Ali Rıza Avcan
Son günlerin güncel konusu İZBETON soruşturması, benim ve okurlarım için yeni bir olay değil…
2019 yılından bu yana yakından izlemeye çalıştığım, zaman zaman doğru bilgilere ulaştığım, İzmir Büyükşehir Belediyesi ve İZBETON A.Ş. ile CHP‘li Aziz Kocaoğlu ve Alaattin Yüksel ile AKP‘li İlknur Denizli tarafından işbirliği ile kurulan İzmir Sanayici ve İş İnsanları Derneği (İZSİAD) eliyle kurulan emme-basma pompa düzeninin tüm aktörlerini öğrenip anlamaya ve yazarak anlatmaya çalıştığım bir süreç söz konusu…
Hem de elimdeki bilgilerle herkesi, özellikle de bu yolsuzluğa bulaşan yetkilileri açık açık yazıp çizerek, elektronik posta ya da sosyal medya yardımıyla mesajlar göndererek, bazen de yüz yüze görüşmeler yaparak uyardığım, hukuk ve etik açısından sorunlu olan o yanlışların yapılmaması, o suçların işlenmemesi için farklı yöntemler önererek kendimce vazgeçirmeye çalıştığım bir durum…
Hatta bu çerçevede, Tunç Soyer döneminde daveti üzerine kendisini ziyarete gidecek sevgili dostum gazeteci Süleyman Gençel‘in, “Ali Rıza Tunç’la görüşmeye gidiyorum, ne söylememi istersin?” diyerek fikrimi sorması üzerine, “aman dikkat etsin, İSKİ skandalına benzer bir şeye neden olmasın” diyerek aklımdaki tehlikeli olasılıkları ortaya koymaya çalıştığımı hatırlıyorum…
Ayrıca yaşanan tüm yolsuzluk ve o yolsuzluklara neden olan suçlular, şu an itibariyle yargının önünde olduğu için bu konuda kalem oynatmanın etik bir davranış olmadığını bilmekle birlikte, bütün bunların sonucunda “bakın ben daha önce yazıp çizip sizi uyarmıştım” şeklindeki bir duyguyla sevinmek yerine, İzmir adına, vergisini, sigorta primini zamanında eksiksiz ödeyen, tüm kamusal yükümlülüklerini yerine getiren tüm İzmirliler adına üzgün olduğumu, “keşke bütün bunlar olmasaydı” diye düşündüğümü ifade etmek isterim…
Bana göre siyasi bir yanı olmadığı için mahkemeye intikal eden bu yolsuzluk düzeni hakkında konuşup yazmak -şu an itibariyle- etik olmamakla birlikte; geride kalanlar için, özellikle de CHP’de üst düzeylerde görev yapanlar için dile getirilmesi gereken öneri ya da tavsiyelerimi hem onlarla hem de sizlerle paylaşmak isterim…
Yeter ki, bu ve buna benzer işler bir daha olmasın ve İzmir bütün bu yapılanlardan bir kez daha zarar görmesin düşünce ve dileğiyle…

I- CHP, BELEDİYE HİZMETLERİNİN ÖZELLEŞTİRİLMESİ İLE İLGİLİ POLİTİKA VE UYGULAMALARINI HIZLA GÖZDEN GEÇİRİLMELİDİR…
CHP, “Turgut Özallı Yıllar” olarak bilinen 1980’li bu yıllardan bu yana sağ iktidarların Cumhuriyet Dönemi kazanımları olarak kabul edilen Sümerbank, Etibank, TEKEL, şeker fabrikaları gibi kamu iktisadi teşekküllerinin haraç mezat satışına karşı çıkmış bir siyasi parti olmakla birlikte; kendi belediyelerinin elinde bulunan kamu kaynaklarının; özellikle de kamu mülklerinin şirketler eliyle özelleştirilmesi konusunda sessiz kalmış, bu alanda sosyal demokrasi ideallerine uygun bir karşı çıkış ortaya koymamış, “onlar bu suçu işliyor; ama bizimkiler acep neler yapıyor?” diyerek bir kaygı duymamış, kendisinin hangi yanlışlıkları yaptığını merak etmemiş, daha doğrusu aynen İSKİ skandalında olduğu gibi dikkate almamıştır.
