TMMOB İzmir: Yerel muhalefetten iktidara…

Ali Rıza Avcan

Yılar yıllar önce, muhtemelen 1999-2000 yıllarında İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Ahmet Piriştina‘nın danışmanlığını üstlenen TMMOB Mimarlar Odası genel başkanı rahmetli Oktay Ekinci‘yle yaptığım sohbet sırasında, asıl görevi “mühendislik ve mimarlık mesleği mensuplarının müşterek ihtiyaçlarını karşılamak, mesleki faaliyetlerini kolaylaştırmak, mesleğin genel menfaatlere uygun olarak gelişmesini sağlamak, meslek mensuplarının birbirleriyle ve halk ile olan ilişkilerinde dürüstlüğü ve güveni hakim kılmak üzere meslek disiplinini ve ahlakını korumak için gerekli gördüğü bütün teşebbüs ve faaliyetlerde bulunmak” (1) olarak belirlenmekle birlikte merkezi ve yerel iktidarın uygulamalarını izleyip değerlendirmek ve öneriler geliştirmek olan TMMOB‘a bağlı Mimarlar Odası‘nın genel başkanı olarak, bir ücret ilişkisi içinde danışmanlığını yaptığı belediye başkanının kendisinin tüm uyarılarına rağmen kamu yararına aykırı yanlış bir uygulama yapması durumunda nasıl bir davranacağını sorarak, aslında böylesi bir durumun bizim Mimarlar Odası‘ndan ya da diğer meslek odalarından beklediklerimize ters düştüğünü ifade etmeye çalışmıştım.

O tarihlerden bu yana geçen süre içinde ise benim dile getirdiğim bu duyarlılığının aksine TMMOB‘ne bağlı bazı meslek odalarının eski ve yeni yöneticileri belediyelerde genel sekreterlik, genel sekreter yardımcılığı, danışmanlık, daire başkanlığı, koordinatörlük ve şirket yöneticiliği gibi doğrudan belediye başkanına bağlı olup yerel iktidarın gücünü kullanan görevlere gelebilmek için adeta birbirleriyle yarıştılar.

Çünkü Ahmet Piriştina‘dan başlamak üzere Aziz Kocaoğlu ve Tunç Soyer, giderek artan bir yoğunlukla yerel basınla meslek odalarını kendilerine bağlayarak kentteki muhalefeti esir alıp etkisizleştirmeyi öğrendiler; böylelikle, kamu yararını savunup akılcı yol ve çözümler üreten toplumsal muhalefeti bilinçli bir şekilde yok etmeye ya da zayıflatmaya çalıştılar. Bu yöntem bazı meslek odaları için etkili olmasa da yer yer ve zaman zaman kentsel ranta yakın bazı meslek odası yöneticilerini bu yöntemle ikna edip kazanmaları zor olmadı…

Tabii ki böylesine bir esir alma ya da etkisizleştirme yöntemini Karşıyaka uygulaması sırasında fark edip öğrenen Cemil Tugay ise, hem belediye meclisi ve komisyon üyeliklerinde, hem de başkan yardımcılığı, müdürlük ve şirket yöneticiliği gibi görevlerde meslek odalarının eski başkanlarını çevresinde toplamaya, onların koruması altında iş yapmaya, yanlış işler yaptığında onlardan destek almaya özen gösterdi.

Nitekim 2020-2021 yıllarında Mavişehir‘deki değerli arsadaki belediye hissesinin değerlendirilmesinde başka yöntemler varken alıcının belirlediği ucuz bir bedelle Mehmet Cengiz’e satılması olayında, gayretkeş bir meclis üyesinin çabası sonucunda TMMOB Harita ve Kadastro Mühendisleri Odası İzmir Şubesi‘nin, oda yönetiminde olan birinin belediyenin kentsel dönüşüm müdürü olması karşılığında kendisini destekleyip arka çıkan bildirisi ile güç kazanmaya çalışmış; ancak, bu bildirinin, yapılan satışın “kent suçu” olduğunu ortaya koyan Harita ve Kadastro Mühendisleri Odası Genel Merkezi‘nin bildirisi ile iptal edilmesi üzerine, belediye ile söz konusu odanın İzmir şubesi arasındaki ilişkinin kirli bir ilişki olduğu ortaya çıkmıştı. Belediye başkanı Cemil Tugay bu olayın sonrasında daha da ileri giderek bir meslek odasının eski başkanlarıyla birlikte “Karşıyaka Şehircilik Kitaplığı“nı bile açmıştı…

O tarihlerde sadece belediye meclis üyesi olma, danışmanlık yapma ya da üst düzeylerde yöneticilik yapma şeklinde ortaya çıkan bu eğilime dikkat çekmek için, “Belediyelerin meslek odalarıyla ilişkisi” başlıklı bir yazıyı kaleme alarak meslek odası yöneticisi olma güç ve vasfını kullanarak dolgun ücretli görevler için belediyeye transfer olan meslek odası yöneticileri için etik kuralların geliştirilmesi gereğini dile getirmiş, bu önerim nedeniyle danışman olan bir eski meslek odası yöneticisi beni telefonla arayarak kendisinin ne kadar yararlı bir uzman olduğunu kanıtlamaya çalışmış, bu konuyu ele alıp gündeme taşımamdan rahatsız olanlar ise yüzlerini ekşiterek ve “bu konular bizim iç işlerimiz, sizi ilgilendirmez” diyerek memnuniyetsizliklerini ifade etmişlerdi. (2)

