teşekküllerinin haraç mezat satışına karşı çıkmış bir siyasi parti olmakla birlikte; kendi belediyelerinin elinde bulunan kamu kaynaklarının; özellikle de kamu mülklerinin şirketler eliyle özelleştirilmesi konusunda sessiz kalmış, bu alanda sosyal demokrasi ideallerine uygun bir karşı çıkış ortaya koymamış, “onlar bu suçu işliyor; ama bizimkiler acep neler yapıyor?” diyerek bir kaygı duymamış, kendisinin hangi yanlışlıkları yaptığını merak etmemiş, daha doğrusu aynen İSKİ skandalında olduğu gibi dikkate almamıştır.

Kemal Kılıçdaroğlu zamanında genel merkez düzleminde düşünülen tüm belediyeleri izleme ve değerlendirme merkezi, yeni genel başkan Özgür Özel zamanında hayata geçirilmiş olmakla birlikte; o da tüm önemli atamaları genel merkeze sorma, kamuoyu araştırmalarını genel merkeze yaptırma, genel merkezden gönderilen partilileri işe yerleştirme şeklindeki hiyerarşik bir yapıya dönüşmüş, genel merkezin toparlayıcı, özendirici, yardımcı ve yön verici fonksiyonları öne çıkmamıştır.  

Belediyelerdeki özelleştirme çalışmaları çerçevesinde önce belediye şirketleri kurulmuş, bu şirketlerin yönetimine güvenilir eş, dost, akraba ve partililer doldurulmuş, daha sonra bunların sayısı ve sermayesi arttırılarak temel belediye hizmetlerinin bu şirketler eliyle yapılmasına başlanmış, Türk Ticaret Kanunu’nun getirdiği “ticari sır” gibi imkanlar sayesinde şirketlerin neler yaptığı, ne ölçüde ve nasıl zarar ettiği gibi konular kamuoyundan gizlenmiş, belediye hizmetleri dışındaki başka işlere de bulaşan bu şirketler ortaklıklar kurmak suretiyle yeni hibrit şirketler kurarak belediye dışında ve hatta belediyeden daha büyük ve güçlü ikinci bir büyük yapılanmaya yol açmışlardır.

Örneğin bugün sürdürülmekte olan hukuki sürecin öznesi olan İZBETON şirketinin sermayesini arttırmak amacıyla sadece 2019-2025 döneminde 19.4.2019 tarih, 313 sayılı, 16.4.2021 tarih, 445 ve 457 sayılı, 12.1.2022 tarih, 78 sayılı, 16.6.2022 tarih, 691 sayılı, 14.4.2023 tarih, 430 sayılı, 13.10.2023 tarih, 1081 sayılı, 14.2.2024 tarih, 152 sayılı, 14.6.2024 tarih, 586 sayılı ve 13.6.2025 tarih, 608 sayılı belediye meclisi kararı ile belediye bütçesinden şirket sermayesine “rüçhan hakkı” adı altında toplam 2.037.698.500.- TL kamu kaynağı şirkete aktarılmış, şirketi kurtarmak bahanesiyle belediyenin çok değerli gayrimenkulleri sermaye olarak söz konusu şirkete verilmiş, yönetim kuruluna şirketin amaç ve faaliyet alanı ile ilgisi olmayan zevat doldurulmuş, yönetim kuruluna ait görev, yetki ve sorumluluklar tek bir genel müdüre devredilmiş; böylelikle, ilginç bir soygun düzeninin tezgahı hazırlanmıştır.

Ve sonuç olarak İZBETON kendisine aktarılan tüm kamu kaynaklarına rağmen kötü niyetli yönetim yapısı, onun art niyetli karar ve uygulamaları nedeniyle bugün itibariyle fiilen iflas etmiş, çalışamaz hale gelmiştir…

CHP İşte bu nedenle, kendi belediyeleri tarafından bol miktarda şirket kurulması, yetmedi bu şirketlerin yeni hibrit şirketler kurup adeta bir holding yapısına ulaşılması, belediye hizmetleriyle belediye hizmetleriyle hiçbir ilgisi olmayan işlerin bu şirketler eliyle yürütülmesi, önemli ve büyük işlerin belediyeler yerine şirketler eliyle yapılması gibi uygulamalardan vazgeçerek belediyelerdeki özelleştirme uygulamalarını gözden geçirerek, hem AKP iktidarının eline koz vermemek hem de sosyal demokrat politikalara dönüp ve “yeniden belediyecilik” sloganını hatırlayarak, “kamu yararı” ilkesini önceleyen bir anlayışla kendini yeniden şekillendirmeli, bu çürümüşlükle malul ve sonuç olarak kendine zarar veren yapıya son vermeli, kendine çeki düzen vermelidir.

Bugün CHP’nin “gölge içişleri bakanı” olarak bilinen İzmir milletvekili Murat Bakan, 2017 yılında belediye şirketlerinin Devlet İhale Kanunu’na bağlı olmadan iş yapması, böylelikle işin iyice raydan çıkması için kanun teklifi veren; yani, kamu kaynaklarıyla kurulan şirketlerinin kamu denetimine takılmaksızın iş yapmasını arzulayan bir parlamenterdir…

Söz konusu parlamenter, belediyelere ait kamu kaynaklarının özelleştirilmesi konusunda “kraldan çok kralcı” bir tutum içinde olduğuna göre belediyelerle ilgili “gölge içişleri bakanı” ya da belediyelerle ilgili genel başkan yardımcısı gibi isimlerin; ayrıca tüm parti örgütlerinin kamu yararını önceleyen ve bu uğurda mücadele edecek isimlerle değiştirilmesi, CHP’nin kadim kamucu politikalarının hatırlanması yerinde olacaktır.

Tunç Soyer’in savcılığa verdiği ifade tutanağından da görüleceği gibi, daha önce İçişleri Bakanlığı’nın kendisi ve İZBETON yöneticileri hakkında verdiği 29.07 2024 tarih, Mül. Tef. Kur. Bşk. 2024/158 sayılı soruşturma izni, Danıştay 1. Dairesi’nin 30.01.2025 tarih, E.2025/3, K.2025/59 sayılı kararı ile iptal edilip söz konusu Danıştay dairesi,

bu bağlamda, 1/a, 1/b ve 1/c maddelerinden ilgililere isnat edilen eylemlerin, Türk Ticaret Kanunu hükümlerine tabi olarak faaliyet gösteren İzmir Büyükşehir Belediyesi’ne ait İZBETON A.Ş.’nin faaliyetleri kapsamında kaldığı, belediye şirketi olmakla birlikte Türk Ticaret Kanunu hükümlerine göre kurulan ve yönetilen bu şirketin ticaret şirketi statüsünde olduğu, adı geçenin özel hukuk hükümlerine tabi bu şirketteki faaliyetlerinin kamu görevi olmadığı, 4483 sayılı Kanun kapsamında kamu hizmetlerinin gerektirdiği asli ve sürekli görevin ifasından kaynaklanmayan ilgililere isnat edilen eylemler nedeniyle ilgililer hakkında inceleme yapılamayacağı ve yetkili merci kararı alınamayacağı

Gerekçesiyle verdiği kararda, kamu kaynaklarıyla kurulan İZBETON’un yaptığı iş kamu hizmeti olarak görülmeyip şirketi yönetenlerin kamu hukukuna göre değil, özel hukuka göre yargılanması gerektiği, o nedenle ortaya çıkan zararın “kamu zararı” olarak kabul edilemeyeceği belirtildiği için; bugün yargılanan isimler kamu hukuku hükümlerine göre değil, şirketlere ve şirket yöneticilerine büyük kolaylıklar sunan özel hukuk hükümlerine göre yargılanmaya başlamıştır.

İşte o nedenle, Tunç Soyerortada somut, net, belli bir kamu zararı yok” diyerek, bu zarardan sorumlu olmayacağını bilerek kendini savunmakta, şirketle ve kooperatiflerle ilgili işlemlerde kendini sorumlu görmemektedir… Çünkü o davanın sonucundan da anlaşılacağı üzere, kamu kaynaklarından alınıp kamu kurumu olmayan ticari bir şirkete transfer edilen paralar suç niteliğindeki yöntemlerle çarçur edildiğinde, mevcut hukuk düzenimiz onu kamu hukuku itibariyle yargılayamıyor ve ortaya çıkan zararı da kamu zararı olarak kabul etmiyor…

Anlayacağımız, içinde bulunduğumuz kapitalist sistem ve onun şirketleri koruyup kollayan hukuk düzeni, kamu kaynaklarıyla kurulup devamlı olarak kamu tarafından beslenen şirketlerdeki zarar ziyanı “kamu zararı” olarak kabul etmiyor ve o nedenle de kamuya; yani topluma ait olan o paralar, o suçu işleyenlerden tahsil edilemiyor… Böylelikle belediyeler ve onun sahip olduğu kamu kaynakları için değil; ama, korunup kollanan şirketleri için ayrı bir “kıyak” yapılmış oluyor…

Kısacası her türlü yolsuzluk, yağma ve hırsızlık belediye yerine onun şirketinde yapıldığında her şey mübah, her şey yasal kabul ediliyor… Tabii ki gerçekleştirilen özelleştirmeler, belediye hizmetlerinin kurulan şirketlere aktarılması sayesinde…

İşte tam da bu nedenle CHP, kamu kaynaklarıyla kurulan tüm şirketlerde yapılan usulsüz harcamaların “kamu zararı” olarak kabulünü sağlayacak şekilde bir kanun teklifi vererek -teklifi her ne kadar burjuva hukuk sistemini savunan diğer siyasi partiler sayesinde kabul edilmeyecek olsa da- hem kendisi hem de iktidar belediyelerindeki bu tür yolsuzlukların önüne geçme niyetinde olduğunu göstermeli ve bu niyet çerçevesinde belediyelerini yönetme becerisini göstermelidir.

CHP, kendi İnternet sayfasında “Güçler Ayrılığı İlkesi“ni gayet iyi tanımlıyor; ama…

CHP Genel Merkezi geçtiğimiz günlerde yayınladığı 11 Temmuz 2025 tarihli genelgede belediye şirketlerinin yönetim kurullarında görev alan belediye meclisi üyelerinin “hukuki süreçlerle karşı karşıya kalmış, bazıları ise tutuklanmış” olmaları gerekçesiyle belediye şirketlerinde görevli bulunan belediye meclis üyelerinin (Yönetim Kurulu Başkanı, Yönetim Kurulu Üyesi, Genel Müdür vb.) bu görevlerinden “ivedilikle ayrılmalarının sağlanması” konusunun büyük önem arz ettiğini belirtmiştir.

Oysa CHP, hem programı hem de söylemi itibariyle yasama, yürütme ve yargı organlarının birbirinden ayrılığını; yani “Güçler Ayrılığı İlkesi”ni hararetle savunan, bunun için mücadele eden, oluşturulan başkanlık sisteminin bu ilkeyi yok ettiğini iddia eden siyasi bir partidir. Aynı ilke belediyelerde yasama/karar ve yargı/denetleme organı olan belediye meclisi üyeleri ile yürütme organını oluşturan belediye ve şirketi yönetici ve çalışanlarını kapsadığı için belediye meclisi üyesi olarak karar ve denetleme gücünü elinde bulunduran CHP’li meclis üyelerinin, kendi şahsi ve siyasi güvenlikleri için değil, savundukları ve hayata geçmesi için mücadele ettikleri  “Güçler Ayrılığı İlkesi”ne aykırı olduğu için görevlerinden ayrılmalarını talep etmesi gerekirdi.

Hele ki son günlerde kulağımıza gelen bilgilere göre, İzmir Büyükşehir Belediye Meclisindeki “vazgeçilemez” 7 meclis üyesinin (Saadet Çağlın, Nilüfer Bakoğlu Aşık, Mustafa Özuslu, Zafer Levent Yıldır, Candaş Yeter, Kazım Umdular ve Elvin Sönmez Güler) şirketlerde görev yapması konusunda genel başkan Özgür Özel‘in karar vereceği haberinin, CHP içinde daha önce kabul edilip savunulan program metinleriyle ilkelere rağmen genel başkanın karar verecek olması, CHP‘nin bu konuda her şeye rağmen tek bir ders çıkarmadığını ve kendisinin her an kıyasıya eleştirdiği tek adam yönetimine benzer şekilde, CHP içinde de her şeye karar veren bir tek adam yönetiminin oluştuğunun somut bir kanıtı olarak kabul edilemez mi? Ne dersiniz?

Bu durum CHP’nin halen programında ve diğer temel belgelerinde yazılı olan ilkelerle değil, günlük ihtiyaç ve sorunlara göre karar aldığının en önemli kanıtlarından biridir.

CHP’nin, 1990’lı yıllarda yaşadığı “İSKİ Skandalı”nı yakından izleyip tanık olmuş biri olarak; İZBETON davası öncesinde ve sonrasında dile getirmeye çalıştığım öneri ve tavsiyelerin bir an önce yerine getirmesi suretiyle sadece kurucunun adını anarak değil, o kurucunun oluşturduğu ilkelere geri dönüp sahip çıkarak, işçilere, emekçilere, yoksullara, dar gelirlilere, emeklilere; kısacası tüm topluma ait olan kamu kaynaklarını kamu yararını dikkate alarak korumak için makam, mevki, koltuk, huzur hakkı, murahhas aza ücreti, rant, para gibi çıkar peşinde koşan üyelerini denetleyip cezalandırarak rayına oturtması dileğiyle…

Tabii ki, bataklıkta üreyen sinekleri öldürmek yerine sorunun asıl kaynağı olan şirketler bataklığını kurutmak istiyorsa…

Yol, yolcu ve yolculuk şiirleri

Ali Rıza Avcan

Çocukluğum ve gençliğimde; özellikle de bir yetişkin olarak görevim gereği tüm Anadolu ve Trakya’yı dolaştığım günlerde çok yolculuk yaptım… Yoğun sigara kokusunun sindiği otobüslerde, Kürtçe şarkıların söylendiği minibüslerde, yüreği ağza getiren pervaneli uçaklarda, otobüslerin sık sık durdurulup aramaların yapıldığı tehlikeli yollarda, akaryakıt sıkıntısının olduğu dönemlerde polis ya da jandarma zoruyla bindiğim şehirlerarası otobüslerde, penceresinden sarktığım için lokomotif dumanının beni ise boğduğu trenlerde çok yolculuk yaptım; yollar boyunca, yolcu olup yolculuk yaptım…

Ancak son yıllarda, adeta o yılların intikamını alırcasına daha az yolculuk yapmaya başlamıştım… Otobüs ya da tren penceresinden gelip giden yeşil doğayı, göl ya da denizlerin kenarındaki yolculukları, bizlere el sallayan çocukları özlemiştim…

Neyse ki, son beş haftadır çalışmak amacıyla trenle Ödemiş‘e gidip geliyorum ve anlaşılan o ki, bu yolculuk yapma hali uzunca bir süre devam edecek… İlk günlerdeki acemiliğim şimdi artık gitti ve istasyonlardaki memur ve işçilerle, yolcularla, gişedeki görevlilerle sohbet etmeye, yolda bir yolcu olarak yolculuk yapmanın keyfini yeniden hatırlamaya başladım… Başka bir ifadeyle “Memleketimden insan manzaraları” tadında yolculuklar yapmaya başladım ve bu konuda aklıma gelen ilk şey de, bu keyif ve sevinci sevdiğim 11 şairin 11 şiiri ile birlikte yaşamak oldu…

İşte o nedenle, Ahmet Oktay‘ın, Abdülkadir Budak‘ın, Nazım Hikmet‘in, Hüseyin Yurttaş‘ın, sevgili arkadaşım Cem Seyhun Ünbay‘ın, Özdemir Asaf‘ın, ortaokul arkadaşım Murat(han) Mungan‘ın, Birhan Keskin‘in, Melih Cevdet Anday‘ın, Cahit Külebi‘nin ve Can Yücel‘in yoldan, yolcudan ve yolculuktan söz eden şiirlerini sizlerle paylaşarak yaşadığım sevinç ve keyfe sizleri de ortak etmek isterim…

YOLCU

O trenden bu trene. Yoksul

Odysseus! Sürgünü banliyölerin

Oturmuş bekliyorsun katilini.

Ahmet Oktay (1933-2016), Gözlerim Seğirdi Vakitten, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 1996, s.54

BABAM VE YOLCU

Babamdı içimdeki yolculuklardan biri

Uçuruma çıkmasını hangi oğul isterdi?

Hadi ben hayırsızım, raydan çıkmış trenim

Daha acısı baba, yolcu da benim!

Abdülkadir Budak (1943-1985), Ahşap Anahtar, Can Yayınları, İstanbul 2000, s.61

YOL TÜRKÜSÜ

Alnımızda yanar gençliğin tacı
Yorgunluğun anasını satarız
Elimizde neşemizin kırbacı
Ufukları önümüze katarız

Göğsümüz kuvvetli, gönlümüz temiz
Tükenmez yolları tüketiriz biz

Ne saray, ne hamam, ne han isteriz,

Nerde gün batarsa orda yatarız

Sabah buradaysak akşam ordayız.
Günlerin peşinde bir hovardayız.
Bazı mısra gibi dudaklardayız
Bazı “kimsin” diye soran bulunmaz

Hey anam hey! Yolcu yolunda gerek.
Bazı altımızda taş toprak döşek
Bazı örtünecek yorgan bulunmaz.

Nazım Hikmet (1902-1963), Vâlâ Nurettin (1901-1967), İlk Şiirler – Şiirler 8, Adam Yayınları, İstanbul 1989, s.110

YOLCU

Geldim işte

Yolların tozu üstümde

Kayıp gölgemle bir hiçim

Bakmayın çelimsiz kanatlarıma

Gökçe bulutun yanında

Denizler aşan kırlangıcım

İzimi sürseniz

Yokluğa varırsınız

Nereden geldiğim meçhul

Nereye giderin bilinmez

Kendimi arıyorum

Dünyanın eğri yolunda

Ne kabe’yim

Ne kutup

Benden yön bulunmaz

Bilirim

Şairlere düşer hep

tek sütun ölmek

Ben de öyle sessiz

Çeker giderim

Hüseyin Yurttaş (1946-), Aşka Bahar Yetmez, Bilgi Yayınevi, Ankara 2011, s.87

MAVİ YOLCULUK

hadi gidelim

atlayıp bi’denizatının sırtına

gidelim usulca

bi’deniz minaresi sessizliğinde

günsu mavisinde gidelim

hadi kalk

çilli bi’MERHABA’yla

güneşyanığı yüzyürek

ötelere gidelim…

Cem Seyhun Ünbay, İzmir Temmuz 2025

O YOLDA

Geliyor sandığım gidiyor çıktı.
Başlıyor umduğum bitiyor çıktı,
Üstüne-üstüne gittim, ne gidiş
Altına-altına iniyor çıktı.

Uyu buyu dendi, düşüme gittim,
Haydi işe dendi, işime gittim,
Yaşa dendi, yaşıma gittim,
Yendiğim sandığım yeniyor çıktı.

Bozguna benziyor, saklasam olmaz,
Eskiye yeniden başlasam olmaz,
Yakıştırsam olmaz, yazmasam olmaz,
Maviye boyadım, baktım mor çıktı.
Sapsarı saçlarım vardı, aklaştı,
Anılar üst üste bindi yükleşti,
Bir büyük oyunun sonu yaklaştı,
Tüm yanan ışıklar sönüyor çıktı.

Gözümde bir ışık, çağırıyordu,
Beşikte bir çocuk, bağırıyordu,
Öyle bir düğündü, can çalıyordu,
Gel cani sandım git çalıyor çıktı.

