Ali Rıza Avcan
Geçtiğimiz hafta yayınladığımız ilk yazımızda, 17 Şubat-7 Mart 1923 tarihleri arasında İzmir‘de toplanan Türkiye (İzmir) İktisat Kongresi‘ne işçi, çiftçi, tüccar ve sanayici temsilcisi olarak katılan toplam 1.135 kişinin 16 gün süresince yaptığı çalışmalar sonucunda 12 maddeden oluşan Misak-ı İktisadi Esasları‘nın neler olduğu ile her bir meslek grubunun aldığı kararları anlatmaya çalışmıştım.
Ardından da kongrenin 100. yılı kutlamaları nedeniyle İzmir Valiliği‘nin yaptığı hazırlıklardan söz açıp, İzmir Büyükşehir Belediyesi‘nin 100 yıl önceki kongrenin senaryosundan esinlenerek, üç ayrı grup olarak bir araya getirdiği çiftçi, işçi ve sanayici-tüccar-esnaf temsilcileriyle 2022 yılının Ağustos-Aralık ayları arasında toplantılar yapıp birtakım kararlar aldığını bildirerek, bundan sonraki seri yazılarımda, bu üç grubun aldığı kararları ele alıp değerlendireceğimi ifade etmiştim.
Ama bütün bunlardan önce, İzmir Büyükşehir Belediyesi‘nin tüm bir ülkenin gelecek 100 yıldaki iktisat politikalarını belirleme iddiası ile toplantılar yapıp kararlar almaya başlamasının, kendisine yasalarla verilmiş görev, yetki ve sorumluluklar bağlamında bir “yetki gaspı” olduğunu hatırlatmak zorundayım.
Bunun dışında, aradan 100 yıl geçtikten sonra ülkenin gelecek 100 yıldaki iktisat politikalarını belirleyecek toplum kesimlerinin sadece işçi, çiftçi, sanayici, tüccar ve esnaflardan oluşmadığını, bugünün Türkiye koşullarında bunların dışında kalan daha başka grup, kesim, topluluk ve sınıfların varlığını da göz önüne almalıyız.

Türkiye’nin gelecek 100 yıldaki ekonomi politikalarını belirlemek, İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin görev, yetki ve sorumluluk alanı dışında kalan bir konudur.
1923 tarihli Türkiye (İzmir) İktisat Kongresi ile ilgili tarihi belgelere baktığımızda, bu kongrenin kimin tarafından yapılacağı konusunun kongre öncesinde TBMM‘nde hararetli tartışmalara konu olduğunu, 1923 yılında siyasi bir suikast sonucu öldürülen Trabzon Milletvekili Ali Şükrü Bey‘in verdiği sözlü soruyla, bu kongrenin TBMM‘ne bilgi verilmeden ya da hükümetten izin alınmadan İktisat Vekili Mahmut Esat Bey (Bozkurt) tarafından düzenlemiş olmasını eleştirerek kongre gündemi ile katılımcıların ve tartışma konularının kimler tarafından nasıl belirlendiği konularıyla kongrenin alacağı kararlar karşısında asıl karar alma yetkisine sahip olan meclis, hükümet ve bakanlığın ne yapacağı gibi önemli sorular sorduğunu görürüz. Bu sorulara cevap veren İktisat Vekili Mahmut Esat Bey (Bozkurt) ise kongrenin sırf bakanlığının teşebbüs ve teşviki ile toplanacağını, hükümetin bu konuda bir kararı olmadığını, kendisi tarafından hazırlanan teklifin “Başkumandan Reis Paşa” tarafından uygun görülmesi üzerine işe başladıklarını belirtmiş, kongrede hangi konuların görüşülebileceği konusunda yardımcı olmak amacıyla bir risale hazırladıklarını ve görüşülen konuların bir karar şeklinde değil de, bir tavsiye olarak yazılacağını belirtmiştir.
Bu meclis görüşmelerinden de anlaşılacağı üzere, 100 yıl önce yapılan Türkiye (İzmir) İktisat Kongresi‘nin bile kimin davetiyle nasıl toplanacağı, gündemi ile katılımcılarının ve görüşme konularının kim tarafından neden ve ne şekilde belirlendiği konusunun önemsenerek tartışma konusu yapıldığı, kongrede ortaya çıkacak sonuçların bir karar mı yoksa bir tavsiye olarak mı formüle edileceği gibi hassas konuların gündeme getirildiği görülmüş, böylesi önemli bir kongrenin toplanması görevi, o tarihlerde İzmir Belediye Başkanı olarak görev yapıp içişleri bakanlığı yaptığı dönemdeki ilginç asimilasyon politikaları ile tanınan Şükrü Kaya‘ya ya da İzmir Valisi olarak görev yapıp Talat Paşa‘nın kayınbiraderi olarak binlerce Ermeni’nin ölümüne neden olması nedeniyle sicili hayli kabarık olan Abdülhalik Renda‘ya verilmemiştir.