Anlaşılan bu önerim iyice anlaşılmamış ya da dikkate alınmamış olacak ki, önce 14 Mayıs 2023 tarihli milletvekilliği genel seçiminde İzmir milletvekili olmaya çalışıp bu işte başarılı olamayınca 31 Mart 2024 tarihli seçimler öncesinde, bir dönem kent ve çevre muhalefeti adına birlikte mücadele edip yol yürüdüğümüz meslek odalarının eski başkanları, yönetim kurulu üyeleri, sekreterleri bu mücadelelerden aldıkları güçle önce CHP‘nin üyesi, ardından da İzmir‘in Konak ve Karabağlar gibi merkezdeki büyük belediyelerinin başkanı, meclis üyesi, başkan yardımcısı, İzmir Büyükşehir Belediyesi CHP grup sözcüsü, grup başkan vekili, meclis üyesi, başkan danışmanı, şirket yönetim kurulu başkanı ve üyesi, spor kulübü başkanı ve şube müdürü olmaya başladılar. Böylelikle TMMOB İzmir şubelerinin eski yöneticileri muhalefetteyken ya da arafta bir yerlerde beklerken, üyesi olup parti genel başkanı ile diğer üst yöneticilerinin ağzına bakan ve bir sonraki seçimde daha üst mevkilere atlamayı düşünen “siyasetçiler” olarak yerel iktidarın başına geçtiler. Tabii ki daha dün bizlerle birlikte yürüttükleri anti kapitalist toplumsal kent muhalefetini siyasi ya da bürokratik kariyerleri adına unutarak; hatta, bu muhalefetin taleplerine kulak tıkayarak siyasetçilerle ya da kentin egemenleriyle birlikte yeni rollere, yeni işlere soyundular, eskiden söylediklerini, savunduklarını unutmaya başladılar.

Tabii ki, şu an itibariyle, şu anki meslek odası yöneticileri de AKP iktidarıyla ilgili konularda muhalefet ederken, -ne hikmetse- İzmir Büyükşehir Belediyesi‘nin ya da diğer ilçe belediyelerinin yaptığı yanlışlara; örneğin Kültürpark, Basmane Çukuru, Konak Meydanı‘nda yapılacak belediye hizmet binası, Körfez kirliliği ve kokusu ile 1. Kordon‘a deniz baskınlarını önlemek bahanesiyle yapılacak duvar gibi konularda sus pus olup sessizliğe büründüler, onun yerine hangi komitenin ne zaman toplanacağı, hangi mesleki toplantının hangi saatte nerede yapılacağı gibi sadece kendi üyelerini ilgilendiren sosyal medya duyurularıyla adeta AKP‘nin arzuladığı, sadece meslektaşlarının haklarını savunan meslek örgütlerine dönüşmeye başladılar…

Bu durumda tabii ki, tüzel kişiliğe sahip kamu kurumu niteliğindeki TMMOB‘un ve ona bağlı meslek odalarının bugüne kadar gelmiş mücadeleler içinde toplumda ve toplumun dinamik kesimlerinde yarattığı saygınlık, sempati ve güvenilirlik gibi duygular, bu dönemin parti yönetiminin izinden çıkmayan yeni “siyasetçileri” olarak tanımaya başladığımız TMMOB eski yöneticileri eliyle yürütülen ve çoğu kez kendi aralarında gruplaşıp rekabet ettikleri anlaşılan izlenimler nedeniyle yok olmaya; hatta kırgınlık, kızgınlık ve öfkeye dönüşmeye başladı… Daha doğrusu, geride bırakmakla birlikte güç aldıkları TMMOB‘ne ve bağlı meslek odalarına zarar vermeye başladı….

Meslek odalarıyla yerel yönetimlerin zaman içinde gelişip dönüşen bu ilişkileri bağlamında, bu gidişle ilerideki yıllarda ortaya çıkacak en önemli sorun, seçimler öncesinde hakkında hiçbir araştırma ve inceleme yapmadan aday oldukları ya da sürpriz bir şekilde kendilerine teslim edilen belediyeler parasızlık, büyük borçlar, kötü yönetim, bilgisizlik, tecrübesizlik, olası olumsuz siyasi gelişmeler ve siyasi müdahaleler gibi nedenlerle başarısız ya da etkisiz olmaları durumunda, kendilerinden ve üyesi oldukları partiden çok, geride bırakıp devamlı destek aldıkları TMMOB‘un kurumsal kimliği ve itibarı üzerinde yaratacakları hasar gibi gözüküyor…

Her ne kadar kendilerini farklı şekillerde savunup haksızlık yaptığımızı söyleyecek olsalar da; bizim dışardan görüp kavradığımız ahvalin bu şekilde olduğuna inanıyorum…

Bu anlamda tüm umudumuz, İzmir‘deki kent muhalefetin eskisi gibi canlı ve etkili kalabilmesi için, TMMOB‘un ve bağlı meslek odalarının, şimdilerde kentin yöneticisi olan eski başkan ve üyelerinden bağımsız bir politika ve tutum geliştirmesi; daha doğrusu, kamu yararını önceleyen bilimsel, tarafsız ve bağımsız bir şekilde halktan yana ve halkla birlikte eski demokratik, kapsayıcı, mücadeleci, eleştirel tutum ve davranışlarını sürdürmesidir…

(1) 6235 Sayılı Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği Kanunu, Madde 2, Erişim Tarihi: 21.09.2024, https://www.tmmob.org.tr/hukuk/yasal-cerceve/6235-sayili-turk-muhendis-ve-mimar-odalari-birligi-kanunu

(2) “Belediyelerin meslek odalarıyla ilişkisi”, www.kentstratejileri.com/2017/05/25/belediyelerin-meslek-odalarıyla-ilişkisi/

Protokoller ve şeffaflık…

Ali Rıza Avcan

Pacta sunt servanda(Anlaşmalar her zaman gözlemlenmelidir)

Protokol‘ sözcüğünün Türkçe Sözlük’teki karşılığı iki ayrı anlamı ifade ediyor.