Kemal Kılıçdaroğlu zamanında genel merkez düzleminde düşünülen tüm belediyeleri izleme ve değerlendirme merkezi, yeni genel başkan Özgür Özel zamanında hayata geçirilmiş olmakla birlikte; o da tüm önemli atamaları genel merkeze sorma, kamuoyu araştırmalarını genel merkeze yaptırma, genel merkezden gönderilen partilileri işe yerleştirme şeklindeki hiyerarşik bir yapıya dönüşmüş, genel merkezin toparlayıcı, özendirici, yardımcı ve yön verici fonksiyonları öne çıkmamıştır.
Belediyelerdeki özelleştirme çalışmaları çerçevesinde önce belediye şirketleri kurulmuş, bu şirketlerin yönetimine güvenilir eş, dost, akraba ve partililer doldurulmuş, daha sonra bunların sayısı ve sermayesi arttırılarak temel belediye hizmetlerinin bu şirketler eliyle yapılmasına başlanmış, Türk Ticaret Kanunu’nun getirdiği “ticari sır” gibi imkanlar sayesinde şirketlerin neler yaptığı, ne ölçüde ve nasıl zarar ettiği gibi konular kamuoyundan gizlenmiş, belediye hizmetleri dışındaki başka işlere de bulaşan bu şirketler ortaklıklar kurmak suretiyle yeni hibrit şirketler kurarak belediye dışında ve hatta belediyeden daha büyük ve güçlü ikinci bir büyük yapılanmaya yol açmışlardır.
Örneğin bugün sürdürülmekte olan hukuki sürecin öznesi olan İZBETON şirketinin sermayesini arttırmak amacıyla sadece 2019-2025 döneminde 19.4.2019 tarih, 313 sayılı, 16.4.2021 tarih, 445 ve 457 sayılı, 12.1.2022 tarih, 78 sayılı, 16.6.2022 tarih, 691 sayılı, 14.4.2023 tarih, 430 sayılı, 13.10.2023 tarih, 1081 sayılı, 14.2.2024 tarih, 152 sayılı, 14.6.2024 tarih, 586 sayılı ve 13.6.2025 tarih, 608 sayılı belediye meclisi kararı ile belediye bütçesinden şirket sermayesine “rüçhan hakkı” adı altında toplam 2.037.698.500.- TL kamu kaynağı şirkete aktarılmış, şirketi kurtarmak bahanesiyle belediyenin çok değerli gayrimenkulleri sermaye olarak söz konusu şirkete verilmiş, yönetim kuruluna şirketin amaç ve faaliyet alanı ile ilgisi olmayan zevat doldurulmuş, yönetim kuruluna ait görev, yetki ve sorumluluklar tek bir genel müdüre devredilmiş; böylelikle, ilginç bir soygun düzeninin tezgahı hazırlanmıştır.
Ve sonuç olarak İZBETON kendisine aktarılan tüm kamu kaynaklarına rağmen kötü niyetli yönetim yapısı, onun art niyetli karar ve uygulamaları nedeniyle bugün itibariyle fiilen iflas etmiş, çalışamaz hale gelmiştir…
CHP İşte bu nedenle, kendi belediyeleri tarafından bol miktarda şirket kurulması, yetmedi bu şirketlerin yeni hibrit şirketler kurup adeta bir holding yapısına ulaşılması, belediye hizmetleriyle belediye hizmetleriyle hiçbir ilgisi olmayan işlerin bu şirketler eliyle yürütülmesi, önemli ve büyük işlerin belediyeler yerine şirketler eliyle yapılması gibi uygulamalardan vazgeçerek belediyelerdeki özelleştirme uygulamalarını gözden geçirerek, hem AKP iktidarının eline koz vermemek hem de sosyal demokrat politikalara dönüp ve “yeniden belediyecilik” sloganını hatırlayarak, “kamu yararı” ilkesini önceleyen bir anlayışla kendini yeniden şekillendirmeli, bu çürümüşlükle malul ve sonuç olarak kendine zarar veren yapıya son vermeli, kendine çeki düzen vermelidir.

II- “KAMU YARARI” DÜŞÜNCESİ YENİDEN GÜNDEME GELMELİDİR…
Bugün CHP’nin “gölge içişleri bakanı” olarak bilinen İzmir milletvekili Murat Bakan, 2017 yılında belediye şirketlerinin Devlet İhale Kanunu’na bağlı olmadan iş yapması, böylelikle işin iyice raydan çıkması için kanun teklifi veren; yani, kamu kaynaklarıyla kurulan şirketlerinin kamu denetimine takılmaksızın iş yapmasını arzulayan bir parlamenterdir…
Söz konusu parlamenter, belediyelere ait kamu kaynaklarının özelleştirilmesi konusunda “kraldan çok kralcı” bir tutum içinde olduğuna göre belediyelerle ilgili “gölge içişleri bakanı” ya da belediyelerle ilgili genel başkan yardımcısı gibi isimlerin; ayrıca tüm parti örgütlerinin kamu yararını önceleyen ve bu uğurda mücadele edecek isimlerle değiştirilmesi, CHP’nin kadim kamucu politikalarının hatırlanması yerinde olacaktır.