Bugün ise böyle bir tartışma ve değerlendirme yapılmadan; en azından o tarihlerdeki tartışma ve değerlendirmeler dikkate alınmadan 100 yıl önce İktisat Vekaletince şekillendirilen bir kongre modeli üzerinden bu görevin, İzmir sınırları içinde belediye hizmetlerini yapmakla görevli, yetkili ve sorumlu bir büyükşehir belediyesi tarafından yapılmaya kalkışıldığı görülmektedir. Daha doğrusu o büyükşehir belediyesi, “bu benim görevim midir, bunu yapabilir miyim; şayet yaparsam bu doğru ve anlamlı olur mu?” gibi temel soruları sormayı akıl etmeden ya da bu konuların ciddiyetini dikkate almadan yola çıkmayı tercih etmiştir.
Bu durum, temeli anayasa ve diğer yasalarla belirlenmiş ülke yönetim modeli ve yapılanması ile ilgili hukuki ilke, değer ve teamüllere aykırı bir durumdur. Ortada o ülkeyi yönetmekle görevli merkezi bir yönetim ve onun birimleri dururken, çıkıp bir büyükşehir belediyesinin bu işi yapmaya kalkması, ülke yönetimi ile temel hukuk kurallarına aykırı, “de facto” bir durum yaratmaktan başka bir şey olmayacaktır. Şayet yarın öbür gün, CHP‘nin merkezi yönetimi eline geçirdiği bir dönemde, muhalif bir büyükşehir belediye başkanının merkezi yönetime sormadan ya da onu dikkate almadan aynı şekilde davranması durumunda taraflar birbirlerine ne şekilde tepki verecektir?
O nedenle, bu konuda ülke yönetimine aday olması mümkün olmayan bir belediye ve onun başkanı yerine, kendini o göreve aday gören bir siyasi partinin; tartışmamıza konu olan olay itibariyle, örneğin Cumhuriyet Halk Partisi‘nin İzmir‘de alternatif bir kongre düzenleyerek ülkeyi yönetecek bir siyasi parti kimliğiyle yeni bir 100 yıla dair iktisat politikalarını belirlemesi, yapılabilecek en makul ve doğru hareket olacaktır.

İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin gelecek 100 yılın iktisat politikalarını belirlemek için seçtiği meslek grupları bugünkü toplumun bütününü temsil etmemektedir.
Ülkenin gelecek 100 yılda uygulayacağı iktisat politikalarını tartışıp öneriler geliştirirken, 100 yıl önce dünya ve ülke gündemine egemen olup sınıflar arası işbirliğini savunan korporatist anlayışla sadece işçi, çiftçi, sanayici, tüccar ve esnafları ele alıp onların talepleri üzerinden bir iktisat programı belirlemek, bugünün koşullarında ne ölçüde doğru ve anlamlıdır? Sadece belirli kesimleri dikkate alarak ortaya çıkacak öneriler “ortak aklı” oluşturur mu? Yoksa 2023 Türkiyesi’nde tüm iş, sektör, meslek ve menfaat gruplarıyla toplumsal sınıfları ve onların arasındaki ilişki ve etkileşimi dikkate alan daha ilerici, yenilikçi ve kapsayıcı yöntemlere mi başvurmak gerekir?
Geride şayet sayıları milyonlara varan küskün bir işsizler ordusu, tarım dışına itilmiş topraksız köylüler, 2022 yılı verilerine göre 13 milyon 722 bin adet işçi, memur ve Bağ-Kur emeklisi, 2020 yılı verilerine göre 8 milyon 812 bin adet mühendis, mimar, plancı, muhasebeci, avukat ve hekim gibi serbest çalışanlar, sendikaların örgütleyemediği milyonlarca işçi ve emekçi, henüz örgütlü olmayan mevsimlik tarım işçileri varsa herkesin görüş, düşünce ve önerisi alınmış olmaz; aksine, sadece ve sadece örgütlenmiş belirli kesimlerin görüşleri alınıp onların o herkesi kucaklamayan önerileri üzerinden yola çıkmış olursunuz.
İşte bütün bu nedenlerle, İzmir Büyükşehir Belediyesi‘nin en kısa sürede 1920’li, 1930’lu yılların o eski korporatist anlayışından vazgeçerek, toplumdaki tüm grup, kesim, topluluk ve sınıfları, aralarındaki bağlantıları ve bunların kesişim noktalarıyla karşılıklı etkileşimlerini de dikkate alarak katılımcı ve çoğulcu demokrasi boyutunda kucaklayan farklı, yeni, ve yaratıcı bir yaklaşımı benimsemesi gerekmektedir.
Gelelim, İzmir Büyükşehir Belediyesi‘nin üç ayrı toplantıda bir araya getirdiği 150 çiftçi kuruluşunun “ilkeler” ve “kararlar” başlığı altında ifade ettiği “Çiftçi Buluşması Deklarasyonu” metninin incelenip değerlendirilmesine:

İzmir Büyükşehir Belediyesi’nce belirlenen çiftçi kurumlarının aldığı ilke ve kararlar, ülke tarımının mevcut birçok sorun ve ihtiyacını kapsamamaktadır.
