Bir kenti bilerek ve hissederek analiz etmek…

Ali Rıza Avcan

Evet, şanslı biriyim… Daha doğrusu uzun bir süredir ilgilendiğim; o nedenle, ilgi duyduğum mesleki konuların odağını oluşturan ‘kent ve kente dair her şey‘le ilgili eğitimimde ve meslek yaşamımda işinin ustası bilim insanlarıyla tanışmış, birlikte çalışmış ve uygulama içinde onlardan çok şey öğrenmiş olduğum için kendimi şanslı gören biriyim…

Bu çerçevede, üniversitedeki ilk yılımda bana sosyolojinin ne olduğunu, ne işe yaradığını ve sosyolojik araştırmaların nasıl yapılacağını öğreten rahmetli hocam İbrahim Yasa, iyi ki bize ders kitabı olarak yine sosyolojinin diğer bir efsane ismi, Mübeccel Belik Kıray‘ın 1964 tarihli “Ereğli: Ağır Sanayiden Önce Bir Sahil Kasabası” kitabını tavsiye edip okutmuş; böylelikle, Cumhuriyet Dönemi’nde küçük bir köyken büyük bir sanayi kentine dönüşen Karadeniz Ereğli gibi önemli bir yerleşimin nüfus, sosyoekonomik yaşam, gelir farklılıkları ve tüketim normları, aile yapısı ve aile içi ilişkiler, eğitim, boş zaman uğraşları, iletişim, mülkiyet yapısı, din ve dünya görüşü, sanayi ve yerleşimin yakın çevre ile ilişkileri gibi her yönüyle nasıl incelenip analiz edileceğini öğrenmişim diye düşünüyorum.

Üniversite birinci sınıfta karşıma çıkan bu şans, üniversite öğretimimin izleyen yıllarında diğer bir değerli hocam Nermin Abadan Unat sayesinde devam etmiş; üçüncü ve dördüncü sınıflardaki siyaset bilimi ve sosyolojisi derslerinde, İzmir Kız Lisesi’nden sınıf arkadaşı olan Mübeccel Belik Kıray‘ı derslerimize getirip bizlerle tanıştırması sayesinde dünyaya bakışımızı şekillendiren değişik konularda bilgilenmemiz mümkün olmuştu.

Soldan sağa: Nermin (Süleymanoviç) Abadan Unat, Türkan (Özer) Erkin, Günseli Tamkoç, Perihan Perçin, Nerime Elbe ve Mübeccel (Belik) Kıray. İzmir, Bozyaka Hatırası, 1939 (Olcay Akkent’in arşivinden)

Nitekim daha sonraki mesleki ve özel yaşantımda bir kente ilk kez gittiğimde, sadece o kentle ilgili yayınları ve resmi istatistikleri değil; onun yanı sıra, o kentte yaşayan ve çalışanların oluşturduğu toplumsal yaşamı, bu yaşama ilişkin değişik katman ve dinamikleri anlamaya çalışmış, her biri hakkında inceleme, araştırma ya da planlama çalışmaları yaptığım İstanbul Bahçelievler, Şişli, Bursa Osmangazi, İzmir Aliağa, Torbalı, Bayraklı, Balçova, Çiğli, Güzelbahçe, Kemalpaşa, Aydın Kuşadası ve Muğla Marmaris gibi ilçelerle Bayraklı Turan gibi mahallelerde öncelikle o yerleşimlerin sokaklarını dolaşmış, kahvehane, işlik ve meydanlarında yöre insanlarıyla konuşup sohbet etmiş, onlarla birlikte iş yapıp onları anlamayı denemiş, kentin arkeolojisi, kentteki sokak hayvanlarıyla çöp kutularının durumu, insanların seçtiği giysi rengi ve tarzları, kentin yerleşim düzeni, cadde ve sokaklarıyla yapı özellikleri gibi kendimce anlamlı birçok ipucunu değerlendirerek o kenti ve o kentte yaşayanları, onları bir araya getiren dinamikleri anlamaya çalışmıştım.