İlk anlamı “kimi törenlerde ve durumlarda uyulması gereken kuralların genel adı” olarak tanımlanıyor.

İkinci anlamı ise, “resmi bir toplantı, oturum, soruşturma ve benzeri sonunda iki yanca imzalanan, ilerde yapılacak bir anlaşmaya, sözleşmeye dayanak olacak belge” olarak tanımlanıyor.

Biz bugün burada bu sözcüğün birinci anlamı ile değil, ikinci anlamı üzerinde duracağız: İki ya da daha fazla taraf arasında önceden belirlenen ilke ve yöntemler boyutunda yapılan anlaşmalar üzerinde duracağız. Özellikle İzmir’de son günlerde İzmir Büyükşehir Belediyesi ile Türkiye Mimar ve Mühendis Odaları Birliği’ne (TMMOB) bağlı meslek odaları arasında imzalanan protokol üzerinde duracağız.

Bilindiği gibi İzmir Büyükşehir Belediyesi hem Anayasa, hem de 5216 sayılı Büyükşehir Belediyesi Kanunu ile 5393 sayılı Belediye Kanunu hükümlerine göre bir kamu kurumudur.

Aynı şekilde Türkiye Mimar ve Mühendis Odaları Birliği de kendisinin oluşumunu sağlayan 6235 sayılı Türk ve Mühendis Odaları Birliği Kanunu’nun 1. maddesine göre “kamu kurumu niteliğinde meslek kuruluşu“dur.

Ele aldığımız protokol, 21 Ekim 2019 tarihli protokolün 3. maddesinde de belirtildiği gibi, 5393 sayılı Belediye Kanunu’nun 13 ve 75. maddeleri ile 6235 sayılı Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği Kanunu’nun 2. maddesinin (c) maddesi hükümlerine dayanılarak düzenlenmiştir.

Protokolün yasal dayanağını oluşturan 5393 sayılı Belediye Kanunu’nun ‘Hemşeri Hukuku‘ ile ilgili 13. maddesinde, “Belediye, hemşehriler arasında sosyal ve kültürel ilişkilerin geliştirilmesi ve kültürel değerlerin korunması konusunda gerekli çalışmaları yapar. Bu çalışmalarda üniversitelerin, kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarının, sendikaların, sivil toplum kuruluşları ve uzman kişilerin katılımını sağlayacak önlemler alınır.“,

Ayrıca, aynı kanunun ‘Diğer Kurumlarla İlişkiler‘ başlığını taşıyan 75. maddesinin (c) fıkrasında, “Kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları, kamu yararına çalışan dernekler, Cumhurbaşkanınca vergi muafiyeti tanınmış vakıflar ve 7/6/2005 tarihli ve 5362 sayılı Esnaf ve Sanatkârlar Meslek Kuruluşları Kanunu kapsamına giren meslek odaları ile ortak hizmet projeleri gerçekleştirebilir. Diğer dernek ve vakıflar ile gerçekleştirilecek ortak hizmet projeleri için mahallin en büyük mülki idare amirinin izninin alınması gerekir.” 

Hükümleri yer aldığına göre yarın öbür gün İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin ya da diğer belediyelerin ticaret, sanayi ve esnaf odalarıyla, Mülkiyeliler Birliği gibi kamu yararına çalışan derneklerle ve vergi muafiyeti tanınmış vakıflarla protokol imzalaması da mümkün görülmektedir.

Kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarının, kamu yararına çalışan derneklerin, vergi muafiyeti tanınmış vakıfların kendi görev, yetki ve sorumluluk alanlarına giren konularda belediyelerle protokol imzalayıp işbirliği içinde çalışmaları oldukça yararlı ve doğru bir girişim olmakla birlikte; merkezi yönetimin yerel yönetimler üzerindeki vesayet denetiminin azaltılabilmesi amacıyla izin verilenlerin dışında kalan diğer dernek ve vakıflarla işbirliği yapma konusunda valilere tanınan yetkinin kaldırılarak, bu konudaki tüm yetkinin belediyelere verilmesi gerekmektedir.

Ayrıca, 31 Mart 2019 tarihli yerel seçimler öncesinde Seferihisar Belediyesi’nin Uluslararası Şeffaflık Derneği’nden aldığı Şeffaf Belediyecilik Ödülü‘ne esas olan denetim raporunun, dernekle belediye arasında imzalanan protokolün ‘gizlilik ilkesi‘ nedeniyle (!!!) belediye başkanının onayı olmadan kamuoyuna açıklanmadığını hatırladığımız için; 

izmir-tmmob-2Başkanı ve meclis üyeleri halkın oyuyla seçilen belediyelerle ilgili her türlü işbirliği çalışmasının  halkın bilgi alma hakkı çerçevesinde şeffaf bir şekilde yapılması; hem düzenlenen işbirliği protokollerinin hem de bu protokoller çerçevesinde alınan her görüşme ve kararın; ayrıca, bu kararlar çerçevesinde hayata geçen her uygulamanın Aziz Kocaoğlu dönemindeki İzmir Ekonomik Kalkınma ve Koordinasyon Kurulu (İEKKK) uygulamasında olduğu gibi kapalı kapılar ardında değil, kamuoyunun gözü önünde şeffaf bir şekilde; özellikle de belediye meclislerinden onay alınması ya da bilgi verilmesi suretiyle yapılması uygun ve doğru olacaktır.

Tüm bir kenti kucaklayabilmek… (1)

Ali Rıza Avcan

Bir süre önce birbirini takip eden iki ayrı yazımda, İzmir’de kent ölçekli toplumsal muhalefetin yetersizliğinden ve bu eksikliği gidermek amacıyla örgütlü olan ya da olmayan tüm kesimlerin bir araya gelerek tüm bir kenti kucaklaması gerekliliğinden söz etmiştim.