Kimler yoktu bizim kervanda,
Birer indi hepsi bir handa,
Savurduk sap saman biz bu harmanda,
Bir gidiş yoluydu, donuyor çıktı.

Özdemir Asaf (1923-1981), Yalnızlık Paylaşılmaz, Adam Yayınları, İstanbul 1982, s. 190

YOLCU, DURGUNLUK

şaşkınlığın bulutsuzluğuyla
boşalmış gökyüzü
herkes sıcaklardan sanıyor

bir taşı uykusundan uyandıran el
mesafeyi öğretmek için
durgunluğa

kim bilir hangi yolculuktan düşmüş
sıcak nal
bulunmak ister gibi
gökyüzüne bakıyor

canı sıkılan susuzluğun çiçekleri
mevsimin kamaştırdığı
dikenleriyle oynuyor

onları düşündükçe
şiire yazıyorum
dua yerine geçen kelimeleri
bir yolcu geçiyor
şiirimin içinden
gözlerimin önünden geçercesine
bana nedenini bilmediğim
kederini bırakıyor

yoldan emin, yolculuğuna güven duyuyor
nereye gittiğini bile bilmeden
gidiyor
belki budur bana hüzün veren
uykusundan uyandırılmış bir taşın
yer değiştirmesine hayat denilmesinden

Murathan Mungan, (1955-), 29 Aralık 2002, Eteğimdeki Taşlar, İstanbul, 2004, s.176-177

YOLCUNUN SİYAH BAVULU

ey allahım bir gidip bir geliyor aklım

şimdi nerdeydi, şimdi nerdeydi,

taşın sabrı, suyun ruhuyla büyüttün beni

bundandır her gittiğimde aklımda kalmak fikri

geçtim hepsinden, öyle hünerle

ki yaşadığımı sanıyorlar hâlâ

anladım mana yok acıdan başka

akşamın kör karanlığı vursun alnıma

her zamanki gibi

her zamanki gibi.

Birhan Keskin, (1986-), 20 Lak Tablet + Yolcunun Siyah Bavulu, YKY, İstanbul 1999, s.43-49

YOLCULUK

İşte gene yollara düştüm

Hem yalnızım, hem değilim.

Melih Cevdet Anday, (1915-2022), Güneşte, Adam Yayınları, İstanbul 1989, s.7

YOLCULUK

Gideceksin buralardan gün gelecek,

Yavaş yavaş kaybolacak bindiğin tren,

Eriyen karlar gibi içinden

Bütün sıkıntıların akıp gidecek.

Bağdaş kuracaksın bir tahta sıranın üstüne

Yolculara, merhaba, diyerek,

Ardın sıra kaçan kırları seyrederek.

Coğrafya derslerini hatırlayacaksın yine,

Adını bilmediğin nehirlerden geçerek.

Bir dikili ağacın bile yok yeryüzünde,

Ama bir yurdun var sevilecek!

Eriyen karlar gibi içinden,

Bütün sıkıntıların akıp gidecek

Ağlamayacak kimse ardından, gülmeyecek!

Cahit Külebi, (1917-1997), Bütün Şiirleri, Adam Yayınları, 2. Basım, İstanbul 1985, s.103

İYİ YOLCULUKLAR

Sürüsüz bir kurt gibi dolaşıyormuş

Lakin sarhoş

Hırlayacağına gelip geçene gülüyormuş

Çocukları okşuyor, çocuklar kaçıyormuş

Elinde bir kafes, içi boş

Bir söylenceye göre Kuzguncuk’tan

Bir pazartesi ikindiyin

Işıktan bir faytonla

Gideceği yere gidiyormuş

Sallana-salana tıpış-tıpış…

Kucağında bir telefon rehberi, ninni okuyormuş

Yüzkırkbeşaltmışiki altmış…

Üstelik numara yanlış…

Can Yücel, (1926-1999), Gece Vardiyası Albümü, Korsan Yayın, İstanbul 1991, s.48

Yapılamayacak ve devamı getirilemeyecek beyhude işler…

Ali Rıza Avcan

Resmi, sivil ya da özel tüm kuruluşlar, yapacakları her yeni işte, o işin hem mevcut hukuk düzeni, kurumun mali yeterliliği, sahip olduğu insan kaynağı ve teknolojik donanımı açısından yapılıp yapılamayacağına, hem de yapılıp ortaya çıkarıldığı takdirde, o işin uzun bir zaman dilimi içinde devam edip etmeyeceğine, sonuca ulaşmak için verimli olup olmayacağına bakarlar.

Ayrıca yapacakları her işi o kurumun daha önceden belirlenmiş ihtiyaç ve sorunlarının önem ve öncelik sırasına göre yapmaya, kaynaklarını en önemli ve öncelikli işler için kullanmaya çalışırlar.

İşte o anlamda, İzmir Büyükşehir Belediyesi açısından daha iyi ve kaliteli hizmet üretmek için uygun bir hizmet binasının yapılması ya da körfezdeki kirlilikle kokunun giderilmesi, aksayan toplu ulaşımın yeniden düzenlenip geliştirilmesi veya taşınmaz satışı dışında mevcut gelir kaynaklarının geliştirilip harcamalarda tasarruf yapılması, içinde bulunduğumuz koşullarda en önemli ve öncelikli işlerden biridir diye düşünebiliriz.

Çünkü mali kaynakların kısıtlı olduğu; hatta, merkezi yönetimce ödenen vergi paylarının belediye ve şirket borçları nedeniyle büyük ölçüde kesildiği, bu borçlar dururken yurt dışından borç para almanın yasaklandığı, işçi ve memur maaşlarının ödenemediği bir dönemde tüm belediye kaynaklarının verimli, etkin, sonuç alıcı, yapılabilir ve sürdürülebilir işlere ayrılması hayati bir öneme sahiptir.

Kaynak: Kent Yaşam, Fotoğraf: Nur Uzakgören

Hal bu olmakla birlikte, İzmir‘in içinde başka bir benzeri olmayan ve vaha niteliğindeki eşsiz güzelliğiyle herkesin dinlenip rahatladığı Kültürpark, bir süredir belediye başkanının yanına çöreklenmiş bir kısım sınıf arkadaşı danışmanların kendi kişisel menfaatlerinin mekânı ya da oyuncağı olma riskini yaşıyor.

Aziz Kocaoğlu zamanında kentteki sermaye kesiminin büyük bir kültür merkezi yapmak istediği, Tunç Soyer döneminin ilk başlarında meşhur “oyuncakçı” yazar Sunay Akın‘ın Kültürpark‘ta bir müze açmak istediği, sonrasında Tunç Soyer‘in “gölgesiGüven Eken‘in Kültürpark‘taki Göl ve Ada gazinolarını yıkıp yok ederek onun yerine beton bir kitle yaratmak istediği hepimizin bildiği ve sonucu başarısızlıkla biten girişimler…

İşte o nedenle, Kültürpark‘ın Göl ve Ada gazinolarıyla şimdilerde kapatılan lunapark, belediyeye çöreklenmiş iş bilmez kadroların ortaya koyup etrafını içeriyi göremez şekilde kapattıkları bir “yara” olarak mevcudiyetini koruyor.

Ancak şimdi de yeni bir hayalle yola çıkan, daha doğrusu kendi kişisel hobisine yeni bir menfaat alanı yaratmak isteyen ve belediyede hangi unvanla çalıştığı bilinmeyen sınıf arkadaşının öneri ve yönlendirmesiyle ve yine belediye başkanının başka bir sınıf arkadaşı genel sekreter yardımcısı tarafından eskinin Göl ve Ada gazinolarının olduğu yerde bir gastronomi müzesi açılmak isteniyor…

Anlaşılan o ki, üç sınıf arkadaşı hekim, aynen Aziz Kocaoğlu ve Tunç Soyer zamanında başkalarının yapmak istediği gibi, Kültürpark‘ın başına, sonu belli olmayan ve belediye açısından hiçbir önceliği olmayan başka bir çorap örmek istiyor…

Bunun için yıkılan Göl ve Ada gazinolarının bulunduğu alandaki betonarme yapılar henüz bitirilmemiş olmasına rağmen; birtakım iş ve alımlar yapılıyor ve belediyenin içinde bulunduğu mali kriz nedeniyle -şimdilik- sonuç alınamıyor…

Oysa aynı ekip; Cemil Tugay‘ın Karşıyaka belediye başkanı olduğu 2023 yılında, yanlarına Yaşar Üniversitesi Gastronomi ve Mutfak Sanatları Bölümü‘nü alarak Karşıyaka Belediyesi‘nin “müflis“; yani, iflas etmiş şirketi Kent A.Ş. üzerinden “Cordelion Mutfak Sanatları Merkezi” isminde, Kültürpark‘ta kurmak istedikleri müzeye benzer bir yer açarak orada, Kent A.Ş.‘nin İnternet sayfasındaki anlatımıyla “alanında uzman akademisyen ve şeflerle yemeği sanata dönüştürürken hem yemek yapmayı sevenlere hem de yemek yapma becerisiyle sektöre girmek isteyenlere mutfak sanatlarının inceliklerini göstermek, gastronomi kültürü ile ilgili eğitimler vermek, yiyecek-içecek sektörüne eğitimli, nitelikli ve kalifiye personel yetiştirmek, özellikle İzmir ve Ege mutfak kültürüne sahip çıkmak ve tanıtmak, gastronomi konseptli festival ve etkinlikler düzenlemek; ayrıca, gastronomi alanında mesleki eğitimlerle profesyonellere yönelik eğitimlerin yanında mutfak severlere her ay özel workshoplar düzenlemek” amacıyla etkinlikler düzenlenmişler, benim hatırladığım kadarıyla, Çeşme belediye başkanının dalga geçtiği (1) Karşıyaka Ege Otları Festivali ve gazoz sergisi gibi etkinlikler düzenlemişlerdi. Hatta benim de gidip gözlemlediğim bu etkinliklerde MasterChef programının ünlü İtalyan aşçısı Danilo Zanna‘yı bile konuk etmişlerdi.

Bugün bu merkezin faaliyetlerini takip etmek, hangi etkinlik ve kursları düzenleyeceklerini öğrenmek için bize önerilen tek kaynak, Instagram‘daki Cordelio Mutfak Sanatları Merkezi hesabı. (2) 5 Temmuz 2025, Cumartesi günü evimin yakınındaki bu merkeze giderek az sayıdaki müşterisiyle sakin sessiz bir ortamda adeta bir kafe gibi çalışan tesisin yöneticilerine ellerinde basılı bir etkinlik programı olup olmadığını sorduğumda, söz konusu merkezin etkinlikleri konusunda bu Instagram hesabından takip edebileceğimi söylediler.

Bilgisayarın başına geçip bu Instagram hesabını incelediğimde 12.400 takipçiye sahip bu hesapta merkezin açıldığı 16 Ocak 2023’den bu yana toplam 244 adet gönderinin paylaşıldığını; bu hesaptan sadece Cemil Tugay, Yıldız İşçimenler Ünsal, Karşıyaka Belediyesi, Kent A.Ş., Hatay Gastronomi Evi, Diyar Gastronomi ve Karşıyaka Kent günlüğü isimli hesapların takip edildiğini (3), 244 gönderiden 172’sinin Cemil Tugay, 72’sinin de Behice Yıldız Ünsal döneminde gönderildiğini, gönderi trafiğinin, yapılan etkinlik ve kurs sayısının azalmasına paralel olarak Behice Yıldız Ünsal zamanında belirgin bir şekilde düştüğünü, söz konusu merkezin açıldığı ilk yıllardaki performansını koruyamadığını gördüm.

Karşıyaka Cordelio Mutfak Sanatları Merkezi‘nin bu 244 paylaşımının takipçiler cephesinde ise duyurulan programların günü, saati, koşulları ve ücreti konusunda devamlı olarak soru sorulmuş olmasına karşın tek bir kez bile olsa yanıt verilmediği ni, soru soranların dikkate bile alınmadığı görülmektedir.

Ayrıca söz konusu merkezin tanıtımında Ege ve İzmir mutfağının öğrenilip tanıtılması konusunda çalışmalar yapılacağı belirtilmesine karşın; hem Cemil Tugay, hem de Yıldız İşçimenler Ünsal dönemlerinde yapılan eğitim çalışmalarıyla diğer etkinliklerin pizza, ravioli ya da fettunici makarna, tiramisu, bento cake, sushi, macaron gibi İtalyan, Fransa, Alman, İspanyol ve Uzakdoğu mutfağına ait yemeklerin öğrenilmesi ile ilgili olduğu, bırakın Anadolu mutfağını Ege ve İzmir mutfağı üzerine bile tek bir çalışmanın yapılmadığı, bu konuda ilk akla gelen 22-26 Şubat 2022 tarihlerinde yapılan ve devamı getirilmeyen Ege Otları Festivali hakkında Çeşme belediye başkanının bile ilginç sözler söylediği, üstüne üstlük 25 Ekim 2024-25 Ocak 2025 tarihleri arasında Mustafa Kemal Atatürk‘ün annesi Zübeyde Hanım‘ın saygın adı alet edilerek “Zübeyde Hanım’ın Mutfağı” adıyla Zübeyde Hanım‘la hiçbir ilgisi olmayan, onun kullanmadığı sağdan soldan toplama mutfak eşyalarıyla büyük bir sergi açılarak ucuz bir popülizm örneği verildiği görülmektedir.

Bu örnekten de görüleceği üzere Cemil Tugay ve ekibinin gastronomi ve yemek kültürü konusunda Karşıyaka‘da başlattıkları bu ilk girişimin ivmesi, bu konuda yeterli bilgi, birikim ve araştırma yapılmadığından yeni belediye başkanının zamanında hızla düşmüş ve Karşıyaka Belediyesi eski başkanı Cemil Tugay‘ın büyükşehir belediye başkanı olduktan sonra bu girişime sahip çıkıp desteklemesi, hatta bu merkezi İzmir Büyükşehir-Karşıyaka Belediyesi işbirliği içinde daha da geliştirmesi mümkünken, Kültürpark‘ın içindeki Göl ve Ada gazinolarının yerinde Kültürpark‘ın geçmişi, gelenekleri ve bugünü ile ilgisi olmayan bir gastronomi müzesi açmaya kalkması, sınıf arkadaşının eline yeni bir oyuncak vererek onu memnun etmek adına sağdan soldan malzeme alarak hazırlıklar yapması; ancak, yapılan alımların bedelinin ödeyememesi; anlaşılan o ki, bu ikinci girişimin de Karşıyaka‘da devamı getirilemeyen ilk girişim gibi sonuçsuz kalacağının göstergesidir.

Yıkılan Göl Gazinosu…
Göl Gazinosu yerine yapılan; ama bir türlü bitirilemeyen yeni bina…

Gelelim Kültürpark‘ta bir gastronomi müzesi açma hayaline ve yakın zamanda kaybettiğimiz “İzmir Baba” sevgili ve rahmetli Sancar Maruflu‘nun Kültürpark; özellikle de Kültürpark‘taki Göl ve Ada gazinolarıyla Çamlık Senar, Manolya, Luna Park, Ekici Öve ve Kübana gibi tarihi mekânlar yıkıldığında dile getirdiği tepkisine ve bu mekanlarda görmeyi arzu ettiklerine…

Hatırlayacaksınız; Kültürpark‘taki Göl ve Ada gazinoları Tunç Soyer döneminde yıkıldığında eski günlerin İzmir‘i ve Kültürpark‘ı için öne çıkan Sancar Maruflu, “artık İzmirli değilim, İzmir’i terk edeceğim. Dr. Behçet Uz’un kurduğu Kültürpark’ın tescilli ve korunması gereken, tarihi dokusuna uygun, korunmak üzere kaydedilmiş binaların korunacağını ve birer canlı müze gibi değerlendirileceğini, dev hangarların ise artık yıktırılacağını düşünerek… Kültürpark Platformu’na destek verdim. Ancak Kültürpark’ın tarihiyle yaşıt, alanın dokusuyla bütünleşmiş mekanlar yıkılıyormuş. Orada tarihi bir suç işleniyor” diyerek isyan etmiş, bu yıkımlar konusunda savcılığa suç duyurusunda bulunmuş, hayalinin buralarda her kesim ve sınıftan insanın ailesi ile birlikte rahatlıkla oturup masalarındaki semaverlerle ucuza çay ve kahve içebileceği ucuz fiyatlı yerler olması olduğunu dili döndüğünce anlatmaya çalışmış, eski bir İzmirli olarak Kültürpark‘a sahip çıkmıştı. (4)

Sancar Maruflu‘nun vefatından sonra oğlu sevgili Cevat Ziya Maruflu tarafından yönetilen Facebook sayfasına baktığımızda Sancar Maruflu‘nun yıkılan tarihi mekanlarla ilgili birçok mesajına, bu mekanların nasıl kullanılacağına yönelik önerilerine rastlarız.

Boşaltılan göl ve Ada Gazinosu…
İnşaat alanını halkın gözünden gizlemek amacıyla saç levhalar üzerine yaptırılan resimler…

Sancar Maruflu‘nun vasiyeti niteliğindeki bu mesajlardan Lunapark‘la ilgili 12 Haziran 2021, Facebook paylaşımı aynen şöyle:

Sancar Maruflu ve Selçuk Yaşar, Kültürpark Menekşe Çay Bahçesi’nde…

Sancar Maruflu‘nun Tunç Soyer döneminde yaşadığı bu büyük hayal kırıklığı, bugün lunaparkı kaldırıldığı Göl ve Ada gazinolarının bulunduğu yerlere ise onun arzuladığı şekilde çay, kahve ve nargile bahçeleri yapmak yerine gastronomi müzesi açma girişimi ile adeta rahmetliyi mezarında ters döndürecek bir noktaya ulaşmış durumda!

Hele ki, “kurtuluşun ve kuruluşun kenti” olarak tanıtılan İzmir‘de ulusal kurtuluş savaşı ile ilgili tek bir müze yokken, Tunç Soyer döneminde aksak köstek açılan “Kurtuluş Savaşı Anı Evi“, İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Cemil Tugay‘la Konak Belediye Başkanı Nilüfer Çınarlı Mutlu‘nun ortak girişimiyle yok edilmişken bu kentte bir gastronomi müzesi açmak ne ölçüde bir ihtiyacın, ne ölçüde bir gerekliliğin, ne ölçüde halkın talep ettiği bir şeyin karşılığıdır? Ayrıca belediyenin elinde yemek kültürü ile ilgili bir koleksiyon yokken, bu işe sağdan soldan devşirme malzeme alarak soyunmak ne ölçüde gerçekçi bir tutumdur?

Ama yazımızın başında da belirttiğim gibi, daha kendine başını sokabileceği bir hizmet binası yapamamış, memur ve işçilerinin maaşlarını zorlukla ödeyen, kentin en önemli sorunları olarak kabul edilen kirli ve kokan körfezle tıkanan ulaşım sistemine çözüm bulamayan İzmir Büyükşehir Belediyesi‘nin bu parasızlık ortamında böylesine bir müze yapmak istemesi ve hatta bu işi Cemil Tugay sonrasında devam ettirmesi ne ölçüde mümkün gözüküyor?

Hele ki, bir daha seçilemeyeceği şimdiden belli olan bugünkü belediye başkanından sonra geleceklerin, aynen Kurtuluş Savaşı Anı Evi‘nin kapatılıp yok edilmesi olayında olduğu gibi hiçbir hesap ve kitaba dayanmaksızın, sırf sınıf arkadaşımı memnun edeyim düşüncesiyle yapılacak bu gastronomi müzesini kapatıp yok etmeyeceğini kim garanti edebilir?

