Ali Rıza Avcan
Arkeoloji dünyasının ünlü isimlerinden Ekrem Akurgal’ın “uygarlıkların beşiği” olarak tanımladığı İzmir’de, hem kentin hem de ülkenin sanat ve kültür dünyasına yön veren Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’nin 1990’lı yılların sonunda Narlıdere’de yapılan binaları, bağlı olduğu Dokuz Eylül Üniversitesi Rektörlüğü’nün isteği üzerine düzenlenen bir raporla depreme dayanıksız yapı olarak ilan ediliyor ve bu yapılarda eğitim gören binlerce öğrenciyle akademisyenin acil olarak Tınaztepe yerleşkesinde rektörlük için yapılan binaya taşınması isteniyor.
Öğrenciler ve akademisyenler haliyle bu haksız, hukuksuz ve yersiz talebe karşı çıkıyorlar ve kendilerine destek olması için kentin belediye başkanından yardım istiyorlar…
İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin Konak’taki ana hizmet binasının, depreme dayanıklı olmadığı bilindiği halde; bu kentin belediye başkanı, bu bina içinde çalışan meclis üyesiyle binlerce çalışanın ve ziyaretçinin her an büyük bir tehlike içinde olduğunu unutarak, görüştüğü öğrencilere yardımcı olacağını ifade ediyor ve depreme dayanıksız olduğu söylenen binaları yıkarak yeniden yapacağı sözünü veriyor.
Binaların yapılacağı süre içinde eğitimin kesilmemesi için de görüştüğü öğrencilere Kültürpark’taki hangarları adres olarak gösteriyor.
Dokuz Eylül Üniversitesi Rektörlüğü de, soruna taraf olan milletvekillerinin ve örgütlerin ısrarlı taleplerine karşın, Güzel Sanatlar Fakültesi binalarının depreme dayanaksız olduğunu gösteren raporu kimseyle paylaşmıyor ve paylaşmaktan titizlikle kaçınıyor…
Rektörlüğün bu çabasını onun açısından anlamak mümkün…
Çünkü, mahkemelerin bile her bilirkişi raporunu kabul etmediği bir ortamda, rektörlük, tüm sorunun odak noktası olan düzmece raporun tartışmaya açılmasını istemiyor olabilir…
Hepimiz biliyoruz ki, başından paçasına kadar siyasete bulaşmış YÖK üniversiteleri uzunca bir zamandır iktidarın, gücü elinde tutanların istediği şekilde rapor veren, görüş belirten yerler haline dönüştüler…
O nedenle, çoğu kez üniversitelerin, o üniversitelerde çalışan akademisyenlerin emir üzre verdikleri raporlara, görüşlere inanmıyor, güvenmiyor, onları ciddiye almıyoruz… Aynen, toplumun ülkemizdeki adalet sistemine % 38 düzeyinde inanması gibi…
Ne yazık ki, artık hem adalet hem eğitim sistemimiz bu ülkede yaşayanlar için güvenilir değil…
Peki, bu durumda, kendi binasının bile depreme dayanıksız olduğunu bilen İzmir Büyükşehir Belediyesi ya da Narlıdere Belediyesi, daha önce inşaat ve kullanma izni verdiği (tabii ki söz konusu binaların ruhsatsız olduğunu ihtimalini de dikkate alarak) bu binalar için herkesin güvenebileceği ikinci bir raporu niye hazırlamıyor ve kamuoyu ile paylaşmıyor?
Çünkü, yani İzmir Büyükşehir Belediyesi ya da Narlıdere Belediyesi 3194 sayılı İmar Kanunu’nun 21. maddesine göre (26. maddedeki istisna hükümleri dikkate alınarak) inşaatın başlamasından önce, söz konusu binaların devlet üniversitesine (kamu kurumuna) ait olması nedeniyle avan proje onayı, aynı yasanın 30. maddesine göre de inşaatın bitiminde o binanın içine öğrenci ve akademisyenlerin girip eğitimin başlatılabilmesi için inşaatın projesine uygun yapılıp yapılmadığını denetleyerek yapı kullanma izni dediğimiz ruhsatı vermesi gerekiyor.