Gördüğüm kadarıyla kent boyutundaki bu mücadeleyi bugüne kadar Türkiye Mimar ve Mühendis Odaları Birliği’ne (TMMOB) bağlı bir kısım meslek odası; özellikle Mimarlar Odası ile Şehir Plancıları Odası’nın İzmir şubeleri kurumsal ölçekte tek başına ya da diğer sivil toplum kuruluşlarıyla herhangi bir örgüte üye olmayan sivilleri yanlarına alarak sürdürmeye çalışıyor.

Bu tür kent mücadelelerinde, Mimarlar Odası ve Şehir Plancıları Odası gibi meslek örgütleri diğer meslek örgütlerine göre daha fazla öne çıkmakla birlikte; diğerlerinin, örneğin TMMOB çatısı altında bulunan inşaat, makina ve ziraat mühendisleri odaları gibi büyük ve etkin örgütlerle İzmir Tabip Odası, İzmir Diş Hekimleri Odası ve İzmir Barosu gibi diğer meslek örgütlerini -ne yazık ki- her düzeydeki kentsel mücadelede yanımızda göremiyoruz.

maxresdefault

Ayrıca hukuki anlamda “yarı kamu kurumu” niteliğindeki TMMOB’nin bazı kent mücadelelerinde ilgili meslek odası başkanı üzerinden, bazı mücadelelerde de kendi aralarındaki koordinasyonu sağlamak amacıyla oluşturdukları TMMOB İzmir Koordinasyon Kurulu (İKK) Dönem Sekreteri üzerinden öne çıktığını, bu farklılığın zamana, mücadelenin konusuna  ya da hedefine göre değiştiğini görüyoruz.

Öte yandan her kentsel sorun ya da mücadelede tüm meslek odalarının aynı şekilde düşünmediğini, o nedenle bazen birbirlerinden farklı düşünüp farklı tutumlar aldıklarını ya da pasif kalıp mücadeleden uzak durduklarını fark ediyoruz. Bu durumun hatırlayabildiğimiz en yeni örneği, Karşıyaka Yamanlar’da İzmir Büyükşehir Belediyesi’nce yapılmak istenen ve halen dava aşamasında olan katı atık istasyonu konusunda diğer meslek odaları aşağı yukarı aynı şeyleri düşünüp ifade ederken Mimarlar Odası İzmir Şubesi’nin farklı ve bizce doğru bir tavır alması olmuştur.

Mimarlık, mühendislik, planlamacılık, avukatlık, hekimlik ve diş hekimliği gibi mesleki faaliyetleri esas alan ve organları demokratik seçimlerle belirlenen; bu nedenle de “demokratik meslek örgütü” olarak nitelenen TMMOB, İzmir Tabip Odası, İzmir Barosu ve İzmir Diş Hekimleri Odası gibi meslek örgütleri sahip oldukları örgütlülük, entelektüel bilgi, birikim ve deneyim, insan kaynağı ve mali olanaklar açısından antikapitalist kent mücadelesinin en önemli bileşenlerinden biri olmakla birlikte haliyle bu mücadelenin tek örgütü değildir. 

Bu anlamda, İzmir ölçeğinde örgütlenecek bir antikapitalist kent mücadelesinin “demokratiklik“, “katılımcılık” ve “çoğulculuk” ilkeleri çerçevesinde yatay bir şekilde örgütlenebilmesi için, TMMOB, İzmir Tabip Odası, İzmir Diş Hekimleri Odası, İzmir Barosu gibi demokratik meslek örgütlerinin yanı sıra dernek, vakıf, sendika, birlik, platform, meclis, oluşum, inisiyatif, koza, kolektif gibi isimler taşıyan diğer sivil toplum  örgütlerinin, kent konseylerinin, örgütlenememiş ya da herhangi bir örgüte üye olmamış tüm halk kesimlerinin bu beraberliğe dahil edilmesi gerekmektedir.

Bunun aksini iddia etmek ya da yapmaya çalışmak; gayet tabiidir ki, o niyet ya da gayretin antidemokratik otoriter ve seçkinci yanını ortaya koyacaktır. 

9089247560_04f0b87698_o

Çünkü Dünya’da ve Avrupa ülkelerinde ortaya çıkan toplumsal hareketlerin ortaya koyduğu gerçeklerle, 2013 Haziran’ında İstanbul’da yaşadığımız Taksim Direnişi tecrübesi bize bunu öğretmektedir.

Çünkü orada; yani Taksim’de, örgütlü ya da örgütlenememiş, örgütlenmesine izin verilmemiş tüm halk kesimleri kurum olup olmadıklarına bakılmaksızın haklarına sahip çıkmış, yaşam tarzına yönelik müdahalelere HAYIR! demiş, kimse hangi mesleğe, hangi unvana, hangi işe sahip olduğuna ya da olmadığına göre ötekileştirici bir ayrıma konu olmamıştır…

O nedenle, İzmir’deki antikapitalist kent mücadelesi örgütlü ya da örgütsüz, kurumsal ya da kurumsal değil herkesi, tüm bir kenti kapsayıp kucaklamalı, hiç kimse dışarıda bırakılmamalıdır…

Devam Edecek…

Toplumcu Belediyecilik Bildirgesi

11 Mayıs 2013 günü toplanan “Toplumcu Belediyecilik Ulusal Forumu” sonucunda DİSK Genel İş Sendikası, Engelliler Konfederasyonu, Fişek EnstitüsüMülkiyeliler Birliği, ODTÜ Mezunlar Derneği, TMMOB Elektrik Mühendisleri Odası, TMMOB Harita ve Kadastro Mühendisleri Odası, TMMOB İnşaat Mühendisleri Odası, TMMOB Jeoloji Mühendisleri Odası, TMMOB Peyzaj Mimarları Odası, Tüketici Hakları Derneği ve Yerel Yönetim Araştırma, Yardım ve Eğitim Derneği (YAYED) tarafından hazırlanıp imza altına alınan “Toplumcu Belediyecilik Bildirgesi“ni yeni bir belediyecilik arayışında olan tüm kişi ve kuruluşların bilgisine sunuyoruz.