Unutmayalım ki, hayatta kötülük adına ne yaparsak yapalım, o kötülük döner dolaşır yine bizi bulur… Hele ki İzmir gibi kentlerde…

(1) “Çeşme’nin başkanı Karşıyaka’nın festivalini ti’ye aldı: ot lazımsa gönderelim. EgedeSonSöz, 25 Şubat 2022, https://www.egedesonsoz.com/cesme-nin-baskani-karsiyaka-nin-festivalini-ti-ye-aldi-ot-lazimsa-gonderelim

(2) https://www.instagram.com/cordelionmutfaksm/

(3 Cordelion Mutfak Sanatları Merkezi, https://www.instagram.com/cordelionmutfaksm/following/

(4) “Maruflu isyan etti: artık İzmirli değilim, Yeni Asır Gazetesi, 11 Ocak 2020, https://www.yeniasir.com.tr/yasam/2020/01/11/maruflu-isyan-etti-artik-izmirli-degilim

Yeni işler, yeni uğraşlar, yeni keşifler…

Ali Rıza Avcan

Son üç haftadır değişik işlerin, değişik uğraşların ve de bilmediğim yeni sanatçıların, yeni keşiflerin peşindeyim… Hem de keyifle, gönenerek yaptığım iş ve uğraşların, öğrendiğim için sevinerek sizlerle paylaşmak istediğim yeni keşiflerin peşindeyim…

Sözünü ettiğim bu değişik işlerin, değişik uğraşların ve yeni keyiflerin kaynağı ise, geçtiğimiz yıl değerli hocam Prof. Dr. Nermin Abadan Unat‘ın eserlerinin dijital ortama taşınması için tasarlayıp Mülkiyeliler Birliği Genel Merkezi ile birlikte gerçekleştirdiğimiz “Nermin Abadan Unat Dijital Arşivi” çalışmasının bir benzeri olacak…

Uzun yıllar yurdumuzu dış ülkelerde temsil etmiş, bu uğurda Buenos Aires, Viyana, Trablusgarp, Londra, Brüksel, Hamburg ve Düsseldof gibi dünya kentlerinde ve Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu (IAEA)‘nda diplomat olarak çalışmış, bu arada ülkemizin övüncü piyanist Banu Sözüar ile evlenerek bir çocuk sahibi olmuş, 1934 Ödemiş doğumlu sanatçı Mülkiyeli bir ağabeyimin; Ülkü Başsoy‘un 91 yıl içinde özenle seçip biriktirdiği kitap, dergi, gazete ve mektupların, binlerce görsel malzemenin, kayıt altında alınmış ses ve video kayıtlarıyla benzerlerinin kaydını çıkararak envanterini hazırlamaya çalışıyorum.

Tabii ki önceki yıllarda 1964 yılında vefat eden kardeşi Savaş Başsoy adına Ödemiş Belediyesi Yıldız Kent Arşivi ve Müzesi‘ne bağışladığı değerli eserleri bunun dışında bırakmak suretiyle…

Haftanın belirli günlerinde Ödemiş‘e giderek kendisiyle yaptığım söyleşiler eşliğinde hem onun yurt dışındaki yıllarını, hem de benim kuşağımdaki her çocuğun anılarına yerleşmiş olan “en borçsuz ilçeÖdemiş‘le bağlarını öğrenmeye, yaşam anlayışıyla ilgili görüş ve düşüncelerini öğrenerek topladığı o değerli hazineyi bu bilgiler ışığında yorumlayıp düzenlemeye çalışıyorum.

Böylelikle hem uzun yıllarını çalışarak geçirdiği ülke ve kentlerle toprağından çıkıp beslendiği Ödemiş‘i onun gözünden öğreniyor, hem de öğrendiğim yeni bilgiler, yeni isimler ışığında kendimi geliştirme, yenileme fırsatını yakalamış oluyorum.

1934, Ödemiş doğumlu Ülkü Başsoy, lise eğitimini İzmir Atatürk Lisesi‘nde, yüksek öğretimini eski adıyla Mülkiye, yeni adıyla Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi‘nde tamamladıktan sonra 40 yıl süreyle Dışişleri Bakanlığı‘nda diplomat olarak çalışmış değerli bir sanatçı, duyarlı bir yazar… 91 yıllık yaşamında bilime ve sanata verdiği önem çerçevesinde çok değerli bilim insanları ve sanatçılarla tanışmış, onlarla dost olup mektuplaşmış bir entelektüel. Tanıyıp yazıştığı bilim insanı ve sanatçılar arasında tanınmış şair Ece Ayhan, ressam Abidin Elderoğlu, müzik yazarı Üner Birkan, yazar Bilge Karasu, Ödemişli işçi yazar ve şair Fethi Savaşçı gibi isimler var… İşte o nedenle şair Ece Ayhan‘la yazışmalarının yer aldığı “Anacığım, Merhaba!” isimli kitabını 2014 yılında yayınlamış. Uzunca bir süredir de Ödemiş‘te kardeşi Savaş Başsoy adına Türkçemize Özen Dil-Yazın Ödüllerinin verildiği yarışmalar, Muzaffer Şerif (Başoğlu) gibi Ödemişli bilim insanlarını ele alan toplantılar düzenliyor.

İşte bu değerli insanın dağlar denizler kadar büyük ve yoğun arşivini incelerken karşıma, önceleri Ödemişli bir “köylü şair”ken 1965’de Almanya’ya işçi olarak gidip emeğini yazdıklarına hamur ederek proleterleşen bir “işçi şair” ve öykücü çıkar.

Şimdiye kadar kendisinden haberdar olup okumadığım; ancak, edebiyat çevrelerinde, özellikle de yurtdışındaki edebiyat çevrelerinde oldukça tanınıp bilinen, bizim tanıyıp bildiğimiz Abidin Dino, Mengü Ertel gibi grafik sanatçılarının ve benim Ankara‘dan arkadaşım sevgili Refik Toksöz‘ün yazdığı kitapların kapakları için desenler çizdiği ya da yazarlığı ile ilgili düşüncelerini paylaştığı yerelden ulusala, ulusaldan evrensele dönüşüp gelişen bir yazar: Fethi Savaşçı

Ülkü Başsoy bu değerli şair ve yazarla güzel bir dostluk geliştirmiş, birbirlerini arayıp sormuşlar, karşılıklı olarak mektuplar yazıp birbirlerinin hal ve hatırını sormuşlar, dertlerine derman olmaya çalışmışlar ve sonunda Ülkü Başsoy elindeki kitaplarla mektupları Ödemiş Belediyesi Yıldız Kent Arşivi ve Müzesi‘ne bağışlamış.

Fethi Savaşçı 1930 yılında Ödemiş‘in Birgi bucağına bağlı Taşpazar köyünde doğmuş, ilkokul ve ortaokuldan sonra sanat okuluna gitmiş, erken yaşta babasını kaybetmesi nedeniyle meslek lisesindeki öğrenimini yarıda yarıda bırakmak zorunda kalmış ve yaşamının bu zor yıllarında ırgatlık, hamallık, duvarcılık, demircilik yaparak ya da fabrika işçisi olarak çalışarak beş kişilik ailesinin geçimini üstlenmiştir. Bu zorlu yaşam onu bir “göçmen işçi” olarak 1965’de Almanya‘ya savurur ve orada fabrika işçisi olarak çalışmaya başlar. Bu arada şiir ve hikâyeler yazmaya devam eder.

Fethi Savaşçı, Almanya‘da bulunduğu yıllarda kendini geliştirmiş aydın bir işçi olarak sadece sendikada örgütlenmeyle yetinmeyerek doğrudan politik örgütlenmelere katıldı ya da onların çalışmalarına kendince destek verdi.

Yaşadığı Münih şehrinin özellikle TKP geleneğinden gelenler arasında önemli bir yeri vardır o yıllar. Sonu gelmez tartışmalar, birbirini suçlamalar ve mücadeleye zarar veren eğilimler az değildir. Ancak o, bu türden bireyci-kariyer çatışmalardan uzak durup insanlara nihai hedefi hatırlatan şiirler yazar:

Benim yurdumun anaları

gönenmek ister gönenmek

Yoksul yurdumun işçileri,

Dar gelirlileri

Doyunmak ister doyunmak

Haydin bir silkilenelim

Aydınlarım

İşçilerim köylülerim dar gelirlilerim

İşte doğuyor nur topu gibi

Yarınlar kafamızdan

Devrim çiçekleri daha da açacak

Mis gibi bizim kokacak yurdumuz

Güzel şey, bağımsız bir yurtta insanca yaşamak.

Bağımsızlık ve demokratik halk iktidarı için Münih İşçi Birliği Derneği‘nin etkinliklerinde edebiyat, kültür ve sanat konularında aktif görevler alır. Bununla yetinmez, 1973 yılında yapılan yabancılar meclisi seçimlerinde meclis üyesi olarak bu kurumda çalışmalarını sürdürür. Yabancılar Meclisi başkanı olarak Ocak 1975’te yapmış olduğu açıklama acı bir gerçekliği ifade etmektedir:

Benim de üyesi bulunduğum Yabancılar Meclisi’nden pek fazla bir şey beklemek biraz hayalcilik olacaktır. Alman makamları, üzerimizde rahatça tasarrufta bulunmak için Yabancılar Meclisi’ni kendi arzularına alet etmek istiyorlar. Sonunda, yönetimde bizim kadar siz de oy sahibisiniz diyebilmek için bu yola başvurdular.

1987 yılı ekiminde Stuttgart sendika binasında düzenlenen “Sabahattin Ali” anmasında Filiz Ali, Ataol Behramoğlu, Mustafa Ekmekçi, Irene Melikoff, Server Tanilli, Vedat Türkali ve Fethi Savaşçı da bulunmaktadır. (1)

Sanatçı 30 Ekim 1989 tarihinde 59 yaşındayken Almanya‘nın Münih kentinde vefat eder.

Almanya’da “göçmen işçi ozan” olarak ünlenen Fethi Savaşçı, ardında birçoğu Almancaya çevrilen şiir ve kısa hikâye kitapları bırakmıştır. Fethi Savaşçı‘nın oğlu ise şair, yazar ve akademisyen Özgür Savaşçı, Almanya’da Münih Üniversitesi Ludwig Maxmillian Türkoloji Bölümü öğretim üyesidir.

Şiir, öykü ve roman gibi türlerde eser veren sanatçının ilk şiirleri 1948 yılında Ödemiş gazetesinde, ardından gelen şiirleri ise Aydınlık, İmbat, Yeditepe, Güney, Varlık ve Yelken gibi dergilerde yayınlanmıştır. Irgat Hasan adlı romanı 1963’de İzmir‘de çıkan Sabah Postası gazetesinde tefrika edilmiş, Makinalar Çalışırken adlı öykü kitabı da Almanya‘da Türkçe ve Almanca olarak yayımlanmıştır. Kaya Bengisu ile birlikte Ödemiş Şairleri (1958) adlı bir antoloji hazırlayan sanatçı öykü ve şiirlerinde toplumcu gerçekçi bir bakışla gurbetçilerin sorunlarını ele alıp işlemiştir.

Sanatçının 18 eserinin adlarıyla türü, basım yılı ve yayınlayan kurumların adları aşağıdaki tabloda gösterilmiştir:

Eser AdıYayın eviBasım yılıEser türü
Ödemiş ŞairleriRadyo Gazetesi Matbaası / İzmir1958Antoloji
Duvarcı Hasan UstaYeditepe / İstanbul1970Şiir
Bu Sarı Biraları İçinceYeditepe / İstanbul1971Şiir
İş DönüşüYeditepe / İstanbul1972Öykü
Özel UlakYeditepe / İstanbul1973Öykü
Çöpçü TürküsüYeditepe / İstanbul1975Şiir
Taş Ocağındaİstanbul / Yeditepe1975Öykü
Alamanya Gurbeti (Sabri\’ye Mektuplar)Yeditepe / İstanbul1977Mektup
İş ArkadaşlarıYeditepe / İstanbul1980Şiir
Fırın PatlayıncaYeditepe / İstanbul1982Öykü
Duyuyor MusunuzYeditepe / İstanbul1983Şiir
Makinalar Çalışırken1983Öykü
İzmir’in İçinde İnce MinareSanat-Koop Yayınları / İzmir1986Şiir
Bir Ekmek Var Orada1986Şiir
Ayva Kokulu Ev1986Öykü
Almanlar Bizi Sevmedi1986Roman
Ekmekle KitapKerem / Ankara1989Roman
Almanya’nın Güzel KızlarıKerem / Ankara1989Öykü

Doğan Hızlan, aralarında Fethi Savaşçı‘nın da bulunduğu Almanya‘daki Türk yazarlarını sayarak şu değerlendirmeyi yapar: “Almanya’ya yönelik göç dalgası istatistik verilerle ele alınıyor, buraya yerleşen Türklerin kültürel uyum süreci üç kuşak boyunca yaratılan edebiyat üzerinden irdeleniyor. Başlangıçta gurbet konusunun işlendiği folklor türü yapıtların ağırlıkta olduğu belirtiliyor. Kuşkusuz bu bir dönem için geçerli yorum. Uturgauri’nin araştırmasında adı geçenleri yazmalıyım: Fakir Baykurt, Dursun Akçam, Yusuf (Ziya) Bahadınlı, Orhon Murat Arıburnu, Yaşar Miraç, Fethi Savaşçı, Aras Ören, Yüksel Pazarkaya, Güney Dal, Zafer Şenocak. Yalnız Almanya’da yaşayanları değil, genel anlamda Türk kimliğini anlamak için oradaki Türk edebiyatçılarını elbet okumak, değerlendirmek gerekli. Bizim için de. Ama özellikle Alman edebiyat tarihinde unutulmaması gereken bir eksiklik. Peki bizim edebiyat tarihimizdeki yerleri ne? Önce onun yanıtını verebilecek miyiz?” (2)

Hasan İzzettin Dinamo‘nun Fethi Savaşçı hakkında yazdıkları ise şu şekilde;

Yıllardır Almanya’da bir endüstri işçisi olarak çalışan Fethi Savaşçı, süssüz, yalın şiirler yazan bir şairdir. Aylak bir şairin süsleyip püsleyeceği, macun gibi çekip uzatacağı konuları, işçi gerçekçiliğinin nasırlı ellerinde çırılçıplak, lakonik, bir anda kendini veren doğru kümeleri gibi sunuyor. Sonsuz iş yorgunluğundan arta kalan dinlenme saatlerine devrimci bilincinin çelik ışığında uzun dizeli, soluklu şiirler yazmaktan kendini alamıyor. Çarklarına takıldığı korkunç endüstri devlerinin zulmüne karşı duyduğu adalet sıtmasını böylece olsun boşaltabilmenin yollarını arıyor…” (3)

Emekli diplomat Ülkü Başsoy, geçtiğimiz yıllarda “göçmen işçi şairFethi Savaşçı ile yaptığı yazışmalara ait mektup ve kartları Ödemiş Belediyesi Yıldız Kent Arşivi ve Müzesi’ne bağışlamış. Ancak Fethi Savaşçı‘nın 1958-1989 döneminde yayınlanıp birçok değerli sanatçı tarafından övgülerle karşılanan 22 kitabını bugünlerde -ne yazık ki- kitapçıların raflarında göremiyoruz. Her biri zorlukla bulunan ve büyük fiyatlara satılan “sahaflık kitap” haline dönüşmüş durumda…

İşte tam da bu nedenle, Ödemiş Belediyesi‘nin; özellikle de Ödemiş Belediyesi Yıldız Kent Arşivi ve Müzesi‘nin bugün itibariyle tükenmiş olan tüm Fethi Savaşçı kitaplarını, aralarına gazetelerde tefrika edilmiş olanları da dahil ederek; ayrıca, Ülkü Başsoy, Hasan İzzettin Dinamo ve Abidin Dino gibi sanatçılarla yaptığı yazışmaları da ekleyerek “Fethi Savaşçı – Tüm Eserleri” adı altında yayınlayarak Ödemiş adını yurtdışına taşımış bu büyük sanatçıya olan vefa borcunu ödemesini bekliyorum… Hem bir Ödemişli olarak ona duyulan saygı ve vefa duygularının, hem de savunduğu emekten yana ideoloji ve ortaya koyduğu siyasi tutumun bir gereği olarak bunun Ödemiş Belediyesi‘nin bir görevi olduğunu düşünüyorum…

Tabii ki bu arada hepimizin Fethi Savaşçı‘dan haberdar olarak, onu tanıyıp bilerek öykü, roman ve şiirlerini okumasını ve onu saygıyla anmasını unutmayarak…

Ben şu an itibariyle 22 kitaptan oluşan bu seriyi okumaya başladım ve şu an itibariyle “Ödemiş Şairleri” ve “İzmir’in İçinde İnce Minare” isimli şiir kitaplarını bitirdim. Sıra, kapak desenini sevgili arkadaşım Refik Toksöz‘ün yaptığı “Ayva Kokulu Ev” isimli öykü kitabında…

Bu arada sanatçının, İzmir üzerine yazdığı “İzmir’in Güzellemeleri” isimli şiiri ile 1986 yılında yazmasına karşın adeta bugünkü İzmir‘i tanımladığı “İzmir’in İçinde İnce Minare” isimli şiirini sizlerle paylaşarak yazıma son vermek istiyorum:

İZMİR’İN GÜZELLEMELERİ

Artık Kordonboyu’nda eski sevgililer yok

Ne tutuşanlar el ele ne de faytonlar

Eşek azatlanan derelerde şimdi yapılar çok

Tat vermiyor artık kaçak gidilmeyen sinemalar

….

Bahribaba Parkı’ndan bakmakla tat vermiyor deniz

Burnumuza geliyor Körfez’den bok kokusu

Gönülden çıkarmayın dostlar bizi tüm sizinleyiz

Solumadan çıkamıyoruz artık her yokuşu

…..

Tüm gişelere yaşlı kızlar mı oturmuş ne

Tümü de kırışık yüzlü fazlaca boyalı

İnsanların bir şey olmuş geliş gidişlerine

Daha alımlı bakar olduk dolup boşalan vapurlara

…..

Eh biz sevdik biraz başkası sevsin der misin

Bu bencilliğini gel de anlat gezgin başına

Çatalkaya’dan Yamanlar’a uçabilir misin?

Adamın su katarlar pişmi aşına

………………………………………………………………………………….

İZMİR’İN İÇİNDE İNCE MİNARE

Duyulunca ezan sesi İnce Minare’den

Çeşitli umutlarla gerinerek uyanırdın

Sonra çocuk sesi kuş sesleri

Karının sesi mutfaktan gelirdi

Tahin helvacılar gezici sebzeciler

Tıklım tıklım değildi belediye otobüsleri

Bir koşuda Konak’ta alırdın soluğu

İyot kokusu imbat yeli fabrika işçileri

Ütülü giysili memurlar öğrenciler esnaflar

Sıkılırdın buruşuk iş giysilerinle

Hele o kavrulmuş susam kokusu

İnsanı deli ederdi

Tok bir martı havalanırdı Pasaport’tan

Karşıyaka vapuruyla yarış ederdi

Özlemler tarih dededen de mi yaşlı

Kim kesti o canım çınarları

Sevimsiz beton yığınları için

Karşıyaka’dan bakardın İnce Minare’ye

Evinin yerini bulmaya çalışırdın

Çatlak dudaklarınla nasırlı ellerinle

Ekmek parasına sımsıkı sarılırdın

Dayanamazdın bir günlük özlemlere bile

Söyle şimdi seni ne yapayım

Öteki yüzyıldan kalma o koca yörük

Parça parça edip boklu Körfez’e atayım.