Belki inanmayacaksınız ama bir kentin nasıl okunup analiz edileceği konusunda hocam Mübeccel Belik Kıray‘la kurduğum bu şanslı ilişki, 1983-1991 döneminde yaşadığım İstanbul, Yeşilyurt’ta kendisiyle komşu olmam ve sahildeki Yeşilyurt Spor Kulübü tesislerindeki her karşılaşmamızda yaptığımız keyifli sohbetlerle devam etmişti.

Ben bu şanslı ilişkiyi, 1997-1998 yıllarında yerleştiğim İzmir’de de devam ettirmeye çalışmış, İzmir Yerel Gündem 21 Yürütme Kurulu üyesi olarak önerip İzmir Yerel Gündem 21, IULA-EMME ve İZFAŞ ortaklığı çerçevesinde 2000 yılında gerçekleştirdiğimiz 1. Sivil Toplum Kuruluşları Fuarı ve Uluslararası Sivil Toplum Kuruluşları Sempozyumu‘nda, İzmir’e gelemeyecek kadar hasta olması nedeniyle kendisi adına İzmir’e gelen değerli hocam Nermin Abadan Unat‘a, İzmir’in vefa borcu olarak verdiğimiz plaketle devam ettirmiş ve plaket töreninde kürsüden herkese gösterdiğim 1972 tarihli “Örgütleşemeyen Kent – İzmir’de İş Hayatının Yapısı ve Yerleşme Düzeni” isimli o muhteşem araştırma kitabı ile sürdürmüş, İzmir’in sevgili hocamıza vefa borcunu ödemek istediğini ifade etme şansını yakalamıştım.

Girit kökenli bir aileden gelip 1940’de İzmir Kız Lisesi’nden, 1944’de Ankara Üniversitesi Dil Tarih Coğrafya Fakültesi Felsefe bölümünden mezun olup “Ankara’da Tüketim Normları” ile ilgili doktorasını Behice Boran‘ın danışmanlığında yapan Mübeccel Belik Kıray‘ın 1950 yılında Sosyal Antropoloji alanında yeni bir doktora çalışması ile sonuçlanan Amerika Birleşik Devletleri’ndeki bilimsel çalışmaları sonrasında, 1959 yılında Türkiye’ye dönüp yeni kurulan ODTÜ Sosyoloji Bölümü’nün oluşumuna emek verdiği ve uzun bir süre bu bölümün başkanlığını yaptığı konuyla ilgili herkes tarafından bilinir ve o nedenle Türkiye’de akademik anlamda sosyolojinin köşe taşlarından biri olarak kabul edilir.

Öğrencisi Hatice Kurtuluş‘un anlatımına göre, Mübeccel Belik Kıray’ın “Türkiye üzerine yaptığı toplumbilimsel çalışmalardaki derinlikli ve katmanlı kavrayışında, çoğu kez yanlış yorumlandığı gibi Chicago Okulu’nun pozitivizmi değil, sosyal antropolojiden gelen ampirik araştırmaya yatkınlığı belirleyici olacaktır. Bu nedenle Kıray’ın toplumbilimsel araştırmaları, sosyolojide pozitivist geleneğin temel metodolojik sorunu olan, yüzeyin betimlenmesi yoluyla “genellemelere” ulaşan klasik betimlemelerden çok farklı bir ampirik boyuta sahiptir. Kıray’ın araştırma sorunsalının belirlenmesinden, ampirik araştırmayı kurgulama ve analizi içeren tüm düzeylerde; sahada elde edilecek verilerden çok daha geniş bir tarihsel perspektifle hareket edilmektedir. Üstelik sadece üretim ilişkileri gibi tarihsel olumsal faktörleri değil, coğrafi (mekânsal), kültürel olumsallıkları ve dışsal dinamikleri analizine dahil eden bir metodolojik perspektife sahiptir. Bu basit bir tarih bilgisini analizine katmak değildir. Toplumsal olguyu ortaya çıkaran katmanların derinlemesine analizine dayanır. Kıray’ın Ereğli, İzmir ve Adana gibi makro ölçekli çalışmaları ve mikro ölçekteki pek çok çalışması, yukarıda sözü edilen metodolojik gerilimden uzak Türkiye’yi kavramaya yönelik özgünlükler barındıran bir sosyolojik araştırma yöntemine sahiptir.” (1)