NEDEN YENİ BİR BELEDİYECİLİK ARAYIŞINDAYIZ?

Belediyeler, tarihsel olarak meta üretimi ve ticaretin merkezleri olarak kapitalizmin gelişme aşamasında kentleri yönetmek için kuruldular. Kuruluşun itici gücü kentin yeni-den üretimine olan gereksinimdi. Kentin egemeni burjuva sınıfının sermaye birikimi için kente ve emek gücüne ihtiyacı vardı; emek gücünün ise barınmaya, suya, ısınmaya, karnını doyurmak için ekmeğe, giyinmeye ve bunları satın alacağı yerlere… Belediye örgütlenmesi esas olarak burjuva sınıfının ve işçi sınıfının asgari ortak ihtiyaçları üzerinde yükseldi…

Aradan geçen birkaç yüzyılın ekonomik, sosyal, bilimsel, toplumsal gelişmelerinin sonucunda bugünün dünyasında belediye yine aynı amaca hizmet ediyor; kentte üretim ve tüketim zincirinin aksamadan sürmesi için kenti ertesi güne, kent emekçisini üretime hazırlıyor. Belediyeyi kuran sınıfsal ilişkiler bugün de geçerli; sadece daha karma-şık, daha yüksek beklentiler, daha çeşitlenmiş ihtiyaçlar söz konusu…

Kapitalizmin tahrip düzeyi en yüksek dönemine tanıklık ediyoruz. Bu dönemin son 30–35 yılında yeni kavramlarla kendini yenilemeye çalışan kapitalizm, küresel finans kuruluşlarının ve emperyalist devletlerin gücü ile dünya halklarını yeni sağ ideolojinin egemenliğine sokmuştur. Bu süreçte yeni sağcılık yeni devlet örgütlenmesinin ve küresel düzeyde kurumsallaşmış kapitalizmin yeni ideolojisi olmuştur. Devletler anayasalarını bu doğrultuda değiştirmektedirler. Türkiye’deki yeni anayasa tartışmalarına bu açıdan da bakılmalıdır.

Toplumsal sorunlara karşı yazılan reçetedeki ilacın adı liberalizmdir. Özgürlük ise bu ilacın insanın aklını başından alan ana maddesidir. Ama bu özgürlük tiyatrosunun aktörleri halk değil şirketlerdir. Özelleştirme, yerelleştirme, serbestleşme, şeffaflık, verimlilik, performans gibi liberal içerikli kavramlarla değiştirilen ve sağcılaştırılan devlet, artık küresel kapitalizmin doğrudan yerel iktidar aygıtına dönüşmüştür.

Yeni sağcı devlet yeni sağcı yerel yönetimi de kurmuştur. Türkiye bu kuruluş sürecini AKP eliyle 2003 yılından başlayarak daha yoğun ve derinlemesine yaşamaya başlamıştır.

Sağcı devlet anlayışı tüm belediyeleri kuşatmıştır. Yeni devlet yapısının getirdiği kamu yönetimi anlayışının farkında olarak sürece direnen belediye sayısı bir elin parmakları kadardır.

Tahribat büyüktür: insan, doğa ve tüm canlıların yaşam alanları tahrip edilmiştir. İn-san kendine ve kentine yabancılaştırılmış, doğa acımasızca katledilmiştir. Kentler yaşa-namaz haldedir. Piyasa kentin üzerine kâbus gibi çökmüştür; belediye piyasanın hizmetine girmiş; insan ise tüketim çarkının dişlisi haline getirilmiştir.

Daha fazla katılım, yerele daha fazla yetki perdesinin arkasından şirketlerin katılımı ve şirketlere aktarılan yetkiler çıkmaktadır. Özgürlük ve katılım lafı çoğaldıkça belediye halktan uzaklaşmakta piyasaya yakınlaşmaktadır. Oysa özgürlük ve katılım piyasanın değil halkın talepleridir. Verimlilik ve etkinlik kavramlarının arkasından ise giderek vahşileşen emek gücü sömürüsü çıkmaktadır.

Yeni sağcılığın yarattığı toplumsal eşitsizliği kentin emekçisi iliklerine kadar yaşamak-tadır. Eşitsizlik ile gelen yoksulluk yeni sağcı devlet için ortadan kaldırılması gereken değil yönetilmesi gereken bir sorundur; yoksulluğun yönetimi yoksulun bağımlı hale gelmesi, biat kültürünün inşası ile mümkündür ve adım adım gerçekleştirilmektedir. Neoliberalizm bir yandan da yarattığı derin iktisadi ve siyasal krizlerin pençesinde can çekişmektedir.

Devletler ve toplumlar neoliberalizmin yarattığı buhrandan çıkmanın yollarını bulmaya çalışıyorlar. Bugün neoliberalizmin doğduğu İngiltere’de bile kamu hizmetleri kamulaştırılıyor; küresel su tekelleri ile tanınmış Fransa’da su hizmeti yeniden belediyeleştiriliyor ise yeni seçenekler aranmaya başlanmış demektir.