İzmir’in içinde ille de İnce Minare

Amanın bu özlemlere yok mu bir çare?

(1)Almancıların işçi yazarı: Fethi Savaşçı“, https://yeniposta.de/almancilarin-isci-yazari-fethi-savasci/

(2) Hızlan, Doğan (2005). “Alman edebiyatının ‘kara deliği’”. Hürriyet. 4 Ağustos 2005. http://www.hurriyet.com.tr/alman-edebiyatinin-kara-deligi-38755000 [Erişim Tarihi: 25.12.2019]

(3) Ödemişli işçi şair Fethi Savaşçı’nın adı Münih’te bir caddeye verilecek, Sondakika.com, 25.04.2014, https://www.sondakika.com/yerel/haber-odemisli-isci-sair-fethi-savasci-nin-adi-munih-te-5949038/

İZBETON olmadı, Egeşehir Yapı verelim…

Ali Rıza Avcan

29 Mayıs-4 Haziran 2025 tarihleri arasında yedi gün süreyle greve giden İzmir Büyükşehir Belediyesi İZENERJİ, İZELMAN ve Egeşehir Yapı Planlama işçilerinin çalıştıkları şirketlerin ne denli kötü yönetildiğini ortaya koyup; bu şirketlerdeki asıl sorunun liyakatsizlik, partizanlık ve nepotizmle malûl kötü yönetim sistemi olduğunu ortaya koyduğum üç bölümden oluşan yazı dizimizin son bölümünde, birinci ve ikinci bölümlerde ele aldığımız İZENERJİ ve İZELMAN şirketlerinden sonra Egeşehir Yapı Planlama‘nın yönetim yapısını ele alıp değerlendirmeler yaparak yasal olarak uygulanması gereken öneriler geliştirmeye çalışacağız.

Kısaca Egeşehir Yapı Planlama olarak tanımladığımız şirketin bugünkü tam adı, Egeşehir Yapı Planlama Müşavirlik ve Teknoloji Anonim Şirketi‘dir.

Battı balık; pardon “şirket”, yan gider…

Şirket ilk kez 23 Mart 1987 tarih, 1729 sayılı Türkiye Ticaret Sicili Gazetesi’nde yayınlanan sözleşmeye göre İzmir Büyükşehir Belediyesi‘nin % 50,50, Urla ve Çeşme belediyelerinin % 0,25, Weidleplan Consult GmbH‘nin % 48,75 ve Weidleplan bölge kuryesi Babakan Olcaysü‘nün % 0,25 hissesi, 53174-K-3662 ticaret sicil numarası ve İzmir Büyükşehir Belediyesi Ege Şehir Planlaması Teknolojik İşbirliği Merkezi Anonim Şirketi adıyla kurulmuş olup 21 Temmuz 1997 tarih, 4336 sayılı TTSG’nde yayınlanan ilamla İzmir Büyükşehir Belediyesi Egeşehir Planlaması Teknolojik İşbirliği Merkezi A.Ş., 26 Mart 2021 tarih, 10296 sayılı TTSG’nde yayınlanan üçüncü bir ilamla Egeşehir Yapı Planlama Müşavirlik ve Teknoloji Anonim Şirketi adını alır.

Şirketin bugünkü sermayesi olan 3 milyar 142 milyon, 457 bin 428 lira 85 kuruşun %99,67’si İzmir Büyükşehir Belediyesi‘ne, %0,33’ü de bugünlerde “müflis“; yani, fiilen iflas etmiş belediye şirketi olarak tanınan İZBETON Anonim Şirketi‘ne aittir.

Egeşehir Planlama şirketi ayrıca İZBETON A.Ş.‘nin sermayesine %0,063, Kent A.Ş.‘nin sermayesine %0,020 ve TARKEM A.Ş.‘nin sermayesine de %0,30 oranında ortaktır.

Egeşehir Yapı Planlama şirketi ile ilgili olarak son günlerdeki en çarpıcı gelişme ise, sermayesinin Cemil Tugay‘ın göreve geldiği 1 Nisan 2024 ile 9 Mayıs 2025 tarihleri arasındaki 1 yıl 1 ay 8 günlük sürede dört kez arttırılarak 168.618.000-TL’dan %1.863,66 oranındaki muazzam bir artışla 3.142.457.428,85 TL’ya çıkarılmasıdır. Bu artışın arkasında yatan neden de, İzmir Büyükşehir Belediye Meclisi‘nin 16 Nisan 2025 tarih, 379 sayılı kararıyla mülkiyeti belediyeye ait olup tapunun Menemen ilçesi Koyundere mahallesi 1377 parselinde kayıtlı 440.542,41 metrekare büyüklüğündeki ve mahkemece belirlenmiş değeri 2.643.254.460.-TL. olan arsanın şirkete sermaye olarak verilmesidir.

Bunun dışında ayrıca, son kez 21 Ocak 2022 tarih, 10500 sayılı TTSG’nde yayınlanan ana sözleşmenin amaç ve konu ile şirketin faaliyet alanını düzenleyen 3 ve 4. maddelerde yazılı müşavirlik, mühendislik, müteahhitlik, işletmecilik, enerji ve ticari hizmetlerinde değişiklik yapan; ayrıca bu hizmetlere atık yönetimi hizmetlerini de ekleyen 5 Mart 2025 tarih, 11285 sayılı TTSG’nde yayınlanan ana sözleşme değişikliği ile şirketin amaç ve faaliyet konuları genişletilerek Egeşehir Yapı Planlama adeta ikinci bir İZBETON yapılmaya çalışılmıştır.

Bunun nedeni de, bugüne kadar konut yapımı konusunda yolsuzluklarla anılan kötü bir performansa sahip olan ve bu nedenle şu an itibariyle faaliyette bulunamayan İZBETON yerine bu şirketin konulmak istenmesi, bundan böyle başta Menemen konutları olmak üzere konut inşaatlarının bu şirket eliyle yürütülmek istenmesidir.

Egeşehir Planlama konusunda, -ne yazık ki- daha fazla bilgi sahibi olmamızı sağlayacak yakın tarihli bir Sayıştay denetim raporu bulunmamaktadır. Yazılan en yeni rapor 2021 mali yılına aittir. Söz konusu rapora göre 31 Aralık 2021 tarihi itibariyle 21 çalışanı olan ve Ali Hıdır Uludağ, Ertuğrul Tugay, Eser Atak ve Mehmet Şakir Başak gibi isimlerin yöneticilik yaptığı, fiilen aktif olmamakla birlikte her yıl devamlı zarar eden, zararı 2017-2021 dönemi itibariyle 15.921.949,08 TL’ya ulaşan şirketteki 11 yönetim kurulu üyesine faaliyette olmamasına karşın devamlı olarak huzur hakkı ödenmesi doğru bulunmamış, devamlı zarar eden bir şirkette bu tür ödemelerin yapılmaması istenmiştir.

“Sermayeyi kediye yüklemek”…

Şirketin yönetim kurulu ise 9 Mayıs 2025 tarih, 11328 sayılı TTSG’nde yayınlanan en son ilama göre şu şahıslardan oluşmaktadır:

1) Yönetim kurulu Başkanı İsmail Mutaf, İBB genel sekreter yardımcısı, harita mühendisi, eski İBB emlak dairesi başkanı,

2) Yönetim kurulu başkan vekili Süleyman Ekinci, inşaat mühendisi, genel müdür,

3) Yönetim kurulu üyesi Ayten Başaran, İBB İZSU abone işleri dairesi başkanı, Ege Üniversitesi İletişim Fakültesi Halkla İlişkiler Bölümü mezunu,

4) Yönetim kurulu üyesi Hüseyin Gökhan Özdemir, İBB veteriner işleri dairesi başkanı,

5) Yönetim kurulu üyesi Işık Konya, İBB iklim değişikliği ve sıfır atık dairesi başkanı, çevre mühendisi,

6) Yönetim kurulu üyesi Mehmet Anıl Kaçar, İBB gençlik ve spor dairesi başkanı, Ankara Üniversitesi Radyo-Televizyon-Sinema Bölümü mezunu, Tüm-Bel-Sen 1 Nolu Şube eski başkanı,

7) Yönetim kurulu üyesi Nilüfer Bakoğlu Aşık, harita ve kadastro mühendisi, Karşıyaka ve İzmir Büyükşehir Belediyesi meclisi üyesi,

8) Yönetim kurulu üyesi Özkan Yıldız, Öğretim üyesi, sosyolog, CHP parti meclisi eski üyesi, Torbalı Belediyesi eski başkan yardımcısı,

9) Yönetim kurulu üyesi Yüksel Bakış, Karşıyaka-Çiğli Tunceliler Kültür, Dayanışma ve Doğa Derneği başkanı, dijital içerik üreticisi,

10) Yönetim kurulu üyesi Nehir Yüksel, şehir plancısı, İBB kırsal hizmetler dairesi başkanı, TMMOB Şehir Plancıları Odası İzmir Şubesi eski başkanı, Cemil Tugay’ın Karşıyaka’dan getirdiği bürokratı.

Gördüğünüz gibi belediye başkanı Cemil Tugay‘ın seçilmeden önce bizlere vaat ettiğinin aksine şirketin yönetim kurulundaki üye sayısı, 1 adet yönetim kurulu üyesi tasarrufu yapılarak sadece ve sadece 11’den 10’e indirilmiş durumda… 🙂

Temel faaliyet alanı planlama, mühendislik ve müteahhitlik gibi konularla sınırlı olan bu şirkette uzmanlık alanı şehir plancılığı, inşaat mühendisliği, harita ve kadastro mühendisliği olan üyeler olmakla birlikte; sosyolog, dijital içerik üreticisi, radyo-televizyon-sinema ya da halkla ilişkiler eğitimi almış yöneticiler de bulunmaktadır… Ancak bu yöneticilerin daha önce bu büyüklükte bir şirkette yöneticilik yapıp yapmadıkları, bu konuda deneyimli olup olmadıkları ise belli değildir… Belki de hayatlarında ilk kez bir şirketi yönetip bilmediklerini çevrelerindeki insanlara soruyor olabilirler ya da belediye başkanlarına güvenip önlerine gelen her belgeyi imzalıyor olabilirler…. Tabii ki günah ya da sevapları bizlerin ödediği vergilerin hanesine yazılmak , onların günahını bizlerin ödemesi suretiyle…

21 Eylül 2013 Tarih, 28772 Sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan Sermaye Şirketlerinin Açacakları İnternet Sitelerine Dair Yönetmeliğin 6.maddesinin 3/h fıkrasına göre şirketin genel kurul toplantı tutanağının genel kurul tarihinden itibaren en geç beş gün içinde; ayrıca, Türk Ticaret Kanunu‘nun 149. maddesinin birinci fıkrasına göre son üç yılın finansal tabloları ile yıllık faaliyet raporlarının, gereğinde ara bilançoların ortakların incelemesine sunulmak üzere genel kurul kararından önceki otuz gün içinde internet sitesine konulması gerektiği halde Egeşehir Yapı Planlama‘ya ait İnternet sitesinin “Bilgi Toplumu Hizmetleri” bölümüne genel kurul kararları dahil olmak üzere hiçbir belgenin konulmadığı görülmektedir.

İşte o nedenle, bu şirketin yönetim kurulunda yer alanlara, diğer şirketlerde olduğu gibi her ay net 40 bin lira huzur hakkı, murahhas üyelere de -daire başkanları hariç olmak üzere- 108 bin lira, toplam olarak 148 bin lira ödendiğini varsaymakla birlikte buna ilişkin herhangi bir genel kurul ya da yönetim kurulu kararına ulaşamıyoruz.

Gelelim şirketle ve şirket yöneticileri ile ilgili ilginç bilgilere;

Bu bilgileri vermeden önce şunu belirtmeliyim ki; CHP ve CHP‘li belediyeler genel anlamda özelleştirmeye, özellikle de Cumhuriyet’in ilk yıllarında kurulan kamu iktisadi teşekküllerinin özelleştirme kapsamında satışına karşı olmakla birlikte, ellerinde bulunan belediyelerin gelirleriyle taşınmazlarını; yani, halka, kamuya ait değerleri, kurdukları bol sayıdaki belediye şirketine devrederek hem belediyeler ölçeğinde özelleştirmenin âlâsını yaparken hem de bu şekilde şirketlere devredilen kamu kaynaklarının kullanımını kamusal denetimden kaçırmakta, Türk Ticaret Kanunu‘nun şirketlere sağladığı gizleyip saklama imkânlarını sonuna kadar kullanarak kamuoyuna bilgi vermekten kaçınmaktadır. BU anlamda CHP‘nin ve CHP‘li belediyelerin belediye şirketleri eliyle özelleştirme konusundaki notunun kırık olduğunu söyleyebilirim.

Bu durumun en iyi örneği ise Cemil Tugay‘ın yönetimi devraldığı 1 Nisan 2024 tarihinden bu yana, iflas edip iş yapamaz hale gelen İZBETON‘un işe yaramaması nedeniyle değerli belediye mülklerinin bu sefer de ardı ardına Egeşehir Planlama şirketine sermaye olarak verilmesi; yani, bu değerli mülklerinin kötüye kullanımının ya da satışının mümkün hale getirilmesi, kamu denetiminin dışına çıkarılmasıdır. Nitekim belediyenin eski emlak yönetimi dairesi başkanı, şimdinin genel sekreter yardımcısı İsmail Mutaf‘ın bu şirketin yönetim kurulu başkanı yapılmasının arkasında yatan neden de bu olabilir. Belediyenin taşınmazlarından haberdar olmak ve en değerlilerini sermaye olarak kullanmak!

İzmir Büyükşehir Belediye Meclisi‘nin 11 Kasım 2024 tarih, 1057 sayılı kararıyla Şato Restorant binasının, 11 Kasım 2024 tarih, 1058 sayılı kararı ile Cihan Palas (Emniyet Oteli) binasının, 10.03.2025 tarih, 208 sayılı kararı ile belediyeye ait tüm hafriyat sahalarının, 16 Nisan 2025 tarih, 379 sayılı kararı ile Menemen Koyundere mahallesindeki 440.542,41 metrekarelik değerli bir arsanın Egeşehir Planlama‘ya sermaye olarak verilmesi kamu mallarının halktan kaçırılması da denilebilecek bu durumun en iyi örnekleridir. Yarın öbür gün bu şirket bu değerli gayrimenkulleri bir şekilde satıp elden çıkarsa hiç kimsenin hesap sorma hakkı olmayacak…

Menemen Koyundere mahallesindeki 440.542,41 metrekarelik değerli arsa…

Geçtiğimiz günlerde bir tesadüf eseri kapısını açık bulduğum Kemeraltı Havra Sokak‘ta TARKEM tarafından restore edilen tarihi Akın Pasajı‘na (burası aslında Akın Pasajı değil, Yahudilere ait Politi Şaraphanesi‘dir.) girdiğimde burasının hem çok kötü restore edildiğine hem de Egeşehir Yapı Planlama tarafından Menemen‘de yapılan 301 konutun satışı için kullanıldığını, içeride bırakın başvuranların, görevlilerin bile bulunmadığına, ortada bizlerle ilgilenecek bir kişinin olmadığına tanık oldum. Ardından da belediyede çalışan dostlarımdan Menemen konutları girişiminin yakın zamanda patlayacağını, çalışmaların istenildiği gibi gitmediğini, yakın gelecekte karşımıza İZBETON skandalı gibi bir skandalı çıkacağını duydum ve ister istemez “hadi hayırlısı” demekten kendimi alamadım…

Velinimetin elinden ödül almak…

Bence bu şirketin yönetim kurulundaki en ilginç, en konuşulacak kişi Cemil Tugay‘ı 2019 yılından bu yana canı bahasına destekleyen, o nedenle CHP‘nin de savunduğu “Kuvvetler Ayrılığı İlkesi“ne aykırı olsa bile Karşıyaka‘dan alıp getirdiği harita ve kadastro mühendisi Nilüfer Bakoğlu Aşık‘tır…

Kendisini, şu meşhur Mehmet Cengiz skandalındaki kent suçunu mazur göstermek için devreye soktuğu Harita ve Kadastro Mühendisleri Odası İzmir Şubesi‘nin, satışı yasal bulan bildirisi nedeniyle tanıyoruz. Hatırlayacak olursak üyesi olduğu Harita ve Kadastro Mühendisleri Odası İzmir Şubesi, 24 Nisan 2020 tarihinde bir bildiri yayınlayarak belediyeye ait arsa hissesinin Mehmet Cengiz‘e satışının yasal olduğunu savunmuş; ancak, aynı meslek odasının Ankara‘daki genel merkezi bu bildiriyi iptal ederek satışın gerçek bir kent suçu olduğunu bildirmiş; böylelikle, şimdilerde Karşıyaka ve İzmir Büyükşehir belediyelerinin meclis üyeliği yanında İzmir Büyükşehir Belediye Meclisi İmar ve Bayındırlık Komisyonu başkanlığı ve Egeşehir Yapı Planlama A.Ş.‘nin yönetim kurulu üyeliği ile ödüllendirilen Nilüfer Bakoğlu Aşık‘ın o tarihteki bu girişimi başarısızlıkla sonuçlanmıştı…

Ardından kendisini Karşıyaka, Atakent‘teki Venedik Sitesi‘nin sosyal tesis alanı ile spor alanlarında Bilfen Koleji‘nin orada bir özel okul yapabilmesi için mevcut imar planındaki parselin “özel eğitim alanı” olarak değiştirilmesine ilişkin İzmir Büyükşehir Belediye Meclisi görüşmelerinde, o parsele şayet özel bir okul yapılırsa yoksul ve dar gelirli ailelere ait çocukların bu okula gidemeyeceklerini ifade edip haklı olarak itiraz eden AKP‘li meclis üyelerine karşı, “efendim, onlar da gidip özel okulların burslarını alsınlar” diyebilecek kadar CHP‘den ve CHP‘nin felsefesinden uzak bir meclis üyesi olarak tanıdık…

Evet, karşımızda Cemil Tugay‘ı başını gözünü gözden çıkaracak kadar savunmaya hazır ve bunun karşılığını da meclis üyeliği, imar komisyonu başkanlığı ve şirket yönetim kurulu üyeliği şeklinde alan bir politikacı var… Hem de CHP‘nin sosyal devlet anlayışını dikkate almayan, yoksul ve dar gelirli ailelerin çocuklarını özel okul sahiplerine terk edecek kadar solculuktan, sosyal demokratlıktan uzak bir politikacı var ve bu politikacı sahip olduğu mesleki bilginin inceliklerini yöneticisi olup her ay huzur hakkı ve murahhas aza ücreti aldığı Egeşehir Yapı Planlama için kullanıyor… Gerisini siz düşünün artık!

Şirketin yönetim kurulu üyelerine baktığımızda dikkatimizi çeken diğer bir konu da geçmişte ya da gelecekte siyaset yapmış olanlara ayrılan kadronun, CHP genel başkanı Kemal Kılıçdaroğlu döneminde CHP parti meclisi üyeliği ile Torbalı belediye başkan yardımcılığı yapan DEÜ Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölüm Başkanı ve Sosyal Ekonomik ve Siyasal Araştırmalar Derneği (SESADER)‘in başkanı Özkan Yıldız‘a ayrılmış olması… O nedenle, muhtemeldir ki, kendisi bu şirketten beslenmenin getirdiği heyecan, azim ve kıvraklıkla önümüzdeki seçimlerde de aday olarak karşımıza çıkacaktır!