Mübeccel Belik Kıray 1967-1968 yıllarında, aralarında Şerif Mardin, Ruşen Keleş, Cevat Geray, Oğuz Arı, Ergun Özbudun, Deniz Baykal, Şefik Uysal, Emre Kongar ve Çiğdem Kağıtçıbaşı gibi değerli bilim insanlarının da bulunduğu Türk Sosyal Bilimler Derneği ile birlikte yaptığı araştırmalar sonucunda “Örgütleşemeyen Kent, İzmir’de İş Hayatının Yapısı ve Yerleşme Düzeni” isimli o muhteşem kitabı 1972 yılında yayınlar.

Bence, İzmir üzerine yapılan araştırmaların miladı olan bu çalışma, hem nicel hem de nitel araştırma yöntemlerinin bir arada kullanıldığı, iki ayrı saha çalışmasının tarih ve arşiv çalışmalarıyla desteklenmesi nedeniyle, o tarihten bu yana İzmir üzerine söz söylemeye kalkacak herkesin öncelikle okuyup anlaması gereken ilk kaynaktır.

Ancak bundan da önemlisi, aynen Karadeniz Ereğli üzerine yaptığı çalışmadaki gibi bir kentin sadece resmi yayın ve istatistikler, gazete arşivleri, belediye haber bültenleri ya da yaygın kent söylemleri üzerinden değil; bunlarla birlikte, o şehrin tarihsel ve mekânsal katman ve dinamiklerini derinlemesine araştırıp ortaya koyarak, o dinamiklerin kaynağı olan kentlilerle bir araya gelerek, kentin özünde yatanı fark edip yaşayarak analiz edilmesi gerektiğini ortaya koymuştur.

Bir kentin sadece kuru, soyut ve yüzeysel veriler ve o kente yakıştırılan yaygın sıfat ve yakıştırmalar üzerinden değil; bunlarla birlikte o kenti oluşturan tüm katmanlardaki bileşenlerin, kentin tarihi ve mekânsal boyutları çerçevesinde çözümlenmesi gerekliliğini, sevgili hocam Mübeccel Belik Kıray‘ın söyleyip eyledikleri üzerinden vurgulamaya çalışmamın asıl nedeni ise, salgın nedeniyle uzun bir süre sonra ilk kez gittiğim Alsancak’taki Yakın Kitabevi raflarında görüp aldığım E. Fuat Keyman‘la Berrin Koyuncu-Lorasdağı‘nın 2020 yılı Haziran ayında Metis Yayınları arasından çıkan “Sekiz Kentin Hikâyesi, Türkiye’de Yeni Yerellik ve Yeni Orta Sınıflar” isimli yeni kitabının İzmir’le ilgili “Ne Anadolu Sermayesi, Ne İstanbul Burjuvazisi: İzmir” başlıklı bölümünde yaptığı vahim yanlışlar ve yüzeysel analizlerle ilgili olduğunu ifade etmek isterim.

Aslında biri Sabancı, diğeri Hacettepe Üniversitesi öğretim üyesi olan bu iki akademisyen, benzeri bir çalışmayı bundan 10 yıl önce de yapmışlar, 292 sayfalık “Kentler – Anadolu’nun Dönüşümü, Türkiye’nin Geleceği” ismini verdikleri bir kitapla Kayseri’den Çorum ve Gaziantep’e, Konya’dan Diyarbakır’a, Bolu’dan Denizli’ye, Şanlıurfa’dan Eskişehir’e, Adıyaman’dan İzmir’e açılan yelpazede 11 Anadolu kentini mercek altına alıp o kentlerle ilgili değerlendirmeler yaparak İzmir’i de “mazereti olmayan kent” olarak tanımlamışlardı. Şimdi ise Adıyaman, Çorum ve Bolu’yu dışarıda bırakarak Kayseri, Konya, Gaziantep, İzmir, Denizli, Eskişehir, Diyarbakır ve Şanlıurfa üzerine değerlendirmeler yapıp bu kentlerin gelecekleri ile ilgili beklentilerini ortaya koyuyorlar.

