Son günlerin en güzel, belki de tek güzel haberi Bozcaada’nın cennet koyunun imara açılmasının iptal edilmesiydi. Tabii bu habere daha ne kadar sevinebiliriz bilemiyorum.
Seyahat halindeyken, herkes gibi etraftaki dağlara bakıp ormanları seyretmeye, dalıp dalıp yol almaya bayılırım.
İstisnasız her dağda, her ormanın içerisinde, adına ”maden ocağı” denilen, benimse “kanserli bölge” diye adlandırdığım, çoraklaşmış bölgeler görüyorum.
Zaten izleyebildiğimiz kadarıyla, ülkemizin her yerinde böylesi oluşumlar mevcut. Kanserli bölgeler metastaz yaparcasına, dağdan dağa, ormandan ormana atlıyor. Yurdumuzun, bilinen bilinmeyen, ne kadar cennet gibi yerleri varsa, hepsi tehdit altında. Kimisi madencilik, kimisi termik, nükleer ve hidroelektrik santrali yapımı tehdidi altında. En son Fatih Sultan Mehmet’in lalasına “cennet burası mı?” diye sorduğu Amasra kenti de sıraya girdi.
Ben doğup büyüdüğüm, yaşadığım Söke ve çevresinden söz etmek istiyorum.
Söke’yi çevreleyen dağlarımızın tümü günden güne erimekte. İlçenin sırtını yasladığı Asar Dağı, Gül Dağı ve Samson dağlarında taş ocakları, çimento sanayinin hammadde ocakları, büyük bir tahribata yol açmış durumda. Söke’nin her yerinden kolayca gözlemlenebilen bir doğa tahribatı.
Bunun yanında Söke Ovası’nın sırtını dayadığı, kutsal Latmos, bugünkü adıyla Beşparmak Dağları’ndaki durum çok daha vahim. Milyonlarca yılda oluşmuş, gnays kayalıkları, fıstık çamları, mağaralarında bulunan 8000 yıllık Hititlerden kalma kaya resimleriyle, jeopark olması gereken Latmos’da hem taş ocaklarının hem de madencilerin tehdidi altında. Bölgede etkinlik gösteren “EKODOSD” gibi çevre örgütleri sayesinde bazı yerler milli park sınırları içerisine alınmış, diğer yerlerde kurtarılmaya çalışılıyor.
Vatan toprakları söz konusu olduğunda, kansız, topsuz, tüfeksiz konuşamayanlar için, söz konusu para, kâr, kazanç olduğunda, her şeyin teferruat haline geldiğini görmekteyiz.
Yurdumuzun tüm güzellikleri gibi, Söke dağları da, gerçek yurtsever, doğaseverlerin ilgisini beklemektedir.