Ama isterseniz ondan önce 17 Şubat-4 Mart 1923 tarihli Türkiye (İzmir) İktisat Kongresi‘nde çiftçi temsilcisi olarak bir araya gelenlerin, ayan sıfatıyla 17. yüzyıldan bu yana başta Manisa, Akşehir ve çevresinden başlamak üzere tüm Ege Bölgesi’nde hakimiyet kuran Karaosmanoğulları ailesinden gelip Çiftçi Grubu Reisi seçilen Manisa temsilcisi Karaosmanzade Kani Bey‘in başkanlığında görüşüp oyladığı “Çiftçi Grubu’nun İktisadi Esasları” başlıklı metinden söz edelim.
Söz konusu metin, mümkün olduğu kadar günümüz Türkçesi’ne uyarlayıp yazıma eklediğim linkteki metni incelediğinizde de göreceğiniz gibi, “Reji Meselesi”, “Ziraat ve Maarif Meselesi”, “Asayiş Meselesi”, “Aşar Meselesi”, “Ziraat Bankası ve İtibarı-ı Zirai Meseleler”, “Yollar Meselesi”, “Orman Meselesi”, “Ziraatte Hayvanat Meselesi”, “Çiftçiliğe Ait Bazı Maddeler” ve “Ziraatte Makine Meselesi” başlıklı 10 ayrı bölümde yer alan toplam 83 talepten ve bu taleplerin oylanmasıyla ortaya çıkan sonuçlardan oluşmaktadır.
Kongreye katılıp bu kararları alanların tam bir listesi elimizde olmamakla birlikte, kongre öncesinde İktisat Vekaleti‘nce yayınlanan risale ve genelgelere göre her bir kazadan gönderilecek toplam 8 temsilcinin 3’ünün çiftçi olması ve kongreye toplam 1.135 temsilci katılmış olması hesabına göre “Çiftçi Grubu” olarak tanımlanıp bu kararları alıp oylayanların toplam sayısının 425-426 civarında olması gerekir. Ama o dönemdeki günlük gazetelere baktığımızda, kazalar itibariyle seçilen temsilcilerin hiç de bu kurala uymadığını, bazı kazalarda 8’den az ya da fazla temsilci seçildiğini, bazı kazalarda da çiftçilik yapmayanların çiftçi olarak gönderildiğini görürüz. Örneğin Mersin Milletvekili Yusuf Ziya Bey‘in Mersin‘den, İstanbul Emirgan Numune Mektebi muallimi Asım Sungur Bey‘in Çorum Sungurlu‘dan, Cumhuriyet Gazetesi sahibi Yunus Nadi‘nin Çiftçiler Derneği üyesi olarak Ankara‘dan çiftçi temsilcisi olarak gönderilmiş olması bu karışıklığın en iyi örnekleri olarak gösterilebilir. Ayrıca bu durumun diğer işçi, tüccar ve esnaf grubu üyeleri içinde geçerli olduğunu söyleyebiliriz.
1923 tarihi Türkiye (İzmir) İktisat Kongresi‘ne “murahhas” olarak katılanların tümünü gösteren bir liste bugüne kadar yayınlanmamış olsa da, Afet İnan‘ın “İzmir İktisat Kongresi” isimli kitabı ile Gündüz Ökçün‘ün “Türkiye İktisat Kongresi, Haberler-Belgeler-Yorumlar” isimli kitaplarındaki isimleri teker teker tarayarak oluşturduğumuz ve 1.135 katılımcının % 23,70’ini oluşturan 81 ayrı yerleşim merkezinden gelen toplam 269 kişilik liste, tüm eksiklik ve yanlışlarının mazur görülmesi dileğiyle PDF formatında yazımıza eklenmiştir.
10 Ağustos-4 Kasım 2022 tarihleri arasındaki üç ayrı toplantı sonucunda ortaya çıkan ve yazımıza bir link halinde eklediğimiz “Çiftçi Buluşması Deklarasyonu” ise, 15 ilke ile “Tarımsal Gen Kaynaklarının Korunması ve Geliştirilmesi”, “Ürün Planlaması ve Sulama”, “Üreticinin Örgütlenmesi”, “Gıda Üretim Alanlarının Korunması”, “Satış ve Pazarlama”, “Tarımsal Lojistik”, “Tarımda Eğitim ve İnovasyon” ve “Kırsal Turizm” başlıklı 8 ayrı bölümde yer alan toplam 57 taahhütten oluşmaktadır. “Çiğli Buluşması Deklarasyonu“nun hazırlığında katkısı olanların sayısı belediye haberlerinde 150 olarak verilmiş olmakla birlikte bunların hangi çiftçi kuruluşları olduğunu yazılı olarak sormuş olmamıza karşın, katılımcı kuruluş ve temsilcilerinin isimlerini bugüne kadar öğrenemedik. Tabii ki şahsen tanıdığımız 5-6 kurum ve temsilcisi dışında…
Söz konusu toplantılarla ilgili görsellerde -muhtemelen son toplantıda- gözümüze çarpan Cumhuriyet Halk Partisi‘nin tarım konusundaki çalışmalarında ön plana çıkan Bursa Milletvekili ve ziraat mühendisi Orhan Sarıbal‘ın bu çalışmalara davet edildiğini; böylelikle, bu toplantılarda alınan kararlarla Cumhuriyet Halk Partisi‘nin tarım politikaları arasında bir bağlantı kurulmak istendiği anlaşılmaktadır.