Açık söylemek gerekirse 2020 baskılı yeni kitabın, “Giriş, Yirmi Birinci Yüzyılda Türkiye’de Kentlere ve Kent Yönetimine Eleştirel Bir Bakış” bölümü ile yaşadığım kent İzmir’le ilgili, “Ne Anadolu Sermayesi, Ne İstanbul Burjuvazisi: İzmir” dışındaki bölümlerini okumadım. O nedenle yapacağım değerlendirmelerin sadece “Giriş” bölümü ile İzmir’le ilgili bölümde yazılı olanlarla sınırlı olduğunu belirtmem gerekiyor.

2020 tarihli kitabın iki yazarı, kitabın “Giriş” bölümünde temel amaçlarının “Türkiye’de kentleri ve kent yönetimini, mekân ile sermaye arasında kurulan ilişkiyi, sermayenin yükselişinin beraberinde getirdiği orta sınıflaşmayı ve orta sınıflaşmanın kültürel ve sosyal hayattaki izlerini Konya, Kayseri, İzmir, Eskişehir, Denizli, Gaziantep, Diyarbakır, Şanlıurfa olmak üzere sekiz kentin hikâyesi üzerinden ‘yeni yerellik’ bağlamında incelemek” olduğunu belirtiyorlar. (2)

Ancak kendi görüş, düşünce, eleştiri ve değerlendirmelerime geçmeden önce 2010 tarihli “Kentler: Anadolu’nun dönüşümü, Türkiye’nin Geleceği” isimli kitabın değerlendirmesini yapan Sosyolog Zafer Çelik‘in İdealkent Dergisi’nin Mayıs 2010 sayısında yayınlanan kitap eleştirisinden önemli bir bölümü sizlerle paylaşmak istiyorum:

Yazarlar, neo-liberal küreselleşmeci bir teorik bakış ile –rekabetçilik, girişimcilik, bireysel başarıya vurgu vb.- küreselleşme ve Avrupalılaşma süreçlerinin kentler üzerinde olumlu etkisi olduğunu vurgulamaktadırlar. Ekonomik ve kentsel mekânda yürüyen mücadelelere/çatışmalara metinde hiç değinilmemektedir. Dahası, kentsel mekânda dönüşüm sürecinde bir mücadele yaşandığına ve küreselleşmenin olumsuz etkilerine ilişkin en küçük bir ima bile yoktur. Küreselleşme ve Avrupalılaşma herkese refah ve saadet getiren ve getirmesi beklenen bir süreç olarak tanımlanmaktadır. Neo-liberal küreselleşmenin etkileri üzerine yapılan birçok çalışma, durumun hiç de bu çalışmada ifade edildiği gibi herkese refah, saadet ve mutluluk getirmediğini göstermektedir. Çalışma, yöntem olarak kentsel aktörlerin görüşlerine değindiğinden, kentsel aktörlerin bu süreçten etkin faydalanıyor olmalarını herkesin faydalandığı şeklinde yorumlamakta ve kentsel dönüşüm sürecinde yaşanan mücadeleleri ihmal etmektedir. Dahası, daha önce de bahsedildiği üzere metin, kentsel mekânın dönüşümünü açıklamaktan çok kentlerin ekonomik dönüşümünü açıklamaktadır. Kentsel mekânın ne şekilde dönüşüm yaşadığı sorusunun cevabı bu çalışmada yer almamaktadır.” (3)