Türkiye’de en gerici elbiseleri giyen neoliberal anlayış, insanları büyük bir umutsuzluğa doğru hızla sürüklemektedir. Onuruyla geçinebileceği bir iş bulmakta zorlanan kentli; deresini, merasını, bostanını kaybetme korkusu karşısında yaşam mücadelesi veren köylü ve toplumsal statüsünü kaybetmeye zorlanan kadınlar yol ayrımındadır. İşte bu yüzden yeni seçenekleri konuşmanın zamanıdır.

ÇIKIŞ YOLUMUZ TOPLUMCU BELEDİYECİLİKTİR

Toplumcu belediye kapitalizmin çok boyutlu krizinin yarattığı tahribata karşı halkı koruyan ve insanın iyi kötü yaşadığı değil üretken, sağlıklı ve mutlu yaşayacağı kenti yaratan belediyedir.

İnsan ve doğa sömürüsünde sınır tanımayan kapitalizme karşı toplumcu belediye, in-sanı ve doğayı koruyarak kamu hizmetlerini geliştirmeyi, kamu malı üretimini piyasaya terk etmemeyi ve piyasalaştırılan hizmeti geri almayı hedefler; unutturulmaya çalışılan kamu hizmetinin bedava sunulması ilkesini ulaşılması gereken bir toplumsal hedef olarak sürekli gözetir.

Toplumcu belediye kamu erkini ve yetkisini piyasayı denetleme ve sınırlandırma amacıyla kullanır; başlıca aracı planlama; gerekçesi ise toplumun ortak çıkarları ve toplum-sal yarardır. Piyasa işleyişi toplum aleyhine olamaz; piyasanın kamuyu eritmesine izin verilmez.

Toplumcu belediye halkın yönetime ve karar alma sürecine katılımını sağlayacak araçları geliştirir; bizzat halkın iktidarını hedefler. Toplumcu belediye, kamunun toplum yararına çalışmasını talep eden örgütlü halkın yerel iktidarıdır. Yerel iktidarı kazanma süreci belediyenin nasıl yönetileceğinin göstergesidir; katılım, bilgilenme ve aydınlanma ile vücut bulur. Toplumcu belediye talebi ve toplumcu belediye iktidarı bu temeldeki bir katılım anlayışı ile demokratik içeriğine kavuşur.

Toplumcu belediye kent dayanışmasının yerel kamusal dayanağıdır. Kenti ağ gibi ören, dayanışma bilincini geliştiren yaygın kooperatif örgütlenmeleri kent dayanışmasının en önemli araçlarıdır. Kentli dayanışmasına rehberlik eden toplumcu belediye yoksulluğu yönetmeye değil; yoksulluğu ortadan kaldırmaya taliptir. Yoksulun olmadığı kentler yaratmak mümkündür. Planlama, dayanışma, yaratıcılığı teşvik, katılım ve kamu maliyesi olanaklarının toplum yararına kullanılması yoksulluğun ilacıdır.

Kent toprakları demokratik-katılımcı planla toplum yararına yönetilir; toplumsal yarar ilkesi, toprakta toplumsal mülkiyeti koruma ve geliştirme ile sağlanır.

Neo liberal kapitalizm çağı emek gücünün değerini düşürmek ve bu temelde sermayeyi kutsamak üzerinden yürütülmektedir. Neo liberal devlet ve neo liberal kamu yönetimi bu felsefe üzerinde yükseltilmektedir. Emek gücü sömürüsü Devlet politikasıdır; taşeronluk bu politikanın belediye yönetimindeki somut ifadesidir. Toplumcu belediye, kamu erkini emek gücü sömürüsünü sınırlandırmak için kullanır.

ÇIKIŞ İLKELERİMİZ

1- Yeniden belediyeleştirme;
Piyasalaştırılan hizmetler belediyelere geri alınmalıdır. Bu konuda bugüne kadar yapı-lan özelleştirmelere karşı yeniden belediyeleştirme mücadelesi verilmelidir.
Elektrik dağıtım hizmeti, tüketicileri koruma amaçlı zaruri ihtiyaç maddelerine narh koyma yetkisi, her türlü denetleme yetkisi gibi daha önceleri belediyelere ait olup başka kuruluşlara devredilen ya da ortadan kaldırılan hizmet ve yetkiler de yeniden belediyeleştirmenin konusudur.

2- Toplumsal eşitlik;
Her kentli kentin sahibi ve ortağıdır; kentli, gelir durumundan bağımsız olarak belediye hizmetlerinden yararlanma hakkına sahiptir. Toplumcu belediye kaynak tahsisinde gelir adaletsizliğini ortadan kaldırma hedefiyle hareket eder.

3- Dayanışma;
Toplumcu belediye kentte her düzeyde dayanışmaya öncülük eder ve kurar.

4- Demokratik yönetim;
Belediye karar organlarının seçim ve çalışma sisteminin demokratikleştirilmesi; halkın örgütlenmesine öncülük edilmesi; örgütlü toplum kesimlerinin karar, yönetim ve göze-tim sürecine katılması, belediye uygulamalarının toplumsal yararını her an sorgulayabilmeleri toplumcu belediye talebinin ve yönetiminin temelidir.

Belediyenin sorumluluğunda planlama-karar alma- uygulama sürecinde yurttaş-üniversite-meslek kuruluşu, demokratik örgüt ve belediye çalışanlarının katılımı; siya-si-mali çıkarcılığın ortadan kaldırılması yönetim ilkesidir.

5- Üretici ve paylaşımcı belediyecilik;
Toplumcu belediye, kaynak yaratır, üretir ve üretime yön verir; üretici kuruluşlara ve dayanışmalarına kaynaklarıyla ve yetkileriyle güç vererek istihdam olanakları yaratılmasına katkı sağlar; kooperatifçiliği destekler, kooperatif kurar; üretime ve adil paylaşıma eşdeğer önem verir.