Ama diğer yandan da, Deniz Baykal‘ın CHP genel başkanı olduğu 2008 yılında son şeklini alan CHP Parti Programı‘ndaki tarımla ilgili değerlendirme ve vaatlerin, son yıllarda önce İzmir Büyükşehir Belediye başkanları Aziz Kocaoğlu ve Tunç Soyer tarafından ortaya atılan “Tarımda İzmir Modeli” ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin tarım danışmanı TMMOB Ziraat Mühendisleri Odası eski başkanı ve CHP eski milletvekili Doç. Dr. Gökhan Günaydın‘ın ortaya attığı “Tarımda İstanbul Yaklaşımı” ya da başka bir yaklaşım çerçevesinde dikkate alınarak günümüz koşullarına uygun olarak güncellenmediğini de unutmamamız gerekiyor.
1923 tarihli “Çiftçi Grubu’nun İktisadi Esasları” ile 2023 tarihli “Çiftçi Buluşması Deklarasyonu” metnini yazım dili açısından karşılaştırdığımızda, 1923 tarihli ilk belgedeki hususların bir talep olarak yazılıp tüm grupların oylaması ile bir karara dönüştürüldüğünü, 2022 tarihli ikinci belgedeki hususların ise geleceğe yönelik bir taahhüt ya da vaat şeklinde ifade edildiği görülecektir.
2023 tarihli “Çiftçi Buluşması Deklarasyonu“ndaki toplam 20 madde halinde belirlediğimiz eksiklik ve yanlışlıklarını teker teker anlatmaya kalktığımızda;
“Yerli ve milli” olmak ya da olmamak…
1. Söze, “geleceğin Türkiyesi’nin tarım politikaları, bilim ve üstün kamu yararı doğrultusunda çiftçi ve üreticiden yanadır” diyerek başlamak varken; AKP jargonundan çalınan “yerli ve milli olmak” söylemiyle başlamak, başta sermaye olmak üzere emek, teknoloji ve bilginin dünya ölçeğinde istediği şekilde dolaştığı bir zamanda, yabancı ülke, şirket ve kişilerin ülkemizde tarım toprağı alarak sektörün bir tarafı haline dönüştüğü ve bir tarım aktörü olarak onlarla birlikte çalışıp “Terra Madre” isimli bir İtalyan markasına bu ülkenin kadim topraklarında yer aradığınız bir zamanda, popülist söylemlerden medet ummaktan başka bir şey değildir. Zira bu cümlenin gerisinden gelen hiçbir ilke ve karar, ülke tarımının “yerli ve milli” olmasını sağlayacak politika, strateji, uygulama ve faaliyetleri kapsamamakta, bunun nasıl yapılacağını açıklamamaktadır.
O nedenle, ülke tarımının durumunu bilimsel yöntemlerle doğru ve net bir şekilde ortaya koyup sorun ve ihtiyaçlarını belirlenmeden; yani, ele alınan konunun “mevcut durum analizi” yapılmadan, nedenler yerine sadece arzuları dikkate alan bu ve buna benzer çalışmalarla bir yere varılamayacağı bilinmelidir.
“Kırsalda doğan her Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı” diye bir şey…
2. “Çiftçi Buluşması Deklarasyonu“nun 2. maddesindeki, “geleceğin Türkiyesi’nin tarım politikası, kırsalda doğan her Türkiye Cumhuriyeti vatandaşına onurlu, nitelikli ve evrensel değerlere erişebildiği bir yaşam hakkı tanır” ifadesi, şayet Ulusal Kurtuluş Savaşı‘nın hemen ertesindeki Türkiye (İzmir) İktisat Kongresi‘nin sonuç bildirisine yazılmış olsaydı, o günlerde yaşanan savaşın, zaferin ve zorlukların getirdiği heyecanla bir anlam ya da haklılık kazanırdı. Çünkü o zaman ülke toprakları üzerindeki egemenliğimizi kaybetmiş ve onu yeniden kazanmak için savaşıyorduk. Ama o egemenliği kazanışımızdan tam tamamına 100 yıl sonra, yaşam hakkı açısından kırsalda doğanları, doğmamış olanlardan ayıran; örneğin kırsalda doğmamış benim gibi insanları ya da savaşların, açlıkların ve diktatörlüklerin zorlamasıyla gönüllü ya da zorunlu olarak ülkemize göç eden göçmen, mülteci ve sığınmacıların ücret karşılığında Torbalı‘daki ya da Kemalpaşa‘daki meyve bahçelerine girip toprağı belledikleri, meyve topladıkları ya da Gürcistan ya da Ermenistan‘dan gelen geçici tarım işçilerinin çay ve fındık bahçelerine girip ücret karşılığında çalıştıkları zaman onları o onurlu, nitelikli ve evrensel değerlere erişebilir yaşam hakkından yoksun mu kılacağız acaba diye düşünmekten kendimi alamıyorum.