Evet, paylaştığım alıntının da ortaya koyduğu gibi, her iki yazarın ilgilendiği konular, bardağın boş tarafındaki ihtiyaç ve sorunlardan çok ele alıp analiz etmeye çalıştıkları kentlerdeki küreselleşmeyi destekleyen olumlu gelişmelerdir. O nedenle, neo-liberal küreselleşmeci yaklaşımların gözden düşüp sorgulandığı günümüz koşullarında yaptıkları analiz ve değerlendirmelerde çoğu kez, resmi kurumların mevcut ihtiyaç ve sorunları dikkate almadan ürettiği belge, yayın, rapor ve istatistikleriyle haber bültenlerini tercih etmekte, bu bilgilerin doğruluğunu ve geçerliliğini sorgulayıp eleştirmeye kalkmaksızın kente dair kendi beklentileri üzerinden değerlendirmeler yapıp o kentlerdeki toplumsal ihtiyaç ve sorunlardan uzak durduklarını görmekteyiz.

Örneğin 2020 basımı “Sekiz Kentin Hikâyesi, Türkiye’de Yeni Yerellik ve Yeni Orta Sınıflar” isimli kitabın İzmir’le ilgili bölümünde kaynak olarak gösterdikleri bilgilerin çoğunu İzmir Büyükşehir Belediyesi, İzmir Kalkınma Ajansı ve Türkiye İstatistik Kurumu gibi resmi kuruluşların derleyip duyurdukları veriler oluşturmaktadır. Kente ilişkin analizlerde dikkate alınan en yeni bilimsel yayın ise, 2010 tarihli “İzmir’i Anlamak” isimli derlemedeki makalelerdir. Anlaşılan o ki, İzmir üzerine araştırmaların miladı olan “Örgütleşemeyen Kent İzmir, İzmir’de İş Hayatının Yapısı ve Yerleşme Düzeni” isimli araştırmadan söz etmek, analizi o tarihten 2020’ye taşımak akıllarına bile gelmemiştir. Bu bağlamda yazarlar, kente yönelik göç, mülteci ve sığınmacılar, gelir dağılımı, işsizlik, yoksulluk, soylulaştırma ve çarpık yapılaşma gibi el yakan konulara girmekten hoşlanmamakta, geleceğe yönelik olumlu yorumlarla “Tarihte Bayrağı Olan Nadir Şehir: İzmir” başlıklı makaleyi yazan tarihçi gibi kentin kalbi aşk ve heyecanla atan yöneticilerini etkilemeye çalışmaktadırlar.

Ayrıca hem ilk hem de ikinci kitapta es geçilen diğer bir konu, küreselleşme-yerelleşme boyutunda etkili olan Avrupa Birliği şablonları nedeniyle İzmir’in tarihi, ekonomik, toplumsal ve kültürel boyutta bağlı olduğu Ege Bölgesi bütününden koparılarak ayrı bir kalkınma bölgesi olarak güçsüz ve yalnız bırakılmasıdır.

Gelelim kitaptaki önemli yanlışlıklara;

Nitekim, EXPO 2015 hedefine ulaşmış ve organizasyona evsahipliği yapmıştır” (4)

Doğrusu: EXPO 2015 organizasyonu İzmir’in tüm çabalarına rağmen İzmir’de değil, Milano’da yapılmıştır.

Bu tür bir yerelde kalkınma modelinin ‘İzmir modeli’ olarak sunulduğu ve Sudan gibi ülkeler tarafından örnek alındığı söyleniyor” (5)

Doğrusu:İzmir Modeli‘ denilen kavram, Aziz Kocaoğlu döneminin son yıllarında (2018-2019) ortaya atılmış olmakla birlikte; bırakın Sudan’ı, İzmir’de bile uygulanmamaktadır.

Ayrıca yazılanlardan anlaşıldığı kadarıyla kentlerle ilgili analizlerin 2019 yılında hazırlanıp yayınevine teslim edildiği, bu nedenle 2020 yılının Haziran ayında yayınlanan kitaptaki çoğu bilginin bugün itibariyle eskiyip güncelliğini yitirdiği görülmektedir.

