Söke’nin Dağları Yok Oluyor!

Son günlerin en güzel, belki de tek güzel haberi Bozcaada’nın cennet koyunun imara açılmasının iptal edilmesiydi. Tabii bu habere daha ne kadar sevinebiliriz bilemiyorum.

Seyahat halindeyken, herkes gibi etraftaki dağlara bakıp ormanları seyretmeye, dalıp dalıp yol almaya bayılırım.

İstisnasız her dağda, her ormanın içerisinde, adına ”maden ocağı” denilen, benimse “kanserli bölge” diye adlandırdığım, çoraklaşmış bölgeler görüyorum.

pastedimage-3

Zaten izleyebildiğimiz kadarıyla, ülkemizin her yerinde böylesi oluşumlar mevcut. Kanserli bölgeler metastaz yaparcasına, dağdan dağa, ormandan ormana atlıyor. Yurdumuzun, bilinen bilinmeyen, ne kadar cennet gibi yerleri varsa, hepsi tehdit altında. Kimisi madencilik, kimisi termik, nükleer ve hidroelektrik santrali yapımı tehdidi altında. En son Fatih Sultan Mehmet’in lalasına “cennet burası mı?” diye sorduğu Amasra kenti de sıraya girdi.

Ben doğup büyüdüğüm, yaşadığım Söke ve çevresinden söz etmek istiyorum.

Söke’yi çevreleyen dağlarımızın tümü günden güne erimekte. İlçenin sırtını yasladığı Asar Dağı, Gül Dağı ve Samson dağlarında taş ocakları, çimento sanayinin hammadde ocakları, büyük bir tahribata yol açmış durumda. Söke’nin her yerinden kolayca gözlemlenebilen bir doğa tahribatı.

Bunun yanında Söke Ovası’nın sırtını dayadığı, kutsal Latmos, bugünkü adıyla Beşparmak Dağları’ndaki durum çok daha vahim. Milyonlarca yılda oluşmuş, gnays kayalıkları, fıstık çamları, mağaralarında bulunan 8000 yıllık Hititlerden kalma kaya resimleriyle, jeopark olması gereken Latmos’da hem taş ocaklarının hem de madencilerin tehdidi altında. Bölgede etkinlik gösteren “EKODOSD” gibi çevre örgütleri sayesinde bazı yerler milli park sınırları içerisine alınmış, diğer yerlerde kurtarılmaya çalışılıyor.

pastedimage

Vatan toprakları söz konusu olduğunda, kansız, topsuz, tüfeksiz konuşamayanlar için, söz konusu para, kâr, kazanç olduğunda, her şeyin teferruat haline geldiğini görmekteyiz.

Yurdumuzun tüm güzellikleri gibi, Söke dağları da, gerçek yurtsever, doğaseverlerin ilgisini beklemektedir.

Kent Konseyleri

21.yüzyılın gündemi olarak belirlenen, ”sürdürülebilir kalkınma ve çevrenin korunması” konularında, kendilerine bir misyon yüklenen kent konseylerinin, ülkemizde yeterince anlaşılamayan önemi üzerine düşüncelerimi belirtmek istiyorum.

Kentte yaşayanların, kentleriyle ilgili karar süreçlerine katılımının, söz söyleyebilmelerinin, en kolay ve uygun aracı olan kent konseylerine üç şekilde yaklaşılmaktadır ülkemizde.

Birincisi, belediye yasalarında kurulmasının zorunluluğu açıkça belirtilmesine rağmen, böyle bir kavram böyle bir örgütlenme yokmuş gibi davranan yerel yönetimler.

İkincisi, bizim kamu yönetimi geleneğimizde çok rastladığımız şekilde,”kent konseyi kurulacaksa, onu da en iyi biz yaparız” deyip, olayı kendi içlerinde çözen, yani -mış gibi yapan yerel yönetimler. Bu tip kent konseylerinin yürütme kurulları da, ağırlıklı olarak yerel yönetim ve kamu kurumu yöneticileriyle oluşmuştur.

Üçüncüsü ise, sayıca en az olan ama kent konseylerinin gerçek misyonlarıyla örgütlenebildiği ve etkin olduğu yerel yönetimlerdir.

kent-konseyleri-0032014 yerel seçimleri öncesi, 6360 sayılı yeni büyükşehirler kurulması ile ilgili yasa çıkmadan, Türkiye’de yaklaşık 3.000 belediye, bunlarında 200’ünde kent konseyleri oluşmuştu. Çoğu da yukarıda belirttiğim ikinci kategoride yer alan kent konseyleriydi.

Burada, sadece, konuya soğuk yaklaşan yerel yöneticileri değil, bunun yanında örgütlenme ve demokratik katılım pratiği oldukça eksil olan kent insanlarını, toplumu yani kendimizi de eleştirebilmeliyiz.

Bileşenlerine baktığımızda, toplumun hemen tamamını kapsayan, bunun yanında kamu kurumlarını da içine alan geniş bir örgütlenme ve platformdur kent konseyleri.

Kent konseylerinin mevcut yasalar çerçevesinde ne gibi çalışmalar yapabileceğini ve yerel yönetimlerin bu oluşumdan nasıl yararlanması gerektiği konularına bir sonraki yazıda değinmek üzere…