O nedenle, bence tarım alanında çalışan tüm insanları ve hatta doğanın devamını sağlayan bitki tohumlarını bile 1789 Fransız İhtilali‘nin ürünü olan “milliyetçi” ya da “milli olmak” düşüncesiyle birbirinden ayıranların bu ayrımcı politikayı çıkıp bizlere açıklaması gerekir diye düşünüyorum….
Tüm iktisat politikalarını endüstriyel bir sürece bağlamak…
3. Hazırlanan “Çiftçi Buluşması Deklarasyonu“nda, önümüzdeki yeni bir yüz yılla ilgili tarımsal iktisat politikalarının, neoliberal kapitalist sistemin son icatlarından biri olarak piyasaya sürülen; ama, aslında tüm ekonomik kaynakları hunharca yok edip yağmalayan kapitalizmin, atık üretimi ile ilgili endüstriyel bir süreci sürdürülebilir hale getirmek amacıyla ortaya koyduğu “döngüsel ekonomi” kavramı üzerinden izah edilmeye çalışıldığı görülmektedir.
Tarım topraklarının adaletsiz dağılımı ile topraksız köyü sorununu görmemek ya da görmek istememek…
4. Türk tarımının en önemli sorunu olan tarım topraklarının adaletsiz dağılımı ve bunun doğal bir sonucu olarak ortaya çıkan topraksız köylü olgusuna, buna ilişkin toprak ve tarım reformu hedeflerine, aynen, 7, 8, 9, 10 ve 11. ulusal kalkınma planlarında yapıldığı gibi bu bildirgede de yer almadığı, ülkemizde sanki böyle bir temel sorun, ihtiyaç ve talep yokmuş gibi davranıldığı görülmektedir.
Tarım örgütlenmesinde sendikaları unutmamak…
5. Söz konusu sonuç bildirgesinde tarımda örgütlenme bağlamında kooperatif ve üst birliklerinden söz edilirken tarım emeğinin örgütlenmesini sağlayan sendikalaşmadan söz edilmemesi Türk-İş ve Hak-İş bünyesinde yer alan tarım ve orman işçileri sendikaları ile Çiftçi Sendikaları Konfederasyonu kapsamında çiftçilerin çıkarlarını ulusal ve uluslararası kurumlara, şirketlere karşı korumak amacıyla Üzüm Üreticileri Sendikası (Üzüm-Sen), Tütün Üreticileri Sendikası (Tütün-Sen), Fındık Üreticileri Sendikası (Fındık-Sen), Ayçiçeği Üreticileri Sendikası (Ayçiçek-Sen), Hububat Üreticileri Sendikası (Hububat-Sen), Zeytin Üreticileri Sendikası (Zeytin-Sen) ve Çay Üreticileri Sendikası (Çay-Sen) olmak üzere ürün bazında örgütlenen yedi sendikanın dikkate alınmaması, sendikalaşmanın ayrı bir örgütlenme alternatifi olarak yok sayılması anlamına gelir.
O nedenle, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı‘nca yayınlanan 2022 Temmuz istatistiklerine göre Türkiye’de avcılık, balıkçılık, tarım ve ormancılık işkolunda çalışan 183.903 işçiden % 20,53’ünü; yani 37.741 işçinin örgütlü olduğu tarım işçileri sendikalarının tarım örgütlenmesinde dikkate alınması gerekir.
Topraksız yoksul tarım işçiliğinin nedenlerinden biri olan sözleşmeli tarımı unutmak…
6. Tarımda yoksullaşması ile çiftçinin ve küçük üreticinin tarım işçisine dönüşmesinin en temel yöntemlerinden biri olan “sözleşmeli tarım“dan tek bir söz edilmeyişi ve buna dair bir amaç ya da hedefin belirlenmeyişi de körler-sağırlar oyununun en iyi örneklerinden biri olmuştur. Daha önce bu konuda net politikalar izleyen TMMOB Ziraat Mühendisleri Odası‘nın sessiz kalması da anlamlı bir durumdur.