Yazımızın asıl amacını oluşturan bir kenti tarihsel ve mekansal boyutta tüm katmanlarıyla derinlemesine analiz etmek ya da onu hissedip ruhuna dokunabilmek konusuna geri döndüğümüzde ise, kitapta yer alan İzmir’le ilgili değerlendirmelerin resmi veriler ışığında zaten kamuoyunca bilinen ve tartışılan konular olduğunu, kente ilişkin birçok tespit ve değerlendirme alanının yazarların kentin ruhunu oluşturan sorun, ihtiyaç ve dinamiklerden uzak durması, bu ruhu fark edip algılamaması nedeniyle es geçildiğini, yazılıp çizilenlerin bütüncül bir anlayışla ele alınmadığını anlıyoruz.

O nedenle Mübeccel Belik Kıray imzalı sosyolojik araştırmaların ortaya koyduğu gibi, kentlere yönelik doğru, geçerli ve sağlıklı analizlerin sadece resmi kurumların yayın ve istatistikleri ya da kurumsal görüşleri gibi kuru bilgilerin kullanıldığı yüzeysel araştırmalarla değil; bunların yanı sıra, o kentte yaşayan ve çalışanlarla yapılan nicel ve nitel araştırmalarla (gözlem, derinlemesine görüşmeler, odak grup görüşmeleri, olay analizleri vb.) sosyal antropolojinin gereği olarak bu verilerin tarihsel ve mekânsal ölçekte çok katmanlı ve derinlikli değerlendirilmesiyle yapılabileceğini hatırlatmak istiyorum.

Bu anlamda, tam 48 yıl önce nitel ve nicel araştırma yöntemlerinin birlikte kullanımı suretiyle elde edilen verilerin tarihsel ve mekânsal dinamiklerin ışığında, derinlemesine analizi suretiyle yapılan 1972 tarihli “Örgütleşemeyen Kent İzmir: İzmir’de İş Hayatının Yapısı ve Yerleşme Düzeni” araştırmasıyla ortaya konulan mükemmelliğin, 2010 tarihli “Kentler: Anadolu’nun Dönüşümü, Türkiye’nin Geleceği” ya da 2020 tarihli “Sekiz Kentin Hikâyesi, Türkiye’de Yeni Yerellik ve Yeni Orta Sınıflar” isimli kitaplar dahil yakın zamanda yapılan hiçbir yeni araştırma ile aşılamadığı; bu nedenle, nüfusu 4,5 milyona yaklaşan İzmir’in gelecekteki yol haritasını doğru çizebilmek amacıyla bu boyut ve kalitede yapılacak yeni araştırmalara ihtiyaç duyulduğu söylenebilir.

(1) Kurtuluş, H.; “Mübeccel B.Kıray’ın Ardından…” Bilim ve Gelecek Dergisi, 01.12.2007.

(2) Keyman E.F., Koyuncu-Lorasdağı, B.; Sekiz Kentin Hikâyesi, Türkiye’de Yeni Yerellik ve Yeni Orta Sınıflar, Metis Yayınları, Haziran 2020, s.16

(3) Çelik, Z.; “Kentler: Anadolu’nun Dönüşümü, Türkiye’nin Geleceği“, İdealkent Dergisi, S.1, Mayıs 2010, s.154-159

(4) Keyman E.F., Koyuncu-Lorasdağı, B.; Sekiz Kentin Hikâyesi, Türkiye’de Yeni Yerellik ve Yeni Orta Sınıflar, Metis Yayınları, Haziran 2020, s.140

(5) Keyman E.F., Koyuncu-Lorasdağı, B.; Sekiz Kentin Hikâyesi, Türkiye’de Yeni Yerellik ve Yeni Orta Sınıflar, Metis Yayınları, Haziran 2020, s.141


Yeşil Göller Diyarı

Ali Rıza Avcan

Tanıtımını yapacağım bugünkü kitap, uzunca bir süredir sahafların raflarını meşgul eden 68 yıllık eski bir yayın…

Yazıldığı yıllarda henüz “Unat” soyadını edinmemiş olan Nermin Abadan‘ın, 1950 yılında Hilmi Kitabevi tarafından yayınlanmış ve Şirketi Mürettibiye Basımevi tarafından basılmış olan “Yeşil Göller Diyarı, İsveçde bir tedkik seyahati” isimli kitabı. Naşiri ise İbrahim Hilmi Çığıraçan.