6- Planlamacılık ve kalkınma
Toplumcu belediyecilik, yereli yönetme anlayışıyla sınırlı değildir; yerelde toplum yararına planlama ve kalkınmanın ulusal ölçekte toplum yararına planlama ve kalkınma ile mümkün olabileceği düşüncesinden hareket eder.

7- Ortak yaşam kültürü ve kentlilik bilinci;
Piyasa ve tüketim mekânlarında bir araya toplanarak yalnızlaştırılan, kendine ve kentine yabancılaşan tüketici bireyi, toplumsal birlikteliklerde ve etkinliklerinde bir araya getirerek üretici, dayanışmacı ve paylaşımcı hemşeri yaratmak; kentine sahip çıkan, talep eden, sorgulayan, hak arayan yurttaşı destekleyerek kentli ve hemşeri bilincinin oluşması için olanak yaratmak toplumcu belediyenin bireye ve toplumsal yaşama bakış açısını yansıtır.

8- Nitelikli hizmet-üretken emek – nitelikli çalışma koşulları
Kamu erkinin belediye hizmetlerinde ve tüm kentte istihdam koşullarının iyileştirilmesi ve emek gücünün değerinin yükseltilmesi yönünde kullanılması toplumcu belediyenin emek gücüne bakış açısını yansıtır. Toplumcu belediye, kentte emek gücünün niteliğinin yükseltilmesi ve eğitimini; işçilerin sağlık ve güvenliğini toplumsal bir görev bilir.

9- Doğal ve tarihi çevrenin korunması;
Çevreye duyarlı, ekosistemlerin, tarihsel kültürel değerlerin, doğal yaşam alanlarının korunması, iyileştirilmesi, çeşitlendirilerek çoğaltılması ve geliştirilmesi; toplumsal ve doğal miras olarak geleceğe aktarılması ve bu yönde bir toplumsal bilinç oluşturulması toplumcu belediyenin temel görevidir.

Toplumcu belediye kentlerde yaşayan sokak hayvanlarının yaşam haklarına saygı duyarak, onların korunması ve bakımı için gerekli çalışmaları yapar.

10- Gelişmeye açık olmak;
Toplumcu belediye, kapitalizmin yarattığı çok boyutlu tahribata karşı hem ulusal düzeyde hem de Dünya’da süren arayışı izler; bu yöndeki uygulamalardan ilham alır. Yerel değerleri ortaya çıkararak bunları toplumlara tanıtmak; yavaş şehir türü seçkin uygulamaları teşvik etmek toplumcu belediyeciliğe zenginlik katar.

Böylece piyasanın ihtiyaçlarına göre biçimlendirilmeye çalışılan “marka kente” karşı insan ihtiyaçlarına odaklı yeni bir kent yaratma bilinci yeşertilebilir.

11- Herkesi görmek;
Toplumcu belediye, engelli durumunda olan, engelleri nedeniyle toplumsal yaşamdan dışlanma tehlikesi ile yüz yüze kalan her hemşeriyi görmek ve onların toplumsal yaşama katılımının önündeki engelleri kaldırmak zorundadır. Engelli örgütleriyle birlikte çalışmak toplumcu belediyenin demokratik yönetim anlayışının gereğidir.

Toplumcu belediye, toplumda yardıma muhtaç durumda bulunan yaşlılar, çocuklar ile kadınların mağduriyeti önlemek ve korunmalarını sağlamak için gerekli çalışmaları yapar.

12- Tüketiciyi koruma;
Piyasanın denetlenmesinde tüketici bilinci ve örgütlenmesi önemli araçlardan birisidir. Toplumcu belediye piyasa işleyişi nedeniyle maddi-manevi kayba uğrama riskiyle yüz yüze bulunan tüketicilerin korunması amacıyla piyasayı denetler; tüketici örgütleri, bağımsız kuruluşlar ve araştırmacılarla işbirliği içinde hareket eder.

Resim1

13- Toplumsal cinsiyet eşitliği;
Toplumcu belediye kadınların yaşadığı sorunlara duyarlı olan; kamu erkini kadın sorunlarını çözmek için kullanan ve toplumsal cinsiyet eşitliği için bilinç oluşturan belediyedir.

14-Kültür ve sanatı desteklemek;
Toplumcu belediye, kültürel ve sanatsal faaliyetlerin gerçekleştirilmesi ve topluma ulaştırılması için gerekli ortamı hazırlayan, özellikle çocukların ve gençlerin bu faaliyetler kapsamında eğitilmesi için çaba harcayan belediyedir.

İzmir Körfez Geçişi Projesi – 10

Ali Rıza Avcan

Bugün artık TMMOB Mimarlar Odası İzmir Şubesi’nin hazırladığı ‘İzmir Körfezi Köprü Ada Tünel Geçişi Projesi Değerlendirme Raporu‘nu inceleme işini bitiriyoruz. 

Değerlendirmemizin bugünkü konusu, İzmir Körfezi’nin tam ortasına yapılacak ampul şeklindeki yapay ada için dünyanın iki ülkesinden verilen örneklerle İzmir Körfezi’nin ortasına yapılacak yapay ada arasındaki benzerlik ya da farklılıkları inceleyip örnek verilen bu iki köprünün aslında örnek gösterilemeyeceğini anlatmakla ilgili.