Tarımdaki yabancı sermaye ile yerli firmalarla işbirliği yapan ulus-ötesi yabancı gübre, ilaç, tohum tekellerini unutmak…
7. Ülke tarımındaki yabancı sermaye yatırımları ile gübre, zirai ilaç ve tohum gibi alanlarda faaliyet gösteren ya da yerli firmalarla işbirliği içinde çalışan, büyüklük ve siyasi güç itibariyle ülke politikalarını etkileyip yönlendiren, çoğu kez endüstriyel tarımı destekleyen yabancı ya da ulus-ötesi tekeller konusundaki iktisat politikalarının ne olacağı, bunların ülke tarımını olumsuz etkileyen uygulamaları hakkında neler yapılacağı da unutulan ya da unutturulmak istenen konulardan biri olsa gerek…
Suyun sürdürülebilirliği kadar ticari bir meta olmaması gerektiğini de unutmamak….
8. Düzenlenen deklarasyonda suyun akılcı kullanımına dair birçok politika bulunmasına rağmen hem tarımda hem de diğer alanlarda kullanılan müştereğimiz suyun ticari bir meta haline gelmesi konusunda sessiz kalınması da anlamlıdır.
Tarımın kurumsallaşması ile ilgili vaatlerdeki savrukluk…
9. Ülkemizin önümüzdeki 100 yılı içinde tarımsal iktisadi politikaları çerçevesinde kurulacağı vaat edilen 10 adet tarımsal kurumun içinde halen mevcut olanların; örneğin kurulacağı vaat edilen Milli Su Konseyi‘nin görevlerini yapan bir Türkiye Su Enstitüsü örgütünün var olduğu; ayrıca, Türkiye‘deki bitki, hayvan, su ürünleri ve mikroorganizma genetik kaynaklarına ait araştırmalarla koruma faaliyetleri Tarım ve Orman Bakanlığı‘na bağlı Tarla Bitkileri Tarımsal Araştırmalar ve Politikalar Genel Müdürlüğü‘ne bağlı araştırma merkezi, enstitü, laboratuvar ve gen bankaları düzleminde yapıldığı halde aynı bildirinin “Tarımsal Gen Kaynaklarının Korunması ve Geliştirilmesi” başlıklı bölümünün 2. maddesinde “yerel tür, çeşit ve ırkların korunması için ülke düzeyi ve farklı coğrafi bölgelerde Tarımsal Gen Kaynaklarını Araştırma ve Geliştirme Merkezleri“nin ve bunun bir tekrarı niteliğinde olmak üzere, aynı metnin “Tarımda Eğitim ve İnovasyon” başlıklı bölümünün 4. maddesinde “tarımsal gen kaynaklarını korumak ve geliştirmek için bir yıl içinde Türkiye Tarım Genetiği Laboratuvarının kurulacağı” vaat edilmiştir.
Anlaşılan odur ki, bu kararların temelini oluşturacak Türkiye tarımı ile ilgili inceleme, araştırma ve mevcut durum analizi çalışmaları toplantı öncesinde yeterince yapılmadığı ve karar verecek olan temsilcilere dağıtılmadığı ve temsilcilerin ülkemizdeki tarım sistemini yeterince bilmediği anlaşıldığı için ortaya böylesine yanlış vaatler çıkmıştır.
Vaatlerin yerine getirilmesi ilgili vadeler, işin gerçeği ile uyuşmayacak kadar afakidir…
10. Verilen bazı vaatlerdeki gerçekleşme sürelerinin ülke gerçeklerine uymayacak şekilde afaki olduğu görülmektedir. Türkiye’deki tüm ilçelerdeki yerel tohum, hayvan , süs ve peyzaj bitkileri ile ilgili tür, çeşit ve ırk tespitlerinin tespit tarihinden itibaren bir yıl içinde yerinde koruma altına alınması, kır kent gelişme bölgelerinin bir yıl içinde belirlenmesi, her ilde en geç iki yıl içinde bir uygulamalı tarım lisesi kurulması, Türkiye Fidan Laboratuvarı‘nın bir yıl içinde kurulması bu gibi kararlara örnektir. Anlaşılan o ki, bu kararları verenler şimdiye kadar böylesi kurum ve kuruluşların oluşumunda görev almamışlar, bu konuda tecrübe sahibi olmamışlardır.
Yapılan vaatlerde, bozulup darmaduman edilmiş tarım sisteminin eski normal düzeyine getirilebileceği bir rehabilitasyon döneminin öngörülmediği anlaşılmaktadır…
11. Ülkemizdeki mevcut tarım sisteminin mevcut durumu, tarımdan anlamayan insanları bile kaygılandırırken ve mevcut AKP iktidarlarının tarım sisteminde kalıcı hasarlar bıraktığı bilinirken herhangi bir iktidar değişikliğinde sanki bunların hiçbiri olmamış gibi yola kalındığı yerden devam edileceğini düşünmek ya tarımı bilmemektir ya da tüm somut gerçeklere rağmen pembe bulutların üstünde gitme alışkanlığından vazgeçmemektir…
Tarım, hayvancılık ve balıkçılık ürünlerinin satış ve pazarlamasında dikkate alınmayan noktalar…
12. Tarım ürünlerinin satış ve pazarlamasında önemli bir durak olarak nitelediğimiz ve ürünlerin tüketiciye ulaşması açısından çeşitli sorunları barındıran sebze, meyve ve balık gibi ürünlerle ilgili toptancı halleri ile ilçe belediyeleri tarafından açılan semt ve üretici pazarlarının; ayrıca son günlerde sık sık gündeme gelen büyük alışveriş merkezlerini (AVM) unutmak, bunlarla ilgili tarımsal politikalar belirlememek de büyük bir eksiklik olarak değerlendirilmelidir.