Ancak Cemil Tugay tarafından Egeşehir Yapı Planlama şirketi yönetim kurulu üyesi yapılan Prof. Dr. Özkan Yıldız‘ın çoğu İzmirlinin bilmediği ya da unuttuğu bir özelliği var: 1989-1993 döneminde Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölümü‘nden mezun olduktan sonra 1996 yılında Gaziantep Üniversitesi‘nde akademik kariyerine başlamış. Kendisini uzun zamandır tanıyan kaynaklardan aldığım bilgilere göre Gaziantep‘te AKP‘li Gaziantep Büyükşehir Belediye Başkanı Fatma Şahin‘e yaklaşarak onun yardımıyla sonraları AKP genel başkan yardımcısı Nükhet Hotar‘ın rektörlüğünü yapacağı Dokuz Eylül Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölümü‘ne geçer. Bu arada da AKP genel başkan yardımcılığı görevinde olan Nükhet Hotar‘ın düzenlediği çalıştaya Yasin Aktay, Orhan Miroğlu ve Markar Eseyan gibi isimlerle birlikte katılarak 2013 tarihli Gezi Olayları‘nın bilimsel olarak mercek altına alınmasına “yardımcı olur“. (1)

Daha sonra ise amcası CHP Aydın milletvekili Hüseyin Yıldız sayesinde memleketlisi CHP genel başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ile ilişki kurarak ve onun adını vererek CHP cephesinde çalışmaya başladığı söylenmektedir. Bu ilişki üzerine 16-17 Ocak 2016 tarihlerinde yapılan CHP 35. Kurultayı‘nda bilim-kültür-yönetim kontenjanından CHP parti meclisine girdiği, 7 Haziran 2016 tarihinde TRT Diyanet TV‘de sokak çocuklarıyla ilgili bir programa konuşmacı olarak katıldığı, 3-4 Şubat 2018 tarihleri arasında yapılan 36. Kurultay‘da ise Kemal Kılıçdaroğlu tarafından aday gösterilmediği için yeniden seçilemediği ve 2018 yılında DEÜ Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölümü başkanı olmasından sonra da CHP‘den istifa ettiği bilinmektedir. (2) (3)

Bütün bunlar kah kaynak gösterdiğim gazete haberleri kah bana sözlü olarak aktarılan tanıklıklarla doğrulanmakla birlikte; Dokuz Eylül Üniversitesi’nin Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölümü ile ilgili bölümlerine baktığımızda Prof. Dr. unvanlı bu siyasetçinin sadece bir adet makale yazdığı, bunun dışında kaleme aldığı herhangi bir kitabı ya da makalesinin bulunmadığını görüyoruz.

Egeşehir Yapı Planlama şirketinde dikkatimi çeken son bir nokta da, kendini dijital içerik üreticisi olarak tanıtan Çiğli-Karşıyaka Tuncelililer Kültür, Dayanışma ve Doğa Derneği başkanı Yüksel Bakış‘ın hangi ayırt edici vasfı, hangi üstün yeteneği nedeniyle burada yer aldığını bilmiyor olmamızdır.

Gelelim İZENERJİ, İZELMAN ve Egeşehir Yapı Planlama isimli üç ayrı şirketin üç ayrı yazı ile değerlendirdikten sonra bu şirketlerin yönetim yapılarındaki yanlışlık ve eksikliklerle ilgili önerilerimize:

Bence birbirini izleyen üç yazı boyunca ele aldığım bütün bu sorunların kaynağı, CHP‘nin ve CHP‘li belediyelerin, asıl olarak belediyeler eliyle yapılması gereken kamu hizmetlerinin, sayıları her geçen gün artan şirketler eliyle yürütülmesine yönelik özelleştirme politikalarından kaynaklanıyor…

CHP ve onun belediyeleri bir yandan Cumhuriyet Dönemi’nde kurulan Sümerbank, Etibank ve Makina Kimya Kurumu gibi kamu iktisadi teşebbüslerinin (KİT) Turgut Özal‘dan bu yana tüm sağ iktidarlar tarafından özelleştirilip satılmasına ağıtlar yakarken, diğer yandan da kendi belediyelerinde kurduğu ve sayısını her geçen gün arttırdığı holding benzeri şirketler eliyle “kamu hizmeti” demek olan belediye hizmetlerini özelleştiriyor, yasal sınırlamalardan kaçmak için şirketlerin karanlık ve kirli yöntemlerini kullanarak suç işlenmesini kolaylaştırıyor ve böylelikle AKP iktidarının eline büyük kozlar veriyor….

İşte o nedenle CHP‘nin ve CHP‘li belediyelerin en kısa sürede “yeniden belediyecilik” anlayışıyla belediye şirketleri ile ilgili politika ve uygulamalarını gözden geçirerek “toplumcu belediye” olmanın gereklerini yerine getirmesi gerekiyor…

İkinci önerim ise, tüm belediye şirketlerinde, şayet o şirketleri kaldırmak mümkün olmuyorsa tüm yöneticileri, kamu hizmetleriyle ilgili etik kurallar çerçevesinde eğitimine, bilgisine, yetenek ve becerilerine göre seçilmesi, eş, dost, arkadaşlarla onların eşi, siyasetçi, delege, delege ve sendikacı yakını gibi şahısları yönetime getirmemesi, bunu sağlamak için de hukukua ve ahlaki değerleri esas alan kurallar belirleyip uygulaması ve denetlemesi; ayrıca sendikalarla ilişkilerini bu kurallar çerçevesinde gözden geçirerek düzenlemesi gerekiyor…

Aksi takdirde, bugün seyrettiğimiz kayıkçı kavgası gibi “sen aldın, ben çıkardım” şeklindeki faşizan politikaların devamı ve bu çekişmenin önlenmemesi sonucunda CHP‘nin giderek işçi ve emekçileri karşısına alan bir parti haline dönüşmesi beklenmelidir…

Çünkü CHP ve onun belediyeleri sadece bir kenti değil; tüm kentleri ve bütün bir ülkeyi yönetmek iddia ve arzusundadır… CHP şayet bu iddiasında samimi ise bunu öncelikle belediyelerden ve belediye şirketlerinden başlatmalıdır…

(1) https://www.egepostasi.com/haber/AK-Parti-Gezi-yi-bilimsel-olarak-mercek-altina-aldi/39347

(2) https://www.egedesonsoz.com/pm-eski-uyesi-prof-dr-ozkan-kararini-verdi-universite-gorevlendirdi-partiden-ayrildi

(3) https://www.youtube.com/watch?v=mtXlUdNxp3M

İZELMAN’ı eş, dost, arkadaş ve onların eşleriyle birlikte yönetip zarar ettirmek…

Ali Rıza Avcan

Evet, farkındayım çok; ama, çok uzun bir yazı başlığı attığımın… Tamı tamamına 11 sözcük ile derdimi örnekler vererek özetlemeye çalıştığımın…

Bugüne kadar burada yazdığım 1.012 yazı arasında 24 sözcükle birinciliği ilan eden 26 Şubat 2024 tarihli yazımdan sonra hiç bu kadar uzun olanı olmamıştı… İşte o anlamda, bir ikinciyi yaşıyoruz diyebilirim…

Çünkü derdimiz de bu yazının başlığı kadar büyük ve uzun… Çünkü karşımızda, sevgili dostum Serdar Öztürk‘ün hatırlattığı “Çankaya’nın şişmanı, işçi düşmanı” sloganıyla tanımlanması gereken bir işçi düşmanı var ve arkasına bilinçsiz, cahil kitleleri alarak işçilere düşman hukukunu uygulamaktan keyif alıyor… Aynen bir zamanlar Hitler’in peşinden histeri ile koşan sıradan kötülüğün timsali insanlar gibi…

Bir memur çocuğu olarak bugüne kadar içinde biriktirdiği nefreti, öfkeyi, kini kusan, mikrofonun önüne her geçişinde hem kendini hem de CHP‘yi dibe çeken, ruhu faşist bir belediye başkanı var karşımızda…

Önce döndü, sırtını güç sarhoşluğuyla yozlaşıp siyasileşmiş bir sendika liderinin sendikasıyla mücadelesine zarar veren yanlış sözlerine dayandırarak DİSK‘e bağlı Genel-İş üyesi işçileri, özellikle de kendi partisinin eski yöneticileri ve belediye başkanları tarafından kurultay delegesi, delege yakını, parti büyüğünün tavsiyesi gibi gerekçelerle belediyeye alınmış işçileri düşman ilan edip grevi kırmaya kalktı, sağa çattı, sola çattı, bundan kendi partisinin üst düzey yönetici ve milletvekilleri bile nasibini aldı… Adeta iktidarı temsil eden bir kayyum gibi kime saldıracağını bilemedi… Aynen CHP siyaseti ile ilgisi olmayıp emir alıp korkudan ve emir-komuta zinciri içinde bunun gereğini yapmak isteyen sıradan bir memur gibi… Siyasi oyun kurucu olmadığı için yaptıklarının siyasi anlamıyla sonuçlarını düşünmeden ve siyasi ölçekte orta bir yol bulmaya çabalamadan… Dümdüz bir adamın inceliklerden, zekadan ve liderlikten yoksun dümdüz tavrıyla…

Şimdi de Türk-İş‘e bağlı Belediye-İş üyelerini işten çıkartmaya başladı… Adeta, kapının arkasında bekleyen AKP ve MHP ile tüm gerici güçleri sevindirircesine, onların “CHP bundan sonra İzmir’de çöker” diyerek ellerini ovuşturduğu bir ortamda… Bolu Belediyesi‘nin CHP‘li faşist belediye başkanı Tanju Özcan‘ı kıskandırırcasına… Ne yaptığını bilmez, kendine ve partisine zarar verircesine… Arkasına Yılmaz Özdil gibi tüccar gazetecileri alarak partisine oy veren sol, sosyalist, yurtsever kesimleri incitip partiden uzaklaştıracak şekilde…

Sanırım uzmanlığı sayesinde yükselip burjuvaların yüzünü değiştirdikçe adeta kendi yüzünü, kendi sınıfını değiştirircesine geldiği, doğduğu topraklara, kendi coğrafyasının insanlarına yabancılaşan, kendi sınıfına ve onun siyasetine karşı bugüne kadar duyduğu gizli öfkeyi saklamayı bile düşünmeksizin kendisine karşı gelen herkese saldıran bir otokratın çaresizliği ile… Ankara‘daki kaçak sarayda ikamet edenin İzmir‘deki küçük bir modeli gibi…

Gelelim bugünkü dersimizin konusuna…. İzmir Büyükşehir Belediyesi‘nin büyük şirketleri İZELMAN ve Ege Yapı isimli şirketlerin durumuna… Geçtiğimiz haftalarda grevin uygulandığı üç büyük şirketten ikisine…

Tam adı İzelman Genel Hizmet, Otopark, Özel Eğitim, Danışmanlık, İtfaiye ve Sağlık Hizmetleri Ticaret A. Ş., kuruluşu 2 Aralık 1992 tarih, 3169 sayılı Türkiye Ticaret Sicili Gazetesi ile duyurulan 33 yıllık bir belediye şirketi. O zamanki adı, İzelman Genel Hizmet ve Temizlik İşleri Ticaret Limited Şirketi şeklinde daha kısaymış. Ancak aradan geçen 33 yıllık sürede asıl olarak belediye hizmeti olmayan “özel eğitim” ve “danışmanlık” gibi konular; özellikle de “şirketlerde finans, muhasebe, vergi yönetimi, bütçe, finansal raporlama, toplu iş sözleşmeleri, şirketler hukuku alanına giren işlerde bütünsel yürütme ve eşgüdüm sağlamak” gibi hizmetleri ekleyerek her işe karışan, her işe bulaşan, her naneye … olan bir şirket haline gelmiş.

Şirketin sermayesi bugünkü tarih itibariyle 786 milyon lira. Şirket yönetiminde yer alan şahıslar ise, 15 Nisan 2025 tarih, 11312 sayılı Türkiye Ticaret Sicili Gazetesi‘nde yayınlanan en son ilama göre sırasıyla şu şekilde:

1) Aybala Yentürk, Yönetim kurulu başkanı ve aynı zamanda Ahmet Piriştina Kent Arşivi ve Müzesi (APİKAM) danışmanı; daha doğrusu APİKAM şube müdürünü vesayet altına almakta kullanılan ve “başkanın adamı” rolünü seve seve oynayan, yaptığı işten anlamayan bir. Lisans eğitimi gıda mühendisliği alanında olup şirketin faaliyet alanına giren alanlarda -ne yazık ki- bir uzmanlığı, birikimi ve deneyimi yok. Belediye başkanı Cemil Tugay‘ın tıp fakültesinden sınıf arkadaşı olup Grand Plaza A.Ş. yönetim kurulu üyesi yapılan ve yakın zamanda Kültürpark‘taki eski Göl Gazinosu‘nun yerinde gastronomi müzesi kurmak için kolları sıvayan eşi Nejat Yentürk ile birlikte uzun zamandır koleksiyonculuk yapıyor.

2) Ertuğrul Tugay, Yönetim kurulu başkan vekili, Tunç Soyer döneminin önde gelen genel sekreter yardımcısı. Bugün gözden düşmüş olsa da halen İzmir Büyükşehir Belediyesi Spor Kulübü‘nün başkanlığını yapıyor ve son günlerde, bu kulüpte yaptırdığı bol rakamlı tanıtım harcamaları nedeniyle adından sıkça söz ediliyor. Yönetim kurulu başkanı Aybala Yentürk‘ün acemiliği nedeniyle şirket yönetimine hakim olduğu söylenebilir. Nitekim İZELMAN‘a ait internet sayfasının “Bilgi Toplumu Hizmetleri” bölümündeki “yönetim kurulu” listesinin başına Ertuğrul Tugay‘ın, ikinci sırasına da Aybala Yentürk‘ün adı yazılmış durumda. Tugay‘ın her an için görevden alınması mümkün olabilir… Tabii ki sadakatle çalışmadığı takdirde…

3) Sinan Alper, Yönetim kurulu üyesi. Yine kim olduğu bilinmeyen bir şirket yöneticisi. Birçok belediye şirketi, kurumsal şirketlerde gördüğümüzün aksine yöneticilerinin özgeçmişini, o şirketin faaliyeti ile ilgili olarak daha önce nasıl bir eğitim aldığını ve hangi düzeyde bilgiye sahip olduğunu, nasıl bir tecrübeye sahip olduğunu, şirkete hangi alanda hizmet ettiğini açıklamadığı için bu kişinin de kim olduğunu, hangi “faideli” özelliği için bu şirkette yer aldığını, -ne yazık ki- bilmiyoruz.

4) Dr. Tolga Çilingir, yönetim kurulu üyesi, şehir plancısı, 2024 seçimlerine, o görevden ayrılması kesinleşen Cemil Tugay‘ın yerine CHP‘den Karşıyaka belediye başkan aday adayı olarak katılmakla birlikte; Mayıs 2024-Mayıs 2025 döneminde ulaşım dairesi başkanı olarak çalıştığı ve -muhtemeldir ki-, bir anlaşmazlık sonucunda rütbe tenzili ile birlikte Mayıs 2025’den itibaren Kırsal Hizmetler Dairesi Kırsal Alan Strateji Şube Müdürlüğü‘nde çalışmaya başladığı biliniyor. İnsan ister istemez bu durumda bu memurun en yakın tarihte bu görevden alınarak yerine başka bir eş dost ve tanıdığın ya da belediye başkanı ile uyumlu bir daire başkanının yerleştirilmesi muhtemeldir diye düşünmekten kendini alamıyor…

5) Eylem Başar Yıldırım, yönetim kurulu üyesi, 2024 seçimlerinden sonra eşi ve Karşıyaka Belediyesi başkan yardımcısı Zeki Yıldırım ile birlikte İzmir Büyükşehir Belediyesi‘ne gelip basın ve halkla ilişkiler dairesi başkanı olduktan sonra 2024 tarihli Karşıyaka yangınının hemen bitiminde emekliliğini istediği iddiasıyla görevden alınan itfaiye dairesi başkanı İsmail Derse‘nin yerine atanan Eylem Başar Yıldırım, bugünlerde genel sekreter yardımcılığından genel sekreterliğe terfi etmesi beklenen şehir plancısı Zeki Yıldırım‘ın şanslı eşidir… Hem de itfaiye hizmetleri konusunda hiçbir bilgi, deneyim ve tecrübesi olmadığı; özellikle de itfaiye eğitimi aldığına dair bir belgesi olmadığı halde, sırf eşi ve Cemil Tugay‘ın Karşıyaka belediye başkanı olduğu dönemde belediyenin halkla ilişkiler müdürlüğünü yapması, Cemil Tugay‘a sadakatle bağlı olması sayesinde itfaiye daire başkanı yapılan kayırılan şanslı bir bürokrattır…

6) Cenk Erdöl, yönetim kurulu üyesi, CHP genel başkanı Özgür Özel‘in eski danışmanı… O nedenle gücü, kuvveti konusunda başka bir şey söylemeye gerek yok diye düşünüyorum…

7) Özgür Akkavak, yönetim kurulu üyesi, endüstri mühendisi, halen İZSU genel müdür yardımcısı, İzmir Tüm-Bel-Sen 1 Nolu Şube eski yürütme kurulu üyesi.

8) Dr. Bayram Köse, yönetim kurulu üyesi, İzmir Büyükşehir Belediyesi Eşrefpaşa Hastanesi Ortopedi ve Travmatoloji Bölümü‘nde hekim olarak çalışıyor.

9) Atilla Hakan Özel, yönetim kurulu üyesi, İzmir Büyükşehir Belediyesi İZSU genel müdür yardımcısı,

10) Yüksel Demirsoy, yönetim kurulu üyesi ve İZELMAN genel müdürü, Gaziemir CHP eski ilçe başkanı olarak tanınıp bilinen etkin bir siyasetçi.

Bu listedeki isimlerden, geldikleri yerlerden de anlaşılacağı üzere Cemil Tugay seçim döneminde söylediği gibi yönetim kurulu üyelerinin sayısı azaltılmış değil… Bu sayı, Tunç Soyer zamanında da 10’du, 2025 yılının Haziran ayında da 10 adet kalmış durumda… Ayrıca yönetim kurulu aynen eskiden olduğu gibi “sınıf arkadaşının eşi“, “güvendiği bürokrat eşi“, “eski siyasetçi” ve CHP genel başkanının eski danışmanı” gibi işten anlamaz imtiyazlı ve ayrıcalıklı zevat tarafından doldurulmuş vaziyette…

Ayrıca 2023 yılına ait Sayıştay denetim raporunun ortaya koyduğu şekilde yönetim kurulundaki herkes istisnasız her ay net 40.000 lira huzur hakkı alırken daire başkanları dışındakilere buna ek olarak 108.000.- lira tutarında murahhas üye ücreti ödeniyor. Söz konusu Sayıştay raporunda yönetim kurulundaki herkese farklı miktarda ödemeler yapıldığı belirtilmekle birlikte; daire başkanlarına net 40.000 lira, diğerlerine de net 148.000.- tutarında ödeme yapıldığını varsaydığımızda bu ayrıcalıklı, imtiyazlı zevata her ay toplam olarak net 832.000.-, her yıl toplam olarak net 9.984.000.- lira ödendiğini hesaplamamız hiç de zor değil…

Söz konusu 2023 yılı Sayıştay denetim raporu ile aynı yıla ait bazı şirket bilgilerini öğrenmek mümkün olmakla birlikte; 2024 ya da 2025 yıllarına ya da daha eski yıllara ait her türlü mali/finansal bilgiyi ve diğer ayrıntıları, bu tür bilgiler “ticari sır” kapsamına sokulduğundan, halk ya da kamuoyu olarak bu sırları öğrenmemiz mümkün olmuyor… İşçi maaşları kadar bu yöneticilere ödenen ücretler de halktan toplanan vergilerle finanse edildiği halde ve işçi maaşlarının miktarları iki haftadır tüm İzmirliler tarafından tartışılıyor olmasına rağmen yöneticilere ödenen ücretleri öğrenip tartışmak kimsenin aklına gelmiyor…

Sayıştay‘ın 2023 yılı denetim raporunu buraya koydum ki; indirip, şirketin ne kadar kötü yönetildiğini yakından görün istedim…

İşte o nedenle Sayıştay‘ın düzenlediği denetim raporları bizim için ilaç niyetinde işe yarıyor… İşte o nedenle, İZELMAN‘ın en yeni denetim raporu sayesinde 2023 yılındaki birikmiş şirket zararının 4.048.713.054,03 TL. düzeyinde olduğunu; yani zararın şirket sermayesinin 5 katına ulaştığını, bu anlamda bu şirketin gerçekte “batık” bir şirket olduğunu öğreniyoruz. Diğer yandan da 2023 yılı itibariyle 294.995.118,27 TL düzeyinde borcu olduğunu ve bunun 201.697.864.61 lirasının; yani %68,38’inin çalışanlara ödenmeyen ücretlerden oluştuğunu, ödenmesi gerektiği halde ödenmeyen vergi ve yükümlülüklerin ise 2.015.975.744,20 TL. düzeyinde olduğunu görüyoruz.