İzmir körfezi geçiş projesi sunumunu yapan Yüksel Proje Yol Grup Müdürü İnşaat Mühendisi Özgür Uğurlu örnek olarak, Baltık Denizi’ndeki Oresund boğazında yapılmış olan İsveç ile Danimarka’yı birbirine bağlayan Oresund köprü tünel projesini göstermiştir.

oresund_bridge_plan
Öresund Köprüsü

Öresund Köprüsü (Danca: Øresundsbroen, İsveççe: Öresundsbron) İsveç ile Danimarka arasında yer alan Öresund Boğazı’nda iki şeritli demiryoluna ve dört şeritli karayoluna sahip olan birleşik bir köprüdür. Köprü Avrupa’da hem demiryolu hem karayolu taşımacılığının yapıldığı 4 kilometresi tünel, 4 kilometresi ada ve 8 kilometresi köprü olan en büyük birleşik köprüdür ve Öresund Bölgesi’nin iki metropolitan alanı olan Danimarka’nın başkenti 1.280.371 nüfuslu Kopenhag ile İsveç’in önemli şehirlerinden 308.873 nüfuslu Malmö’yü birbirine bağlar. Avrupa Birliği’nin uluslararası E20 yolu burada, Oresund Demiryolu gibi denizin ortasında iki şeritli bir otoyolla tünele bağlanır. Öresund dünyadaki en büyük sınırötesi köprü ve aynı zamanda özel teşebbüsle yapılıp işletilen en büyük köprüdür.

Öresund Köprüsü, İsveç’in Malmö kentinden başlar. Köprü Öresund Boğazı’nın ortasında, Peberholm denen yapay bir ada üzerinde sona erer ve burada deniz altından ilerleyen bir tünelle birleşir. Bir ayağı İsveç’te olan köprünün Danimarka’nın asıl topraklarında ayağı yoktur. Bu nedenle köprünün bittiği bu yapay ada resmî olarak İsveç’e aittir. Peberholm Adası’nın uzunluğu 4 kilometreden fazla olup, genişliği ise birkaç yüz metredir. Adada yerleşim yoktur.

oresund3
Öresund Köprüsü

Peberholm Adası’nda Öresund Köprüsü’nün bittiği yer ile Danimarka’nın en yakın yerleşim birimi arasını bağlayan hatta Drodgen Tüneli denir. (Danca: Drogdentunnelen) Bu tünel, 4.050 metre uzunluğundadır. Bunun 3.150 metresi deniz altında inşa edilmiştir. Öresund Köprüsü’nü uzatmak yerine bir tünel yapılmasının nedeni bu bölgenin Kopenhag Havaalanı’na çok yakın olmasıdır.

Kuzey denizlerinin rüzgarlı dönemlerinde çalışamayan feribot deniz ulaşımına da bir alternatif ve zorunluluk olarak planlanıp uygulandığı belirtilmektedir.

peberholm_small
Peberholm Adası

Diğer anlatılan örnek ise uzak doğuda geçmişte 1990’lara kadar, İngiliz sömürgesi olan Hong Kong ile yine geçmişte Belçika sömürgesi olan Macao bölgelerini birbirine bağlamak için inşaatı sürmekte olan Zhuhai köprü tünel projesidir.

Çin Halk Cumhuriyeti’nin Pearl River deltasındaki üç büyük kenti (Hong Kong, Makao ve Zhuhai) birbirine bağlayan köprünün uzunluğu 29,6 kilometre, batırma tünelin uzunluğu 4.860 metre, adanın büyüklüğü ise 130 hektar kadardır. 

zhu-hai-hk-macau-bridge
Zhuhai HKMZ Köprü Tünel Projesi

fig-4-visualization-of-the-west-artificial-island
Zhuhai HKMZ Köprüsü, HKBCF Yapay Adası

Çin’in güneyinde iki özerk yönetim bölgesi olan Hong Kong ve Macao güney Asya’nın en güçlü iki serbest pazarı, güçlü iki endüstri, liman ve turizm kentleridir. Zhuhai HKMZ köprü tüneli bu iki özellikli kenti ve ekonomiyi birbirine bağlamaktadır.

Verilen bu örneklerin kendine özgü koşul ve gerekçelerinin, kültürel, mekânsal, fiziki ya da ekonomik pozisyonlarının İzmir kenti ve İzmir körfezi ile ve İzmir körfez geçiş projesi ile hiçbir benzerliğinden söz edilemez.

Sonuç:

İzmir körfezinin su sirkülasyonuna yapay ada ve köprü ayakları ile engel oluşturarak kirliliğin sürmesine neden olacak olan, ekonomik açıdan fizıbıl olmayan, kentin erişim, ulaşım talepleriyle ve kent içi ulaşımla hiçbir ilişkisi bulunmayan, kentin ulaşım ve imar planlarının önerisi olmayan ve sulak alanlara, doğal sit alanlarına ve koruma alanlarına büyük zarar verecek olan bu projeden vazgeçilmeli, bir daha gündeme getirilmemek üzere unutulmalıdır.

İzmir kentini, kentsel alanı ve körfezi doğrudan etkileyecek İzmir Körfezi Geçiş Projesi karayolu-otoyol gibi büyük teknik altyapı projelerinin, kent planlarının (ulaşım ve imar planları) kararına dayanması ve bu gibi büyük yatırımların kentin mekânsal oluşumuna, doğal değerlerine zarar vermeyecek şekilde, bilimsel ve akılcı tercihlerle planlanmasına özen gösterilmelidir.

Yüksek maliyetli ulaşım, altyapı projelerinin ve yatırımlarının seçiminde de teknik, bilimsel ve akılcı yöntemler esas alınmalı, kaynaklar kentin ulaşım sorunlarını çözecek öncelikli kamu toplu ulaşım projelerine harcanmalıdır.

Özetlenen duyarlılıkların gösterilmediği durumlarda, bu ve benzeri projelerle kentlerde kamusal yarar yerine, giderilmesi olanaksız ve büyük ölçüde mali kaynak israfına ve çevresel, kamusal zarara neden olunacaktır.

30 Haziran 2015

Hasan TOPAL
Mimarlar Odası İzmir Şubesi Yönetim Kurulu Başkanı

Devam Edecek…