Mevcut tarım sistemini değiştirirken bir risk ya da tehlike olarak karşımıza çıkabilecek siyasi, ekonomik ve hukuki engelleri dikkate alıyor muyuz?
13. Uluslararası Para Fonu (IMF), Dünya Bankası (WB), Amerikan Merkez Bankası (FED), Avrupa Merkez Bankası (ECB), Dünya Sağlık Örgütü (WHO), Dünya Ticaret Örgütü (WTO), uluslararası banka, fon, kalkınma ajansı gibi kapitalizmin küresel örgütleriyle imzalanan sözleşme ve anlaşmalarla kurulan bağlayıcı ilişkiler ve bunun 5488 ve 5553 sayılı Tarım ve Tohumculuk Kanunları gibi ülke mevzuatına yansıyan yönleriyle ortaya çıkan yeni tür kapitülasyonların nasıl çözümleneceğine dair vaatlerin unutulduğu ya da unutulmasa bile bu yeni bağlılık türünden yana bir tavır sergilendiği anlaşılmaktadır.
Ülkemizin sulama ile ilgili politika ve uygulamaları anlatıldığı gibi mi?
14. TMMOB Ziraat Mühendisleri Odası‘nın 7. maddedeki sulama ile ilgili şerhi yerinde ve doğru bir müdahaledir. Metindeki anlatım merkezi yönetimin sulama ilgili politika ve uygulamalarını yansıtmamakta, aşırı sulama konusunda yapılanları göz ardı etmektedir.
Belediyelerin, ülkemizin tarım politikası içindeki yeri ve fonksiyonu net bir şekilde gösterilmelidir…
15. Ülkemizdeki tarımsal faaliyetlerin asıl sorumlusu, Tarım ve Orman Bakanlığı ve bağlı kuruluşları olduğuna göre, hazırlanan deklarasyonda belediyelerin bu yapılanma içindeki yer, fonksiyon ve görev paylaşımlarını net şekilde gösteren önerilerde bulunulmalıdır.
Tarımla ilgili tanım, kavram ve anlayışlardaki farklılıklar
16. “Çiftçi Buluşması Deklarasyonu“nun bazı bölümlerinde tarımsal faaliyetlerin doğasına aykırı benzetmeler ya da yanlış tanımlamalar yapıldığı görülmektedir. Deklarasyonun 10. maddesinde buğdayın her bölgede farklı mevsimlerde ekilip biçilmesi ile ilgili bölgesel farklılıkların bir “çeşitlilik” olarak tanımlanması buna örnektir. Türkiye gibi büyük ülkelerde birbirinden uzaktaki farklı bölge, havza ve yerlerdeki tarım ürünlerinin hem fiziki coğrafyanın farklılığı hem de iklimin etkisi ile farklı mevsimlerde hasat edilmesi o ülkedeki “biyolojik çeşitlilik” kavramını çağrıştıran çeşitliliği değil, farklı tarım bölgelerinin varlığını gösterir.
Hazırlanan metinler, ülkemizin bundan sonraki 100 yıllık iktisat politikaları ile ilgili olup İzmir İktisat Kongresi‘nin kendi özel tarihinde önemli bir yere sahip olacağından, kullanılacak sözcüklerin seçiminde tarımın kendine ait dil, sözcük ve kavramlarının kullanılması konusunda daha hassas olunması, olgu, olay ve vakaların doğru sözcük ve kavramlarla tanımlanıp ifade edilmesi uygun olacaktır.

Tarımın finansmanı ve özellikle de Ziraat Bankası’nın uygulamaları niye unutulur ki?
17. 1923 tarihli ilk İzmir İktisat Kongresi’nde bile Ziraat Bankası uygulamaları hakkında şikayetler ve haklı talepler bulunmakla birlikte; tarımı finanse edip krediler veren bankaların; özellikle de bu alanda görevli olan Ziraat Bankası’nın tarımın ya da tarım dışı faaliyetlerin finansmanı konusundaki yanlış ve partizan uygulamalarından söz edilerek talepte bulunulmamış olması, ikinci yüz yıllık dönemde uygulanacak banka ve finans politikalarını belirlemek açısından büyük bir eksiklik olmuştur.
Tarıma dayalı organize sanayi bölgeleri ne ölçüde yararlı ki, bu konuda vaatte bulunuluyor?