III- KAMU KAYNAKLARIYLA KURULAN ŞİRKETLERDEKİ HER TÜRLÜ ZARAR, “KAMU ZARARI” OLARAK KABUL EDİLMELİDİR…
Tunç Soyer’in savcılığa verdiği ifade tutanağından da görüleceği gibi, daha önce İçişleri Bakanlığı’nın kendisi ve İZBETON yöneticileri hakkında verdiği 29.07 2024 tarih, Mül. Tef. Kur. Bşk. 2024/158 sayılı soruşturma izni, Danıştay 1. Dairesi’nin 30.01.2025 tarih, E.2025/3, K.2025/59 sayılı kararı ile iptal edilip söz konusu Danıştay dairesi,
“bu bağlamda, 1/a, 1/b ve 1/c maddelerinden ilgililere isnat edilen eylemlerin, Türk Ticaret Kanunu hükümlerine tabi olarak faaliyet gösteren İzmir Büyükşehir Belediyesi’ne ait İZBETON A.Ş.’nin faaliyetleri kapsamında kaldığı, belediye şirketi olmakla birlikte Türk Ticaret Kanunu hükümlerine göre kurulan ve yönetilen bu şirketin ticaret şirketi statüsünde olduğu, adı geçenin özel hukuk hükümlerine tabi bu şirketteki faaliyetlerinin kamu görevi olmadığı, 4483 sayılı Kanun kapsamında kamu hizmetlerinin gerektirdiği asli ve sürekli görevin ifasından kaynaklanmayan ilgililere isnat edilen eylemler nedeniyle ilgililer hakkında inceleme yapılamayacağı ve yetkili merci kararı alınamayacağı”
Gerekçesiyle verdiği kararda, kamu kaynaklarıyla kurulan İZBETON’un yaptığı iş kamu hizmeti olarak görülmeyip şirketi yönetenlerin kamu hukukuna göre değil, özel hukuka göre yargılanması gerektiği, o nedenle ortaya çıkan zararın “kamu zararı” olarak kabul edilemeyeceği belirtildiği için; bugün yargılanan isimler kamu hukuku hükümlerine göre değil, şirketlere ve şirket yöneticilerine büyük kolaylıklar sunan özel hukuk hükümlerine göre yargılanmaya başlamıştır.
İşte o nedenle, Tunç Soyer “ortada somut, net, belli bir kamu zararı yok” diyerek, bu zarardan sorumlu olmayacağını bilerek kendini savunmakta, şirketle ve kooperatiflerle ilgili işlemlerde kendini sorumlu görmemektedir… Çünkü o davanın sonucundan da anlaşılacağı üzere, kamu kaynaklarından alınıp kamu kurumu olmayan ticari bir şirkete transfer edilen paralar suç niteliğindeki yöntemlerle çarçur edildiğinde, mevcut hukuk düzenimiz onu kamu hukuku itibariyle yargılayamıyor ve ortaya çıkan zararı da kamu zararı olarak kabul etmiyor…
Anlayacağımız, içinde bulunduğumuz kapitalist sistem ve onun şirketleri koruyup kollayan hukuk düzeni, kamu kaynaklarıyla kurulup devamlı olarak kamu tarafından beslenen şirketlerdeki zarar ziyanı “kamu zararı” olarak kabul etmiyor ve o nedenle de kamuya; yani topluma ait olan o paralar, o suçu işleyenlerden tahsil edilemiyor… Böylelikle belediyeler ve onun sahip olduğu kamu kaynakları için değil; ama, korunup kollanan şirketleri için ayrı bir “kıyak” yapılmış oluyor…
Kısacası her türlü yolsuzluk, yağma ve hırsızlık belediye yerine onun şirketinde yapıldığında her şey mübah, her şey yasal kabul ediliyor… Tabii ki gerçekleştirilen özelleştirmeler, belediye hizmetlerinin kurulan şirketlere aktarılması sayesinde…
İşte tam da bu nedenle CHP, kamu kaynaklarıyla kurulan tüm şirketlerde yapılan usulsüz harcamaların “kamu zararı” olarak kabulünü sağlayacak şekilde bir kanun teklifi vererek -teklifi her ne kadar burjuva hukuk sistemini savunan diğer siyasi partiler sayesinde kabul edilmeyecek olsa da- hem kendisi hem de iktidar belediyelerindeki bu tür yolsuzlukların önüne geçme niyetinde olduğunu göstermeli ve bu niyet çerçevesinde belediyelerini yönetme becerisini göstermelidir.