İşte o nedenle işçilerine 31 Aralık 2023 tarihi itibariyle 202 milyon lira borcu olan bu şirketin gerçek anlamda iflas etmiş müflis bir şirket olduğunu ve hem alacakları hem de emeklerinin karşılığı için greve çıkan bu işçilerin belediye başkanı tarafından “düşman” edildiğini, onlara “düşman hukuku” uygulandığını anlıyoruz.

Eleman.net verilerine göre İzmir büyükşehir belediye başkanına her ay net 139.400.- lira, 31 Aralık 2023 tarihi itibariyle 4.048.713.054,03 lira zarar etmiş olan İZELMAN A.Ş.’nin yönetim kurulu üyelerinin her birine her ay ortalama net 83.200.- liranın ödendiği 2025 yılı rakamlarıyla 18 Mart 2024 yılında verdiği mal beyannamesi bilgilerine göre 13 Haziran 1967’de Van’da doğan belediye başkanı Cemil Tugay’ın kendisine ait 2013 yılında alınmış 550.000.- lira değerinde bir apartman dairesi ile 370.000.- lira değerinde 2017 model BMW 5.20 marka 1 adet otomobili, bankada 465.056.- TL, 3.300 USD ve 9.400 Euro hesabının bulunduğunu, eşi adına kayıtlı bir menkul ya da gayrimenkul malın bulunmadığını dikkate aldığımızda….

Türk-İş’in 2025 Mayıs itibariyle hesapladığı açlık ve yoksulluk sınırı hesapları…

Daha doğrusu, insanca yaşamak adına Türk-İş tarafından hesaplanan açlık sınırının 24.035.-, yoksulluk sınırının 78.292.- lira olarak ilan edildiği, gün geçtikçe “açın halinden tokun anlamadığı“, anlamak dahi istemediği günümüz koşullarında…

Gelecek haftaki yazıyı ise işçileri greve giden üç şirketten üçüncüsüne, Egeşehir Yapı Planlama Müşavirlik ve Teknoloji A.Ş.‘ne ayıracağım… Hem de iflas edip iş yapamaz hale gelen İZBETON‘un yerini almaya aday bir belediye şirketi olarak…

Bilgi için: https://www.kentstratejileri.com//2024/02/26/defolu-ve-basarisiz-bir-belediye-baskanindan-sutte-leke-var-onda-yok-deyisiyle-bir-buyuksehir-belediye-baskan-adayi-yaratmak-hokus-pokus-degisim-bu-olsa-gerek/

Düşman hukuku…

Ali Rıza Avcan

Hukukun ayaklar altında ezilip yok edildiği ya da yandaş olmayana düşman hukukunun uygulandığı bir ülkede üç haftadır kendimle ilgili bir dava dilekçesini hazırlamakla meşgulüm.

Bu üç haftalık sürenin ilk iki haftası, İçişleri Bakanlığı’nın beni ikinci kez devlet memurluğundan çıkarması üzerine başvurduğum Ankara 20. İdare Mahkemesi‘nin talebimi reddetmesi nedeniyle yaşadığım travmayı atlatıp sakinleşmemle geçti.

Neyse ki, şimdi bu karara karşı çıkıp itirazımı daha üst düzeylerde sürdürmeye hazırım…

Artık, “evet, oturup bir istinaf dilekçesi” yazabilirim diyerek klavyenin karşısına geçtiğim hafta ise dava dilekçesini tasarlayıp yazmakla geçti. Gelecek hafta içinde göndermeyi düşündüğüm dilekçe henüz son şeklini almamış olsa da bu dilekçeyi Ankara‘ya gönderilmek üzere Halkapınar‘daki idare mahkemeleri kalemine teslim edinceye kadar bu gergin, sinirli halim devam edip gidecek…

Evet, 1991 yılı öncesinde ilk kez İçişleri Bakanlığı‘nda örgütlenip etkin olmaya başlayan Fethullah Güler çetesine karşı o tarihlerdeki itiraz ve direnişimin meyvesi olarak gördüğüm devlet memurluğundan çıkarılma cezalarına karşı 2020 yılından bu yana dilekçeler yazıp davalar açarak sürdürüyorum… Böylelikle kendimi dava dilekçesi yazma konusunda epey bir deneyim kazanmış, adeta yarım avukat olmuş hissediyorum…

Konuyu yeniden ve en baştan anlatmak gerekirse, 1991 ve öncesinde söz konusu cemaatin ilk kez İçişleri Bakanlığı‘nda örgütlenmesi nedeniyle çete elemanlarıyla oldukça eski bir tarihte karşı karşıya kalma fırsatını yakalamıştım…

Söylediklerini yapmayıp, uyarılarını dinlemeyip onların suyundan gitmediğim için başıma önce ufak ufak belalar açılmaya başladığında, en doğru işin onların oyun sahasından çıkmak olduğunu anlayıp 5 Haziran 1991 tarihinde bakanlıktaki görevimden istifa ederek ayrılmış ve o tarihten bu yana yeniden memur olmayı hiç ama hiç düşünmemiş; hatta ortalık durulduktan sonra gelen bir iki teklifi de geri çevirmiştim.

Ancak istifamdan sonra, benim İstanbul‘dan 1.140 km uzaklıktaki Rize‘ye il hukuk işleri müdürü olarak sürülmem için onay alındığını, 9 gün sonra hakkımdaki ilk disiplin cezasının verdiklerini ve tam 1 yıl sonra da devlet memurluğundan attıklarını, 2020 yılı başında; yani aradan tam 28 yıl geçtikten sonra yeşil pasaport almak için emniyet müdürlüğüne başvurduğumda öğrenmiştim.

Evet, ben 4 Haziran 1992 tarihinde, sonraları FETÖ adı verilen çetenin üst düzey üyeleri tarafından devlet memurluğundan atılma onurunu yaşamış; ancak, bir daha memur olmayı hiç düşünmediğim ya da bu ceza için benden savunma istenmediği ve alınan karar tebliğ edilmediği için bunu öğrenme fırsatını yakalayamamış bir memur eskisiydim. Çünkü beni devlet memurluğundan atarken bu işi gizli saklı tutarak benim savunma ve itiraz etme haklarımı kullanmamı engellemek istemişlerdi.

Üstüne üstlük beni devlet memurluğundan atan İçişleri Bakanlığı Yüksek Disiplin Kurulu kararında, o dönemin hepimizin tanıdığı meşhur FETÖCÜ vali ve emniyet genel müdürlerinin imzaları bulunmaktaydı.

Bunun üzerine, 17 Nisan 2020 tarihinde ilk dava dilekçemi yazarak 4 Haziran 1992 tarihli devlet memurluğundan çıkarma kararının iptalini istedim. Davaya bakan Ankara 3. İdare Mahkemesi ile istinaf başvuruma bakan Ankara 2. İdare Mahkemesi, aradan 28 yıl geçmiş olması nedeniyle başvurumu reddettiler.

Üstüne üstlük bunu yaparken 28 yıl önceki belge, bilgi ve raporlar bende olmadığı ve o nedenle birçok şeyi hatırlayamadığım halde yasal olarak bana verilmesi gereken belge, bilgi ve raporları vermeyerek adil yargılanma hakkımı ihlal ettiler.

Ancak Danıştay 2. Dairesi‘nin beni haklı bulup bu kararları bozması üzerine, yine aynı Ankara 3. İdare Mahkemesi 4 Haziran 1992 tarihli kararı iptal etmek zorunda kalarak İçişleri Bakanlığı‘nın istinaf başvurusunu reddetti.

Böylelikle ben de yeniden, “devlet memurluğundan atılması yargı kararı ile engellenmiş eski memur” konumuna kavuşmuştum.

Ancak dava süreci içinde 65 yaşını doldurduğum için, istesem bile bu yeni durumun yarattığı fırsattan yararlanarak yeniden devlet memuru olmam söz konusu değildi… 🙂

Durum bu vaziyette olmakla birlikte, FETÖ örgütünün İçişleri Bakanlığı‘ndaki artıkları 2024 yılının Nisan ayında 1991 öncesinde işlediğimi iddia ettikleri disiplin suçları için, sanki ilk kararın iptali ile birlikte kaldıkları yerden devam edebilirlermiş gibi benden savunma istediler ve 2024 yılının Temmuz ayında; yani, bana isnat edilen disiplin suçları için 32 yıl sonra, benim için ikinci bir devlet memurluğundan çıkarma cezası daha verdiler. Oysa ben o tarihte 69 yaşımı doldurmuştum ve yeniden devlet memuru olmak filan istemiyordum.

Ardından üşenmeyip 17 Eylül 2024 tarihinde yine bir dava dilekçesi yazarak ve bu dilekçede işi biraz da gırgıra alarak hem kararın iptalini, hem de manevi tazminat talebinde bulundum.

8 Mayıs 2025 tarihinde bana tebliğ edilen son mahkeme kararı ise Ankara 20. İdare Mahkemesi‘nin, talebimin reddine; yani, beni devlet memurluğundan çıkarma kararının hukuken geçerli olduğuna dair kararıydı.

Kısacası, hukuk devleti olmaktan çıkan o devlet, o ayaklar altındaki hukuk düzeni benim adli yargılanma hakkımı çiğneyerek, istifa tarihimden 34 yıl sonra bana ikinci kez ceza verip devlet memuru olmaya layık olmadığımı söylüyordu.

Oysa benim ne o devlet memurluğunda, ne de siyasetin oyuncağı olmuş hukuk düzeninde gözüm vardı…

Aynen İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu‘na ait diplomanın 34 yıl sonra iptal edilmesinde olduğu gibi, hukuk dışı, ahlaksız ve insanlık dışı bir durumla karşı karşıyaydım.

Evet, belki bu ülkede bir yerlerde hukukun ve gerçek hukukçuların bir kırıntısı kalmıştır düşüncesiyle, düşman hukuku anlayışıyla alınan bu karara itiraz edip isyanımı Danıştay‘a, Anayasa Mahkemesi‘ne ve en sonunda da Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi‘ne taşıyacağım… Tabii ki, bugüne kadar demokrasi, hukuk ve özgürlükler uğruna savaşarak ünlü düşünür Edward Sait‘in tanımladığı “entelektüel” gibi olmak için uğraşmış, devlet memurluğu döneminde 1 kez müstafi olup 2 kez devlet memurluğundan atılmış 70 yaşını doldurmuş biri olarak bugüne kadar yazdığım bütün dava dilekçelerinin göğsüme takacağım şeref madalyaları olduğunun farkındayım…

…………………………………………………………………………………………………………………………

2020 yılında başlayıp halen devam eden dava süreci ile ilgili olarak Evrensel Gazetesi muhabiri sevgili dostum Ramis Sağlam tarafından kaleme alınan haberler:

https://www.evrensel.net/haber/499333/28-yil-sonra-gelen-geciken-adalet

https://www.evrensel.net/haber/521277/memuriyetten-men-edip-33-yil-sonra-savunma-istediler

https://www.evrensel.net/haber/526811/ali-riza-avcan-33-yil-sonra-tekrar-memuriyetten-men-edildi

https://www.evrensel.net/haber/519194/32-yillik-hukuksuzluga-mahkeme-son-noktayi-koydu

Hipokrasi denilen ikiyüzlülük…

Ali Rıza Avcan

Para önemli değildir ama çok para sahibi olmak iyidir.

Bilim iyidir ama olsa da olur olmasa da.”

Türkçe sözlükler bileşik olarak yazılması gereken “ikiyüzlü” sıfatını, “özü sözü bir olmayan” ya da “iki tarafın her birinden yanaymış gibi davranan” şeklinde açıklıyor. Eskiler ise bu durumda olanları “riyakâr” ya da “mürai” olarak niteliyor.

Çağın özgür ansiklopedisi olarak adlandırılan Vikipedi ise, “ikiyüzlü” olma durumunu kişinin sahip olmadığı duygu, düşünce, erdem, değer veya özellikleri, sanki sahipmiş gibi davranması veya sahip olduğunu iddia etmesi şeklinde tanımlamaktadır. Ahlâk psikolojisine göre ikiyüzlülük, kişinin kendi ifade ettiği ahlâki kural ve prensiplere kendisinin uymamasıdır.  Bazı Batı dillerinde ikiyüzlülük anlamında kullanılan sözcük Latince hypocrisis sözcüğünden türemiştir ki, bu sözcüğün kökeni de Yunanca ὑπόκρισις yani hypokrisis sözcüğünden türemiştir. Bu iki sözcüğün de anlamı “rol yapmak“tır.

Kişisel anlamda “iki yüzlü” olma hali ya da eski deyişiyle riyakar veya mürai olma durumu kişinin kendisini ilgilendiren; o nedenle de, bu durumun ilişki içinde bulunduğu diğer insanlar tarafından bilinmesi durumunda rahatlıkla çözülebilecek kişisel bir zayıflık halidir.

Ancak bu durumun kişisel bir kusur ya da zaaf olmaktan çıkıp toplumsal ya da küresel boyuta ulaşıp genel bir şekilde kabul görmesi durumunda, içinden çıkılması oldukça zor ve o nedenle de zaman içinde istesek de istemesek de olumsuz anlamda etkileneceğimiz bir durumla karşı karşıya kalırız. “Kel ölür sırma saçlı olur, kör ölür badem gözlü olur” deyişiyle ifade edilen bu yeni durum, o toplumun ya da toplumların bütünüyle bireyler arasındaki güvene, doğruluğa, cesarete, iyiliğe ve dürüstlüğe dayalı insan ilişkileri açısından büyük bir sorunun var olduğunu gösterir. (2)

Evet, bazı insanlar geldikleri çevre, yetiştirilme tarzı, kişilik yapısı ya da yaşam biçimi itibariyle dürüst davranmayıp ikiyüzlü olmaya daha yatkın olabilirler; ama, bu durumun bir toplumun ya da küresel boyutta insanlığın genel tutumu haline dönüşmesi halinde üzerinde durup düşünülmesi gereken iflah olmaz bir sakatlık var demek gerekir.

Yıllarca üniversitelerdeki YÖK düzenini eleştiren insanların, kürsüye çıkıp YÖK üniversitelerindeki sözde başarılarını dakikalarca anlatan kent konseyci üniversite hocalarını ya da kadın-erkek eşitliğini savunanların, aileden sorumlu bakanlık görevini yaptığı yıllarda kadınların bekaret kontrolünden söz eden kadın siyasetçi öldüğünde veya işlediği kent suçlarıyla kentin geleceğini yok eden bir belediye başkanının seçilemeyip köşesine çekildikten sonra “akil insan” haline dönüştürülerek yere göğe konulamayışı, bu toplumsal ikiyüzlülüğün İzmir açısından bilinen en somut örnekleridir.

Ya da sağlığında beklediği ilgiyi görmeyip geldiği meslek grubunca dışlanıp kötülenen, hakkında çeşitli dedikodular üretilen bir sivil toplum önderinin öldükten; yani, başkaları için bir tehdit unsuru olmaktan çıktıktan sonra yere göğe konulamayıp adına etkinlikler düzenlenmesi, hakkında dedikodu yapanların, arkasından dedikodu yapanların o etkinliğe koşa koşa gidip konuşmalar yapması; kısacası, rahmetlinin sağken görmediği ilgi, alaka ve itibarı öldükten sonra görmesi hali, bu insanlık-dışı toplumsal ayıbın en belirgin, en yeni örnekleridir.

Bir kenti yönetme iddiasındaki belediyeler düzlemine gelince de, yıllarca büyük ve önemli bir ilçenin belediye başkanı olarak büyükşehir belediyesi üyeliği yapan bir ilçe belediye başkanının, o tarihlerde büyükşehir belediyesi adına yapılan yanlış, hukuksuz ve usulsüz işlere bir meclis üyesi olarak sessiz kalıp karşı çıkmayışı ve sonrasında büyükşehir belediye başkanı olduktan sonra, feryat figan geçmişi ve geçmişteki belediye başkanlarını kötülemesi örgütsel siyasi ikiyüzlülüğün en rahatsız edici örneklerinden biridir.

Bunun nedeni, Yargıtay onursal başkanı Sami Selçuk‘un söylediği gibi kişinin düşüncesini ifade etme konusunda kendini güvende hissetmemesi gibi kaygı ya da korkuya dayanan duygular olabileceği gibi iktidar sahibine yaranma, ona yaranma ve böylelikle toplumda yer edinme çabası da olabilir. (3)

Örneğin şirketlere, resmi kurumlara ya da değişik gruplara eğitimler veren bir eğitim uzmanını düşünün ki, gerçek yaşamında ortaya koyduklarıyla anlatıp önerdikleri arasında büyük farklar olsun, yapma dediği şeyleri yapsın, yapın dediği şeyleri de yapmasa… Şimdi bu saygın eğitim uzmanı hakkında ne düşünür, ona nasıl davranırsınız? Ya da toplumsal yaşamda tek eşliliği savunup kendi özel hayatında çok eşliliği yaşarsa veya yakın akrabalarıyla, çocuklarla cinsel ilişkiye girerse…

Tanıdığımız bazı ünlü çevreci avukatların sadece muhalefet ettiği iktidar kurumlarıyla ilgili davalara sahip çıkıp, taraftarı olduğu belediye ve şirketlere ait suçlarda suspus olması, “çevrecilik” adı altında kendisinin ya da yakın çevresinin menfaatlerinin peşinde olması, meslek odası yöneticisi olarak çevre ya da kent mücadelesi verirken bir anda kariyeri uğruna köşesine çekilip sessiz kalması gibi durumları düşündüğümüzde; bu ikiyüzlülük; yani hipokrasi halinin ne kadar yaygın ve geçerli olduğunu bir kez daha anlarız.

Evet, ne yazık ki, toplumsal ölçekteki bu ikiyüzlülük hali o kadar çok ve tehlikeli ki?