Yeşil Göller Diyarı

Geçtiğimiz hafta sahaf, matbaacı ve araştırmacı sevgili dostum Hakan Kazım Taşkıran‘ın Kızlarağası Hanı’ndaki Tepekule kitaplığını ziyaret ettiğimde kendisi bu değerli kitabı bana armağan etme inceliğini gösterdi.

Çünkü Hakan, bu kitabın yazarı Nermin Abadan‘ın benim çok değer verdiğim bir “hocam” olduğunu, onu ikinci annem gibi sevdiğimi ve İzmir’in İzmirli bu değerli insana vefasızlığı nedeniyle çok kızgın olduğumu; ama buna rağmen Nermin Abadan Unat‘ın sağlığında İzmir’in vefa borcunu ödeyebilmesi için uzunca bir süredir elimden geleni yapmaya çalıştığımı ama henüz başarılı olamadığımı biliyordu.

Ayrıca bu kentte, kendilerine defalarca Nermin Abadan Unat‘la ilgili kitapları verip hatırlatmış olmamıza karşın; açtıkları kadın müzesinde ya da İzmir’in yetiştirdiği kadınlarla ilgili kitaplarda bu büyük değere yer vermeyen , onu anımsamayan; hatta bilmeyen valiler, kaymakamlar, belediye başkanları, hukukçular, Atatürkçüler ve yetiştirdiği binlerce öğrencisi olduğunu da biliyordu…

Resim1

Nermin Abadan Unat atadan babadan İzmirli bir ailenin kızı. Babası İzmir’in Bosna asıllı zengin incir, üzüm ve tütün ihracatçılarından Mustafa Süleymanoviç, amcası Altay Spor Kulübü’nün kurucularından Sabri Süleymanoviç, annesi de Macar Baronesi Elfriede Karwinsky

1996 yılında yazdığı “Kum Saatini İzlerken” kitabı ile 2010 yılında Sedef Kabaş tarafından hazırlanan “Hayatını Seçen Kadın – Hocaların Hocası” kitabında yazıp anlattığına göre, babasını kaybettikten sonra henüz 14 yaşında iken annesi ile birlikte yerleştiği Budapeşte’den Mustafa Kemal Atatürk‘ün Türkiye’deki kız çocuklarını ücretsiz okuttuğunu duyarak Türk elçiliğine gidip babasının Türk olduğunu ve Türkiye’ye gidip okumak istediğini söyleyen, sonrasında da Türk elçiliğinin yardımıyla İzmir’e gelip amcasının yanında İzmir Kız Lisesi’nde okuyan, o yaşlardan bu yana yüreğinde Mustafa Kemal Atatürk sevgisini koruyup çoğaltan bir insan. Nitekim ilk evliliğini yaptığı ülkemizin ünlü bilim insanı Prof. Dr. Yavuz Abadan‘dan olan oğluna Mustafa Kemal adını koyan sıkı bir Kemalist.

İzmir Enternasyonal Fuarı’nın açıldığı 30’lu yıllarda İzmir’e gelen her yabancı heyete bildiği dört dille rehberlik yapan, para kazanıp amcasına yük olmamak için çevresindekilere yabancı dil dersleri veren; o nedenle de İzmir’de “Macar Nermin” adıyla tanınan bir genç kız.