Ayrıca, yine aynı kanunun “Yıkılacak Derecede Tehlikeli Yapılar” başlığını taşıyan 39. maddesinin 7181 sayılı Yasa ile değişik hükmü, bina sahibinin ya da belediyenin o binanın yıkılacak derecede tehlikeli olduğunu düşünmesi durumunda neler yapılacağını şu şekilde düzenlemiş durumda:
“Genel güvenlik ve asayiş bakımından tehlike arz ettiği valilikçe tespit edilen metruk yapılar ile bir kısmı veya tamamının yıkılacak derecede tehlikeli olduğu belediye veya valilik tarafından tespit edilen yapıların sahiplerinin adrese dayalı nüfus kayıt sistemindeki adreslerine tehlike derecesine göre bunun izalesi için belediye veya valilikçe üç gün içinde tebligat yapılır. Yapı sahibine bu şekilde tebligat yapılamaması hâlinde bu durum tebligat yapan idarenin internet sayfasında 30 gün süre ile ilan edilir ve tebligat varakası tebliğ yerine kaim olmak üzere tehlikeli yapıya asılır ve keyfiyet muhtarla birlikte bir zabıtla tespit edilir. Malik dışında binada ikamet amacıyla oturanlara da ayrıca tahliye için tebligat yapılır.
Tebligatı veya ilanı müteakip 30 günü geçmemek üzere ilgili idarece belirlenen süre içinde yapı sahibi tarafından tehlikeli durumun ortadan kaldırılmaması hâlinde, tehlikenin giderilmesi veya yıkım işleri belediye veya valilikçe yapılır ve masrafı % 20 fazlası ile yapı sahibinden tahsil edilir. Alakalının fakruhali tevsik olunursa masraf belediye veya valilikçe bütçesinden karşılanır. Tehlike durumu o yapı ve civarının boşaltılmasını icabettiriyorsa mahkeme kararına lüzum kalmaksızın zabıta marifetiyle derhal tahliye ettirilir.”
Şimdi bu durumda, 3914 sayılı İmar Kanunu’nun 21, 26, 30 ve 39. maddelerindeki hükümlerle görevli, yetkili ve sorumlu kılınan belediyenin (İzmir Büyükşehir ya da Narlıdere belediyeleri), depreme dayanıksız olduğu için yıkılacak derecede tehlikeli olduğu iddia edilen bu binaların gerçekten depreme dayanıksız olup olmadığını kendi olanaklarıyla niye test etmediğini, Dokuz Eylül Üniversitesi Rektörlüğü’nce yapılan tespitin doğru olup olmadığını niye araştırmadığını, en azından söz konusu Rektörlük tarafından düzenlendiği iddia edilen raporu niye talep etmediğini ya da talep edip de temin etmişse bunu niye öğrenciler, akademisyenler ve kamuoyu ile paylaşmadığını, elindeki bu yasal yetkileri şimdiye kadar niye kullanmadığını, kullanmaktan niye kaçındığını sormak gerekir…
Tabii ki, kendi hizmet binasının depreme dayanıksız olduğu cümle alem tarafından bilinen bir büyükşehir belediyesinin, Güzel Sanatlar Fakültesi öğrencileri ve akademisyenlerinin ikna edilmesi; daha doğrusu güzel sanatlar eğitiminin devamı için sahip olduğu yasal yetkileri kullanıp kullanmama konusundaki samimiyetini test etmek koşuluyla…
Çünkü yürekten inanıyoruz ki, bu konuda taraf yapılmak istenen Güzel Sanatlar Fakültesi öğrencileriyle akademisyenlerin asıl sorunu, kendilerinin de söylediği gibi bina değil, eğitimdir!