Siyasetçisi, gazetecisi, eğitim uzmanı, akademisyeni, sivil toplumcusu, edebiyatçısı, romancısı, tiyatrocusu, hepsi, hemen hepsi… Aklınıza hangi meslek kolu, hangi uzmanlık alanı gelirse gelsin hepsinin, tüm insanların toplumun yarattığı otorite ve onun oluşturduğu iktidar sahibiyle ilişkilerinde öne çıkmak, gözde olmak, kendini parlatmak, o alanda oluşan toplumsal rantı devşirmek, kısa günün kârı dünyalıkları edinmek, emir verip güç kullanmak adına sergiledikleri ikiyüzlülükle, riyakarlıkla, mürailikle karşılaşmanız hiç de zor olmuyor…

Gelin isterseniz iş dünyasındaki ikiyüzlülük (hipokrasi) örnekleri konusunda bilgi sahibi olmak için “laf cambazı“;yani, “özel konuşmacı” olarak ünlenen Evrim Kuran ile Murat Yeşildere‘nin doğru düşünce ve tespitlerini kendilerinden dinleyelim, ardından da Ankaralı rock grubu Mentra‘nın oldukça anlamlı sözlerle örülmüş “Hipokrasi” şarkısını dinleyelim…

Söz: Mert Erol Müzik-Aranje: Mert Erol, Anıl Orkun Uğraş, Artun Koyuk Mix-Mastering: Mert Erol, Anıl Orkun Uğraş Prodüktör: Mert Erol Vokal: Mert Erol Gitar: Anıl Orkun Uğraş, Orkun Ünlü Bas Gitar: Doğukan Deniz Ulusoy Davul: Artun Koyuk

Düşlerimden kaçarken

Gerçekleri unuttum

Bir illüzyonun peşinde

Uyurgezer oldum

Basamakları bir bir çıktım

Ardıma dönüp bakmadım

Kimleri ezdim saymadım

Önemli olan pozisyonum

Ben gördükçe utanıyorum kendimden

Giderek uzaklaşıyorum sizden

Takamam yamalı maskenizden

Kopamıyorsun zincirlerinden

Kendine kurduğun bu dünya

Sonsuza dek sürmeyecek

Varlığın tozdan ibaret

Bir nefeste silinecek

Ben gördükçe utanıyorum kendimden

Giderek uzaklaşıyorum sizden

Takamam yamalı maskenizden

Kopamıyorsun zincirlerinden

Bu düzen böyle Masumlar ölürken

Melekler düşer

Gökten

Gördükçe utanıyorum herkesten

Masumların kanıyla beslenenden

Yüzüne gülüp arkandan küfreden

Sonu gelmeyen bu hipokrasiden

(1) https://tr.wikipedia.org/wiki/%C4%B0kiy%C3%BCzl%C3%BCl%C3%BCk

(2) https://eksisozluk.com/toplumsal-ikiyuzluluk–2162567

(3) https://www.tr724.com/yargitay-onursal-baskani-sami-selcuk-hukuk-sisteminden-umudum-kalmadi/

İZBAN gerçekleri…

Ali Rıza Avcan

Son günlerde CHP‘nin ve dolayısıyla İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu ile ekibinin televizyonuna dönüşüp sistematik bir şekilde bu ekibin ve partinin propagandasını yapmaya başlayan Halk TV ve onun program sunucusu Gözde Şeker, 13 Mayıs 2025 Salı günü kendisi tarafından sunulan “Gözde Şeker ile Söz Sende” programında tamı tamamına 1,5 saat süreyle İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Cemil Tugay‘ı ağırlayarak sohbet etti. Programda ülke siyaseti, iktidarın belediye borçları konusundaki baskıları, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu‘nun tutuklanması, CHP‘nin yürüttüğü muhalefet ve İzmir Büyükşehir Belediyesi‘nin yatırımlarıyla yaşadığı sorunlar gibi konular ele alınarak Cemil Tugay ve ekibinin çalışmaları tanıtıldı.

Ticari bir kurum olan Halk TV‘nin bu program karşılığında İzmir Büyükşehir Belediyesi‘nden ne miktarda ücret aldığını bilmemekle birlikte, yayıncılık açısından 1,5 saat gibi uzun bir süre karşılığında alınan reklam/tanıtım ücretinin hiç de az olmayacağını tahmin etmek zor olmasa gerek…

Söz konusu programda, program öncesinde yeterince hazırlanmadığı anlaşılan sunucunun “çanak” soruları sayesinde çok fazla sayıda konu ve sorun konuşulmakla birlikte bugünkü yazımda, yayının yapıldığı akşam televizyon kanalları arasında dolaşırken tesadüfen yakaladığım ve dinlediğimde de bir yandan hazin hazin düşünüp diğer yandan da kahkahalarla güldüğüm İzmir‘deki İZBAN hizmetlerinin ele alındığı bölüm üzerinden değerlendirmeler yapıp öneriler geliştirmeye çalışacağım. Çünkü uzunca bir süredir bütün sorunları yaşayan dertli bir yolcusu olarak yararlandığım İZBAN hizmetlerindeki kötüleşmenin -ne yazık ki- bu programda anlatıldığı gibi olmadığını görüp günden güne çoğaldığına tanık oluyorum.

Ama ondan önce İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Cemil Tugay‘ın 13 Mayıs 2025 tarihli Halk TV konuşmasında söylediklerini, aşağıdaki video kaydını esas alarak kağıda döktüğüm yazılı metin üzerinden çözümlemeye çalışalım: (1)

Her iki tarafın 3 dakika 10 saniye süreyle konuştuğu programın bu diliminde, program sunucunun, yıllardır Ulaştırma Bakanlığı tarafından yapılacağı söylenen Halkapınar-Otogar İZBAN hattı için her yıl bütçesine “izbedel” olarak konulan 3.000 liralık ödeneği merkezi yönetimin yapacağı katkı sanarak hazırladığı “çanak” soruyu dikkate almayan belediye başkanının, daha çok kendi kafasındaki İZBAN‘ın TCDD tarafından yönetildiği ve İZBAN‘daki arıza ve gecikmelerin TCDD tarafından işletilen yolcu ve yük trenlerinden kaynaklandığı iddialarını dile getirerek doğrudan doğruya TCDD‘yi ; daha doğrusu TCDD nezdinde iktidarı suçladığı görülmektedir.

Anlaşılan o ki, Cemil Tugay eski belediye başkanı Aziz Kocaoğlu zamanında %50-%50 pay ortaklığı üzerinden kurulan İZBAN A.Ş.‘nin diğer ortağı TCDD ile birlikte iş yapmaktan memnun değildir ve kendisinden kaynaklanan sorunları TCDD‘nin üstüne atarak siyasi anlamda rahatlamak istemektedir.

Üstüne üstlük konuşmanın baş kısmında her iki kurumun ortaklı paylarını %50-%50 şeklinde ifade etmekle birlikte, aradan 2-3 dakika geçtikten sonra bunu %47-%53 şeklinde göstermeye çalışarak, daha doğrusu İzmir Büyükşehir Belediyesi‘ni azınlık paya sahip olduğu için sözü geçmeyen ortak gibi gösteren bir yalanı atmakta hiçbir sakınca görmeyerek…

İZBAN İzmir Banliyö Taşımacılığı Sistemi Ticaret A.Ş., tarafların %50 düzeyindeki ortaklık payıyla kurulduğu 2007 yılı (2) ve işletmeye girdiği 2010 yılından bu yana, 4’ü İzmir Büyükşehir Belediyesi‘nden, 4’ü de Ulaştırma ve Altyapı Bakanlığı‘na bağlı TCDD Genel Müdürlüğü‘nden gelen 8 kişilik yönetim kurulu tarafından yönetilmektedir. Bu anlamda şirketi ne İzmir Büyükşehir Belediyesi, ne de TCDD Genel Müdürlüğü tek başına yönetmekte, şirketin yönetimi eşit paydaşların ortaklığı içinde işbirliğiyle sağlanmaktadır.

Çünkü şirketin yönetim kurulu başkanlığıyla başkan vekilliğine, ortakların kendi aralarında yaptıkları nezaket protokolüne göre 1 yıl İzmir Büyükşehir Belediyesi, 1 yıl da TCDD temsilcisi getirilerek kurumsal yönetimde iki kurum arasındaki dengeyi dikkate alan bir anlayış sergilenmektedir. Nitekim bunun somut bir göstergesi olarak yönetim kurulu üyeleri her yıl genel kurul eliyle değiştirilmekte, bu arada da eğer ihtiyaç varsa şirketin sermayesi arttırılmaktadır. Hatta 2007-2024 döneminde İzmir Büyükşehir Belediyesi temsilcisi olarak görev yapan Sönmez Alev ve Raif Canbek ile TCDD temsilcisi olarak görev yapan Hacer Eke ve Mehmet Seçkin Mutlu gibi bazı yönetim kurulu üyeleri uzun yıllar görev yaparak kurum hafızası ile yönetsel bütünlüğü korunmasına dikkat edildiği görülmektedir. Ayrıca şirketin genel müdürünün aynı zamanda yönetim kurulu üyesi yapılmak suretiyle karar organı ile icra organı arasındaki sağlıklı ilişki ve iletişimin sağlandığı anlaşılmaktadır. 31 Mart 2017 tarihinde genel müdürlüğe atanıp 25 Aralık 2024 tarihinde İZBAN‘dan ayrılan Dr. Mehmet Seçik Mutlu‘nun genel müdür olduğu 7 yıl 9 aylık sürede aynı zamanda yönetim kurulu üyesi olarak görev almış olması bu durumun en somut örneğidir. (3)

Şirketin 2007 yılından bu yana Türkiye Ticaret Sicili Gazetesi‘nde yayınlanan 48 adet ilamına baktığımızda bu düzenin Cemil Tugay‘ın belediye başkanı olduğu döneme kadar hiç değişmediğini; ancak, ne hikmetse, Cemil Tugay‘ın göreve girişi ile birlikte, yıllardır İzmir Büyükşehir Belediyesi temsilcisi olarak yönetim kurulu üyeliğinin yanında genel müdür yardımcısı olarak görev yapan ve oldukça tecrübeli olan Sönmez Alev‘in 2024 yılının Ekim ayı içinde Cemil Tugay tarafından görevden alınması; ayrıca, aradan iki ay geçtikten sonra yönetim kurulu üyeliği yanında genel müdürlük görevini de yapan Mehmet Seçkin Mutlu‘nun şirketteki bu dalgalanmalar nedeniyle Masel İnşaat Grubu‘na genel müdür olarak geçmesi nedeniyle İZBAN‘daki belediye tarafının Cemil Tugay eliyle mesleki tecrübe, liyakat ve ağırlık itibariyle zayıflayıp zaafiyete uğratıldığını görürüz. (4)

Ayrıca şirketlerin kuruluşuyla faaliyetlerini düzenleyen Türk Ticaret Kanunu hükümlerine göre, şirketi yönetme görevi, Cemil Tugay‘ın iddia ettiğinin aksine sadece genel müdürde değil; her iki kurum temsilcilerinin eşit oranda yer aldığı yönetim kurulundadır ve genel müdür bu kurulun ortak kararıyla belirlenip yönetim kurulu üyesi olarak da görev yapmaktadır. 8 Nisan 2025 tarih, 11307 sayılı Türkiye Ticaret Sicili Gazetesi‘nde yayınlanan yönetim kurulu kararına göre Volkan Kurt‘un genel müdürlük görevine atanmış olması, bu durumun en somut örneğidir. (5)

Ayrıca yönetim kuruluna ait hangi yetkilerin genel müdüre nasıl devredileceğini belirlemek amacıyla yine ortak kararla belirlenip, 28 Şubat 2017 tarih, 9273 sayılı Türkiye Ticaret Sicili Gazetesi‘nde yayınlanan iç yönerge de yönetme yetkisinin öncelikle yönetim kurulunda olduğunu göstermektedir. (6)

O nedenle iki kurum tarafından kurulan şirkette, bu işin esprisini anlayıp kavramadan iki başlılık olduğunu söylemek akla ve mantığa aykırı olup bundan yakınan bir belediye başkanının, belediyesi onca borç içindeyken hattın kendisine devrini istemesi ise iş bilmezlikle eşdeğerdir. Çünkü 136 km uzunluğundaki bir hattı, çevresindeki mülklerle birlikte satın almaya kalkmak ya da bu konuda bir söylem geliştirmeye kalkmak İzmir Büyükşehir Belediyesi‘nin boyunu, bütçesini ve kaynaklarını aşan bir iş olur ki, bu hattın bedeli karşılığında ya da bedelsiz sadece İZBAN‘a tahsis edilmesi, İzmir‘in hem kendi ilçeleriyle hem de diğer illerle, Ege ve Anadolu ile ilişkisini kesecek bir yıkımın başlangıcı olarak kabul edilmelidir. (7)

İşte o nedenle, İZBAN A.Ş.‘yi Cemil Tugay‘ın iddia ettiğinin aksine sadece TCDD değil, TCDD ve İzmir Büyükşehir Belediyesi birlikte yönetmekte ve bu nedenle de hizmetlerdeki her aksama, bu konuyla ilgili her sorun bu iki devlet kurumunun eksikliği olarak kabul edilmelidir. Suçun ya da mevcut sorunun bu şekilde diğer kurumun üstüne atılması gerçeği yansıtmamakta olup; açıkça, halkı kandırmaya amaçlayan haksız, adil olmaktan uzak, ahlak dışı bir yalandır!

Ayrıca İZBAN hattında TCDD tarafından yük ve yolcu trenlerinin çalıştırılması nedeniyle seferlerin geciktiği bahanesi de, tüm İZBAN yolcularının da bildiği gibi, kendi yapamadığını başkasının üstüne atan yalancıların aklına gelecek koskocaman bir yalandır!

Çünkü İZBAN hattının çalıştığı demiryolu hattının mülkiyeti TCDD’ye aittir. TCDD‘nin de mülkiyeti kendisine ait olan hat üzerinde yolcu ya da yük seferleri yapması en doğal hakkıdır. BU husus İzmir Büyükşehir Belediyesi ile TCDD arasında İZBAN ortaklık sözleşmesi imzalanırken karşılıklı olarak kabul edilip onaylanan bir gerçektir ve TCDD de düşman bir kurum değil bu yurdun, bu toprakların, bu insanların hizmet kurumudur ve onun bu hat üzerinde taşıdığı yolcu ya da yükler de düşmana ait değildir. TCDD tarafından taşınan yolcular ya İzmirli ya da başka kentlerde yaşayıp çalışan bu ülkenin yurttaşları, yükler de onlara ait yüklerdir. TCDD düşman toprağında düşmana değil, bu yurtta burada yaşayan yurttaşlara hizmet eden bir devlet kurumudur. Yönetiminde AKP iktidarının beceriksiz, liyakatsiz bürokratları bulunsa bile…

Öte yandan, TCDD‘ye ait 136 km. uzunluğundaki bu hatta alternatif başka bir hat oluşturulmaya kalkışıldığında ortaya çıkacak muazzam kamulaştırma ve yatırım bedelleri nedeniyle böylesi bir ihtimalin bile belediye için nasıl bir mali yük getireceği bilinmeli, belediyenin bu çaresizlik hali nedeniyle İzmir Büyükşehir Belediyesi ile TCDD arasındaki uyumlu ve birlikte çalışma ortamı ne dediğinin farkında olmayan beceriksiz ve liyakatsiz belediye başkanları, işçi grevleri ya da aksayan seferler gibi sudan bahanelerle zehirlenip bozulmamalı, bu işbirliğinin İzmir açısından ne ölçüde değerli olduğu bilinmelidir.

Halkapınar-Otogar hattı Ulaştırma ve Altyapı Bakanlığı tarafından yapıldığında, İzmir toplu ulaşım hizmetlerine müdahale eden iktidarla karşı karşıya kalıp bu tür fotoğraflarla muhatap olursunuz…

Unutulmaması gereken diğer bir konu ise, herhangi bir banliyö ya da metro hattının Ulaştırma Bakanlığı tarafından yapılması durumunda, bu hattın mülkiyeti ile işletme hakkının, İstanbul‘da olduğu gibi iktidara ait olacağı, aynen İstanbul‘da olduğu gibi daha başka sorunların yaşanacağı gerçeğidir. O nedenle, Halkapınar-Otogar hattı niye iktidar tarafından yapılmıyor da, her yıl genel bütçeye 3.000 liralık bir “izbedel” ödeneği konuluyor eleştirisinin de gerçekte samimiyetten ve yaşanan kötü örneklerden ne ölçüde uzak, sırf muhalefet yapmış olmak için dile getirilen bir siyaset olduğu bilinmelidir.

Ayrıca iddia edildiği gibi TCDD‘ye ait bir yolcu ya da yük trenleri seferine başlayıp bitirdiği sürece İZBAN seferleri durmamakta, her iki kuruma ait katarlar sinyalizasyon sistemi sayesinde ve belirli bir zaman/mesafe aralığı dikkate alınarak aynı anda hareket edebilmektedir. Bu anlamda Basmane‘den hareket eden Ödemiş, Bayındır ya da Tire trenlerinin Menemen’deki İZBAN katarını ya da Aliağa‘daki limanlara mal taşıyan yük treninin Gaziemir‘deki İZBAN katarını, aralarındaki mesafe ve süreyi korudukları sürece etkileyeceğini aklı başında ve iyi niyetli hiç kimse iddia edip söyleyemez. Bu konuda tek yapılması gereken şey ise, hat üzerinde aynı anda hareket halinde olan katarlar arasındaki senkronizasyonu sağlayacak olan sistemin en iyi düzeyde olması, böylelikle çakışma ya da çarpışmaların önlenmesidir.

Bu anlamda tarihi Alsancak Garı‘nın 2006 yılında TCDD seferlerine kapatılması ne kadar yanlış bir kararsa, aynı şekilde Basmane Garı‘nın da Cemil Tugay’ın talebi üzerine TCDD seferlerine kapatılması İzmir’deki kamu ulaşımının bütünlüğü açısından o derece yanlış karar olacaktır. Bu konuda yapılacak tek şey ise çağdaş teknolojik olanakların; hatta akıllı zekanın kullanılması suretiyle TCDD seferleriyle İZBAN seferlerini; ayrıca bunun dışında kalan diğer otobüs, tramvay ve metro ulaşımı sisteminin birbirini bütünleyecek şekilde kurulmasıdır.