IV- MECLİS ÜYELERİNİ KORUMAK İÇİN DEĞİL, UNUTULMUŞ OLAN “GÜÇLER AYRILIĞI İLKESİ”Nİ HAYATA GEÇİRMEK İÇİN…
CHP Genel Merkezi geçtiğimiz günlerde yayınladığı 11 Temmuz 2025 tarihli genelgede belediye şirketlerinin yönetim kurullarında görev alan belediye meclisi üyelerinin “hukuki süreçlerle karşı karşıya kalmış, bazıları ise tutuklanmış” olmaları gerekçesiyle belediye şirketlerinde görevli bulunan belediye meclis üyelerinin (Yönetim Kurulu Başkanı, Yönetim Kurulu Üyesi, Genel Müdür vb.) bu görevlerinden “ivedilikle ayrılmalarının sağlanması” konusunun büyük önem arz ettiğini belirtmiştir.
Oysa CHP, hem programı hem de söylemi itibariyle yasama, yürütme ve yargı organlarının birbirinden ayrılığını; yani “Güçler Ayrılığı İlkesi”ni hararetle savunan, bunun için mücadele eden, oluşturulan başkanlık sisteminin bu ilkeyi yok ettiğini iddia eden siyasi bir partidir. Aynı ilke belediyelerde yasama/karar ve yargı/denetleme organı olan belediye meclisi üyeleri ile yürütme organını oluşturan belediye ve şirketi yönetici ve çalışanlarını kapsadığı için belediye meclisi üyesi olarak karar ve denetleme gücünü elinde bulunduran CHP’li meclis üyelerinin, kendi şahsi ve siyasi güvenlikleri için değil, savundukları ve hayata geçmesi için mücadele ettikleri “Güçler Ayrılığı İlkesi”ne aykırı olduğu için görevlerinden ayrılmalarını talep etmesi gerekirdi.
Hele ki son günlerde kulağımıza gelen bilgilere göre, İzmir Büyükşehir Belediye Meclisindeki “vazgeçilemez” 7 meclis üyesinin (Saadet Çağlın, Nilüfer Bakoğlu Aşık, Mustafa Özuslu, Zafer Levent Yıldır, Candaş Yeter, Kazım Umdular ve Elvin Sönmez Güler) şirketlerde görev yapması konusunda genel başkan Özgür Özel‘in karar vereceği haberinin, CHP içinde daha önce kabul edilip savunulan program metinleriyle ilkelere rağmen genel başkanın karar verecek olması, CHP‘nin bu konuda her şeye rağmen tek bir ders çıkarmadığını ve kendisinin her an kıyasıya eleştirdiği tek adam yönetimine benzer şekilde, CHP içinde de her şeye karar veren bir tek adam yönetiminin oluştuğunun somut bir kanıtı olarak kabul edilemez mi? Ne dersiniz?
Bu durum CHP’nin halen programında ve diğer temel belgelerinde yazılı olan ilkelerle değil, günlük ihtiyaç ve sorunlara göre karar aldığının en önemli kanıtlarından biridir.

CHP’nin, 1990’lı yıllarda yaşadığı “İSKİ Skandalı”nı yakından izleyip tanık olmuş biri olarak; İZBETON davası öncesinde ve sonrasında dile getirmeye çalıştığım öneri ve tavsiyelerin bir an önce yerine getirmesi suretiyle sadece kurucunun adını anarak değil, o kurucunun oluşturduğu ilkelere geri dönüp sahip çıkarak, işçilere, emekçilere, yoksullara, dar gelirlilere, emeklilere; kısacası tüm topluma ait olan kamu kaynaklarını kamu yararını dikkate alarak korumak için makam, mevki, koltuk, huzur hakkı, murahhas aza ücreti, rant, para gibi çıkar peşinde koşan üyelerini denetleyip cezalandırarak rayına oturtması dileğiyle…
Tabii ki, bataklıkta üreyen sinekleri öldürmek yerine sorunun asıl kaynağı olan şirketler bataklığını kurutmak istiyorsa…




















