Ardından İstanbul Hukuk Fakültesi’ni bitirdikten sonra Ulus gazetesi yazarlığına başladığı dönemde Yavuz Abadan‘la evlenmesi, o tarihlerdeki adıyla Ankara’daki Siyasal Bilgiler Mektebi’ne giren ilk kadın asistan, ilk kadın doçent ve ilk kadın profesör olması, “halkla ilişkiler“, “göç“, “kadın“, “kamuoyu” ve “siyasal partiler” gibi bir çok kavramı Türkiye ile tanıştıran başarılı bir bilim insanı.

Üniversitede yetiştirdiği binlerce öğrenci, kurduğu ve müdürlüğünü yaptığı Ankara Üniversitesi Basın Yayın Yüksek Okulu, OECD, ILO ve FAO gibi uluslararası kuruluşlara danışmanlık yaptığı yıllar, parlamentoda kontenjan senatörü olarak çalıştığı 1978-1980 yılları arasındaki dönem, “Türk Toplumunda Kadın“, “Göç ve Gelişme“, “Batı Almanya’daki Türk İşçileri ve Sorunları” gibi kadınları, göçmen işçileri ele alan önemli yayınlar, yüzlerce bilimsel makale, Avrupa Konseyi’nin Kadın-Erkek Eşitliği Komisyonunda Türkiye adına üyelik ve ikinci başkanlık yaptığı 1978-1993 dönemi, Uluslararası Siyaset Bilimi Derneği’nin ikinci başkanlığını yaptığı 1967-1970 arasındaki yıllar, Federal Almanya Cumhurbaşkanı’nın 1978 yılında verdiği yüksek Liyakat (Hohes Verdienst Kreuz) nişanı, yurt içinde ve dışında birçok kurumun, üniversitenin verdiği diğer ödüller, Avrupa’da, Amerika’da birçok üniversitede yaptığı görevler….

Benim 1974-1980 dönemindeki lisans, yüksek lisans ve doktora eğitimim sırasında en güvendiğim ve sevdiğim hocam, 1976 yılında Türkiye’de ilk kez yapılan kamuoyu araştırması sırasında bilimsel bir araştırmanın nasıl yapılacağını öğreten, “sözcükleri “dır” ya da “dir” şeklinde bitirmememi öğütleyen, lisans ödevi olarak “Çocuğun Politik Sosyalizasyonu” isimli Türkiye’de ilk kez yapılmış bir çalışmayı gerçekleştirmemi sağlayan, 2000 yılında İzmir’de düzenlediğimiz “Uluslararası Sivil Toplum Kuruluşları Sempozyumu“nda İzmir Kız Lisesi’nden sıra arkadaşı Prof. Dr. Mübeccel Kıray‘a vereceğimiz plaketi almak amacıyla İzmir’e gelip sahneye çıktığında o eski öğrencisini “nesli tükenmiş öğrenci” olarak tanıtıp yüzümü kızartan “anne yarısı” bir hoca…

O, bugün 97 yaşında koskocaman bir Cumhuriyet çınarı….

O, bugün dipdiri zekasıyla ülkemiz ve dünya hakkında gerçekçi analizler yapıp çözümler üreten bir Cumhuriyet aydını…

Ama ne yazık ki, İzmir ve onun yöneticileri, ona şu yaşına kadar İzmir ve Türkiye için yaptıkları için teşekkür bile etmedi, vefa borcunu ödemek adına bir vesile bile yaratmadı…

380

Bugün onu, 68 yıl önce yazdığı eski bir kitap vesilesiyle anımsadık…

Yarın ise ona değer verdiğimizi göstererek gönlünü alacağımız bir güne uyanmayı umuyoruz…


Yine benim üç yıl hocam olan İlber Ortaylı‘nın 3 Ekim 2010 tarihinde “Türklüğü Seçen Nermin Hoca” başlığıyla Milliyet gazetesinde yazdığı yazıyı aşağıdaki linkten okuyabilirsiniz: http://www.milliyet.com.tr/turklugu-secen-nermin-hoca/ilber-ortayli/pazar/yazardetay/03.10.2010/1296558/default.htm