İşte bütün bu değerlendirmeler çerçevesinde; İZBAN ortaklığı çerçevesinde tren hattının sahibi olan TCDD;

1. İZBAN hattı üzerindeki dijital sinyalizasyon sistemini yapay zeka olanaklarını kullanarak yenilemeli,

2. İzmir‘in ilçeleriyle yurdun diğer il ve ilçelerine yapılan yolcu seferleriyle yolcu sayı ve kalitesini arttırmalı,

3. Yük taşımacılığını, İZBAN seferlerinin azaldığı gece saatlerinde yapmalı,

4. İZBAN hattı boyunca görülen çöpleri bir an önce toplayıp hat boyu temizliğine dikkat etmeli,

5. Tarihi İzmir-Aydın demiryolu hattının başlangıç noktası olan Alsancak Garı ve çevresiyle bu hattın üzerindeki tarihi istasyonları bir tarih parkı olarak restore edip düzenleyerek iç ve dış turizme açmalı,

Hat üzerindeki İZBAN işletmecilik hizmetlerinden sorumlu olan İzmir Büyükşehir Belediyesi ise,

1. İstasyonların eskiyip akmakta olan çatı, merdiven ve zeminleri onarılıp boyanmalı, tüm mekanik ve elektronik teçhizatlar yenilenmeli,

2. İstasyonlardaki yürüyen merdivenlerle asansörleri çağın en yeni teknolojisi ile donatılmalı, açıkta olan merdivenlerin üstü kapatılmalı,

3. İstasyonlarındaki varış ve kalkış saatlerini gösteren dijital tabelalarla saatlerin günün her saatinde çalışmasını sağlamalı,

4. Vagon camlarındaki kırılan camlar yenilenip bozuk olan kapılar en kısa sürede onarılmalı,

5. Yakıt tasarrufu gerekçesiyle çalıştırılmayan klimaların çalışması ve artan yolcu sayısına göre yetersiz olan klimaların yeterli düzeye çıkarılmasını sağlamalı,

7. Sefer saatlerini aksatan görevlilerin cezalandırılması suretiyle tarifelere uyulması sağlanmalı,

8. Yolcunun rahat bir yolculuk yapması için katarlardaki vagon sayısı arttırılmalı, günün en kalabalık saatlerinde 6 vagonluk seri hazırlamaktan vazgeçilmeli,

9. Yolcu sayısının fazla olduğu sabah ve akşam saatlerinde seferler sayıları arttırılmalı, seferler arasındaki süreler kısaltılmalı,

10. Yolcuları saldırgan futbol holiganlarından ya da diğer suçlulardan koruyacak vagon içi güvenlik önlemlerini arttırmalı,

11. İstasyonların çevresindeki otobüs, vapur, tramvay ve metro durakları ve bu duraklardan iniş-kalkış saatleri toplu ulaşımın bütünlüğü dikkate alınarak yeniden düzenlenmeli ve tüm toplu ulaşım araçlarının sefer saatleri birbiriyle senkronize edilmeli,

12. Halka ve seçmenine karşı sorumlu olan İzmir Büyükşehir Belediyesi, İZBAN hizmetleri konusundaki politika, öncelik, amaç, hedef ve faaliyetlerini ortaya koyacak stratejik planla bu plan doğrultusunda gerçekleştirdiği yıllık hizmetleri, buna ilişkin istatistikleri kamuoyu ile paylaşmalı, belediye başkanı da dahil olmak üzere yapılan hizmetlerle ilgili olarak herhangi bir şekilde gerçeğe aykırı bilgiler verilip değerlendirmeler yapmamalıdır.

(1) Programın bütününe ulaşmak için: https://www.youtube.com/watch?v=Oy2BMnB_n_g&t=2868s

(2) Türkiye Ticaret Sicili Gazetesi, Tarih: 10.01.2007, Sayı: 6720, S. 441-442.

(3) https://www.linkedin.com/in/m-se%C3%A7kin-mutlu-ph-d-mba-a2271a232/?originalSubdomain=tr

(4) Türkiye Ticaret Sicili Gazetesi, Tarih: 13.02.205, Sayı: 11271.

(5) Türkiye Ticaret Sicili Gazetesi, Tarih: 08.04.2025, Sayı: 11307.

(6) Türkiye Ticaret Sicili Gazetesi, Tarih: 28 Şubat 2017, Sayı: 9273, s. 597-598.

(7) “Tugay’dan İZBAN çıkışı: İki başlılık bitmeli”, İzgazete, 17.05.2025, https://www.izgazete.net/tugaydan-izban-cikisi-iki-baslilik-bitmeli

Kısa kısa…

Ali Rıza Avcan

Bu kez de yakın zamanda tanık olduğum, duyup doğruladığım; ancak, ayrı bir yazı konusu olarak dile getirmediğim gizli kalmış bazı İzmir gerçeklerini yazmak, bir anlamda tarihe not düşmek istediğim yeni gelişmeleri, İzmir yerel basınının dile getirmekten kaçındığı olayları sizlere anlatıp bunlarla ilgili görüşlerimi kısa kısa belirtmek istiyorum…

Prof. Dr. Ayfer Kocabaş başkanlığındaki Yeni Kuşak Köy Enstitüleri Derneği‘nin, kendilerine tahsis edilen Kemeraltı Tan mahallesi 838 sokaktaki anı evinin hemen yanındaki 100. Yıl Kurtuluş Savaşı Anı Evi‘nin İzmir Büyükşehir ve Konak belediyeleri tarafından fiili bir şekilde kapatılmış olmasına tek bir ses çıkarmazken ya da bu konuda tek bir çözüm önermezken; Kapitalizmin neoliberal döneminde daha fazla katılım bahanesiyle belediyelerin özelleştirilmesini sağlayan kent konseyleri, daha doğru bir adlandırmayla İzmir Kent Konseyi ile birlikte, sanki kent konseyleri köy enstitülerinin bir devamı ya da sonucuymuş gibi anlam çıkarmaya müsait “Köy Enstitülerinden, Kent Konseylerine” başlıklı bir toplantı düzenleyerek herkesi “yurttaş” yapan Cumhuriyet Dönemi’nin “halkçı” zihniyeti yerine büyük bir aldatmacaya dayalı kent konseylerinin neoliberal “yönetişim” zihniyetine dayalı varlık nedeni ile konuşmacılarının da örneklediği gibi parti fidanlığına dönüşen halini değerlendirip eleştirme fırsatını kaçırdığını düşünüyorum. (1)

İzmir merkezli Epig Mimarlık‘ın sahibi Semiha Güneş… Kendisi, İzmir‘deki neredeyse tüm gökdelenlerin ya da Foça Ekokent, Neva Yalı ya da yıkımına TMMOB Mimarlar Odası İzmir Şubesi ile birlikte karşı çıktığımız Karşıyaka Atatürk, Annesi ve Kadın Hakları Anıtı‘nın yerine yapılan anıt gibi “kent suçu” kategorisine giren uygulamaların mimarı… O nedenle “gökdelenci bayan” ismiyle de anılıyor… Bu çerçevede belediyelerle, belediyelerdeki kadrolarla ve imar komisyonu üyeleriyle arasının iyi olduğu, bütün işlerinin yolunda gittiği söyleniyor… O nedenle sermayenin emrindeki gazete, ajans ve kuruluşlar tarafından kendisine “Yeni İzmir’i şekillendiren mimar“, “Kent katkısı” gibi unvanlarla övgü ve ödüllere boğuluyor…

Ben kendisinden, Nilüfer Çınarlı Mutlu‘nun TMMOB Mimarlar Odası İzmir Şubesi sekreteri olduğu dönemde, karşı listeyi destekleyen bir mimar olarak haberdar olmuştum… Mimarlar Odası İzmir Şubesi seçimlerinin yaklaştığı dönemde, gazeteci dostum Süleyman Gençel‘in yönetimindeki A3Haber internet gazetesinde kendisi ile ilgili yazının yayından kaldırılması için teklif ettiği 10 bin liranın Süleyman Gençel tarafından reddedilip bunun ayrı bir yazı ile kamuoyuna aktarılması üzerine kendisini daha iyi tanıma fırsatına kavuşmuştum… Ayrıca geçtiğimiz yılın Aralık ayı sonunda yılbaşı kutlaması çerçevesinde Mimarlar Odası İzmir Şubesi tarafından düzenlenen bir toplantıda elini sıkıp tanışma fırsatını da bulmuştum…

Semiha Güneş‘in, Alaattin Yüksel ile İlknur Denizli‘nin kurucusu olduğu İZSİAD, İzmir Sanayici ve İş insanları Derneği‘nin üyesi olup halen devam etmekte olan yönetim kurulu üyeliği dışında 2 dönem başkan yardımcılığı görevini yaptığı, 24 Ocak 2024 tarihinde BASİFED, Batı Anadolu Sanayici ve İş İnsanları Dernekleri Federasyonu başkanlığına seçilmesi sonrasında yaptığı yeni hamlelerle toplum içindeki önem, itibar ve ağırlığının arttığı görülmektedir.

Semiha Güneş’in, göreve gelişi ile birlikte CHP‘li kadın belediye başkanları üzerinden kadın istihdamı ve girişimciliği gibi konuları ön plana çıkararak işbirliği yapmaya özen gösterdiği gözlenmektedir. Örneğin Konak Belediye Başkanı Nilüfer Çınarlı Mutlu ile birlikte belediyenin Türkan Saylan Kültür Merkezi‘ndeki istihdam ofisinin açılışını yapması, yine aynı belediye başkanı 21 Kasım 2024 tarihinde TMMOB İzmir İKK ile birlikte İzmir Elektrik Fabrikası önünde yapılan basın açıklamasında İzmir Elektrik Fabrikası‘nın olduğu parselde yapılacağı söylenen 35 katlı gökdelenin yapılmaması gerektiğini ifade ederken kendisinin aynı tarihlerde gazetelere verdiği demeçle BASİFED olarak 35 katlı gökdelenin yapılmasına karşı olmakla birlikte buraya hem kültür merkezi hem de gökdelenin birlikte yapılabileceğini söyleyerek “ne şiş yansın, ne kebap” tavrını ortaya koyması bu durumun en iyi örnekleridir. (2)

BASİFED‘in yeni başkanı Semiha Güneş‘in bu açıklama sonrasında yanına çektiği İZKA, İzmir Kalkınma Ajansı ve üyesi olup yönetimini desteklediği TMMOB Mimarlar Odası İzmir Şubesi ile birlikte “Girişimci Kadınları Güçlendirme – Mimari ve Tasarımda Kadın Girişimler Programı” kapsamında 15 Ocak 2025 tarihli “Yapay Zeka Mimarlık ve Tasarım Sektörü Semineri & B2B Görüşmeleri” etkinliğini düzenleyerek Mimarlar Odası‘nın yanında durduğunu görürüz. (3)

Ardından, başında olduğu BASİFED‘in 18-19 Şubat 2025 tarihlerinde İzmir Büyükşehir Belediyesi ile birlikte, Ahmed Adnan Saygun Kültür Merkezi‘nde İzmir İktisat Kongresi‘nin 102. yılı nedeniyle İzmir Kadın ve İktisat Kongresi‘ni düzenlediğini ve bu kongre ile ilgili sponsorluğun Semiha Güneş‘in projesini hazırladığı Turan‘daki Neva Yalı‘nın, daha doğrusu bu gökdelenleri yapıp Turan mahallesini mahveden Rönesans Holding‘e bağlı Rönesans Eğitim Vakfı (REV) ile İzmir‘in ünlü gökdelenleri Nurus, Mia Yapı ve Megapol tarafından yapıldığını öğrendik. (4)

Anlaşılan o ki, bir tabu olarak hepimizin yumuşak karnını oluşturup solcusu ya da sağcısı, sermaye sahibi veya emekten yana olduğunu söyleyenleri bir araya getiren “kadın” konusunu kendisine malzeme ya da araç yaparak ve bunu da en kolay haliyle kadın belediye başkanları üzerinden yürüten BASİFED başkanı Semiha Güneş‘in önümüzdeki günlerde kendine yeni ittifaklar kurup müttefikler edinme stratejisi çerçevesinde, bu kentte daha da güçleneceğini, sermaye ve onun dernekleri üzerinden yerel siyaseti belirleyerek bu kentin geleceği konusunda söz sahibi olacağını, belki de “İzmir’in kanaat önderi” unvanı ile taltif edileceğini hep birlikte göreceğiz…

Kentteki en önemli sorunun, her zaman için kamuya ait bir arsa ya da araziyle ilgili olduğu İzmir‘de, son günlerin en önemli tartışma konusu, kentin en hararetli siyasi malzemesi, tabii ki İnciraltı‘nın yapılaşma açılması ile ilgili oldu… Yerel siyasetçilerin bir zamanlar işlediği eski bir kent suçunu çözme bahanesiyle yeniden işlemekte beis görmedikleri yeni bir kent suçu ile tazelenip büyüdü…

Ama bu kez CHP‘li ilçe belediye başkanlarının, İzmir Ticaret Odası temsilcilerinin, milletvekillerinin, eski belediye başkanlarının olaya karışıp ranttan yana taraf tuttuğu ve hep birden TMMOB İzmir İKK temsilcisini karşılarına aldığı, İnciraltı talanına karşı olduklarını bildiğimiz Konak ve Karabağlar belediye başkanlarıyla onların çevresinde kümelenen Hasan Topal, Yusuf Ekici ve Özlem Şenyol gibi eskinin TMMOB yöneticilerinin seslerini bile çıkarmadığı bir suç üstü haliyle…

CHP‘nin zaman içinde nasıl bir menfaat şebekesine dönüşüp AKP‘leştiğinin en önemli örneği, 1 Mayıs meydanlarında ya da yollarda karşımıza çıkan sol kolları havaya kalkmış protokol CHP‘si ile büyükşehir belediye meclisindeki imar komisyonu başkan ve üyelerinin akıl almaz bir operasyonla anında değiştiren ve bunun ilk belirtisi olarak kamu malı olarak bu kentteki herkese ait İnciraltı‘nı “mağdurlar” ya da “mazlumlar” adına sermayeye peşkeş çekenlerin CHP‘si olarak…

Bence bu durumdan çıkarılacak en önemli ders, 2024 mahalli idareler seçimi ile birlikte temsiliyetten uzak yerel siyasetin sahadaki aktörü haline gelen meslek odalarının durumu ile ilgilidir… Daha doğrusu “denetleyici” olmaktan çıkıp “uygulayıcı” duruma geçtikleri bu yeni hal nedeniyle devamlı eleştirip uyarmaya çalıştığımız TMMOB‘ne bağlı meslek odalarının, onların eski ve yeni başkanlarıyla yöneticilerinin yerel siyasetin figürü olma merakının bu vahim durum içindeki rolünü göstermesi açısından… O nedenle, -her zaman söylediğim gibi- TMMOB ve diğer meslek odaları yerel ya da genel siyasetin figürü olmaktan çok, onları izleyip değerlendiren, uyarıp ikaz eden ve yasal yollarla doğru yola zorlayan daha üst ve bağımsız bir konuma geçmeli, oyunu yerel siyasetçilerin çirkin siyasi yöntemleriyle ve onların ahlak dışı kuralları ile oynamamalı, oyunun dışında kalıp oyun kurucu rolü üstlenmelidir derim…

Ortalık toz duman… Tüm belediyeler; hem AKP‘li Menemen Belediyesi hem de diğer CHP‘li belediyeler yapacakları yatırımları ya da birikmiş borçlarını bahane ederek tüm malvarlıklarını mirasyedi anlayışıyla satmakla ya da alacaklı kurumlara devretmekle meşguller… Hem de bize; yani, kamuya ait tüm önemli, değerli, bir daha bulunamayacak gayrimenkulleri satıp elden çıkarmakta beis görmeyip gülücüklerle poz veriyorlar… İhaleye çıkarıp satamadıkları mülkler için de, hangi hesaba dayandığı bilinmeyen büyük indirimler yapıyorlar… Aralarında bu satışlardan üzüldüğünü söyleyenler olsa bile hepsinin gözyaşı timsah gözyaşı niteliğinde… Tek dertleri hesap kitap yapmadan, araştırıp soruşturmadan teslim aldıkları ve teslim aldıktan sonra da borçlarını açıklayamadıkları belediyelerini borçsuz hale getirerek ellerini rahatlatmak…

Ama kesin olan bir şey var ki, hem bizler hem de gelecek kuşaklar onları affetmeyecek! En azından bu borçlara sebep olan eski belediye başkanlarından hesap sormadıkları için…

24 Mart 2024 seçimleri öncesinde aday olup olmayacağı henüz belli olmayan ve 21 Haziran 2023 tarihli 4. Faz temel atma törenine katılan TMMOB Çevre Mühendisleri Odası İzmir Şubesi eski başkanı Helil Kınay‘a bir çevre mühendisi olarak yapılacak tesisin İzmir‘in ihtiyacını karşılayıp karşılayamayacağını sormuş ve yapılanın yetersiz olduğuna ilişkin bir yanıt almıştım.

Söz konusu tesis temelinin atıldığı 21 Haziran 2023 tarihinden açıldığı 28 Nisan 2025 tarihine kadar geçen 1 yıl 10 ay 7 günlük sürede toplam 1 Milyar liralık yatırım yapıldığı söylense bile 4 ayrı fazdan oluşan bu tesisin nüfusu 4,5 Milyona ulaşan İzmir’in ihtiyacı açısından yetersiz olduğu, İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Cemil Tugay‘ın İzgazete‘ye verdiği demeçte 5. fazı gündeme getirmesinden de anlaşılmaktadır. (5)

Ancak 2000’li yılların başında Büyük Kanal Projesi kapsamında 3 ayrı faz şeklinde 300.000 m²’lik alan üzerine kurulan ve günlük ortalama kapasitesi 604.800 m³ olup 2025 yılı içinde 4. fazın işletmeye alınmasıyla birlikte kapasitesi % 36 artışla 820.000 m³’e ulaşan Çiğli İleri Biyolojik Atık Su Arıtma Tesisi‘ne 5. fazın eklenmesi, mutlak koruma altındaki alanda bu tesisin yapımına izin verilmesi mümkün olmayacaktır. (6)

Nitekim İzmir Büyükşehir Belediyesi‘nin 2017-2019 döneminde tesis alanının İzmir Kuş Cenneti‘ne doğru genişletilmesi amacıyla, Gediz Deltası Sulak Alanı‘ndaki koruma alanlarının değiştirilmesine ilişkin itirazımızla ilgili davaya müdahil olma talebi, İzmir 3. İdare Mahkemesi‘nin 13 Mart 2019 tarih, E. 2017/1410, K. 2019/420 sayılı kararına esas olan yargılama çerçevesinde reddedildiği için yeni yeni söz edilmeye başlanan 5. faz yatırımının Gediz Deltası Sulak Alanı‘nda yapılması bu mahkeme kararı uyarınca şimdilik mümkün görülmemektedir.

Ancak diğer yandan İZSU‘nun İnternet sayfasında, aralarında bu tesis de olmak üzere 69 atık su arıtma tesisi ile ilgili bilgilere yer verilirken bu tesislere gelen toplam atık su miktarının; yani, İzmir genelinde arıtılması gereken ve arıtılamadığı için doğaya verilen atık su miktarlarının yıllar itibariyle gösterilmediği görülmektedir.

Tabii ki, gelen gideni aratır deyişinin azizliği çerçevesinde kendi hizmet döneminde yaptığı yanlışlar nedeniyle acımasızca eleştirdiğimiz eski belediye başkanı Tunç Soyer‘e -bugün kendisini savunurcasına- haksızlık yapıldığını, bu yatırımın gerçekleşmesinde hiçbir emeği ve katkısı olmayıp aksine AKP‘nin Gediz Deltası Sulak Alanı‘nı yok edecek olan Körfez Geçiş Projesi‘ni sahiplenip destekleyen eski belediye başkanı Aziz Kocaoğlu‘nu açılış törenine davet ederken, AKP iktidarının uyguladığı “düşman hukuku“na benzer şekilde bu yatırımın ihalesini yapıp temel atma törenini gerçekleştiren eski belediye başkanı Tunç Soyer‘i davet etmemenin de üzerinde çokça düşünülmesi gereken kişisel, kurumsal ve siyasal nezakete sığmayan büyük bir ayıp, büyük bir terbiyesizlik ve vefasızlık olduğunu düşünüyorum.

(1) https://www.izmirkentkonseyi..org.tr/tr/Haberler/Index/4583

(2) https://m.izmirdesondakika.com/haber/basifed-baskani-gunes-alsancak-taki-elektrik-fabrikasi-nin-yikilmasina-biz-de-karsiyiz/137808

(3) https://www.izmimod.org.tr/haberler/yapay-zeka-mimarlik-ve-tasarim-sektoru-semineri-b2b-gorusmeleri

(4) https://www.izmirkadinlarkongresi.org/izmir-kadinlar-kongresi-2025.aspx

(5) https://www.izgazete.net/tugaydan-5-faz-cikisi-hayalim-gorev-suremde-yapilmasi

(6) https://www.izsu.gov.tr/TesisDetay/1/32/2