18. Ülkemizdeki bugüne kadarki uygulamaları açısından, kurulduğu doğal çevre ve kaynaklarla yakın çevrede yaşayan insan yerleşimleri açısından büyük sorunlara neden olduğu anlaşılan; ayrıca, bu bölgelerde sıklıkla uygulanan sözleşmeli tarım yöntemi ile çevredeki çiftçilerin yoksullaşıp tarım işçisine dönüşmesini sağlayan ve bu özelliği nedeniyle endüstriyel tarımın gelişme odaklarından biri olarak kabul edilen tarıma dayalı ihtisas organize sanayi bölgeleri konusu yeterince tartışılıp değerlendirilmeden, bu bölgelerin bir çözüm olarak önerilmesi, küçük çiftçiyi koruduğunu, sözleşmeli tarıma karşı çıktığını söyleyip bu kararın altına imza atanlar açısından yanlış bir davranış olmuştur.
Büyükşehir belediyeleri kapsamındaki köy-kent ayrımı ile ilgili yanlışlıklar unutuldu mu?
19. 2012 tarihli 6360 sayılı kanunla büyükşehir belediyesi sınırları içinde mahalleye dönüştürülen köylerle mahalleye dönüştürülen bu köylerin daha sonra 7254 sayılı kanunla “kırsal mahalle” ya da “kırsal yerleşik alan” olarak tanımlanması ile ortaya çıkan sorunun, ülkemizin önümüzdeki 100 yıllık tarımsal iktisat politikalarının belirlendiği böylesine önemli bir belgede dikkate alınmaması, buna dair bir politika vaadinde bulunulmaması büyük bir eksiklik oluşturmuştur.
Tarım üniversitesi kurulması ile ilgili vaadin deklarasyondan kaldırılmış olması doğru bir müdahaledir.
20. İzmir İktisat Kongresi ile ilgili http://www.iktisatkongresi.org isimli İnternet sitesinde, “Çiftçi Grubu Deklarasyonu“nun hazırlanması sırasında bir tarım üniversitesi kurulmasından söz edilmemiş olsa da; toplantılara katılan arkadaşlarımdan aldığım bilgilere göre, bu konu ile ilgili bir vaadin katılımcıların genel olarak karşı çıkması nedeniyle deklarasyon metninden çıkarıldığını öğrendim.
Evet bu müdahale de konusu ve gerekçesi itibariyle doğru, yerinde bir müdahale olmuş; böylelikle mevcut ziraat fakülteleri dışında hesapsız kitapsız bir şekilde popülist bir söylemle yeni bir üniversitenin açılması hayali engellenmiş, bugünkü koşullarda iş bulmakta zorlanan ziraat mühendislerine yenilerinin eklenmesinin yolu kapatılmıştır.
Gelecek yazımızda İşçi Grubu adıyla bir araya gelen sendika temsilcileriyle uzmanların hazırladığı “İşçi Grubu Deklarasyonu”nu inceleyip değerlendirmek dileğiyle…
Devam Edecek….
Yazının ilk bölümü:
İzmir İktisat Kongresi (1)
Yararlanılan Kaynaklar
A. Gündüz Ökçün, İzmir İktisat Kongresi, 1923-İzmir, Haberler-Belgeler-Yorumlar, Bütün Eserleri 4, Sermaye Piyasası Kurulu, Yayın No: 59, 4. Baskı, Ankara-1997.
Afet İnan, İzmir İktisat Kongresi, 17 Şubat-4 Mart 1923, Türk Tarih Kurumu, 3. Baskı, Ankara 2020.
İzmir İktisat Kongresi, 17 Şubat-4 MArt 1923, İzmir Büyükşehir Belediyesi Kent Kitaplığı, İzmir, Haziran 2001.
Kazım Karabekir, İktisat Esaslarımız (Hatır ve Zabıtlarıyla 1923 İzmir İktisat Kongresi), Emre Yayınları, 2001.
Özal Çiçek, “Türkiye Tarımında Sendikalaşma Mücadelesi: Çiftçi Sendikaları Konfederasyonu Örneklemi“, Institutions National İdentity, Power and Governance in the 21. Century/Proceeding Book, ss.35-54
Serdar Şahinkaya, “Türkiye İçin Seçenek Var… İzmir İktisat Kongresi 1923-2006″, Mülkiye Dergisi C: XXX, Sayı: 250, s.191-196.
Gürol Ergin, “Cumhuriyet’ten Geleceğe Türkiye Topraklarının Mülkiyet Yapısı“, Toprak Mülkiyeti Sempozyum Bildirileri, Memleket Yayınları, Haziran 2010, Ankara, ss.64-72.
Ruşen Keleş, Ayşegül Mengi, Türkiye’de Kırsal Kalkınma Politikaları, İmge Yayınları, 1. Baskı, Kasım 2022, Ankara.
Taner Timur, Türk Devrimi ve Sonrası, İmge Yayınları, 2018 Ankara.
Şenay Balbay, Adem Sarıhan, Edip Avşar, “Dünya’da ve Türkiye’de Döngüsel Ekonomi/Endüstriyel Sürdürülebilirlik Yaklaşımı“, Avrupa Bilim ve Teknoloji Dergisi, Sayı 27, Kasım 2021, s.557-569